Nazım Hikmet 03 Kuvayi Milliye Adam Yayınları
Nazım Hikmet 03 Kuvayi Milliye Adam Yayınları
:c
-·
3 •
ZIM
�
�
s::
�
HI ET
�·
Kuvayi
<.t:::
....
�
......
Milliye
-
-
......
<.t:::
�
Kuvayi Milliye
Saat 21-22 Şiirleri
Dört Hapisaneden
Rubailer
ADNiı
'�
Nazım Hikmet
•
Kuvayi Milliye
ADAM YAYlNLARI
©1987
Bu kitabın tüm haklan Anadolu Yayıncılık A.Ş.'nindir.
92.34. Y.0016.336
ISBN 975-418-019-9
YAZISMA ADRESI: ADAM YAYlNLARI, [)ÜY(Iq)E:Pf CAOOESI, ÜÇ)O. MEVKII, t-Q, 57 MASI.AK-ISTANOUL
TEL176 Xl JOC8hot) TELG,ADAM):A.Y TELEKS,265341lld<ı tr
Nazım Hikmet
•
Kuvayi Milliye
Şiirler: 3
Kuvayi Milliye
Saat 21-22 Şiirleri
Dört Hapisaneden
Rubailer
KUVAYİ MİLLİYE
İlk Basım: Temmuz 1968
(Kurtuluş Savaşı Destanı adıyla : Mart 1 965)
- BAŞLANGIÇ
ON LAR
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar; ·
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kalıreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
Il
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve salıra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenanndan
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En ·bilgin aynalara
en renkli şekilleri a15.settiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
12
BİRİNCİ BAP
ıs
Ateşi ve ihaneti gördük.
Murat nehri, Canik dağları ve Fırat,
Yeşilırmak, Kızılırmak,
Gültepe, Tilbeşar Ovası,
gördü uzun dişli İngiliz'i.
Ve Aksu'yla Köpsu,
Karagöl'le Söğüt Gölü
ve gümüş hasarnaklı türbesinde yatan
. büyük, aşık ölü,
şapkası horoz tüylü Italyan'ı gördü.
Ve Çukuro:va,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve Seyhan ve Ceyhan
ve kara gözlü Yürük kızı,
gördü mavi üniformalı Fransız'ı.
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
Eşraf ve ayan ve mütehayyizanın çoğu
ve ağalar:
Bağdasar Ağa'dan
Kellesi Büyük Mehmet Ağa'ya kadar,
düşmanla birlik oldular.
Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
· gelinierin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiktili yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
Ve bizim tarafa geçenler. oldu
Tunuslu ve Hindli kölelerden.
Ve Türkistanlı Hacı Ahmet,
ı6
kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makinalı tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
Ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşamüstü
ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı,
ve kayboldu dağlarda yine.
Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antepliler silahşor olur.
Antepliler yiğit kişilerdir.
Karayılan
Karayılan olmazdan önce
Antep köylüklerinde ırgattı.
Belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünrneğe vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
Yiğitlik ada, silahla, toprakla olur,
onun atı, silahı, toprağı yoktu.
Boynu yine böyle çöp gibi ince
ve böyle kocaman kafalıydı
Karayılari
Karayılan olmazdan önce.
ı8
Düz ovada bir gül fidanıydı
Karayılan'ın
Karayılan olmazdan önceki siperi.
Bu fidan öyle küçük,
korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namlıya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.
Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antepliler silahşor olur.
Antepliler yiğit kişilerdir.
Fakat , düşmanın topu vardı.
Ve ne çare, kader,
düz ovayı Antepliler
düşmana bırakacaklardı.
19
Karayılan
Karayılan olmazdan önce
kara yılanın encarnım görünce
haykırdı avaz avaz .
ömrünün ilk düşüncesini :
«İbret al, deli gönlüm,
·demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»
20
İKİNCİ BAP
İSTANBUL'UN HALi
ve
23
ve bir başkası,
yekpare Acem mülkünü feda etti bir sengimize.
�
24
Erzurum'un kışı zorludur, balam,
tandırında tezek yakar Erzurum,
buz tutar yiğitlerinin bıyığı
ve geceleyin karlı ovada
kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.
�una rağmen,
Istanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar,
Türk halkından kesmişlerdi umudu.
Yağdırıldı telgraflar Erzurum'a :
«�merikan mandası altına girelim,» diye.
«lstiklal, diyodadı, şayanı arzu ve tercihtir, amma
bugün bu, diyorlardı, · mümkün değil,
birkaç vilayet, diyorlardı, kalacak elde,
şu halde, diyorlardı, şu halde,
Memaliki Osmaniye'nin cümlesine şamil
. Amerikan mandaterliğini talep etmegı
memleketimiz için eh nafi
bir şekli hal kabul ediyoruz.»
26
«Bizi bir başımıza bıraksalar,
tarafgirlik, cehalet
ve çok konuşmaktari başka müspet
bir hayat kuramayız. ·
27
Bu zevata :
«İstiklalimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!»
denildi.
Fakat ayak diredi efendiler :
«Mandanın, istiklali ihlal etmiyeceği muhakkak iken,»
dediler,
«Herhalde bir müzaherete muhtacız diyorum ben,»
dediler,
«Hem zaten,»
dediler,
«birbirine mani şeyler değildir
istiklal ile manda.
Ve esasen,»
dediler,
«müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
Memleket harap,
toprak çorak,
borcumuz 500 milyon, .
varidat ise i 5 milyon ancak.
Ve Allah muhafaza buyursun
İzmir kalsa Yunanistan'da
ve harbetsek,
düşmanımız vapurla asker getirir.
Biz Erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
Mandayı kabul etmeliyiz, hemen,»
dediler .
. «Onlar dretnot yapıyor,
biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
Hem, İstanbul'daki Amerikan dostlarımız
Mandamız korkunç değildir,
diyorlar,
Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir,
diyorlar.»
28
Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul'dan gelen zevat.
Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
«Hey gidi deli gönlüm,»
dedi,
«Akı �lı, _umutlu, sabırlı deli gönlüm,
ya ISTIKLAL, ya ölüm!»
dedi.
Türkçe bilmeyen
29
ve siyah sakalları, siyah gÖzleri parlak,
avuçlarının üstü esmer, içi ak
ve tel örgülerin üzerinden
Kerim'e bisküviti kutularla atan amcalardı.
Kocaman ·bir ambarları vardı,
Kerim içinde oynardı.
Ambarda nohut çuvalları, bakla, kuru üzüm,
(şaşılacak şey,
katırların yemesi için)
ve sonra cephane sandıklarıyla silahlar.
Bir gün dedi ki makinist dayısı Kerim'e :
«Ambardan silah çalıp bana getir,
gavura karşı koyan zeybeklere göndereceğim.»
Ve ambardan silah çaldı Kerim :
bir
bir tane daha
beş
on.
Aldattı Hindistanlı dostlarını
·
30
Çabucak öğrendi Kerim ata binmeyi,
sığırtmaç olmayı
· zaten bilgisi vardı bunda -
-
31
�eygirin başı gittikçe daha çok karanlığa giriyor.
lpsiz Recep'in yanından dönüyordu Kerim.
Kaatlar götürmüş .
kaadar getiriyor.
Birdenbire durdu beygir, ·
heykel gibi,
- Tekneciler'in ateşini görmüş olacak
sonra birdenbire dörtnala kalktı.
Şaşırdı Kerim.
Dizginleri bıraktı.
Sarıldı beygirin boynuna.
Deli gibi gidiyordu hayvan.
Çocuğa art arda çarpıyordu ağaçlar.
Meşeleri ve gürgenleriyle orman
karanlık bir rüzgar gibi geçiyor iki yandan.
Kim bilir kaç saat böyle gidildi.
Orman bitti birdenbire.
- Ay doğmuş olacak ki ortalık aydınlıktı
Ve Kerim· aynı hızla geldiği zaman
·
32
Kerim durdu.
Biraz zor nefes alıyordu.
Geyve'ye girdi ertesi akşam.
Beli o kadar ağrıyordu ki
inemedi beygirden
indirdiler.
Kerim'i bir yaylıya bindirdiler.
Adapazarı.
Sonra belki on gün, belki on beş,
kağnılar, rnekkare arabaları,
sonra, gitgide daralan nefesi,
Yahşıhan;
Konya,
Sile nahiyesi
(burda malul gaziler için
takma kol ve bacak yapılıyordu),
ve nihayet Hatçehan köyünden çıkıkçı Şerif Usta.
Hala royalarında görür Kerim ·
33
ÜÇÜNCÜ BAP
YIL 1920
ve
37
Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
Ve Mana'vgat isıikamederinde kaçıp
ölümlerine giderken
terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.
Ve 29 Aralık Kütahya :
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani Çerkez Ethem,
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırlan,
koyun ve sığır sürülerini onune katıp
düşmana geçti.
Yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler ...
bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
�abırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
Insanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı insanlar.
İnsanların başında kalpak, .
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
Ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorhrdı.
Koparılmış gibiydi parriıaklan saplandığı. yerı:it:n
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.
Ve asker kaçaklan,
korkulan, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
k,ıranlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
Acıkmıştılar,
merhametsizdiler,
bedbahttılar.
Şosenin ıssız beyazlığına inip
nal sesleri ve yıldızlada gelen atlıyı çevırıyor
ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için
deviriyorlardı uçurumlara :
şayak, cıgara kaadı, tuz ve sabun yüklü yaylılan.
Ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silah ve asker ceketi yükleyen laz takalan :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgardılar.
Onlar, suda ve rüzgarda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lakin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getırıp
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
39
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı Karadeniz'e.
Dümende ve başaldarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven ·insanlardı ki
sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...
40
ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
Rüzgar:
yıldız - poyraz.
Esirlerini bardasına alıp
kayboldu İngiliz torpitosu.
Şaban Reisin ·teknesi
ateşten direğiyle gömüldü suya.
Arhaveli İsmail
bu ölen teknedendi.
Ve şimdi
Kerempe Fenerinin açığında,
batan teknenin kayığında
emanetiyle tek başınadır,
fakat yalnız değil :
rüzgarın,
bulutların
ve dalgaların kalabalığı,
İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.
·
Arhaveli İsmail
kendi kendine sordu :
«Emanetimizle varabilecek miyiz?»·
Kendine cevap verdi :
«Varmamış olmaz.»
41
Ve Kerempe Fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
İsmail, reisinden izin isteyip,
«Şaban Reis,» deyip,
«emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip
atladı takanın patalyasına,
açıldı.
«Allah büyük
ama kayık küçük» demiş Yahudi.
İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,
bir sağnak daha,
·
peşinden üç-kardeşler.
Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi -eğer
alabora olacaktı.
Elleri kanayarak
çekiyor İsmail kürekleri.
İsmail rahattır.
Kavgadan
ve emanetinden başka her şeyın haricinde,
İsmail unsurunun içinde.
Emanet :
bir ağır makinalı tüfektir.
Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reisierini
ta Ankara'ya kadar gidip
onu kendi eliyle teslim edecektir.
42
Rüzgar bocalıyor.
Belki karayel gösterecek.
En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
Fakat İsmail
ellerine güvenir.
O eller ekmeği, küreklerio sapını, dümenin yekesini
ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini
aynı emniyetle tutarlar.
43
Sular tekneyi açığa sürüklüyor.
Artık hiçbir şey mümkün değil.
Kaldı ölü bir denizin ortasında
kanayan ell�ri ve emanetiyle İsmail.
İlkönce küfretti.
Sonra, «elham» okumak geldi içinden.
Sonra, güldü,
eğilip okşadı mübarek emaneti.
Sonra...
Sonra, malum olmadı insanlara
Arbaveli İsmail'in akıbeti...
44
DÖRDÜNCÜ BAP
BİR ŞiiRi
Kardeşim,
sana bu mektubu Ankara'da Kuyulu kahvede yazıyorum.
Hep aynı Anadolu havalarını çalıyor gramofon
kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla.
Dışarda yağmur...
Mektepten istifa ettim.
Cepheye gidiyorum ihtiyat zabidiğiyle.
Çocuklarımıza Türkçe okutmak,
öğretmek, sevdirmek onlara
dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,
kendi dillerini,
güzel şey,
büyük şey.
Fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cephede
daha büyük
daha güzel.
Biliyorum :
· iş bölümünden bahsedeceksin.
Fakat, Ankara'da çocuklara ders vermek,
bozkırda ateş hattına girmek
haksız ve hazin
bir iş bölümü.
Öyle günlerde yaşıyoruz ki
ben bir iş yapabildim diyebilmek için :
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.
47
Meclis'in önüne doğru iniyorlar,
İstasyona gidecekler.
Ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptığı gibi,
sesini inceiterek marş okuyor genç Türk köylüsü :
«Ankara'nın taşına bak,
gözlerimin yaşına bak...»
Ka!"deşin
Nur ettin Eşfak
TÜRK KÖYLÜSÜ
Topraktan öğrenip
. kitapsız bilendir.
·Hoca Nasreddin gibi ağlayan
. Bayburtlu· Zihni gibi gülendir.
Perhad'dır
.
Kerem'dir
ve Keloğlan'dır.
Yol görünur onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır;
bir yar sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, «Yunusu biçaredir
Baştan ayağa yaredir»,
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterişip
· «- Gayrık yeter!..»
demesinler.
Bunu bir dediler mi: ,
«İsrafil surunu urur,
mahlukat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«Dağları yırtıp ayırır, . .
49
BEŞİNCi BAP
«Per-aliye 16/3/1920.
Ingilizler bastı bu sabah ,
Şehzadebaşı'ndaki Muzika karakolunu.
·
Müsademe edildi.
İşgal altına alıyorlar İstanbul'u şimdi.
Berayi malumat arzolunur.
Manastırlı Hamdi...
920'nin 16 Martı.
Harbiye Nezareti telgrafhanesi buldu Ankara'yı
«Etrafta dolaşıyor Ingiliz askerleri.
Şimdi işte
!ngiliz . askerleri gir:_iyorlar nezarete.
Işte giriyorlar içeri.
Nizarniye kapısına.
Teli kes.
İngilizler burdadır. »
920'nin 16 Martı.
Manastırlı Harndi Efendi
buldu Ankara'dakini tekrar
«Paşa hazretleri,
Harbiye telgrafhanesini de işgal etti İngiliz bahriye askeri
'
53
Tophane'yi de işgal ediyorlar bir taraftan,
bir tar:ıftan da zırhlılardan asker ihraç olunuyor.
Vaziyet vehamet kesbediyor efendim.
Paşa hazretleri,
Emri devletlerine muntazırım.
16 Mart 1920
Hamdi>>
920'nin 16 Martı.
Durumu bir daha tekrar etti Harndi Efendi
920'nin 16 Martı
uykuda kesti kafir uçumüzü,
kurşuna dizdi kafir ikimizi.
İngiliz'in hepsi değil domuzu
Sabaha karşı aldı canımızı.
920'nin 16 Martı
basıldı Vezneciler'de karargah.
Uyan be tosunum uyan.
54
Üçümüzü uykuda kesti kafir,
üçümüz :Abdullah çavuş, Şarkışla'dan Osman,
bir de Zileli Abdülkadir.
920'nin 16 Martı
Bozdoğan Kemeri'nde
kurşuna dizdi kafir ikimizi.
Ahmet oğlu Nasuh arkadaşıının adı,
Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi.
55
Arama, bulamazsın ikimizin kabrini,
belki maşnkta, belki mağripte,
biz de bilmeyiz yerini.
MUHAREBE LER
ve
59
28, 29, 30 :
Kavgaya devam.
Ve Martın 3 ı 'inci gecesinde,
. (ayış.ığı var mıydı bilmiyorum)
Inönü karanlığı sesler ve kıvılcımlada doluydu.
Ve ertesi gün
ı Nisan :
Metristepe aydınlanıyor.
Saat altı otuz.
:Sozöyük yanıyor. ·
Sonra, Haziran.
Bir yaz gecesi.
Dünyada yalnız pırıltılar
ve böceklerin sesi.
Sakarya'yı üç yerinden sallarla geçiyoruz.
Basarak aldık
Adapazarı'nı.
Ve dolaşıp Sapanca Gölü'nün sazlıklarını
yanaştık İzmit'in doğusunda çuha fabrikasına.
Düşman, .·
6o "
Sonra 23 Ağustos :
Sakarya melhamei kübrası ki
devamı 13 Eylül gününe kadardır.
Bizim kırk bin piyademiz,
dört bin beş yüz atlımız,
düşmanın seksen sekiz bin piyadesi,
üç yüz topu vardır.
Harp meydanının kuzey yanı
Sakarya
ve dağlardır :
keskin
ve dik yamaçlarıyla
ve kireçli toprakları
ve kayalarında tek başlarına birbirinden uzak
haşin
ve münzevi çam ağaçlarıyla
Abdüsselam-dağı,
Gökler-dağı,
dağlar.
Ve Sakarya'dan bu havalide
yalnız, çatal tımaklı karacalar su içmektedir.
Ankara suyunun döküldüğü yerden
Eskişehir kuzeybatısına kadar
Sakarya mecrası uçurumlar içinden geçmektedir.
·
G:üneyde
ve güneydoğuda
yapraksız ve �azin
genış ve uzun
ve insana bıraktığı' hiçbir şeye acımadan
ölmek arzusu veren
Cihanbeyli ovası :
çöl..;
6ı
Bu çölün,
bu dağların,
bu nehrin ve bizim önümüzde
yirmi iki gün ve gece fasılasız dövüşüp
düşman ordusu ric'ata mecbur kaldı.
Buna rağmen :
Sene 19.22.
ve 15 vilayet ve sancak
ve 9 büyük şehir
düşman elindedir.
İnanılmaz şeyler düşmandadır ki·
bunların arasında :
· 7 göl, ll nehir
ve köklerinde baltatnızın yarası
ve yangınlarıyla bizim olan
yüz kere yüz bin dönüm orman,
bir tersane, iki silah fabrikası,
ve 19 körfez ve liman ki
belki birçoğunun
rıhtımı,
mendireği,
kırmızı, yeşil fe,nerleri yoktur
ve belki sularında
ateş kayıklarının ışıltısından başka ışık yanmadı,
fakat onlar
tahta iskeleleri ve kederli balıkçılarıyla bizimdiler.
Sonra, 3 deniz,
6 kol tren hattı,
sonra, göz alabildiğine yol :
sılaya gittiğimiz,
gurbette göründüğümüz
62
ve neden
ve nıçın olduğunu sormadan
çöle; Çaiıakkale'ye,
ölüme gittiğimiz yol
ve sonra toprak
ve o toprağın insanları :
Uşak tezgahlarının halı dokuyanlan,
klaptan işlemeli eğerleriyle meşhur
·Manisa'lı saraçlar,
yol kıyılarında ve istasyonlarda açlar
ve kurnaz
ve cesur
ve ağırbaşlı ve çapkın
ve k�tleleriyle d�likanlı
Istanbul ve Izmir işçileri
ve zahire ve kantariye tacirleriyle eşraf ve ayan,
kıl çadırlı yürükleri Aydın'ın,
ve sonra, ırgat,
ortakçı,
maraba,
davarlı ve davarsız,
yarırri meşin çizmeli
ve ham çarıktı köylüler.
15 vilayet ve sancak
ve 9 büyük şehir
düşman elindedir.
6s
Koştu Kazım.
Doğruldu yine Mansur.
Yürüyor sarhoş gibi sallanarak,
kaçmıyor artık,
yürüyor.
·
66
Namussuzun biriydi Mansur,
· muhakkak.
Düşmana satılmıştı,
orası öyle.
Kaç kişinin başını yedi,
malum.
Ama ne de olsa
mehtapta herif beygirin üzerinde uyumuş geliyordu.
Demek istediğim,
böyle günlerde bile, böyle bir adamı bile bu çeşit öldürüp
ortalık duruldukta, yıllarca sonra mehtaba baktığın vakjt
üzüntü çekmernek için,
ya, insanlarda yürek dediğin taştan olacak,
yahut da dehşetli namuslu olacak yüreğin,
Kazım'ınki taştan değildi çok şükür,
fakat namuslu.
Ne malum ? dersen :
·növüştü pir aşkına,
·
922 A G
US T OS A YI
ve
KADlNL ARl MI Z
ve
6A G
USTOS EM Ri
ve
71
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçalari ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
·
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve bartuçların peşinde .·
.
72
Batıralara bağlı, hatıraların dışında,
gecenin içinde :
insanlar' aletler ve hayvanlar'
demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
korkunç
ve sessiz emniyetlerini
birbirlerine sokulmakta bulup,
kocaman, yorgun ayakları,
topraklı elleriyle yürüyorlardı.
Ve onların arasında
Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu'ndan
İstanbullu şoför Ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
Bir acayip mahluktu üç numrolu kamyonet :
İhtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
hudaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde .
ve vantilatöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
« 6 Ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
73
Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
Bu şarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.
74
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«Hikayei Billur Köşkıo,
altı cilt «Tarihi Cevdet»
ve «Fenni Tabahat».
Tabahat, mutfaktan gelirtniş,
yani yemek pişirmek.
Hani, uskumru dolmasına da bayılının pek.
Yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.
75
Sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
inip
baksam...
Soyundu.
Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.
Bu şarkı nihaventtir�
Deniz kıyısında bir şehir...
Beyaz başörtüsü...
Hiçbir zaman ·
.
77 '
SEKİZİNCi BAP
Sı
Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevırıp
ve kılçıksız yılan balıklarıyla
Yedişehitler kayasının gölgesine girip
çıkar.
Ve kocaman çiçekleri eflat\ın
kırmızı
beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
haşhaşların arasından akar.
Ve Afyon önünde
Altıgözler Köprüsü'nün altından
gündoğuya dönerek
ve Konya tren hatt�na rastlayıp yolda
Büyükçobanlar Köyü'nü solda .
ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp
gider.
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
82
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler. ;
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun hacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
Saat 3.30.
, ·
Saat 4.
Saat 4.45.
Sandıklı civarı.
Köyler.
Sarkık, siyah bıyıklı süvarİ,
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
Çukurova beygiri
kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
dizkapaklarında · kan,
. . kantarmasında köpük...
Ikinci Süvarİ Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.·
Geride, köylerde bir horoz öttü.
Ve sarkık, · siyah bıyıklı süvarİ
ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
bir başka horoz vardır :
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düşmanlar herhal . onu çoktan kesip
çorbasını yapmışlardır...
ss
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde,
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti
ve onların genci, uzunu,
Darülmuallimin mezunu
Nurettin Eşfak,
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
konuşuyor :
- Bizim İstiklal Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
bilmem ki, nasıl anlatsam,
Akif, inanmış adam,
fakat onun, ben,
inandıklarının hepsine inanmıy·orum.
Mesela, bakın :
«Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.»
Hayır,
gelecek günler için
gökten ayet inmedi bize.
Onu biz, kendimiz
vaadettik kendimize.
Bir şarkı istiyorum
zaferden sonrasına dair.
«Kim bilir belki yarın . »
. .
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı ·:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
86
bir müthiş ve mukaddes macerada,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
Yüzbaşı sordu :
- Saat kaç?
- Beş.
- Yarım saat sonra demek...
98956 tüfek
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün aletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, topra� ve hürriyet ıçın ölebilmek kabiliyederiyle
Birinci ve Ikinci ordular
baskına hazırdılar.
Sonra.
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
Bunlar :
Karahisar güneyinde 50
ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.
Sonra.
Sonra, düşman ordusu kuvayi külliyesini ihata ettik
Aslıhanlar civarında
30 Ağustosa kadar.
Sonra.
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvayi külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis :
Alaturka sopa yemiş bir temiz
· ve sırmaları kopuk frenk uşağı...
Sonra.
Sonra, 31 Ağustos gunu
ordularımız İzmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurolan
·
Deli Erzurumluydu.
88
Devrildi.
Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
Baktı yukarı,
baktı karşıya.
Gözler hayretle yandılar :
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
her seferkinden kocamandılar.
Ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkeisından
seyredip güneşli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
Sonra...
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden
yüzlerini topl:'ağa döndüler...
8g
«Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik
ve Kayserili bir nefer
· yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
seyretti İzmir rıhtımınd;ın Akdeniz'i .
95
Ne güzel �ey .hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir �eyler oymalıyım yine :
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve
. hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demiriere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım . . .
Bu geç vakit
· bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedi,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pıtıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan . . .
Mahzundular, acıydılar, seviçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandı/ar...
97
21 Eylül 1945
Oğlumuz hasta,
babası hapiste,
senin yorgun ellerinde ağır başın,
dünyanın hali gibi halimiz . . .
'
İn�anlar, daha güzel günlere insanları taşır,
oğlumuz iyileşir,
babası çıkar hapisten,
güler senin altın gözlerinin ıçı,
dünyanın hali gibi halimiz . . .
22 Eylül 1945
Kitap okurum :
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
içinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim :
karşımda sen oturursun,
çalışının :
karşımda sen.
Sen ki, her yerde, chazırı nazır,.ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...
23 E)llül 1945
O şimdi ne yapıyor
şu anda, şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, · ayakta . mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
- hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi !.. -
O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
� her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar ! .. -
Ve ne düşünüyor
beni ın.i?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi(
Yahut, insaniann çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...
99
24 Eylül . 1945
En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
, henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür. . .
25 Eylül 1945
Saat 2 1 .
Meydan yerinde kampana vurdu,
nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
8 yıl...
Yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
yaşamak :
seni sev.mek gibi 1:iddi bir iştir...
1 00
26 Eylül 1945
Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü' :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
riamuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye layık...
30 Eylül 1945
101
1 Ekim 1945
Dağın üstünde :
akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
Bugün de :
sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
Birazdan açar
kırmızı kırmızı :
gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı ...
2 Ekim 1945
102
5 Ekim 1945
6 Ekim 1945
IOJ
7 Ekim 1945
105
9 Ekim 1945
Gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
Havada fısıhısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
Kırmızı kafesinde, kanaryaının : «Memo»mun türküsü,
sürlilmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
Senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
sesini duymuyorum ama . .. _
Kahrederek uyandım.
Kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
Düşünüyorum :
yoksa senin sesin miydi bütün o sesler?
ı o6
io Ekim 1945
Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinierin içinde kayboluyoruın ...
18 Ekim 1945
107
27 Ekim 1945
28 Ekim 1945
Sevgilim,
yaş kemalini buldu.
Bana öyle gelir ki
belki bin yıllık bir örnrün macerası geçti . ba§ımızdan.
Ama biz hala
güne§in altında el ele yalnayak koşan
hayran gözlü çocuklarız...
ıo8
5 Kasım 1945
8 Kasım 1945
1 0<) '
12 Kasım 1945
I 10
13 Kasım 1945
III
20 Kasım 194 5
1 12
5 Aralık 1945
Delindi sintine,
esirler parçalamakta pırangaları.
Yıldız-poyrazdır esen,
tekneyi kayaların üstüne atacak.
Bu dünya, bu korsan · gemisi batacaktır,
taş çatiasa batacak.
Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümidi bir alem
kuracağız Pirayem ...
6 Aralık 1945
1 13
7 Aralık 1945
I 14
1 2 Aralık 1945
I IS
13 Aralık 1945
14 Aralık 1945
121
1
Sevgilim, .
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
çiğnenen ekinler .
ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
gidiliyor.
Ve insanlar katiediliyor :
ağaçlardan ve danalardan
daha rahat
daha kolay
daha çok.
Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliamda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman ...
1 22
2
.
yalnız yazılarda ve resimlerde yaptım Avrupa yolculuğumu.
Mavi pulu Asya'da damgalanmış
bir tek mektup bile almadım.
Ben ve bizim mahalle bakkah
ikimiz de kuvvetle. meçhulüz Amerika'da.
Fakat ne zarar,
Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kerre bile selamiaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
kaniarına susamışım.
Benim kuvvetiiii :
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
açık ve endişesiz
girdim safıma.
Ve dışında bu safın
toprak ve sen
bana ka\i gelmiyorsunuz.
Halbuki sen barikulade güzelsin
toprak sıcak ve güzeldir.
1 23
3
Memleketimi sevıyorum :
Çınariarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım. ·
Memleketim :
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika hacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkırnın eseridir.
Memleketim.
Memleketim ne kadar geniş :
dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yayiasım yalnız tiirkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk işleyeniere gitmek için
Toroslardan bir kerre olsun geçernedim diye
utanıyoruın.
Memleketim :
develer, tren, Ford. arabaları ve hasta eşekler,
kavak
söğüt
ve kırmızı toprak.
1 24
Memleketim.
Çam ormanlannı, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven
alabalık
ve onun yarım kiloluğu
pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu'nun Abant gölünde yüzer.
Memleketim :
Ankara ovasında keçiler :
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, · ağır fındığı Giresun'un.
Al yanakları mis gibi kokan Amasya elması,
zeytin
ıncır
kavun
ve renk renk
salkım salkım üzümler
ve sonra karasahan
ve sonra kara sığır
ve sonra : ileri, güzel, ıyı
her şeyi
hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insaniarım
yarı aç, yarı tok
yarı esır...
1 25
ÖLÜME DAİR
simsiyah . başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi. ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz...
1 26
Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm,
merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
ÇocukJara sıtmayı ve açlığı bırakıp
çok sıcak bir yaz günü
yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemi�siniz?
Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemi!?
Gözümle gördüm
taburunuzun
toprağa indiğini.
. Hem galiba
tabut biraz kısaydi boyunuzdan. ·
1 27
Bir eski Acem şaırı :
«Ölüm adildir,. - diyor, -
«aynı haşmetle vurur şahı fakiri."
Haşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim, ·
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü? ...
1 28
YiNE ÖLÜME DAiR
Zevcem,
ruhu revanım
Hatice Pirayende,
ölümü düşünüyorum,
demek ki arteryo skleroz
başlıyor bende...
Bir gün
kar yağarken,
yahut
bir gece,
yahut
bir öğle sıcağında,
hangimiz ilkönce,
nasıl
ve nerde öleceğiz?
Nasıl
ve ne olacak
ölenin son duyduğu ses,
son gördüğü renk,
kalanın ilk hareketi
ilk sözü
ilk yediği yemek?
Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.
Haber
çığlıklarla gelecek,
yahut da ima edecekler,
ve kalanı yalnız bırakıp
gidecekler...
Ve kalan
karışacak kalabalığa.
1 29
Yani efendim, hayat...
Ve bütün bu ihtimalat
1900 kaç senesının
kaçıncı ayı
kaçıncı günü
kaçıncı saatinde?
Zevcem,
ruhu• revanım
Hatice Pirayende,
ölümü düşünüyorum,
geçen ömrümüzü düşünüyorum.
Kederli
· rahat
ve hodbinim.
Hangimiz ilkönce
nasıl
ve nerde ölürsek ölelim,
seninle biz
birbirimizi
ve insanların en büyük davasını sevebildik
- dövüştük onun uğruna -,
«yaşadık>>
diyebiliriz.
1 30
ONUN DOGUŞU VE DEMİRHANE BACASI
Demirhane hacası ki
yağınurda ümitsiz ve müntekim
dururdu.
Ve rüzgar ki kendini
kaldırıp kaldırıp demirhane hacasma vururdu.
Ve siyah bir yelken gibi gecç rüzgardayken,
sahip değilken ağaçlar dallarına, kuşlar kanatlarına,
ve çekerken karanlıktan yıldırımları toprak,
insanlar ve aletler bırakıp kaldırımları
derin uykulardayken
bir zemin katında bir çocuk' ·doğdu.
Yıldızlar teker teker
deste deste yandılar.
Yıldızlar, onun çocuk gözleri gibi aydınlık
ferah veren
kerim olandılar •..
Demirhane hacası
ışıyıp gülümsedi,
dedi :
1 32
O VE AKSAKALLILAR
çubuklarını yakıp
şerh ü izah edenler.
qeğişmekte olanı görüp
içine girip
değiştirmektir hüner.
Ve sanmayın ki değişen başı boş bir oktur,
kanunu ve nizarnı yoktur.
Ben, bilip bildiririm ki :
Rab ve kitap
ve saçı rüzgarda uçan «kahraman» değil,
(karanlık orman, tuzlanmamış deri,
hudaklı !ohut ve taş baltadan beri)
Onlar'dır büyük macerayı yapan.
Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar
çokturlar.
Korkak, cesur
cahil, hakim
ve çocukturlar.
Ve kahreden
yaratan ki Onlar'dır,
şarkılarımda yalnız Onlar'ın maceraları vardıç... »
1 33
KlYAMET SURELERİ
ALAMETLER SURESi
Çekin ki körükleri
ocağa girdi demir.
Bir ateş külçesi düştü buzların ortasına.
Alametler belirdi, kıyamet alametleridir.
Haberdir, erişmekte kaynayan su galeyan noktasına.
134
2
TEBAHHUR SURESi
1 35
TÜRK KÖYLÜSÜ
Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir,
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad'dır,
Kerem'dir,
ve Keloğlan'dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser.
Kahbe felek ona eder oyunu.
Çar�ambayı sel alır,
bir yar sever
el alır,
kanadı . kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu:
O, «Yunusu biçaredir,
ba�tan ayağa yaredir,»
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan dü�mesin önlerine
ve bir kerre vakterişip :
«-Gayrık, yeter !..»
demesinler.
Ve bir kerre dediler mi :
«İsrafil surunu· urur
mahlukat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne . kendi nefsini korur
ne düşmanı kayırır,
«Dağları yırtıp ayırır,
·
kayaları kesip yol eyler abıhayat akıtmağa.
.. »
ANKARA
BİR CEZAEViNDE, TECRiTIEKİ ADAMIN
MEKTUPLARI ·
Senin adını
kol saatımın kayışına tımağırola kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
( bizlere alatı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama ·
1 39
Belki bu halin
"
fizyolojik, psikolojik filan izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka ins·an sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır...
acayip fısıhısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
·
141
3
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve bc;n ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımildanmadan durdum.
Soiır� saygıyla ·toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
1 938
142
ÇANKIRI
ÇANKIRI HAPiSANESiNDEN MEKTUPLAR
Saat dört,
yoksun. .
Saat beş,
yok.
Altı, yedi,
ertesi . gün,
daha ertesi
ve belki
kim bilit...
Hapisane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde
on beş adım kadardı.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kırmızı ·ve kocaman
muşamba torban
- dizlerinde ...
1 45
Bir Cumartesi gununu,
hapisane çeşmesiyle ısianan
bir ikindi vaktini hatırlıvor musun?
Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
aklında mı :
«Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
kim bilir nerde kalır ölümüz... ?»
Bir akşamüstü
oturup
hapisane kapısında
rubailer okuduk Gazall'den
«Gece :
büyük laciverdi . bahçe.
·Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.»
Birikip sıçramalar.
Soğuk
sıcak
serın.
1 47
Ve büyük laciverdi bahçede
başsız ve sonsuz
ve durup dinlenmeden
devranı rakkaselerin...
Bilmiyorum; neden
aklımda hep
ilkönce senden duyduğum
Çankınlı bir cümle var :
«Pamukladı mıydı kavaklar
kiraz gelir ardından.»
Kavaklar pamukluyor Gazali'de,
fakat
görmüyor, üstat,
kirazın geldiğini.
Ölüme ibadeti bundandır.
Bugün çarşamba :
biliyorsun -
..:.._
Çankın'nın pazarı.
Demir kapımızdan geçip
kamış sepetimizde biz.e kadar gelecek
yumurtası, bulguru,
yaldızlı, mor . patlıcanları...
kurnaz
ve şüpheli,
ve kaşlarının altında keder.
Erkekler eşeklerde,
kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
Herhalde iki çarşambadır pazarda :
kırmızı başörtülü
«kibirsiz;. İstanbulluyu aramışlardır...
20.7.1940
149
4
ıso
Ve yertilerin kavliqce :
altı tekmil tuz madeni olduğundan
yıkılacak Çankırı şehri
kıyametten kırk gün önce.
Yatıp bir gece,
ba§ın b�r kalasla ezilmiş,
çıkmamak sabaha...
Ölümün bu kadar körü ve mendeburu:. ..
· Ben ya§amak istiyorum biraz daha,
daha bir hayli yaşamak.
Bunu birçok şey için · istiyorum, ,
t
birçok
çok mühim şeyler.
ti8.1940
ıs ı
5
26.10.1940
1 52
MERHABA ÇOCUKLAR
Sene 940.
Aylardan temmuz.
Ayın ilk perşembesi günlerden.
Saat : 9.
Merhaba, çocuklar.
Bir geniş
bir büyük «Merhaba» demek,
sonra bitirmeden sözümü
yüzünüze bakıp gülerek
- kurnaz ve bahtiyar -
kırpmak gözümü...
Merhaba, çocuklar,
Merhaba cümleten . . .
1 53
BİR KÜVET HiKAYESi
Telefonda anlatamam,
olmaz.
Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
Saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
Sorma.
Dinle beni...
Hemen vapur bulamazsan
Üsküdar'a kayıkla geç.
Bir taksiye atla.
Paran yoksa
patrondan avans al.
Yolda hiçbir şey düşünme, ,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
Yalan kuvvetliye söylenir
, ben kuvvetsizim.
Alay . etme kuzum.
Evet kar yağacak;
evet '
hava güzel.
Koynuna girdiğim · adam gibi
·
.
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...
Geldi Süleyman,. ·
Nerde buluşuyordunuz?
...:... Bi� otelde.
- Beyoğlu tarafında mı?
- Evet.
- Kaç defa?
- Ya üç, ya dört.
- Üç mü, dört mü?
-:- Bilmiyorum?
- Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
- Bilmiyorum.
- Demek ki bir otel odasında.
Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
Bir İngiliz romanında okudum,
bu i§lere yarayan otellerde
kırık .küvetler varmış.
Sizinkinde de var mıydı Süleyman ?
- Bilmiyorum.
- Hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
- Evet.
- Hiç hediye verdin �i?
- Hayır.
ı ss
- Çukulata, filan?
- Bir defa.
- Çok mu seviyordon?
- Sevmek mi?
Hayır...
- Başkalan da var mı Süleyman ?
- Yok.
- Olmadı mı?
- Hayır.
- Bunu sevdin demek...
Başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
Çok mu güzel yatıyordu?
- Hayır. ·
ı56
Annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın öliisü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
Kolay mı?
Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?
Yaktım sobamızı.
İyice ısınmak lazım ilkönce.
Ciğer bir çay bardağı gibi çatlannış.
1 57
Pencereye, kara bakıyoruro :
«Eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev babarı 'arar » ...
Üşümüyordum.
Kederim duruluyor
berraklaşıyor.
Odanın camlı kapisından halkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum :
Feneryolu'ndaki çınar
ı so yaşındaymış.
Ömrü bir gün süren böcekler.
Gün gelecek
insanlar · çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
İnsanın yüreği ve kafası var .. ;
İnsanın elleri...
İnsan?
Ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?
ı 5s
Onlann insanları,
bizim insanlarımız.
Ve her şeye rağmen ·
Kar durdu.
Sökmek üzre şafak.
·
Utanarak
odaya döndüm.
O anda uyansaydın.
sarılıp boynuna...
Uyanmadın. ·
Evet,
�ok şüküı: nezle bile değilim.
Şimdi?
Zaman zaman hatıriayıp
· zaman zaman unutacağım.
· Yine yan yana yaşayacağız
beni . sevdiğine emin olarak.
16.8.194.0
1 59
CEViZ AGACI İLE TOPAL YUNUS'UN HiKAYESi
Onu tanıyoruz :
avlunun içinde
kapının solundaydı.
Ve altı yaşında
dalından düştü Yunus,
topallığı ondandır.
ı 6o
çünkü üzerlerine çıkıp
silkeleyemezler dalları.
Ceviz ağaçları sevmez topalları. ..
..... Düşünmek :
ne mukaddes bir iş
ne felaket
ne de bahtiyarlıktı,
ve ölüm :
mutlaka varılıp dönülmeyen,
fakat üzerinde düşünülmeyen
bir köydü Yunus ıçın ...
ı6ı
..... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü,
dünyanın yuvarlak -olduğunu
ve güne�in etrafında döndüğünü
bilmiyordu Yunus.
Bunları' biz anlattık ona
ş�ıp kalmadı...
yıldızları · göremezdin.
Her gece altında otururdu Yunus .. ,
ı62
Rüzgarda konuşurdu kendi kendine.
Yüksekti, genişti alabildiğine.
Gece altında oturdun muydu
yıldızları göremezdin.
Karanlık bir sudur tepende akar, ·
bilinir mi?
Mümkünü yok vunilsun ... ».
«- Anığın taş
dediğin kuşu vurmuyor;
Dünya trene bindi.
Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor. ·
Çocuklara ana,
tohuma toprak
ve karı lazımdır . erkek kısmına...
Ve bir gün
Çerkeş yolu üzerinden
sabah namazı ışıyıp geldiği zaman
giderlerdi.
Yunus'un arkasında yuvarlandı yere,
kırmızı pe�temalının içinde ölüverdi...
Topraksız, öküzsüz ve kadınsız,
kaldılar dünyada bir- başlarına
ceviz ağacı ile Yunus.
Yalnızlık koydukça koydu Yunus'a.
El toprağında ter döker oldu.
Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp
uyumaz beklerdi sabaha kadar.
Yalnızlık umrunda değil cevizin,
toprağın içinde gider' kökleri,
dalları yukardan Yunus'a bakar...
ı 65
VarWar varsıza dokur mu kilim,
vay cevizin hali, vay benim halim...
ı 66
ŞABAN OGLU SELİM İLE KİTABI
«- Yanarak, .
yanarak parmakları şerrarelerden
insan yüreklerine dokundu · bu elleri
yirmi beş senedir
yani bir rubu asır
hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun ...
İnsanoğlunun ömrü
belki lüzumundan fazla kısa
belki lüzumundan fazla uzun...
Bir tek daha içelim...
'Ağlamaktan,
ağlamaktan yine zehroldu şarabım bu gece . . '•
.
«- Ruhum,
'havada yaprağa döndürdü rfızigaaar beni .. .'
Muallim Naci merhum...
Bu hayı huy
bu hayı huy neden?
Ve insanlar neden dolayı
şu tabakta yatan uskumru gibi mahzun?
Kıyamet günü
bir suali var Ezraile
·
ı ff7
Hiç adam asılırken gördünüz mü?
Yarın bir tane asacağız,
şafakla
şafakla beraber...
Abdülhamid
atardı Tıbbiye talebesini
Sarayburnu'ndan.
Akıntı götürmüş çuvalları
bulamadılar...
Çok adam
çok adam asıldı Hürriyette ...
Eskiden köprü başmda asarlardı,
bunu Sultanahmet'te ...
Yağmur dinmezse ıslanacak...
Bir tek daha içelim...
İstanbul şehrinin yoktur menendi.
·
'Adeı.nin
ademin canlar katar abuhavası canına .. .'
demiş,
demiş şair Nedim Efendi. . »
.
ı 68
II
ı 69
III
KUZGUNCUK
Beykoz'da oturmalı
Beykoz'da çalışan adam.
Fakat Kuzguncuk şirin yerdir
�
·
Beykoz'da oturmalı
Beykoz'da çalışan adam.
Fakat Kuzguncuk şirin yerdir.
Ve kırmızı yazmalar kuruyan boş arsadan
dünyayı zapta gidecek olan
pulsuz balıklar gibi çıplak çocukların
her akşam dinlerdi çığlıklarını Selim . . .
17 1
IV
KİTAP
1 72
V
SON VAPUR
Eli beyazdı,
karanlık . gözleri
ve kı,rmızı saçları vardı Raşel'in ...
1 73
VI
1 74
VII
RAŞEL'İN RÜYASI
1 75
VIII
KIRKINCI YAPRAK
Bu kırkıncı yapraktır.
Selim kapattı kitabı.
Anladığını aniatmayan alçaktır...
Ve Selim,
ve Şaban oğlu Selim ...
IX
Mevcut : 727.
Kadınlar hariç.
Bugün . de geçirdik vakti keraheti...
Bir misafir daha var,
onu da kaydedelim :
·
1328,
1528 doğumlu
Şaban oğlu...
Mirim,
ben yazarken
sen pencereden bir nazar et :
böyle akşam ışiğında
durur
durur taştan değil .
renkli camlardan yapılmış gibi Sultanahmet •..
... 1328
1328 doğumlu
Şaban oğlu
Şaban oğlu Selim...
Ayaklarının üstüne basamıyor
ve sol gözü kan içinde ...
Esbabını bilirim...
Mirim,
bu hayı huy,
' 1 77
bu hayı huy neden bu beldede?
Ey Fuzuli nerdesin?
Nerdesin Galip Dede?'
Ey Nedim...
İstanbul şehrinin yoktur menendi .
. 'Ademiri
ademin canlar katar abuhavası canına .. .'
demiş,
demiş şair Nedim Efendi ... »
BURSA
LODOS
Başlangıç
+ ı
Alınmış elimizden
doğurtınak imkanımız.
En müthiş kudretim yasak bana :
yeni bir hayat aşılamak,
bereketli bir rahimde yenmek ölümü,
ı8ı .
yaratmak seninle beraber :
sevgilim, yasak bana etine dokunmak senin...
+2
182
+ 3
Fabrikanın avlusunda
elektrik ışığı,
ucunda ince bir telin .
salianıyor iki yana.
Bir kadın.
Boynu çıplak,
uzun saçlarıyla etekleri uçarak
atölyenin kapısında ...
+ 4
. ..
+5
23. 1 . 1941
BİR ACA YİP DUYGU
«Mürdüm eriği
çiçek açmıştır.
- ilkönce zerdali çiçek açar
mürdüm en sonra -
Sevgilim,
çimenin üzeriq.e
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
Hava lezzetli ve aydınlık
- fakat iyice ısınınadı daha ...:...
·
· çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık ...
Bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
Herhalde çoktan öldürülmüştük
sen Londra'da olsaydın
ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şiiebinde yahut...
Sevgilim,
ellerini koy dizlerine
- bilekierin kalın ve · beyaz -
sol avucunu çevir :
gün ışığı avucunun içindedir
kayısı gibi ...
ı s5
Sevgilim,
nar tanesinin rengıne bayılırım
- nar tanesi, nur tanesi �
kavunda ıtrı severim�
mayhoşluğu erikte ......... ; ,.
ı 86
KEMAL TAHİR'E MEKTUP
« Malatya» diyorum,
senin çatık kaşlarından başka bir şey gelmiyor aklıma.
Bursa'da kaplıcalar
Amasya'da elma ·
malum ...
Lakin demir kafesle kavanoz bahsinde iş değişmiyor,
ikisi de bir,
hele bu günlerde...
-.Bunu içerde rahat ve masun
yatan bilir - . .,.
Hele bu günlerde,
Sarıyerli Emin Beyin fıkralarına gülmek,
sevgili kitapların ve domatesin lezzeti,
tahtakurularına rağmen uyku
- günde üç tatlı kaşığı Adonille de olsa -
ve Tahir'in oğlu Kemal
hatta mektup gelmesi senden
ve hatta ses duymak, dokunmak, görebilmek havanın ışığını,
karıma olan aşkımdan başka
nefsimin herhangi bir rahatlığını
affedemiyorum...
Fartı-hassasiyet?
Değil.
Döğüşememek,
bir ınavzer kurşunu kadar olsun
bilfiil
doğrudan doğruya...
Ancak kavgada vurolan acı duymaz
ve kavga edebilmek hürriyetidir
en mühimi hürriyetlerin.
İçeriın yanıyor, Kemal,
1
dışarım serin. ..
Anlıyorsun ya,
zaten ettiğim laf
bizim_ liiflarımızın herhangi biri :
çok konuşulmuş,
ve konuşulmakta olan ...
Şimdi kim bilir kaç yerde, kaç insan,
dizlerinde atıl ve çaresiz yatan ellerine küfredip acıyarak
bu lafları ediyor..
Anlıyorsun ya,
zarar yok,
ben aniatacağım yine !...
Elden i).içbir şey gdmediği zaman
konuşup anlatmanın alçak teseliisi?
ı88
Belki evet,
belki hayır...
Hayır öyle değil.
Hangi teselli bırak be dinini seversen bırak."..
Bu, düpedüz,
başın önde, olduğun yerde dolanarak
kükremek, böğürüp bağırmak, Kemal ...
1 94 1 , Sonbahar...
ı 89
ZAFERE DAİR
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
. - halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı -
ölüyor insanlarımız
- ne kadar çok -
sanki şarkılar ve bayraktarla
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç
ve fütursuz...
Varılacak yere
kan içinde vanlacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi aifetmeyecek kadar
tımakla sökülüp
kopanlacaktır...
1941, Sonbahar...
191
YiRMiNCİ ASRA DAiR
- Uyumak §imdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...
- Hayır,
kendi asrun beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asnm sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asnm cesur,
büyük
ve kahraman.
Dünyaya erken gelmi§im diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövü_şmek yeni bir alem için...
12. 1 1 . 1941
192
FAKİR Bİ;R ŞİMAL . }\İLİSESİNDE
ŞEYTAN ILE RAHIB�N MACERASI
İlkönce yağmuda
sonra birdenbire açan güne§le başlamı§tı sabah.
Henüz ıslaktı asfaltın solundaki tarla.
Harp esirleri çoktan iş başındaydılar.
Topraktan nefret duyarak ·
Pazardı.
Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardı
kadınların değil,
içlerinde büyük memeli kızlar,
ve sarı saçiarına ak düşmemiş anneler vardı.
Maviydi gözleri.
Ba§ları önde,
kalın, kırmızı ve harap parmaklarına bakıyorlardı.
Terliydiler.
Ha§lai:ımış lahanayla günlük kokuyordu.
Kürsüde muhterem peder
«beyannameyi>> okuyordu,
. - gözlerini gizleyerek -;- .
Renkliydi pencere camlarından biri.
Bu camdan içeri giren güneş
duruyordu genç bir kadının bembeyaz ensesinde
eski bir kan lekesi gibi.
Ve hiçbir zaman
doğurmamış olan
' 1 93
göğüssüz ve kalçasız bir Meryem'in kucağında bir çocuk :
başı öyle büyük
o kadar inceydi ki kıvrılmış hacakları
hazin· ve korkunçtu.
Önlerinde kandil yanıyordu
eski
sert
ve boyalı tahtayı aydınlatıp.,.
Dinliyordu Şeytan
sivri sakalında keder
ve asi ve selim aklına
dayanılmaz bir ağrı vermekteydi yalan.
Okuyordu rahip :
«- Avrupa milletleri el ele verip
harbediyoruz,
ve mutlak iınha edeceğiz
medeniyet için tahripçi bir unsuru.»
194
Ve ne olduysa o anda oldu l§te.
Renkli camın altındaki kadın
çırılçıplak göründü kıpkırmızı güne§te.
Memeleri ağırdı
ve sarı ipek gibi parlıyordu karnının altında tüyler.
Dü§ürdü kaadı muhterem peder
ve Şeytan'ın iğvasıyla hakikati bağırdı :
«- Kar§ı koymak günü geldi en büyük tehlikeye.
Harbediyoruz,
fuh§un bekası için,
kerhane kapıları kapanmasın diye.
Ve sen orda, arkada
içinde beyaz entarisinin
bir erkek çocuğu gibi duran,
sen orospu olacaksın kızım.
Sana firengi ve belsoğukluğu verecekler
büyük §ehirlerimizden birinde.
Baban dönmeyecek.
Yatıyor §imdi yüzükoyun
çok uzak bir toprağın üzerinde.
Şimdi kan içindedir
edi, kalın kulaklar
ve ince kollarının dolandığı boyun.
Yattığı yerde yalnız değil.
Hareketsiz durap tanklarla, terk edilmi§ toplar sahada.•
1 95
«- Harbediyoruz :
pazar ve mal nizarnının bekası . için.
Kömür, lastik ve kereste,
ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti
satılmalıdır.
Patiska, benzin
Öuğday, patates, domuz eti
ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet
satılmalıdır.
Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun
ve ihtiyarlığın emniyeti
satılmalıdır.
Şan, şeref ve saadet,
ve
kuru kahve
topyekun pazar malı olup
tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır.
Harbediyoruz :_
harbi bitirdiğirniz zaman
aç, işsiz ve sakat
- harp madalyasıyla fakat :_
köprü altlarında yatılmalıdır. ..»
Ve anlattı rahip :
•- Onu hepiniz hatırlarsınız,
toprağın içindeki bir patates tohumu gibi
fakir,
çalışkan
ve neşesız geçti çocukluğu.
Sonra uyandı birdenbire
on yedi yaşına doğru.
Yine fakirdi, çalışkandı.
Fakat . aylarca gidip
bulutsuz bir denizde
altında sönük yelkenierin
sanki çok sıcak bir sabah ufukta apansızın
yeni bir dünya keşfeder gibi buldu neşeyi...
·
1 97
hatırlıyorsunuz değil mi
size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
ve mavi kurdelesini
mandolininin ?»
hapisane demirleri... ,.
12.9. 1941
1 99
Not :
Alamanya yıkıldı.
Temerküz kampından kurtarıldı muhterem peder.
Ve yine Şeytan'ın iğvasına uymasaydı eğer
önemli Alaman demokratlarından biri olurdu bugün
Angio-sakson işgal bölgelerinden birinde.
Halbuki yine uydu Şeytan'a.
Ve yine bir pazar günü ve aynı kilisede yine
batılı müttefikleri meth ü sena edeyim derken
41 yılında söylediklerinden bazı fasılları tekrartadı aynen
bilhassa mal nizamma ait olanları .
Ve Katolik bir Amerikan subayının emriyle
(tevkif edilmediyse de bu sefer)
kovuldu kiliseden muhterem peder.
Yine · arkasından baktı Şeytan :
' çekik kaşlarında biraz daha çok ümit
sivri sakalında biraz daha az keder...
1946 Şubat 1 7
RUBAİLER
İlk Basım: Mart 1966
. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
Bir gerçek ilemdi gördüğün ey Celileddin, heyula filan �eğil,
uçsuz bucaksız ve yaranlmadı, ressamı illeti-fıla filan değil.
Ve senin kızgın etinden kalan rubailerin en muhteşemi :
«Suret hemi zıllest... filan diye başlayan değil...
»
205
3
Sevgilimin · hayali dile . geldi aynanın üzerinde :
«- O yok, ben vanm,,. - dedi bana güılün birinde.
2o6
5
6
Öptü beni : «- Bunlar, kainat gibi gerçek dudaklardır,• � dedi.
«Bu ınr · senin icadın değil, . saçiarımdan uçan bahardır,• - dedi.
«İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
..körler onları görmese de, yıldızlar vardır,• - dedi... • •
207
7
2o8
9
Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,
güzelim dünya elved�,
ve merhaba
kainat. . .
10
209
11
Ne nurdan
ne çamurdan,
sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki boncuk
yuğrumlarındaki farkla hepsi aynı hamurdan ...
12
210
13
211
İKİNCİ BÖLÜM
1
2 15
3
216
5
217
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan ...
221
3
'
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...
222
İÇİNDEKİLER
KUVAYİ MiLLiYE 7
Başlangıç-Onlar 9
Birinci Bap 13
İkinci Bap 21
Üçüncü Bap 35
Dördüncü Bap 45
Beşinci B ap 51
Altıncı Bap 57
Yedinci Bap 69
Sekizinci Bap 79 .
RUBAİLER 201
Birinci Bölüm 203
ı. 205
2. 205
3. 206
4. 206
5. 207
6; 207
7. 208
8. ' 208
9. 209
10. 209
11. 210
12. 210-
13. 21 1
İkinci Bölüm 213
ı. 215
2. 215
3. 216
4. 216
5. . 217
6. 217
Üçüncü Bölüm 219
ı. 221
2. 221
3. 222
4. 222
Yayımlayan: Anadolu Yaymalık A.Ş.
Kapak Baskı: Ana BilllDl Suayi A.Ş.
İç Baskı: Şe6k Matbaasa
Nazım Hikmet'in çok güç
koşullarda korunmuş, elden
f.il�� ele geçmiş, bazıları sağlığında
basılamamış, bazıları özen
gösterilmeden basılmış olan
yapıtları, bu işe gönül ver
mış eleştırmenlerin çabalarıyla , içerde ve dışarda,
yıllardır derlenip topadanmaya çalışılmış, ama çeşitli
nedenlerden kaynaklanan yanlışların, karışıklıkların,
tutarsızlıklarıo bir türlü önü alınamamıştır.
Şimdi Adam Yayınları size Nazım Hikmet'in yepyeni
bir toplu yapıtlar derlemesini sunuyor.
Bu yolda daha önce yapılan bütün olumlu çalışmalar,
Nazım Hikmet'in kitaplarının ilk basımları, arkasında
bıraktığı müsveddeler - mekanik yaklaşırnlara düş
meden, durumlara, türlere göre ayrı değerlendirmelere
gidilerek - büyük bir özen ve duyarlıkla yeniden
gözden geçirilmiş, konunun uzmanı eleştirmenlerin
özverili katkıları ve ortak çabalarıyla, sanatçının özel
likleri, kendine özgü kullanımları gölgelenmeden,
yanlışların düzeltilmesi, karışıklıkların, tutarsızlıklarıo
giderilmesi sağlanmıştır.