100% found this document useful (1 vote)
539 views227 pages

Nazım Hikmet 03 Kuvayi Milliye Adam Yayınları

2
Copyright
© © All Rights Reserved
We take content rights seriously. If you suspect this is your content, claim it here.
Available Formats
Download as PDF, TXT or read online on Scribd
100% found this document useful (1 vote)
539 views227 pages

Nazım Hikmet 03 Kuvayi Milliye Adam Yayınları

2
Copyright
© © All Rights Reserved
We take content rights seriously. If you suspect this is your content, claim it here.
Available Formats
Download as PDF, TXT or read online on Scribd
You are on page 1/ 227

3

:c

3 •
ZIM


s::

HI ET
�·

Kuvayi
<.t:::
....


......

Milliye
-
-
......
<.t:::

Kuvayi Milliye
Saat 21-22 Şiirleri
Dört Hapisaneden
Rubailer
ADNiı

'�
Nazım Hikmet

Kuvayi Milliye
ADAM YAYlNLARI
©1987
Bu kitabın tüm haklan Anadolu Yayıncılık A.Ş.'nindir.

Nfizım Hikmet'in tüm yapıtlannın Türkiye'de yayın ve temsil haklan Anadolu


Yayıncılık A.Ş. 'nindir. Anadolu Yayıncılık A.Ş. 'den yazılı izin alınmadan Nfizım
Hikmet'in hiçbir yapıtı parça ya da bütün olarak yayımlanamaz, tiyatro, film ya da
radyo ıie televizyona uyarlanamax ve başka biçimlerde işlenemez ve kullanılamaz.

Birinci Basım: Kasım1988


İkinci Basım: Eylül1989
Üçüncü Basım: Ağustos1990
Dördüncü Basım: Ocak1991
Beşinci Basım: Ekim1991
Altıncı Basım: Nisan }992

Kapak Düzeni: Aydın Ülken

92.34. Y.0016.336
ISBN 975-418-019-9

Nazım Hikmet'in bütün yapıtlarını (şiirlerini, Ôyunlarını, romanlarını,


öbür düzyazılarını) bir araya toplayan bu dizi kitaplarda kronolojik sıra
uygulanmıştır. .
Yalnız şiir bölümünde, şairin çocukluk ve çıraklık dqnemi üriinleri (ki
bunları kitaplarına almadığı gibi, birçoğunu dergilerde de yayımlamamıştır)
ayrı bir ciltte toplanarak şiir kitapları dizisinin en sonuna konmuştur. Bu cilt
şairin yetişme yıllarındaki gelişmelerini izlemek isteyenler içindir.
Şiir bölümündeki sıralama, şairin sağlığında yayımlanan, ya da kendi
düzenlediği ama yayımlandıklarını görmediği kitaplarının yayın, ya da
düzenleome tarihlerine, kitaplarına girmemiş olan şiirlerinin ise yazılış
tarihlerine göredir. Yazılış tarihleri kesinlikle belirlenemeyen şiirlerin yerle­
rinde kaymalar olabilir. Başta kitapların yayın tarihlerine göre sıralana
yapılırken de (iç düzenleri olduğu gibi korunduğu için) şiirler yazılış
tarihlerine göre değil, şairin gönlüne göre bir sıralama içindedirler. Amaç
çeşitli dönemlerdeki şiirlerin birbirine kanşmaması olduğundan, bu tür yer
değiştirmeterin gelişmeleri izleme açısından fazla bir saxıncası bulunmadığı
açıktır.
Elinizdeki yeni derlemeyle, birbirini tutmayan çeşitli müsveddelerden
yola çıkan, savruk, özensiz, acele basımlardaki kargaşaya, sırasında anlamı
zedeleyen dizgi düzetti yaniışiarına son verilmiştir.

YAZISMA ADRESI: ADAM YAYlNLARI, [)ÜY(Iq)E:Pf CAOOESI, ÜÇ)O. MEVKII, t-Q, 57 MASI.AK-ISTANOUL
TEL176 Xl JOC8hot) TELG,ADAM):A.Y TELEKS,265341lld<ı tr
Nazım Hikmet

Kuvayi Milliye
Şiirler: 3
Kuvayi Milliye
Saat 21-22 Şiirleri
Dört Hapisaneden
Rubailer
KUVAYİ MİLLİYE
İlk Basım: Temmuz 1968
(Kurtuluş Savaşı Destanı adıyla : Mart 1 965)
- BAŞLANGIÇ

ON LAR
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar; ·
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kalıreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Onlar ki uyup hainin iğvasına


sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı 1 meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir ni.ce murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat

Il
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve salıra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenanndan
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.

En ·bilgin aynalara
en renkli şekilleri a15.settiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.

12
BİRİNCİ BAP

YIL 1918- 1919


ve

KARA YlLAN H İKAYESi


Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle. durduk
'
bu dünyanın üzerinde.
İstanbul 918 Teşrinlerinde,
İzmir 919 Mayısında
ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar :
Mayıs ortalarından
Haziran ortalarına kadar
yani tütün kırma mevsimi,
yani, arpalar biçilip
buğdaya başlanırken
yuvarlandılar ...
Adana,
Antep,
Urfa,
Maraş:
düşmüş
dövüşüyordu. ..

Ateşi ve ihaneti gördük.


Ve kanlı bankerler pazarında
memleketi Alaman'a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde. yatanlar
düştüler. can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışacak basıp gittiler.
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat, .
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmam�k için.

ıs
Ateşi ve ihaneti gördük.
Murat nehri, Canik dağları ve Fırat,
Yeşilırmak, Kızılırmak,
Gültepe, Tilbeşar Ovası,
gördü uzun dişli İngiliz'i.
Ve Aksu'yla Köpsu,
Karagöl'le Söğüt Gölü
ve gümüş hasarnaklı türbesinde yatan
. büyük, aşık ölü,
şapkası horoz tüylü Italyan'ı gördü.
Ve Çukuro:va,
kıyasıya düzlük,
uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve Seyhan ve Ceyhan
ve kara gözlü Yürük kızı,
gördü mavi üniformalı Fransız'ı.
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
Eşraf ve ayan ve mütehayyizanın çoğu
ve ağalar:
Bağdasar Ağa'dan
Kellesi Büyük Mehmet Ağa'ya kadar,
düşmanla birlik oldular.
Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
· gelinierin ırzına geçip,
çocukları öldürüp
ve istiktili yakıp yıktıkça düşman,
dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve çığ gibi çoğaldı çeteler
ve köylülerden paşalar görüldü,
kara donlu köylülerden.
Ve bizim tarafa geçenler. oldu
Tunuslu ve Hindli kölelerden.
Ve Türkistanlı Hacı Ahmet,

ı6
kısık gözleri,
seyrek sakalı,
hafif makinalı tüfeğiyle
dağlarda bir başına dolaştı.
Ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşamüstü
ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda oluverdi, yerden biter gibi o
ve ateş etti
ve düşmanı dağıttı,
ve kayboldu dağlarda yine.

Ateşi ve ihaneti gördük.


Dayandık,
dayandık �er yanda,
dayandık Izmir'de, Aydın'da,
Adana'da dayandık,
dayandık, Urfa'da, Maraş'ta, Antep'te.

Antepliler silahşor olur,


uçan turnayı gözünden
kaçan tavşam ard ayağından vururlar
ve arap kısrağının. üstünde
taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.

Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antepliler silahşor olur.
Antepliler yiğit kişilerdir.

Karayılan
Karayılan olmazdan önce
Antep köylüklerinde ırgattı.
Belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünrneğe vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
Yiğitlik ada, silahla, toprakla olur,
onun atı, silahı, toprağı yoktu.
Boynu yine böyle çöp gibi ince
ve böyle kocaman kafalıydı
Karayılari
Karayılan olmazdan önce.

Düşman Antep'e gırınce


Antepliler onu
korkusunu saklayan
bir fıstık ağacından
alıp indirdiler.

Altına bir at çekip


elin� bir mavzer
verdiler.

Antep çetin yerdir.


Kırmızı kayalarda
yeşil kertenkeleler.
Sıcak bulutlar dolaşır havada
ileri geri...

Düşman tutmuştu tepeleri,


düşmanın topu vardı.
Antepliler düz ovada
sıkışmışlardı.
Düşman şarapnel döküyordu,
toprağı kökünden söküyordu.
Düşman tutmuştu tepeleri.
Akan: Antep'in kanıydı.

ı8
Düz ovada bir gül fidanıydı
Karayılan'ın
Karayılan olmazdan önceki siperi.
Bu fidan öyle küçük,
korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namlıya tek fişek sürmeden
yatıyordu yüzükoyun.

Antep sıcak,
Antep çetin yerdir.
Antepliler silahşor olur.
Antepliler yiğit kişilerdir.
Fakat , düşmanın topu vardı.
Ve ne çare, kader,
düz ovayı Antepliler
düşmana bırakacaklardı.

«Karayılan» olmazdan önce


umurunda değildi Karayılan'ın
kıyamete dek düşmana verseler Antep'i.
Çünkü onu düşünrneğe alıştırmadılar.
Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.

Siperi bir gül fidanıydı onun,


gül fidanı dibinde yatıyordu ki y.üzükoyun
ak bir taşın ardından
·
kara bir yılan
çıkardı kafasını.
Derisi ışıl ışıl,
gözleri ateşten al,
dili çataldı.
Birden bir kurşun gelip
kafasını aldı.
Hayvan devrildi kaldı.

19
Karayılan
Karayılan olmazdan önce
kara yılanın encarnım görünce
haykırdı avaz avaz .
ömrünün ilk düşüncesini :
«İbret al, deli gönlüm,
·demir sandıkta saklansan bulur seni,
ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»

Ve bir tarla sıçani gibi yaşayıp


bir tarla sıçaiıı kadar korkak olan,
fırlayıp adayınca ileri
bir dehşet aldı Anteplileri,
seğirttiler peşince.
Düşmanı tepelerde yediler.
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
bir tarla sıçanı kadar korkak olana :
KARAYlL AN dediler.

«Karayılan der ki : Harbe oturak, .


Kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür... »

Ve biz de bunu böylece duyduk


ve çetesinin başında yıllarca narnı yürüyen
Karayılan'ı
ve Antepiileri
ve Antep'i
aynen duyup işittiğimiz gibi
destammızın birinci babına koyduk.

20
İKİNCİ BAP

YIL YİNE 1919


ve

İSTANBUL'UN HALi
ve

E�URUM ve SIVAS KONGRELERİ


ve

KAMBUR KERiM'İN HiKAYESi

Bu ikinci baptaki vesikalar N.ııJt'un


Devlet Basımevi-İstanbul 1938 basımı­
nın 46, 47, 49, 64. 65, 68, 69, 7o, 75, 76,
77, 78, 79. sayfalarmdan almllllftU'.
Biz ki İstanbul şehriyiz, .
Seferberliği görmüşüz :
· Kafkas, Galiçya, Çana�kale, Filistin,
vagon ticareti, tifüs ve Ispanyol nezlesi
bir de İttihatçılar,
bir de uzun konçlu Alman çizmes.i
· 9l4'ten 18'e kadar
yedi bitirdi bizi.
Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker
erimiş altın pahasında gazy�ğı .
ve namuslu, çalışkan, fakir Istanbullular
sicliklerini yaktılar 5 numara lambalarında.
Yedikleri mısır koçamydı ve arpa .
ve süpürge tohumu
ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
Ve lakin Tarabya'da, Pötişan'da ve Ada'da Kulüp'te
aktı Ren şarapları su gibi
ve şekerin sahibi
kapladı Miloviç'in yorganına 1000 liralıkları.
Miloviç de beyaz at gibi bir karı.
Bir de sakalı Halife'nin,
bir.de Yilhelm'in bıyıkları.

Biz ki İstanbul şehriyiz,


güzelizdir,
dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir.
Öfkeli, büyük bir şair : .
·

.. Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakİr»


demiş
bize·

23
ve bir başkası,
yekpare Acem mülkünü feda etti bir sengimize.

Biz ki İstanbul şehriyiz,


işte, arzederiz halimizi
Türk halkının yüce katına.
Mevsim yazdır,
919'dur.
Ve teşrinlerinde geçen yılın
dört düvele teslim ettiler bizi,
· gözü kanlı dört düvele
anadan doğma çırılçıplak..
Ve kurumuştu
ve kan içindeydi memelerimiz.

Biz ki İs�anbul ş�hriyiz,


Fransız, Ingiliz, Italyan, Amerikan
bir de Yunan,
bir de zavallı Afrika zencileri
yer bitirir bizi bir yandan,
bir yandan da kendi köpek döllerimiz
Vahdettin Sultan,
ve damadı Ferit
.ve İngiliz muhipleri
ve Mandacılar.

Biz ki İstanbul şehriyiz,


yüce Türk halkı,
malumun olsun çektiğimiz acılar...

919 Temmuzunun 23'üncü günü


pek mütevazı bir. mektep salonunda
in'ikad etti Erzurum Kongresi.

24
Erzurum'un kışı zorludur, balam,
tandırında tezek yakar Erzurum,
buz tutar yiğitlerinin bıyığı
ve geceleyin karlı ovada
kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.

Erzurum'da kavaklar, balam,


Erzurum'da kavaklar tane tane,
kavaklarda tane tane yapraklar.
Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez
· Erzurum'da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.

Erzurum'un düzdür, topraktır damı.


Erzurum güzelleri giyer, balam,
incecik ak yünden ehramı.
Yürek boynun büker, balam,
Erzurumlu türkülere.
Halim selimdir Erzurum'un adamı
ve lakin dönmesin gözü bir kere!... ·

Erzurum'da on dört gün sürdü Kongre :


orda, mazlum millederden bahsedildi
bütün mazlum milletlerden
ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onlann.

Orda, bir Şurayı Milli'den bahsedildi,


İrad.ei Milliyeye müstenit bir Şurayı Milli'den.
Buna rağmen,
.. Asi gelmiyelim» diyenler vardı,
«makamı hilafet ve saltanata.»
Hatta casuslar vardı içerde.
Buna rağmen,
«Bütün aksiını vatan bir küldür» denildi.
«Kabul olunmaz,» denildi,
«Manda ve Himaye...»

�una rağmen,
Istanbul'da birçok hanımlar, beyler, paşalar,
Türk halkından kesmişlerdi umudu.
Yağdırıldı telgraflar Erzurum'a :
«�merikan mandası altına girelim,» diye.
«lstiklal, diyodadı, şayanı arzu ve tercihtir, amma
bugün bu, diyorlardı, · mümkün değil,
birkaç vilayet, diyorlardı, kalacak elde,
şu halde, diyorlardı, şu halde,
Memaliki Osmaniye'nin cümlesine şamil
. Amerikan mandaterliğini talep etmegı
memleketimiz için eh nafi
bir şekli hal kabul ediyoruz.»

Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu.


Erzurum'un. kışı zorludur, balam,
buz tutar yiğitlerin bıyığı.
Erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam,
kabullenmez yılgınlığı ...

İstanbul'da hanımlar, beyler, paşalar,


tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,
çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri
ve biçare telgraf telleri
devretmek için Amerika'ya Anadolu'yu .
şöyle diyorlardı Erzurum'dakilere

26
«Bizi bir başımıza bıraksalar,
tarafgirlik, cehalet
ve çok konuşmaktari başka müspet
bir hayat kuramayız. ·

İşte bu yüzden Amerika çok işimize geliyor.


Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika.
Ne olacak,
Biz de . on beş, yirmi sene zahmet' çekeriz,
�onra Yeni Dünya'nın sayesinde
Istiklali kafasında ve cebinde taşıyan
bir Türkiye vücuda geliverir.
Amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına
nasıl bir idare kurduğunu
Avrupa'ya göstermek ister.
Hem artık işi uzatmağa gelmez.
Çok tehlikeli anlar yaşıyoruz.
Sergüzeşt ve cidal devri geçmiştir :
Türkiye'yi, geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir.»

4 Eylül 919'da toplandı Sıvas Kongresi,


ve 8 Eylülde
Kongrede bu sefer
yine ortaya çıktı Amerikan mandası.
Ak koyunla kara koyunun
. geçİtte . belli olduğu günlerdi o günler.
Ve Istanbul'dan gelen bazı zevat,
sapsarı yılgınlıklarıyla beraber
ve ihanetleriyle birlikte
bir de Amerikan gazeteci getirmiştjler.
Ve Erzurumlutardan ve. Sıvaslılardan ve Türk milletinden çok ·

işbu Mister Bravn'a güveniyorlardı.

27
Bu zevata :
«İstiklalimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!»
denildi.
Fakat ayak diredi efendiler :
«Mandanın, istiklali ihlal etmiyeceği muhakkak iken,»
dediler,
«Herhalde bir müzaherete muhtacız diyorum ben,»
dediler,
«Hem zaten,»
dediler,
«birbirine mani şeyler değildir
istiklal ile manda.
Ve esasen,»
dediler,
«müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
Memleket harap,
toprak çorak,
borcumuz 500 milyon, .
varidat ise i 5 milyon ancak.
Ve Allah muhafaza buyursun
İzmir kalsa Yunanistan'da
ve harbetsek,
düşmanımız vapurla asker getirir.
Biz Erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
Mandayı kabul etmeliyiz, hemen,»
dediler .
. «Onlar dretnot yapıyor,
biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
Hem, İstanbul'daki Amerikan dostlarımız
Mandamız korkunç değildir,
diyorlar,
Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir,
diyorlar.»

28
Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul'dan gelen zevat.
Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
«Hey gidi deli gönlüm,»
dedi,
«Akı �lı, _umutlu, sabırlı deli gönlüm,
ya ISTIKLAL, ya ölüm!»
dedi.

Kambur Kerim de böyle dedi aynen.


Adapazarlıydı Kambur Kerim.
Seferberlikte ölen babası· marangozdu.
Seferberlik denince aklına Kerim'in :
çok beyaz bir yastıkta kara . sakallı bir ölü yüzü,
Fahri Bey çiftliğinde patates toplayıp
kaz gütmek,
mektep kitapları
ve bir de saçlan altın gibi sarı
fakat alnı çizgiler içinde anası gelir.
335'te Kerim Eskişehir'e gitti,
mektebe, teyzelerine ve dayısına.
Dayısı şimendiferde makinistti.
Düşman elindeydi Eskişehir.
Kerim on dört yaşındaydı,
kamburu yoktu.
Dümdüzdü fidan gibi
·

ve dünyaya meraklı bir çocuktu.


Dayısı sürmeğe gittiği günler şimendiferi­
Kerim'e ekmek vermediğinden teyzeleri
(çok uzun saçlı, ihtiyar· iki kadın)
Hintli askerlerle dost oldu Kerim.
Bunlar
(şaşılacak şey)
·

Türkçe bilmeyen

29
ve siyah sakalları, siyah gÖzleri parlak,
avuçlarının üstü esmer, içi ak
ve tel örgülerin üzerinden
Kerim'e bisküviti kutularla atan amcalardı.
Kocaman ·bir ambarları vardı,
Kerim içinde oynardı.
Ambarda nohut çuvalları, bakla, kuru üzüm,
(şaşılacak şey,
katırların yemesi için)
ve sonra cephane sandıklarıyla silahlar.
Bir gün dedi ki makinist dayısı Kerim'e :
«Ambardan silah çalıp bana getir,
gavura karşı koyan zeybeklere göndereceğim.»
Ve ambardan silah çaldı Kerim :
bir
bir tane daha
beş
on.
Aldattı Hindistanlı dostlarını
·

zeybekleri daha çok sevdiğinden.


Zaten çok sürmedi, ·parlak kara ·sakallı amcalar gitti,
Kerim geçirdi onları istasyona kadar.
f-rtesi gün Lefke köprüsünü atıp
zeybekler gelince Eskişehir'e
dayısı Kerim'i elinden tutup
verdi onlara.
Ve işte o günden sonra
. bugüne kadar
kahraman bir türküdür ömrü Kerim'in.
Eskişehir'den alıp onu
«Kocaeli Grubu» paşasına götürdüler.
Çatık kaşlı, yüzü gülmez bir paşaydı bu.

30
Çabucak öğrendi Kerim ata binmeyi,
sığırtmaç olmayı
· zaten bilgisi vardı bunda -
-

kayalardan genç bir. keçi gibi inmeyi,


gizlenmeyi ormanda.
Ve bütün bu marifetleriyle Kerim
kaç kere .ölüme bir kurşun atımı yaklaşarak .
ve «Geçmiş olsun» dedikleri zaman şaşarak
düşman içinden geçip getirdi haber
götürdü haber.
Onu namlı bir «kaptan» gibi sayd� çeteler,
bir oyun arkadaşı gibi sevdi çeteleri o.
·

Ve bir .fidan gibi. düz


bir fidan gibi cesur
. bir fidan gibi vaadeden bir çocuğun
sevinçle oynadığı bu müthiş oyun
sürdü 1337'ye kadar...

Kocaeli ormanı gürgen ve meşeliktir :


yüksek
kalın.
Gökyüzü gözükmez.
Durgun bir geceydi.
Hafif yağmur yağınıştı biraz önce�
Fakat ıslanmamış ki yerde yapraklar
karanlıkta hışırtılada yürüyordu beygiri Kerim'in.
Solda
ilerde
tepenin eteğinde ateş yanıyordu :
«Tekneciler» diye anılan
·

. gavur çetelerinin olmalı.


Dallardan damlalar düşüyordu Kerim'in yüzüne.

31
�eygirin başı gittikçe daha çok karanlığa giriyor.
lpsiz Recep'in yanından dönüyordu Kerim.
Kaatlar götürmüş .
kaadar getiriyor.
Birdenbire durdu beygir, ·

heykel gibi,
- Tekneciler'in ateşini görmüş olacak­
sonra birdenbire dörtnala kalktı.
Şaşırdı Kerim.
Dizginleri bıraktı.
Sarıldı beygirin boynuna.
Deli gibi gidiyordu hayvan.
Çocuğa art arda çarpıyordu ağaçlar.
Meşeleri ve gürgenleriyle orman
karanlık bir rüzgar gibi geçiyor iki yandan.
Kim bilir kaç saat böyle gidildi.
Orman bitti birdenbire.
- Ay doğmuş olacak ki ortalık aydınlıktı­
Ve Kerim· aynı hızla geldiği zaman
·

Armaşa'nın altında Başdeğir:menler'e


beygir ansızın kapaklandı yere,
tekeriendi Kerim.
Doğruldu.
Ve aklına ilk gelen şey
saatına bakmak oldu.
Kırılmıştı camı.
Bindi beygire tekrar.
Hayvan topallıyordu biraz.
Ush� uslu yola koyuldular.
Sol kulağı kanıyordu Kerim'in,
Kirezce'ye .geldiler
·

(Sapanca'yla Arifiye arası),

32
Kerim durdu.
Biraz zor nefes alıyordu.
Geyve'ye girdi ertesi akşam.
Beli o kadar ağrıyordu ki
inemedi beygirden
indirdiler.
Kerim'i bir yaylıya bindirdiler.
Adapazarı.
Sonra belki on gün, belki on beş,
kağnılar, rnekkare arabaları,
sonra, gitgide daralan nefesi,
Yahşıhan;
Konya,
Sile nahiyesi
(burda malul gaziler için
takma kol ve bacak yapılıyordu),
ve nihayet Hatçehan köyünden çıkıkçı Şerif Usta.
Hala royalarında görür Kerim ·

incecik bir yoldan eşekle gelip


üzerine doğru eğilen
bu çiçekbozuğu insan yüzünü.
Usta, ovdu Kerini'i bayıltıncaya kadar. ·

Sonra, zifte koydu bu kırılmış dal gibi çocuk gövdesini.


Yirmi gün geçti aradan.
Ve sonra bir ikindi vakti ziftin içinden
Kerim'i kambur çıkardılar.

33
ÜÇÜNCÜ BAP

YIL 1920
ve

ARHAVELi İSMAİL'İN HiKAYESi


Ateşi ve ihaneti gördük.

Düşman ordusu yine başladı yürümeğe.


Akhisar, Karacabey,
Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu,
çarpışarak çekildik...
920'nin
29 Ağustosu :
Uşak düştü.
Yaralı
ve dehşetli kızgın
fakat toprağımızdan emin,
Dumlupınar sırtlarındayız.
Nazilli düştü.

Ateşi ve ihaneti gördük.


Dayandık
dayanmaktayız.

1920 Şubat, Nisan, Mayıs,


�olu, Düzce, Geyve, Ada,pazarı :
Içimizde Hilafet Ordusu,
Anzavur isyanları.
Ve aynı sıradan,
3 Ekim Konya.
Sabah.
500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş
girdi şehre.

37
Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
Ve Mana'vgat isıikamederinde kaçıp
ölümlerine giderken
terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.

Ve 29 Aralık Kütahya :

4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani Çerkez Ethem,
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırlan,
koyun ve sığır sürülerini onune katıp
düşmana geçti.
Yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler ...

Ateşi ve ihaneti gördük.


Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silahları ve beygirleriyle insaniardı dayanan.
Beygirler çirkindiler,·

bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
�abırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
Insanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı insanlar.
İnsanların başında kalpak, .
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
Ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorhrdı.
Koparılmış gibiydi parriıaklan saplandığı. yerı:it:n
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.

Ve asker kaçaklan,
korkulan, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
k,ıranlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
Acıkmıştılar,
merhametsizdiler,
bedbahttılar.
Şosenin ıssız beyazlığına inip
nal sesleri ve yıldızlada gelen atlıyı çevırıyor
ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için
deviriyorlardı uçurumlara :
şayak, cıgara kaadı, tuz ve sabun yüklü yaylılan.

Ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silah ve asker ceketi yükleyen laz takalan :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgardılar.
Onlar, suda ve rüzgarda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lakin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getırıp
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.

39
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı Karadeniz'e.
Dümende ve başaldarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven ·insanlardı ki
sırtı lacivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

Karanlıkta kurşuni derisi kırmızıya boyanan


�altabaş gemi
Ingiliz torpitosudur.
Ve dalgaların üstünde sallanarak
alev alev
yanan :
Şaban Reisin beş tonluk takası.

Kerempe Fenerinin yirmi mil açığında,


gecenin karanlığında,
dalgalar minare boyundaydılar

40
ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
Rüzgar:
yıldız - poyraz.
Esirlerini bardasına alıp
kayboldu İngiliz torpitosu.
Şaban Reisin ·teknesi
ateşten direğiyle gömüldü suya.

Arhaveli İsmail
bu ölen teknedendi.
Ve şimdi
Kerempe Fenerinin açığında,
batan teknenin kayığında
emanetiyle tek başınadır,
fakat yalnız değil :
rüzgarın,
bulutların
ve dalgaların kalabalığı,
İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.
·

Arhaveli İsmail
kendi kendine sordu :
«Emanetimizle varabilecek miyiz?»·
Kendine cevap verdi :
«Varmamış olmaz.»

Gece, Tophane rıhtımında


Kamacı ustası Bekir Usta ona :
«Evladım İsmail,» dedi,
«hiç kimseye değil,» dedi,
«bu, sana emanettir.»

41
Ve Kerempe Fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
İsmail, reisinden izin isteyip,
«Şaban Reis,» deyip,
«emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip
atladı takanın patalyasına,
açıldı.

«Allah büyük
ama kayık küçük» demiş Yahudi.
İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,
bir sağnak daha,
·

peşinden üç-kardeşler.
Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi -eğer
alabora olacaktı.

Rüzgar tam kerte yıldıza dönüyor.


Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor :
Sıvastopol'a giden bir geminin
sancak feneri.

Elleri kanayarak
çekiyor İsmail kürekleri.
İsmail rahattır.
Kavgadan
ve emanetinden başka her şeyın haricinde,
İsmail unsurunun içinde.
Emanet :
bir ağır makinalı tüfektir.
Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reisierini
ta Ankara'ya kadar gidip
onu kendi eliyle teslim edecektir.

42
Rüzgar bocalıyor.
Belki karayel gösterecek.
En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
Fakat İsmail
ellerine güvenir.
O eller ekmeği, küreklerio sapını, dümenin yekesini
ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini
aynı emniyetle tutarlar.

Rüzgar karayel göstermedi.


Yüz kerte birden atlayıp rüzgar
bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
düştü.

İsmail beklemiyordu bunu.


Dalgalar bir müddet daha
yuvarlandılar teknenin altında
sonra deniz dümdüz
ve simsiyah
durdu.
İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri.
Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
Bir urperme geldi İsmail'in içine.
Ve bir balık gibi ürkerek,
bir sandal
bir çift kürek
ve durgun
ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
Ve birdenbire
öyle kalırolup duydu ki insansızlığı
yıldı elleri,
yüklendi küreklere,
kırıldı kürekler.

43
Sular tekneyi açığa sürüklüyor.
Artık hiçbir şey mümkün değil.
Kaldı ölü bir denizin ortasında
kanayan ell�ri ve emanetiyle İsmail.
İlkönce küfretti.
Sonra, «elham» okumak geldi içinden.
Sonra, güldü,
eğilip okşadı mübarek emaneti.
Sonra...
Sonra, malum olmadı insanlara
Arbaveli İsmail'in akıbeti...

44
DÖRDÜNCÜ BAP

NURETTiN EŞFAK'IN BİR MEKTUBU


ve

BİR ŞiiRi
Kardeşim,
sana bu mektubu Ankara'da Kuyulu kahvede yazıyorum.
Hep aynı Anadolu havalarını çalıyor gramofon
kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla.
Dışarda yağmur...
Mektepten istifa ettim.
Cepheye gidiyorum ihtiyat zabidiğiyle.
Çocuklarımıza Türkçe okutmak,
öğretmek, sevdirmek onlara
dünyanın en diri, en taze dillerinden birini,
kendi dillerini,
güzel şey,
büyük şey.
Fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cephede
daha büyük
daha güzel.

Biliyorum :
· iş bölümünden bahsedeceksin.
Fakat, Ankara'da çocuklara ders vermek,
bozkırda ateş hattına girmek
haksız ve hazin
bir iş bölümü.
Öyle günlerde yaşıyoruz ki
ben bir iş yapabildim diyebilmek için :
hep alnının ortasında duyacaksın ölümü.

Bak, tam sana bunları yazarken


asker geçiyor sokaktan;
yağmurda harap postallarının meşinini ısiatarak

47
Meclis'in önüne doğru iniyorlar,
İstasyona gidecekler.
Ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptığı gibi,
sesini inceiterek marş okuyor genç Türk köylüsü :
«Ankara'nın taşına bak,
gözlerimin yaşına bak...»

Yüzleri mühim, dalgın ve yorgun.


Tıraşları uzamış biraz.
Elleri büyük ve esmer.
Ela gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler.

Yine birdenbire Yunus Emre geldi aklıma.


Başka türlü anlıyorum ben Yunus'u :
Bence onda bütün bir devir dile gelmiş Türk köylüsü :
öte dünyaya dair değil,
bu dünyaya dair kaygılariyla...

Bir şiir yazdım,


garip bir şiir,
«Türk Köylüsü» diye.
Bir tuhaf mı oluyor böyle günlerde, şiir yazmak?
Her ne hal ise, hoşça kal, gözlerinden öperim.

Ka!"deşin
Nur ettin Eşfak
TÜRK KÖYLÜSÜ

Topraktan öğrenip
. kitapsız bilendir.
·Hoca Nasreddin gibi ağlayan
. Bayburtlu· Zihni gibi gülendir.
Perhad'dır
.
Kerem'dir
ve Keloğlan'dır.
Yol görünur onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır;
bir yar sever
el alır,
kanadı kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, «Yunusu biçaredir
Baştan ayağa yaredir»,
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmeyegörsün önlerine
ve bir kerre vakterişip
· «- Gayrık yeter!..»
demesinler.
Bunu bir dediler mi: ,
«İsrafil surunu urur,
mahlukat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
ne düşmanı kayırır,
«Dağları yırtıp ayırır, . .

kayaları kesip yol eyler abıhayat akıtmağa ...»

49
BEŞİNCi BAP

920' NiN 16 MAR TI


ve

MANAS TIRLI HA MDiEFENDi

REŞADiYELi VELi OGLU MEMET'iN


' HiKAYESi

«Bu harniyetli ve cesur, Manastırlı


Harndi Efendi olmasaydı, İstanbul fela­
ketinden kim bilir haber almak için ne
kadar intizarlar içinde kalacaktık. İstan­
bul'da bulunan nazır, mebus, kuman­
dan, teşkilatımız mensupları içinden bir
zat çıkıp vaktiyle bize haber vermeği
düşünmemiş olduğu anlaşılıyor. Demek
ki cümlesini heyecan ve helecan kapla­
mıştı. Bir ucu Ankara'da bulunan telin
İstanbul'da bulunan ucuna yanaşamaya­
cak kadar şaşkın bir hale gelmiş oldukla­
rına bilmem ki hükmetmek caiz olur
mu?»
(Nutuk, s. 295, Devlet Basımevi, İstan­
bul 1938)
920'nin 16 Martı.
Öğleden evvel
saat onda
makina başında şöyle bir telgraf aldı Ankara'daki

«Per-aliye 16/3/1920.
Ingilizler bastı bu sabah ,
Şehzadebaşı'ndaki Muzika karakolunu.
·

Müsademe edildi.
İşgal altına alıyorlar İstanbul'u şimdi.
Berayi malumat arzolunur.
Manastırlı Hamdi...

920'nin 16 Martı.
Harbiye Nezareti telgrafhanesi buldu Ankara'yı
«Etrafta dolaşıyor Ingiliz askerleri.
Şimdi işte
!ngiliz . askerleri gir:_iyorlar nezarete.
Işte giriyorlar içeri.
Nizarniye kapısına.
Teli kes.
İngilizler burdadır. »

920'nin 16 Martı.
Manastırlı Harndi Efendi
buldu Ankara'dakini tekrar

«Paşa hazretleri,
Harbiye telgrafhanesini de işgal etti İngiliz bahriye askeri
'

53
Tophane'yi de işgal ediyorlar bir taraftan,
bir tar:ıftan da zırhlılardan asker ihraç olunuyor.
Vaziyet vehamet kesbediyor efendim.
Paşa hazretleri,
Emri devletlerine muntazırım.

16 Mart 1920
Hamdi>>

920'nin 16 Martı.
Durumu bir daha tekrar etti Harndi Efendi

«Sabah bizim asker uykuda iken


İngiliz bahriye efradı karakolu işgal etmekte iken
askerlerimiz uykudan şaşkın kalkınca müsademe başlıyor.
Neticede bizden altı şehit, on beş mecruh olup
İngilizler zırhlıları rıhtıma yanaştırıp
-!3eyoğlu ve Tophane'yi işgal edip�
Işte Beyoğlu telgrafhanesi .de yok.
İşte Beyoğlu telgraf memurları geldiler.
Kovmuşlar.
Burası da işgal olunacaktır bir saata kadar.
Şimdi haber aldım efendim.>>

920'nin 16 Martı
uykuda kesti kafir uçumüzü,
kurşuna dizdi kafir ikimizi.
İngiliz'in hepsi değil domuzu
Sabaha karşı aldı canımızı.

920'nin 16 Martı
basıldı Vezneciler'de karargah.
Uyan be tosunum uyan.

54
Üçümüzü uykuda kesti kafir,
üçümüz :Abdullah çavuş, Şarkışla'dan Osman,
bir de Zileli Abdülkadir.

920'nin 16 Martı
Bozdoğan Kemeri'nde
kurşuna dizdi kafir ikimizi.
Ahmet oğlu Nasuh arkadaşıının adı,
Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi.

920'nin .16 martı


uykuda kesti kafir üçümüzü.
Soktu Osman'ın karnma kasaturayı, ·
bastı göğsüne kafirin dizi.
Dört çocuk babasıydı Abdullah çavuş.
Doymadı dünyasına Abdülkadir.
Üçümüzü uykuda kesti kafir,
kurşuna dizdi.ikimizi.

920'nin 16 Mart sabahı,


karakolun karşısında
bırakmadım elimden silahı, ·

y�re serdim iki İngiliz'i.


Senin ırzını kurtardım İstanbul'um,
Sana can feda çakır gözlü gülüm.

Üçümüzü uykuda kesti kafir,


kurşuna dizdi ikimizi.
Şimdi üçümüz :
Abdullah ve Osman ve Abdülkadir,
taşları yan yana yatar Eyüp'te.

55
Arama, bulamazsın ikimizin kabrini,
belki maşnkta, belki mağripte,
biz de bilmeyiz yerini.

Uykuda kestiler üçümüzü,


kurşuna dizdiler ikimizi,
Ahmet oğlu Nasuh arkadaşıının adı,
Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi.
·

Bir de altıncımız var,


kara kaytan bıyıklı bir şehit,
son mekanı şöyle dursun, .
adını da bilen yok...
ALTINCI BAP

MUHAREBE LER
ve

DÜŞ MAN E LiNDE KALANLAR


ve

KAR TA L Ll KAZl M'IN HiKAYESi


İnönü meydanı, yavrum,
rüzgar,
soğuklar insanı arı gibi başlıyor.
Zemheriler bitti diyelim,
hamsin ya başladı, ya başlıyor.
Muharebe beş giin beş gece sürdü.
Kan gövdeyi götürdü.
Ve nihayetinde
düşmanlar karın üstünde
top arabaları, sandıklar dolusu konyak,
altı kamyon bıraktılar.
Sonra, kaçarlarken, yavrum,
köyleri, köprüleri yakcılar...

Bu, Birinci İnönü,


sonra ikincisi :
23 Mart 192 1 günü
düşmanın Bursa ve Uşak grupları üstüroüze yürüyor.
Onlarda, topçu ve piyade
bizden üç kere fazla,
bizim atlımız çok.
Atlarin makanizması,
hartucu,
namlusu yoktur
ve kılıç
çıplak, ucuz bir demirdir.
26 Mart :
Akşam.
Sağ cenah ilerimize yanaştılar.
27 Mart:
Bütün cephelerde temas.

59
28, 29, 30 :
Kavgaya devam.
Ve Martın 3 ı 'inci gecesinde,
. (ayış.ığı var mıydı bilmiyorum)
Inönü karanlığı sesler ve kıvılcımlada doluydu.
Ve ertesi gün
ı Nisan :
Metristepe aydınlanıyor.
Saat altı otuz.
:Sozöyük yanıyor. ·

Düşman muharebe meydanını silahlarımıza terketmiştir.

Sonra, 8 Nisandan ı ı Nisana kadar :


Dumlupınar.

Sonra, Haziran.
Bir yaz gecesi.
Dünyada yalnız pırıltılar
ve böceklerin sesi.
Sakarya'yı üç yerinden sallarla geçiyoruz.
Basarak aldık
Adapazarı'nı.
Ve dolaşıp Sapanca Gölü'nün sazlıklarını
yanaştık İzmit'in doğusunda çuha fabrikasına.
Düşman, .·

kısmen gemilere binerek


denizden
ve kısmen
Karamürsel üzerinden
Bursa�ya çekilip
boşalttı İzmit şehrini gece yarisı.

6o "
Sonra 23 Ağustos :
Sakarya melhamei kübrası ki
devamı 13 Eylül gününe kadardır.
Bizim kırk bin piyademiz,
dört bin beş yüz atlımız,
düşmanın seksen sekiz bin piyadesi,
üç yüz topu vardır.
Harp meydanının kuzey yanı
Sakarya
ve dağlardır :
keskin
ve dik yamaçlarıyla
ve kireçli toprakları
ve kayalarında tek başlarına birbirinden uzak
haşin
ve münzevi çam ağaçlarıyla
Abdüsselam-dağı,
Gökler-dağı,
dağlar.
Ve Sakarya'dan bu havalide
yalnız, çatal tımaklı karacalar su içmektedir.
Ankara suyunun döküldüğü yerden
Eskişehir kuzeybatısına kadar
Sakarya mecrası uçurumlar içinden geçmektedir.
·

G:üneyde
ve güneydoğuda
yapraksız ve �azin
genış ve uzun
ve insana bıraktığı' hiçbir şeye acımadan
ölmek arzusu veren
Cihanbeyli ovası :
çöl..;


Bu çölün,
bu dağların,
bu nehrin ve bizim önümüzde
yirmi iki gün ve gece fasılasız dövüşüp
düşman ordusu ric'ata mecbur kaldı.

Buna rağmen :
Sene 19.22.
ve 15 vilayet ve sancak
ve 9 büyük şehir
düşman elindedir.
İnanılmaz şeyler düşmandadır ki·
bunların arasında :
· 7 göl, ll nehir
ve köklerinde baltatnızın yarası
ve yangınlarıyla bizim olan
yüz kere yüz bin dönüm orman,
bir tersane, iki silah fabrikası,
ve 19 körfez ve liman ki
belki birçoğunun
rıhtımı,
mendireği,
kırmızı, yeşil fe,nerleri yoktur
ve belki sularında
ateş kayıklarının ışıltısından başka ışık yanmadı,
fakat onlar
tahta iskeleleri ve kederli balıkçılarıyla bizimdiler.
Sonra, 3 deniz,
6 kol tren hattı,
sonra, göz alabildiğine yol :
sılaya gittiğimiz,
gurbette göründüğümüz

62
ve neden
ve nıçın olduğunu sormadan
çöle; Çaiıakkale'ye,
ölüme gittiğimiz yol
ve sonra toprak
ve o toprağın insanları :
Uşak tezgahlarının halı dokuyanlan,
klaptan işlemeli eğerleriyle meşhur
·Manisa'lı saraçlar,
yol kıyılarında ve istasyonlarda açlar
ve kurnaz
ve cesur
ve ağırbaşlı ve çapkın
ve k�tleleriyle d�likanlı
Istanbul ve Izmir işçileri
ve zahire ve kantariye tacirleriyle eşraf ve ayan,
kıl çadırlı yürükleri Aydın'ın,
ve sonra, ırgat,
ortakçı,
maraba,
davarlı ve davarsız,
yarırri meşin çizmeli
ve ham çarıktı köylüler.
15 vilayet ve sancak
ve 9 büyük şehir
düşman elindedir.

Mehtaplı bir gece,


gümüş bir kutunun içindesin :
ortalık öyle bir tuhaf aydınlık, öyle ıssız.
Ya çok seslidir
ya hiç ses vermez mehtaplı gece zaten.
Yatıyor filintasının arkasında Kartallı Kazım.
Kız gibi Osmanlı filintası.
Parlıyor arpacık
namlının ucunda :
yüz yıllık yoldaymış gibi uzak
ve bir damlacık.

Kazım emir aldı merkezden :


Gebze'deki İngiliz'in tercümanı vurulacak.
Köylerde teşkilat kurmuş tercüman Mansur :
satıyor bizimkileri.

�azım iyi hesaplamış herifin geçeceği yeri.


Işte sökün etti Mansur karşıdan :
beygirin üzerinde.
Beygir yük�ek,
Ingiliz kadanası.
Kendi halinde yürüyor hayvan
ortasında demiryolunun
sallana sallana,
ağır ağır.
Tercüman herhalde bırakmış dizginleri,
başı sallanıyor,
belki de uyuyor üzerinde beygirin.

Yaklaştıkça büyüyor herif.


Zaten mehtapta heybetli görünür insan.

Arada kaldı kalmadı dört yüz adım;


namlıyı kaldırdı birazcık Kazım,
nişan aldı sallanan başına Mansur'un.
Soldaki yamaçtan bir taş parçası düştü.
Bir kuş uçtu sağdaki ağaçtan,
- ağaç çınar ---'".
Kuş ürkmüş olacak.
Çevrildi Kazım'ın başı kuşun uçtuğu yana,
· mehtapht yüz yüze geldiler.
Mehtap koskocaman,
desdeğirmi,
bembeyaz.
Ve Kazım'ın gözünü aldı · adeta.
.
Zaten bu yüzden,
tekrar göz, gez, arpacık
ve filintayı ateşiediği zaman
ilk kurşun Mansur'un başını delecek yerde
' . ' . galiba omuzuna girdi.
Herif «Hınk» dedi bir,
beygirin başını çevirdi
· dörtnal kaçıyor.
Yetiştirdi ikinci kurşunu . Khım.
�eygirin üstünde sola yıkıldı Mansur.
Uçüncü kurşun.
Tercüman düştü beygirden.
Fakat bir ayağı üzengiye takılı kalmış,
sürüklendi kaçan hayvanın peşinde biraz,
sonra kurtuldu ki ayağı
yıkılıp kaldı olduğu yerde.
Yamaca sardı beygir.
Kalktı Kazım,
yürüdü Mansur'a doğru,
üzerinden Hatları alacak.
· Arada
. dört telgraf direği yalnız,
ellişerden iki yüz metre eder.
Mansur doğruldu ansızın,
. kaçıyor hayır aşağı.
Filintayı omuzladı Kazım.
Dördüncü kurşun.
Yıkıldı herif.

6s
Koştu Kazım.
Doğruldu yine Mansur.
Yürüyor sarhoş gibi sallanarak,
kaçmıyor artık,
yürüyor.
·

Kazım da bıraktı koşmayı.


Deniz kıyısına indiler.
Orda boş bir fabrika var,
bir de beyaz bir ev,
tahta iskelesi iner denizin içim; kadar.
Mansur suya giriyor,
kiatlar ıslanacak.
Beşinci kurşunu yaktı Kazım.
Suya düşüp. kaldı önde giden
ve Kazım tazelerken şarjörü
bir ışık yandı beyaz evde,
·

bir pencere açıldı.


Galiba bir kadın baktı dışarıya..
Boğazlanıyormuş gibi bağırdı Mansur.
Pencere kapandı,
ışık söndü.
Tercüman attı kendini tahta iskeleye.
Art ayakları kırılmış bir hayvan gibi sürünüp tırmanıyor.
Hay anasını,
ay da denize düşmüş
toplanıp dağılıyor,
dağılıp toplanıyor.
Velhasıl,
lafı uzatıiııyalım,
Mansur'un işini bıçakla bitirdi Kazım.
Kaatlar kan içindeydi.
Fakat kan kapatmıyor yazıyı...

66
Namussuzun biriydi Mansur,
· muhakkak.
Düşmana satılmıştı,
orası öyle.
Kaç kişinin başını yedi,
malum.
Ama ne de olsa
mehtapta herif beygirin üzerinde uyumuş geliyordu.
Demek istediğim,
böyle günlerde bile, böyle bir adamı bile bu çeşit öldürüp
ortalık duruldukta, yıllarca sonra mehtaba baktığın vakjt
üzüntü çekmernek için,
ya, insanlarda yürek dediğin taştan olacak,
yahut da dehşetli namuslu olacak yüreğin,
Kazım'ınki taştan değildi çok şükür,
fakat namuslu.
Ne malum ? dersen :
·növüştü pir aşkına,
·

yaralandı birkaç kere


_
ve saıre.
Ve kavga bittiği zaman .
ne çifdik sahibi oldu, ne apartıman.
Kavgadan önce Kanal'da bahçıvandı,
. kavgadan sonra Kartal'da bahÇıvan...
' !
YEDiNCİ BAP

922 A G
US T OS A YI
ve

KADlNL ARl MI Z
ve

6A G
USTOS EM Ri
ve

BİR ALETLE BİR İ N SANlN H i K AYESi


Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman ...

hiçbir menzile erişmiyecekti.


Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pınltılar vardı hasta, kınk boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve k�ğnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

71
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçalari ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
·

bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve bartuçların peşinde .·
.

harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi


aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyuolu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar .
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.

«6 Ağustos emri» verilmiştir.


Birinci ve İkinci ordular, kıt' alan, kağnıları, süvari alaylarıyla
yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
98956 tüfek,
325 top_,
5 tayyare,
2800 küsur mitralyöz,
2500 küsur kılıç
ve 186326 tane pırıl pırı:l insan yüreği
ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
kımıldanıyordu gecenin içinde.
Gecenin içinde toprak.
Gecenin içinde rüzgar.

72
Batıralara bağlı, hatıraların dışında,
gecenin içinde :
insanlar' aletler ve hayvanlar'
demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
korkunç
ve sessiz emniyetlerini
birbirlerine sokulmakta bulup,
kocaman, yorgun ayakları,
topraklı elleriyle yürüyorlardı.
Ve onların arasında
Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu'ndan
İstanbullu şoför Ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
Bir acayip mahluktu üç numrolu kamyonet :
İhtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
hudaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde .
ve vantilatöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
« 6 Ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından

«•••ihzar ve teşkil edilmiş bulunan


ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar seri otomobil...» diye bahsediliyordu.
İhzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda Ahmet'in kamyoneti,
insanların, aletlerin ve kağnıların yanından geçip
Afyon - Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.

73
Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
Bu şarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.

Vantilatörde adedi devir


düşüyor gibi.
Arkadaşlar ileri geçtiler.
Ay hattı.
Manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.

Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,


çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip Bücür'ü,
kalk,
sıra se �ilerin önünden yürü,
çeşm eyı geç,
mektep bahçesi, medreseler,
orda, Harbiye Nezareti'nin arka duvarında
siyah çarşaflı bir kadın
çömelip yere
darı serper güvercinlere
ve papelciler
şemsiye iistünde papaz açarlar.

Motor mızıkçılık ediyor,


bizi dağ başlarında bırakacak meret.

Ne diyorduk �ğlum Ahmet ?


Dökmeciler sağda kalır,
derken, Uzunçarşı'ya saparken,

74
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«Hikayei Billur Köşkıo,
altı cilt «Tarihi Cevdet»
ve «Fenni Tabahat».
Tabahat, mutfaktan gelirtniş,
yani yemek pişirmek.
Hani, uskumru dolmasına da bayılının pek.
Yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.

ilerde bir süvarİ kolu gidiyor,


saptılar sola.

Uzunçarşı'yı dikine inersin.


Sandalr.acılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
Ve sen lstanbuHu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın İstanbullulara :
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
Rüstem Paşa Camii.
Urgancılar.
Urgancılarda yüz parça: yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
Zindankapı, Babacafer.
Uzakta Balıkpazarı.
Kuruyemişçiler.
Yemiş iskelesindeyiz :
sandalları, mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz.

75
Sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
inip
baksam...

Yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip


Eyüp'te Niyet Kuyusu'na gittikti.
Elleri yumuk yumuk,
hacakları biraz çarpıktı ama,
yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
Kaşları da hilal gibi çekikti.
Tam Kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başör:üsü ...

Lastik hava kaçırıyor.


Derdine deva bulmazsak eğer...
Dur bakalım Babacafer...

Üç numrölu kamyonet durdu.


Karanlık.
Kriko.
Pompa.
Eller.
Küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
Ahmet hatırladı :
bir gece nüzüllü babaannesini
sedird�n sedire taşırken
kadıncağız...

İç lastik boyd'an boya patladı.


Yedek? ·
Yok.
Dağlarda avaz avaz
imdat istemek?
· Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet.
Hem, hani bir koyun varmış,
kendi hacağından asılan bir koyun.
Süleymaniyeli şoför Ahmet
soyun...

Soyundu.
Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.

Bu şarkı nihaventtir�
Deniz kıyısında bir şehir...
Beyaz başörtüsü...

Saatta elli yapıyoruz...


Dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i,
dayan arslan...

Hiçbir zaman ·
.

böyle merhametli bir ümitle sevmedi


hiçbir insan
.
hiçbir aleti...

77 '
SEKİZİNCi BAP

26 A GUS T OS GECESiNDESAA T LAR


İ K İ OTU ZDA N BEŞ OTU ZA KADAR
ve

İ Z M İR RI H TI MI NDA N A KDEN İ Z'E


BA KA N NEFE R
Saat 2.30.

Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,


ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
. daha küçük kaldığı ıçın
ve . bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair
sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaldı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu Kocatepe'den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Düşman üç saatlik yerdedir
ve Hıdırlık-tepesi olmasa
Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
Kuzeydoğuda Güzelim-dağları
ve dağlarda tek
tek
ateşler yanıyor.
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
Akarçay belki bir akar su,
belki bir ırmak,
belki küçücük bir nehirdir.·


Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevırıp
ve kılçıksız yılan balıklarıyla
Yedişehitler kayasının gölgesine girip
çıkar.
Ve kocaman çiçekleri eflat\ın
kırmızı
beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
haşhaşların arasından akar.
Ve Afyon önünde
Altıgözler Köprüsü'nün altından
gündoğuya dönerek
ve Konya tren hatt�na rastlayıp yolda
Büyükçobanlar Köyü'nü solda .
ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp
gider.

Düşündü birdenbire kayalardaki adam


kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
Kim bilir onlar ne kadar büyük,
ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu, .
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel
Selimşahlar Çiftliği'nde ırga,tlık ederken Manisa'da
geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

82
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler. ;
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun hacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.

Saat 3.30.

Halimur - Ayvalı hattı üzerinde


manga mevziindedir.

İzmirli Ali Onbaşı


(kendisi tornacıdır)
karanlıkta · gözyordamıyla
sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer :
Sağda birinci nefer
sarışındı.
İkinci esmer.
Üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun ustune şarkı söyliyen.
Dördüneünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vurani
tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
Altıncı,
inanılınıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtıyar bir muhacir kansına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölü�te arkadaşlarının yeri ne nöbete kalktığı için
·

ona «Deli Erzurumlu» derdiler.


Yedinci, Meh�et oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, Inönü'nde, Sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
·

, ·

daha bir hayli yara alabilir,


yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci,
İbrahim,
korkmıyacaktı bu kadar
·

bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp


. birbirine böyle vurmasalar.
. Ve Izmirli Ali On başı · biliyordu ki :
. · tavşan korktuğu için kaçmaz
kaçtığı için korkar.

Saat 4.

· Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası.


On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, makanizmalar üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı
mevzideki biricik silahsız adan:ı :
ölülerin adamı, .
kırık bir söğüt_dalı dikerek.. kıbleye doğru,
durdu boyun bükiip
el kavuşturup
sabah namazına.
İçi rahattır.
Cennet, ebedi bir istirahattır.
Ve yeniiseler de, yenseler de adayı,
meydanı gazadan o kendi elleriyle verecektir
Cenabı rabbülalemine şühedayı.

Saat 4.45.

Sandıklı civarı.
Köyler.
Sarkık, siyah bıyıklı süvarİ,
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
Çukurova beygiri
kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
dizkapaklarında · kan,
. . kantarmasında köpük...
Ikinci Süvarİ Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.·
Geride, köylerde bir horoz öttü.
Ve sarkık, · siyah bıyıklı süvarİ
ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
bir başka horoz vardır :
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düşmanlar herhal . onu çoktan kesip
çorbasını yapmışlardır...

Saat beşe on var.

Kırk dakka sonra şafak


sökecek.
«Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancakı..

ss
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde,
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti
ve onların genci, uzunu,
Darülmuallimin mezunu
Nurettin Eşfak,
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
konuşuyor :
- Bizim İstiklal Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
bilmem ki, nasıl anlatsam,
Akif, inanmış adam,
fakat onun, ben,
inandıklarının hepsine inanmıy·orum.
Mesela, bakın :
«Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.»
Hayır,
gelecek günler için
gökten ayet inmedi bize.
Onu biz, kendimiz
vaadettik kendimize.
Bir şarkı istiyorum
zaferden sonrasına dair.
«Kim bilir belki yarın . »
. .

Saat beşe beş var.

Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı ·:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak

86
bir müthiş ve mukaddes macerada,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

Topçu evvel mülazımı Hasan'ın


yaşı yirmi birdi.
Kumral başını gökyüzüne çevirdi,
kalktı ayağa.
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
Şimdi bir hamlede o kadar büyük,
öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hatırasını
ve yedi buçukluk bataryasını
ağianacak kadar küçük buluyordu.

Yüzbaşı sordu :
- Saat kaç?
- Beş.
- Yarım saat sonra demek...

98956 tüfek
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün aletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, topra� ve hürriyet ıçın ölebilmek kabiliyederiyle
Birinci ve Ikinci ordular
baskına hazırdılar.

Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,


beygirinin yanında duran
sarkık, siyah bıyıklı süvarİ
kısa çizmeleriyle atladı atma.
Nurettin Eşfak
baktı saatına :
- Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz...

Sonra.
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
Bunlar :
Karahisar güneyinde 50
ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

Sonra.
Sonra, düşman ordusu kuvayi külliyesini ihata ettik
Aslıhanlar civarında
30 Ağustosa kadar.

Sonra.
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvayi külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis :
Alaturka sopa yemiş bir temiz
· ve sırmaları kopuk frenk uşağı...

Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı.


Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,»
Nurettin dedi ki : «Seni biz değil,
buraya gönderenler öldürdü seni . »
· . .

Sonra.
Sonra, 31 Ağustos gunu
ordularımız İzmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurolan
·

Deli Erzurumluydu.

88
Devrildi.
Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
Baktı yukarı,
baktı karşıya.
Gözler hayretle yandılar :
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
her seferkinden kocamandılar.
Ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkeisından
seyredip güneşli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
Sonra...
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden
yüzlerini topl:'ağa döndüler...

Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.


·

Kan içindeydi yüzü gözü.


Bir süvarİ takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız
ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kalıretmiyor
yaratıyordu da.
Ve kılıçların,
nalların,
elierin
ve gözlerin pırıltısı
ard�rda çakan aydınlık bir bütündü.
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
ve· şu türküyü duydu :

8g
«Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak


ve ipek bir halıya benziyen toprak, .
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,


yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür


ve bir orman gibi kardeşçesine;
bu hasret bizim ... »

Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik
ve Kayserili bir nefer
· yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
seyretti İzmir rıhtımınd;ın Akdeniz'i .

Ve biz de burda bitirdik destanımizı.


Biliyoruz ki layığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki . toprakta karın ca,
suda balık,
·

havada kuş kadar


çokturlar ;
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kalıreden
yaratan ki -onlardır,
kitabımızda yalnız onların maceraları vardır. . .

939 İstanbul Tevkifanesi,


940 Çankırı Hapisanesi,
941 Bursa Hapisanesi.
Piraye İçin Yazılmış :
SAAT 2 1 -22 ŞİİRLERİ
İlk Basım : Eylül 1965
Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken ...

Ne güzel şey hatırlamak seni :


bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı c . anımın i�i İstanbul toprağının ...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti ...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,


yazmak sana dair, .
hapiste sırrüstü yatıp seni düşünmek :
filinca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya ...

95
Ne güzel �ey .hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir �eyler oymalıyım yine :
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve
. hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demiriere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım . . .

Ne güzel �ey hatırlamak seni :


ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve . ya�ım kırkı geçmi� iken...
20 Eylül 1945

Bu geç vakit
· bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedi,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pıtıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan . . .
Mahzundular, acıydılar, seviçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandı/ar...

97
21 Eylül 1945

Oğlumuz hasta,
babası hapiste,
senin yorgun ellerinde ağır başın,
dünyanın hali gibi halimiz . . .

'
İn�anlar, daha güzel günlere insanları taşır,
oğlumuz iyileşir,
babası çıkar hapisten,
güler senin altın gözlerinin ıçı,
dünyanın hali gibi halimiz . . .

22 Eylül 1945

Kitap okurum :
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
içinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim :
karşımda sen oturursun,
çalışının :
karşımda sen.
Sen ki, her yerde, chazırı nazır,.ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...
23 E)llül 1945

O şimdi ne yapıyor
şu anda, şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, · ayakta . mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
- hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi !.. -

O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
� her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar ! .. -

Ve ne düşünüyor
beni ın.i?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi(
Yahut, insaniann çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...

99
24 Eylül . 1945

En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
, henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür. . .

25 Eylül 1945

Saat 2 1 .
Meydan yerinde kampana vurdu,
nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
8 yıl...
Yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
yaşamak :
seni sev.mek gibi 1:iddi bir iştir...

1 00
26 Eylül 1945

Bizi esir ettiler,


bizi hapse attılar :
beni duvarların içinde,
seni duvarların dışında.

Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü' :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
riamuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye layık...

30 Eylül 1945

Seni düşünmek güzel tey


ümidi şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum . . .

101
1 Ekim 1945

Dağın üstünde :
akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
Bugün de :
sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
Birazdan açar
kırmızı kırmızı :
gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı ...

2 Ekim 1945

Rüzgar akar gider,


aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgarla.
Ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı :
zorlayıp açmak ister.
Ben seni isterim :
senin gibi güzel,
dost
ve sevgili olsun hayat...
Biliyorum henüz bitmedi
sefaletin ziyafeti . . .
Bitecek fakat ...

102
5 Ekim 1945

İkimiz de biliyoruz; sevgilim,


öğrettiler :
'
aç kalmayı, üşümeyi,
yorgunluğu ölesiye
ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.

İkimiz de biliyoruz, sevgilim,


öğretebiliriz :
dövüşmeyi insarilarımız için
ve her gün biraz daha candan
biraz daha iyi
sevmeyi, ..

6 Ekim 1945

Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.


Buruşuyor hala gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpikierin ucunda
uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir : - «P i r i y e ,
p i r a y e !..» - diye ...

IOJ
7 Ekim 1945

İnsan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri


rüzgar­
-larla.
Dotqmak tehlikeli hala
geceleyin açık denizleri ...

Altı yıldır sürülmedi bu tarla,


duruyor olduğu gibi tank palederinin izleri.
Tank palederinin izleri
kapanır bu kı� karla.

Ah, gozumun nuru, gozumun nuru,


yine yalan söylüyor antenler :
alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz karla.
Fakat Ezrailin sofrasından dönenler
döndüler verilmiŞ kararlarla...
8 Ekim 1945

Çekilmez bir adam oldum yine :


uykusuz, aksi, nilet.
Bir bakıyorsun ki
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
sonra bir de bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
kendime karşı duyduğum nefret
ve merhamet...

Çekilmez bir adam oldum yine :


uykusuz, aksi, nalet.
Yine her seferki · gibi haksızım.
Sebep yok,
olm�ı da imkansız.
Bu yaptığım iş ayıp
rez alet.
Fakat elimde değil
seni kıskanıyoruro
beni affet...

105
9 Ekim 1945

Dün gece rüyama girdin :


dizimin dibinde oturuyormuşun.
Başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.
Bir şeyler soruyormuşun.
Islak dudakların kapanıp açılıyor,
sesini duymuyornın ama.

Gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
Havada fısıhısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
Kırmızı kafesinde, kanaryaının : «Memo»mun türküsü,
sürlilmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
Senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
sesini duymuyorum ama . .. _

Kahrederek uyandım.
Kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
Düşünüyorum :
yoksa senin sesin miydi bütün o sesler?

ı o6
io Ekim 1945

Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinierin içinde kayboluyoruın ...

Yeşil pırıltılarla . uçsuz bucaksız bir uçurum,


durup dinlenıneden değişen ebedi madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan ...

18 Ekim 1945

Kale kapısından çıkarken ölümle b'uluşmak üzre,


son defa dönüp baktığımızda şehre,
sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz. :
«- Pek de öyle güldürınedinse de yüzümüzü,
çalıştık gücümüzün yettiği kadar
seni bahtiyar
kılalım diye.
Devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
devam ediyor hayat.
İçimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
işte geldik gidiyoruz
şen olasın Halep şehri ... »

107
27 Ekim 1945

Bir elmanın yansı biz


yarısı bu koskoca dünya.
Bir elmanın yarısı biz
yarısı insanlarımız. ·

Bir elmanın yarısı sen


yarısı ben
ikimiz ...

28 Ekim 1945

ltır saksısında artan koku,


denizlerde uğultular
ve i§te dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar ...

Sevgilim,
yaş kemalini buldu.
Bana öyle gelir ki
belki bin yıllık bir örnrün macerası geçti . ba§ımızdan.
Ama biz hala
güne§in altında el ele yalnayak koşan
hayran gözlü çocuklarız...

ıo8
5 Kasım 1945

Çiçekli badem ağaçlarını unut.


Değmez,
bu balıiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut :
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar...
Sevgilim, sevgilim,
mevsım
sonbahar...

8 Kasım 1945

Uzaktaki şehrimin damları üzerinden


ve Marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar . topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı. . .

1 0<) '
12 Kasım 1945

Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu


son lodoslar esmeye başladı.
Havayı dinliyorutn :
nabız yavaşladı. '
Uludağda, zirvede kar ,
ve �irezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır ,
kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
Ovada kavaklar soyunuyor.
İpekböceği tohumları kışiaklarına gitti gidecek;
sonbahar bitti bitecek,
nerdeyse girecek gebe-uykuianna toprak.
Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz. :
büyük öfkemizin içinde
ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak. . .

I 10
13 Kasım 1945

Tarif kabul etmez, - diyorlar, - İstanbulun sefaleti,


milleti, - diyorlar, - kırıp geçirdi açlık,
verem illeti, - diyorlar, - diz boyu.
Şu kadarcık kız çocuklarını, - diyorlar, -
yangın yerlerinde, sinema localarında ...

Kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden :


namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri -
sahici İstanbulum,
sevgilim, senin mekanın olan
ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
sırtımda, torbaının içinde götürdüğüm
ve evlat acısı , gibi yüreğimde,
senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir ...

III
20 Kasım 194 5

Saksılarda hala tek tük karanfil bulunursa da


ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
tohum saçılıyor.
Ve zeytin devşirilmekte.
Bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
Bense hasretinle dolu
ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
yatıyoruro demirli bir şilep gibi Bursada ...

1945 yılı Aralık ayının dördü

İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,


giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına ...
Hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nazım Hikmetin
kadını ...

1 12
5 Aralık 1945

Delindi sintine,
esirler parçalamakta pırangaları.
Yıldız-poyrazdır esen,
tekneyi kayaların üstüne atacak.
Bu dünya, bu korsan · gemisi batacaktır,
taş çatiasa batacak.
Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümidi bir alem
kuracağız Pirayem ...

6 Aralık 1945

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,


akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş, dökülen et -,
bir daha geri dönmernek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu saliaya saHaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
· bu güzelim memlekette hürriyet, ..

1 13
7 Aralık 1945

Bursada havlucu Recebe,


Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir-koylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düŞman, .
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman . . .

I 14
1 2 Aralık 1945

Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamak.ta ;


pul pul alnn
bakır
tunç ve tahta.. ,
Öküzterin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
Ve dağlar dumana bank
kurşuni; sırılsıklam...
Tamam,
sonbahar belki bugün bitti arnk.
Yaban kazları hızla gelip geçti demin
herhal İznik gölüne gidiyorlar.
Havada serin
havada is kokusu gibi bir şey :
havada kar kokusu var...

Şimdi dışarda olmak,


dörtnala sürmek dağlara doğru atı. .
«- Ata binmesini . de bilmezsin,» - diyeceksin ama
şak.ayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı ...
Ve ikiniz de tizaktasınız . ..

I IS
13 Aralık 1945

Gece kar birdenbire bastınnış.


Bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
Göz ıılabildiğine Bursa ovasında kış :
başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
Sevgilim,
değişti mevsim
·

çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.


Ve karın altında mağrur
hamarat
siirüp gidiyor hayat ...

14 Aralık 1945

Hay aksi lanet, fena bastırdı kış ...


Sen ve namus!u İstanbulum ne haiclesiniz kim bilir?
Körnürün var mı?
Odun alabildin mi?
Camların kıyısına gazete kaadı yapıştır.
Gece erkenden yatağa gir.
Evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
Yarı aç, yarı tok üşümek :
dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
bu işte de çoğunluk bizde ...
, DÖRT HAPİSANEDEN
ilk Ba5ım: Mart 1966
İSTANBUL ·
İstanbul'da, Tevkifane avlusunda,
güneşli bir kış günü, yağmurdan sonra,
bulutlar, kırmızı kiremitler, duvarlar ve benim yüzüro
yerde, su birikintilerinde kımıldanırken,
ben, nefsimin ne kadar cesur; ne kadar alçak,
ne kadar kuvvetli, ne kadar zayıf şeyi varsa
hepsini taşıyarak :
dünyayı, memleketimi ve seni düşündüm o 00

1939 Şubat İstanbul Tevkifanesi

121
1

Sevgilim, .
başlar önde, gözler alabildiğine açık,
yanan şehirlerin kızıltısı,
çiğnenen ekinler .
ve bitmez tükenmez ayak sesleri :
gidiliyor.
Ve insanlar katiediliyor :
ağaçlardan ve danalardan
daha rahat
daha kolay
daha çok.

Sevgilim,
bu ayak sesleri, bu katliamda
hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu,
fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden
güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan
gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman ...

1 22
2

Fevkalade memnunum dünyaya geldiğime,


' toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum.
Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme rağmen
ve meçhulüm değilken güneşin yanında oyuncaklığı
dünya, inanılmayacak kadar büyüktür benim için.
Dünyayı . dolaşmak, ·

görmediğim balıkları, yemişleri, yıldızları görmek isterdim.


Halbuki ben
'

.
yalnız yazılarda ve resimlerde yaptım Avrupa yolculuğumu.
Mavi pulu Asya'da damgalanmış
bir tek mektup bile almadım.
Ben ve bizim mahalle bakkah
ikimiz de kuvvetle. meçhulüz Amerika'da.
Fakat ne zarar,
Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar
her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kerre bile selamiaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
kaniarına susamışım.
Benim kuvvetiiii :
bu büyük dünyada yalnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
açık ve endişesiz
girdim safıma.
Ve dışında bu safın
toprak ve sen
bana ka\i gelmiyorsunuz.
Halbuki sen barikulade güzelsin
toprak sıcak ve güzeldir.

1 23
3

Memleketimi sevıyorum :
Çınariarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım. ·

Hiçbir şey gidermez iç sıkıntıını


memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.

Memleketim :
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika hacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkırnın eseridir.

Memleketim.
Memleketim ne kadar geniş :
dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yayiasım yalnız tiirkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk işleyeniere gitmek için
Toroslardan bir kerre olsun geçernedim diye
utanıyoruın.

Memleketim :
develer, tren, Ford. arabaları ve hasta eşekler,
kavak
söğüt
ve kırmızı toprak.

1 24
Memleketim.
Çam ormanlannı, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven
alabalık
ve onun yarım kiloluğu
pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu'nun Abant gölünde yüzer.

Memleketim :
Ankara ovasında keçiler :
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, · ağır fındığı Giresun'un.
Al yanakları mis gibi kokan Amasya elması,
zeytin
ıncır
kavun
ve renk renk
salkım salkım üzümler
ve sonra karasahan
ve sonra kara sığır
ve sonra : ileri, güzel, ıyı
her şeyi
hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insaniarım
yarı aç, yarı tok
yarı esır...

1 25
ÖLÜME DAİR

Buyrun, oturun dostlar,


hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hi\creme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilaç şişesini
ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yiizünüzde yıldızların aydınlığı
başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hoş gelip sefalar getirdin�z.

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?


Osman oğlu Haşim.
Ne tuhaf şey,
hani siz ölmüştünüz �ardeşim.
İstanbul limanında
kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
kömür küfesiyle beraber
arnbarın dibine...

Şilebin vinci çikartmışu naşınızı


ve paydostan önce yıkamışu kıpkırmızı kanınız ·

simsiyah . başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi. ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz...

1 26
Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm,
merhaba.
Siz de ölmediniz miydi?
ÇocukJara sıtmayı ve açlığı bırakıp
çok sıcak bir yaz günü
yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemi�siniz?

Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemi!?
Gözümle gördüm
taburunuzun
toprağa indiğini.

. Hem galiba
tabut biraz kısaydi boyunuzdan. ·

Onu bırakın Ahmet Cemi!,


vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
o ilaç şişesidir
rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabiirnek için,
yapyalnız
dünyayı unutabiirnek için
ne kadar çok içerdiniz ...
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz...

1 27
Bir eski Acem şaırı :
«Ölüm adildir,. - diyor, -
«aynı haşmetle vurur şahı fakiri."

Haşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim, ·
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü? ...

Bir eski Acem şairi :


«Ölüm adildir,. - diyor.
Yakup, .
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi :
«Ölüm adil...,.
Şişeyi bırakın Ahmet Cemi!.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün adil olması için
hayatın adil olması lazım, diyorsunuz ...

Bir eski Acem şairi ...


Dostlar beni bırakıp,
dostlar, böyle hışımla
nereye gidiyorsunuz?

1 28
YiNE ÖLÜME DAiR

Zevcem,
ruhu revanım
Hatice Pirayende,
ölümü düşünüyorum,
demek ki arteryo skleroz
başlıyor bende...
Bir gün
kar yağarken,
yahut
bir gece,
yahut
bir öğle sıcağında,
hangimiz ilkönce,
nasıl
ve nerde öleceğiz?
Nasıl
ve ne olacak
ölenin son duyduğu ses,
son gördüğü renk,
kalanın ilk hareketi
ilk sözü
ilk yediği yemek?
Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.
Haber
çığlıklarla gelecek,
yahut da ima edecekler,
ve kalanı yalnız bırakıp
gidecekler...
Ve kalan
karışacak kalabalığa.

1 29
Yani efendim, hayat...
Ve bütün bu ihtimalat
1900 kaç senesının
kaçıncı ayı
kaçıncı günü
kaçıncı saatinde?

Zevcem,
ruhu• revanım
Hatice Pirayende,
ölümü düşünüyorum,
geçen ömrümüzü düşünüyorum.
Kederli
· rahat
ve hodbinim.
Hangimiz ilkönce
nasıl
ve nerde ölürsek ölelim,
seninle biz
birbirimizi
ve insanların en büyük davasını sevebildik
- dövüştük onun uğruna -,
«yaşadık>>
diyebiliriz.

1 30
ONUN DOGUŞU VE DEMİRHANE BACASI

Demirhane hacası ki
yağınurda ümitsiz ve müntekim
dururdu.
Ve rüzgar ki kendini
kaldırıp kaldırıp demirhane hacasma vururdu.
Ve siyah bir yelken gibi gecç rüzgardayken,
sahip değilken ağaçlar dallarına, kuşlar kanatlarına,
ve çekerken karanlıktan yıldırımları toprak,
insanlar ve aletler bırakıp kaldırımları
derin uykulardayken
bir zemin katında bir çocuk' ·doğdu.
Yıldızlar teker teker
deste deste yandılar.
Yıldızlar, onun çocuk gözleri gibi aydınlık
ferah veren
kerim olandılar •..

Demirhane hacası
ışıyıp gülümsedi,
dedi :

" - Zemin katında doğan bil ki o dur.


Rehber ve delil ki o dur.
Fikri derin, şefkati gani, gazabı yamandır,
aletsizlerin oğlu,
aletsizlere alet verecek olandır.
O, onların içinde, onların önünde 9,
matem gecesinde, kavga yerinde, bayram gününde o.
Ve o her yanından ana kocağı gibi
saracaktır onları.
Ona ram olacak dört kadim unsur :
ateş ve toprak, rüzgar ve yağmur.
Ve körler hikayesinin son babını
o, tekmil ettirecektir.
Yazacaktır insanoğlu öz kitabını
bilerek
isteyerek.»

Sustu demirhane bacası.


Söküyor şafak.

1 32
O VE AKSAKALLILAR

Yeşil selviler, beyaz mezar taşları ve elya:tma kitaplar vardı man­


zarada.
Gün akşama yakındı ve durgundu.

Bir yemiş sofrasının başında bağdaş kurmuş gibi


oturmuşlardı etrafına ibret aynasının.
Aksakalları bilgin, gözleri genç, elleri yorgundu,
ilhamlı, vahim ve dalgındılar.
O, birdenbire meclise geldi
dedi :
«- İbret ay;,_asından bakıp

çubuklarını yakıp
şerh ü izah edenler.
qeğişmekte olanı görüp
içine girip
değiştirmektir hüner.
Ve sanmayın ki değişen başı boş bir oktur,
kanunu ve nizarnı yoktur.
Ben, bilip bildiririm ki :
Rab ve kitap
ve saçı rüzgarda uçan «kahraman» değil,
(karanlık orman, tuzlanmamış deri,
hudaklı !ohut ve taş baltadan beri)
Onlar'dır büyük macerayı yapan.
Onlar ki toprakta karınca
suda balık
havada kuş kadar
çokturlar.
Korkak, cesur
cahil, hakim
ve çocukturlar.
Ve kahreden
yaratan ki Onlar'dır,
şarkılarımda yalnız Onlar'ın maceraları vardıç... »

1 33
KlYAMET SURELERİ

ALAMETLER SURESi

Yedi kat yerin altından uğultular geliyor.


Çok alametler belirdi, vakit tamamdır.
Haram sevaboldu, sevap haramdır.
Ak kurt, kara tahtayı daha bir yol ,kemir,
çekin ki körükleri
ateşe girdi demir.

Çok alametler belirdi, vakit tamamdır.


Duyuldu kim ölüm satılıp kar edile,
kendi kendilerin reddü inkar edile
· ve duyuldu kabuğuna tık ettiği civcivin.
Duyuldu uykusundan uyandığı
zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan 4evin.

Yedi kat yerin altından uğultular geliyor.


Medet yoktur, bakma geri.
Kantarina zapteylemez oldu beygiri.
Çıkmış üzengiden, ayağı yok mu?
Kan sızar, şak ofmuş, dudağı yok mu?
Gider, böyle gider, dahi gider
bu ateş yolların durağı yok mu?
Bu yol orda biten yoldur.
«Türabolmak ne müşküldür... »

Çekin ki körükleri
ocağa girdi demir.
Bir ateş külçesi düştü buzların ortasına.
Alametler belirdi, kıyamet alametleridir.
Haberdir, erişmekte kaynayan su galeyan noktasına.

134
2

TEBAHHUR SURESi

Pehlivanlar cümle libastan soyunmu§, üryan idiler,


herbiri a§ikar etmişti zamirin.
Gök kubbe sıcaktı ve kan kokuyordu,
encam
tavı gelmi§ demirin.

Vadenin irişip çattığını bildiler,


kavaklar titreşip yere eğildiler,
·
ve çınar ağaçları
gördüler haykıraraktan,
.kôklerinin yılan ölüleri gibi
koptuğunu topraktan.

Pehlivanlar cümle· libastan soyunmuş, üryan idiler.


Kızıl kanatlı ku§lar kayalarda
hazırdı atlamaya.
Vadenin irişip çattığını bildiler,
kabardı, köpüklendi dalgalar
başladılar çatlamaya.

Gök kubbe sıcaktı ve kan kokuyordu.


Ve ruzigar
yükseldi ağır ağır, çoğaldı gitgide
birikti, birikti ve anı-vahitte
«Ah edildi derinden
yer oynadı yerinden,,.
yıkıldı köprüler kemerlerinden,
yazılı ta§lar kapandı yüzükoyun.

Bu dem kıyamet demidir,


bu, buhara inkılabıdır kaynayan suyun ...

1 35
TÜRK KÖYLÜSÜ

Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir,
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad'dır,
Kerem'dir,
ve Keloğlan'dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser.
Kahbe felek ona eder oyunu.
Çar�ambayı sel alır,
bir yar sever
el alır,
kanadı . kırılır
çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu:
O, «Yunusu biçaredir,
ba�tan ayağa yaredir,»
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan dü�mesin önlerine
ve bir kerre vakterişip :
«-Gayrık, yeter !..»
demesinler.
Ve bir kerre dediler mi :
«İsrafil surunu· urur
mahlukat yerinden durur»,
toprağın nabzı başlar
onun nabızlarında atmağa.
Ne . kendi nefsini korur
ne düşmanı kayırır,
«Dağları yırtıp ayırır,
·
kayaları kesip yol eyler abıhayat akıtmağa.
.. »
ANKARA
BİR CEZAEViNDE, TECRiTIEKİ ADAMIN
MEKTUPLARI ·

Senin adını
kol saatımın kayışına tımağırola kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
( bizlere alatı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama ·

gökyüzünü başımın üstünde görmek


bana yasak...
Burası benden başka kaç insanın evidir?
B�lmiyorum.
Ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
Fakat çok can sıkıcı bulduğurndan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalamyor.
Ve tıpkı o eski
acıklı hikayelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük bumunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
Yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.

1 39
Belki bu halin
"
fizyolojik, psikolojik filan izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka ins·an sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır...

Saat beş, karıcığım.


Dışarda susuzluğu ·

acayip fısıhısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
·

Bugün de apansız gece olacaktır.


Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
Yine o malum · sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi gösterecegım
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinak makamından bir şarkı ağzıyla
yine billahi kahredecek dil-i naşadımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafaının içinde duymak...
2

Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.


Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire ...
Dışarda bahar · geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş ...
Güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür...
Ve gün ikincliye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı...
İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
Velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa babarda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit...

141
3

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve bc;n ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımildanmadan durdum.
Soiır� saygıyla ·toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
1 938

142
ÇANKIRI
ÇANKIRI HAPiSANESiNDEN MEKTUPLAR

Saat dört,
yoksun. .
Saat beş,
yok.
Altı, yedi,
ertesi . gün,
daha ertesi
ve belki
kim bilit...

Hapisane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde
on beş adım kadardı.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kırmızı ·ve kocaman
muşamba torban
- dizlerinde ...

Kelleci Memed'i hatırlıyor musun?


Sübyan koğuşundan.
Başı dört köşe,
hacakları kısa ve kalın
ve elleri ayaklarından büyük.
Kovanından bal çaldığı adamın
taşla ezmiş kafasını.
· «Hanım abla» derdi sana.
Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
tepemizde, yukarda,
güneşe yakın,
bir konserve kutusunun içinde ...

1 45
Bir Cumartesi gununu,
hapisane çeşmesiyle ısianan
bir ikindi vaktini hatırlıvor musun?
Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
aklında mı :
«Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
kim bilir nerde kalır ölümüz... ?»

O kadar resmini yaptım senin


bana birini bırakmadın;
Bende yalnız bir fotoğrafın var :
. bir başka bahçede
çok rahat
çok bahtiyar
yem verip tavuklara
gülüyorsun.

Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,


fakat . pek ala gülebildik
ve bahtiyar olmadık değil.
Nasıl haberler aldık
en güzel hürriyete dair,
nasıl dinledik ayak seslerini
yaklaşan müjdelerin,
ne güzel şeyler konuştuk
hapisane bahçesinde ...
2

Bir akşamüstü
oturup
hapisane kapısında
rubailer okuduk Gazall'den
«Gece :
büyük laciverdi . bahçe.
·Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.»

Bir gün eğer,


benden uzak,
karanlık bir yağmur gibi,
canını sıkarsa yaşamak
tekrar Gazali'yi oku.
Ve Pi:rayende'm benim,
ben eminim
sen sadece merhamet duyacaksın
ölümün karşısında onun
ümitsiz yalnızlığı
ve muhteşem korkusuna.

Bir akar su getirsin Gazali'yi sana :


«- Toprak bir kasedir
çömlekçinin rafında tacidar,
ve zafer yazıları
yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin... »

Birikip sıçramalar.
Soğuk
sıcak
serın.

1 47
Ve büyük laciverdi bahçede
başsız ve sonsuz
ve durup dinlenmeden
devranı rakkaselerin...

Bilmiyorum; neden
aklımda hep
ilkönce senden duyduğum
Çankınlı bir cümle var :
«Pamukladı mıydı kavaklar
kiraz gelir ardından.»
Kavaklar pamukluyor Gazali'de,
fakat
görmüyor, üstat,
kirazın geldiğini.
Ölüme ibadeti bundandır.

Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.


Akşam.
·

DıŞarda çocuklar bağrışıyorlar.


Çeşmeden akıyor su. .
Ve jandama karakolunun ışığında ·
akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
Açıldı demirlerin dışında
büyük, laciverdi bahçem:
A s l o 1 a n h a y a t t ı r ...

Beni unutma Hatçem ...


3

Bugün çarşamba :
biliyorsun -
..:.._
Çankın'nın pazarı.
Demir kapımızdan geçip
kamış sepetimizde biz.e kadar gelecek
yumurtası, bulguru,
yaldızlı, mor . patlıcanları...

Dün köylerden inenleri seyrettim :


yorgundular,
·

kurnaz
ve şüpheli,
ve kaşlarının altında keder.
Erkekler eşeklerde,
kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
Herhalde iki çarşambadır pazarda :
kırmızı başörtülü
«kibirsiz;. İstanbulluyu aramışlardır...

20.7.1940

149
4

Sıcaklar bildiğin gibi değil


ve ben ki yalı uşağıyım,
deniz ne kadar uzak...

İkiyle beş arası


cibinliğin altına uzanarak
ter içinde
kımıldanmadan
gözlerim açık
dinliyoruro sinekierin uğultusunu.
Biliyorum :
şimdi avluda
duvarlara çarpıyorlardır suyu,
kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
bir kezzap aydınlığı içindedir
simsiyah kiremitleriyle şehir...

Geceleri birdenbire rüzgar çıkıyor.


sonra kayboluyor birdenbire.
Ve karanlıkta canh bir mahluk gibi soluyup,
yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
Ve zaman zaman
ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
bir korku halinde tabiatı...

Bir zelzele olabilir.


Zaten üç günlük yere geldi,
salladı çapanoğlu Yozgad'ı.

ıso
Ve yertilerin kavliqce :
altı tekmil tuz madeni olduğundan
yıkılacak Çankırı şehri
kıyametten kırk gün önce.
Yatıp bir gece,
ba§ın b�r kalasla ezilmiş,
çıkmamak sabaha...
Ölümün bu kadar körü ve mendeburu:. ..
· Ben ya§amak istiyorum biraz daha,
daha bir hayli yaşamak.
Bunu birçok şey için · istiyorum, ,
t

birçok
çok mühim şeyler.

ti8.1940

ıs ı
5

Saat beşte akşam oluyor :


insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
Yağınur taşıdıklan belli;
Birçoğu
elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
Bizim odanın yüz mumluğu,
terzilerin gaz lambası yandı.
Terziler ıhlamur içiyorlar.. :
Kış geldi demektir,. .
Üşüyorum.
Fakat kederli değilim.
Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır :
kış günleri hapisanede,
sade hapisanede değil,
bu kocaman
bu ısınası .
bu ısınacak dünyada
üşüyüp
kederli olmamak. . .

26.10.1940

1 52
MERHABA ÇOCUKLAR

Nazım, ne mutlu sana


can ü gönülden,
ferah ve emin,
«Merhaba,» diyebildin.

Sene 940.
Aylardan temmuz.
Ayın ilk perşembesi günlerden.
Saat : 9.

Mektuplarımza böyle mufassal tarih atın.·

·Öyle bir dünyada yaşıyoruz


ki en kalın kitaptan çok yazısı var :
ayın, günün ve saaun.

Merhaba, çocuklar.

Bir geniş
bir büyük «Merhaba» demek,
sonra bitirmeden sözümü
yüzünüze bakıp gülerek
- kurnaz ve bahtiyar -
kırpmak gözümü...

Biz ne mükemmel dostlarız ki


kelimesiz ve yazısız
anlaşırız...

Merhaba, çocuklar,
Merhaba cümleten . . .

1 53
BİR KÜVET HiKAYESi

Süleyman'a kansı telefon etti :


- Konuşan ben,
ben, Fahire.
Tanımadın mı sesimden?
Demek çok bağırdım birdenbire.
Çığlık mı?
Belki ...
Hayır;
çocuklar hasta değil.
Dinle beni :
İşini bırak da gel,
çabuk ol ama. ·

Telefonda anlatamam,
olmaz.
Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
Saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
Sorma.
Dinle beni...
Hemen vapur bulamazsan
Üsküdar'a kayıkla geç.
Bir taksiye atla.
Paran yoksa
patrondan avans al.
Yolda hiçbir şey düşünme, ,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
Yalan kuvvetliye söylenir
, ben kuvvetsizim.
Alay . etme kuzum.
Evet kar yağacak;
evet '
hava güzel.
Koynuna girdiğim · adam gibi
·
.
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...

Geldi Süleyman,. ·

Fahire, kocaSı Süleym;m'a sordu :


- Doğru mu?
-. Evet.
· _. Te§ekkür ederim Süleyman.
Bak i§te rahatladım.
Bak i§te ağİarnıyorum artık.
·

Nerde buluşuyordunuz?
...:... Bi� otelde.
- Beyoğlu tarafında mı?
- Evet.
- Kaç defa?
- Ya üç, ya dört.
- Üç mü, dört mü?
-:- Bilmiyorum?
- Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
- Bilmiyorum.
- Demek ki bir otel odasında.
Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
Bir İngiliz romanında okudum,
bu i§lere yarayan otellerde
kırık .küvetler varmış.
Sizinkinde de var mıydı Süleyman ?
- Bilmiyorum.
- Hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
- Evet.
- Hiç hediye verdin �i?
- Hayır.

ı ss
- Çukulata, filan?
- Bir defa.
- Çok mu seviyordon?
- Sevmek mi?
Hayır...
- Başkalan da var mı Süleyman ?
- Yok.
- Olmadı mı?
- Hayır.
- Bunu sevdin demek...
Başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
Çok mu güzel yatıyordu?
- Hayır. ·

- Doğru söyle, bak ne kadar cesurum...


- Doğru söylüyorum ...
-'- Zaten gösterdiler bana.
İnek gibi kan.
Belimden kalın bacakları .. .
Fakat zevk meselesi bu .. .
Bir sual daha, Süleyman :
Niçin?
- Bilmiyorum...

Karanlıkta, pencerenin bizasında


karlı, ağır bir çam dalı.
Bir hayli zaman oldu
sofada asma · saat on ikiyi çalalı.

Süleyman'ın karısı Fahire


şunları anlattı kocasına ertesi gün :
- ... Dayanılmaz bir acı halindeydi
kendime karşı duyduğum merhamet,
ölmeye karar verdimdi, Süleyman...

ı56
Annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın öliisü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
Kolay mı?
Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?

Fakat bulmadınızsa eğer


karda ayak izlerimi
sade korktuğurndan değil.
Bekçi, merdiven, polisler,
dedikodu, kepazelik,
aldatılmış bir zevcenin intiharı :
komik.
Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
Kime? Herkese, sana mesela.
İnsan, ölmeye karar verirken bile
insanları düşünüyor...

Sen yatakta uyuyordun


yüzün rahat,
her zaman nasıl uyursan
· ondan evvel ve o varken.

Dışarda kar yağmaya başladı.


Bir tek geeelikle · çıkmak balkona :
Zatürree ertesi gün,
nümayişsiz ölüvermek.
Hayır,
hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.

Yaktım sobamızı.
İyice ısınmak lazım ilkönce.
Ciğer bir çay bardağı gibi çatlannış.

1 57
Pencereye, kara bakıyoruro :
«Eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev babarı 'arar » ...

Babam bu şiiri çok severdi.


Sen beğenmezsin.
«Sağdan sola, soldan sağa lerzam girizan. . •.

Lambayı söndürmeden halkona çıktım.


« ... gibi kar
düşer düşer ağlar .. •
.

Oturdum halkonda iskemleye. .


Havada çıt yok.
Karanlık bembeyaz.
Uykudayım sanki.
Sanki çok sevdiğim bir insan
korka,cak beni uyandırmaktan
yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
·

Üşümüyordum.
Kederim duruluyor
berraklaşıyor.
Odanın camlı kapisından halkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum :
Feneryolu'ndaki çınar
ı so yaşındaymış.
Ömrü bir gün süren böcekler.
Gün gelecek
insanlar · çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
İnsanın yüreği ve kafası var .. ;
İnsanın elleri...
İnsan?
Ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?

ı 5s
Onlann insanları,
bizim insanlarımız.
Ve her şeye rağmen ·

yeni bir dünya için yapılan kavga.


Sonra sen
· ben
bir kırık küvet .
ve benim
kendime karşı duyduğum merhamet...

Kar durdu.
Sökmek üzre şafak.
·

Utanarak
odaya döndüm.
O anda uyansaydın.
sarılıp boynuna...
Uyanmadın. ·
Evet,
�ok şüküı: nezle bile değilim.

Şimdi?
Zaman zaman hatıriayıp
· zaman zaman unutacağım.
· Yine yan yana yaşayacağız
beni . sevdiğine emin olarak.

Altı ay kadar · geçti aradan.


Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
'
Fahire birdenbire durdu
baktı muhabbetle kocasının gözlerine
ve suratma tükürür gibi bir tokat vurdu.

16.8.194.0

1 59
CEViZ AGACI İLE TOPAL YUNUS'UN HiKAYESi

Burda bir dostumuz var :


Çerkeş'in
Kavak köyünden.
·

Büyük kitaplar gibi .


içinde bir şeyler saklı.
Akıllı adamlara
ajaı-ıs haberlerine
ve bilmeceye meraklı.
Adı : Yunus . .
Ateşimizi yakıp
suyumuzu verıyor.
Ağaçlardan
ve günlerden konuşuyoruz.
Herhal ilerdedir
yaşanacak günlerin
en güzelleri.
Şimdilik
sohbetiriıizde kederi :
kesilip
satılmış .
bir ceviz ağacının...

Onu tanıyoruz :
avlunun içinde
kapının solundaydı.
Ve altı yaşında
dalından düştü Yunus,
topallığı ondandır.

Öküzler topalları sever,


çünkü topaUar ağır yürürler.
Öküzler topalları sever,
.ceviz ' ağaçları sevmez topalları :
çünkü topaHar sıçrayamazlar yemişlere,

ı 6o
çünkü üzerlerine çıkıp
silkeleyemezler dalları.
Ceviz ağaçları sevmez topalları. ..

Bir acayiptir muhabbet bahsi :


mutlaka kendini dereye atmaz
sevilmeyenlerin hepsi.
İnsanların hünerleri çoktur :
insanlar
sevilmeden de sevmesini bilirler...

Bir acayiptir muhabbet bahsi,


bir acayiptir
cevız ağacı ile
topal Yunus'un hikayesi...

..... Cevizlerini Eylülde döker,


yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Ve Çerkeş yolu üzerinden
sabah namazı ışıyıp geldiği zaman,
, kadınlardan önce uyanırdı dalları.
Altından geçerken düşünürdü �unus...
·

..... Düşünmek :
ne mukaddes bir iş
ne felaket
ne de bahtiyarlıktı,
ve ölüm :
mutlaka varılıp dönülmeyen,
fakat üzerinde düşünülmeyen
bir köydü Yunus ıçın ...

..... Cevizlerini . Eylülde döker,


yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Güneşte gölgesi hain olurdu,
rüzgarda konuşurdu kendi kendine,
dalları yukardan Yunus'a bakar...

ı6ı
..... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü,
dünyanın yuvarlak -olduğunu
ve güne�in etrafında döndüğünü
bilmiyordu Yunus.
Bunları' biz anlattık ona
ş�ıp kalmadı...

..... Cevizlerini Eylülde döker,


yapraklan yeşil dururdu Kasıma kadar.
Yüksekti, genişti alabildiğine.
Üç kişi el ele versen
kütüğünü çeviremezdin.
Gece altında oturdun muydu ·

yıldızları · göremezdin. ­
Her gece altında otururdu Yunus .. ,

..... Çinli müslümanlara,


burunları tek boynuzlu gergedanlara,
ve bir damla ·suda . bir milyon mikroba dair _

fikri yoktu Yunus'un.


Bunları bizden öğrendiği gün
hayret etmedi... .

..... Cevizlerini Eylülde döker,


yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Toprağın içinde gider kökleri,
karanlık bir sudur tepende akar.
Her akşam altından geçerdi Yunus ...

..... Bir gün ateşimizi yakıp


verirken suyumuzu :
«- Biz hiimetkarınız senin,

sen efendimizsinıo - dedik.


Şaşırıp kaldı Yunus...

..... Cevizlerini Eylülde döker,


yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.

ı62
Rüzgarda konuşurdu kendi kendine.
Yüksekti, genişti alabildiğine.
Gece altında oturdun muydu
yıldızları göremezdin.
Karanlık bir sudur tepende akar, ·

toprağın . içinde gider kökleri,


dalları, yukardan Yunus'a bakar...

«- Köy işi zordur katiyen


vücut ezilir bir defa.
Toprağa çömelip bak dört tarafa :
bela hangi inde pusmuş
·

bilinir mi?
Mümkünü yok vunilsun ... ».

Vurmuş bela, ciğerinden Yunus'u...

«- Biz hiç dünyada yaşamış değiliz.


Geldik
gidiyoruz öylesine...
Tevatür güzelmiş Istanbul şehri,
varıp görülmesi nasibolmadı.
Velakin niye tiftiği yok
altmış haneden otuzunun?.,.,..

Tiftiği yoktu Yunus'un ...

«- Anığın taş
dediğin kuşu vurmuyor;
Dünya trene bindi.
Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor. ·

Elimiz ayağımız : öküz.


Çok zor olur öküzü satmak,
yarı ölümdür yani.
Öküz gitti mi korkulursun... ,.

Satnlar öküzünü Yunus'un ...


«- Herhal yolların sonu göründü.
Bu olan işleri akıl almaz.
Toprak sabuna döndü
kayar insanın elinden.
Cümle mahlukatın mekanı vardır
kurdun mekanı olmaz.
Toprağın elinden kaydı mıydı
bir mekansız kurt olursun... »

Kaydı toprağı elinden Yunus'un...

Cevizlerini Eylülde döker,


yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar.
Güneşte gölgesi hain olurdu.
Yunus durmadan
Yunus kaybettikçe onu dü�ünür,
o, · bir �ey isteyip, bir şey sormadan
rüzgarda konuşurdu kendi kendine� ..

Çocuklara ana,
tohuma toprak
ve karı lazımdır . erkek kısmına...

Bir kız kaçırdı Yunus :


Çünkü düğün pahalı
kız kaçırmak ucuz ...

Fakirin karısı kavi olmaz ...

Ve bir gün
Çerkeş yolu üzerinden
sabah namazı ışıyıp geldiği zaman
giderlerdi.
Yunus'un arkasında yuvarlandı yere,
kırmızı pe�temalının içinde ölüverdi...
Topraksız, öküzsüz ve kadınsız,
kaldılar dünyada bir- başlarına
ceviz ağacı ile Yunus.
Yalnızlık koydukça koydu Yunus'a.
El toprağında ter döker oldu.
Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp
uyumaz beklerdi sabaha kadar.
Yalnızlık umrunda değil cevizin,
toprağın içinde gider' kökleri,
dalları yukardan Yunus'a bakar...

Cevizden konsol yaparlar,


topa! Yunus ne işe yarar?

Zemheriler geldi barınamazsın.


Cevizden konsol yaparlar.
Gayrı daha fazla sürünemezsin.
Sat Yunus cevizini...

Yün yorgan değil bu sarınamazsın.


Cevizden konsol yaparlar.
Bir cansız ağaçtır yarartamazsın.
Sat Yunus cevizini ...

Yarlılar varsıza dokur mu kilim,


vay cevizin hali, vay benim halim...

Mekansız kurda mekandı.


Cevizden konsol yaparlar.
Yarı ağaç, yari insandı.
Sat Yunus cevizini ...

Cenaze çırçıplak, kara. uzandı.


Cevizden konsol yaparlar.
Kesildi dalları, dallar budandı.
Sattı Yunus cevizini...

ı 65
VarWar varsıza dokur mu kilim,
vay cevizin hali, vay benim halim...

Sabahın sahibi vardır.


Gün daima bulutta kalmaz.
Herhal ilerdedir
yaşanacak günlerin
en güzelleri...
Şimdilik
sohbetimizde kederi :
kesilip
saulmış
bir ceviz ağacının ...

ı 66
ŞABAN OGLU SELİM İLE KİTABI

İSTANBUL'DA, BALIKPAZARI'NDA, BİR MEYHANEDE


BİR HAPiSANE MUKAYYİDİ

«- Yanarak, .
yanarak parmakları şerrarelerden
insan yüreklerine dokundu · bu elleri
yirmi beş senedir
yani bir rubu asır
hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun ...
İnsanoğlunun ömrü
belki lüzumundan fazla kısa
belki lüzumundan fazla uzun...
Bir tek daha içelim...
'Ağlamaktan,
ağlamaktan yine zehroldu şarabım bu gece . . '•
.

Kalktı . Bebek . tramvayı Eminönü'nden. .


Zifiri karanlık Balıkpazatı.
Meyhanenin camiarına yağmur yağıyor...

«- Ruhum,
'havada yaprağa döndürdü rfızigaaar beni .. .'
Muallim Naci merhum...
Bu hayı huy
bu hayı huy neden?
Ve insanlar neden dolayı
şu tabakta yatan uskumru gibi mahzun?
Kıyamet günü
bir suali var Ezraile
·

hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun ...


Bir tek ·daha içelim ...

ı ff7
Hiç adam asılırken gördünüz mü?
Yarın bir tane asacağız,
şafakla
şafakla beraber...
Abdülhamid
atardı Tıbbiye talebesini
Sarayburnu'ndan.
Akıntı götürmüş çuvalları
bulamadılar...
Çok adam
çok adam asıldı Hürriyette ...
Eskiden köprü başmda asarlardı,
bunu Sultanahmet'te ...
Yağmur dinmezse ıslanacak...
Bir tek daha içelim...
İstanbul şehrinin yoktur menendi.
·

'Adeı.nin
ademin canlar katar abuhavası canına .. .'
demiş,
demiş şair Nedim Efendi. . »
.

ı 68
II

ŞABAN OGLU SELİM

Beykoz'un cam fabrikası


moderen fabrikadır.
Pencere camlarını biraz dalgalı çıkarır,
biraz çareıksa da su bardakları,
kesme likö.r kadehleri harikadır...

Ustabaşı değildi Selim


büyük ustaların hünerini almıştı ama.
Onun elinden çıkan cama·
gözlerin kapalı ayna dökebilirsin.
Selim daima
büyük bir sırrı çözmek
bir şeyler anlamak ister gibi bakar adama.
inandıklarına katıksız inandı,
sevdiklerini hilesiz sevdi Selim.
Severdi pencere camlarını,
severdi lamba şişelerini,
karafakileri sever,
likör kadehlerine düşmandı ...

ı 69
III

KUZGUNCUK

Beykoz'da oturmalı
Beykoz'da çalışan adam.
Fakat Kuzguncuk şirin yerdir

·

ve gayet nefis . yapar gül reçelin


pai:ısıyoncu Madam
ve kızı Raşel...

Aynada bir k'}rtpostal :


bir manzara Nis şehrinden.
İskemle, karyola, konsoL
Denize nazırdı pencereleri...
Güneşte tavana suların ışıltısı vurur,
karanlık şilepler geçerdi geceleri
insanı olduğu yerde
eli böğründe bırakarak...

Selim'in odası havadardı.

Kırmızı yazmalar kururdu yandaki boş .arsada.


Sağda Cevdet Paşa yalısı.
Yalıda bir tavus kuşu
bir de Mebrure Hanım vardı.
Mebrure Hanım
tafta entariler giyerdi.
Çok ihtiyardı
ve mavi gözleri kördü.
Tentene işler,di Mebrure Hanım.
Uyanır bir beyaz güle · başlar,
uyurken dağıtırdı gühinü...
Merhum Cevdet Paşa yalısında
Mebrure Hanımı unutmuşlardı...

Beykoz'da oturmalı
Beykoz'da çalışan adam.
Fakat Kuzguncuk şirin yerdir.
Ve kırmızı yazmalar kuruyan boş arsadan
dünyayı zapta gidecek olan
pulsuz balıklar gibi çıplak çocukların
her akşam dinlerdi çığlıklarını Selim . . .

17 1
IV

KİTAP

«Kitap rüzgar olmalı, perdeyi kaldırmalıdır,


kitap, kanber tayı olmalı Şah İsmail'in
seni sırtına alıp
devierin üstüne saldırmalıdır.
Devler \ç.ale kapısında
devler yedi başlı ve simsiyah dur\lrlar...
Onları mutlaka yeneceksin.
Bir duvar yıkılacak
bir bahçeye ineceksin... »

Böyle bir kitap buldu Selim :


Kara kara yazılar
beyaz kaat üstünde.
Büyücek bir el kadar
kırk yapraklı bir kitap ...

1 72
V

SON VAPUR

Kalktı son vapur iskeleden. .


«64» numara, pul pul karışıp yıldızlara
boş ve yorgun akıyor suyun üstünde ...

Gece seslerle dolu.


Aynada : Raşel'in kolu
Selim'in . eli
ve son vapurun yolu ...

«- Selim, ateş gibi elin ... »

Eli beyazdı,
karanlık . gözleri
ve kı,rmızı saçları vardı Raşel'in ...

1 73
VI

YİRMİ BİRİNCİ YAPRAK

«Toprağın ismiyle başlarız söze.


Sen ki topraksın
seni sevmeyi bilmeli.
Sendedir ekinimizin tohumu
ve yapılarımızın temeli.
Demirimiz ve kömürümüz sendedir.
Sendedir rüzgarların gibi geçen ömrümüz,
sendedir...
Sen ki topraksın,
durup dinlenmeden değişirsin.
Sen su damlalarında halkeyledin bizi.
Biz seni değiştirip
değiştirmedeyiz kendi kendimizi . »
. .

Bu, yirmi birinci yapraktır.


Selim kapattı kitabı.
Hürriyetin ilk şarkısı anlamaktır.
Ve Selim,
ve Şaban oğlu Selim şarkı söylüyor...

1 74
VII

RAŞEL'İN RÜYASI

«- Hasan Ustayı çıkarmı§lar i§inden.


Çocukları var :
şu kadar, şu kadar...
Laz fırıncı dükkanını kapatriıış,
ve Doktor Moiz
dün vurdu kendini...
Seni dinledim dinleyeli, Selim,
. korkulu· rüyalar görüyorum :
Şişman adamlar, kolları alabildiğine uzun,
tırnaklarında kan
omuzlarında altın çuvalları
rap, rap, yürüyorlar...
Ne çok insan öldürüyorlar, Selim,
ne çok insan öldürüyorlar... »

«- Korkma günler bizimdir,


bizimdir, Ra§el'im .. ıo
.

1 75
VIII

KIRKINCI YAPRAK

«Gelirken dünyaya kanla, ateşle,


çağırdılar yedi kat yerin altından
mezarlarını kazacak olanları... »

Bu kırkıncı yapraktır.
Selim kapattı kitabı.
Anladığını aniatmayan alçaktır...
Ve Selim,
ve Şaban oğlu Selim ...
IX

İSTANBUL'DA, HAPİSANEDE HAPiSANE MUKAYYİDİ

«- Bugün bir hayli yolcu aldık.


Bu meyanda :
gümrük ihtilası, .
eroin şebekesi . ve Topkapı cinayeti
geldiler.
·

Mevcut : 727.
Kadınlar hariç.
Bugün . de geçirdik vakti keraheti...
Bir misafir daha var,
onu da kaydedelim :
·

1328,
1528 doğumlu
Şaban oğlu...
Mirim,
ben yazarken
sen pencereden bir nazar et :
böyle akşam ışiğında
durur
durur taştan değil .
renkli camlardan yapılmış gibi Sultanahmet •..

... 1328
1328 doğumlu
Şaban oğlu
Şaban oğlu Selim...
Ayaklarının üstüne basamıyor
ve sol gözü kan içinde ...
Esbabını bilirim...
Mirim,
bu hayı huy,

' 1 77
bu hayı huy neden bu beldede?
Ey Fuzuli nerdesin?
Nerdesin Galip Dede?'
Ey Nedim...
İstanbul şehrinin yoktur menendi .
. 'Ademiri
ademin canlar katar abuhavası canına .. .'
demiş,
demiş şair Nedim Efendi ... »
BURSA
LODOS

Başlangıç

Kim bilir kaç milyon ton ağırlığında


·

ummanda . çalkalanmakta su.


En yalnız dalganın üzerinde
boş bir konserve kutusu...

+ ı

Bir aydır ki hapisane geceleri böyledir :


kızgın dişi kediler
- apışlari ıslak
tüyleri diken diken
.enselerinde diş yerleri -
bazan kuş
bazan insan sesi çıkarıp
dolaşıyorlar
geb� kalana kadar.

Mevsim bahara yakın.


Hava lodos.
Nasıl şiddetli
·

nasıl sıcak esıyor...

Biz altı yüz adet


kadınsız erkeğiz.
·

Alınmış elimizden
doğurtınak imkanımız.
En müthiş kudretim yasak bana :
yeni bir hayat aşılamak,
bereketli bir rahimde yenmek ölümü,

ı8ı .
yaratmak seninle beraber :
sevgilim, yasak bana etine dokunmak senin...

Mevsim bah�a yakın.


Fırtına.
Lodos.
Nasıl şiddetli
nasıl sıcak esiyor...

Bir yerlerde bir cam kınldı yine


- bu gece bu üçüncüsü -.
Hangi boş koğuşun kapısı açık kalmış,
küüüt, küt,
'
nasıl çarpıyor.:.

+2

Tepedelen cephesinde bir ceset,


örtülüyor alnnda karlann,
ve başından uçan miğferi
yuvarlanıyoı; önünde rüzgann... .
_

182
+ 3

Fabrikanın avlusunda
elektrik ışığı,
ucunda ince bir telin .
salianıyor iki yana.
Bir kadın.
Boynu çıplak,
uzun saçlarıyla etekleri uçarak
atölyenin kapısında ...

Rüzgar vurdu putrellere�


Atölyenin saçağından
büyük bir buz parçası düştü yere...

+ 4

Ovaya dörtnala yaylılar iniyor :


çıngıraklar. harnutlannda beygirlerin.
Ve iki yanda çırpınan muşambalarıyla
koşuyorlar gece yarısı denize doğru...

. ..
+5

İnce uzun kılçıklardan ibaret kalan kavak ağaçları


aydınlıktılar
mehtabelmadığı halde.
Ve kalın
ve dallı hudaklı kestaneler kımıldanıyor
- iki yana salianıyor değil
ağır ağır yer değiştiriyorlar adeta -
gidiyQrdu göz alabildiğine
yıldıziann ışığında
yapraksız ahşap kalabalığı ...
Buna rağmen bu lodos,
bu uğultu.
Buna rağmen havada
dişi bir ten kokusu
ve y,üklü bir yumurtalığın sıcaklığı ...
Dağlarda kar çözülüyor.
Yürüyor usareler
yapraksız daliann ucuna doğru.
Gebe.
Gebelik.
Mevsim bahara yakın
ve doğumun
- korkunç
güzel
ve sıcaktır -
günü doldu dolacak...

23. 1 . 1941
BİR ACA YİP DUYGU

«Mürdüm eriği
çiçek açmıştır.
- ilkönce zerdali çiçek açar
mürdüm en sonra -

Sevgilim,
çimenin üzeriq.e
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
Hava lezzetli ve aydınlık
- fakat iyice ısınınadı daha ...:...
·

· çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık ...
Bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
Herhalde çoktan öldürülmüştük
sen Londra'da olsaydın
ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şiiebinde yahut...

Sevgilim,
ellerini koy dizlerine
- bilekierin kalın ve · beyaz -
sol avucunu çevir :
gün ışığı avucunun içindedir
kayısı gibi ...

Dünkü hava akınında ölenlerin


yüz kadarı beş yaşından aşağı,
yirmi dördü emzikte...

ı s5
Sevgilim,
nar tanesinin rengıne bayılırım
- nar tanesi, nur tanesi �
kavunda ıtrı severim�
mayhoşluğu erikte ......... ; ,.

......... yağmurlu bir gün


yemişlerden ve senden uzak
'- daha bir tek ağaç bahar. açmadı ·
kar yağması ihtimali bile var ­
Bursa cezaevinde
acayip bir duyguya kapılarak
ve kahredici bir . öfke içinde
inadıma yazıyorum bunları,
kendiıiıe ve sevgili insanlar�ma inat.
7.2.1941

ı 86
KEMAL TAHİR'E MEKTUP

« Malatya» diyorum,
senin çatık kaşlarından başka bir şey gelmiyor aklıma.
Bursa'da kaplıcalar
Amasya'da elma ·

Diyarbakır'da karpuz ve akrep.


·

fakat senin oranın,


Malatya'nın
nesi meşhurdur,
yemişlerinden ve böceklerinden hangisi,
suyu mu, havası mı?
Düşün ki hapisanesi hakkında bile fikrim yok.
Yalnız :
bir oda,
bir tek penceresi var :
çok yüksek olan tavana yakın.
Sen ordasın
dar ve uzun bir kavanozda
küçük bir balık gibi; ..
Teşbihim hoşuna gitmeyebilir.
Hele bu günlerde
kendini kafeste arslana benzetiyorsundur.
Haklısın Kemal Tahir,
emin ol ben de öyle,
muhakkak ki arslanız,
şaka etmiyorum
hatta daha dehşetli bir şey :
ınsanız...
Hem de hangi tarihte, hangi sınıftan,
·

malum ...
Lakin demir kafesle kavanoz bahsinde iş değişmiyor,
ikisi de bir,
hele bu günlerde...
-.Bunu içerde rahat ve masun
yatan bilir - . .,.
Hele bu günlerde,
Sarıyerli Emin Beyin fıkralarına gülmek,
sevgili kitapların ve domatesin lezzeti,
tahtakurularına rağmen uyku
- günde üç tatlı kaşığı Adonille de olsa -
ve Tahir'in oğlu Kemal
hatta mektup gelmesi senden
ve hatta ses duymak, dokunmak, görebilmek havanın ışığını,
karıma olan aşkımdan başka
nefsimin herhangi bir rahatlığını
affedemiyorum...
Fartı-hassasiyet?
Değil.
Döğüşememek,
bir ınavzer kurşunu kadar olsun
bilfiil
doğrudan doğruya...
Ancak kavgada vurolan acı duymaz
ve kavga edebilmek hürriyetidir
en mühimi hürriyetlerin.
İçeriın yanıyor, Kemal,
1

dışarım serin. ..

Anlıyorsun ya,
zaten ettiğim laf
bizim_ liiflarımızın herhangi biri :
çok konuşulmuş,
ve konuşulmakta olan ...
Şimdi kim bilir kaç yerde, kaç insan,
dizlerinde atıl ve çaresiz yatan ellerine küfredip acıyarak
bu lafları ediyor..

Anlıyorsun ya,
zarar yok,
ben aniatacağım yine !...
Elden i).içbir şey gdmediği zaman
konuşup anlatmanın alçak teseliisi?

ı88
Belki evet,
belki hayır...
Hayır öyle değil.
Hangi teselli bırak be dinini seversen bırak."..
Bu, düpedüz,
başın önde, olduğun yerde dolanarak
kükremek, böğürüp bağırmak, Kemal ...

1 94 1 , Sonbahar...

ı 89
ZAFERE DAİR

Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
. - halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı -
ölüyor insanlarımız
- ne kadar çok -
sanki şarkılar ve bayraktarla
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç
ve fütursuz...
Varılacak yere
kan içinde vanlacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi aifetmeyecek kadar
tımakla sökülüp
kopanlacaktır...

1941, Sonbahar...

191
YiRMiNCİ ASRA DAiR

- Uyumak §imdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...

- Hayır,
kendi asrun beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asnm sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asnm cesur,
büyük
ve kahraman.
Dünyaya erken gelmi§im diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövü_şmek yeni bir alem için...

- Yüz yıl sonra, sevgilim...

- Hayır, her §eye rağmen daha evvel.


Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem),
senin gözlerin gibi, Hatçem,
güneşli olacaktır...

12. 1 1 . 1941

192
FAKİR Bİ;R ŞİMAL . }\İLİSESİNDE
ŞEYTAN ILE RAHIB�N MACERASI

İlkönce yağmuda
sonra birdenbire açan güne§le başlamı§tı sabah.
Henüz ıslaktı asfaltın solundaki tarla.
Harp esirleri çoktan iş başındaydılar.
Topraktan nefret duyarak ·

- halbuki köylüydü birçoğu -


tıraşlı ye korkak
çapalıyorlardı patatesleri.
Suluboya, solgun resimleri hatırİatıyordu insana
köy kilisesinden gelen çan sesleri.

Pazardı.
Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardı
kadınların değil,
içlerinde büyük memeli kızlar,
ve sarı saçiarına ak düşmemiş anneler vardı.
Maviydi gözleri.
Ba§ları önde,
kalın, kırmızı ve harap parmaklarına bakıyorlardı.
Terliydiler.
Ha§lai:ımış lahanayla günlük kokuyordu.
Kürsüde muhterem peder
«beyannameyi>> okuyordu,
. - gözlerini gizleyerek -;- .
Renkliydi pencere camlarından biri.
Bu camdan içeri giren güneş
duruyordu genç bir kadının bembeyaz ensesinde
eski bir kan lekesi gibi.
Ve hiçbir zaman
doğurmamış olan

' 1 93
göğüssüz ve kalçasız bir Meryem'in kucağında bir çocuk :
başı öyle büyük
o kadar inceydi ki kıvrılmış hacakları
hazin· ve korkunçtu.
Önlerinde kandil yanıyordu
eski
sert
ve boyalı tahtayı aydınlatıp.,.

İki adam boyundaydı tahta heykel.


Şeytan saklanmıştı arkasına
- kaşları çekik, sakalı sivri,
Mefistofeles olması muhtemel, -
ve alim bir tebessümle
dinliyordu muhterem pederi.
•- Avrupa'nın . bekası,

(okuyordu beyannameyi muhterem peder)


· Avrupa'nın bekası için harbediyoruz.,.

Dinliyordu Şeytan
sivri sakalında keder
ve asi ve selim aklına
dayanılmaz bir ağrı vermekteydi yalan.

Okuyordu rahip :
«- Avrupa milletleri el ele verip
harbediyoruz,
ve mutlak iınha edeceğiz
medeniyet için tahripçi bir unsuru.»

Şeytan bir parça yana itti Meryem'in heykelini


ve havada sihirle efsun alametleri daireler çevirip
kaldırdı elini
rahibe doğru
- etsizdi, uzundu bu el,
hakikat gibi, kerriikfi ve kuru �.

194
Ve ne olduysa o anda oldu l§te.
Renkli camın altındaki kadın
çırılçıplak göründü kıpkırmızı güne§te.
Memeleri ağırdı
ve sarı ipek gibi parlıyordu karnının altında tüyler.
Dü§ürdü kaadı muhterem peder
ve Şeytan'ın iğvasıyla hakikati bağırdı :
«- Kar§ı koymak günü geldi en büyük tehlikeye.
Harbediyoruz,
fuh§un bekası için,
kerhane kapıları kapanmasın diye.
Ve sen orda, arkada
içinde beyaz entarisinin
bir erkek çocuğu gibi duran,
sen orospu olacaksın kızım.
Sana firengi ve belsoğukluğu verecekler
büyük §ehirlerimizden birinde.
Baban dönmeyecek.
Yatıyor §imdi yüzükoyun
çok uzak bir toprağın üzerinde.
Şimdi kan içindedir
edi, kalın kulaklar
ve ince kollarının dolandığı boyun.
Yattığı yerde yalnız değil.
Hareketsiz durap tanklarla, terk edilmi§ toplar sahada.•

Kendi sesinden ürkerek


sustu rahip.
Orda, arkada, beyazlı kız ağlıyordu.
Kadife cekedi bir erkek
- ihtiyar orman bekçisi civar çiftliğin �

bir §eyler söylemek istedi.


Sivri sakalım ka§ıdı Şeytan,
rahibe : «Devam et,» - dedi.
Ve muhterem peder
ba§ladı tekrar konu§maya :

1 95
«- Harbediyoruz :
pazar ve mal nizarnının bekası . için.
Kömür, lastik ve kereste,
ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti
satılmalıdır.
Patiska, benzin
Öuğday, patates, domuz eti
ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet
satılmalıdır.
Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun
ve ihtiyarlığın emniyeti
satılmalıdır.
Şan, şeref ve saadet,
ve
kuru kahve
topyekun pazar malı olup
tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır.
Harbediyoruz :_
harbi bitirdiğirniz zaman
aç, işsiz ve sakat
- harp madalyasıyla fakat :_
köprü altlarında yatılmalıdır. ..»

Yine sustu muhterem peder.


Şeytan emretti yine :
•- Naklet onun macerasını,
o ne idi, ne oldu, anlat... »

Ve anlattı rahip :
•- Onu hepiniz hatırlarsınız,
toprağın içindeki bir patates tohumu gibi
fakir,
çalışkan
ve neşesız geçti çocukluğu.
Sonra uyandı birdenbire
on yedi yaşına doğru.
Yine fakirdi, çalışkandı.
Fakat . aylarca gidip
bulutsuz bir denizde
altında sönük yelkenierin
sanki çok sıcak bir sabah ufukta apansızın
yeni bir dünya keşfeder gibi buldu neşeyi...
·

Mahallede sesi en güzel olan insandı


ve en güzel mandolin çalan.
Hatırlıyorsunuz değil mi
size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
ve mavi kurdelesini
mandolininin? ..
İçinizde kimin kalbini kırdı,
kime yalan söyledi,
sarhoş olduğu vaki midir,
ve kiminle dövüştü ?
Çocuklara saygısını
ve ihtiyarlara şefkatini inkar edebilir miyiz ?
'
Belki biraz · kalın kafalı
fakat kalbi bir balık yavrusu gibi . temiz
onu geçen sene harbe gönderdik.
Şimdi gerilerinde cephenin
işgal altındaki bir köyün ·odasındadır.
Baygın bir kadının ırzına geçmekle meşgul
. bir · tahta masanin üzerinde.
Beli çıplak
pantolonu dizlerinde
başında miğfer
ve ayaklarında kısa, kalın çizmeler.
Yerde iki çocuk ölüsü yatıyordu
direkte bağlı bir erkek.
Dışarda yağmur yağıyor
ve uzaktan uzağa motor sesleri.
Kadını masadan yere iterek
doğrulup çekti pantolonunu...
Halbuki hepiniz hatırlarsınız onu,

1 97
hatırlıyorsunuz değil mi
size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
ve mavi kurdelesini
mandolininin ?»

Yine birdenbire sustu muhterem peder.


(Susabilmek bir hünerdir
insanın ağzından çıkan sözler
kendine ait olmazsa.)
Fakat tahta Meryem'in arkasından
yine erneetti Şeytan :
-« Rahip, devam et,» - dedi.
Ve devam etti rahip :
. «- Harbediyoruz.

Çalıştırılan insan yığınları


birbirine devrederek zinciri,
karanlık ve ağır,
beton küiıklerin içinde. akmalıdır.
Ve sen kocakarı
- ön safta, solda, diz çöküp
yüzü eski bir kaat gibi buruşuk olan -
seni temin ederim ki
kili�e kapısında oynayan tonınun
- beş yaşında,
başı altın bir top gibi yuvarlak -
dedesi,
senin kocan,
babası,
senin oğlun
ve komşuların gibi
kömür ocaklarında çalışacak.
Hiçbir şeyi
ümit etmemeyı
öğrensin.
Bu maksatİa
uçuyor bombardıman birliklerimiz
tasavvur edilmeyecek kadar çok ölüm taşıyıp
iki gergin kanatla.
Ve mototlarına benzinle beraber
belki bir parça keder dolarak
(öldürenlerde tevehhüm edilen keder gibi bir §ey),
uçuyor av kuvvetleri himayesinde olarak
bombardıman birliklerimiz .
birbiri ardından giden dalgalar halinde ...
Harbediyoruz :
öldürdüklerimizin sayısı
- bizden ve onlardan
aralarında meme çocukları da var -
şimdilik
be§ altı milyon kadar.
Harbediyoruz :
kundak bezinin çe§idiyle belli olmalı herkesin yeri.
Harbediyoruz :
parlasın edebiyen çliye sabah güne§lerinde

hapisane demirleri... ,.

Hakikat çok taraflıdır.


Fakir bir
. Şimal kilisesinde
.-'- Şeytan'ın iğvasıyla da olsa -
fakir bir papaz
onu o kadar uzun anlatamaz.
İnzibat ku�ederi aldı haberi
- kadife cekedi orman bekçisinden -
gelip indirdiler kürsüden �uhterem pederi.
Ve asfalt yolun üzerinde
arasında silahlı iki adamın
giderken muhterem peder
Şeytan baktı arkasından :
çekik ka§larında ümit
ve sivri sakalıt:.ıda keder.

12.9. 1941

1 99
Not :

Alamanya yıkıldı.
Temerküz kampından kurtarıldı muhterem peder.
Ve yine Şeytan'ın iğvasına uymasaydı eğer
önemli Alaman demokratlarından biri olurdu bugün
Angio-sakson işgal bölgelerinden birinde.
Halbuki yine uydu Şeytan'a.
Ve yine bir pazar günü ve aynı kilisede yine
batılı müttefikleri meth ü sena edeyim derken
41 yılında söylediklerinden bazı fasılları tekrartadı aynen
bilhassa mal nizamma ait olanları .
Ve Katolik bir Amerikan subayının emriyle
(tevkif edilmediyse de bu sefer)
kovuldu kiliseden muhterem peder.
Yine · arkasından baktı Şeytan :
' çekik kaşlarında biraz daha çok ümit
sivri sakalında biraz daha az keder...

1946 Şubat 1 7
RUBAİLER
İlk Basım: Mart 1966

. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
Bir gerçek ilemdi gördüğün ey Celileddin, heyula filan �eğil,
uçsuz bucaksız ve yaranlmadı, ressamı illeti-fıla filan değil.
Ve senin kızgın etinden kalan rubailerin en muhteşemi :
«Suret hemi zıllest... filan diye başlayan değil...
»

Ruhum ne ondan önce vardı, ne ondan ayn bir sırrın kemilidir,


ruhum onun, o dışımdaki ilemin bende akseden hayilidir.
Ve aslından en uzak ve aslına en yakın hayal
bana işığı vuran yarimin cemalidir ...

205
3
Sevgilimin · hayali dile . geldi aynanın üzerinde :
«- O yok, ben vanm,,. - dedi bana güılün birinde.

Vurduni, düştü parçalandı atna, kayboldu hayal


ve lakin ço� şükür sevgitim duruyor yerli yerinde ...

Muşarnharun üstüne r resmini bir kerecik çizdim ama


günde biiı. kere resmin çıktı bende tepemden tımağıma,
fakat· ne ruhaf şey hayalin onda daha çok kalacak
beiıden uzun ömürlüdür muşamba ...

2o6
5

Sarılıp yatmiı.k mümkün değil bende senden kalan hayale.


Halbuki sen orda, �ehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum . edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve asi bir su gibi teslim olu�un ve beyıZlığın ki dokunamıyorum bile ...

6
Öptü beni : «- Bunlar, kainat gibi gerçek dudaklardır,• � dedi.
«Bu ınr · senin icadın değil, . saçiarımdan uçan bahardır,• - dedi.
«İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
..körler onları görmese de, yıldızlar vardır,• - dedi... • •

207
7

:Su bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece


pırıldamakta devamedecek ben basıp gidince de,
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece...

«- Paydos ... ,. - diyecek bize bir gün tabiat anamız, ­


«gülmek, ağlamak bitti çocuğum .....
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak :
• • görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat ...

2o8
9
Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha,
güzelim dünya elved�,
ve merhaba
kainat. . .

10

Balla dolu petek


yani gözlerin güneşle dolu ...
, Gözlerin, sevgilim, gözlerin toprak olacak yarın,
bal başka petekieri do!durmakta devamedecek ...

209
11

Ne nurdan
ne çamurdan,
sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki boncuk
yuğrumlarındaki farkla hepsi aynı hamurdan ...

12

Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız


hep hısım akrabayız.
Ve ey güneş gözlü sevgilim, «Cogito, ergo sum•1 değil
bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz ...

'Düşünüyorum, demek ki varım.

210
13

Aramıu;la sadece bir derece farkı var,


işte böyle · kanaryam,
sen kanadan olari, düşünemeyen kuşsun,
ben elleri olan, düşünebilen adam ...

211
İKİNCİ BÖLÜM
1

•- Şarapla dotdur tasını, tasın toprakla dolmadan,• - dedi Hayyam.


Baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam :
•- Ben, bu nimetleri yıldızlanndan çok olan dünyada açım,• - dedi,
•şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param... •

Ölümü, örnrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek


şarap içmek lite bahçesinde, ayın :ıltında...
Bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize :
bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...

2 15
3

Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan :


yakut şarabı billur kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan...
Perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı,
gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan ...

Geçmi§ günün hasretini çekmem


- 'yalnız bir yaz gecesi bir yana -
ve gözümün son mavi pınltısı bile
gelecek günün müjdesini verecek sana...

216
5

Ben, bir insan,


ben, Türk şairi komünist Nhım Hikmet ben,
tepeden nrnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve üm inen. ibiret ben ...

Ben, spiker, konuştum,


sesim bir tohum gibi ağır ve çıplak :
- Kalbimin saat ayarını veriyorum,
gonga tam şafak vakti vurulacak.

217
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İnsan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan ...

Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış gunu


sımsıkı etini dişiemek sıhhatli, beyaz bir elmanın.
Ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın
bahtiyarlığına benzer seni sevmek ...

221
3
'
Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
Kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...

Gün iyiden iyiye ışıdı artık,


tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaşn ortalık.
Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire :
aydınlık, alabildiğine aydınlık...

222
İÇİNDEKİLER

KUVAYİ MiLLiYE 7
Başlangıç-Onlar 9
Birinci Bap 13
İkinci Bap 21
Üçüncü Bap 35
Dördüncü Bap 45
Beşinci B ap 51
Altıncı Bap 57
Yedinci Bap 69
Sekizinci Bap 79 .

SAAT 21-22 ŞİİRLERİ 93


[Ne güzel şey hatırlamak seni] 95
20 Eylül 1945 97
21 Eylül 1945 98
22 Eylül 1945 98
23 Eylül 1945 99
24 Eylül 1945 100
25 Eylül 1945 100
26 Eylül 1945 101 .
30 Eylül 1945 101
1 Ekim 1945 102
2 Ekim 1945 102
5 Ekim 1945 103
6 Ekim 1945 103
7 Ekim 1945 104
8 Ekim 1945 105
9 Ekim 1945 106
10 Ekim 1945 107
18 Ekim 1945 107
27 Ekim 1945 108
28 Ekim 1945 108
223
5 Kasım 1945 109
8 Kasım 1 945 109
12 Kasım 1945 110
13 Kasım 1945 lll
20 Kasim 1945 112
1945 Yılı Aralık Ayının Dördü 1 12
5 Aralık 1945 113
6 Aralık 1945 1 13
7 Aralık 1945 1 14
12 Aralık 1945 115
13 Aralık 1945 116
14 Aralık 1945 116

. DÖRT HAPİSANEDEN 117


İstanbul 119
[İstanbul'da, Tevkifane avlusunda] 121
[Sevgilim] 122
[Fevkalade memnunuro dünyaya geldiğime] 123
[Memleketimi seviyorum] 124
Ölüme Dair 126
Yine Ölüme Dair 129
Onun Doğuşu ve Demirhane Bacası 131
O ve Aksakallılar 133
Kıyamet Sureleri 134
1 . Alametler Suresi 134
2. Tebahhur Suresi 135
Türk Köylüsü 136
Ankara 137
Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektuplan 139
[ 1. Senin adını] 139
[2. Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar] 141
f3. Bugün pazar] 142
Çankın - 143
Çankırı Hapisanesinden Mektuplar 145
[1. Saat dört] 145
[2. Bir akşamüstü] 147
[3. Bugün çarşamba] 149
[4. Sıcaklar bildiğin gibi değil] 1 50
[5. Saat beşte akşam oluyor] 1 52
224
Merhaba Çocuklar 1 53
Bir Küvet Hikayesi 1 54
Ceviz Ağacı ile Topal Yunus'un Hikayesi 160
Şaban Oğlu Selim ile Kitabı 167
Bursa 179
Lodos . 181
Bir Acayip Duygu 185
Kemal Tahir'e Mektup � 87
Zafere Dair 190
Yirminci Asra Dair 192
Fakir Bir Şimal Kilisesinde 193

RUBAİLER 201
Birinci Bölüm 203
ı. 205
2. 205
3. 206
4. 206
5. 207
6; 207
7. 208
8. ' 208
9. 209
10. 209
11. 210
12. 210-
13. 21 1
İkinci Bölüm 213
ı. 215
2. 215
3. 216
4. 216
5. . 217
6. 217
Üçüncü Bölüm 219
ı. 221
2. 221
3. 222
4. 222
Yayımlayan: Anadolu Yaymalık A.Ş.
Kapak Baskı: Ana BilllDl Suayi A.Ş.
İç Baskı: Şe6k Matbaasa
Nazım Hikmet'in çok güç
koşullarda korunmuş, elden
f.il�� ele geçmiş, bazıları sağlığında
basılamamış, bazıları özen
gösterilmeden basılmış olan
yapıtları, bu işe gönül ver­
mış eleştırmenlerin çabalarıyla , içerde ve dışarda,
yıllardır derlenip topadanmaya çalışılmış, ama çeşitli
nedenlerden kaynaklanan yanlışların, karışıklıkların,
tutarsızlıklarıo bir türlü önü alınamamıştır.
Şimdi Adam Yayınları size Nazım Hikmet'in yepyeni
bir toplu yapıtlar derlemesini sunuyor.
Bu yolda daha önce yapılan bütün olumlu çalışmalar,
Nazım Hikmet'in kitaplarının ilk basımları, arkasında
bıraktığı müsveddeler - mekanik yaklaşırnlara düş­
meden, durumlara, türlere göre ayrı değerlendirmelere
gidilerek - büyük bir özen ve duyarlıkla yeniden
gözden geçirilmiş, konunun uzmanı eleştirmenlerin
özverili katkıları ve ortak çabalarıyla, sanatçının özel­
likleri, kendine özgü kullanımları gölgelenmeden,
yanlışların düzeltilmesi, karışıklıkların, tutarsızlıklarıo
giderilmesi sağlanmıştır.

adam 336 ISBN 975-41 8-01 9-9

You might also like