0% found this document useful (0 votes)
353 views85 pages

Paul Strathern - 90 Dakikada Descartes PDF

Copyright
© © All Rights Reserved
We take content rights seriously. If you suspect this is your content, claim it here.
Available Formats
Download as PDF, TXT or read online on Scribd
0% found this document useful (0 votes)
353 views85 pages

Paul Strathern - 90 Dakikada Descartes PDF

Copyright
© © All Rights Reserved
We take content rights seriously. If you suspect this is your content, claim it here.
Available Formats
Download as PDF, TXT or read online on Scribd
You are on page 1/ 85

Descartes tarihçesi

1596 Rene Descartes 31 Martta doğdu.

1606 La Fleche'de Cizvit Kolejine başlar.

1614-1616 Poitiers'de hukuk derecesi için


çalışır.

1618 Hollanda'da Orange Prensi'nin


ordusuna yazılır; fizikçi Beckman
ile tanışır.

1619-1628 "Dünya kitabını çalışarak" Avrupa


boyunca gezer.

1619 Onu hayatını düşünceye


adamasına ikna eden rüyalar
görür.

1620 Bavyera'da bir soba içinde evrensel


yöntemini tasarlar.

1622-1624 Paris'e taşınır; Avrupa'nın birçok


büyük beyni ile bağlantı halinde
olan Peder Mersenne ile karşılaşır.

1628 Hollanda'ya taşınır.


Descartes ve Çağdaşları

1598 Nantes Bildirisi, Huguenotlara (Fransız Protestanları)


fikir özgürlüğü verir.

1599 Vel�squez'in doğumu.

1600 Avrupa'nın nüfusu geçen 150 yılda iki katına çıkarak


100 milyona ulaşır.

1600'ler Fransızlar Kanada'ya yerleşmeye başlar.

1605 Francis Bacon, Aristotalyanizm yerine bilimsel yöntemi


öneren, Ögrenmenin İlerlemesini yayınlar.

1607 Amerika'da Jamestown kurulur.

1609 Amsterdam Bankası'nın kuruluşu özel bankacı ailelerin


tekelini kırar.

1616 Cervantes ve Shakespeare'in ölümü.

1618 Bütün Avrupa'ya yayılan Otuz Yıl Savaşları'nın


başlangıcı.

1620 Göçmen İngilizler Cape Cod'a varır.

1621 Birleşmiş Hollanda Vilayetleri, İspanya ile savaşa girer.

1624 Fransız Parlamentosu ölümün acıları hakkında


Aristotales'e saldırıyı yasaklayan bir kanunu kabul
eder.

1628 Harvey kan dolaşımını tanımlayan eserini yayınlar.


Descartes ve Çağ"claışları

1629 Fransa'da dini savaışlann ardından barış.

1639 Racine'in doğumu.

1642 Galileo'nun ölümü; Newton'ın doğumu.

1646 Leibniz'in doğumu.

1648 Avrupa'nın büyük bölümünü (özellikle Almanya'yı)


yıkıntı içinde bırakan Otuz Yıl Savaşları'nın sonu.

1649 İngilterc'de devrim I. Charles'ı tahttan indirir.


Descartes tarihçesi

1633 Dünya'yı yazar, ama kilisenin


Galileo'yu mahkum etmesinin
ardından yayınlanmasını önler.

1635 Descartes'm kızı Francine'in


doğumu.

1637 Yöntem Üstüne Konuşma'yı


yayınlar.

1640 Kızının ölümü derin bir acıya


sebep olur.

1641 Ünlü "Cogito, ergo sum"


(Düşünüyorum, öyleyse varım)
sözünü de içeren İlk Felsefe üstüne
Meditasyonlar'ı yayınlar.

1648 Paris'te dostu Peder Mersenne'in


ölümü.

1649 İsveç'e, Kraliçe Christina'nın


sarayına gider.

1650 Stockholm'de 11 Şubatta ölür.


90 Dakikada Descartes
Yeni Seri: 67
90 Dakikada Filozoflar: 9

İngilizce'den Çeviren: Murat Lu

Tanıtım amaçlı kısa alıntılar dışında yayıncının


yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

© Gendaş AŞ.

Birinci Basım
Şubat 1998

İkinci Basım
Kasım 1999

ISBN 975-7809-79-9

Baskı ve Cilt
Kaya Matbacılık

GendaşA.Ş.
Çatalçeşme Sk. No: 19 Cağaloğlu-İstanbul
Tel-Fax: (0212) 520 82 12 - 527 10 20
Önsöz

On altıncı yüzyılın sonunda felsefe dur­


muştu. Onu tekrar başlatan Descartes ol­
muştur.
Felsefe ilk olarak İ. Ö. altıncı yüzyılda
Antik Yunan'da başladı. İki yüzyıl sonra,
Sokrates, Platon, ve Aristotales ile de bir
altın çağa girdi. Ardından, neredeyse iki
bin yıl boyunca, hiçbir şey olmadı.
Bununla beraber bu dönem boyunca
birçok seçkin filozof ortaya çıktı. Üçüncü
yüzyılda İskenderiyeli Plotinus; Pla­
ton'nun felsefesini geliştirip, bu süreç
içinde neoplatonizm'i yarattı. Ardından
Hippo'lu St. Augustine neoplatonizm'i Hı­
ristiyan teolojisine uyabileceği şekilde ge­
liştirdi. İslam akademisyeni Ebu Velid
Muhammed bin Ahmed İbni Rüşd, Aris-
to'nun felsefesinden bazı bölümleri geliş­
tirdi ve bunu takiben T homas Aquinas
�unları Hıristiyan teolojisince kabul edi­
lebilir hale getirdi. Birbirinden farklı bu
dört kişiliğin her biri; felsefenin gidişatını
ilerletmiş, ama biri bile tamamen kendisi­
ne ait yeni bir felsefe üretmemiştir. Çalış­
maları, Platon ve Aristotales'in felsefeleri­
nin önemli karşılaştırmaları, yorumları
özenle işlenmeleridir. Bu yönden bu iki
pagan filozof (ve onların pagan felsefeleri)
Hıristiyan kilisesinin sütunları haline
gelmiştir. Bu entelektüel el çabukluğu nu­
marası, skolastisizm'in (ortaçağda felsefi
etkinliğe verilen isim) ana temeli oldu.
Skolastisizm kilisenin felsefesiydi ve oriji­
nalliği olmaması ile gurur duyardı. Yeni
felsefi fikirler sadece sapkınlık, Engizis­
yon ve kazığa bağlanıp yakılmakla sonuç­
lanırdı. Zamanla Aristotales ve Platon'un
fikirleri yavaş yavaş dini olarak, doğru
Hıristiyan yorum katmanlarının altına
gömüldü, ve felsefe kurudu.
On beşinci yüzyılın ortalarında ente­
lektüel çabanın bütün alanlarında bu can
çekişmekte olan seviyeye gelinmişti. Or­
taçağ dünyasında kilise hüküm sürüyor­
du. Ama daha şimdiden entelektüel kesin­
liğin bu büyük yapısı içinde ilk çatlaklar
görülmeye başmamıştı bile. İronik bir bi­
çimde bu çatlakların ana kaynağı Platon
ve Aristotales'i ortaya çıkaran klasik dün­
yaydı. Karanlık çağlarda kaybolan ya da
unutulan birçok öğreti günışığına çıkarak
Rönesans ya da insan bilgisinin yeniden
doğuşunu esinliyordu.
Rönesans yeni bir insani bakış açısını
beraberinde getirdi. Bunu, kilisenin ege­
menliğine son veren Reformasyon ya da
yeniden yapılanma izledi. Yine de, bu ge­
lişmelerin Avrupa'yı yeniden şekillendir­
mesinin üzerinden yüzyıldan fazla geçmiş
olmasına rağmen felsefe Skolastisizm ba­
taklığına saplı kaldı. Bu ancak yeni döne­
me uygun bir felsefe geliştiren Descar­
tes'ın gelişiyle bir son buldu. Bu felsefe,
çok kısa bir sürede bütün Avrupa'yı sardı
ve olabilecek en büyük nişaneyi alarak
kurucusunun ismiyle anılmaya başladı:
Kartezyanizm.
Descartes'in Hayatı ve Eserleri

Descartes hayatı boyunca bir parça ol­


sun yararlı bir iş yapmadı. Değişik za­
manlarda kendisini bir asker, matematik­
çi, düşünür ve beyefendi olarak tanımladı.
Sonuncusu, toplumsal konumunu olduğu
kadar hayata yaklaşımını da tanımlama­
ya en çok yaklaşan sıfattır. Gençliğinde
eğilimi olan keyfi bir rahatlık içerisine ku­
rulmuş hayatı kısa bir süre sonra rutin­
leşti. Özel geliriyle yaşadı, öğleyin uyandı,
ve canı istedikçe yolculuğa çıktı. Hayatı
böyleydi- sıkıntı yok, kadın yok, büyük
toplumsal başarılar (ya da başarısızlıklar)
yok. Buna rağmen Descartes, Aristota­
les'in ölümünü izleyen on beş yüzyıl için­
de ortaya çıkan, tartışmasız, en kendine
has filozoftu.

i�..,.. 7
Descartes sahneye çıktığında Röne­
sans hayata yeni bir insani bakış açısı ge­
tirmiş ve Reformasyon da Katolik kilisesi­
nin egemenliğine son vermişti. Yine de ye­
niçağın felsefesini başlatmak Descartes'a
kalmıştı. Bu noktadan itibaren, bireyin
önceliği ve insan bilincinin analizi felsefe­
nin temeli oldular. Bu bakış açısı yerini
yakın zamanda sözlüğün önceliği ve onun
içindekilerin analizini alana kadar sürdü.
Rene Descartes 31 Mart 1596'da
Fransa'da Tours'un otuz mil güneyinde
Creuse vadisindeki küçük bir şehir olan
La Haye'de doğdu. Bu nokta artık Descar­
tes diye isimlendirildi ve eğer giderseniz
hala Descartes'ın doğduğu evi ve vaftiz
edildiği on ikinci yüzyıldan kalma St. Ge­
orges Kilisesi'ni görebilirsiniz.
Rene ailenin dördüncü çocuğuydu ve
annesi ertesi yıl doğum sırasında ölecekti.
Babası Joachim, Brittany Yüksek Mahke-
mesi'nde hakimdi. Brittany 140 mil uzak­
taki Rennes'deydi ve bu da Joachim'in yı­
lın yarısından daha az bir süre evde oldu­
ğu anlamına geliyordu. Kısa süre sonra
tekrar evlendi ve Rene büyükannesinin
evinde büyüdü. Burada en çok bağlandığı,
kendisine en çok sevgi duyduğu dadısıydı.
Ölene kadar ona maaş ödemeye devam et­
ti.
Descartes hastalıklı yapısının da zor­
lamasıyla yalnız bir çocukluk geçirdi ve
çabucak, eşlik eden olmadan yaşamayı öğ­
rendi. İlk yıllarından itibaren haleti
rühiyesini bilen ve temkinli bir çocuk ola­
rak bilinirdi: Solgun yüzü, gür kıvırcık si­
yah saçları ve gölgeli büyük gözleriyle, si­
yah paltosu, dizlerinden büzgülü pantolo­
nu içinde, başında geniş siperlikli şapka­
sı, boynunda uzun yün atkısıyla meyve
bahçesinde gezinen bir çocuk.
On yaşındayken yatılı olarak yakın

a
�..1
zamanda La Flech'da açılan Cizvit Kole­
ji'ne yollandı. Okul, yöredeki beylerin da­
ha önceleri silah veya şahinle avlanmak
ve üstünkörü ev dersleriyle yetiştirilen ço­
cuklarının eğitilmesi amacıyla açılmıştı.
Kolejin rektörü, Descartes ailesinin dostu
olduğu için, narin ve genç Rene'ye ken­
dine bir oda ve istediği zaman kalkma iz­
ni verdi. Bu ayrıcalığın tanındığı birçok
kişide olduğu gibi bu, hayatının geri kala­
nında da sıkıca uyduğu bir huyu olarak,
Descartes'ın öğlen sularında kalktığı an­
lamına geliyordu. Skolastisizmin karma­
şası konusunda tecrübeli, huysuz ve kibir­
li Cizvitlerin bakışları altında diğer öğ­
rencilerin gözleri korkutulurken, zeki ve
genç Descartes, öğlen yemeği zamanı uya­
nıp, öğleden sonra zamanını at binme,
eskrim ve flüt dersleriyle geçirerek ögren­
diklerini daha rahat bir hava içinde özüm­
seme şansına sahipti. Ayrılma vakti geldi-
ğinde, Descartes'ın herkesten daha çok
şey öğrendiği açıktı, ve görünüşe göre sağ­
lığı (dikkat çekici derecede sağlıklı hayatı
boyunca süren hastalık hastalığı dışında)
tamamen yerine gelmişti.
Bütün ödüllerini iyi taşımakla birlik­
te, Descartes hayatı boyunca eğitimi hak­
kında karışık duygular barındırdı. Öğren­
diklerinin çoğu saçma geliyordu: Yüzyılla­
rın yorumlarıyla kabuk bağlamış metin­
lerden Aristotales'i; her şey için bir cevabı
olan, ama hiçbir şeyi cevaplayamayan
Aquinas'ın boğucu teolojisini; bir metafi­
zik bataklığını çalıştı. Matematik dışında
öğrendiği hiçbir şeyin kesinliği yokmuş gi­
bi geliyordu. Ve evin, ailenin kesinliğin­
den ve anlamlı toplumsal ilişkilerden yok­
sun bir hayat içinde Descartes, kendisini
evinde hissettiği tek alan içinde kesinlik
açlığı çekiyordu: O da akıl. Okuldan hayal
kırıklığı içinde ayrıldı. Kendisinden önce

11
Sokrates'de olduğu gibi o da hiçbir şey bil­
mediğine inanıyordu. Matematik bile an­
cak kişisel olmayan kesinlikler sağlama
yetisine sahipti. Bildiği diğer biricik ke­
sinlik ise Tanrı'ydı.
Descartes on sekiz yaşında La Flec­
he'ten ayrıldığında, babası onu Poitiers
Univesitesi'ne hukuk eğitimi almaya yol­
ladı. Joachim Descartes, Rene'nin, ağabe­
yi gibi hukukla ilgili bir meslekte saygın
bir konuma gelmesini istiyordu. O günler­
de bu tür konumlar, neredeyse bugünkü
ortalamaya yakın sayıda gülünç ve yeter­
siz yargıcın yetişmesini sağlayan bir sis­
tem olan, nepotizm ile dolduruluyordu.
Ama hukuk çalışarak iki yıl geçiren Des­
cartes, bundan bıktığına karar verdi. Bu
döneme dek köyde annesinden miras ka­
lan birkaç küçük mülkün sahibi olmuştu.
Bunlardan istediği gibi yaşamasına yete­
cek kadar mütevazi bir gelir elde ediyor-

2
du. Böylece "düşüncelerinin peşıne düş­
mek" için Paris'e gitmeye karar verdi. Ha­
kim Joachim hiç memnun olmamıştı-Des­
cartesların, vakitlerini düşünerek harca­
maları düşünülemezdi. Ama yapabileceği
bir şey yoktu: Oğlu artık özgür bir adam­
dı.
İki yıl sonra Paris'teki zengin bekar
hayatından sıkıldı. Kendisini geniş bir
yelpazedeki çalışmalarına adaması ve bir­
kaç oldukça keyfe keder metin yazmış ol­
masına rağmen, başkentin dayanılmaz
derecede usandırıcı bulduğu toplumsal
yaşamına her geçen gün daha fazla karış­
maya başlamıştı. Faubourg St. Germa­
in'de kimsenin ziyaret etmediği bir adrese
taşındı ve huzur içinde düşüncelerinin pe­
şine düşerken inzivaya çekildi.
Bu Descartes'ın hayatının geri kalanı
boyunca seçeceği hayat tarzı olacaktı. Bu­
na rağmen yerleştikten birkaç ay sonra

1
aniden deliğinden çıktı. Çok iyi dengelen­
miş iki saplantı tarafından itiliyormuş gi­
bi görünüyor: Yalnızlık ve yolculuk. Ken­
disini tanıdıklarına hiçbir zaman yakın
hissetmediği için, onlarla yaşama isteği
de olmadı. Ve hiçbir zaman gerçek bir evi
olmadığı için de kendisine ait bir ev kur­
ma isteği duymadı. Sonsuza dek huzursuz
ve yalnızdı.
Bu Descartes'ın bir sonraki hareketi­
nin iyice beklenmedik bir şekilde olması­
na yol açıyor: Orduya yazılmaya karar
verdi. 16 18'de Hollanda'ya gitti ve Orange
Prensi'nin ordusuna maaş almayan bir
subay olarak katıldı. Prensin Protestan
ordusu eski kolonilerini geri almak iste­
yen Katolik İspanyollara karşı, Birleşmiş
Hollanda Vilayetlerini savunmaya hazır­
lanıyordu. Hollandalıların okulda biraz
binicilik ve eskrim yaptığını iddia eden
askeri deneyimi olmayan bu soğuk, Kato-

14
lik beyefendi ile ne yaptıklarını kestirmek
oldukça güç. Bu dönemde Descartes tek
kelime Dutch (Hollanda dili) konuşmuyor
ve öğleyin kalkma huyunu azimle devam
ettiriyordu. Belki de çadırında müzik üze­
rine bir metin ya da benzer bir şeyle uğra­
şarak otururken onu fark etmemişlerdi.
(Bu günlerde olsa casus olmakla suçlanır­
dı herhal; ama o günlerde ordular casusla­
rı doğru değerlendirmiş ve milliyeti, bağlı­
lığı, veya askeri rutine katılma konusun­
daki isteğine bile bakmadan; her gönüllü­
yü kabul etme eğilimindeymişler gibi gö­
rünüyor.)
Biliyoruz ki Descartes ordu hayatın­
dan sıkıldığını fark etmişti; onun görüşü­
ne göre orduda "çok fazla aylaklık ve sefa­
hat" vardı. Bu, ondan bile geç kalkan su­
baylar olduğu anlamına mı geliyor?!
Bir öğleden sonra Breda sokaklarında
gezinirken, Descartes bir ilanın duvara
asılıyor olduğunu fark etti. Dönemin tar­
zında, çözülmemiş bir matematik proble­
mini özetliyor ve gelen herkese çözmeleri
için meydan okuyordu. Descartes açıkla­
maları pek anlamadı (sonuçta Dutch di­
linde yazılmışlardı). Yanında dikilen Hol­
landalı beyefendiye dönüp lütfen tercüme
edip edemeyeceğini sordu. Hollandalı bu
cahil genç Fransız subayından pek etki­
lenmemişti. Fransız subayına, sadece
on un bu problemi çözmeyi denemeye ve
çözümünü kendisine getirmeye istekli
olması halinde tercüme edeceğini söyledi.
Ertesi gün öğleden sonra Fransız subayı
Hollandalının evine gitti. Hollandalı şaşı­
rarak fark etti ki, Fransız problemi çöz­
mekle kalmamış hem de bu işi az bulunur
zekice bir yöntemle yapmıştı.
Descartes'ın ilk biyografi yazarı Bail­
let'ye göre, Descartes Hollandalı ünlü filo­
zof ve matematikçi Isaac Beckman ile böy-
le karşılaştı. Sonraki yirmi yıl boyunca
(anlaşamadıkları zamanki birkaç kısa ke­
silme dışında) sık sık mektuplaşan iki ya­
kın arkadaş olarak kalacaklardı. "Siz beni
uyandırana dek uykudaydım," diye yaza­
caktı Descartes Beckman'a. Descartes'ın
La Fleche'den ayrıldığından beri uykuda
olan felsefe ve matematik ilgisinı tekrar
dirilten Beckman'dır.
Hollanda ordusunda bir yıl kadar ge­
çirdikten sonra, biziı n Descartes Almanya
ve Baltık Denizi bölgesinde bir yaz turuna
çıktı. Ardından bir kez daha ordu hayatını
denemeye karar verdi ve 'l\ına'nın yukarı
bölgesinde, Bavyera Maksimilyen Dükü'
nün ordusunun, kış mevsımim geçirmek
için kamp kurduğu Güney Almanya'da
küçük bir kasaba olan Neuburg'a gitti.
Nasıl güzel, sıcak bir odaya yerleştiğini,
gecede on saat uyuma ve öğleyin kalkma
huyunda ısrar ettiğini, uyanık olduğu sa-

17
atleri "kendi düşünceleri ile görüşerek"
sürdüğünü anlatan Descartes için askeri
hayat her zamanki kadar zor geçmiş görü­
nüyor.
Descartes'ın davranışlarından bunu
çıkartmak zor olsa da Avrupa'da politik
durumlar ciddileşiyordu. Bavyeralılar
seçkin saray efradına ve Bohemyanın Pro­
testan kralı olan V. Frederick'e savaş aç­
mışlardı. Bütün kıta Otuz Yıl Savaşları
diye bilinen uzun ve felaket getiren çatış­
maya doğru sürükleniyordu. Bu savaş, sü­
rekli değişen kaderi ile İsveç'ten İtalya'ya
kadar bütün ülkeleri etkileyerek, özellikle
Almanya olmak üzere Avrupa'nın büyük
bölümünü yıkıntı içinde bırakacak ve Des­
cartes'ın yaşamının sonuna dek sürecekti.
Buna rağmen orduda olduğu dönem de
dahil, savaşın Descartes üzerinde etkisi
en az seviyede olmuş gibi görünüyor. Yine
de, kişi, bu sürüp giden politik arka pla-

18
nın Descartes'ın kendi psikolojik kararsız­
lığı ile birleşip, bir şekilde bütün felsefesi­
ni biçimlendiren o içindeki derin kesinlik
gereksinimine katkıda bulunmuş olabile­
ceğinden şüphelenmeden edemiyor.
Bu arada Bavyera kışı geldi ve kar,
derin, gevrek ve sert, her tarafı kapladı.
Hava Descartes'a o kadar soğuk geldi ki
bir soba üstünde yaşamaya başladığını id­
dia ediyor -çok tartışmalı bir konu. Bazıla­
rı bahsettiği şeyin çok iyi ısıtılmış bir oda
olduğunu, bazıları da daha çok saunaya
benzer bir yer tarif ettiğini iddia ediyorlar.
Ama Descartes, tartışmasız bir soba anla­
mına gelen Fransızca poele kelimesini
kullanıyor.
Bir gün sobasının üstünde otururken
Descartes'in zihin gözü açıldı. Buhar
basmış o ortamda ne gördüğü pek açık ol­
masa da, ufkunda gördüğü şey dünyanın
matematiksel bir resmini içeriyormuş gibi

19
gözüküyor. Bu Descartes'ı bütün evrenin
oluşumunun evrensel bir matematiksel
bilim uygulayarak anlaşılabileceğine
inandırdı. Descartes aynı gece uyuduğun­
da üç tane çok canlı rüya gördü. Birinci­
sinde kendisini eski koleji La Fleche'de
kendisinden daha güçlü bir rüzgara karşı
çabalayarak yoldan aşağıya inip kiliseye
ulaşmaya çalışırken gördü. Bir yerde biri­
sine selam vermek için döner ve rüzgar
onu kilisenin duvarına fırlatır. Sonra bah­
çenin ortasından birisi ona seslenerek bir
arkadaşının ona vermek istediği bir melon
şapkası olduğunu söyler.
Sonraki rüyada Descartes'ı bir korku
kaplar ve "yıldırım şaklamasına benzeyen
bir ses" duyar, ardından odası sayısız kı­
vılcımla dolar. Son rüya ise diğerleri ka­
dar açık değil: Bu rüya süresince masasın­
da bir sözlük ve bir �iir kitabı görür. Bunu
her zaman göreni eğlendirip dinleyeni sık-
mayı başaran birçok olağan tutarsız ve
yüksek seviyede sembolik olay izler. Bu
bize Descartes'ın kendisini anlayışı konu­
sunda derin bir kavrayış sağlayabilirdi,
ama ne yazık ki biyografi yazarı Baillet işi
bu noktada oldukça karıştırıyor.
Bu kış gününün ve takip eden gece­
nin (11 Kasım 16 19) olayları Descartes
üzerinde derin ve sürekli bir etki bıraka­
caktı. Zihin gözündeki bu açılımın ve ta­
kip eden rüyaların kendisine tanrı vergisi
mesleğini açıkladıklarına inanıyordu. Bu
rüyalar açıklamalarında çok ihtiyaç duy­
duğu kendine güveni ve her zaman argü­
manlarla desteklenmeyen bulgularının
doğruluğunu sağlayacaktı. Ama bu parlak
diletant (zevk için sanat veya bilimle uğ­
raşan kimse Ç.n.) bu deneyim olmasaydı
mesleğini hiç fark etmeyebilirdi. Büyük
rasyonalist Descartes'ın mistik bir zihin
gözü açılımı ve oldukça mantıksız rüya-
lardan ilham almış olması ironiktir.
Descartes'ın düşünme sistemindeki bu
unsur, bu büyük Galli kahraman ve uyku
delisinin rasyonalist örnek olarak okutul­
duğu Fransız liselerinde genellikle gözden
kaçırılır.
Descartes'ın rüyaları oldukça geniş
bir yelpazede açıklamaları kendine çek­
miştir. Daha sonraları Descartes ile de ta­
nışacak olan Hollandalı filozof ve astro­
nom Huygens'e göre, bu rüyalar Descartes
sahadayken beyninin aşırı ısınmış olma­
sından kaynaklanıyordu. Başkaları da ha­
zımsızlık, aşırı çalışma, uyku eksikliği,
mistik bir kriz, ya da yakın zamanda Gül
Haççılara katılmış olması gibi nedenler
öne sürmüşlerdir. Birinci rüyada gönder­
me yapılan sahne gerisindeki melon şap­
kanın varlığı ise, görünüşe göre on seki­
zinci yüzyılda Descartes okurları arasında
kahkahaya yol açmıştır. Ama psikanalizin
ortaya çıkışıyla bu melon çok daha ciddi
bir konu haline gelmiştir.
Hayal gücüyle gördüğü ve takip eden
rüyaların sonucunda Descartes hayatını
entelektüel çalışmalara adayacağına ve
İtalya'daki Lorettolu Hanımımız'ın türbe­
sine bir hac yolculuğuna çıkacağına yemin
etmişti. Böylece (beş yıl sonra türbeyi zi­
yaret etmeyi başarmış olmasına rağmen)
yedi yıl boyunca Avrupa'da amaçsızca ge­
zindiğini öğrenmemiz oldukça şaşırtıcıdır.
Descartes'ın hayatı hakkında bu yedi yıl­
lık, kendi deyimiyle "aylak hayat" dönemi
süresince çok az kesin detaya sahibiz. Me­
sela Macar Kraliyet ordusuna katılmış gi­
bi gözüküyor. Ama o zamanlarda Otuz Yıl
Savaşları ciddi olarak başlamıştı ve beye­
fendi-subay Descartes, pek askeri sefer­
berlikte yer almaya istekli görünmüyor­
du. Ordudan ayrıldıktan sonra, her sefe­
rinde kendilerini mesleklerine adamış
meslektaşları tarafından savaşın yönetil­
diği bölgelerin uzağından geçerek, Fran­
sa, İtalya, Almanya ve Polonya boyunca
gezdi.
Descartes şiddetten tam olarak da
kacınamıyordu. Frizye Adaları'ndan birini
(bir ihtimal Schiermonnikoog) gezerken
kendisini ana karaya götürmesi için bir
tekne kiraladı. Denizciler onu bir Fransız
taciri sanarak yolda soymaya karar verdi­
ler. Descartes güvertede dikilip adanın al­
çak kıyı şeridinin gri denizde gözden kay­
bolmasını seyrederken, halatları toparla­
yan denizciler kendi aralarında Dutch di­
linde onun kafasına vurup, denize attık­
tan sonra, sandığında saklı olduğuna
inandıkları altını nasıl yağma edecekleri­
ni konrn�myorlardı. Ama o zamana dek yol­
culukları ve gezileri sırasında çat pat
Dutch öğrenmişti ve talihsiz Schiermonni­
kooglu denizciler karşılarında kılıcını sal-
layan bir Descartes buldular. Çabucak ge­
ri çekilip onu güvenle karaya çıkarmaya
söz verdiler.
Bu dönemde bir ara, bir ihtimal
1623'te, Descartes evine, La Haye'e dönüp
bütün mal varlığını sattı. Ardından para­
sını, ona hayatının sonuna dek ivi bir ge­
lir sağlayacak olan tahvillere yatırdı. Bu
yolculuğu sırasında ailesini ziyaret ettiği
düşünülebilir, ama bu gerçekten oldukça
uzak bir ihtimal. Descartes hiçbir zaman
ailesiyle tartışmadı, ama onlardan hep
uzak kaldı. Avrupa boyunca istediği gibi
gezinme özgürlüğüne rağmen ne erkek ne
de kız kardeşlerinin düğünleri i<;;in eve
dönme zahmetine katlanmadı ve babasını
ölüm döşeğindeyken bile ziyaret etmedi.
Bu dönemin sonuna doğru Descartes
Paris'te daha fazla vakit geçirmeye başla­
dı. Burada La Fleche'den eski bir okul ar­
kadaşı, kiliseye katılan Marin Mersenne
ile karşılaştı. Peder Mersenne, Avrupa'nın
önemli beyinleriyle sürekli ilişki içinde,
saygı duyulan bilge bir kişi olmuştu. Mer­
senne Paris'ten Pascal, Fermat ve Gas­
sendi gibi kişiliklerle görüşüyordu. Mer­
senne'in odası matematiksel, bilimsel ve
felsefi düşüncenin yeni fikirlerinin açık­
landığı bir yer haline gelmişti. Mersenne
tam da Descartes'ın ihtiyaç duyduğu tür­
de bir arkadaştı ve Descartes fikirlerinin
hem değerliliklerini hem de kiliseyle çakı­
şıp çakışmadığını test etmek için, ona me­
tinler yollayarak hayatının sonuna dek
ilişkisini sürdürecekti.
Descartes Paris'te zamanının çoğunu
odasına kapanıp çalışarak geçirdi. Zaman
zaman dostları onunla fikir tartışması
yapmak için ziyaret ederlerdi; bazen daha
resmi toplantılar için dışarı çıkmaya bile
ikna ederlerdi. Papalık elçisinin konutun­
da Chandoux isminde birisi "yeni bir fel-

/;
sefeyi" tanımlayan bir konuşma yaparken
Descartes'ın ne yaptığını anlatan bir
anekdot vardır. Konuşmanın sonunda
Descartes, Chandoux'nun hiçbir cevap ve­
remediği sert ve titiz bir matematiksel çö­
zümlemeyle bu yeni felsefeyi parçalamaya
başlar. Descartes'ın ustaca tartışmasını
izleyen Kardinal de Berulle onu köşeye çe­
ker ve hayatını felsefeye adamasını tavsi­
ye eder.
Bir nedenle bu öğüt Descartes'ı etki­
lemiş görünür. Vizyon ve rüyalar gerekli
güveni sağlamış olabilir, ama karar aşa­
masına varması için rasyonel bir yakla­
şım gerekmişti. 1628'de inzivaya çekilip
kendisini tamamen düşüncelerine vermek
için Fransa'nın güneyine yerleşti. Ne ya­
zık ki Parisli dostları onu ziyaret etmeye
devam ettiler. Bu yüzden Descartes daha
da uzağa gidip tam bir soyutlanma içinde
yaşamak için ölümünden önceki yıla ka-
dar - yirmi yıldan fazla - kalacağı Hollan­
da'ya yerleşti.
Ama "yerleşmek" Descartes söz konu­
su olduğunda çok göreceli bir kavram.
Hollanda'daki ilk on beş yılı boyunca en
azından on sekiz ev değiştirdiği biliniyor.
Bu arada yerleşik düzen ona fazla gelince,
sık sık yurtdışına gezilere çıktı. Nerede ol­
duğunu sadece Peder Mersenne takip ede­
biliyordu. Bu sürekli hareket Descartes'ın
yalnızlık aşkıyla izah edilir, ama daha de­
rindeki bir huzursuzluktan bahseder gibi­
dir. Yolculuk sırasında, ev değiştirirken
bile, geçici de olsa insan birileriyle tanış­
madan edemez. Bu bitmeyen hareketlilik,
Descartes'ın yalnızlığının tek başına ye­
terli olmadığı ihtimalini akla getirir. Des­
cartes yalnızdı ama insanlarla ilişkiye de,
önemsiz olanlar dışında, girmeden yapa­
mıyordu.
Descartes'ın her zaman hizmetçileri
vardı ve oldukça iyi giyimli birisi olduğu
görülüyor. Sahip olduğumuz ona ait port­
reler Descartes'ı solgun yüzlü, döneme
has koyu dalgalı peruklar takan bir beye­
fendi olarak tasvir ediyor; bıyığı ve çene­
sindeki, ince, aşağıya uzanan sakalıyla
yüzünde melankolik bir çekicilik var. Mo­
daya uygun dizden büzgülü pantolonlar,
siyah ipek çoraplar ve gümüş tokalı ayak­
kabılarıyla, iyi giyindiği söylenir. Boynun­
da soğuktan korunmak icin sürekli ipek
bir atkı vardı; her dışarı çıktığında kalın
yün bir atkı takıp, kalın bir palto giyer ve
her zaman kılıcını kuşanırdı. Göğsündeki
kendi tanımıyla "miras kalmış güçsüzlü­
ğü" etkilediğini iddia ettiği hava değişim­
lerine karşı çok hassas olduğu söylenir.
Buna rağmen yıllarını Italva'dan İskandi­
navya'ya gezerek geçirdi. Ve yerleşmeyi
seçtiği ülke, yağmur, sis ve buzlarıyla ün­
lü, zamanın bir Fransız ziyaretçisi tara-
fından "dört aylık kışı takiben sekiz aylık
soğuk" diye tasvir ettiği Hollanda'ydı. Bel­
ki de burası bir hastalık hastası için mü­
kemmel bir yerdi.
Ama Hollanda'nın bir avantajı vardı:
On yedinci yüzyılda Avrupa aklının güm­
rüksüz bölgesiydi. Diğer ülkelerin tersine,
burada fikirlerinizin bedelini ödemek zo­
runda değildiniz. Hoşgörülü Hollandalılar
Engizisyon, sapkınlık, gererek işkence ya­
pılan aletler, kazığa bağlayıp yakmak gibi
Avrupa'nın diğer bölgelerinde düşünürleri
onurlandırmak için kullanılan ağır iş alet­
lerini ortadan kaldırmışlardı. On yedinci
yüzyıl boyunca özgün felsefeler üreten
dört düşünürden üçü - Descartes, Spinoza
ve Locke - Hollanda'da yaşadılar. (Diğeri,
Leibniz, sınırın diğer tarafında Hanno­
ver' de yaşadı ve birçok kez Hollanda'ya
geldi.) Biraz da bu özgür havanın sonucu
olarak Hollanda ayrıca, Galileo ve Hobbes
gibi ileri düşünürlerin çalışmalarının ba­
sıldığı, Avrupa'nın yayın merkezi haline
geldi.
Descartes hayatının üretim dönemine
büyük umutlarla başladı. Bavyera soba­
sındaki vizyonunun sonucu olarak, bütün
insana ait bilgiyi kapsayabilecek bir ev­
rensel bilim tasarladı. Bu gerçeğe mantık
kullanarak ulaşacaktı. Ama bu devrim ya­
ratan yeni bir yöntemden çok daha fazla
bir şeydi. (Mantık ortaçağın bilim ve sim­
yasında çok önemli bir geri plan rolü üst­
lenmişti.) Descartes bütün bilgiyi kapsa­
makla kalmayıp ayrıca onu birleştirecek
bir sistem tasarlamıştı. Bu sistem önyargı
ve tahminlerden arınmış olacak ve sadece
kesinlik üstüne kurulacaktı. Kanıtları
kendileri olan temel ilkelerden başlaya­
cak ve buradan ilerleyecekti.
Descartes sisteminin devasa avantaj­
ları olduğunu gördü. Güvenle bu yeni sis-


temin tıbba uyarlanmasıyla yaşlanma sü­
recine çözüm bulacağı kehanetinde bulun­
du. (Bu Descartes'ın sürekli hayaliydi. On
yıl önce Hollandalı akademisyen Huy­
gens'e, sıkıntı verici fiziksel durumuna
rağmen, her ne kadar hayatının son yılla­
rında bu öngörüyü birkaç yıl aşağıya çek­
mişse de, en azından yüz yaşını geçene
kadar yaşamayı umduğunu yazmıştı.)
Aklın Yönlendirilmesi için Kurallar
adını verdiği bir metin yazmaya başladı.
Evrensel bilimi keşfetmek için önce bir
düşünme yöntemini tam olarak edinme­
miz gerektiğini savunuyordu. Bu yöntem
şu iki düşünsel işlem kuralından oluşu­
yordu: Sezgi ve çıkarsama. Descartes sez­
giyi "gölgesiz, dikkatli bir beynin kuşku
olmayan, sadece mantığın ışığı altında
oluşmuş fikri" olarak tanımladı. Çıkarsa­
ma ise, "kesin olarak bilinen diğer gerçek­
lerden yapılan gerekli çıkarım" olarak ta-
nımlandı. Descartes'ın "Kartezyen Meto­
du" olarak bilinen bu tanınmış yöntemi bu
iki düşünce kuralının doğru uygulanma­
sında yatıyordu.
Descartes artık geniş bir yelpazede
felsefi ve bilimsel konular hakkında fikir
üreten bir düşünür olarak ün kazanmaya
başlamıştı. Mart 1629'da papa ve bazı
yüksek kardinaller Roma göğündeki
UFO'ları araştırmaya başlamışlardı. Gü­
neş battığında içinde parlak ışık noktala­
rının gezindiği bir hale ortaya çıkıyordu.
Descartes ve başka bazı önde gelen düşü­
nürlere bu görüntülerin anlamını soran
mektuplar gönderildi.
Descartes konuyla o kadar ilgilenmiş­
ti ki, bu konu üstüne yoğunlaşmak için bir
süreliğine felsefi düşüncelerine ara verdi.
Bu tür bir fenomen hakkında şüpheleri
vardı, ama birkaç yıl sonraya dek açıkla­
mayı reddetti. Bu ana dek konu hakkında
büyük bir metin hazırlamıştı. (Bu arada
Vatikan'dan bir kaynak kendi açıklaması­
nı önermişti: Fenomenin nedeni: İkinci
Geliş için hazırlık yapmak amacıyla gök­
sel manzara değişiklikleri yapan melek­
lerdi.) Descartes gökyüzündeki bu ışıklara
meteorların sebep olduğunu öne sürdü.
Ne yazık ki modern bilim adamlarının Va­
tikan'ınkinden daha garip bir açıklaması
var. Şimdilerde parheli adı verilen bu fe­
nomenlerin güneşin "temel eksenleri di­
key olarak düşen altıgen buz kristallerin­
den oluşan ince bir bulutsu tabakanın
arasından" ışımasıyla ortaya çıktığı. Artık
atmosferde biçimlenme dansı yapan buz
kristalleri meleklerden daha akla yakın
bulunuyor ve Descartes'ınki gibi basit
açıklamalar gülünerek hesaba katılmıyor.
Bu ve daha birçok konuda olduğu gibi
Descartes bu insan aklının özlü ve büyük
ihtimalle kendine has dönemi boyunca ha-

84
yattaydı. Döneminin en iyi bilimsel ve fel­
sefi beyinleri tarafından birçok konuda or­
taya konan bu yeni açıklamalar hem ma­
kul hem de anlaşılabilirdi. Ayrıca rasyonel
ve en büyük sırlar hakkında düşünülme­
sine yer bırakmak amacıyla, genel kav­
ramsal yapıları içinde basitlerdi. İnsanlı­
ğın böyle bir dönemi bir daha yaşaması ih­
timali oldukça düşüktür. Sonraları gerçe­
ği anlamak, kişinin anlamayı başarabildi­
ği giderek daralan alan dışında, her geçen
gün daha imkansız hale gelmeye başladı.
Bu andan itibaren daha az şey hakkında
daha fazla şey öğrenecektik.
Aklın işlemesi ile ilgili kuralları belir­
lemiş olan Descartes için dış dünyaya
açılma vakti gelmişti. Sonraki üç yıl için­
de evren hakkında bir metin hazırladı. Bu
metin, meteorlar, dioptrics (merceklerin
ışığı kırmalarıyla ilgili bilim dalı Ç.n.) ve
geometri dahil inanılmaz derecede geniş

'3h.)
t. �--
bir konu yelpazesini içeriyordu. Anatomi
üstüne çalışmalarını sürdürmek amacıyla
bölgedeki mezbahaya gitmeye başladı.
Evine, kendi kendine parçalamak amacıy­
la pelerininin altına sakladığı muhtelif
parçalarla dönüyordu. Bu çalışmanın so­
nucu olarak, Descartes embriyolojiyi orta­
ya çıkardı. ( Anlatılanlara göre Descartes
bu mezbaha ziyaretlerinin birinde derisi
yüzülmüş bir öküzün eskizini çizen iri ya­
pılı bir genç görür ve ona neden böyle bir
konu seçtiğini sorar. "Sizin felsefeniz ruh­
larımızı alıyor," yanıtını verir sanatçı.
"Resimlerimde onları geri vereceğim, ölü
hayvanlara bile." Bu genç sanatçının
Rembrandt olduğu söylenir.)
Üç yıllık dikkatli bir çalışmanın sonu­
cunda, Descartes Evren hakkında Metin
çalışmasını, basılması için Paris'e, Peder
Mersenne'e göndermek üzere hazırladı.
Ardından gökyüzünden düşen bir yıldırım
gibi, Roma'dan fantastik bir haber geldi:
Galileo sapkınlıkla suçlanmış, Engizisyon
önüne çıkartılmış, ve bilimsel çalışmala­
rından "feragat ettiği, lanetlediği ve iğren­
diği" konusunda yemin etmeye zorlanmış­
tır. Burada kastedilen, Kopernikus'un
dünyanın güneş etrafında döndüğü teori­
sine olan inancıydı. Descartes hemen dos­
tu Beckman'dan Galileo'nun çalışmaları­
nın bir kopyasını istedi ve dehşetle fark
etti ki Galileo'nun vardığı birçok sonuç
kendisininkilerle paraleldi. Descartes
kimseye bir şey söylemeden Evren Hak­
kında Metin çalışmasını bir kenara koydu
ve daha az tartışma yaratacak konulara
yöneldi. Bu çalışma Descartes'ın ölümün­
den yıllar sonraya kadar basılmadı ve o
zaman da sadece bir bölümü basıldı.
Descartes'ın hayatı ikilemlerle bölün­
müştü. Huzur ve yalnızlık aradı, ama bu
arayışı onu saplantılı yolculuklara itti.
Bir düşünür olarak "düşüncelerini her ne­
reye götürürlerse izlemeye" yemin etti;
ama bir insan olarak "ülkemin kanunları­
na uymaya, atalarımın dinine bağlı kal­
maya ve karşılaştığım en akıllı insanları
örnek almaya" yemin etti. Evren Hakkın­
da Metin'de yazdıklarının doğru olduğuna
emindi, bunun yanında Tanrı'nın kilisesi­
ne kesinlikle bağlıydı. Descartes korkak­
lık, gizli bir tanrı tanımaz olmakla ve bü­
tün içe dönük meditasyonlarına rağmen
kendisinin kim olduğunu bilmemekle suç­
landı. Bu suçlamaların hiçbiri geçerli de­
ğildir. Descartes şehitlerin malzemesin­
den yapılmamış olabilir, ama bu onu bir
korkak yapmaz. Kilisenin skolastik öğre­
tilerinden hiçbirisini bırakmadan, yine de
kendi bakış açısına gelebileceğine inanı­
yordu. Ve birkaç psikolojik karanlık nokta
olsa bile, entelektüel öz bilgisi Sokra­
tes'ten beri gelen bütün filozoflardan daha
derindi.
Bütün bunlara rağmen, Descartes'ı
en çok rahatsız eden ikilem felsefesinin
içinde yatıyordu. Descartes dünyayı iki
tür malzemeden, akıl ve madde, yapılmış
olarak görüyordu. Akıl uzantısız ve bölü­
nemezdi. Madde uzantılı ve bölünebilirdi
ve fizik kanunlarına uyardı. Bu tinsel ak­
lımızın mekanik bir beden içinde yerleş­
miş olduğu anlamına geliyordu. Ama hiç­
bir uzantısı olmayan akıl nasıl oluyor da
sadece bilimin mekanik kanunlarına
uyan bir beden ile beraber çalışabiliyor­
du? Descartes bu sorunu asla tatmin edici
bir biçimde çözemedi, ki burada da kendi­
sini günlük hayatta rahatsız eden psikolo­
jik ikilemler tekinsiz bir şekilde yankılan­
maktadır. Buna rağmen bir cevap üretme­
ye çalıştı. Descartes'a göre akıl ve madde
pineal bezede (beynin yakınlarında zor
fark edilen ve görevinin ne olduğu bugün
bile kesin olarak bilinmeyen bir organ) et­
kileşiyordu. Ne yazık ki Descartes esas
noktayı gözden kaçırdı. Sorun nerede et­
kileştikleri değil, nasıl etkileştikleriydi.
Bu noktada, nadir bulunan insani bir
öğe girer Descartes'ın hayatına: Hizmetçi­
lerinden biri olma ihtimali olan Helene is­
minde bir kızla ilişkisi olur. Bunun sonu­
cunda Francine adını verdiği bir kızı olur
Descartes'ın. Francine'in doğumundan
sonra Helene kızı ile yakında bir evde ya­
şar, ama düzenli olarak Descartes'i ziya­
ret eder. Başkaları olduğunda Descartes
Francine'i yeğeni olarak tanıtır.
Bu kadar az bilgiden Descartes'ın He­
lene ile ne tür bir ilişkisi olduğunu kesin
olarak anlamamız zordur. Ama ne olduğu­
nu kestirmek kolay. Zavallı Helene - bu
duygusal genişliği ağa takılmış morina
kadar olan, üst sınıf soğuk balıkla ne yap­
tı? Gölgeli, soyut bakışlı gözlerine baktı-

40
ğında ne gördü? Helene, Descartes'ın içine
girmeyi başaramamış olabilir, ama Fran­
cine kesinlikle başardı. Hilesizce ona
uzandı ve o da cevap verdi. ( Aslına bakı­
lırsa çocukluğunda reddedilmiş değildi:
Patates aşkıyla yaşlı dadısından başka
kimse yoktu.) Francine'i yeğeni olarak ta­
nıtma çabalarına rağmen, sonraları Des­
cartes küçük kızını sevmeye başladı ve o
da Descartes'a hayatının eşsiz duygusal
deneyimini sundu.
Artık, bugün en özgün eseri sayılan,
Yöntem Üstüne Konuşma'yı yazıyordu.
İronik bir şekilde, bu kitabın gövdesini
Evren Hakkında Metin den alınmış daha
'

tehlikesiz bölümler oluşturuyordu. Mate­


matiğin görünüşünü değiştirecek ve bi­
limde devrim niteliğinde atılımlar yapıl­
masını sağlayacak fikirler içeriyordu. Bu
çalışmada Descartes analitik geometrinin
temellerini attı ve daha sonra Leibniz ta-

4
rafından Kartezyen Koordinatlar olarak
adlandırılacak olan koordinatları ortaya
çıkardı; optikte Işığın Kırınımı Kanu­
nu'nu ortaya attı ve gökkuşağı hakkında
bir açıklama öne sürdü, sonuçta bizim şu
anki teorilerimiz gibi geriye dönük çalışa­
bilen havayı açıklayacak rasyonel bir bi­
limsel teori kurmayı denedi. Ama Yöntem
üstüne Konuşma'nın diğerlerinden çok
daha önemli olan bölümü karşılaştırmalı
özlü giriş bölümüdür. Felsefenin gidişatı­
nı etkileyecek olan düşünceyi özetler. Ve
gelenekten devrimci bir ayrılışla, Descar­
tes bu fikirleri hem anlaşılır hem de oku­
nabilir hale getirir.
Son derece özgün felsefi anlayışları
herkesin anlayabileceği açıklıkla taşımak
nasıl mümkün oluyor? Bu sorun felsefenin
birçok büyük zekasını alt etmiştir. Platon
bu sorunu, felsefesini yemekli toplantılar
muhabbetleri gibi sunarak çözdü. Nietzsc-
he, Almanca yazılmış en parlak, keskin,
ve güçlü düzyazıyı kaleme alarak çözdü­
ğünü sandı, ama megalomanisi saf delilik
haline döndü. Wittgenstein, TV çağının il­
gi süresine uygun, iki satırlık parlak söz­
ler yazarak sorunun etrafından dolaşma­
ya çalıştı; ama bunları felsefi tartışmalar­
la desteklemeyi reddetti. Descartes bu so­
runu asmayı en basit ve bilinen yöntemle
başardı. Açık otobiyografik yazısıyla nasıl
düşündüğünü ve süreç içerisinde aklına
gelen fikirleri anlatır. Descartes okuduğu­
nuzda, özgün felsefeler düşünen büyük bir
zeka olmanın nasıl bir şey olduğunun de­
neyimini yaşarsınız. Ve bunu öylesine al­
datıcı biçimde yapar ki, kolay olduğunu
sanırsınız. Sizin düşünme yönteminizden
farklı değilmiş gibi görünür. Onu sonuca
giderken adım adım izlersiniz.
Descartes, okuru, karlarla kaplı Bav­
yera'ya ve hayalini gördüğü zamana götü-
rerek başlar. "Kış geldi ve kendimi ilgi du­
yulabilecek bir topluluğun olmadığı bir
yerde buldum. O zamanlarda ilgi veya ih­
tiraslar tarafından tedirgin edilmiyor­
dum, böylece günümü düşüncelerimle yal­
nız kalabileceğim sobada geçirmeye başla­
dım." Şaşırtıcı derecede soğukkanlı diliy­
le, sürekli ve kararlı şüphecilikle çevre­
mizdeki bütün dünyanın örgüsünü nasıl
yok edebileceğimizi anlatır. Kesin hiçbir
şey kalmaz. Bütün evren, kendi bireyselli­
ğimiz ve hatta kendi varoluşumuz bile bir
hayal olabilir. Hiçbir şeyi kesin olarak bi­
lebileceğimiz bir yol yoktur. Bir tek şey dı­
şında: Kendim ve dünya hakkında ne ka­
dar yanılmış olursam olayım, reddedile­
meyecek bir şey var: Düşünüyorum. Tek
başına bu bana varlığımı kanıtlar. Felse­
fedeki en ünlü sözle, Descartes sonuca va­
"
rır: "Cogito ergo sum. (Düşünüyorum, öy­
leyse varım.)

44
Tek en büyük kesinliğini kurmuş ola­
rak Descartes, bu temel üstüne şüphe
duyduğu her şeyi kurmaya başlar. Dünya,
matematiğin gerçekleri, karlı Bavyera kı­
şı - her şey, şüphenin var olmayan ülke­
sindeki sürgün dönemleri sayesinde islah
edilmiş olarak, soğuk bir kesinlikle, böyle­
sine şüpheye yer bırakmayan bir temele
oturdukları için, şüpheye hiç yer bırakma­
yacak şekilde geri dönmeye başlar.
Bütün evren hakkında şüphe duya­
cak cesarete sahip Descartes, tipik olarak
eserini isimsiz basmayı seçti. Ayrıca daha
geniş bir kitleye ulaşma umuduyla Fran­
sızca bastırdı. Kiliseyle çatışmaktan ka­
çınmak istedi ve bunu yapmak için de ye­
ni bilimlerle ilgilenen insanlara başvur­
maya karar verdi. Şaşırtıcı biçimde bu ne­
redeyse işe yarıyordu. İnsanlar sonunda
Yöntem Üstüne Kon uşma nın yazarının
'

kim olduğunu fark ettiler, ama önceleri


daha çok içindeki matematik ve bilimsel
teorilerle ilgiliydiler. Descartes kırılma
kanununu keşfederek optik alanında dev­
rim yarattı. Ama geometrideki ilerlemele­
ri daha da devrim yaratıcıydı. Bugün onu­
n adına Kartezyen koordinatları olarak
bilinen koordinatlar kavramını ortaya at­
tı. Bu hareketsiz bir noktanın dikey ve ya­
tay yüzeylere göre tanımlanmasını sağlı­
yordu. Bunun yanında geometri problem­
lerinin çözümünde cebirin kullanılmasını
başlatarak analitik geometriyi kurdu.
Matematikçiler önce hayran kalmış sonra
da sinirlenmişlerdi.
Bir çoğumuz için, matematik hakkın­
da kesin olan tek şey ya doğru, ya da yan­
lış olduğudur. Böyle çocuksu bir yaklaşım
bir kişiyi gerçek matematikçilerin alanın­
dan bir anda diskalifiye eder. Descartes'ın
yeni matematik teoremlerini okuyup, en­
gin özgünlüklerinin farkına varan mate-
matikçiler ellerinde silah onu aramaya
başlamışlardı bile. Gassendi, Pascal, Fer­
mat... birer birer kavgaya karıştılar.
Bu tür tartışmalar sıradan ölümlüle­
rin anlayışlarının dışında yer alır. Buna
inanmayanlar için Fermat'in son teoremi
açıklayıcı olabilir. Buna göre, şu tanımın
kendileri için doğru olduğu ikiden büyük
hiçbir tam sayı yoktur:

Xn + Yn = Zn

Fermat, ölmeden kısa bir süre önce


bu formülün yanına sayfa kenarına şöyle
yazdı: "Bunun için çok dikkate değer bir
kanıt buldum, ama burada yazacak yer
yok." Geçen üç yüzyılın en iyi matematik
beyinleri tarafından yapılan sayısız dene­
meye rağmen, 1990'lara kadar kimse Fer­
mat'in Son Teorem'i için bir kanıt bulama­
dı. Bu bulunan kanıt bile tartışma konu-
sudur. Yüzlerce yıldır birçok insan Fer­
mat'in Son Teoremi'nin doğru olamayaca­
ğını, diğerleri ise olması gerektiğini iddia
etti. Bazıları Fermat'in blöf yaptığına,
başkaları ise çözmeyi denemeye cesaret
edemediğine inanıyorlar. Matematik ke­
sinlikle başlar ve böyle biter.
Felsefe, diğer taraftan, böyle başlar
ve biter. Birisinin felsefi bir yaklaşımı ol­
duğu söylendiğinde, filozof olmadığına
emin olabilirsiniz. Descartes bunu çabu­
cak keşfetti. Matematikçilerden sonra sal­
dırı sırası filozoflardaydı. Hiç vakit geç­
meden, Descartes kendini kiliseyle başı
belaya girmiş buldu. Eğer düşünüyor ol­
manız dışında her şeyden kuşku duyabili­
yorsanız, bu Tanrı'yı nereye koyuyordu?
Neyse ki Descartes'ın dostları onun sa­
vunmasına koştular, ve, daha büyük bir
şans eseri Descartes Hollanda'da yaşıyor­
du.
Ya da, Hollanda'da taşınıp duruyor­
du. 1638'de Hollanda'ya yerleşmesinden
beri on beşinci kez, Descartes bir kez daha
evini, bu sefer tarihi üniversite şehri Ut­
recht'in hemen dışındaki Amersfoort'a, ta­
şıdı. O zaman kızı Francine beş yaşına
basmıştı ve onu "iyi bir bayan" olabilmesi
için Fransa'ya yollamayı düşünüyordu.
Aniden Francine hastalandı ve öldü. Des­
cartes yıkılmıştı. Hayatı boyunca yaşaya­
cağı en acı darbeyd � ve biyografi yazarı
Baillet'ye göre "anın acısıyla sonsuzluğun
yok olabileceğini gösteren bir şefkat ile ço­
cuğu için ağladı."
Bu trajedi Descartes, genellikle baş­
yapıtı olarak görülen Meditasyonlar'ını bi­
tirirken yaşandı. Yöntem Üstüne Konuş­
ma kadar bir anda çekici gelmese bile; ay­
nı sevimli tarza sahiptir ve kullandığı
Fransızca soyut düşüncenin örnek bir ifa­
desidir. (Descartes gösterişli bir şekilde,

49
bunu soyut düşünceyi kadınlar için heye­
can verici hale getirmek için yazdığını id­
dia etti.) Bu kez, metni Paris'e, Peder
Mersenne'e gönderip ondan dağıtarak
"okumuşların fikrini" keşfetmesini isteye­
rek önlem aldı. Descartes, Yöntem Üstüne
Konuşma'da ortaya koyduğu fikirler üze­
rine daha özenle hazırlanmış bu felsefi
metin hakkında akademisyenlerin ve Ciz­
vitlerin olurunu almak istiyordu. Bu sefer
daha kapsamlı bir kuşku programı önerir.
Bütün evrenin, ve hatta geometrinin ger­
çeklerinin ve ateşin önünde otururken
giydiği kışlık elbisenin bile kötü niyetli
görünmeyen kendisini kandırmaya karar­
lı bir varlığın eseri olabileceğini hayal
eder. (Psikologlar bu fantezinin anti-kah­
ramanını güvenle Hakim Joachim Descar­
tes olarak tanımlarlar.) Bir kez daha
Descartes'ın aklının şüpheli işleyişi aynı
tartışılmaz dişliye varır. Ve, bu, kanıtı
kendisi olan en büyük kesinlik prensibi
üstüne, ilk kez St. Anselm ve Aquinalı
T homas tarafından dört yüzyıl önce ku1la­
nılan argümanları kullanarak, tahminen
kilisenin kendisini rahat hissetmesi ama­
cıyla, Tanrı'nın varlığını kanıtlayacak ka­
dar ileri götürerek, evreni tekrar kurar.
Bu Kartezyen şüphecilik sürecinin
tam olarak özgün olmamasına rağmen, o
dönemde böyle görülüyordu. St. Augusti­
ne'in on iki yüzyıl önce ortaya koyduğu
dikkat çekici derecede benzer kuşkuları
ve vardığı sonuç, eserlerinin merkezini
oluşturmuyordu ve tamamen göz ardı
edilmişti. Ama daha yakın dönemde ve da­
ha ilgi çekici olarak, Portekizli filozof
Francisco Sanchez, hayret verici metni
Quod Nihil Sicitur'da (Neden Hiçbir Şey
Bilinemez) neredeyse tamamen aynı kap­
samlı kuşku programını önermişti. Bu
metin Descartes'ın Medi tasyon lar ından
'
altmış yıl önce 1581'de basılmıştı. Sanc­
hez'in şansına, pek ilgi görmemişti, yoksa
otuz bir yaşında büyük bir felsefe şehidi
olarak sona erebilirdi hayatı.
Descartes'ın şehit olma arzusu hiç mi
hiç yoktu ve karanlıkta kalmak için ge­
rekli bütün özelliklere sahip olmasına
rağmen (başka şartlar altında miskinliği
tek başına yeterliydi), bu yöne de eğilimi
pek yoktu. Duyulmak istedi, ama aynı za­
manda kabul edilmek de istedi. Haklı ol­
duğundan tamamen emindi, ama kilise­
nin de emin olmasını istedi. Böylece yön­
lendirmesi ile, Peder Mersenne metni Av­
rupa entelektüel sahnesini aydınlatan
Gassendi, Hobbes ve Arnauld gibi isimle­
re gönderdi. Onlar da Descartes'ın teorile­
rine itirazlarını yollayarak, cevap verdi­
ler. İtirazlar Descartes'ı sinirlendirdi,
ama cevaplarını yazmaya ikna oldu ve
Meditasyonlar, itirazlar ve Descartes'ın

52
çürütmeleri ile, 1641'de nihayet basıldı.
Kaçınılmaz olarak Descartes'ın Medi­
tasyonlar'ının basılması daha da kötü bir
hiddet uyandırdı. Cizvitler, Kartezyen
şüphecilik ve Cogito ergo sum ile skolastik
felsefe ve Aquinalı Thomas'ın sonunun
geldiğini doğru olarak fark ettiler. Descar­
tes için daha kötüsü, bu sefer tartışma
Hollanda'ya sıçradı. Utrecht Üniversite­
si'nin başkanı, Descartes'ı ateizm ile suç­
ladı. Açık yüreklilikle, Descartes'ı kasten
Tanrı'nın varlığının güçsüz ve etkisiz ka­
nıtlarını ortaya koymakla suçlanan Vani­
ni ile bir tuttu. (Vanini 1619'da Toulo­
use'da kazığa bağlanıp yakılmıştı.) Başka
önemli Hollandalı şahsiyetlerden de onu
sapkınlıkla suçlayan, daha çok zarar ve­
ren saldırılar geldi. O günlerde ateizm bir
yana, sapkınlığın ölümcül sonuçları vardı.
Neyse ki Fransız büyükelçi Descartes'ın
adına araya girdi ve bir süre Descartes'ın
adı ve kitaplarından Utrecht Üniversitesi
sınırları içinde bahsedilmesine izin veril­
mediyse de tartışma söndü. Sonunda, ma­
tematik bölümü Kartezyen koordinatları
kullanmadan geometri yapamadıkların­
dan şikayet edince bu yasak da kaldırıldı.
Descartes artık bütün Avrupa'da tanı­
nıyordu ve ünü entelektüel dünyayı da o
kadar aşmıştı ki, kraliyet çevrelerinde de
okunmaya başlamıştı. Genç İsveç Kraliçe­
si Christina kitaplarından bir tanesini
okuyunca o kadar etkilenmişti ki, onu hu­
zuruna davet etti. Stockholm'e gelip ona
felsefe öğretmeliydi. Uzun yıllar boyunca
geç kalkmak ve beyefendi işi meditasyon,
artık Descartes üzerinde etkisini göster­
meye başlamıştı. Topu topu elli üç yaşın­
daydı ve dört yıldır da ev değiştirmiyordu.
Şimdi, Amsterdam'ın yirmi mil güneyin­
de, deniz kenarında, Egmund-Binnen'de
bir malikanede yaşıyordu. Meditasyonla-
rını güzel eski bir bahçeye bakan sekizgen
çalışma odasında oturarak yapıyordu. Za­
man zaman, Gassendi, Pascal, Hobbes,
Arnauld gibi eski tartışma arkadaşlarıyla
çeşitli fikirler hakkında görüştüğü Paris'e
gidiyordu.
Kuzeye, İsveç'e uzun bir yolculuk
yapmak fikri çekici gelmedi Descartes'a,
ama İsveç Kraliçesi Christina inatçı ve
kararlı bir kadındı. Henüz sadece yirmi üç
yaşında olmasına rağmen kraliyetine im­
zasını atmıştı. Sadece beş feet boyunda,
geniş omuzlu, asker gibi eğitilmiş bir ka­
dındı. Yorulmadan on saat at binebileceği
söylenirdi. (İnsan yine de atı merak edi­
yor.) Tahta geçtiğinde başkentini kuzeyin
sulak Venedik'i ve entelektüel Paris'i yap­
maya yemin etti. Israrlı çabalarına rağ­
men şehir inkar edilemez biçimde kuzeyin
Stockholm'ü olarak kaldı. Descartes onun
büyük şansıydı ve onun elinden kayıp git-
memesi konusunda kararlıydı. Davetini
güçlendirmek için onu almaya bir amiral
ve savaş gemisi yolladı. A ma Descartes,
her ne kadar gösterişli bir biçimde de olsa,
bir bahane buldu ve bekleyen amirale
"Majesteleri insanlığın geri kalanından
daha fazla Tann'nın görünüşünde yaratıl­
mıştır," diyen ama "parlak varlığının gü­
neş ışınlarında güneşlenmekten" affedil­
mesini rica eden bir pusula verdi.
Christina tepindi, huzurda kötü bir
gün geçti ve hareketsiz filozofu getirmek
için bir gemi daha gönderildi. Entelektüel
tartışmalarda Avrupa'nın en iyi beyinleri­
ni yenmiş olan Descartes, yenilgiyi kabul­
lenmek zorunda kaldı. Ekim 1649'da
Stockholm'e doğru denize açıldı. Orada
kraliçe tarafından karşılandı ve iki kez
özel olarak huzura kabul edildi. Kraliçe
okuduğu kitaplarından biraz felsefe öğ­
renmiş görünüyordu, ama ardından ilgi-
lenmesi gereken başka meseleler olduğu­
nu gördü. Descartes, acı İsveç kışı gelir­
ken altı hafta boyunca eğlendirmek zo­
runda kaldı. (Altmış yıldır geçirdiği en kö­
tü altı hafta olacaktı: Şehir altı ay boyun­
ca buzlarla kaplı, öğleyin kasvetliydi ve
banliyölerin ardında, aurora borealis al­
tında buz gibi rüzgarın içinde kurtlar ulu-
. yordu.) Ocak ayının ortalarında, Christi­
na felsefe dersleri zamanının geldiğine
karar verince, Descartes beklendiği gibi
huzura çağrıldı. Kraliçe, kendisine bildi­
rildiği üzere, her biri sabah beşte başla­
mak üzere haftada üç kez felsefe dersi ala­
caktı.
Ordudayken bile Descartes saat on
birden önce kalkmamıştı. İskandinav kışı­
nın ortasında saat dörtte kalmak, Fransız
müşkülpesentliğiyle Kurdun Saati'nde sa­
bah temizliğini halletmek ve zıplayan bir
kızakla buz tutmuş caddelerde kutup rüz-
garı içinde yolculuk etmenin şoku - kendi­
sini nasıl hissettiğini hayal bile etmeye
çalışmanın anlamı yok. İki hafta içinde
sonradan zatürreye çeviren bir soğuk aldı.
Bir hafta sonra sayıklamaya başladı ve 11
Şubat 1650'de öldü. Avrupa'nın en büyük
zekalarından biri kraliyet kaprisine kur­
ban edilmişti. Protestan İsveç'te bir Kato­
lik olarak, bu dindar adam kutsal toprak­
lara değil, vaftiz edilmemiş çocukların gö­
müldüğü mezarlığa defnediliyordu.
On üç yıl sonra Katolik kilisesi bütün
eserlerini (Platon'nun Symphonisium'una
İrlanda'da yakın zamanda yapıldığı gibi,
bu güne dek süren bir geleneğe uygun ola­
rak) Yasaklanmış Kitaplar Listesi'ne ko­
yarak, Descartes'ı onurlandırdı. Sonradan
on yedinci yüzyılda Descartes'ın na'aşı
tekrar defnedildiği Paris'e nakledildi.
Devrim sırasında Descartes'ın tekrar me­
zarından çıkartılması ve diğer büyük
Fransız düşünürlerin yanına, Pantheon'a
gömülmesi önerildi. Bu öneri Ulusal Mec­
lis'e getirildi. Alışılmadık bir tavırla üye­
ler bilimsel kamplara ayrıldılar. New­
ton'ın yeni yerçekimi kuvveti teorisini sa­
vunanlar, evrene mekanistik Kartezyen
bakış taraftarlarına karşı çıktılar.
Descartes evrenin nasıl çalıştığını
açıklamak için Girdaplar Teorisi'ni öner­
mişti. Teorisi, bir parçacığın hareketinin
evren boyunca diğer bütün parçacıkların
hareketini etkilediğini savunuyordu. Bu,
güneş sisteminden yıldızların en küçük
parçacıklarına dek her şeyi kuşatan, iç içe
geçmiş bir seri girdap boyunca ortaya çı­
kıyordu. Bu, tabii ki sadece bir matema­
tikçinin algılayabileceği şeytanca bir kar­
maşıklıkla sonuçlanırdı. Yine de insan dü­
şüncesinin evriminde ilgi çekici bir nokta­
ya işaret eder. Descartes'ın teorisi hem
DNA'nın ikili sarmalına, hem de en küçük
parçacıkların Süper-Bag Teorisi'ne bir de­
rece benzerlik gösterir. Ayrıca, akıl ve be­
den arasında işleyebilecek bir güç arayışı
sırasında Descartes, radyo dalgaları veya
elektrik benzeri bir şey arıyordu. Modern
düşünür Jean de Mandeville'e göre, bu in­
san anlayışının, neredeyse konusundan
bağımsız olarak, aynı kesin kavramsal
çizgiler boyunca gelişiyor olabileceği ihti­
maline işaret eder.
Fransa Ulusal Meclisi'ndeki oylama­
nın sonucunda, Newton taraftarları Kar­
tezyenleri alt etmeye yetecek oyu topla­
mayı başardılar. Günün galibi yerçekimi
kuvvetiydi. Descartes başka bir yere gö­
mülmek zorunda kalacaktı.
Önceleri gerçek teolojinin bölgesiydi,
şimdiyse demokrasinin alanına girmişti.
Descartes ikisine de uymuyordu. Şu anda
uygun olarak, Paris'te St. Germain des
Pres Kilisesinde, kendisinin kuşkucu dü-

60
şünme ve öğleyin kalkma adetinin bağlı­
lıkla savunulduğu Latin Mahallesi'nin
kalbinde gömülüdür.

61
Sonsöz

Descartes felsefeyi hayata döndürdü.


Dünya ve onun içindeki durumumuz hak­
kındaki devrim yaratan yeni düşünce yön­
temi yavaş yavaş Avrupa düşünce sistemi­
nin yapısını değiştirdi. Hiçbir şey bir daha
eskisi gibi olmayacaktı. Avrupalı aklı bo­
ğazını sıkarcasına yakalamış olan, can çe­
kişmekteki Aristoculuk'a karşı yaygın bir
karşı çıkış başlattı. Bu andan itibaren,
ölümcül etkisi yıllarca üniversiteler ve se­
minerlerde sürdüyse de, Aristoculuk gü­
nün ileri gelen filozofları tarafından artık
ciddiye alınmıyordu.
Bu arta kalanlar tamamen felsefenin
zararına değildi. Leibniz, Locke, Berkeley,
ve Hume dahil, bütün sonraki nesil filo­
zoflar Aristocu bir eğitime dayanmak zo-
runda kaldılar. Bu sersemleştirici dene­
yim hepsi için ilham kaynağı oldu. Felsefe
böyle devam edemezdi - ve bunun yerine
kendileri düşünmeye karar verdiler. Ve
böylece hepsi alternatif bir düşünme yön­
temi aramaya başladılar: Hepsi böylece
Descartes'ı keşfetti. Gerçek filozoflar ol­
dukları için, bir süre sonra hepsi bu yeni
felsefeye itiraz edecekleri noktaları buldu­
lar. (Bu adı hakkeden hiçbir büyük filozof
sorgulamadan seleflerinin fikirlerini ka­
bul etmez. Onun için tartışmasız bir tek
düşünme yolu vardır - kendisininki.)
Sonuç olarak, bu yeni filozofların her
biri kendisinin dünya ve onun sorunları
hakkındaki tartışılamaz açıklamasını
kurmaya başladı. Yine de bütün bu düşü­
nürler, fikirlerine karşı çıksalar da, geliş­
tirseler de, ona borçludurlar.
Descartes'la, bireyin önceliği ve insan
bilincinin analizi felsefenin temeli oldular.
Vurgu da dogmanın değil mantığın üze­
rindeydi. Artık sorunlara mantıklı bir ba­
kış açısından yaklaşılabilirdi. Becerikli
bir bronzçağ kabilesinin deneyimleri, ve­
ya neredeyse iki bin yıl önce ölmüş bir
Balkan bilgesinin fikirleriyle uyuşmayan
çözümlerin artık elden bırakılması gerek­
miyordu.
Her devrim yaratan kişilikte olduğu
gibi, Descartes'ın da takipçileri ortaya çık­
tı. Fikirlerini geliştirip, kartezyencilik
olarak bilinen felsefeyi ortaya çıkardılar.
Ve artık Descartes'ın felsefesinin eksiklik­
leriydi ortaya çıkarılan.
Descartes, rasyonel yaklaşımda ısrar
etti: Felsefenin sorunları, onları sadece
mantık kullanarak analiz ederek çözüle­
bilirdi. Onun ünlü her şeyi kapsayan şüp­
he süreci tek tanık olarak bunu bırakıyor­
du. Duyuların tanıklığından şüphe etme­
si, onu deneyimleri kesin bir kanıt kayna-

64
ğı olarak kabul etmemeye götürdü. (Bura­
da, bir seferliğine, Aristotales haklı kaldı:
Bilim sadece deneyime dayandırılabilir­
di.) Descartes'a göre evren tamamen me­
kanistikti. Dünyanın fiziksel ve biyolojik
yönlerinin hepsi bir makine gibi çalışıyor­
du ve iç mekanikleri buradan yola çıkarak
- en azından teorik olarak - hesaplanabi­
lirdi. Bu yaklaşıma olan inanç bugün de
sürmektedir. Sadece nükleer altı parça­
cıkların değerlendirilmesi genelde bir he­
saplama işi olmakla kalmaz, ayrıca cevap­
ların hesaplamaya duyarlı olması gerekti­
ğine inanırız.
Descartes'ın, deneyimi kesin bir bilgi
kaynağı olarak inkarının kısa bir süre
sonra bir yanılgı olduğu ortaya çıkacaktı.
Avrupa artık, Newton'ın evrensel çekim
görüşüyle doruğa erişecek bir bilimsel bu­
luşlar çağına giriyordu. Bu dönemin, Har­
vey'in kan dolaşımını keşfinden, Halley'in
kuyruklu yıldızını keşfine kadar uzanan
ilerlemeleri neredeyse tamamen gözleme
dayalıydı.
Aynı dönemde felsefe de Descartes'ı
reddetmeye başladı. İngiliz düşünürler,
Locke, Berkeley ve Hume, deneyimin bil­
gimizin temel kaynağı olduğu inancı olan,
empirisizme döndüler.
Yine de kartezyencilik tamamen orta­
dan kalkmamıştı. Kartezyenler arasında
oldukça renkli şahsiyetler ve bilimsel dev­
rimin bazı öncü kişileri de vardı. Paris'li
Regis, çok popüler hale geldiği için top-
1umsal düzensizlik yaratacağı gerekçesiy­
le XIV Louis tarafından yasaklanan, kon­
feranslarında yeni kartezyen fizik ile ilgi­
li heyecan yaratan gösteriler yaptı.
Descartes'ın en bilinen takipçisi bir Fran­
sız papaz, Malebranche'di. Descartes'ın
mekanistik fikirlerinden o kadar emindi
ki, köpeklerin kesinlikle tahmin edilebile-
cek tepkiler veren (tekme, havlama) ma­
kinalardan başka bir şey olmadıklarını
göstermek için köpekleri tekmelemeye
inanıyordu. Malebranche, Descartes'ın
akıl ve beden arasındaki bağlantıyı açık­
layamadığını kabul ediyordu, ama bu boş­
luğu doldurmak için okazyonalizm teorisi­
ni (Vesilecilik: Özellikle ruh ve bedenin
ilişkileri hakkında ileri sürülen ve ruh ile
beden arasında bir etkileşme olamaya­
cağını savunan felsefi akım. Ç.n.) öne sür­
dü. Malebranche'a göre, akıl ve beden bir­
biriyle asla etkileşime geçmeyen ve birbir­
lerini etkileme gücünden yoksun, tama­
men farklı iki dünyayı kaplarlar. Ama akıl
ayağın hareket etmesini istediğinde ve o
da sonra köpeğe tekme attığında ne olur?
Aklın kendi ayrı zihinsel dünyasında bir
şey istediği her seferinde, diye açıklıyordu
Malebranche, Tanrı maddi dünyanın pa­
ralel bir ayarlamadan geçmesini sağlıyor-
du. Sebep ve etki diye bir şey yoktu, sade­
ce iki ayrı paralel dünya vardı. Okazyona­
lizm'e göre bu iki dünya her durumda
Tanrı'nın aracılığıyla uyum içinde davra­
nır. Yeni bilimin yaratıcılığının eski teolo­
jinin yaratıcılıf,rına ulaşana dek daha gide­
cek çok yolu vardı.
Descartes'ın son dikkate değer takip­
çisi on sekizinci yüzyıl filozofu La Mett­
rie'dir. Mantıklı davranarak, zihinsel dün­
yayı ortadan kaldırıp, ne paralel dünyala­
ra ne de Tanrıya yer bırakmayan ve ta­
mamen mekanistik bir materyalizm üs­
tünde ısrar etme adımını attı. La Mettrie,
sonunda, huzurunda ateizm hakkında
sessiz kalmanın öngörülü bir tutum olaca­
ğını bildiği, Büyük Frederick'e saray filo­
zofu oldu. Ama yıkımını getiren, sonuna
kadar giden materyalizminin gereğinden
fazla istekli bir gösterimi oldu. Diğer kra­
liyet entelektüellerine sindirim sistemi-

6Q
{,J
nın mekaniğini kanıtlatmaya çalışırken,
haddinden fazla sülün ciğeri ezmesi ye­
dikten sonra öldü.
Descartes'ın bireyin önceliği ve insan
bilincinin analizi konusundaki ısrarı,
onun en uzun süren mirası oldu. Hem
Rasyonalizm, hem de Empirisizm bu tür
bir vurgu konusunda hemfikirdiler. Ve şu
ya da bu formda, bu yaklaşım göreceli ola­
rak yakın zamana dek felsefeyi yönetmeyi
sürdürdü. Mantıki analizin ortaya çıkışıy­
la, bireyin önceliği ve insan bilincinin ana­
lizi yerini sözlüğün önceliği ve onun için­
dekilerin analizine bıraktı. Bir kez daha,
felsefenin kendisini hayata döndürmesi
için bir Descartes'a ihtiyacı var.

6H
DE SCARTE S'IN
YAZILARINDAN
Çocukluğumdan beri ne kadar

yanlış fikri doğru diye kabul etti­

ğimi, ve onların üstüne kurdu­

ğum tüm düşünce yapısının ne

kadar şüpheli olduğunu fark ede­

li bir süre oldu. Bu yüzden anla­

dım ki, eğer bilimde sağlam ve

sürmesi olası herhangi bir şey

kurmak istiyorsam, bir seferde

e dindiğim bütün fikirlerden

tamamen kurtulmalı, ve tama­

men yeni bir temelden başlama­

lıydım.

-Meditasyonlar, I

1
Kanun ların çokluğu genellikle ada­
leti engeller, öyle ki bir devlet sadece
birkaç iyi uygulanan kanunu olduğun­
da en iyi şekilde yönetilir; benzer şekil­
de, mantığı ortaya çıkaran çok sayıda­
ki kanunun yerine, kesin ve tereddüt
duymadan her zaman açıkça onlara
uyma kararı almam şartıyla, aşağıda­
ki dört kanunun bana tamamen yeter­
li olacağı kanısındaydım.
İlki, kesin olarak öyle olduğunu
bilmiyorsam hiçbir şeyi doğru olarak
kabul etmemekti; yani, aceleci sonuç­
lardan ve önyargıdan dikkatle sakın­
mak, ve şüphe duymama neden olma­
ması için, kararıma, aklıma temiz ve
açık seçik sunulanlardan başkasını
katmamak.
İkincisi , incele diğim sorunları
mümkün olduğu, ve tam bir çozume
ulaşmak için gerekebileceği kadar çok
parçaya ayırmak.
Üçüncüsü, küçük küçük, ve adım
adım daha karmaşık bilgiye yüksele­
bilmem için, en basit ve en kolay bili­
nebilen nesnelerle başlayarak; ve bir
düzeni yokmuş gibi görünen nesnelere
bile bir düzen vererek, düşüncelerimi
sistemli bir şekilde yürütmek.
Ve son olarak, her seferinde listele­
ri o kadar tam, ve gözden geçirmeleri o
kadar kapsamlı yapmalıyım ki, hiçbir
şeyi dışarıda bırakmadığımdan emin
olabileyim.

- Yöntem Üstüne Konuşma, Bölüm I


Geometricilerin en zor sonuçlara var­
mak için kullandığı, uzun, basit ve kolay
mantık yürütme zincirleri, insanlık tara­
fından bilinebilen her şeyin bir şekilde
bağlantılı olduğunu varsaymam nedensel­
lik oluşturdu. Ve, yanlışı doğru kabul et­
mekten sakındığımız, ve bir gerçeğin diğe­
rinden çıkartılması için gerekli düzeni dü­
şüncelerimizde koruduğumuz sürece, biz­
den ulaşamayacağımız kadar uzağa götü­
rülmüş, ya da bulamayacağımız kadar
saklanmış hiçbir şey olmadığını varsay­
mam içinde bu böyle oldu. Yine ayrıca, işe
hangi nesnelerle başlamam gerektiğine
karar vermekte pek zorluk çekmedim,
çünkü zaten bunların en basit ve bilinme­
si en kolay olanlar olduğuna ikna olmuş­
tum.

-Yöntem Üstüne Konuşma, Bölüm II


Kendimi tamamen gerçeği aramaya
adamayı istediğime göre, . . . bana tama­
men şüphe edilemez bir şey kalıp kal­
madığını görmek için, şüphe için en az
alan bulabileceğim şeyleri, sanki ta­
mamen yanlışlarmış gibi reddetmeye
karar verdim. Böylece, duyularımız bi­
zi bazen aldattığı için, hiçbir şeyin bizi
olduğuna inandırdıkları gibi olmadığı­
nı varsaymaya karar verdim. Ve, bazı­
larımız fikir yürütürken hata yaptığı,
en basit geometri konularında mantıki
hatalara düştüğü için, daha önce ka­
nıt olarak aldığım bütün mantık yü­
rütmeleri hatalı sayarak reddettim. Ve
son olarak, uyanıkken algıladığımız ,
tam olarak, aynı şeylerin, bize uyku­
dayken ve hiçbir şey algılamazken de
olabildiğini göz önüne aldığımda, aklı-
ma giren her şeyin rüyadan başka bir
şey olmadığını varsaymaya karar ver­
dim. Ama aniden bu şekilde düşünür
ve her şeyi yanlış diye değerlendirir­
ken, her şeye rağmen, bu düşünme iş­
lemini yapan ben'in bir şey olması ge­
rekliydi. Ve bu gerçeği dikkate alınca,
" düşünüyorum, öyleyse varım, " o ka­
dar kesin ve doğruydu ki, ne kadar aşı­
rı septik olursa olsun, bunu sarsabile­
cek hiçbir şüphe alanı yoktu, böylece
tereddütsüz yaratmaya çalıştığım fel­
sefenin ilk prensibi olarak kabul etme­
ye karar verdim.

-Yöntem Üstüne Konuşma, B ölüm IV


Akıl ve beden arasında büyük bir farklılık

vardır, akıl tamamen bölünemez iken, beden

doğası gereği bölünebilirdir. Çünkü aklı ya da

kendimi sadece düşünen bir şey olarak göz

önüne aldığımda, kendi içimde parçalar sınıf­

landıramıyorum, ve açıkça tek ve bütün bir

şey olduğumun farkına varıyorum. Aklım vü­

cudum tarafından birleştiriliyormuş gibi gö­

rünse de, bir ayak, veya bir kol zarar gördü­

ğünde aklımdan ayrılan bir şey olduğunun bi­

lincine varmıyorum. Bunun yanında isteme,

algılama, kavrama, ve diğer benzer yetenek­

ler, herhangi bir şekilde aklın parçaları olarak

adlandırılamazlar, çünkü her seferinde, iste­

me, algılama, kavrama, ve benzerlerini yapan

aynı akıldır. Bunun yanında, bütün bedensel

ve uzantılı şeyler için de tersi geçerlidir. Çün­

kü, düşüncelerimde kolayca parçalarına ayıra­

madığım hiçbir tane bile hayal edemiyorum,

ve böylece bölünebilir olduğunu anlıyorum.

-Meditasyonlar, 6
Sağduyu insanlık arasında eşitçe
dağıtılmıştır; çünkü hepsi kendisine o
kadar iyi bahsedildiğini düşünürler ki,
diğer bütün konularda paylarından şi­
kayet edenler bile çok nadiren sağduyu
konusunda daha fazlasına dair bir is­
teği vurgularlar. Ve bu noktada, herke­
sin hatalı olması ihtimali yoktur. Bu,
daha çok, doğru muhakeme gücü , ve -
sağduyu veya mantık dediğimiz- doğ­
ruyu yanlıştan ayırma yeteneğinin do­
ğal olarak bütün insanlığa eşit dağıtıl­
dığını gösterir. Dolayısıyla, fikirlerimi­
zin çeşitliliği bazılarımıza daha fazla
mantık bahsedilmiş olmasından değil,
sadece düşüncelerimizi değişik tarafla­
ra yönlendirmemiz ve aynı şeylere ilgi
göstermiyor olmamızdan gelir. Çünkü
iyi bir akla sahip olmak yeterli değil-
dir; esas olan onu nasıl doğru dürüst
uygulayacağımızı öğrenmektir. En iyi
akıllar en büyük hatalara olduğu ka­
dar en iyi erdemlere de muktedirdir­
ler; ve genellikle en yavaş yol alanlar,
doğru yolu izledikleri sürece, acele
edip ondan ayrılanlardan daha iyi iler­
lerler.

-Yöntem Üstüne Konuşma,_ B ölüm I


Açık ve belirgin algılamanın doğası:
Hayatları boyunca, doğru dürüst mu­
hakeme edebilmeleri için, hiçbir şeyi
doğru biçimde algılayamayan insanlar
vardır. Kesin ve dönüştürülemez bir
kararın üstüne kurulabilecek bilgi, sa­
dece temiz değil aynı zamanda belirgin
olmalıdır. Varolan ve benim açık de­
diğim dikkatli bir akla görünür olan -
bakan gözümüze görünür oldukları za­
man onları açıkça gördüğümüzü söyle­
diğimiz ve haklarında güçlü bir kanıya
sahip olduğumuz gibi. Ama belirgin
olan şey o kadar kesin ve diğer nes­
nelerden o kadar farklıdır ki, içinde
açık olan dışında bir şey barındırmaz.

-Felsefenin İlkeleri, İlke XLV

You might also like