Paul Strathern - 90 Dakikada Descartes PDF
Paul Strathern - 90 Dakikada Descartes PDF
© Gendaş AŞ.
Birinci Basım
Şubat 1998
İkinci Basım
Kasım 1999
ISBN 975-7809-79-9
Baskı ve Cilt
Kaya Matbacılık
GendaşA.Ş.
Çatalçeşme Sk. No: 19 Cağaloğlu-İstanbul
Tel-Fax: (0212) 520 82 12 - 527 10 20
Önsöz
i�..,.. 7
Descartes sahneye çıktığında Röne
sans hayata yeni bir insani bakış açısı ge
tirmiş ve Reformasyon da Katolik kilisesi
nin egemenliğine son vermişti. Yine de ye
niçağın felsefesini başlatmak Descartes'a
kalmıştı. Bu noktadan itibaren, bireyin
önceliği ve insan bilincinin analizi felsefe
nin temeli oldular. Bu bakış açısı yerini
yakın zamanda sözlüğün önceliği ve onun
içindekilerin analizini alana kadar sürdü.
Rene Descartes 31 Mart 1596'da
Fransa'da Tours'un otuz mil güneyinde
Creuse vadisindeki küçük bir şehir olan
La Haye'de doğdu. Bu nokta artık Descar
tes diye isimlendirildi ve eğer giderseniz
hala Descartes'ın doğduğu evi ve vaftiz
edildiği on ikinci yüzyıldan kalma St. Ge
orges Kilisesi'ni görebilirsiniz.
Rene ailenin dördüncü çocuğuydu ve
annesi ertesi yıl doğum sırasında ölecekti.
Babası Joachim, Brittany Yüksek Mahke-
mesi'nde hakimdi. Brittany 140 mil uzak
taki Rennes'deydi ve bu da Joachim'in yı
lın yarısından daha az bir süre evde oldu
ğu anlamına geliyordu. Kısa süre sonra
tekrar evlendi ve Rene büyükannesinin
evinde büyüdü. Burada en çok bağlandığı,
kendisine en çok sevgi duyduğu dadısıydı.
Ölene kadar ona maaş ödemeye devam et
ti.
Descartes hastalıklı yapısının da zor
lamasıyla yalnız bir çocukluk geçirdi ve
çabucak, eşlik eden olmadan yaşamayı öğ
rendi. İlk yıllarından itibaren haleti
rühiyesini bilen ve temkinli bir çocuk ola
rak bilinirdi: Solgun yüzü, gür kıvırcık si
yah saçları ve gölgeli büyük gözleriyle, si
yah paltosu, dizlerinden büzgülü pantolo
nu içinde, başında geniş siperlikli şapka
sı, boynunda uzun yün atkısıyla meyve
bahçesinde gezinen bir çocuk.
On yaşındayken yatılı olarak yakın
a
�..1
zamanda La Flech'da açılan Cizvit Kole
ji'ne yollandı. Okul, yöredeki beylerin da
ha önceleri silah veya şahinle avlanmak
ve üstünkörü ev dersleriyle yetiştirilen ço
cuklarının eğitilmesi amacıyla açılmıştı.
Kolejin rektörü, Descartes ailesinin dostu
olduğu için, narin ve genç Rene'ye ken
dine bir oda ve istediği zaman kalkma iz
ni verdi. Bu ayrıcalığın tanındığı birçok
kişide olduğu gibi bu, hayatının geri kala
nında da sıkıca uyduğu bir huyu olarak,
Descartes'ın öğlen sularında kalktığı an
lamına geliyordu. Skolastisizmin karma
şası konusunda tecrübeli, huysuz ve kibir
li Cizvitlerin bakışları altında diğer öğ
rencilerin gözleri korkutulurken, zeki ve
genç Descartes, öğlen yemeği zamanı uya
nıp, öğleden sonra zamanını at binme,
eskrim ve flüt dersleriyle geçirerek ögren
diklerini daha rahat bir hava içinde özüm
seme şansına sahipti. Ayrılma vakti geldi-
ğinde, Descartes'ın herkesten daha çok
şey öğrendiği açıktı, ve görünüşe göre sağ
lığı (dikkat çekici derecede sağlıklı hayatı
boyunca süren hastalık hastalığı dışında)
tamamen yerine gelmişti.
Bütün ödüllerini iyi taşımakla birlik
te, Descartes hayatı boyunca eğitimi hak
kında karışık duygular barındırdı. Öğren
diklerinin çoğu saçma geliyordu: Yüzyılla
rın yorumlarıyla kabuk bağlamış metin
lerden Aristotales'i; her şey için bir cevabı
olan, ama hiçbir şeyi cevaplayamayan
Aquinas'ın boğucu teolojisini; bir metafi
zik bataklığını çalıştı. Matematik dışında
öğrendiği hiçbir şeyin kesinliği yokmuş gi
bi geliyordu. Ve evin, ailenin kesinliğin
den ve anlamlı toplumsal ilişkilerden yok
sun bir hayat içinde Descartes, kendisini
evinde hissettiği tek alan içinde kesinlik
açlığı çekiyordu: O da akıl. Okuldan hayal
kırıklığı içinde ayrıldı. Kendisinden önce
11
Sokrates'de olduğu gibi o da hiçbir şey bil
mediğine inanıyordu. Matematik bile an
cak kişisel olmayan kesinlikler sağlama
yetisine sahipti. Bildiği diğer biricik ke
sinlik ise Tanrı'ydı.
Descartes on sekiz yaşında La Flec
he'ten ayrıldığında, babası onu Poitiers
Univesitesi'ne hukuk eğitimi almaya yol
ladı. Joachim Descartes, Rene'nin, ağabe
yi gibi hukukla ilgili bir meslekte saygın
bir konuma gelmesini istiyordu. O günler
de bu tür konumlar, neredeyse bugünkü
ortalamaya yakın sayıda gülünç ve yeter
siz yargıcın yetişmesini sağlayan bir sis
tem olan, nepotizm ile dolduruluyordu.
Ama hukuk çalışarak iki yıl geçiren Des
cartes, bundan bıktığına karar verdi. Bu
döneme dek köyde annesinden miras ka
lan birkaç küçük mülkün sahibi olmuştu.
Bunlardan istediği gibi yaşamasına yete
cek kadar mütevazi bir gelir elde ediyor-
2
du. Böylece "düşüncelerinin peşıne düş
mek" için Paris'e gitmeye karar verdi. Ha
kim Joachim hiç memnun olmamıştı-Des
cartesların, vakitlerini düşünerek harca
maları düşünülemezdi. Ama yapabileceği
bir şey yoktu: Oğlu artık özgür bir adam
dı.
İki yıl sonra Paris'teki zengin bekar
hayatından sıkıldı. Kendisini geniş bir
yelpazedeki çalışmalarına adaması ve bir
kaç oldukça keyfe keder metin yazmış ol
masına rağmen, başkentin dayanılmaz
derecede usandırıcı bulduğu toplumsal
yaşamına her geçen gün daha fazla karış
maya başlamıştı. Faubourg St. Germa
in'de kimsenin ziyaret etmediği bir adrese
taşındı ve huzur içinde düşüncelerinin pe
şine düşerken inzivaya çekildi.
Bu Descartes'ın hayatının geri kalanı
boyunca seçeceği hayat tarzı olacaktı. Bu
na rağmen yerleştikten birkaç ay sonra
1
aniden deliğinden çıktı. Çok iyi dengelen
miş iki saplantı tarafından itiliyormuş gi
bi görünüyor: Yalnızlık ve yolculuk. Ken
disini tanıdıklarına hiçbir zaman yakın
hissetmediği için, onlarla yaşama isteği
de olmadı. Ve hiçbir zaman gerçek bir evi
olmadığı için de kendisine ait bir ev kur
ma isteği duymadı. Sonsuza dek huzursuz
ve yalnızdı.
Bu Descartes'ın bir sonraki hareketi
nin iyice beklenmedik bir şekilde olması
na yol açıyor: Orduya yazılmaya karar
verdi. 16 18'de Hollanda'ya gitti ve Orange
Prensi'nin ordusuna maaş almayan bir
subay olarak katıldı. Prensin Protestan
ordusu eski kolonilerini geri almak iste
yen Katolik İspanyollara karşı, Birleşmiş
Hollanda Vilayetlerini savunmaya hazır
lanıyordu. Hollandalıların okulda biraz
binicilik ve eskrim yaptığını iddia eden
askeri deneyimi olmayan bu soğuk, Kato-
14
lik beyefendi ile ne yaptıklarını kestirmek
oldukça güç. Bu dönemde Descartes tek
kelime Dutch (Hollanda dili) konuşmuyor
ve öğleyin kalkma huyunu azimle devam
ettiriyordu. Belki de çadırında müzik üze
rine bir metin ya da benzer bir şeyle uğra
şarak otururken onu fark etmemişlerdi.
(Bu günlerde olsa casus olmakla suçlanır
dı herhal; ama o günlerde ordular casusla
rı doğru değerlendirmiş ve milliyeti, bağlı
lığı, veya askeri rutine katılma konusun
daki isteğine bile bakmadan; her gönüllü
yü kabul etme eğilimindeymişler gibi gö
rünüyor.)
Biliyoruz ki Descartes ordu hayatın
dan sıkıldığını fark etmişti; onun görüşü
ne göre orduda "çok fazla aylaklık ve sefa
hat" vardı. Bu, ondan bile geç kalkan su
baylar olduğu anlamına mı geliyor?!
Bir öğleden sonra Breda sokaklarında
gezinirken, Descartes bir ilanın duvara
asılıyor olduğunu fark etti. Dönemin tar
zında, çözülmemiş bir matematik proble
mini özetliyor ve gelen herkese çözmeleri
için meydan okuyordu. Descartes açıkla
maları pek anlamadı (sonuçta Dutch di
linde yazılmışlardı). Yanında dikilen Hol
landalı beyefendiye dönüp lütfen tercüme
edip edemeyeceğini sordu. Hollandalı bu
cahil genç Fransız subayından pek etki
lenmemişti. Fransız subayına, sadece
on un bu problemi çözmeyi denemeye ve
çözümünü kendisine getirmeye istekli
olması halinde tercüme edeceğini söyledi.
Ertesi gün öğleden sonra Fransız subayı
Hollandalının evine gitti. Hollandalı şaşı
rarak fark etti ki, Fransız problemi çöz
mekle kalmamış hem de bu işi az bulunur
zekice bir yöntemle yapmıştı.
Descartes'ın ilk biyografi yazarı Bail
let'ye göre, Descartes Hollandalı ünlü filo
zof ve matematikçi Isaac Beckman ile böy-
le karşılaştı. Sonraki yirmi yıl boyunca
(anlaşamadıkları zamanki birkaç kısa ke
silme dışında) sık sık mektuplaşan iki ya
kın arkadaş olarak kalacaklardı. "Siz beni
uyandırana dek uykudaydım," diye yaza
caktı Descartes Beckman'a. Descartes'ın
La Fleche'den ayrıldığından beri uykuda
olan felsefe ve matematik ilgisinı tekrar
dirilten Beckman'dır.
Hollanda ordusunda bir yıl kadar ge
çirdikten sonra, biziı n Descartes Almanya
ve Baltık Denizi bölgesinde bir yaz turuna
çıktı. Ardından bir kez daha ordu hayatını
denemeye karar verdi ve 'l\ına'nın yukarı
bölgesinde, Bavyera Maksimilyen Dükü'
nün ordusunun, kış mevsımim geçirmek
için kamp kurduğu Güney Almanya'da
küçük bir kasaba olan Neuburg'a gitti.
Nasıl güzel, sıcak bir odaya yerleştiğini,
gecede on saat uyuma ve öğleyin kalkma
huyunda ısrar ettiğini, uyanık olduğu sa-
17
atleri "kendi düşünceleri ile görüşerek"
sürdüğünü anlatan Descartes için askeri
hayat her zamanki kadar zor geçmiş görü
nüyor.
Descartes'ın davranışlarından bunu
çıkartmak zor olsa da Avrupa'da politik
durumlar ciddileşiyordu. Bavyeralılar
seçkin saray efradına ve Bohemyanın Pro
testan kralı olan V. Frederick'e savaş aç
mışlardı. Bütün kıta Otuz Yıl Savaşları
diye bilinen uzun ve felaket getiren çatış
maya doğru sürükleniyordu. Bu savaş, sü
rekli değişen kaderi ile İsveç'ten İtalya'ya
kadar bütün ülkeleri etkileyerek, özellikle
Almanya olmak üzere Avrupa'nın büyük
bölümünü yıkıntı içinde bırakacak ve Des
cartes'ın yaşamının sonuna dek sürecekti.
Buna rağmen orduda olduğu dönem de
dahil, savaşın Descartes üzerinde etkisi
en az seviyede olmuş gibi görünüyor. Yine
de, kişi, bu sürüp giden politik arka pla-
18
nın Descartes'ın kendi psikolojik kararsız
lığı ile birleşip, bir şekilde bütün felsefesi
ni biçimlendiren o içindeki derin kesinlik
gereksinimine katkıda bulunmuş olabile
ceğinden şüphelenmeden edemiyor.
Bu arada Bavyera kışı geldi ve kar,
derin, gevrek ve sert, her tarafı kapladı.
Hava Descartes'a o kadar soğuk geldi ki
bir soba üstünde yaşamaya başladığını id
dia ediyor -çok tartışmalı bir konu. Bazıla
rı bahsettiği şeyin çok iyi ısıtılmış bir oda
olduğunu, bazıları da daha çok saunaya
benzer bir yer tarif ettiğini iddia ediyorlar.
Ama Descartes, tartışmasız bir soba anla
mına gelen Fransızca poele kelimesini
kullanıyor.
Bir gün sobasının üstünde otururken
Descartes'in zihin gözü açıldı. Buhar
basmış o ortamda ne gördüğü pek açık ol
masa da, ufkunda gördüğü şey dünyanın
matematiksel bir resmini içeriyormuş gibi
19
gözüküyor. Bu Descartes'ı bütün evrenin
oluşumunun evrensel bir matematiksel
bilim uygulayarak anlaşılabileceğine
inandırdı. Descartes aynı gece uyuduğun
da üç tane çok canlı rüya gördü. Birinci
sinde kendisini eski koleji La Fleche'de
kendisinden daha güçlü bir rüzgara karşı
çabalayarak yoldan aşağıya inip kiliseye
ulaşmaya çalışırken gördü. Bir yerde biri
sine selam vermek için döner ve rüzgar
onu kilisenin duvarına fırlatır. Sonra bah
çenin ortasından birisi ona seslenerek bir
arkadaşının ona vermek istediği bir melon
şapkası olduğunu söyler.
Sonraki rüyada Descartes'ı bir korku
kaplar ve "yıldırım şaklamasına benzeyen
bir ses" duyar, ardından odası sayısız kı
vılcımla dolar. Son rüya ise diğerleri ka
dar açık değil: Bu rüya süresince masasın
da bir sözlük ve bir �iir kitabı görür. Bunu
her zaman göreni eğlendirip dinleyeni sık-
mayı başaran birçok olağan tutarsız ve
yüksek seviyede sembolik olay izler. Bu
bize Descartes'ın kendisini anlayışı konu
sunda derin bir kavrayış sağlayabilirdi,
ama ne yazık ki biyografi yazarı Baillet işi
bu noktada oldukça karıştırıyor.
Bu kış gününün ve takip eden gece
nin (11 Kasım 16 19) olayları Descartes
üzerinde derin ve sürekli bir etki bıraka
caktı. Zihin gözündeki bu açılımın ve ta
kip eden rüyaların kendisine tanrı vergisi
mesleğini açıkladıklarına inanıyordu. Bu
rüyalar açıklamalarında çok ihtiyaç duy
duğu kendine güveni ve her zaman argü
manlarla desteklenmeyen bulgularının
doğruluğunu sağlayacaktı. Ama bu parlak
diletant (zevk için sanat veya bilimle uğ
raşan kimse Ç.n.) bu deneyim olmasaydı
mesleğini hiç fark etmeyebilirdi. Büyük
rasyonalist Descartes'ın mistik bir zihin
gözü açılımı ve oldukça mantıksız rüya-
lardan ilham almış olması ironiktir.
Descartes'ın düşünme sistemindeki bu
unsur, bu büyük Galli kahraman ve uyku
delisinin rasyonalist örnek olarak okutul
duğu Fransız liselerinde genellikle gözden
kaçırılır.
Descartes'ın rüyaları oldukça geniş
bir yelpazede açıklamaları kendine çek
miştir. Daha sonraları Descartes ile de ta
nışacak olan Hollandalı filozof ve astro
nom Huygens'e göre, bu rüyalar Descartes
sahadayken beyninin aşırı ısınmış olma
sından kaynaklanıyordu. Başkaları da ha
zımsızlık, aşırı çalışma, uyku eksikliği,
mistik bir kriz, ya da yakın zamanda Gül
Haççılara katılmış olması gibi nedenler
öne sürmüşlerdir. Birinci rüyada gönder
me yapılan sahne gerisindeki melon şap
kanın varlığı ise, görünüşe göre on seki
zinci yüzyılda Descartes okurları arasında
kahkahaya yol açmıştır. Ama psikanalizin
ortaya çıkışıyla bu melon çok daha ciddi
bir konu haline gelmiştir.
Hayal gücüyle gördüğü ve takip eden
rüyaların sonucunda Descartes hayatını
entelektüel çalışmalara adayacağına ve
İtalya'daki Lorettolu Hanımımız'ın türbe
sine bir hac yolculuğuna çıkacağına yemin
etmişti. Böylece (beş yıl sonra türbeyi zi
yaret etmeyi başarmış olmasına rağmen)
yedi yıl boyunca Avrupa'da amaçsızca ge
zindiğini öğrenmemiz oldukça şaşırtıcıdır.
Descartes'ın hayatı hakkında bu yedi yıl
lık, kendi deyimiyle "aylak hayat" dönemi
süresince çok az kesin detaya sahibiz. Me
sela Macar Kraliyet ordusuna katılmış gi
bi gözüküyor. Ama o zamanlarda Otuz Yıl
Savaşları ciddi olarak başlamıştı ve beye
fendi-subay Descartes, pek askeri sefer
berlikte yer almaya istekli görünmüyor
du. Ordudan ayrıldıktan sonra, her sefe
rinde kendilerini mesleklerine adamış
meslektaşları tarafından savaşın yönetil
diği bölgelerin uzağından geçerek, Fran
sa, İtalya, Almanya ve Polonya boyunca
gezdi.
Descartes şiddetten tam olarak da
kacınamıyordu. Frizye Adaları'ndan birini
(bir ihtimal Schiermonnikoog) gezerken
kendisini ana karaya götürmesi için bir
tekne kiraladı. Denizciler onu bir Fransız
taciri sanarak yolda soymaya karar verdi
ler. Descartes güvertede dikilip adanın al
çak kıyı şeridinin gri denizde gözden kay
bolmasını seyrederken, halatları toparla
yan denizciler kendi aralarında Dutch di
linde onun kafasına vurup, denize attık
tan sonra, sandığında saklı olduğuna
inandıkları altını nasıl yağma edecekleri
ni konrn�myorlardı. Ama o zamana dek yol
culukları ve gezileri sırasında çat pat
Dutch öğrenmişti ve talihsiz Schiermonni
kooglu denizciler karşılarında kılıcını sal-
layan bir Descartes buldular. Çabucak ge
ri çekilip onu güvenle karaya çıkarmaya
söz verdiler.
Bu dönemde bir ara, bir ihtimal
1623'te, Descartes evine, La Haye'e dönüp
bütün mal varlığını sattı. Ardından para
sını, ona hayatının sonuna dek ivi bir ge
lir sağlayacak olan tahvillere yatırdı. Bu
yolculuğu sırasında ailesini ziyaret ettiği
düşünülebilir, ama bu gerçekten oldukça
uzak bir ihtimal. Descartes hiçbir zaman
ailesiyle tartışmadı, ama onlardan hep
uzak kaldı. Avrupa boyunca istediği gibi
gezinme özgürlüğüne rağmen ne erkek ne
de kız kardeşlerinin düğünleri i<;;in eve
dönme zahmetine katlanmadı ve babasını
ölüm döşeğindeyken bile ziyaret etmedi.
Bu dönemin sonuna doğru Descartes
Paris'te daha fazla vakit geçirmeye başla
dı. Burada La Fleche'den eski bir okul ar
kadaşı, kiliseye katılan Marin Mersenne
ile karşılaştı. Peder Mersenne, Avrupa'nın
önemli beyinleriyle sürekli ilişki içinde,
saygı duyulan bilge bir kişi olmuştu. Mer
senne Paris'ten Pascal, Fermat ve Gas
sendi gibi kişiliklerle görüşüyordu. Mer
senne'in odası matematiksel, bilimsel ve
felsefi düşüncenin yeni fikirlerinin açık
landığı bir yer haline gelmişti. Mersenne
tam da Descartes'ın ihtiyaç duyduğu tür
de bir arkadaştı ve Descartes fikirlerinin
hem değerliliklerini hem de kiliseyle çakı
şıp çakışmadığını test etmek için, ona me
tinler yollayarak hayatının sonuna dek
ilişkisini sürdürecekti.
Descartes Paris'te zamanının çoğunu
odasına kapanıp çalışarak geçirdi. Zaman
zaman dostları onunla fikir tartışması
yapmak için ziyaret ederlerdi; bazen daha
resmi toplantılar için dışarı çıkmaya bile
ikna ederlerdi. Papalık elçisinin konutun
da Chandoux isminde birisi "yeni bir fel-
/;
sefeyi" tanımlayan bir konuşma yaparken
Descartes'ın ne yaptığını anlatan bir
anekdot vardır. Konuşmanın sonunda
Descartes, Chandoux'nun hiçbir cevap ve
remediği sert ve titiz bir matematiksel çö
zümlemeyle bu yeni felsefeyi parçalamaya
başlar. Descartes'ın ustaca tartışmasını
izleyen Kardinal de Berulle onu köşeye çe
ker ve hayatını felsefeye adamasını tavsi
ye eder.
Bir nedenle bu öğüt Descartes'ı etki
lemiş görünür. Vizyon ve rüyalar gerekli
güveni sağlamış olabilir, ama karar aşa
masına varması için rasyonel bir yakla
şım gerekmişti. 1628'de inzivaya çekilip
kendisini tamamen düşüncelerine vermek
için Fransa'nın güneyine yerleşti. Ne ya
zık ki Parisli dostları onu ziyaret etmeye
devam ettiler. Bu yüzden Descartes daha
da uzağa gidip tam bir soyutlanma içinde
yaşamak için ölümünden önceki yıla ka-
dar - yirmi yıldan fazla - kalacağı Hollan
da'ya yerleşti.
Ama "yerleşmek" Descartes söz konu
su olduğunda çok göreceli bir kavram.
Hollanda'daki ilk on beş yılı boyunca en
azından on sekiz ev değiştirdiği biliniyor.
Bu arada yerleşik düzen ona fazla gelince,
sık sık yurtdışına gezilere çıktı. Nerede ol
duğunu sadece Peder Mersenne takip ede
biliyordu. Bu sürekli hareket Descartes'ın
yalnızlık aşkıyla izah edilir, ama daha de
rindeki bir huzursuzluktan bahseder gibi
dir. Yolculuk sırasında, ev değiştirirken
bile, geçici de olsa insan birileriyle tanış
madan edemez. Bu bitmeyen hareketlilik,
Descartes'ın yalnızlığının tek başına ye
terli olmadığı ihtimalini akla getirir. Des
cartes yalnızdı ama insanlarla ilişkiye de,
önemsiz olanlar dışında, girmeden yapa
mıyordu.
Descartes'ın her zaman hizmetçileri
vardı ve oldukça iyi giyimli birisi olduğu
görülüyor. Sahip olduğumuz ona ait port
reler Descartes'ı solgun yüzlü, döneme
has koyu dalgalı peruklar takan bir beye
fendi olarak tasvir ediyor; bıyığı ve çene
sindeki, ince, aşağıya uzanan sakalıyla
yüzünde melankolik bir çekicilik var. Mo
daya uygun dizden büzgülü pantolonlar,
siyah ipek çoraplar ve gümüş tokalı ayak
kabılarıyla, iyi giyindiği söylenir. Boynun
da soğuktan korunmak icin sürekli ipek
bir atkı vardı; her dışarı çıktığında kalın
yün bir atkı takıp, kalın bir palto giyer ve
her zaman kılıcını kuşanırdı. Göğsündeki
kendi tanımıyla "miras kalmış güçsüzlü
ğü" etkilediğini iddia ettiği hava değişim
lerine karşı çok hassas olduğu söylenir.
Buna rağmen yıllarını Italva'dan İskandi
navya'ya gezerek geçirdi. Ve yerleşmeyi
seçtiği ülke, yağmur, sis ve buzlarıyla ün
lü, zamanın bir Fransız ziyaretçisi tara-
fından "dört aylık kışı takiben sekiz aylık
soğuk" diye tasvir ettiği Hollanda'ydı. Bel
ki de burası bir hastalık hastası için mü
kemmel bir yerdi.
Ama Hollanda'nın bir avantajı vardı:
On yedinci yüzyılda Avrupa aklının güm
rüksüz bölgesiydi. Diğer ülkelerin tersine,
burada fikirlerinizin bedelini ödemek zo
runda değildiniz. Hoşgörülü Hollandalılar
Engizisyon, sapkınlık, gererek işkence ya
pılan aletler, kazığa bağlayıp yakmak gibi
Avrupa'nın diğer bölgelerinde düşünürleri
onurlandırmak için kullanılan ağır iş alet
lerini ortadan kaldırmışlardı. On yedinci
yüzyıl boyunca özgün felsefeler üreten
dört düşünürden üçü - Descartes, Spinoza
ve Locke - Hollanda'da yaşadılar. (Diğeri,
Leibniz, sınırın diğer tarafında Hanno
ver' de yaşadı ve birçok kez Hollanda'ya
geldi.) Biraz da bu özgür havanın sonucu
olarak Hollanda ayrıca, Galileo ve Hobbes
gibi ileri düşünürlerin çalışmalarının ba
sıldığı, Avrupa'nın yayın merkezi haline
geldi.
Descartes hayatının üretim dönemine
büyük umutlarla başladı. Bavyera soba
sındaki vizyonunun sonucu olarak, bütün
insana ait bilgiyi kapsayabilecek bir ev
rensel bilim tasarladı. Bu gerçeğe mantık
kullanarak ulaşacaktı. Ama bu devrim ya
ratan yeni bir yöntemden çok daha fazla
bir şeydi. (Mantık ortaçağın bilim ve sim
yasında çok önemli bir geri plan rolü üst
lenmişti.) Descartes bütün bilgiyi kapsa
makla kalmayıp ayrıca onu birleştirecek
bir sistem tasarlamıştı. Bu sistem önyargı
ve tahminlerden arınmış olacak ve sadece
kesinlik üstüne kurulacaktı. Kanıtları
kendileri olan temel ilkelerden başlaya
cak ve buradan ilerleyecekti.
Descartes sisteminin devasa avantaj
ları olduğunu gördü. Güvenle bu yeni sis-
aı
temin tıbba uyarlanmasıyla yaşlanma sü
recine çözüm bulacağı kehanetinde bulun
du. (Bu Descartes'ın sürekli hayaliydi. On
yıl önce Hollandalı akademisyen Huy
gens'e, sıkıntı verici fiziksel durumuna
rağmen, her ne kadar hayatının son yılla
rında bu öngörüyü birkaç yıl aşağıya çek
mişse de, en azından yüz yaşını geçene
kadar yaşamayı umduğunu yazmıştı.)
Aklın Yönlendirilmesi için Kurallar
adını verdiği bir metin yazmaya başladı.
Evrensel bilimi keşfetmek için önce bir
düşünme yöntemini tam olarak edinme
miz gerektiğini savunuyordu. Bu yöntem
şu iki düşünsel işlem kuralından oluşu
yordu: Sezgi ve çıkarsama. Descartes sez
giyi "gölgesiz, dikkatli bir beynin kuşku
olmayan, sadece mantığın ışığı altında
oluşmuş fikri" olarak tanımladı. Çıkarsa
ma ise, "kesin olarak bilinen diğer gerçek
lerden yapılan gerekli çıkarım" olarak ta-
nımlandı. Descartes'ın "Kartezyen Meto
du" olarak bilinen bu tanınmış yöntemi bu
iki düşünce kuralının doğru uygulanma
sında yatıyordu.
Descartes artık geniş bir yelpazede
felsefi ve bilimsel konular hakkında fikir
üreten bir düşünür olarak ün kazanmaya
başlamıştı. Mart 1629'da papa ve bazı
yüksek kardinaller Roma göğündeki
UFO'ları araştırmaya başlamışlardı. Gü
neş battığında içinde parlak ışık noktala
rının gezindiği bir hale ortaya çıkıyordu.
Descartes ve başka bazı önde gelen düşü
nürlere bu görüntülerin anlamını soran
mektuplar gönderildi.
Descartes konuyla o kadar ilgilenmiş
ti ki, bu konu üstüne yoğunlaşmak için bir
süreliğine felsefi düşüncelerine ara verdi.
Bu tür bir fenomen hakkında şüpheleri
vardı, ama birkaç yıl sonraya dek açıkla
mayı reddetti. Bu ana dek konu hakkında
büyük bir metin hazırlamıştı. (Bu arada
Vatikan'dan bir kaynak kendi açıklaması
nı önermişti: Fenomenin nedeni: İkinci
Geliş için hazırlık yapmak amacıyla gök
sel manzara değişiklikleri yapan melek
lerdi.) Descartes gökyüzündeki bu ışıklara
meteorların sebep olduğunu öne sürdü.
Ne yazık ki modern bilim adamlarının Va
tikan'ınkinden daha garip bir açıklaması
var. Şimdilerde parheli adı verilen bu fe
nomenlerin güneşin "temel eksenleri di
key olarak düşen altıgen buz kristallerin
den oluşan ince bir bulutsu tabakanın
arasından" ışımasıyla ortaya çıktığı. Artık
atmosferde biçimlenme dansı yapan buz
kristalleri meleklerden daha akla yakın
bulunuyor ve Descartes'ınki gibi basit
açıklamalar gülünerek hesaba katılmıyor.
Bu ve daha birçok konuda olduğu gibi
Descartes bu insan aklının özlü ve büyük
ihtimalle kendine has dönemi boyunca ha-
84
yattaydı. Döneminin en iyi bilimsel ve fel
sefi beyinleri tarafından birçok konuda or
taya konan bu yeni açıklamalar hem ma
kul hem de anlaşılabilirdi. Ayrıca rasyonel
ve en büyük sırlar hakkında düşünülme
sine yer bırakmak amacıyla, genel kav
ramsal yapıları içinde basitlerdi. İnsanlı
ğın böyle bir dönemi bir daha yaşaması ih
timali oldukça düşüktür. Sonraları gerçe
ği anlamak, kişinin anlamayı başarabildi
ği giderek daralan alan dışında, her geçen
gün daha imkansız hale gelmeye başladı.
Bu andan itibaren daha az şey hakkında
daha fazla şey öğrenecektik.
Aklın işlemesi ile ilgili kuralları belir
lemiş olan Descartes için dış dünyaya
açılma vakti gelmişti. Sonraki üç yıl için
de evren hakkında bir metin hazırladı. Bu
metin, meteorlar, dioptrics (merceklerin
ışığı kırmalarıyla ilgili bilim dalı Ç.n.) ve
geometri dahil inanılmaz derecede geniş
'3h.)
t. �--
bir konu yelpazesini içeriyordu. Anatomi
üstüne çalışmalarını sürdürmek amacıyla
bölgedeki mezbahaya gitmeye başladı.
Evine, kendi kendine parçalamak amacıy
la pelerininin altına sakladığı muhtelif
parçalarla dönüyordu. Bu çalışmanın so
nucu olarak, Descartes embriyolojiyi orta
ya çıkardı. ( Anlatılanlara göre Descartes
bu mezbaha ziyaretlerinin birinde derisi
yüzülmüş bir öküzün eskizini çizen iri ya
pılı bir genç görür ve ona neden böyle bir
konu seçtiğini sorar. "Sizin felsefeniz ruh
larımızı alıyor," yanıtını verir sanatçı.
"Resimlerimde onları geri vereceğim, ölü
hayvanlara bile." Bu genç sanatçının
Rembrandt olduğu söylenir.)
Üç yıllık dikkatli bir çalışmanın sonu
cunda, Descartes Evren hakkında Metin
çalışmasını, basılması için Paris'e, Peder
Mersenne'e göndermek üzere hazırladı.
Ardından gökyüzünden düşen bir yıldırım
gibi, Roma'dan fantastik bir haber geldi:
Galileo sapkınlıkla suçlanmış, Engizisyon
önüne çıkartılmış, ve bilimsel çalışmala
rından "feragat ettiği, lanetlediği ve iğren
diği" konusunda yemin etmeye zorlanmış
tır. Burada kastedilen, Kopernikus'un
dünyanın güneş etrafında döndüğü teori
sine olan inancıydı. Descartes hemen dos
tu Beckman'dan Galileo'nun çalışmaları
nın bir kopyasını istedi ve dehşetle fark
etti ki Galileo'nun vardığı birçok sonuç
kendisininkilerle paraleldi. Descartes
kimseye bir şey söylemeden Evren Hak
kında Metin çalışmasını bir kenara koydu
ve daha az tartışma yaratacak konulara
yöneldi. Bu çalışma Descartes'ın ölümün
den yıllar sonraya kadar basılmadı ve o
zaman da sadece bir bölümü basıldı.
Descartes'ın hayatı ikilemlerle bölün
müştü. Huzur ve yalnızlık aradı, ama bu
arayışı onu saplantılı yolculuklara itti.
Bir düşünür olarak "düşüncelerini her ne
reye götürürlerse izlemeye" yemin etti;
ama bir insan olarak "ülkemin kanunları
na uymaya, atalarımın dinine bağlı kal
maya ve karşılaştığım en akıllı insanları
örnek almaya" yemin etti. Evren Hakkın
da Metin'de yazdıklarının doğru olduğuna
emindi, bunun yanında Tanrı'nın kilisesi
ne kesinlikle bağlıydı. Descartes korkak
lık, gizli bir tanrı tanımaz olmakla ve bü
tün içe dönük meditasyonlarına rağmen
kendisinin kim olduğunu bilmemekle suç
landı. Bu suçlamaların hiçbiri geçerli de
ğildir. Descartes şehitlerin malzemesin
den yapılmamış olabilir, ama bu onu bir
korkak yapmaz. Kilisenin skolastik öğre
tilerinden hiçbirisini bırakmadan, yine de
kendi bakış açısına gelebileceğine inanı
yordu. Ve birkaç psikolojik karanlık nokta
olsa bile, entelektüel öz bilgisi Sokra
tes'ten beri gelen bütün filozoflardan daha
derindi.
Bütün bunlara rağmen, Descartes'ı
en çok rahatsız eden ikilem felsefesinin
içinde yatıyordu. Descartes dünyayı iki
tür malzemeden, akıl ve madde, yapılmış
olarak görüyordu. Akıl uzantısız ve bölü
nemezdi. Madde uzantılı ve bölünebilirdi
ve fizik kanunlarına uyardı. Bu tinsel ak
lımızın mekanik bir beden içinde yerleş
miş olduğu anlamına geliyordu. Ama hiç
bir uzantısı olmayan akıl nasıl oluyor da
sadece bilimin mekanik kanunlarına
uyan bir beden ile beraber çalışabiliyor
du? Descartes bu sorunu asla tatmin edici
bir biçimde çözemedi, ki burada da kendi
sini günlük hayatta rahatsız eden psikolo
jik ikilemler tekinsiz bir şekilde yankılan
maktadır. Buna rağmen bir cevap üretme
ye çalıştı. Descartes'a göre akıl ve madde
pineal bezede (beynin yakınlarında zor
fark edilen ve görevinin ne olduğu bugün
bile kesin olarak bilinmeyen bir organ) et
kileşiyordu. Ne yazık ki Descartes esas
noktayı gözden kaçırdı. Sorun nerede et
kileştikleri değil, nasıl etkileştikleriydi.
Bu noktada, nadir bulunan insani bir
öğe girer Descartes'ın hayatına: Hizmetçi
lerinden biri olma ihtimali olan Helene is
minde bir kızla ilişkisi olur. Bunun sonu
cunda Francine adını verdiği bir kızı olur
Descartes'ın. Francine'in doğumundan
sonra Helene kızı ile yakında bir evde ya
şar, ama düzenli olarak Descartes'i ziya
ret eder. Başkaları olduğunda Descartes
Francine'i yeğeni olarak tanıtır.
Bu kadar az bilgiden Descartes'ın He
lene ile ne tür bir ilişkisi olduğunu kesin
olarak anlamamız zordur. Ama ne olduğu
nu kestirmek kolay. Zavallı Helene - bu
duygusal genişliği ağa takılmış morina
kadar olan, üst sınıf soğuk balıkla ne yap
tı? Gölgeli, soyut bakışlı gözlerine baktı-
40
ğında ne gördü? Helene, Descartes'ın içine
girmeyi başaramamış olabilir, ama Fran
cine kesinlikle başardı. Hilesizce ona
uzandı ve o da cevap verdi. ( Aslına bakı
lırsa çocukluğunda reddedilmiş değildi:
Patates aşkıyla yaşlı dadısından başka
kimse yoktu.) Francine'i yeğeni olarak ta
nıtma çabalarına rağmen, sonraları Des
cartes küçük kızını sevmeye başladı ve o
da Descartes'a hayatının eşsiz duygusal
deneyimini sundu.
Artık, bugün en özgün eseri sayılan,
Yöntem Üstüne Konuşma'yı yazıyordu.
İronik bir şekilde, bu kitabın gövdesini
Evren Hakkında Metin den alınmış daha
'
4
rafından Kartezyen Koordinatlar olarak
adlandırılacak olan koordinatları ortaya
çıkardı; optikte Işığın Kırınımı Kanu
nu'nu ortaya attı ve gökkuşağı hakkında
bir açıklama öne sürdü, sonuçta bizim şu
anki teorilerimiz gibi geriye dönük çalışa
bilen havayı açıklayacak rasyonel bir bi
limsel teori kurmayı denedi. Ama Yöntem
üstüne Konuşma'nın diğerlerinden çok
daha önemli olan bölümü karşılaştırmalı
özlü giriş bölümüdür. Felsefenin gidişatı
nı etkileyecek olan düşünceyi özetler. Ve
gelenekten devrimci bir ayrılışla, Descar
tes bu fikirleri hem anlaşılır hem de oku
nabilir hale getirir.
Son derece özgün felsefi anlayışları
herkesin anlayabileceği açıklıkla taşımak
nasıl mümkün oluyor? Bu sorun felsefenin
birçok büyük zekasını alt etmiştir. Platon
bu sorunu, felsefesini yemekli toplantılar
muhabbetleri gibi sunarak çözdü. Nietzsc-
he, Almanca yazılmış en parlak, keskin,
ve güçlü düzyazıyı kaleme alarak çözdü
ğünü sandı, ama megalomanisi saf delilik
haline döndü. Wittgenstein, TV çağının il
gi süresine uygun, iki satırlık parlak söz
ler yazarak sorunun etrafından dolaşma
ya çalıştı; ama bunları felsefi tartışmalar
la desteklemeyi reddetti. Descartes bu so
runu asmayı en basit ve bilinen yöntemle
başardı. Açık otobiyografik yazısıyla nasıl
düşündüğünü ve süreç içerisinde aklına
gelen fikirleri anlatır. Descartes okuduğu
nuzda, özgün felsefeler düşünen büyük bir
zeka olmanın nasıl bir şey olduğunun de
neyimini yaşarsınız. Ve bunu öylesine al
datıcı biçimde yapar ki, kolay olduğunu
sanırsınız. Sizin düşünme yönteminizden
farklı değilmiş gibi görünür. Onu sonuca
giderken adım adım izlersiniz.
Descartes, okuru, karlarla kaplı Bav
yera'ya ve hayalini gördüğü zamana götü-
rerek başlar. "Kış geldi ve kendimi ilgi du
yulabilecek bir topluluğun olmadığı bir
yerde buldum. O zamanlarda ilgi veya ih
tiraslar tarafından tedirgin edilmiyor
dum, böylece günümü düşüncelerimle yal
nız kalabileceğim sobada geçirmeye başla
dım." Şaşırtıcı derecede soğukkanlı diliy
le, sürekli ve kararlı şüphecilikle çevre
mizdeki bütün dünyanın örgüsünü nasıl
yok edebileceğimizi anlatır. Kesin hiçbir
şey kalmaz. Bütün evren, kendi bireyselli
ğimiz ve hatta kendi varoluşumuz bile bir
hayal olabilir. Hiçbir şeyi kesin olarak bi
lebileceğimiz bir yol yoktur. Bir tek şey dı
şında: Kendim ve dünya hakkında ne ka
dar yanılmış olursam olayım, reddedile
meyecek bir şey var: Düşünüyorum. Tek
başına bu bana varlığımı kanıtlar. Felse
fedeki en ünlü sözle, Descartes sonuca va
"
rır: "Cogito ergo sum. (Düşünüyorum, öy
leyse varım.)
44
Tek en büyük kesinliğini kurmuş ola
rak Descartes, bu temel üstüne şüphe
duyduğu her şeyi kurmaya başlar. Dünya,
matematiğin gerçekleri, karlı Bavyera kı
şı - her şey, şüphenin var olmayan ülke
sindeki sürgün dönemleri sayesinde islah
edilmiş olarak, soğuk bir kesinlikle, böyle
sine şüpheye yer bırakmayan bir temele
oturdukları için, şüpheye hiç yer bırakma
yacak şekilde geri dönmeye başlar.
Bütün evren hakkında şüphe duya
cak cesarete sahip Descartes, tipik olarak
eserini isimsiz basmayı seçti. Ayrıca daha
geniş bir kitleye ulaşma umuduyla Fran
sızca bastırdı. Kiliseyle çatışmaktan ka
çınmak istedi ve bunu yapmak için de ye
ni bilimlerle ilgilenen insanlara başvur
maya karar verdi. Şaşırtıcı biçimde bu ne
redeyse işe yarıyordu. İnsanlar sonunda
Yöntem Üstüne Kon uşma nın yazarının
'
Xn + Yn = Zn
49
bunu soyut düşünceyi kadınlar için heye
can verici hale getirmek için yazdığını id
dia etti.) Bu kez, metni Paris'e, Peder
Mersenne'e gönderip ondan dağıtarak
"okumuşların fikrini" keşfetmesini isteye
rek önlem aldı. Descartes, Yöntem Üstüne
Konuşma'da ortaya koyduğu fikirler üze
rine daha özenle hazırlanmış bu felsefi
metin hakkında akademisyenlerin ve Ciz
vitlerin olurunu almak istiyordu. Bu sefer
daha kapsamlı bir kuşku programı önerir.
Bütün evrenin, ve hatta geometrinin ger
çeklerinin ve ateşin önünde otururken
giydiği kışlık elbisenin bile kötü niyetli
görünmeyen kendisini kandırmaya karar
lı bir varlığın eseri olabileceğini hayal
eder. (Psikologlar bu fantezinin anti-kah
ramanını güvenle Hakim Joachim Descar
tes olarak tanımlarlar.) Bir kez daha
Descartes'ın aklının şüpheli işleyişi aynı
tartışılmaz dişliye varır. Ve, bu, kanıtı
kendisi olan en büyük kesinlik prensibi
üstüne, ilk kez St. Anselm ve Aquinalı
T homas tarafından dört yüzyıl önce ku1la
nılan argümanları kullanarak, tahminen
kilisenin kendisini rahat hissetmesi ama
cıyla, Tanrı'nın varlığını kanıtlayacak ka
dar ileri götürerek, evreni tekrar kurar.
Bu Kartezyen şüphecilik sürecinin
tam olarak özgün olmamasına rağmen, o
dönemde böyle görülüyordu. St. Augusti
ne'in on iki yüzyıl önce ortaya koyduğu
dikkat çekici derecede benzer kuşkuları
ve vardığı sonuç, eserlerinin merkezini
oluşturmuyordu ve tamamen göz ardı
edilmişti. Ama daha yakın dönemde ve da
ha ilgi çekici olarak, Portekizli filozof
Francisco Sanchez, hayret verici metni
Quod Nihil Sicitur'da (Neden Hiçbir Şey
Bilinemez) neredeyse tamamen aynı kap
samlı kuşku programını önermişti. Bu
metin Descartes'ın Medi tasyon lar ından
'
altmış yıl önce 1581'de basılmıştı. Sanc
hez'in şansına, pek ilgi görmemişti, yoksa
otuz bir yaşında büyük bir felsefe şehidi
olarak sona erebilirdi hayatı.
Descartes'ın şehit olma arzusu hiç mi
hiç yoktu ve karanlıkta kalmak için ge
rekli bütün özelliklere sahip olmasına
rağmen (başka şartlar altında miskinliği
tek başına yeterliydi), bu yöne de eğilimi
pek yoktu. Duyulmak istedi, ama aynı za
manda kabul edilmek de istedi. Haklı ol
duğundan tamamen emindi, ama kilise
nin de emin olmasını istedi. Böylece yön
lendirmesi ile, Peder Mersenne metni Av
rupa entelektüel sahnesini aydınlatan
Gassendi, Hobbes ve Arnauld gibi isimle
re gönderdi. Onlar da Descartes'ın teorile
rine itirazlarını yollayarak, cevap verdi
ler. İtirazlar Descartes'ı sinirlendirdi,
ama cevaplarını yazmaya ikna oldu ve
Meditasyonlar, itirazlar ve Descartes'ın
52
çürütmeleri ile, 1641'de nihayet basıldı.
Kaçınılmaz olarak Descartes'ın Medi
tasyonlar'ının basılması daha da kötü bir
hiddet uyandırdı. Cizvitler, Kartezyen
şüphecilik ve Cogito ergo sum ile skolastik
felsefe ve Aquinalı Thomas'ın sonunun
geldiğini doğru olarak fark ettiler. Descar
tes için daha kötüsü, bu sefer tartışma
Hollanda'ya sıçradı. Utrecht Üniversite
si'nin başkanı, Descartes'ı ateizm ile suç
ladı. Açık yüreklilikle, Descartes'ı kasten
Tanrı'nın varlığının güçsüz ve etkisiz ka
nıtlarını ortaya koymakla suçlanan Vani
ni ile bir tuttu. (Vanini 1619'da Toulo
use'da kazığa bağlanıp yakılmıştı.) Başka
önemli Hollandalı şahsiyetlerden de onu
sapkınlıkla suçlayan, daha çok zarar ve
ren saldırılar geldi. O günlerde ateizm bir
yana, sapkınlığın ölümcül sonuçları vardı.
Neyse ki Fransız büyükelçi Descartes'ın
adına araya girdi ve bir süre Descartes'ın
adı ve kitaplarından Utrecht Üniversitesi
sınırları içinde bahsedilmesine izin veril
mediyse de tartışma söndü. Sonunda, ma
tematik bölümü Kartezyen koordinatları
kullanmadan geometri yapamadıkların
dan şikayet edince bu yasak da kaldırıldı.
Descartes artık bütün Avrupa'da tanı
nıyordu ve ünü entelektüel dünyayı da o
kadar aşmıştı ki, kraliyet çevrelerinde de
okunmaya başlamıştı. Genç İsveç Kraliçe
si Christina kitaplarından bir tanesini
okuyunca o kadar etkilenmişti ki, onu hu
zuruna davet etti. Stockholm'e gelip ona
felsefe öğretmeliydi. Uzun yıllar boyunca
geç kalkmak ve beyefendi işi meditasyon,
artık Descartes üzerinde etkisini göster
meye başlamıştı. Topu topu elli üç yaşın
daydı ve dört yıldır da ev değiştirmiyordu.
Şimdi, Amsterdam'ın yirmi mil güneyin
de, deniz kenarında, Egmund-Binnen'de
bir malikanede yaşıyordu. Meditasyonla-
rını güzel eski bir bahçeye bakan sekizgen
çalışma odasında oturarak yapıyordu. Za
man zaman, Gassendi, Pascal, Hobbes,
Arnauld gibi eski tartışma arkadaşlarıyla
çeşitli fikirler hakkında görüştüğü Paris'e
gidiyordu.
Kuzeye, İsveç'e uzun bir yolculuk
yapmak fikri çekici gelmedi Descartes'a,
ama İsveç Kraliçesi Christina inatçı ve
kararlı bir kadındı. Henüz sadece yirmi üç
yaşında olmasına rağmen kraliyetine im
zasını atmıştı. Sadece beş feet boyunda,
geniş omuzlu, asker gibi eğitilmiş bir ka
dındı. Yorulmadan on saat at binebileceği
söylenirdi. (İnsan yine de atı merak edi
yor.) Tahta geçtiğinde başkentini kuzeyin
sulak Venedik'i ve entelektüel Paris'i yap
maya yemin etti. Israrlı çabalarına rağ
men şehir inkar edilemez biçimde kuzeyin
Stockholm'ü olarak kaldı. Descartes onun
büyük şansıydı ve onun elinden kayıp git-
memesi konusunda kararlıydı. Davetini
güçlendirmek için onu almaya bir amiral
ve savaş gemisi yolladı. A ma Descartes,
her ne kadar gösterişli bir biçimde de olsa,
bir bahane buldu ve bekleyen amirale
"Majesteleri insanlığın geri kalanından
daha fazla Tann'nın görünüşünde yaratıl
mıştır," diyen ama "parlak varlığının gü
neş ışınlarında güneşlenmekten" affedil
mesini rica eden bir pusula verdi.
Christina tepindi, huzurda kötü bir
gün geçti ve hareketsiz filozofu getirmek
için bir gemi daha gönderildi. Entelektüel
tartışmalarda Avrupa'nın en iyi beyinleri
ni yenmiş olan Descartes, yenilgiyi kabul
lenmek zorunda kaldı. Ekim 1649'da
Stockholm'e doğru denize açıldı. Orada
kraliçe tarafından karşılandı ve iki kez
özel olarak huzura kabul edildi. Kraliçe
okuduğu kitaplarından biraz felsefe öğ
renmiş görünüyordu, ama ardından ilgi-
lenmesi gereken başka meseleler olduğu
nu gördü. Descartes, acı İsveç kışı gelir
ken altı hafta boyunca eğlendirmek zo
runda kaldı. (Altmış yıldır geçirdiği en kö
tü altı hafta olacaktı: Şehir altı ay boyun
ca buzlarla kaplı, öğleyin kasvetliydi ve
banliyölerin ardında, aurora borealis al
tında buz gibi rüzgarın içinde kurtlar ulu-
. yordu.) Ocak ayının ortalarında, Christi
na felsefe dersleri zamanının geldiğine
karar verince, Descartes beklendiği gibi
huzura çağrıldı. Kraliçe, kendisine bildi
rildiği üzere, her biri sabah beşte başla
mak üzere haftada üç kez felsefe dersi ala
caktı.
Ordudayken bile Descartes saat on
birden önce kalkmamıştı. İskandinav kışı
nın ortasında saat dörtte kalmak, Fransız
müşkülpesentliğiyle Kurdun Saati'nde sa
bah temizliğini halletmek ve zıplayan bir
kızakla buz tutmuş caddelerde kutup rüz-
garı içinde yolculuk etmenin şoku - kendi
sini nasıl hissettiğini hayal bile etmeye
çalışmanın anlamı yok. İki hafta içinde
sonradan zatürreye çeviren bir soğuk aldı.
Bir hafta sonra sayıklamaya başladı ve 11
Şubat 1650'de öldü. Avrupa'nın en büyük
zekalarından biri kraliyet kaprisine kur
ban edilmişti. Protestan İsveç'te bir Kato
lik olarak, bu dindar adam kutsal toprak
lara değil, vaftiz edilmemiş çocukların gö
müldüğü mezarlığa defnediliyordu.
On üç yıl sonra Katolik kilisesi bütün
eserlerini (Platon'nun Symphonisium'una
İrlanda'da yakın zamanda yapıldığı gibi,
bu güne dek süren bir geleneğe uygun ola
rak) Yasaklanmış Kitaplar Listesi'ne ko
yarak, Descartes'ı onurlandırdı. Sonradan
on yedinci yüzyılda Descartes'ın na'aşı
tekrar defnedildiği Paris'e nakledildi.
Devrim sırasında Descartes'ın tekrar me
zarından çıkartılması ve diğer büyük
Fransız düşünürlerin yanına, Pantheon'a
gömülmesi önerildi. Bu öneri Ulusal Mec
lis'e getirildi. Alışılmadık bir tavırla üye
ler bilimsel kamplara ayrıldılar. New
ton'ın yeni yerçekimi kuvveti teorisini sa
vunanlar, evrene mekanistik Kartezyen
bakış taraftarlarına karşı çıktılar.
Descartes evrenin nasıl çalıştığını
açıklamak için Girdaplar Teorisi'ni öner
mişti. Teorisi, bir parçacığın hareketinin
evren boyunca diğer bütün parçacıkların
hareketini etkilediğini savunuyordu. Bu,
güneş sisteminden yıldızların en küçük
parçacıklarına dek her şeyi kuşatan, iç içe
geçmiş bir seri girdap boyunca ortaya çı
kıyordu. Bu, tabii ki sadece bir matema
tikçinin algılayabileceği şeytanca bir kar
maşıklıkla sonuçlanırdı. Yine de insan dü
şüncesinin evriminde ilgi çekici bir nokta
ya işaret eder. Descartes'ın teorisi hem
DNA'nın ikili sarmalına, hem de en küçük
parçacıkların Süper-Bag Teorisi'ne bir de
rece benzerlik gösterir. Ayrıca, akıl ve be
den arasında işleyebilecek bir güç arayışı
sırasında Descartes, radyo dalgaları veya
elektrik benzeri bir şey arıyordu. Modern
düşünür Jean de Mandeville'e göre, bu in
san anlayışının, neredeyse konusundan
bağımsız olarak, aynı kesin kavramsal
çizgiler boyunca gelişiyor olabileceği ihti
maline işaret eder.
Fransa Ulusal Meclisi'ndeki oylama
nın sonucunda, Newton taraftarları Kar
tezyenleri alt etmeye yetecek oyu topla
mayı başardılar. Günün galibi yerçekimi
kuvvetiydi. Descartes başka bir yere gö
mülmek zorunda kalacaktı.
Önceleri gerçek teolojinin bölgesiydi,
şimdiyse demokrasinin alanına girmişti.
Descartes ikisine de uymuyordu. Şu anda
uygun olarak, Paris'te St. Germain des
Pres Kilisesinde, kendisinin kuşkucu dü-
60
şünme ve öğleyin kalkma adetinin bağlı
lıkla savunulduğu Latin Mahallesi'nin
kalbinde gömülüdür.
61
Sonsöz
64
ğı olarak kabul etmemeye götürdü. (Bura
da, bir seferliğine, Aristotales haklı kaldı:
Bilim sadece deneyime dayandırılabilir
di.) Descartes'a göre evren tamamen me
kanistikti. Dünyanın fiziksel ve biyolojik
yönlerinin hepsi bir makine gibi çalışıyor
du ve iç mekanikleri buradan yola çıkarak
- en azından teorik olarak - hesaplanabi
lirdi. Bu yaklaşıma olan inanç bugün de
sürmektedir. Sadece nükleer altı parça
cıkların değerlendirilmesi genelde bir he
saplama işi olmakla kalmaz, ayrıca cevap
ların hesaplamaya duyarlı olması gerekti
ğine inanırız.
Descartes'ın, deneyimi kesin bir bilgi
kaynağı olarak inkarının kısa bir süre
sonra bir yanılgı olduğu ortaya çıkacaktı.
Avrupa artık, Newton'ın evrensel çekim
görüşüyle doruğa erişecek bir bilimsel bu
luşlar çağına giriyordu. Bu dönemin, Har
vey'in kan dolaşımını keşfinden, Halley'in
kuyruklu yıldızını keşfine kadar uzanan
ilerlemeleri neredeyse tamamen gözleme
dayalıydı.
Aynı dönemde felsefe de Descartes'ı
reddetmeye başladı. İngiliz düşünürler,
Locke, Berkeley ve Hume, deneyimin bil
gimizin temel kaynağı olduğu inancı olan,
empirisizme döndüler.
Yine de kartezyencilik tamamen orta
dan kalkmamıştı. Kartezyenler arasında
oldukça renkli şahsiyetler ve bilimsel dev
rimin bazı öncü kişileri de vardı. Paris'li
Regis, çok popüler hale geldiği için top-
1umsal düzensizlik yaratacağı gerekçesiy
le XIV Louis tarafından yasaklanan, kon
feranslarında yeni kartezyen fizik ile ilgi
li heyecan yaratan gösteriler yaptı.
Descartes'ın en bilinen takipçisi bir Fran
sız papaz, Malebranche'di. Descartes'ın
mekanistik fikirlerinden o kadar emindi
ki, köpeklerin kesinlikle tahmin edilebile-
cek tepkiler veren (tekme, havlama) ma
kinalardan başka bir şey olmadıklarını
göstermek için köpekleri tekmelemeye
inanıyordu. Malebranche, Descartes'ın
akıl ve beden arasındaki bağlantıyı açık
layamadığını kabul ediyordu, ama bu boş
luğu doldurmak için okazyonalizm teorisi
ni (Vesilecilik: Özellikle ruh ve bedenin
ilişkileri hakkında ileri sürülen ve ruh ile
beden arasında bir etkileşme olamaya
cağını savunan felsefi akım. Ç.n.) öne sür
dü. Malebranche'a göre, akıl ve beden bir
biriyle asla etkileşime geçmeyen ve birbir
lerini etkileme gücünden yoksun, tama
men farklı iki dünyayı kaplarlar. Ama akıl
ayağın hareket etmesini istediğinde ve o
da sonra köpeğe tekme attığında ne olur?
Aklın kendi ayrı zihinsel dünyasında bir
şey istediği her seferinde, diye açıklıyordu
Malebranche, Tanrı maddi dünyanın pa
ralel bir ayarlamadan geçmesini sağlıyor-
du. Sebep ve etki diye bir şey yoktu, sade
ce iki ayrı paralel dünya vardı. Okazyona
lizm'e göre bu iki dünya her durumda
Tanrı'nın aracılığıyla uyum içinde davra
nır. Yeni bilimin yaratıcılığının eski teolo
jinin yaratıcılıf,rına ulaşana dek daha gide
cek çok yolu vardı.
Descartes'ın son dikkate değer takip
çisi on sekizinci yüzyıl filozofu La Mett
rie'dir. Mantıklı davranarak, zihinsel dün
yayı ortadan kaldırıp, ne paralel dünyala
ra ne de Tanrıya yer bırakmayan ve ta
mamen mekanistik bir materyalizm üs
tünde ısrar etme adımını attı. La Mettrie,
sonunda, huzurunda ateizm hakkında
sessiz kalmanın öngörülü bir tutum olaca
ğını bildiği, Büyük Frederick'e saray filo
zofu oldu. Ama yıkımını getiren, sonuna
kadar giden materyalizminin gereğinden
fazla istekli bir gösterimi oldu. Diğer kra
liyet entelektüellerine sindirim sistemi-
6Q
{,J
nın mekaniğini kanıtlatmaya çalışırken,
haddinden fazla sülün ciğeri ezmesi ye
dikten sonra öldü.
Descartes'ın bireyin önceliği ve insan
bilincinin analizi konusundaki ısrarı,
onun en uzun süren mirası oldu. Hem
Rasyonalizm, hem de Empirisizm bu tür
bir vurgu konusunda hemfikirdiler. Ve şu
ya da bu formda, bu yaklaşım göreceli ola
rak yakın zamana dek felsefeyi yönetmeyi
sürdürdü. Mantıki analizin ortaya çıkışıy
la, bireyin önceliği ve insan bilincinin ana
lizi yerini sözlüğün önceliği ve onun için
dekilerin analizine bıraktı. Bir kez daha,
felsefenin kendisini hayata döndürmesi
için bir Descartes'a ihtiyacı var.
6H
DE SCARTE S'IN
YAZILARINDAN
Çocukluğumdan beri ne kadar
lıydım.
-Meditasyonlar, I
1
Kanun ların çokluğu genellikle ada
leti engeller, öyle ki bir devlet sadece
birkaç iyi uygulanan kanunu olduğun
da en iyi şekilde yönetilir; benzer şekil
de, mantığı ortaya çıkaran çok sayıda
ki kanunun yerine, kesin ve tereddüt
duymadan her zaman açıkça onlara
uyma kararı almam şartıyla, aşağıda
ki dört kanunun bana tamamen yeter
li olacağı kanısındaydım.
İlki, kesin olarak öyle olduğunu
bilmiyorsam hiçbir şeyi doğru olarak
kabul etmemekti; yani, aceleci sonuç
lardan ve önyargıdan dikkatle sakın
mak, ve şüphe duymama neden olma
ması için, kararıma, aklıma temiz ve
açık seçik sunulanlardan başkasını
katmamak.
İkincisi , incele diğim sorunları
mümkün olduğu, ve tam bir çozume
ulaşmak için gerekebileceği kadar çok
parçaya ayırmak.
Üçüncüsü, küçük küçük, ve adım
adım daha karmaşık bilgiye yüksele
bilmem için, en basit ve en kolay bili
nebilen nesnelerle başlayarak; ve bir
düzeni yokmuş gibi görünen nesnelere
bile bir düzen vererek, düşüncelerimi
sistemli bir şekilde yürütmek.
Ve son olarak, her seferinde listele
ri o kadar tam, ve gözden geçirmeleri o
kadar kapsamlı yapmalıyım ki, hiçbir
şeyi dışarıda bırakmadığımdan emin
olabileyim.
-Meditasyonlar, 6
Sağduyu insanlık arasında eşitçe
dağıtılmıştır; çünkü hepsi kendisine o
kadar iyi bahsedildiğini düşünürler ki,
diğer bütün konularda paylarından şi
kayet edenler bile çok nadiren sağduyu
konusunda daha fazlasına dair bir is
teği vurgularlar. Ve bu noktada, herke
sin hatalı olması ihtimali yoktur. Bu,
daha çok, doğru muhakeme gücü , ve -
sağduyu veya mantık dediğimiz- doğ
ruyu yanlıştan ayırma yeteneğinin do
ğal olarak bütün insanlığa eşit dağıtıl
dığını gösterir. Dolayısıyla, fikirlerimi
zin çeşitliliği bazılarımıza daha fazla
mantık bahsedilmiş olmasından değil,
sadece düşüncelerimizi değişik tarafla
ra yönlendirmemiz ve aynı şeylere ilgi
göstermiyor olmamızdan gelir. Çünkü
iyi bir akla sahip olmak yeterli değil-
dir; esas olan onu nasıl doğru dürüst
uygulayacağımızı öğrenmektir. En iyi
akıllar en büyük hatalara olduğu ka
dar en iyi erdemlere de muktedirdir
ler; ve genellikle en yavaş yol alanlar,
doğru yolu izledikleri sürece, acele
edip ondan ayrılanlardan daha iyi iler
lerler.