0% found this document useful (0 votes)
514 views113 pages

Mahmut Makal Köye - Gidenler

Uploaded by

Mert Sinay
Copyright
© © All Rights Reserved
We take content rights seriously. If you suspect this is your content, claim it here.
Available Formats
Download as PDF, TXT or read online on Scribd
0% found this document useful (0 votes)
514 views113 pages

Mahmut Makal Köye - Gidenler

Uploaded by

Mert Sinay
Copyright
© © All Rights Reserved
We take content rights seriously. If you suspect this is your content, claim it here.
Available Formats
Download as PDF, TXT or read online on Scribd
You are on page 1/ 113

• • •

KOYE



GIDENLER

��
�� ,. .

�� KARiYE KiTAPLIGI
MAHMUT MAKAL

..

KOYE
.

GIDENLER

YEDINCI BASI

KARIYE KITAPUGI
Gökkuşa�ı :27
Kariye Kitaplıgı: 6
Mahmut Makal - B ütün Eserleri: 5

Baskı: Gözde Ofset


Cilt: Güven Ciltevi

ISBN 957 - 8054 - 28 - 7

© Gökkuşagı & Mahmut Mak.al

Birinci Bası : Nisan 1 959


İkinci Bası : Temmuz 1965
Üçüncü Bası : Mart 1 970
Dördüncü Bası : Ocak 1 98 1
Beşinci Bası : Ekim 1 99 1
Altıncı Bası :Şubat 1 995
Yedinci Bası :Mayıs 1 998

Gökkuşağı Basın Yayın:


Dr. Emin Paşa Sok. Kardeşler Han No: 16 Kat: 3
Cağaloğlu - İstanbul
Telefax: (2 1 2) 5 1 9 39 32
MAHMUT MAKAL

KOYE
••

GiDENLER

YEDiNCi BASI

KARIYE KITAPUGI
BİZİM KÖY'ÜN YAZARI MAHMUT MAKAL

Fakir BAYKURT

Ben Gönen'denim ya, Mahmut da İvriz'den. İkimiz de daha


Köy Enstitüsü ö�rencisiyken yazmaya merak sardık.
Yazdıklanmızı aynı yıllarda yayımlamaya başladık. Bizi bu
yolda yüreklendiren, enstitülerin genel havasından başka Türkçe
öğretmeni Ali İhsan Beyhan oldu. Beyhan Ö�retmen'in kendi
de İvriz'e yakın Gaybi Köyü'ndendi. Ama Ankara'daki Gazi
Eğitim'i bitirince, önce bizim Gönen'e verildi, kısa süre sonra
askere gitti: dönüşte İvriz'e atandı.
Hakkı Tonguç'un enstitülerde görev alacaklarla birer ön
görüşme yaptığını sonradan çok duydum. Beyhan'la da yapmış
olmalı. Derslere bambaşka bir kendini verişi vardı. Sadece ders
saatiyle yetiıunez. nasıl yapar eder, yeni çıkan kitaplan. dergileri
tanıtıcı fırsatlar bulurdu. Özellikle cumartesi toplantılannda,
güneş altında onun konuşınalannı bütün öğrenciler, bin kişi,
halka olup toprağın üstüne b ağdaş kurarak dinlerdik. Ses
büyüten, dağıtan araçlar yoktu. Hep can kulağıyla dinlerdim.
Andığı kitabı, dergiyi kitaplıktan alıp baştan sona okumak için
hemen koşardıın.
Beyhan Öğretmen dergilerdeki şiir, öykü türü yazılardan
örnekler okurdu. Enstitü öğrencilerinin yazdıklannı seçer,
sahiplerine okuturdu. Sanının benimle daha özel ilgilendi.
Dersler bitince evine doğru yürürdük. Kapısına vannca ille içeri
çekerdi. Eşinin yaptığı çayı içer, konuşmayı sürdürürdük.
Sorduğum her soruyu sabırla yanıtlardı. Askere gidince de rnek-·
tuplaştık. Bana çok yardımlan oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın
barut yıllannda, Trakya'da bir yerde yurt görevini bitirdikten
sonra Gönen'e dönmedi, anlattım ya, İvriz'e verildi. Belki kendi

5
köyüne yakın bir yerde çalışmayı istedi. Gene mektuplaşıyor­
duk. Postayla "İvriz" adlı bir dergi gelmeye başladı. Demek
yazın sevgisini oradaki öğrencilere geçirmiş, işin ucunu bir
dergiye bağlamıştı.
Bir gün dergi kolu adına Mahmut Makal'dan mektup aldım.
Şiirlerimi yayımlayacaklannı bildiriyordu. Beyhan Öğretmen,
kendinde olanlardan vermiş. Gene de yenilerini istiyordu. Böyle
mektup yoluyla tanıştık. Benden bir yıl ileriydi. I 947' de, 17
yaşında öğretmen oldu. Köylü yaşıdır gerçi, iki-üç yıl geç
yazılmış olabilir. Bu çilesi bol mesleğe ben de I 948'de katıldıın.
Cennetle cehennem gibi iki dönemi yaşadım enstitüde. Üçten
dörde g �rken Ankara'da hava değişti. Enstitüler k.ır pıla kırpıla
Nasrettin' Hoca'nın kuşuna döndü. CHP 27 yıllık yönetimden
sonra giderayak baskıyı artırdı. Yazın dergilerini kapatıyor, şair-
. leri, res·samlan sürgüne yolluyordu. Nazım Hikmet cezaevin­
deydi. Sabahattin Ali de sık sık cezaevine düşüyordu. Ben daha
Gönen'deyken mimlenip izlenıneye başladım. Yazanlar, çizen­
ler, bunları yayımlayanlar, tek partiden yana şakşakçılık
euneyenler baskı altında eziliyordu. Bizimse, içinden çıkıp
geldiğimiz köylerin gerçekleri acıydı. Öğretmen olarak
gittiğimiz köyler daha mı beterdi acaba? Mahmut. kendi köyü
Demirci'nin yanındaki Nürgüz'den Yarlık dergisine küçük
yazılar yollamaya başladı. Bu kısa, çarpıcı yazılarla gittikçe
büyüyen bir ün kazandı.
Enstitülerde yurt ve dünya yazınının başlıca yapıtlarını bir
bir elden geçinniştik. Bakanlık yayını dünya klasiklerinin çoğu
elimizin altındaydı. Makal ·ın dünyadan haberli. bir bakıma artık
Osmanlı padişahlaıından çok cumhuriyet yöneticilerinin zim­
metine yazılan acı gerçekleri sorgulayışı. derin yankı
uyandınyordu. Kısa. ama içine çok şey sığdınlan o yazılar, köy
odası söyleşi dilinin ustalıklarıyla klasikierin düzeyini
birleştiren özlü yazılardı. Anlatımını günün, dünün ozanlanndan
seçtiği dizelerle destekliyordu. Bir delikanlımn yazdığı bu olgun
yazılar çok hoş etki yapıyordu. Varlık, bunlardan üçüne dördüne
bir sayfa ayınyordu. O sıralar kaymakam Muhtar Körükçü de

6
köy notlan yazardı. Onunkiler de kısa, çarpıcı yazılardı. Ama
Makal'ınkiler başka yankı getiriyordu.
1950 başında Varlık bunlan toplayıp kitap olarak çıkardı.
"Bizim Köy" adlı o küçücük cep kitabı bomba etkisi yaptı.
Pundunu bulup Makal'ı tutukladılar. Bir yandan da milletvekili
seçimleri yaklaşıyordu. Cumhuriyet, Vatan gazetesi olaya ilgi
gösterdi. Oktay Rifat başta, savunmanlar Aksaray'a gidip
savunmasını üstlendi. Yaprak, Yücel, Yeditepe, Yağmur ve
Toprak dergileri, basının çoğunluğu Bizim Köy'ün yazanna
arka çıktı. Hepimiz yazılar yazdık. Olağanüstü bir
dayanışmaydı. Ardından Cumhuriyet Yaşar Kemal 'in
Çukurova'daki yaşamı anlatan erişilınez güzellikteki öykülerini
bastı; kendisini de röportajlar yapsın diye Doğu'ya,
Güneydoğu'ya yolladı. Makal cezaevinde çok kalmadan çıktı.
Ama köyün, köylünün, bir bakıma bütün halkın içinde bulun­
duğu acı gerçek olduğu gibi duruyordu. Bakalım DP nasıl
yaklaşacaktı bu büyük soruna?
Türkiye köyü gerçekçi açıdan daha önce de ele alınmıştı.
Ama öyle uzun bir geçmiş yoktu. Karabibik öyküsü (1890).
Küçük Paşa romanı (19 10), Yaban romanı ( 1 932), ama orada
kalıyordu. Suniann ardından gelen Sabahattin Ali'nin öyküleri
birer çığlıktı. Gerçekleri sergileyen yeni yazarlar vardı. Tek parti
yönetimi hepsini izletiyordu. Makal'a gelince bardak taştı. CHP
27 yıldır oturduğu koltuğu DP'ye kaptırdı. Yeni gelenler
Makal'a güler yüz gösterir gibi oldu. Yeni Cumhurbaşkanı Celal
Bayar onu Çankaya'da kabul etti, hem de yeşil Bursa'daki
köyüne öğretmen olmasını önerdi. Makal'ın başeğmez bir yapısı
vardı. Dünüp bozkırdaki köyüne. Demirci'ye gitti. O arada
Muğla'nın Yerkesik bucağından, Aksu Köy Enstitüsü çıkışlı
Naciye Poyraz'la evlendi. Niyeti köy öğretmeni olarak yazınayı
sürdünnekti. Köyünde kalacak. fır!tat verilirse Köy Enstitüsü
ilkeleri doğrultusunda çalışacaktı.
Mektuplaşıyorduk. Ben de evlendim, Kavacık'ta idiın.
Üstüınüzdeki baskılar gün geçtikçe dayanılmaz oluyordu.

7
Yönetimin eskisi yenisi birdi. Jandarma, aramızdaki yazarlara,
şairlere daha çok çullanıyordu. O sıralarda hastalandıın.
'
iyileşmem güç oldu, ölümlerden döndüm. Doktor· gözetiıninde
olmam olanaksızdı; hiç değilse yolu beli olan bir köye gitıneliy­
diın. Dereköy'e verildim. Okulurnsa karakolun dibindeydi.
Baskılar daha da arttı. Karakol okulu, savcılık evi basıyor. alıp
götürdüğü kitaplardan, yazılardan soruştunna açıyordu.
Tatil olunca Aksaray'a gittim. Mahmut Makal beni
karşılayıp Deınirci'ye götürdü. Sonra o da kalktı Burdur'a,
Yeşilova üstünden Dereköy'e geldi. Köyde kalıp çalışınayı
sürdünnenin olanağı alabildiğine daralıyordu. Asıllı asılsız bir
sürü neden yüzünden can güvenliğimiz de yoktu. Bir gazete
toprak kavgasmda Makal'ın komşu köylülerce başı ezilerek
öldüıüldüğünü yazdı. Naciye'ye telgraf çektim. Aslı yoktu
bereket Ama aslı olan bir sürü "düzenek" vardı. DP'nin büyük
soruna ilişkin ciddi bir programı yoktu. Cami onanmı, minare
yapımı. din dersi. kuran kursu türü. nabza göre şerbel işlerle oy
avcılığına koyulınuştu.
Makal 'm küçük kitabı çeşitli dillere çevriliyordu.
ingilizce'ye de çevrildi. Londra'daki Kültür Ateşesi. kitabı
yayımlamaya hazırlanan yayınevini caydırmaya kalktı.
Yayınevinin sözcüsü bizim diploınata . "Ekselans, basım işi bitti.
yarın kitabı satışa sunuyoruz!" demiş. Ateşe. "Kaç tane
bastınız'! Biz hepsini satm alalım!" deyince de. "Aman ne iyi?
Hemen ikinci basımı yapanz!" diye yanıt venniş yayıncı.
Ataşeıniz yeni basım yapmasını istememiş tabii.
Yayınevi. ingiltere'de böyle yollar buluıunadığını Kültür
Ataşeınize anlaunaya çalışmış.
Makal'a daha çok baskı yaptılar: "Yabancılara çeviri
hakkmı veıip dunna! Dışariarda yurdu rezil ediyorsun!" istenil­
diği gibi davranınayınca. köyünde soluk alınası zorlaştınldı. Tek
parti yönetiminin Niğde Valisi i. Tevfik Kutlar giuniş. yerine
be teri gelmişti. Makal ·ın böğründeki ınengeneyi o daha çok
sıkıyorclu. Köye hizmeti köy dışmdan sürdüıınenin olanağını

8
bulmalıydık biz de. Bunun için Ankara'da sınaviara girip "yok­
sullar üniversitesi" yatılı Gazi Eğitim Enstitüsü'ne yazılmayı
düşündük. Köy enstitüleri lise dengi sayılıyordu, ama köylerde
en az yinnişer yıl çalışalım diye Y üksek Köy Enstitüsü'nden
başka yüksek öğrenim kapısı aralanmamıştı. Y önetim onu
kapatıp her nasılsa eğitim enstitüsü kapısını araladı. Öteki yük­
sek öğrenim kuruınianna niyetin varsa, buyur önce Lise I. Il.
III'ün sınavlannı ver. sonra istediğin fakültenin sınavına gir di­
yorlardı. Yolumuzu dunnadan yokuşa sürüyeriardı yani. Hem
köy öğretmenliği yapıp, hem c anımızı korumanın önlemlerini
alıp, hem de bunları başanna olanağıınız yoktu. Üstelik lisede
çalışan öğretmenlerde enstitülere karşı bir sürü önyargı vardı,
giren arkadaşianınıza iyi not venniyorlardı.
Gazi Eğitim sınaviarına iki kez girip kazanaınadıın. Birinde
başvuru yazıma yanıt bile gelmedi. Bu kez çevreye yaymadan
başvurdum. Hele sınavı kazanayım, sonrasını sonra düşünürum
diyordwn. Gazi Eğitim doğrudan polisten değilse de savcılıktan
sonnuş durumlanınızı. Tek güvendiğimiz nokta Vedide Baha
Pars'ın oraya müdür atanmış olmasıydı. Samim Kocagöz bu
güvenilir eğitimciye bizlerden söz eden bir mektup yazdı. Sonuç
umduğumuz gibi çıktı. İkimiz de sınavlan kazandık. Makal'ı
bilmiyorum ama ben ardımda bir süıii kovuştunna ve iki
mahkeme ile gelip Gazi'ye yazıldım. Beş-altı yıllık öğretmen­
likten sonra yeniden öğrenci olmuştuk. Gazi Eğitim Enstitüsü
bize çok yararlı oldu. Ben edebiyat bölümüne, Makal. körler.
sağırlar. dilsizlerin eğitimi ile uğraşan özel ·eğitim bölümüne
ginnişti. Okuduklarıınızdan çok, Ankara'nın kültür, sanat
ort:unından yararlanmaya çalıştık.
Çarşamba öğle sonralarında, hafta sonlarında merak
ettiğimiz sanatçılarla, eğitiıncilerle görüşüyorduk. Gitmeden
telefon• edip kendilerinden buluşuın alıyorduk. Sık olmasa da
Hasan Ali Yücel'e. Hakkı Tonguç'Jl gittik. Forum, Kaynak,
Yağınur ve Toprak dergisi yöneticilerine. Oktay Rifat'a, İlhan
Tarus'a, Muhtar Körükçü'ye uğradık. Cahit Külebi, Makal'a.
"Bir küçük parçana iki dizemi aldın. beni kitlelere duyurdun

9
Mahınutçuğuın!" diye teşekkür etti, hiç unuunam. Tiyatrolan,
iyi filmler gelince sineınaları kaçınnıyorduk. Resim sergilerini
izliyorduk. Halikarnas Balıkçısı'nın kız kardeşi Füreya'nın
seramik sergisini hayranlıkla gezdik. Radyoda "Yurttan Sesler"
yönetmeni Muzaffer Sansüzen ile eşi ses sanatçısı Neriman
Altındağ Sarısözen'i evlerinde gönneye gittiğimizi hep
anımsıyorum. Üniversite konferanslarını, Heliken Sanat
Galerisi'nin etkinliklerini kaçınnıyorduk.
Makal'ın aklı köydeydi hep. Naciye iki çocukla köy öğret­
ınenliğini Deınirci'de sürdürüyordu çünkü. Ev işleri, köy işleri
oınuzlarındaydı. Dolu dolu mektupları geliyordu. Sadece çocuk­
ları, kendini değil. köylüleri de anlatıyordu Mahınut'a uzun
uzun. O da bunlan bana okuyor, sonra ne yapıp edip yazılara
döküyor. Varlık dergisi'ne yolluyordu. Sonradan Memleketin
Sahipleri 'ne giren yazılannın çoğu böyle yazıldı.
İki yıl hızla geçti. DP yönetiminde halk daha fazla özgür
olmadı. Baskılar. particilik, muhalefetin haklarının açıkça
kısıtması günlük politika kuralı gibi uygulandı. Askerlikleriınizi
yaparak 27 Mayıs'a kadar geldik. Makal Ankara'ya atandı. Beni
de Şavşat 'tak i öğretınenliğiınden Teknik Öğretim
Müsteşarlığı'ndaki yapı işleri bölümüne çektiler. Derken
bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırıldıın. Özellikle
Cumhuriyet'te çıkan yazıtanım hoş gönnediler. Y ılaniann
Öcü'nden sonra Onuncu Köy'ii, lrazca'nın Dirliği'ni yazdım.
Makal Bizim Köy'ün ardından ona benzer kitaptarım yan yana
dizdi. Köyün kafa yönünden nelerle bezeli olduğunu gösteren
Memleketin Sahipleri bence çok önemli bir kitaptı. 1960'tan
sonra gidip bir yıl kaldığı ingiltere'den yolladığı mektup türün­
deki yazılan da kamınca okul kitaplarına alınıp yeni kuşaklara
okutularak. yurdun ve halkın durumu üstüne düşürunelerine
yarayacak önemde ürünlerdi. Bugün değil bunlan uygulayan. ne
yazık ayırdına varan bile yok. Makal'ın Bizim Köy'le yaptığı
büyük iş kafalara çıkmaz derecede yerleşti. O bir büyük
roınancı. öykücü olmadı, ama büyük yazardır gene de. Bir tür
günlük tekniği kullanarak önemli kitaplar yazdı. Yaşar Kemal de

'ı o
içimizde olmak üzere, hepimizin yolunu açan bence odur. Köy
konularını yazarak adlarımızı, hem de yapıtlarımızı yayın
dünyasına kabul ettinnenin iklimini, havasını getirıniştir.
Sağlığını ve kişiliğini lurpalayacak derecede baskı gönnesi bu
yüzdendir. Sürekli okuyan, yurt sorunlarını canla başla düşünen,
her koşul altında yazan örnek bir aydın katına yükselıneyi
başardı Makal. Köyün kentsoylu aydınlarca sürekli küçüınsenen
değerlerine bağlı kaldı. Köylü olmayı, köy üstüne yazmayı, işçi
sınıfını bir tür ayakbağı sayan, böylece Türkiye'nin yüzyıllardır
süren yürek parçalayıcı durumWla sırt dönen, ama aynı zaman­
da bunun sorumluluğundan sıyrılmanın kolaylığını da hemen
bulan o yanlış tavrın sahipleri, bize baskı yapan siyasal güçlere
karşı oldukları halde. ruhsal bakımdan bu güçlerle, ne acı, akra­
ba oldular. Bunlar içinde ruh yapısı iyice bozuk olanlar
Makal· ın 120- 1 50 sayfalık, ama bomba etkisi yapan küçük kita­
planna karşılık kalın kalın ciltler yazıp saldınyı sürdürdüler.
Bunlara hiç aldınnadı. Onların tasarladığı aydın tipinden çok
ilerdeki adıınlannı hem işinde, hem düşüncesinde sürdürdü gitti.
Bu yüzden kıyıldı, can güvenliğini yitirip yurt dışına çıkmak,
yaşamını oralarda sürdürınek zorunda kaldı. Sağcı hükümetler,
sözüm ona solcu aydınlar onu yerden yere çalarken. Birleşmiş
Milletler'e bağlı UNESCO örgütü onu dünya gençlerine örnek
insan olarak seçti. Bizim Köy ile onu izleyen çabalarından
sağladığı ün ile otoriteyi ailesinin ve kendinin durumunu
iyileştinnek için kullarunayı düşünseydi, kavuşmayacağı dünya
nimeti kalmazdı. Çoğu zaman çayla. simitle yetinerek, bir çift
pabucu pençeletip dört yıl kullanarak yaşamayı kendine daha
uygun saydı. Bence Makal bu yönüyle de örnektir.
Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın yönetiminde sorumlu­
luk üstlendiğim yıllarda onunla ne yazık epey zaman birbirimize
ters düştük. Onu da benim gibi sık sık açığa alan yönetime,
dayanışına içinde karşı koyabilmek için, onu sendika adına
Doğu Anadolu'ya gönderdik. Düşündüğünü her koşulda, her
kişiye dobra dobra söylemesi, oralarda ne yazık ters etki yaptı.
Bu tavrı, büyük haskılann zorluğunda çalışan öğretmenierin

11
sendikaya daha uzak dunnalanna yol açtı. Dönüşünde de, benim
genel başkan olarak bakanlıkla uyum içinde, hem de USA
yanlısı bir yol izlediğim biçimindeki sendika içi-dışı kampanya­
ya destek verdi. Bunun nedenini kendisinden sonna ortamını ve
olanağını hiçbir zaman bulamadım. Yazın ve eğitim alanındaki
çabalardaki arkadaşlığımız, limoni de olsa sürdü. Birbirimize
ters düşmemizde onun atak, benim hesaplı kişiliklerimizden
başka, savaşuğımız yıliann olağanüstü zorlukları da etkili oldu
kuşkusuz. "Yann devrim olacak!" gibi mıknatıslı düşleri TÖS
gibi çok önemli bir kuruluşa. onun yurt düzeyine yayılmış
üyelerine benimsetmeyi görev sayaniann yarattığı havaya
kapılmayıp. şaşmayan yoldan ilerlemek karşıdan görüldüğü
kadar kolay olmuyordu. Benim anam babaın sendikacı değildi
Genel başkan olarak elbet yanlıştarım olmuştur. Bunlan aza ve
sıfıra indinnek için yönetim ve yürütme kurullarındaki arka­
daşlarımıza, üyelerimize elimden geldiğince danışıyordum.
Ama Ankara'nın tavukçu doyumevlerinde, koltuk içimevlerinde
ya da arkadaş evlerinde oluşturulan kulisiere katılmaya zaınan
bulamıyordum. Doğrusu buna istek de duymuyordum. Makal
sendikada yönetim görevi almadı. Alsa da birlikte çalışsaydık.
Türkiye'yi daha esenlikli yollardan ileri gölünneye gücüm yeter
miydi bilmiyorum. Bildiğim. öğreunen ve aydın çoğunluğunun
gücünü aşan iç ve dış dotapiann dönüyor olmasıydı. Ulusların
politik yaşamında yeni sömürgeciliğin etkileri ölçülmeyecek
derecede büyüktür. Türkiye'de o dotapiarın nasıl kör pannağım
gözüne döndüğü sanının şimdi daha iyi görülüyor.
12 Mart'ın cezaevinde tutuklu ve askeri mahkeme önünde
yargılanırken Makal dışardaydı. Askeri Savcı. Naciye'yi de
hakkımızda tanık yazdı. Makal'ı bir kez Hüseyin Gazi'nin
eteğindeki Mamak Cezaevi'ne tutuklu arkadaşlardan birini
gönneye geldiğinde karşıdan gördüğümü anımsıyorum.
Sendikamızı askeri mahkemede beraat ettirecek iFA DE ile
SAV UNMA'yı yazıyorduın. Davaınız Askeri Yargıtay'a kadar
gitti, uzadı. Sonunda beraat ettiğimizi T RT'ye dilekçe yazarak
söylettiın. Öyle ışıksız bir dönem kurulmuştu. Gene de ilk

12
degilse de ikinci seçimde halk karanlıgı araladı. Ecevit 'in
kurdugu hükümette Kültür Bakanı olan Doç. Ahmet Taner
Kışlah beni danışmanlığa çağırma inceligi gösterdi. O arada
Kültür Yüksek Kurulu'nun genel sekreterligini üstlenip yönet­
meliğini hazırladım. B ürokrasi içinde çalışmayı hiçbir zaman
sevmemiştim. Hem de günün kötü koşullan içinde can güven­
liğimin kalmadığını görüyordum. B u görevi ister istemez
bırakıp Almanya 'daki işçilerin yaşamını i ncelemeye çıktım.
B akan yerime Makal'ı getirdi . Orada sanının benden daha
yararlı oldu. Ama ne yazık, uzun sürmedi. Ö lüm Tütengil'den,
Kaftancıoğlu 'ndan sonra onun da üstüne geliyordu. Benden
sonra o da çıktı dışan .
Yurt içinde olduğu gibi, dışında da pek çok okur, arkadaş
onunla benim adlarııtıızı tatlı tatlı birbirine karıştırmıştır. Gazi
Eğitim· de aynı yıllarda okuduğumuz Gülsevil Taşbaş arkadaş da
Almanya'da öğretmenlik yapıyordu. Bir ara Berlin'e gitmiş,
elbet Makal ' ı da görmüş. Bir gün bize buyurdu. Güya bana
Berlin' den haberler veriyor. Eşim de çayın yaruna yiyecekler
diziyor. "Fakir Berlin'de kendini iyice salıvermiş. Erkek arka­
daşından çok kadın arkadaşı var. M illet de dedikoducu: Fakir
kan seviyor! diye konuşuyor! " Gülsevil arkadaş iki saat bize
"Fakir"in Berlin'de yaptıklarını anlattı . Bir ara Mahmut'un
yüzüne yanın felç gelmişti . "Sağlığı nasıl?" diye sordum. " İ yi
iyi, Fakir'in sağlığı seninkinden iyi!" diye yanıt verdi. "Hiç acı
pathcanı kırağı mı çalar?" Uyarıp da konuğun keyfini kaçırmak
isteınedik. Gülsevi l Hanım Makal'la ikimizi karıştınnayı
sürdürdü. Onunla ikimiz gerçekten bir çınann dallan gibiydik.
Sadece onunla mı? B aşaran 'la, Talip'le adlarımız birlikte
anılarak tatlı tatlı karıştı ntır çoğu zaman. Dibine her gelenin
birer ikişer balta savurduğu Köy Enstitüsü çınanrun nasılsa
ku ruınaın ış dallanyız: yel estikçe yapraklarıınız hışırdıyor.

(\(ır/ık dergisi. sayı: 1071. Aralık 1996)

13
FAKİR BAYKURT' A AÇIK MEKTUP

Malunut MAKAL

Sevgili Fakirimiz,
Varlık'ın 107 1. s�yısında yayınlanan benimle ilgili yazını
okudum. Övgülerin için teşekkürler. Haklı çıkmaya değil, hakkı
bulınaya eğilimli olduğum için, bazı küçük açıklamalar yapmam
gerekiyor:
Yeri geldikçe hakkını verir. ileri geri konuşanlara gerçekleri
anlaunm. Bende kıskanma duygusu hiç başlamamıştır. Bir
çiçekle yazın geleceğine inanmam. Bu yüzden, bize saldıran,
bizi kıskanan bazı arkadaşlara da hep "Bir çiçekle yaz gelmez,
çoğalalım" demişimdir. Benim kıskanç olmadığımı ve çoğal­
maktan yana, bir çiçek yerine bin çiçekten yana olduğumu
tanıyanlar bilir. Sanının sen de bilirsin.
"Yılanlann Öcü" ile Yunus Nadi Ödülünü aldığında,
Cumhuriyet'te bir yazı yazmıştım. Bu yazıyla ilgili bir haberi
sen getirdin: Gazetenin Genel Yayın Y öneuneni Cevat Fehmi
Başkut şaşınnış yazıyı alınca. Şaşkınlığını sana da söylemiş:
"Böylesini gönnedim; Malunut'ta kıskançlık yok. Bu gibi
durumlarda bu duygu çoklannda vardır ve en azından sessizliği
yeğlerler" demiş ...
Bunun üstünden onbeş yıl geçmişti. istanbul'da bir
kitabevine girdim. Bodrum gibi inişli bir yerdi. Orada oturan
dört tane ünlü yazann konuşmalanna kulak kabartınca, seni
çekiştirdiklerini anladım. Konuştuklan. ipe sapa gelmez yanlış
şeylerdi. Hemen karşı çıktım ve ağızlannın payını verdim. o
arada, .ödüller almış ünlü bir öykücü ne dese beğenirsin: "Siz

14
birbirinizi tutar mısınız, nasıl oluyor bu?" Demek ki bunlar,
Cevat Feluni B aşkul'un dediği türdendi ler. . .
Genelde böyle olsa da, bu havanın sana bana bulaştığını
sanmıyorum. Senin deyişinle, biz 'taban ' dan geliyoruz. B izi
Yazın ' a bulaştıran da ün beklentisi değildi herhalde. Ün ve para
için yazdığımızı sanmıyoru m . Bu, en azından benim için
böyledir.
Ben Aksaray Hapishanesine ün için mi girdim? Sen
Varlık'ta bana yazdığın açık mektubu ün için mi yazdın o gün­
lerde? Hiç sanmıyorum. Varlı k' ın o senin mektubu içeren ni san
sayısını, çalıştığım Çardak Köyünün bekçisi ' Düllü Kahya'
adres yerim manifaturacıdan koynuna sokup hapishaneye getir­
di. Pannakitğın dışında o, içinde ben, göğüs göğüse geldik ve
onun koynundan benim koynuma ak.tardık dergiyi. Sonra da
gidip tuvalette okudum senin yazıyı. Kırksekiz yıl sonra bir kere
daha eline sağlık, diyorum.
B azı durumlara bakı yoruro da, senin belleğin bazan
yanılı yor gibi geliyor bana. Sözgelimi, Varlık ' ı n 107 1.
sayısındaki bu yazında, A l i İ hsan Beyhan ' ın. İ vriz Köy
Enstitüsüne yakın Gaybi köyünden olduğunu yazıyorsun. Oysa,
Ali İ hsan Beyhan öğretmenimiz Niğde'ye bağlı Bor ilçesinin
Bahçeli Köyünden. Yani İ vriz'e göre il aşın bir yerden. Geçen
yıllarda bir yazını okumuştum. B u yazında Bedri Rahmi
Eyüboğlu ' nun Sakal-Makal adlı şiirinden söz ederken ve şiiri
yazma alırken, Oktay Rifat ' ın bir şiiri olarak sundun. Varlık'ta­
ki yeni yazında da Gülsevin ' in adını birkaç kez Gülsevil diye
yazdığına göre, belleğindeki tutanaklar biraz silik. Bunlarda
olduğu gibi, Türkiye Ö ğretmenler Send ikası ile i l g i l i
anl�ttıkların d a -eğer kasıtlı değilse, k i kasıtlı olduğunu san­
maın- belleğinin seni yine yarulttığını gösteriyor:
Bende, çevremdeki lere söylev çekip ilgi ya da oy toplama
isteği hiç başlamadı. Bir hizmet uğruna da olsa, karşımdakiler
öğretmen arkadaşlarımız da olsa, bu iş bana ters gelir nedense.

15
S anki yalvanna olarak düşünürum böyle işleri . Genel B aşkan
Aybar'ın zorlamasıyla 1965 Genel Seçimlerinde Türkiye İ şçi
Partisi 'nden (T İ P) milletvekili adayı oldum. Köylere kentlere
gitmemiz için Aybar zorl adığı halde özür diledim. "Doğrulan
bile söyleyecek olsam, aç insaniann karşısında söylev çekmek
benim yapıma uygun değil" dedim. Zaten adaylığı da Aybar'ın
"Listeleri dotdunnanız gerekir" demesiyle i steksiz kabul
etrniştim. B unun üzerine, birkaç arkadaşla birl ikte, radyoda
yapılacak seçim konuşınaları için meti nler hazırlamakla
görevlendirildim. Radyoda söylenecekler hiç değilse yüzyüze
olmayacaktı.
Son yıllarda bazı demekler de şu ya da bu konuda
konuşmacı olarak çağınrl ar. B irkaç yere gittiğim oldu. Oralarda
da ilk sözüm şu olmuştur: "Karşınızda laf öğütrnekten başka bir
şey yapamadığıın için utanıyoruın ! .." Ve de arkasından. adını da
vererek, Ş inasi Nahit Berker'in sözünü eklemişiındi r: "Bu
memleket uzun laftan battı ! ..
"

B unları neden anlatıyorum?


Varlık'taki yazının bir yerinde diyorsun ki: "Türkiye Ö ğret­
menler Sendikası ' nın yönetiminde sorumlul uk üstlendiğim
yıl larda onunla ne yazık epey zaman birbirimize ters düştük.
Onu da benim gibi sık sık açı �a alan yönetime dayanışına içinde
karşı koyabilmek için. onu sendika adına Doğu Anadolu'ya
gönderdik. Düşündüğünü her koşulda her kişiye dobra dobra
söylemesi, oralarda ne yazık ters etki yaptı. Bu tavrı, büyük
haskı lann zorluğunda çalışan öğretmenierin send ikaya daha
uzak dunnalanna yol açtı. Dönüşünde de, benim genel başkan
olarak bakanlıkla uyum içinde, hem de USA yanlısı bir yol izle­
diğim biçimindeki send ika içi-d ışı kampanyaya destek verdi.
B unun nedenini kendisinden sonna ortamını ve olanağını hiçbir
zaman bulamadım. Yazın ve eğitim alanındaki çabalardaki arka­
daşlığıınız limoni de olsa sürdü. "
Değindiğin noktalara geçmeden önce hemen şunu belir-

16
teyiın ki, bende yanşa ginne hırsı da yoktur. H iç başlamamıştır.
iyi midir, kötü müdür böyle olması, bilemem, ama böyledir. . .
Senin sendika başkanlıgının üstünden, bakıyoruro otuzüç
yıl geçmiş. Yazının biraz önce yukanya aldığım bölümünden ve
aşağıya alacağım bölümlerinden anladığıma göre, belleginin
yanılgıları birle-ikiyle sınırlı değil. Ben şimdi durumu olduğu
gibi anlatacağım. Anlattıklanmı izlerken, belleğinin yanılgılan
belki seni de hayrete düşürecektir:
Senin için açılmış sendika içi ya da sendika dışı bir karn­
panya var mıydı bilmiyorum. Dolayısıyla kampanyaya destek
vennem söz konusu olam az. Böyle şeylerin hep dışında
olmuşumdur. B ir de bana atak dersin. B u yapıda bir insan atak
olabilir mi? Aksine. öğreunenlerin ve öğretmen kuruluşlannın
hep yanında oldum. Ö zellikle I 960 '1ı yıliann ikinci yansından
başl ayarak, yani. öğretmen kıyıınının hızlandığı sıralarda,
yazılarımla, kitaplanmla savaşım verdim. Bu savaşıının bel­
geleri olan yazılanın Zulüm Makinesi ve Karanlığı Zorlayanlar
adlarıyla iki cilt hal inde kitaplaştı. ANT dergisine röportaj yap­
mak için Van· a giderken. orada T Ö S 'ün şubesini kunnaını iste­
dini z, onu da severek yaptım. Konuşmalarıının öğretmenleri
etki leyerek sendikaya uzak dunnalaona yol açtığını söylüyor­
sun. İltifatına nasıl teşekkür edeceğiınİ bilemiyorum. Meğer ben
ne kadar güçlü birisiyınişiın. Ama. gerçekten güçlü olsam.
öğretmenler sendikaya uzak kalmaz, içine içine koşarlardı.
Çünkü, benim öğretmen örgütünü karşuna alınam mümkün
değil. Ancak örgütleşmenin yanında olabi lirim. Tüm yaşamım
da bunun böyle olduğunun kanıtıdır. Yani, benim Türkiye
Ö ğretmenler Sendi kası aleyhi nde konuştuğuma ya da
konuşabileceğime kimseyi i nandıraınazsınız!
O hızlı kıyım döneminde, sendika başkanı olarak senin de
büyük savaşım verdiğini biliyoruz. Bana atak değil toksözl ü
dersen daha doğru olur. Çünkü ası l ataklık sende. Bana bazı
şeyleri sonna ortam ve olanağını bulamayışın da inandı ncı
deği l . B ir telefon etmeye kim olsa vakit bulur. Ö yleyse, ortam

17
ve olanak bulamadığım anlamak güç . Ö yle sanıyorum ki,
arasaydın, konuşur, anlaşır, gerekirse yardımlaşabilirdik. Ben
korkulacak adam değilim. Arkadaşlarım beni hep yalın, dost
caniısı bilirler.
Araın ızın limon rengi olduğunu da bilm iyordum. Bu
yazından öğrendim. Birbiri mize ters düştüğümüzü de bi lmiyor­
dum. Hangi konuda, neden dolayı? Ne kadar cahil olduğumu
görüyorsun. Kıskançlığım, hırsım gibi bilgim de sıfır. Demek ki,
aslı olm;ıyan limoni lik ve terslik işi de olurmuş . . .
Bütün anlattıkların bir varsayımdır benim için. Bunları
çevrendekiler mi anlattı, bu terslikterin varlığına onlar mı
inandırdılar seni? Yine de bir telefon edemez mi ydin "Mahmut.
neyimizi bölüşemiyoruz" diye sonnak için?
Birisi bir mektup örneği göstennişti, bir gün. Güya sen
Cumhurbaşkanı S unay ' a mektup yazmışsın da "Sayın
Cumhu rbaşkanım. bu kıyıma uğrayan öğretmenieri n hepsi mi
kötü yolda? " diye sonnuşsun. Uydunna mıydı, değil miydi:
bunun üstünde de dunnadım. Çünkü. öğretmenierin bazılarının
kötü yolda olabileceğini ne sen düşünebilirdin, ne ben. Senin
belleğinin durumunu tahmin ettiğim içi n, şimdi sana. böyle bi r
mektup var mıydı. diye sonnuyorunı.
Senin o zaınanki bakanlıkla uyum içinde olabileceğine
inanımun. Dolayısıyla böyle bir söz söyleyebileceğim düşünüle­
mez.
Amerikalıtarla ilişkine gelince: O senin bileceğin bir şey.
Ben. kişilerin özel yaşamlarına. d avranışlarına, ilişkilerine
kanşmam. Yani, kendimi hoşgörür olarak bilirim. Bu yönden.
bizim Gülsevin'den aynlıyorum. Amerikalılann, bizim askerler
için sizlere hazırlattığı az sözeüklü okuma kitaplarından
bazıları n ı benim için i mece yönetim yerine bir akşam
geti nnişti n. "Mahmut yoksun kalmasın diye getirdim" deyip
gülerek uzatmıştın. Teşekkür etıniştim. Senin Amerika'ya git­
menden, Amerikalıt arla ilişkinden. Amerikalıtarla çalışmandan.

ıs
bana ne. Aynca, böyle şeyleri bilen, izleyen, eleştirenierin son­
dan birincisi bile olarnam ben. Ben ögretmenlerin danışmanı
mıyım, benden mi öğrenecekler böyle şeyleri.
"\arın devrim olacak!" gibi çekici söz ve hayallere
kapılmayaniann başında geldiğimi, izninle burada vurgulayım.
"Genel Başkan olarak yaniışianın olmuştur" diyorsun. Kişi
kendin bilmek kadar irfan olamaz, derler. Ama ben, senin
yanlışlarını da bilmiyorum. Ankara'nın Tavukçu meyhanesinde,
koltuk ıneyhanelerinde benim göıiindüğüm olmamışur. Yazını
okuyanlar, meyhanelerde ve evlerdeki içki sofralannda hiç dur­
madan seni çekiştirdiğimi, alkoliğin biri olduğumu sanacaklar.
Nereden çıkarı yorsun bunlan? "Sözüm sana değil" diyorsan,
beni anlattığın yazıda böyle şeyler ne anyor? Evime bir gram
alkolün ginnediğini de burada belirteyim.
"Makal sendikada görev almadı" di yorsun. Bu doğru.
Sendikada görev almamaın. daha önce anlattığım özyapımla
ilgil idir. Hepsi bu. Ama, senin bir küme arkadaşla çalışınanı
geriden destekleyenlerden olduğum, tüm davranış ve
çalışmal anından belliydi.
Hüseyin Gazi Tepesi ' nin eteğindeki Maınak Gözetimevi 'ne
sizleri ziyarete geldiğim doğru. Ama. soyadı tutmayanlara
ziyaret izni vennedikleri için, hiçbirinizi göreıneden geriye
döndüm. O günler, Nihat Erim'in hepimize bir armağanıydı.
Başlangıçta. "Nihat Bey Tös Genel Başkanını Eğitim B akanı
yapacak" diye bir şayia çıkmıştı. Oysa o sol gösterip sağ
vunnuştu.
Yeni yeni anladığım kadarıyla, 12 Mart öncesi, çalışma
arkadaşların sana bir muhtıra venni şler. Güya sen Milli
Demokratik Devriınci imişsin de onun için seni eleştirmişler.
Sen de onları toplayıp öyle olmadığını söylemişsin.
Anl aşınışsınız. Demişsin ki: " Ben ortak kurnitayda Milli
Demokratik Devrim stratejisinin slogaıuru kullanmalda hata
ettim. Arkadaşianın beni değerlendirme toplantısında haklı

19
olarak sert bir dille eleştirdiler... " B u sözleriniz üzerine onlar da
ikna olmuşlar. Ama I 2 Mart Savcısı derdest ettiği evrak
arasından muhtırayı bulunca, mal bulmuş gibi sanlmış ve senin
çalışma arkadaşlannı sıraya dizip Lenincilik ve Maoculuk
açısından ifadelerini almış. B ütün bu olup bitenlerin dışında
olmamıza karşın Naciye'yi de ifade vermesi için çağırmış.
Keşke beni de çağırsaydı da senin Türkiye için nasıl bulurunaz
bir değer olduğunu anlatsaydım ona . . . Neyse, arkadaşlannın
hepsi de senin için çok iyi şeyler söylemişler. Aşağı yukarı şu
ifadede birleşmişler: " B i z B aşkan B aykurt' u suçlamadık.
Kaygılarımızı yazdık. Sonra da toplantıda bizi ikna etti,
kaygılarımızın yersiz olduğunu anladı k . . . " Naciye de "Ben
böyle şeylerin dışındayım. Beni neden tanık yazdılar bilmem.
Anladığım kadarıyla bu seçim çekişmeleriyle ilgili bir durum"
demiş. Niekim öteki arkadaşların da ifadelerinde topluca şöyle
demişler: "Tös içinde yönetim konusunda çeşitli alternatifler
vardır. Muhtırada imzası bulunan bizler, seçimler yaklaşmakta
olduğu için. seçim psikozu içinde bu mektubu kaleme aldık.
Ama genel başkan bize teminat verdi, anl aştık" demektedirler.
Güzel de. kı yıya çekilmiş kendi halindeki Mahmut Makal ne
an yor bütün bu hikayelerin içinde? Sakın bir günah keçisi
arayışı içinde olmayasın? Şöyle belleğini, gönlünü, ruhsal duru­
mun, hırsını bir güzden geçir istersen . . .
Gülsevin ' in söylediklerine gelince:
Biz köyde, dağda bayırda. yani doğada. eşeklerle. köpekler­
le bile arkadaşlık etmiş insanlanz. i nsanlarla arkadaşlık etmemi­
ze bir engel mi var? Köyde kız erkek karışık büyümedik mi biz?
Kanşık çalı şmadık ını? Beşyüz-bin kişi karışık okumadık mı
Köy Ensti tü lerinde? Ş i md i otobüslerde kadını erkekten
ayınnaya kalkışan Konya Belediye Başkanı 'na alkış mı tutalım?
Gerçi Gülsevin Konyalı ama, o da istemez böyle şeyi.
Nitekim, Gülsevin'in de Türkiye'de ve Alınanya'da kadınlı
erkekli dünya kadar arkadaşı olduğunu biliyoruz. Arkadaşsızlık
bir hastalık, bir uyumsuzluktur. Anti-sosyal bir durumdur. Sen

20
de, bu yönden hasta olduğunu, yani Türkiye'de iken,
Amerika'ya gittiğinde ya da Almanya'da yaşarken, kadınlı
erkekli arkadaşların olmadığını söyleyebilir m isin? Üstelik
Gülsevin benim de taa okuldan yakın arkadaşım. Berlin' e gelip
bekar odamda üç gün konuğum oldu. Ayrılırken, "Çok memnun
ettin beni" dedi. Gülsevin, canı s ağolsun, zaten biraz abartıcıdır,
bilirsin. . .
Bu arkadaşlıkta da, birçok arkadaşımla olduğu gibi uygarca
ilişkiler söz konusu. Demek ki bazılan için böyle arkadaşlıklan
anlamak çok zor. Ayrıca, Gülsevin konuğum olduğu günlerde
hiçbir arkadaşımla karşılaşmadı. Kadın arkadaşım mı çok yoksa
erkek arkadaşım mı çok, nasıl ölçtü? O varken birkaç telefon
geld iğini anımsıyorum. B u konuşmalarda ne kadar rahat
olduğumu gözlem iş. bundan dolayı da kutladı beni. Evimin tem­
izliğini, düzenini çok beğendi. Hatta yazdığım bir yazıyı bi rlik­
te okuduk, onu da çok beğendi, hayranlığını belirtti . . .
Bana sorarsan, yurt içinde d e yurt dışında da insanlarla
diyalog kunnamdan ve kaynaşmamdan memnunum. Gökten
arkadaş yağınıyor. Kişiliğiınizin ve davranışlanmızın sonucu
olarak arkadaş çevremiz genişliyor. Bu durum, yalnız kalma ya
da yalnız bırakılınaya yeğlenmeli değil.midir?
Gülsevin, Türkiye'deyken tanıdığı arkadaşianna telefon
etti. Onlardan davet bekledi. Hiç kimse kendisiyle ilgilenmedi
ve göıiişınedi. İnsan ilişkileri ne hale gelmiş. di yerek bana üzün­
tülerini söyledi . Peki muntazam bir yaşantısı olan, kı l ı kırk
yaran Mahmut 'un kendini salı verdiğini nerede, kimlerden
işitmiş? Bu konuda da senin ve Gülsevin'in belleklerinizi yok­
lamanız gerektiği kanısındayım.
Şöyle bağlayalım bu işi: Yazının sonunda senin de dediğin
gibi. Talip'i, Başaran'ı, seni, beni, özellikle de seni beni
kanştıranlara ben de çok rastladım. Gerçekten önüne gelen balta
savuruyor. Evet, nasılsa kurumaınışız. Yel estikçe yapraklanımı
hışırdıyor. Ben de di yorum ki, Tonguç bizi inci r çekirdeğini

21
dolduonayacak şeylerle u�raşmak için, birninnizi çekiştinnek
için yetiştinnedi. B i z, o yukarda andıkianın gibi , yani bizi
çekiştirenter g ibi olamayız, olmamalıyız. Sen bir büyük
romancısın. Enstitülü olmandan dolayı, romancılığınla da
övünüyoruz. B üyük yazar diyerek bana da iltifat etmişsin, çok
teşekkür ederim. B en bunu kitaplanmda da yazdım, basit bir
yazarım ve doygunum ...
Bir zamanlar, kitaplarımızın sayısı üçe-dörde varsa, kimse
yıkamaz bizi, derdin. Ş imdi kitaplannın sayısı belirsiz, seni
kimse yıkamaz. Ün'ün dorugundasın. Ama doygun değil
gibisin. Daha ne istiyorsun? Senden başka kimse olmasın mı
di yorsun? Seni sendikanın başında da yalnız bırakan bu 'ben
ben' duyg.•ısu muydu yoksa? Yıkılınamak ve doyuma ulaşmak
için ille de La Fontaine ' in eğesiyle uğraşman mı gerekiyor?
Her zamanki takdir ve sevgilerimle . . .

\(ır/ık dergisi. sayı: 1085. Şubat 1998

22
BIRINCI BOLUM
Güneş indim iniyorum diyordu dışarda. Ama odanın biricik
küçük penceresi de doğuya bakuğından, içerinin dışanyla ilgisi
çoktan kesilmişti. Ahmet kaynayan patatesi ocaktan indirdikten
sonra laınbayı yakmış, Dunnuş gelinceye kadar onu da elden
çıkarayım diye pantolonunun bacak arasındaki söküğü dikmeye
koyulmuştu. Dunnuş da geciktikçe gecikiyordu hani. insan
odaya gider, konuşur monuşur aına bu kadar da lafı uzatıp
geeikti mi işin tadı kalmaz. B urda oturan da insan, arkadaş.
Garipser, canı sıkılır bir şeye. Şunun şurasında mümkün olduğu
kadar bi rarada bulunarak can sıkıntısına fı rsat vennemeli değil
mi? İşte öğretim yılı bitiyor. Ne kaldı şurada, on sekiz gün. İ ki
gün de hazırlık olsun, yinni gün. Demek yinni gün sonra yaz
tatili başlıyor.
"Elbette başlayacak" diye i çinden geçirdi Ahmet. " Burama
geldi, çektiklerimi bir ben biliri m kış boyunca. . . Şu nisana
kavuşana kadar akla karayı seçtim. Ama arasınlar da bulsunlar
yinni gün sonra . . . "
Ni sana kavuşmuştu kavuşmasına aına, böyle günlerde daha da
garipsiyor. içinde bir yerler burkuluyordu. Hele akşaın olurken ...
Bu bozkırda akşaının kızıllığuu, güneşin batışını gönnek pek
dokunuyordu nedense. İ çine kapanık, sessiz bir hali vardı.
Kalabalıktan, anlaınsız, dipsiz gürültülerle saatlerini, günlerini
öldünnekten hoşlanmadığı için gitmemiştİ Dunnuş'la köy odasına.
"Ne var, ne yok bir anlayım" diyerek gitmişti Dunnuş.
Belki kente gidip gelenler bulunurdu. Gazete falan olmasa da,
kulaktan kapılmış bir haber gelebilirdi köye. O da kısa günün
kan olurdu duyarsa. Dünyada neler oluyordu kimbilir? . .

25
Ne var, ne yok aniayadu rsun o. Elindeki kitabı bitirip
kapadıktan sonra canı sıkılmaya başlamıştı Ahmet ' in. Kendini
hapiste gibi hissediyordu. Yalnızlık dört yanını sarmıştı. Dışarda
akşamın halini biliyordu. Çıksa daha da sıkılacaktı can ı . Kör
pişman, kaçınık yaşamına gömülıneliydi yine. Onu da yapa­
madı. Elindeki iğneyi bırakıp ayağa kalktı.
Yırtık kısa donla dolaşmaya başladı. Donun yırtığını,
söküğünü dikmenin vakti geçmişti . Her yanı ehnezik.
Yenilemekti en iyisi.
B ulunduğu sedirde iki kere aşağı yukarı yürüdükten sonra
·karşı sedire atladı. Sedir dediğin altı adımlık yerdi. Birkaç kere
de orada yürüdükten sonra, bir yolculuğu bitinniş, gidecek yolu
kalmamış biri gibi ydi. Ocağın yanına çömeldi. Tavadaki kay­
namış patatesleri yokladı. Soğumuştu patatesler. Ş imdi hem
soyması güçleşir, hem tadı olmazdı soğuk patatesin. Ama uınu­
runda ını Dunnuş ' un. O gününü öldürmeyi bilir sadece. Koca
Yusuf'la lafı kaynaştınnaya bir başladıysa tamam. Erciyes
dağını helik diye atarlar; karşı karşıya han yaptınrlardı. Hele o
eşek hikayesi. Dünyada hiç başka bir şey görüp yaşamadın ını
be adam. Hep o yinni yıl önce köye gelen öğretmenle iki eşeği
çiftleştirdiğinizi ve hankır hankır güldüğünüzü mü anlatıp dura­
caksın?
Pencerenin önüne vardı. Her · vakit soğuk için c amın iç
yanına bastırdıklan ot yastık havalar iyileştiği halde yine ora­
daydı. Yastığı aşağıya aldı . Gözlerini caına dayayıp baktı.
Dışarısı kapkaranlık olmuştu.
Dönünce. pantolonu gözüne çarptı. Gidip şu söküğü çabu­
cak bitirip hacağına geçinneliydi pantolonunu. N iye kalkınıştı
sanki? "Evin içinde pijama giyınek çok iyi gider" diye geçti
içinden "Ama ne gezer pijama. Dokuz saat yol gideceksin
gecenin altında. Arahacı uykusuz, sen uykusuz. yol delik deşik.
arabanın dingili kınk. İ yi ki ben kalınışıın da sepet düşmüş
yine . . . " Pantolonuna yaklaştı. Baktı, baktı. iyice. Tanık isterdi

26
pantolon demeye. Sökügünü dik dur. Paçalar kendi kendini
yemekte: diz kapaktarla oturak yeri "delineceğiz" diye söylen­
mekte. Dayanıklıymış yine de. İki yıl geçti şu hacaklara girip
çıkmaya başlayalı. Sekiz yüz güne vanr bu bacaklarla birlikte
süründüğü.- Ütü mütü düşüne g irmedigi gibi, temizlik de hak
getire. Ne yapsındı . istekleri dışında olup gidiyordu bunlar.
Değilse, paşa gönlünün ne istekleri vardı. Pek güzel bilirdi neyin
üstüne neyin yeneceğini. İ ki yıl önce işe başlayan bir köy öğret­
meniydi altucu. Ayda yetmiş l i ra bir mecit hesabıyla üç ayda
para geçiyordu eline. Onu da vaktinde gidip alamıyordu çok
kere. İşte şimdi parası gezici öğretmende bekliyordu kentte. Beş
aydır g idemernişti. Karar vermişlerdi yılbaşında gitmeye,
havalar bozrnuştu o vakit de.. . Okullar açılırken ne getirebil­
mişlerse, onlarla sürdürüp gidiyorlardı geçimlerini.
Geri döndü. İki eliyle, sakalı uzamış yüzlerini kaşıdı iki
yandan, sonra başına gitti elleri. Tatl ı tatlı kaşınıyordu başı.
Kaşıdıkça kaşınıyordu. Hart hart ettire ettire kaşıdı adamakıllı.
Kollan yorulana kadar sürdürdü. Tırnaklannın arası kepek
dolmuş, eli yüzü dökülen saçiann içinde kalmıştı. Hoşuna git­
miyordu hali. Birazc ık yaşamaya benzemeliydi yaşaması. Ama
nasıl? Yanıtlayamıyordu.
Oturup söküğü dikmeye koyuldu yeniden. Dunnuş gelme­
den bitirip giyinmeliydi. O gecikse bile gelen giden olurdu.
Giyinirken tahtalının üstündeki gramofona kaydı gözü.
Sevind i . Nasıl olup akl ına gelmemişti, derninden beri .
Vesveselerinin birçoğunu yatıştırıp, unutturabi lirdi bir iki plak.
i sa' nın oğlw1dan alıp gelmişti Durmuş, çalalım biraz diye. On
gündür aklına esen tahtalıya koşuyor, boyuna kol çeviriyor.
Plaklann adı plaktı . B i r d üzineden fazla ama hepsi eski.
Eskiliğinin yanında çoğu kınk. Birisi var işe yarayan. Kırık
olmasına karşın dinlenebi liyor: anlaşılıyor ne dediği. Oracıktaki
taşa bir iğne sürttükten sonra kolu çevirdi. Koydu o işe yarar
plağı. Kuyudan gelir gibi Zehra Bilir'in sesi geli yordu:
Ağrr ağır bas da gel

Tahtalar oynamasın

Usulllslllçık da gel

Ananı babam dllymasm

İğne kırık yere geldikçe bir takını yapıyor, bu da bir uyum


oluyordu.
Üç kere daha çaldı aynı plağın bu yüzünü. Gidip oturdu
sonra ocağın başına. Patatesleri soymaya başladı.
Elleri patates soyuyordu ama, aklından geçenler daha başka
şeyi erdi.
Evlenip evlenınemeye karar verrnek için aylardır kafasını
yoruyordu. Ş imdi yine bu düşünce gelip aklının baş köşesine
kuruldu. Kendisine bakamıyordu bir kere. Doğru dürüst yemek
yapıp yiyemiyor, çamaşırlannı temizletmek sorun oluyordu.
Sorun olmak ne, temizlenemiyordu. B edeni de öyle kirli hep
kirli geziyordu. Kendi kendine karşı biuneyen bir kızgınlığı
vardı bu yüzden. Canının en çok sıkıldığı günler, ocağa tenekeyi
oturtup su ısıttikları günlerdi. Pazar günleriydi yani. Haftada bir
kere yıkanmaya çalışı yor, çamaşırlannı ısiatı yorlar ve böylece
işi kitabına uyduruyorlard ı sanki . Ama hepsi o kadar. i ş salt kita­
ba uymakla kalıyor. isteğe uymuyordu. Temizlenemi yorlardı
vesselam. Odanın giriş yerindeki. gelen konuklann eşekleri için
yapılmış küçük ahırda yapıyorlardı temizlik işlerini. Bu soğuk
yerde, soyunduğu andan giyindiği ana kadar, her pazar haftanın
en kötü dakikalannı yaşıyordu. Kafasına her su döküşte sanki
saçlannın içindeki kire ve kepeğe onlan temizleyeceği yerde,
yeniden ekler yapıyordu.
Yann yine pazardı işte. K irine yorgunluğuna hiç yaran
olmayacak bi r şeyi yinelemenin sıkıntısı içinde bi rikıneye
başladı.

28
Nisana erişmeyi bunun için gözlüyordu işte. Yazın tadı
başkaydı. Tatilde şu köyden aynlmayı da sefa sürmek için,
istemiyordu. Gidece�i bir başka köy kendi köyü. Gidecegi
Karabudak, yiyece�i san kabaktı yani. De�işik bir yanı vardı
yalnız: Akar su. Bir çay var orada. B u köyde ve birçok köyde
olmayan önemli bir şey. B ahçelerin arasındaki çalılık yere gider,
yüzer, ovalanır, güneşler. . . Kendini biraz hafıflemiş, temizlen­
miş sanırdı hiç de�ilse.
Bu köy öyle mi ya? Kalem kalınlı�ında akan bir çeşmesi
var. Elde testi sıra bekler köylü.
Köy küçük de degil öyle. Dört yüzden fazla evde iki bini
aşkın insan yaşar. Yaz gelince bu yetersiz su da akrnaz olur. Her
biri bi r dağın başına kaçar evlerin, bir su kaynagı bulmak, kışı
getirmek için. Adı da yayiaya çıkmak olur bunun.
Bu su işi aklına geldikçe, en çok hayvaniara acıyordu. Kış
boyunca. kar ve yağınur sulannın biriktigi çamurlu göleklerden
suluyarlardı hayvanlan . Hoş, yerine göre, çeşmenin suyunun
yelişınediği yerde evlerde de aynı su, gölek suyu kullanılıyordu.
Kaplara akşamdan doldurulup bırakılınca, sabaha kadar dibine
ınilliyor. çamuru azalıyordu. Yemeklerde ve içmekle pek güzel
kullanılıyordu bu da. Akşamdan doldurulmuş suyun adı, sabah
olwıca, "tüneıniş su" oluyor. artık kimse buna kıyınet biçeıni­
yordu. Damlası damlasına gerekli yerlere kullanılı yor, kap
kacak ve el yüz yıkarken göl suyu yerine tünemiş su kullanan
aile bi reyleri. ana baba tarafından azarlanıyor, pataklanıyordu.
Bu suyun yeri , mide idi, içerek ya da yemek pişinnekte kul­
lanılarak, mideye ginneliydi bu tünemiş su. Çar çur etmeye
gelınezdi. "Vardığın yer körse" deyiınince, Ahmetgi t de tüneıniş
suyu özenle kullanı yorlardı yerine göre...
Oturduğu yerde, iyiden i yi ye yorulmuş duydu kendini .
bacaklannı uzatarak yan geldi, sağ elini çenesine dayadı. Bu köy
için, iki sorun kafasına takılınıştı ilkten: Su ve hela derdi. Öteki
sorunlar bunlardan sonra düşünülıneliydi. Hela yapma ve kul-

29
laıuna işi burada, aşağı yukan hiç parayı gerektinniyordu. Bir
anlayış sorunu. Köylülerin aklının ucuna azıcık etki yapa­
bilmekle olabilirdi.
Bu etkiyi yapabilmek için az uğraşmadı i ki öğretmen. Her
fırsatta, her rastladıklanyla bu "ufacık" dert üzerinde durdular.
Hele Dunnuş çok kaba konuşuyor, en dokunulmaz duygulanna
hitap ediyordu. Müslüınanlıklannı çürüttüğü gibi: üstü kapalı,
gavur da sayılaınayacaklarını bu durumlarıyla. çaktın yordu.
Ama ne suçlan vardı adamların. Müslümanlık başka. bu işler
başkaydı . Naınazlıklannı, ahrete hazırlanınanın bütün yollarını
küçükten beri nasıl öğrenınişlerse, gece gündüz öylece çalışıp.
dinlerine hizmet ed iyorlardı. Bu hela işi de öyle. Babadan nasıl
gönnüşlerse. onu sürdürüyorlardı. Eski köye yeni töre demek
biraz da çıktığı kabuğu beğenıneınekle ilgiliyd i .
Köyün b u durumları kafasına takılıp onu düşündürdüğü
zaınanlarda, kendini unutur giderdi Ahmet. İ yi de olurdu bu . .
Uyuşukluğu gider, alnının kırışıklan azalır. gözleri pariardı
adaınakıllı.
Uğraştığı konu üzerinde dudaklan kıpır kıpır eder. pannak­
larını bir şeyler yapıyor. ya da sayıyor gibi oynatır. iç ve dış
benliğiyle bütün olarak kendini verirdi düşüncesine. Y üzünde
belli belirsiz bir gülümseme başladı. Kendinden geçmişeesine
düşünüyordu. Kimbili r nerelerdeydi kafası . Tek tek
konuşınalann üzerinde bir de toplu olarak etkide bulunmak için
iki kere köylüleri toplayıp konuşmuştu bu hela işini . Söylediği
sözler cümle cümle doğru bulurunuştu. O hızla birçokları
evlerinin önüne kağmlarca taş getinnişler. ama türlü nedenleri ,
bu arada kara kışı öne sürerek, dört duvar dineltıneye girişen
olmaınıştı hiç . En bi ri , kendi oturduklan odanın önünde, odanın
sahibi Küçük Ağa ' nın getirdiği bi r yığın taş vardı. Dunnuş 'la
günlerdir. bir hela yükseltip örnek olmayı kuruyorlar, bugün.
yann. "hava iyileşince" diyerek işi onlar da savsaklı yorlardı.
Ama başlayacaklardı bugün yann. Gecikıneyeceklerdi. Şöyle
güneşli, yani üşüuneyen bir cumartesi pazar günü, giri şecekler-

30
di yapmaya. Durmuş inşaatçı, Alunet marangozdu okulda. Ama
ikisi birden bunu yapabilirlerdi. Sonra da köyde örnekleri
çoğalırdı herhalde, ağır ağır da olsa. Köylülerin bu yönlere
soğuk davranıp kulaktan geçirerek "hele siz şu camimizi
terkedin bir, orada çocuk okumaz" demelerine karşın olacaktı
bu. Değil mi ki ilk atılımda taşlar getirilmişti.
Birdenbire ürperdi oturduğu yerde. Anası "Azrail yokladı"
derdi böyle ürperdiği zamanlar. Oturumuna geldi. Dunnuş'u
ansıdı. Neden geciktikçe gecikiyordu bu oğlan. Başına bir hal
gelmesin? Gelınezdi herhalde. Köylü birbirine düşman iki ceph­
eye ayniınıştı ya. bunlar mümkün olduğu kadar yansız kalınaya
uğraşıyorlardı. Taraflar arasında gece gündüz demeyip sürüp
giden ve yıllardan beri son bulmayan bu geçimsizlik
döğüşlerinin yeli onlardan yana esmiyordu şükür. Esmiyordu
ya, içlerinde bir uğultusu da yok değildi bu halin. Bu yüzden
halkla bir türlü kaynaşma olanaklarına kavuşamaınışlardı.
Herkesle ilgilenirken. konuşurken, hangi yandan olduğunu
adamın. kimin kim olduğunu bildikleri halde duraksadıklan
oluyordu. Toplu olarak köylüyle yüzyüze geldikleri anlarda ise
taraflar. ayniıkiarı göze batacak biçimde toplanıyor, karşı tarafın
hiçbir kimsesiyle ilgileıuneden dağılınıyordu. Öğretmenierin
yaıısızlığı ve bütün köylüyle. kimseyi ötekinden ayn tutmadan
değeyde bulundukları konusunda bir kanı yerleşmişti bereket
Bu kanının yerleşmesi sonucudur ki. Dunnuş dün gittikleri
Ali Ağa'nın odasından sonra. bugün karşı tarafın adaını olan
Yusuf Ağa'nın odasına gidebiliyor. Bu ayırdetmeme hali. her iki
tarafa da güven veriyor. iki oymağın dipsiz ve yoktan yaratıp
kendilerine dert ettikleri, çocuk.lanna da beniınsettikleri bu kan
davasıyla ilgili dedikodulara. öğretmenierin yanında, mümkün
olduğu kadar yer verilmemesine gayret ediliyordu. Dunnuş'un
küçük çapta bir soğuk savaş olarak nitelediği bu durum, yine de
ikisinin gözünde köyün işlerini yüzüstü bırakınası yönünden
büyüyordu. Onlan da ölçülü davranınaya zorluyor, bütün güve­
nilirliklerine karşın, çoğu günleri, odalanyla çocuk okuttuklan

31
cami arasında gidip gelmekle bitiyordu. Hatta her iki tarafın,
üzerinde birleştiği bir nokta daha vardı ki, çekimserliğe zorluy­
ordu onlan : B u, Allahın evi olan ve köyün biricik kutsal yapısı
camide çocuk okutulmasıydı. Ne olurdu yani, şu kıçı çakıldaklı
çocuklan (kendi yavruları oysa) buraya toplayıp da Allahın
evini kirletmeseler. Kıyamet mi kopar sanki. Hayır, karşıtı olur,
uzaklaşır kıyamet.
Düşünüyordu boyuna. K afaları nı dolduran, gecelerini
gündüzlerini alan bu inanışlann, bu dünya kadar boş zaman­
larını uğruna verdikleri vesveselerin, kendi yaşamiarına bir
yenilik, iyilik getirdiği yok bu köylülerin. Yerinde sayıyorlar.
Durumlanndan haberleri yok. B u gidişle kendilerine baka­
caklan da yok. İşte oturduklan evler. Tavuk ginnez, küınes
deyip de. tanık ister ev demeye. İşte üstleri başları .
Ahmet ' inkinden beter. B arsaklarını evlerin arasındaki derecik­
lere boşaltıyorlar. Ü stünden karlar kalktı gayri. başlıyor kok­
ınaya dereler. Suyun durumu da böyle olunca. ne var ki bu
köyde kokınayan? İ çinde yaşayan canlılardan başlayarak, evler,
köşeler. dereler, ev aralan (sokak değil), küllükler. kennelikler. . .
Duygular. düşünceler. inanışlar. . .
Nasıl önüne geçilirdi b u kokunun? Sol eli kafasına gitti
Ahmet ' in. Düşünceleri kanna},arışıktı. Dışıyla birlikte içi de
kaşını yordu sanki kafasın ı n. Ku vvetiice kaşımaya başladı
yeniden.
Hem kaşınıp hem düşünürken. i yice belennişti gözleri.
Belli değildi nereye baktığı. B akmıyordu ki hiçbir yere zaten.
Gözlerinin akı büyümüş. gözbebeklerini örtınüştü nerdeyse.
Ters çevrilınişler, gözleri de kafasının içine bakı yordu olsa olsa.
Haydi' diyelim ki, şu helalar tek tük yapılınaya başladı. Su derdi
de üç kere başvurup muhtarla aldıklan yanıtiara göre bu seferki
seçimler biter bitmez çözümlenecek. Çataltepe 'nin böğri.indeki
Tosbağalı Pınann suyu köye getirilecek.
Künkünü devlet verdikten sonra, işçil iğini haydi haydi

32
yapacak köylüler. Çal ışacak iki ustayı doyunnak işten bile değil.
Alışık köylü. Ev sırasına göre birer övün verirler. Usta ücretleri
de nasıl olsa olur. Bir bakıyorsun devlet, onu da veriyor.
Künkünü çimentosunu verince, bu ücret işine el katmayacağı ne
bel l i ! Yağını veren Allah bulgurunu da vennez mi? Film geçidi
sürüyor kafasında:
"Ama. bunlan kıskıvrak bağlayan kötüsüne ve körü-körüne
inançları ne olacak? B unları söküp yerine olwnlulannı dikınek
nasıl mümkün ol acak? Kendilerine, yaşama yönelmezse bunlar.
su da hava. ekmek de. Tedirgin edilmeli bunlar tedirgin . . . "

Dışardan gelen bir hışını filmi kopardı. Kendine geldi


Ahmet. Yağmur hışınısına benziyordu gelen ses. Kulak verince,
odanın toprak damında tıpını l annı duydu yağmurun. Sevindi.
Bakmak için dışarıya çıktı kalkıp. Tatl ı tatlı yağıyordu gerçek­
ten. Ta derinden gülümsedi. Alac akaranlıkta. savat derilerinin
buruştuğunu anladı gülümserken. i ster istemez yüzünü yokladı
elinin biriyle. Doğruydu yüzünün buruştuğu. Gül üşünün
aceınice olduğunu da kanıtiardı bu buruşma. Gülmesini ne
öğrenebilıniş ne de becerebi lmişti.
Eli yüzünde. öylece düşündü kaldı ayakta. Yağmurun
başlamasına ne kadar sevinse yine azdı. Şu karanl ığın içine
gömülmüş olan köyün. içindeki leri de katın. düşüneni yoktu
Allahtan başka.
'·Hayır, şer ne gelirse ondan . Buradakiler ancak beklerler.
Sabırla beklemesini bi lirler. Dert. bela. yokluk. açlık, ümit. . . Her
gelen Allahtandır. Böyle köklü bir güvene sahip olduktan sonra
düşünmeye. uğraşmaya ne hacet. Unutulınazlar. Gönülleri ona
bağlı. Namazları. oruçlarıyla. gece gündüz onun
huzurundadı rlar. Azcık unutulduklarını sansalar. yağınur
yağmasa. gecikse örneğin. yağmur yakarısına çıkarlar. dikkati
çekerler kendilerine. "Bu yağmur derdi bambaşka. Gecikse.
havaya baktırsa. benizleri soldursa da. az erken az geç yağar
herhalde. Daha beklenınezken bi le başladı iŞte. Bereketli bir yıl

33
olsa, gülse yüzümüz. Bu köy için yağmurun önemi daha başka.
Gölekler dohnazsa ne yapar o dilsiz hayvanlar... Köpekler,
kediler, tavuklar sonra? Daha bahann kulağını gönneden,
ortalık ısınmadan kat önüne kel öküzleri, vur sırtına iki heybelik
vannı yoğunu, tut dağiann yolunu."
Cansız gibi hareket etmeden dururken bacaklan yoruldu
neredeyse ... Bu yorgunluğu duyarak yürüdü. Duvardaki takanın
önüne vardı ayaklan. İki yanına baktı. Odanın içinde fırdolayı
gezdirdi gözlerini. Tahtalının altındaki soğan ve patates çuvalı
ile üstündeki un çuvalını gördü. Azalımştı un. Onbeş günden on
beş güne biraz yufka yapıyordu Küçük Ağanın karısı. Bir ediın­
lik ya var ya yoktu. Ucu ucuna yetecek demek. Patates soğan da
öyle. Birkaç pişiriınlik bulgur da vardı kesede. Arada sırada
yumurta da bulunuyor nasıl olsa... Geçim düşüncesi yoktu
şimdilik ... Bu akşaının yiyeceği bile hazır değil mi. İçine soğan
dağraması kaldı bir.
Gözleri duvan sürüp gidiyorken kazıkiarda yanyana asılı
yüz havlulannı gördü. Bu odaya ilk ginniş gibi dikkatlice baktı.
Dunnuş'un kravatı vardı çivinin birinde de. Yanar döner der
durur. takınaya bir türlü kıyamaz. İlçeye gittiğinde, özellikle
öğretmen toplantılan vb. için gittiğinde takardı onu. Kravatın
yanıbaşında da biricik dostlan ayna . Çantasındaki kitaplann
arasına yerleştirip kınnadan. ne korkularla getinnişti onu. Ayna
çok önemliydi bu iki bekar öğretmen için. Traşta, kılıkta . can
sıkıntısında ... konuşulacak tek dost. Önemli olduğu, Dunnuş 'a
yeuneyişinden belli. Sabah bir. aynanın başı bir Dunnuş için.
Traş olur. Yüzündeki sivileeleri sıkar. Taranır. Bozar yeniden
tarar saçlarını birkaç kere . Eksikliğini duyduğu bir şey var
yalnız Dunnuş'un: "Duvarlar çınlçıplak" diyor. " Böyle mi
olmalı bekar odasının duvarları... Çıplak duvara. hayır,
çırılçıplak duvara , çırılçıplak alınasa da oldukça çıplak kadın
resimleri istiyordu. Nerden gelecekti öyle şeyler bu dağ başına.
pardon çöl ortasına?..
Tam kanının delirdiği çağdı Dunnuş'un. Çalım düzüşüne

34
bakılırsa, Küçük Ağanın "Gulgulu" adlı ortanca kızının peşinde
olduğu söylentisine inanılabilir. Kızın şalvan yerde sürünüyor
ama. Her yanı kapalı. Çınlçıplak kadın özlemi (resim de olsa)
buradan geliyor olmalı. Re!ime bakacak, Gulgulu ' yu da onun
gibi, belki de tümden soyacak aklı sırtından, gözlerini kapaya­
cak seyredecek onu. Sonra düşlerine girecek bu görüntü. Derken
· kapalı Gulgulu 'nun yanında bir de açılıp serpilmiş Gulgulu
doğacak. . . Allah da göndennez ki bu ellere öyle resimler.
Buralann beklediği şeyler daha başka şeyler. Yağmur, yol, su
Bunların yanında ışık. Hele hele ışık. Aydınlık getirecek...
Okumak için gelirebildiği on kadar kitap vardı takada. Yan
tarafta iki tane de Dunnuş'un vardı. "Rüyamdaki Okullar",
" Köylerimiz Nasıl Kalkınır?" Merakla aldığını, eze eze
okuduğunu, söylüyor, "ama bir şey anladımsa Arap olup da kız
bulınayayım" diyordu. Ordaki laflar başka, köydeki gerçek
başkaymış. İçli, özden çocuk şu Dunnuş. Dobra Dobra Mehmet
Ağa'ya benzeyen yanını ise beğenmeyen yok.
Arkaları kendinden yana üst üste duran kitaplan aşağıdan
yukan süzdü Ahmet. Azıcıktılar ya daha dört - beş tane okuya­
bilınişti . Gündüzleri okul var. Kış boyunca gelip giden komşu
hiç eksik değildi akşaınlan. Daha dün bir bugün iki, havalar
açılınca. uyku tatl anınca gelmemeye başladılar. Daha doğrusu,
uzak odalara gitmek kolay böyle günde. Sonra, kafası kar­
makanşık. Hiç durulmadı.
Okumak için yola getinnekte güçlük çekiyordu kafasını .
Kitaplann üstündeki dosyanın kapağını kaldırdı. Bir iki
çizgili kağıtla bi r o kadar dergi vardı güzden kalma. Dosyanın
üstündeki not defteriyle kalemi alarak gidip pantolon diktiği
köşeye oturdu.
Defteri "pı rrr" diye baştan sona açtı bükerek. Baş tarafında
kırk yaprak kadar yeri karalarunış bir sarı defterdi kalınca.
Madem gece bastırdı, Dunnuş gecikti. Kafası kannan çor­
man. Okuyaınıyor. Sessizlik, yalnızlık gelmiş burasına. Bir

35
şeyler daha yazıp eklemeli defterdeki notlanna. Ama hangisini
yazmalı! Unutmamak için defterin sonuna sıraladığı yazılacak
konulara baktı. H içbiri sarmadı. Gitmezlerdi böyle saatlerde.
B uzu çözülüp de kalem bile işleınezdi şimdi. Yok mu sanki
yazacak şey. Yakınırsa, yokluğundan değil çokluğundan
yakınırdı. Defteri kalemi bıraktı sedirin üstüne.
Yağmurun sert yağdı ğı anlaşılıyordu d amdaki
vuruşlarından.
"Yağ be mübarek ! " dedi kendinden geçerek. Söylenmesi,
odarun ölü havasını diri ttiverdi ama, çok sünnedi bu diriliş.
Yağmuru düşünmeye başladı y ine. Ş imdi tarlalarda
büyüyen ekı 'liere benzetti kendini. Onun üstüne yağıyordu sanki
yağmur. Solt•k aldı. Göğüs geçirdi. Sere serpe bıraktı kendini .
Ferahladı iyice. B inlerce, milyonlarca ana kuzusu rençber de en
az onun kadar sıkıntıdan kurtutuyordu şu anda. Yakından bilirdi
yağmursuzluğun sıkıntısını; halkın nasıl kıvrand ığını bu sıkıntı
içinde.
Defterini kavradı yeniden. Gelişigüzel açtı yazılmış bölüm­
den bir yeri . On gün kadar önce yazdığı bir notu okumaya
başlad ı :
"Bektaş ' ın Salkasıyla konuşuyoruz duvarın d ibinde. Neden
evlenınediğimi soruyor.
"Daha vakti, saati var; dur bakalım" diyorum.
"Abaruuu! Senin yaşında da ını dur bakalım olur" diyor.
"Ş uncacık çocuklar bile avradın göbeğini terietirkenT
"Eh ! " di yorum. "yazgı ne yapalım."
"Yazgı ınazgı değil. sen tango biçimi alacaksın elleeın;
şeerlere gidip de . . .
"

"Belli mi olur, alın yazısı."


Çiğnediği, vıcık vıcık ettirerek iyice özediği bok yuvarlak­
l arını duvara çarpıp dururken, koca ninesi çağırdı;

36
"Salka gııı! İ negi sag yüıü de. Dana tepinip dunnasın boynu
baglı."
Ellerini toprağa beleyerek pisligini sıyırdı. Temizledi yani.
Yemenisinin uçlarını çözerek agzının yaşınağını tazeledi.
Yüıüıl(en:
"Sen tango biçimi alacan, tango. B izim gibi bok yapan, onu
bırakıp inek sağanı alıp da nitcen!"
Dış kapının açı ldığını duydu. Ardından oda kapısı vuruldu.
"Gel !" dedi pekçe.
Kel Abdullah ' ı n Musa'ydı gelen. Akıllıca öğrenci lerden
birisi.
"Musa hoşgeldin. Söyle?"
"Dunnuş Öğretmen odadan saldı beni. Selam söyledi.
Odada müfettiş var, akşam yemeğini onunla yiyeceğim. O da
·beni beklemeden doyursun karnını. Yalnız odanın sağını solunu
topari as ın bir. Oraya geleceğiz yatmaya. dedi. ..
"

"Peki Musa" dedi. O gidince patatesin başına oturdu.


Sekieye bekleye doymuştu oysa. Kendini yokladı bir. Ekmek
istemiyordu canı. Tuzluğu getirdi . Batıra batıra üç patates yedi
çıkla. ekıneksiz. Yetti bu kadarı .
Süpürgeyi ıslatıp sedirieri süpürdü. Yastıklan düzeltti.
Kendine çeki düzen verıneyi düşündü sonra. Aynanın karşısına
götürdü onu ayakları. Birbirine geçmiş avurtlannı gördü ilkin.
Uzayan sakalının altında da belli oluyordu. Göz akları kan­
larunış. kirli kirli göıünüyordu. Şişkin göz kapaklarından sonra
derisi. ta şakaklarının üstüne kadar buruş buruştu. Saçlan
karışık. kirli, kepekli .
"Bir berber şimdi, saçı sakalı budayıverecek" diye geçirdi
gönlünden. "Sonra bir hamam. lşbilir bir keseci harnamda.
Köpüklerin arasından çıkacaksan pamuk gibi. Çıkınca da bu
çamaşırlan. bu elbiseleri bulaınayacaksın. Tertemiz bir takım

37
çamaşır, elbise seni bekleyecek dışanda. Uzanıp dinleneceksin
onlara baka baka. Yürek çırpıntılan geçip rahatlayınca giyinmek
isteyecek canın. Yeri gelecek o vakit bismillahın. "Bismillah ! "
deyip geçireceksin gömleği boynuna. Çıkıp gelince müfettişle
karşılaşacaksın.
Belini bükeceksin;
"Hoşgeldiniz efendim; bendeniz Çardak köyü başöğretmeni
Alunet Tezer. . . "
"Memnun oldum" di yecek, "Pek şıksınız ınaşallah."
"Göreviıniz efendim, kılık kıyafetimizle de örnek olacağız
köylüye . . ."
Meınnuniyetini bu kez gözleriyle de belli edecek müfettiş.
İ lk etki tamam. Ayaküstü birkaç soru daha soracak:
"Mesleki kitaplar okur musunuz?" diyecek örneğin.
"Okumaz olur muyum ! "
"Dergi okur musunuz İlköğretim, Ö ğretmen?''
"Okurum. "
"Günlük gazete izlemek gerek b i r de. Hangisini okuyor­
sun?"
"Cuınhuriyet'i efend im, yansız .. .''
"Köylüyle geçimin -nasıl?"
"İ yiyiz."
"Gelmeyen öğrencileri kovuşturuyor musun?"
"Harfi haıfıne ! "
Fazla bile gelecek b u kadar bilgi. Açacak not defterini,
vereceği rapora kaynak olmak üzere, yazacak bunlan bi r bir.
4274 sayılı yasanın I O ' uncu maddesi gereğince neler yapıldığı
hakkındaki sorunun karşısını i yice şişirecek: Kılık kıyafetiyle
örnek oluyor, köylüyle ge�· i rııi iyi... Ö teki soruların karşısı da

38
bundan geri kalmayacak. Kitap, dergi, gazete izleyerek iş
başında kendini yetiŞtiren adama ne diyeceği var daha. Rapor
geliyor bomba gibi. Sen de şaşıyorsun, bu nerenin öğretmeni
diye ...
Sen kitap okuyabildin mi? Mesleki mi okudun okudunsa.
Dergi yüzü, gazete yüzü gördüğün var mı? Devam kovuşturması
yaptın da kaç çocuk geli rebildin dört gönüllüden gayri?" Düşü
bozuldu. Bunlar da berber. hamam ve giysi ler gibi düş'tü.
Aynadan ayrıldı gözleri. Ö nüne baktı. Pantolonu, gömleği,
ceketi iyi değillerdi ama pek utanılacak durumu da yoktu hani.
Ama saka!, ille saka!. B ir dertti . Olmuyordu bu ne idüğü belir­
siz j iletlerle sivilceli yüzünü kanatmak. Gitmiyordu hoşuna.
Saka! uzarsa uzasın. canı olsun rahat ediyordu. Herkes sakalım
salıvennemiş mi köyde? Vardığın yer körse . . .
Bu söze söykedi aklını. B aşan bulunduğun topluluğa
uymakla mümkündü biraz da. Zekanın belirtisi de buymuş hem.
Başka türlü hareket edenler. ayrı baş çekenler başarı göstere­
mezlenniş. Zaten kendileri sosyal bakımdan gelişmemiş. uyum
güçleri zayıf insanlardır ilkin. K aldı ki başan . . . Sorarsa müfettiş,
bu biçim savunacaktı kendini. .. S avuruna yı hazırlayınca traş
tasası da yok oldu.
Çenesini kaldınnca yüzünü aynada gördü yeniden. Hiç de
biçimsiz değildi bu kez. Gözleri pınl pırıl. Sakalının altında
tertemiz bi r cilt. Ufak tefek eksikleri vardı şüphesiz. Ama kadı
kızı bile kusursuz olamaz. Müfettiş insan değil mi sonra. O da
insan. Ö yleyse hiç yer yok üzülmeye.
Kollarını kaldırıp, önden arkaya doğru gelindi . Arkadan
öne doğru salladı bir de ... Güreşe hazırlanan bir pehlivan gibi
kollannı sali ayarak sert sert yürüdü sedirde. G idip o kınk plağı
koydu gramofona. Zehra Bili r ' in boğuk gelen sesi odayı doldur­
du:

39
Ağtr a,ij11· bas da gel

Ta/ıra/ar oynamasm

Usul usul çtk da gel

Anam babam duymasm . . .

Plağın tik tak, tik tak diye iğneye çarpışını seyrediyordu.


Kapı birdenbire açıldı. Kapıyı açan Dunnuş 'tu. Yüzü bir çala
göründü. kayboldu. Açılan kapıdan önce bir yabancı girdi.
Müfettiş buydu demek. Ötekiler bildik: Muhtar. Hacı Ağa,
Cıbır, Halil Dedenin Abdullah. Ü çü de köy kurulunun üyeleri .
Arkalanndan Dunnuş girip kapıyı örttü. "Bu yrun efendim.
şöyle buyurun!" di yerek yabancıya baş köşedeki yastığı göster­
di. Oralı olmadı o. Paltosunun düğmelerini çözüyor: kupkuru
duvarlan süzüyordu bir yandan. Onun köşesini boş bırakarak
ötekiler çoktan yerlerini bulup otunnuşlardı.
"Merhaba Muhtar!"
"Merhaba."
..
"Merhaba Hacı Ağa.
"Merhaba."
"Abdullah efendi. Cıbır ağa. merhaba."
"Merhaba. "
"Ahmet Bey s i z m isiniz?" dedi yabancı birden. Genzini
yınarak çıkan zor anlaşılı r bir sesli bu.
"Evet efendim. Buyrunuz."
Eyvahlar olsun. O kapıdan girerken kendini tanıtınayı ve
elini sıkınayı araya sıkıştıramamışlı şaşkınlığından. Yüzüne
bakakaldı adamın. Gözgöze geldiler. tepeden tımağa süzüyordu
onu adam.
Paltoyu. bir kol u ç ıkın aınışken çekti ald ı Dunnuş.
� astikleri ni
sedirierin arasına çıkanp oturacağı yere yürüdü

40
müfettiş. 50-55 yaşlarında gösteriyordu. Uzun boylu. geniş
oınuzluydu. Kapkaraydı benzi. Karalığıyla da kalınıyordu. Tek
tüfek namlusundan saçına boşaltı lmış gibi delik deşikti yüzü.
Mesti-lastiği hala kullandığına göre, abctestinde namazında bir
müfettiş olmal ıydı.
"Demek sizsiniz .. "
"B uyurun efendim."
"Şey... Sende biraz yazarlık var ını?"
"Estağfurullah efendim."
"Hangi anlama söylüyorsun estağfurullahı?"
Dunnuş tahtalının köşesine ilişıniş. ötekiler de oturduklan
yerden ikisini dinliyorlar. onlara bakıyorlard ı . Gözgöze bile
geleıneınişlerdi Dunnuş'la. Odada neler konuşmuşlar. nelerden
dem vunnuşlardı kimbilir. O ne sonnuş. Dunnuş ne karşılık
vennişti. " Kerata. on dakikacık önce kalksa gelse ne ol urdu
s:mki. Şimdi merak et dur artık işin yoksa. Müfettiş gidene dek
yanyana gelip konuşmak mümkün olmaz."
"Doğru anlamda efendim. Yazar değilim demek istedim
yani."
"Estağfurullah deınen ne oluyor. Yazar olmak bir bok
olmak ını'?"
"Estağfurullah efendim."
"Kim yazdı peki dergiye. bu köyün okulu olmayıp da
çocukların camide okutulduğunu. Ondan sonracığıına: Hocanın.
çocukları başına toplayıp namazlık beliettiğiniT
"Nerde efendim?"
"Dergide işte. Acl ı m u nuttuın. Eğiti m memurunun
masasında. Gelen geçen okuyup gülüyor. Yazarl ık da maskara­
lık oldu çıktı. Neydi ki zaten."
Herkes oturuyor. o ayakta. Otur demeyi mi unuttu; yoksa

41
zevk mi alıyordu müfettiş. " Dergi bakkalın adresine gelecekti.
Oradan alamazlar. Anlaşılan başka aboneler var. . . Güzden yol­
ladığım yazıyı koymuşlar demek. Yaşasın Dergici Bay Yaşar!
Ama bunlarla ne olacak halim. Beğenmiyorlar baksana. Raporu
zayıf verir, terfi ettirmez ya? Üstüne bir de kursa gönderirse... "
"Yazarlık olsun diye değil efendim."
"Ya? Ö yle mi? Ne olsun diye yazdın?"
" İ ş olsun diye . . . "

" İ ş bulaınadın mı yapacak. Onlan yazacağına devamını


sağlamaya uğraşsaydın. Sonra, hocah irla uğraşmayacaksın. Bela
açarsın başına. Görmezlikten geleceksi n onları. Köyde sürüyle
çocuk var. Onlardan artan size de yeter. "
Muhtara baktı.
"Değil mi Muhtar?"
" Doğru dirsin beğ."
Ne di yeceğini şaşınnıştı Ahmet. "Bu adaıniann da ipleriyle
kuyuya inilınez. Durumun gerektirdiği biçimde yönerge
çıkanrlar. arkasından da karşıtını söylemeye hiç sıkılınazlar.
S apma kadar olgun adamlar. Hem hocaların işine kanşmaya­
caksın. hem de devamı sağlayacaksın . . . Allah beni de bıraksın.
şu memleketin haline ac ısın. Neleri varsa dillerinde bunlann.
Bundan önceki Müfettiş Ş ükrü Bey de öyle değil miydi'? .. Bir
gün öğreunenler toplantısı başlaınadan yanın saat önce benden
birkaç meslek dergisi adı sordu. Söyledim. S anki kendisi bu
dergilerin yüzlerini gönnüş gibi, mutlaka bunlara abone olarak
okumalannı söylemişti toplantıda. Toplantıdan sonra ben gazete
okurken oınzuından o da süzmüş. sonra da: "Okuyunca bu
gazeteyi bana ver Hoca! " demişti. İki ilginç yazı vardı gazetede.
S aklayacaktı belki. Verdim gazeteyi. O parçalan kesip çantasına
koyarak, belki de, yaı1ına gittiği her öğretınene, gazete oku­
ınasını, böyle kıymetli yazılan da kesip kendisi gibi saklamasını
söyleyip durmuştur. Benden örnek alın demiştir."

42
"Yazarlık demek, kendini de başkalarını da oyalamaya
çalışmak demektir. Sizleri ise çocuklan yetiştirmek için okuttu
bu devlet. Yazıyla çiziyle oyalanmaya hiç hakkınız yok."
Sedirin kıyısına oturdu Alunet
Bir ara söz gençlikten, yaşlılıktan, çoluk çocuk sahibi
olmaktan, onları yeti ştinnekten açıldı. Daha çok müfettiş
anlatıyor, ötekiler ilgiyle dinliyorlardı.
"Efendim, en kötü, en günah şey çocuklan namazlık öğren­
mekten ve namaz kılmaktan yoksun bı rakmaktır. Cenabı Allah
üç çocuk verdi, üçünü de dileğime göre yetiştiriyorum. Namaz­
lannı gözümün önünde kıldınnm.
Ben evden ayn lıp köylere gidince namazı astıklan ol uyor
ama. analannı uyarıyorum ve dönüşümde, kim dalga geçmişse.
bir saat tek ayak üstünde dunnak ya da bir saat helada beklemek
gibi en ağır cezalan veriyorum ona."
Muhtar: " Beğ. sen böyle konişirsin, ayaklannı öpesim
geliyir" dedi.
"Efendim, her şeyin başı bu" dedi müfettiş. "Mademki
Müsl ümanız, dinimizi çocuklan mıza da öğreteceğiz. Bunu yap­
mazsak, sorumlusu biziz. Allah bizi bili r. Sorgusunu çocuktan
değil. bizden sorar. Ebediyyen Müslüman kalınamız için bundan
başka çare yoktur. Sen ihmal eder, ben ihmal edersem, çocuk.­
lanınız hep cahil kalır. günün birinde din elden gider. O vakit
yan dur gayri. Allah korkusu kalmaz, vicdan kalmaz, ahlak
kalmaz. Hak kalmaz. hukuk kalmaz . . ."

"He valla doğru dirsin mivetdiş beğ" dedi. Cıbır Ağa. Baş
sallayıp duruyordu ötekiler de.
Vakit hayli geçmişti . Gecenin yansı. Esneyen esneyene.
Yatma vakti geldi de geçiyor. Odadakilerin hepsini seferber etti
müfettiş bey: Bir güğüm taze süt bulunacaktı. Süt olmazsa
yaşayamazmış. Bilmem ne hastalığından dolayı gece gündüz süt
içmeliymiş. Sonra. hiç içitıde yatılınadık yatak, yorgan bulu-

43
nacak. Temizlik imandarunış. Başkalannın kullandığı yatakta
yaunak, çarşafı, örtüsü yıkansa da o yatağın, Müslümanlığa
aykırıymış . .
Süt bulunamadı . . . Gidenlerin hepsi d e birer takım yatak
getirip attılar ortaya. Ama elindeyse beğendir bunlan. Ne kadar
dil dökülınüşse boşuna oldu. Bunun yüzü kirli. ötekinin yorganı,
berikinin yastığı ... Mutlak uyuyan karılarını uyandınp onlann
altından çıkanp getinnişlerdi bu yataklan getirenler.
Ahmet düşündü:
"Ama müfettişe anlatamazsın ki bunu. Söyleyecek olsan
köylünün yedek yatağı olmadığını (gereksinimine yetecek kadar
vannış gibi) vereceği cevap hazır müfettişin: "Zaten yazarlığı
ele alınışsın. Yazar demek yüzde doksan yalan söyleyen adam
demektir. Utanacak yüzü de pek göremiyorum sende. B ari şu
yatak işini de yaz dergi ye . . . "
Çaresiz kalınca. birinin yorganını, birinin yaslığını uydu­
rarak bir takım düzdüler. . . İ yi an ına rastlamış olmalı. müfettiş de
ses etmeden kabul lendi.
Muhtar ve üyeler "Allah rahatlık versin" deyip gittiler. Üçü
kaldı odada. Dunnuş 'la Ahmet ellerini tez tutup üst köşeye
müfettişinkini. i ki sedirin alt yanlarına da kendi yataklannı
yaptılar.
Yatağın ayak ucuna oturdu müfettiş. Dış giyimini soyun­
duktan sonra:
''Gelin buraya ! " <.l i ye çağırdı öğretmenleri . Geldiler.
Cebinden bir çıkın ç ıkardı. Kağıt kağıt üstüne sanlmış. Açtı.
"Bu D .D.T. 'dir" dedi "Yakama. kollarıma sürün bakayım.''
Ahmet yakasını açtı. Dunnuş ekti tozu. Ahmet kolunu,
paçasını sıvadı. Dunnuş ekti tozu. Yatağın kıyısına köşesine de
serptiler. İ kisi de esneyip duruyorlar. Oralı değil müfettiş. Keyfi
kirt, tuzu kuru olmalı.
"Getirin bakayım şu okuduğunuz kitaplan, dergileri ! .."
Kalktılar. Takada ne varsa getirip koydular gözünün önüne.
Kitap dizisinin en üstünde Türkçe Sözlük vardı.
"Kaldır bakayım onu!" dedi. El sürmüyordu kendisi.
Kaldırdı Ahmet.
"Nasıl da belli yazar ol�cak adam" dedi. "Koskoca öğret­
men olmuş. hala sözlük kullanıyor. Yazarlar da böyle işte,
aslında hiçbir şey bilmezler, sözlüklere, ansiklopedilere baka
baka yazı yazarlar. Her şeyi biliyor g ibi yuttururlar kendilerini."

"Peki. Sonraki ne?"


" B ir şiir kitabı efendim."
"Döndür bakayım yüzünü."
Eline alınıyordu. Gözüne gözüne yaklaştırdı Alunet i yice
inceledi kapağı müfettiş.
"Demek solculuk köye de girdi. öyle mi?"
"Nasıl efendim?"
"Kapaktaki kafa resminin içine orak çekiç yerleştirilmiş.
Dikkatle bakılmayınca sezilmiyor."
"Nasıl olur efendim?"
"Siz göremezsiniz onu. Uzm anlar görür. Sizin aklınız
hocanın okuttuğu çocuklarda."

"Peki sonraki'?"
Üçüncüyü kaldırdı Ahmet:
"Bir roman efendim, (Budala)''.
"Budala ını. hangi budala yazmış'?"
"Dostoyevski."

45
"Hangi milletten o?"
"Macar" diye attı Ahmet. Yutarsa ne ala. Yutmazsa cahilligi
sırtlanırdı. Cahil notunu zaten verdi müfettiş. "Macar ve bugün
sayıl ı düşün adamlanndan biri ."
"Kaç yaşında var?"
"50'1erde."
"Benim gibi?"
Ad amı böylece ati atarak kafasında yersiz soruların
doğmasını önleme yoiLınu bulduguna sevindi . Ondan sonraki
kitabı aldı eline.
"Bu da (Yaban) efendim" dedi. "Yakup Kadri ' nin bir
romaru."
"Kim bu Yakup Kadri?"
"Tanınmış romancılanmızd an biri."
"Ne zaman yazmış bu romanı?"
" 1 8 'inci yüzyılda."
"Zaten I 8 ' i nci asırdan sonra bizde ku vvetli eserler
yazılmadı. Konusu ne?"
"Yaban ayısı gibi kaba bir erkeğin, asıi Yuunuk Kuşu gibi
güzel bir kıza aşık oluşu ve ikisinin serüvenleri."
"Demek oradan geliyor adı?"
"Evet. Adam yabani mi yabani . . . "
Dunnuş pel pel bakıyordu. Ona sordu müfettiş:
"Sen de okudun mu bunu?"
"Okuınadım. Ben ·aşk romanlan nı sevınem ." Bulsa öte bile
geçerdi oysa.
"Ya neler okursun?"
"Köylerimiz Nası l K alkınm al ı . Rü yamdaki Okullar
vesaire . . . "

46
"Aferin... "

Gülümsedi Dunnuş. Ama onu gülüınseten, aldığı aferin


değil, Yaban romanını Alunet' i n yuttunna biçimiydi.
"Kaldınn!" dedi. Kaldırdılar kitaptan. Gitti, paltosunun
cebinden defter kalem getirdi, yatağa girdi müfettiş. Kendi
kendine bir şeyler yazdı defterine. Sonra Alunet'e döndü:
"Namaz kılar mısın sen?"
Alunet bir dakika durakladı. B u raya da yalan sıkıştınnanın
kolayı bulunabilirdi. Adam en çok işin bu yönüne önem
verdiğine göre, rapor için de iyi olurdu. Ama. demin yerini
şöyle-böyle bulan yalanlar burada tatlı kaçmayacaktı .
"Hayır! " dedi. ·

"Hayı r mı? Sen Müslüman çocuğu değil misin? G avur dölü


müsün yoksa?"
Durmuş ' a sordu. O da "hayır" dedi. Oruç tutup
tuunadıklannı sorup da her ikisinden yine "hayır" diye yanıt
alınca. küplere bind i :
"Namaz kı lınayan. oruç tutmayan adam. ağzıyla alakuş
tulc;a yine inanmam. Laf başında da köylüyle geçineınediğinizi,
çocuk göndennediklerini sayar dökersiniz ağzınız açıldı mı.
Bana bakın: Bana Çopur Fikri derler. Gökten Allah inse yine
santimini olwnlu venneın raporunuzun. Hatta meslekten uzak­
laştırılınanız yoluna bi le giderim hiç sakınınadan. En iyisi mi
yanndan tezi yok abctestinizi alın. naınazınızı kılınaya başlayın.
Köyl ü yüzünüze bakıyor iyi ki. Ben olsam insan yerine bile koy­
ınaın sizi . . . "
Aynı konuda biraz daha konuştu i leri-geri, sonra yattılar.
Ö ğretmenler susınayı yeğ tutup hiç karşılık venneınişlerdi söz­
lerine.
Yatar yatmaz horlamaya başlam ıştı . Sinirlerini ayağa
kaldıran öteki nedenlerin yanına bu horultu da e!<lenince

47
uykusunu büsbütün yitirdi Ahmet. Gözünden aktı durdu uyku.
B i r an olsun kestirebilmek için ç abatadı ama, gayreti boşunaydı .
N e yana dönse uyku oradan kaçıyordu. Dunnuş'un da öyle
olmadığı ne bel li.
Onalık aydınlanınca kalktı. Ocağa tezek çatıp çaydanlığı da
sürdü. Fikri Bey de. Dunnuş da rahat bir sabah uykusuna
döşerunişlerdi.
Kapı vuruldu. Gidip açtı. Küçük Ağa:
"Hoşgeldin Küçük Ağa! " dedi usulca.
"Belki dedim, büyük konukları var. bir şeye eytiyacı olur da
çocuklar bulamaz. Yanlannda bulunayım."
"Sağ ol Küçük Ağa."
Fikri Bey birdenbire uyanıp oturumuna gelmişti.
"Sabah şerifleriniz hayrolsun beğ!" dedi Ağa.
"Hayrolsun. Tereyağı bulunur mu bu köyde?"
"Yok beğim. nerden bul unsun."
"Satınalınak için falan deği l. Ö yle çok istemiyorum. Bir
börek yaptırabilir misin diyecektim'?"
o; Ö yle elesene beğ. Evvel Allah kı rar döğer bir böreklik yağ
bulurum zatınız uçun."
Ağa gitti. Dunnuş 'la Fikri B ey kalktık. giyindik eleyineeye
kadar da bir tengerinin üstüne yığdığı börekleri getirdi. Köyde
ne kadar ocak varsa yanınakla bu saatte. G ünlük ekmekler
yapı lıyor.
Cıbır Ağa ile Halil Decle 'nin Abdullah da geldiler bu arada.
Böreği yedikten sonra Fikri Bey:
"Çabuk biıiniz gidin de köyün içinde zil çalsınl ar. Bir der­
sinizi gönnek istiyorum. Çabuk toplanabi lir mi çocukl ar? Öğle
.
yemeğinden sonra gideceğim. . . . dedi.

48
Ahmet bu işi yapmak için izin isteyerek çıktı. İyice bir
soluk aldı giderken yolda. Cıbır Ağa 'nın oğluna rastladı.
Köpekler için iki deynek edind iler oracıktan. İ kisi birden köy
hocasının evine doğru yüıiid üler. Hocadan caminin anahtannı
alarak sı ral ardan birinin cebinde duran zili çıkaracak, yanındaki
çocuğa vererek kö.y içerisinde çalmasını, arkadaşlannı hemen
camiye topl amasını söyleyecekt i . Dambaşında keçi lerine
Kerteğen dikeni yediri rken buldu hocayı. Durumu anl atarak
anahtan hemen aşağıya uzatmasını söyledi. Tavnna bakıl ırsa
mırın kınn etmeyi aklından geçi ri yordu hoca. Ama işin içine
müfettiş sözü kanşmıştı. Ağzını yumdu ve evin tepesindeki
delikten karısına, anahtarları öğretmene vennesi için ünledi.
Onbeş dakika bile geçmeden, bir hayli çocuk toplanmıştı
cami avlusuna. Zilin peşinde koşturanlar vardı bir hayli de.
Haber gönderip onları da kattı toplananlara. Musa ile Cıbı r
Ağa 'nın oğlunu müfettişe yollad ı , çocukların toplandığını
söylemeleri için.
Yolda kararl aştınnışlar: Din dersinden gayrisini dersten
saymadığını söylemesi karşısında müfettişin. Durmuş da yann
vennek üzere hazı rl ad ığı din dersini bugün verecekti . . .
Dunnuş 'un. müfettişi n isteğine uygun bir ders yapacağından
emin olmakla birlikte. bir ara kulağına eği lerek. ağalann da
bulunduğu derse iyi özeronesini diledi Ahınet.
Dersliğe yürüdüler.
Caminin kapısından ginneden başladı dersine Dunnuş:
"Efendim. bu din dersi o kadar zevkli oluyor ki. insan vak­
tin nasıl geçtiğini bilemiyor. Çocuklar da bambaşka oluyorlar
din dersinde. B i r hareket geli yor hepsine... En çok bu derse
çalışıyorlar ve güzelce hazırlanıyorlar."
·

Müfettiş:
"Dinimiz dizimizin direği. . . "
" Ö yle efendim" diye başını sall adı Küçük Ağa. Cıbır:

49
"Deli misin, elbet öyle" diyerek tamamladı.
Durmuş Yücekuş:
"Gerçi okulda din dersi okumadım ama, ben de ne edip edip
hazırlama olanağı buluyorum. Zevk de alıyorum bundan.
Çocuklann kitabı öyle güzel hazırlanmış ki zaten."
Dersliğe girdiler.
Dersi alacak olan beşinci sınıf, konusu da "Müslüınanlığın
koşul lannı yinelemek. bu koşullardan namaz kılınanın uygula­
masını yapmakını ş. . . "

Konuya geçmeden önce. belki derslikte bir de konuk bulun­


duğunu hesaba katarak. önceki dersleri de bir an kan ştınnak
istedi Dunnuş:
"Müslüınanl ığın temeli neydi çocuklar'?"
Hep birden:
"Ayetler öğreuneni m ! "
" B i z ayetlere ne ederiz."
Yine hep birden:
" İ nanınz. iman ederiz öğretmenim."
"Ayetlerimizi inkar edenlere ne deriz Ali?"
Ayağa kalktı Ali:
"Onlar kafırdir öğretmenim. Cehennemde yanacaklar
öğreuneniın."
"Aferin Ali ! . . "
Pencerenin önündeki aydınl ık yere doğru yürüdü Dunnuş.
B i raz ışık ginnekteydi , c runinin ufacık penceresinden. Ama
içerde bulunan ağalar oracığa topland ıkl arı için etki
yaprunıyordu ışık. Fikri Bey de beşinci sınıtlann bulunduğu
yerde bir sıranın üstüne otunnuş. bacaklarını sarkıtmıştı.
Kanşmadan dersi dinliyor. arada bir ağalann bulunduğu yere

50
bakarak kaş, göz işareti yapıyordu. Ders istediği gibi yürümüy­
orsa da kızmadığını anlamak olanaksız değildi. Alunet' in
kafasında ise cinler cirit oynamaktaydı. En i yisi gözden ırak
olmal<' diye düşünerek sıraların arasına dolanıp karanlıkta
bulduğu bir boş yere oturadüşmüştü.
Parmağıyla, arka sırada oturan bir kıza işaret etti Dunnuş.
Kız kalktı. Kalkan kız ayakta dururken, müfettişe yaklaştı
Küçük Ağa:
"Bu kalkan kız yok mu müveddiş beğ, bunlann bütün
oymaklan din adamı, hacı hoca... "
"Çok güzel, çok güzel" dedi Fikri Bey. Sonra ayakta duran
öğrenciye döndü: "Aferim kızım, aferim!"
Daha bir şeycik sorulup yanıtl amadan aferimi alan kıza,
araya girenler yüzünden geciken sorusunu sordu Dunnuş:
"Peki Halide, söyle şimdi: ayetlere iman edenler, onlann
gösterdiği yoldan gidenler ne ol acak?"
Saniye beklemeden kondurdu kız:
" İçinden gürül gürül ınnaklar akan Cennetin köşklerinde
oturacaklar!"
"Sonunda o köşkten çıkacaklar mı onlar?"
Biraz geeikti kız. İ ki yandan parmaklar kalkıp havada oyna-
maya başladı.
"Durun" dedi Dunnuş, "benim bildiğim Halide'yse dwun az."
Hal ide yanıtı yetiştirerek öğretınenin yüzünü ağarttı :
"Hiç çıkmayacaklar öğretmenim, sonsuz oturacaklar."
"Aferin Halide, otur. Ş ükrü sen söyle: Ayetlerimize inan-
mayanlar sadece ateşe atılmakla kalacaklar mı?"
"Hep orada yatacaklar öğretmenim. Cezalarını çekerken
iyice acıyı tatmalan için, Allah dedemiz onlann derilerini
yandıkça yenileyecek... "

51
"Ş ahnaz, kızım sen söyle bakalım, biz daha nelere
inanınz?"
"Meleklere öğretmenim, kadere ö�retmeniın. Cennete,
cehenneme, ölüme öğreunenim."
Fikri Bey elini kaldırdı D unnuş 'a. Kendisi soracaktı. "Bana
bak" dedi ayakta bekleyen kız öğrenciye:
"Söyler misin bana: Melekler bize görünürler mi?"
"Görünürler efendim."
Dunnuş ' un benzi sapsan kesildi . Bereket versin onun
güvendiği çoc uklar da vardı bu derslikte. Nitekim pannak
kaldıranlar oldu birkaç yerden. Kafası kel. küt burunlu kara bir
çocuğu gözü tuttu Fikri Bey' in:
"Sen söyle bakalım Karadayı . Melekler bize görünürler mi?''
"Görürunezler efendim."
"Peki hiç kimseye görürunezler mi?"
"Görünmez ler."
" i yi düşün . .. "

Herkes düşünüyordu. Öğ renciler arasında hiç pannak


kaldıran görünınüyordu bu kez. Ders dinlemekte olan ağalara
göz etti Fikri B ey. onlar da hep birden omuz· si lktiler.
Bi lemi yorlardı Meleklerin ki mlere göründüğünü. Düşünüyordu
ağalar: Müfettiş de müfettişti ha! Bir adam olacaksa böyle
olmalıydı. . .
"Bu adama bir iyilik kalınalı bizden" diye geçirdi içinden.
Ahmet'in oturduğu sıraya doğru yürüdü Cıbır Ağa. "Nasıl olur
Ahmet Beğ. bir horoz kesseın. bi r hoşaf kaynattırsam pilavının
yanına da? Bu adam boş adam değil."
"Peki, nasıl isterseniz ağa" dedi Ahmet. Düşüncesini Küçük
Ağa 'ya da söyledikten sonra Fikri Bey'den izin isteyerek çıkıp
gitti Cıbır. Düşüncesini açmaınıştı Fikri Bey 'e.

52
"Alunet Bey nerede?" diye iki yanına bakındı müfettiş.
"Arkada efendim" dedi Küçük Ağa. İçinden de: "Eyvah
yakacak altmış birle çocuklan" diye geçirdi, "benim bile bilme­
diğimi Ahmet Bey nereden bilecek. Soruverirse yandı."
B u müfettiş boş adam değildi gerçekten. Ö yle bi r ip ucu
bulmuştu ki değme babayiğit alamaz elinden. " B uyurun
efendim, bir emriniz mi var'?" d iyerek ayağa kalku Ahmet.
"Hayır, nerelerde kaldın diye merak ettim de."
Bunun üzerine artık oturmadı Ahmet. Sıraların arasında
dolaşarak, ders yapmakta olan beşinci sınıflar d ışındaki
sınıfların uslu otunnaları için elinden geleni yapmaya başladı.
Kendine bir iş bulmuştu böylece.
Pannağıyla işaret edip kaldı rarak birkaç öğrenciye daha
sordu Fikri Bey. Meleklerin görünüp görünmediklerini.
Görünmezler diyenierin yanında görünürler diyenler de vardı
ama. kimlere görünüp. kimlere görünmediklerini ayırdeden
çıkmıyordu.
"Sen anlat yeniden, öğrenm iş olurlar! " dedi Dunnuş
Yücekuş öğretmene dönerek.
Dunnuş anlatmaya başladı :
"Melekler. Allahın emirlerini yerine getiren, onun hizmet­
lerini yapan yaratıklardır. Onun için yalnız Allaha görünürler.
Bizler ise Allahın kullanyız. Bi zim durumumuzu Allaha melek­
ler haber verir. Bi zim iyi-kötü neler düşündüğümüzü öğrenerek
Allah dedemize söylerler. Bunun için bize hiç görünmezler,
Allaha görünürler. . . "
"Sonnak istediğim b u deği l ! " dedi müfettiş. "AIIahla kulun
arasındalar, bu kabul. Görevleri gereği bize göıiinmezler, Allah
dedem ize görünürler. bu da kabul. Ama benim sonnak istediğim
nokta şudur: B i z kull arına görünmedikleri yle ve Allaha
göründükleriyle iş tamam oluyor mu? Başka kimseye görün­
mezler mi?"

53
"Efendim, başka ... "

"Allaha hizmet eden Melekler, Allahın elçisi olan peygam­


berimize de görünürler. Anl aşıldı mı?" dedi müfettiş . . .
Çocuklardan bi rini kaldırarak:
"Melekler kime görünürlenniş?" diye sordu.
"Peygamberimize görünürlenniş."
"Melekler ne yaparlar?"
"Al l aha hizmet ederler efendim."
"Bakın çocuklar" dedi müfettiş. "Gayemiz kötü ruhlu insan
olmak de�il. iyi Müsl üman olmaktır. Hepinizin birer günah def­
teri vardır. Siz doğdu�unuz zaman Allah her biriniz için bir
defter ayırır. Bu defteri Melekler dotdurarak Allaha götürürler.
Günah defteı lerini dolduran Meleklerin sizler hakkında da iyi
şeyler yazmaları için kötülüklerden sakınmalısınız. Ö�ret­
meniniz ue bu dersleri iyi Müslüman olmanız için okutuyor size.
Abctestinizi alın, namazınızı vaktinde kılın. Zamanı gelince oru­
cunuzu tutun. Oruç tutmayan, namaz kılmayan insanlar kötü
insanlardır. Onlarla konuşmayın. arkadaşlık etmeyin. Öylelerine
selam venneyin . . .
"

Halil Dede 'nin Abdullah, Küçük Ağa'nın kulağına eğilerek


bir şeyler söyledi. Sonra ikisi birden hayretle baş sallamaya
başladıl ar. Ahmet ağır ağır onlara doğru yürüdü. "Dersine
devam edebil irsin" dedi Dunnuş'a müfettiş.
"Çocuklar. şimdi asıl bu saatteki konumuza geliyoruz" dedi
Dunnuş. "Müslümanlığın koşullarından namaz kılmak nasıl
olur. onu göreceğiz . . . "
Dunnuş bu saatteki konusuna gelmişti ya. derse başlayalı
iki saate yaklaşmıştı. Ama. önemli değildi vaktin geçmesi.
Günlerden pazar olması kadar müfettişin bu dersi sevmesi de
böyle düşündürüyordu Dunnuş'u. Ö ğrenc ilerden küt burunlu
Ket Şükrü 'yü eve yolladı bir seccade getinnesi için. Benli
Nurhan dedikleri kız öğrencisine de hemen bir süpürge bulup

54
sıralann arasındaki genişçe yeri süpünnek görevini verdi. Her
halde en iyi kılabileceklerden olacak, içlerinden beş kişiyi seçti.
Abctest alarak çabucak gelmelerini söyledi.
Ağalar, Ahınet'e, müfettişin eşi bulunmaz bir Müslüman
olduğundan söz ederek, bugün öğle namazını kıldınp köyün
camisinde unutulmaz bir vaaz vennesini önerseler nası l
karşıtayacağını soruyorlardı. O da, "sevinir sanının" dedi.
Dunnuş onlara yaklaştı: "Artık okulu bitiri yorlar. Yaşamlannda
bunlara en çok gerekl i olacak bu namazdır" dedi. Müfettişe de
duyunnak için ekledi: "Gayet yerinde bir görüşle müfettiş bey
de bu durumu bi raz önce öğrencilere verdikleri kı ymetl i
öğütlerde belirtti ler zaten... "
Sıralann arasındaki boşluk süpürüldü. Ş ükrü seccadeyi
getirdi. Serdiler. Ö lçüp biçerek kıbleyi doğrulamanın gereği
yok. Onu, okul binasında din dersi yapanlar düşünsün. B urası
cami idi ve yönü yöntemi belli idi. Abdest almaya giden beş kişi
de geldiler. Gelenler seccadenin üstünde kıbleye karşı sıra
olurken. Dunnuş da durumu açı kladı:
"Çocuklar. hepinize burada namaz kıldınnak mümkün
olmadığı için. beş arkadaşımza kıldıracağıın. Sizler de baka­
caksınız" diyerek seccadenin kıyısına durdu. O beş kişiden biri­
ni seccadenin üstüne çekti . "Ş imdi Haluk, önce nerden
başlanıyor, nerde biti yor, abctest alınayı anlatacak bize . . . "
Haluk. sanki suyla abctest al ıyonnuş gibi yaparak, anlatarak
ve neler okunınası gereki yorsa onlan da okuyarak gösterdi.
Onlar. kıbleye karşı sıralanmış dururken, Dunnuş. namazın
Al laha ödeyeceğimiz bir borç olduğunu, bunu günde beş vakit
kılmak suretiyle ödediğiınizi açıkladı. Hangi vakitlerde sünnet
önce kılınıyor. elindeki kağıttan onları da söyledi bakarak. Planı
olmalıydı Dunnu ş ' un, elindeki.
İ mamlık ediyordu Haluk. Ö tekiler de "ceınaat" idi.
Başladı lar.

55
Haluk, G ulhüyü. Elhaını okurken yanılınaya, yarısını ye­
meye başladı. Hele All ahüekber diyemiyor. "AIIafebber" diye­
biliyord u . Ö ğretmen. düzeltmek ıçın u ğraştı . namazı
bı raktırarak. Ama o da doğru dürüst söyleyeıni yordu sözcükleri .
Müfettiş d e söze karıştı. Doğru okurunazsa, sevap yerine günah
kazanılacağını ve amel defterine öylece geçeceğini söyledi .
Elhaını Gulhüye zam ederek okumaya başlayan Hal uk'a çıkıştı:
"Neden G ulhüye Elhaını zaın ediyorsun? Daha başkalarını zam
etsene ! '' Ne demek istediği ortaya attığı sorudaı1 daha iyi
anlaşılıyordu.
"Neden bazı sureleri elhaına zam ediyoruz da elhaını öteki ­
lere zaın etmiyoruz?"
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ! ''
''Ya. görüyor musunuz ağal ar. siz de iç inde. daha
Eleınıerede kırk iki yanl ışınız var. Adam olmanız için yedi
düvel in ekmek depoları yetişınez."
Çocuklar yeniden başladılar namaz kılmaya. El lerini ayak­
larını usulüne göre koyaınıyorlar, indirip kaldıraınıyorlanlı.
Haklı olarak kızdı Duıınuş.
"En gerekli şeyi de böyle yanın bilirseni z vay hal imize ! "
diye söylemli. Hele içlerinde biıisi el lerini :ıcemice tutuyordu.
Arkad;m dördünc ü s ı nıftan bi ıisi güldü buna. Çıkışmak yine
Dunnu ş ' a düştü: "Gülıneyin. sonra namaz bozulur. hepiniz
günaha girersiniz" diyere k onu d a yaııştı rdı. O aceminin yanına
gitti. Haluk· a bakarak öıııek almasını. ellerini k adınl a ı· gibi
göğsüne değ i l . aşağıya bağ l am as ın ı anımsattı. Ama baktı ki
yanl ış yanlış üstüne gidi yor. "bırakın ! " diye bağırd ı . Benli
N urhan ' ı çıkard ı onaya. El bağl ayı şta falan kadıniann erkekler­
den fark l ı duruml arını göstererek a rkada ş l arına y a rd ım c ı
olmasını i ste d i . K ı z da b i l d i ğ i kadar istenenleri gösterip oturd u .
Kabul ed ilir ki. gerek i m a m l ı k yapan H a l u k . gerekse öteki ler,
hatta. son ol arak namazda bazı d u ruşlan anlatıp da otu ran kız.
yarım yamalak ana-bab a l a n nd an öğrenmiş old uklarını tam

56
yapaını yorlardı çekincelerinden. Yani, anlayışla karşılanacak
ol ursa, bu namaz kılma işinde çocuklann pek geri olmadıklan
ve koşullara göre, yetişmelerinin kötü olmadığı anlaşılırdı.
Hatalanru kısaca anımsattı· Dunnuş. Yeniden, daha düzgün
kı lmak için namaza durdu küme , Haluk ' un dili dönınüyordu çok
yerlerde. Allahüekbere "allafebber" dediği kadar süphanabbi lala
diyeceği yerde "süpanappurap" diye sertleştiriyordu. Onlan
seyreunekte olanlar ise hayli üzül üyorlardı bu yanlışlar için.
Ahmet:
"Efendim. pek önemli değil bu yanlışlar" dedi müfettişe.
"Ö nemli olan kalblerdeki niyettir. B u çocuklann iliğinde bile
Al lah korkusu yerleşmiş olduğunu bilmel i ve üzül­
memelisiniz. . .
"

Artık bu kez yanlış da olsa sonuna kadar bir öğle namazını


uyguladılar. Daha da çalışarak hatalanıu gidennelerini isteyen
Dunnuş öğretmen. bu dersin bittiğini. gelecek ders için bi r dua
yazdıracağını söyledi.
Kağıt kalem çıkardıl ar. Yanlışlık olmaması için tahtaya
yazdı Dunnuş duayı : "AII ahüınme inne Nevsipike. nethaber
hisse . . . "
"Gelecek derse kadar ezberleyin. Anlamını da o vakit söy­
lerim" dedi Dunnuş. "Her Müslümanın bilmesi gereken. her
yerde işe yarayan çok kıymetli bir duadır bu ..."

Bir öğrenci pannak kaldırdı.


"Söyle Sami ! " dedi Dunnuş öğreunen.
"Öğreuneni m. Yavşanobası 'nda benim bir arkadaşım var.
'Tam Tatbikatlı Namaz Hocası' var onda. Namaz kıtarken n:.ısıl
oturulacağın ı . nasıl yatılıp kalkılacağını , elin ayağın ne biçim
tutulacağını hem anlatıyor. hem de oraya çizilmiş şekiller var.
·

onlarla gösteriyor."
"İyi . Isınart ayın şehre geti nin öyleyse. Her vakit gerekli
olur."

57
Derse başlandığında saat dokuzu biraz geçiyordu. Şimdi ise
on bir buçuk. İki buçuk saat oluyordu şöyle böyle. Çocuklann
sıkıntısı neyse ne ama, öğle namazı yaklaşmıştı.
Önce müfettişle ağalar, sonra da çocuklarla öğretmenler
çıktı. Hacının Abdullah içerdekilerin Çıkmasını bekliyormuş
caminin daınma çıkmış da. Hemen başladı ezan okumaya "Tann
uludur. Tann uludur! .. " Karşı evlerin köşelerinden sıvalı kol­
larını indirerek camiye çekilınekteydi köylü.
Elde çanta derslikten boşanan çocuklar, birbirlerine:
"Ö ğle ezanı okunuyor lan, yürüyün! Yetişemeyiz sonra
namaza, abdest alacağız daha" diyerek itişi yor. koşuşuyorlardı ...
Çoktandır avlu du vannın dibinde oturan köy imaını, hemen
toparlanıp üstbaşının tozunu silkeleyerek müfettişin yanına
koşup. ellerine sanldı. "Sallialla seyyidina Muhaınmet, Sallialla
seyyidina Muhammet" diye yi neledi iki kere. Onalık karıştı.
Belli belirsiz. anlaınsız laflar mınidanarak müfettişin eline
sanlmaya. hoş geldin demek için bi r uçtan kuyruk alınaya
başladı millet. Ahmet 'le Dunnuş. koskoca pazar günlerini
bi rarad a geç irip de iki sözcük konuşmayan gurbetteki iki
hemşeri askere benziyorlard ı. B i rbirlerine bakıyorlar, yanyana
duruyorlar. ama dudaklan kıpırdamayı unuunuş gibi susuyor-
·

lardı.
Hoşlaşma faslı biter bitmez elinde ibrikle karşısına dikildi
Küçük Ağa. " Buyrun müveddiş beğ. abctestinizi alın. vakit
geçi yor."
" Öğretmenler nerede. öğretmenler, önce onlar alsınlar
bakayım ! "
El inde ibrikle öğretmenierin bulunduğu yere yürüdü Ağa.
Ö lür mü, öldürür müydü Ahmet. Müfettişi emrediyordu. Emir,
demi ri keserdi. "Emir altı" deyimioi askerl ikten söz ederken
söylerler, diye düşündü. "Oysa ki bu ellerde ast-üst ve büyük­
küçük sorunu öteki alanlarda da asker ocağından ayrımlı

58
degildi. Herkes, bir pannak üstünün yanında süklüm püklüm.
"Bazılarının burnu Demirkazık yıldızını nişan almıyor ama,
Erciyes'ten aşağısına da denk olan burun bulamazsın."
Abdest almalan her bakımdan uygundu. H ırıltı, gürültü,
yerli ya da konuk, hepsinden gelecek pisligi bir abdestle temiz­
lemek en iyisiydi...
Gözgöze anlaşarak abdest aldılar ikisi.
Müfettiş kıldınyordu namazı. Ahmet'le Dunnuş arkalardan
bir yere sıgınarak "durdum divana, u yduın imama" kabilinden ­
durumu kurtarıyorlardı. . .
Namaz bittikten sonra ayağa kalktı Fikri Bey. Pür dikkat,
dinlemeye hazırdı topluluk.
"Ben eğitim müfettişiyim arkadaşlar, belki tanımayanınız
var! " diye başladı. Kendisinin dünya işleriyle ilgili bir memur
olmasına karşın, ahiret işleri ne pek çok önem verdiğini
açıklıyordu. "Köyünüzde vazifeten okulun teftişi için bulunuyo­
rum ama kalben şu Allahın evinde bulunan ümmeti
Muhaırunet' le aynı şeyleri düşünerek aynı duayı yapıyorum. B u
duam, d i n kardeşlerimizin arzulan hilafına onlara kabul etti ril­
miş olan bilumum küffar modası nın kısa zamanda yerini adet ve
an ' anelerimize terketmesine matuftur. . . " diye bitirdi sözlerini. . .
Eğer elle alkışiama v e gürültülü övgü töresi köyde olsa. cami
'
bile yıkılırdı. B urada, hoşlandıklannı başlarını sal lamak ıa gös­
terirlerdi. B u kez de öyle yaptılar.
Hoşlaşma borcunu namaz başlamadan önce ödeyemeyen
vatandaşlar yine müfettişi çembere almışlardı. Dilini yutan
yutanaydı. "Çok derin" diyorlardı da başka bir şey deıniyorlardı.
Sıkıla sıkıla müfettişin önüne vardı Koca Duran:
"Afedersin müveddiş beğ, bir ırcam var zatınızd an" dedi
"dünya yüzünde eski hocalar kalmadı. Ş imdikiler daha guranı
y utınadan coınaatın onune geç ip namaz gıldırıyorlar.
G ıldırdıklan namazın gusuru bize mi onlara ını Allah bilir

59
orasını gayn. B i düşün bakalım, burda hocalık yapmak özünden
geçerse, kuşun südüyle beslerik vallah seni ..."

"Bu köyler zatın gibi adam ister miveddiş beğ ! " diyenler ise
bir iki değil çoktu çevresinde.
Burada yaşamanın kendisi için mümkün olmadığını, çoluk
çocuk buraya gelmenin zorl uklarını anl atarak özdenl iğine
inandırdı onları.
Köy imaını ile birl ikte Cı bır Ağa 'nın çağnsına uyup öğle
yeıneğine gitti müfettiş. Ağa 'nın hazırladığı yemekierin kahn
çeki lirdi doğrusu: Tavuk suyuna çorba. pil av. ayrıca tavuğun
kızannışı . . . Yemek biraz geç hazırlanmıştı . Ahmet 'le Dunnuş
odalannda netisierini körletip de müfettişlerini uğurlamaya
geldiklerinde yeni kurulmuştu Cı bır' ın sofrası. "Soğan yoksa
turşu buldur Ağa ! " diyordu Fikri Bey. Çevresinde bulunanlar ise
işin başka yönündeydi ler.
"Bu memlekete böyle adam gerekli" deyip duruyarlardı bir­
birlerine.
Yemek bitmeden yolculuk derdine düşmüştü Fikri Bey.
"Bana bir at bulamaz mısı nız Cıbır Ağa. Yavşanobası ' na
gideceğim. Akşama kalmadan yetişeyim. Dün Çukurbük'ten iyi
bir at buldular. çok rahat geldim buraya. . . " dedi.
Düşündü oradakiler. B u konuğun incinıneden Yavşanoba­
sı'na ulaştı nlınası boyunlarına borçtu . Ama nasıl'! Evelal l ah
sırtlannda da taşı rlardı ya. rahat edemezdi. İ lle rahat bir binek
atı isterdi. motorl u araçlan bulunınadığına göre.
i yisi kötüsü bir bi nek atı vardı köyde. Gülizar'ın oğlunun
atı. Ama o da keyif sahi bi. Kendinden başkasını bindinnez
kolay kolay. Hele bir yabancıya vereceğini pek akıl kesınez.
Ama o da duymuştur belki köyde büyük konuk bulunduğunu.
Köyün şeretini aklına geti ri verirse. veıir mi veıirdi.
"Küçü Ağa! Gönül alçakl ığ.ı ile Gülizar ' ın oğluna kadar bir
git ne olur" dedi Ahmet.

60
,

Aga da gitmek zorunda old uğunu kestiri yordu, çıkarken:


"Senin uçun gidip uğraşacağıın ıniveddiş beğ. Yelakin
aklım kesmiyar olacagını. Anasının adıyla arnlandan hayır
gelmez beğ, yanın erkek sayılır. Gülizar' ın oğlu demişler ona.
Korkarım yine eşeklen yolcu ederik zatınızı" dedi.
Boşu boşuna. söylenerek dönüşü, ağanın sanısını
doğrulaınıştı.
"Beğ olmaz d�dim sana" dedi. "Benim kırbız eşeği onun
atından kalmaz. Adı eşek. Hazı rlayım onunla git. Gideceğin yer
bir kurşun atıını yer. B iz her gün yayan gider gelirik, bir saat
sünnez."
Küçük Ağa 'nın Kıbnslı 'sı hazı rlanmış, müfettişi uğurlamak
için muhtar. üyeler ve ileri gelen birkaç köylü daha gelmişlerd i .
Yavşanobası'na kadar müfettişi götürecek v e oradan eşeği geri
getirecek bekçi de hazırdı.
Eşeğe birnneden önce öğretınenlere:
"Yanna kalıp da öteki derslerinize ginnek istemiyorum.
Mal meydanda. Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur"
ded i . Orada bulunanlar dikkatle dinliyor. hecelere yaptığı vur­
gulan bile kaçınnıyorlardı. Böyl e adaın yılda bir kere ya gelir ya
gelmez bu köye. Köylülerin en büyük kazancı aradan bi rkaç
sözcük kaparak bel lekleri nin köşeciğine kazıınak. Yeri gelince
de. "falan zaman bir bey geldiydi de şöyle dediydi" diye
söyleşinin arasına yerleştinnek o sözcükleri. Onların görgü ve
bilgi lerinin artmasının da yolu budur.
Sürdünlü baskısını :
"Namazdan abdestten habersiz olduğunuza göre. çocuklara
verdiği niz din dersini olsun kepaze etmeyin. Benim üzerinde
durduğum tek konu bu. Bunda da durumunuzu öğrendim. Öteki
dersleriniz vız gelir: ne yaparsanız yapın ...
"

Köyün en ileri gelenlerinin önünde ve yüzlerine karşı söyle­


nen bu sözler. öğretmenierin ikisini de ağlamaklı etmişti.
Müfettişin ağzından çıkan her sözcük, onlan, dinleyen köylü­
lerin gözünde biraz d aha küçültüyordu. İ şin içini dışını
bilmediklerinden "her şeyin bir annayanı olur. B izim öğretmen­
ler her bir şeye bakmıyorlannış bakın. Biz ne biliriz," diye
içlerinden geçirdikleri de belliydi .
Ama rapor ve küçültrne kaygusu değildi onlan ağlamaklı
eden. Daha başka şeyler, ansıdı klan büyük sorunlardı. Bu hal­
leriyle de olsa kafalannda büyük yurt sorunlan vardı. Kendi
güçsüzlüklerinin, ol anaksızl ıktarla çevri l i oluşl arının
ayırdındayd ılar. Dünyada, yurtta neler oluyor, ne yazılıyor. ne
söyleni yor. . . Hepsinden yoksundular bu çöl ortasında.
Konuşmasını unutmadıkianna şükür. Unutmamışlardı konuşma­
sını ama. dillerini çıkanp bir tek sözcük söylemiyorlardı. Bu hal
çaresizliklerinden · çok, koşulların onları manen ölü bir hale
getinnesi şeklinde yorumlanabilirdi. S alt manen mi? Maddeten
pek mi güçlüydüler sanki. Az mıydı dertleri. yaratan? Delik
deşikti her yanları. Her gelen ok onl ara saplanıyordu. İşte böyle
arada sırada biri geliyor, bir eksiği tamamiareasma tuz biber
ekiyordu yaralanna.
Onları bir ümit ayakta tutu yordu oysa: Bu. maddi yokluk­
ların ve yalnızlığın ardında, onl arın ve ülkülerinin gereksidiği
ınanevi desteğin varlığı üınidiydi . Güvendikleri dağlara, kann
yağdığı da oluyordu. yağmadığı da. Ama bir çoklannın başı ket
mi keldi dağlann. Ot biunez, it siyınez. . .
Eşşeğe bindi müfettiş. Ö ğretmenlerden başka oradaki
herkesin elini sıkınıştı binıneden. Hareket ederken öğretmeniere
baktı :
" İ şte beni bu kadar etkilediniz . . . " dedi "köylüyü ne kadar
etki lediğinizi de bir binek atını alamayışınız gösterdi..."
. . . . . . .

IKINCI B OLUM
Günlerden çarşambaydı. Dört gün kalınıştı okulun tatiline.
Ahınet son dersi bir an önce bitirip camiyi öğle namazı için
boşaltma çabasındaydı . Öğleden sonra okul tatildi zaten. Ders
bitince gidip hasta yatrnakta ol an Dunnuş ' un başucuna otura­
cak, onu teselli etmeye çalışacak, ona gereken bakımı yapacaktı.
Caminin açık duran kapısında gölgeler belirdi ve köy ihti­
yar kurulu üyeleri girdiler birden bire. Ahmet "hoş geldiniz!"
diyerek ell erini sıktı. B i r istekleri, yapıl acak bir iş olup
olmadığını sorduktan sonra dedi k i :
"Hayırdır inşallah muhtar: her vakit gelmezdiniz. Böyle
baskın verip sevindinnelisiniz bizi bazan. Bakın biz harıl hani
çalışıyo�uz..."

Sonra çocuklar hakkında bir şeyler söylemenin de gerekli


olduğunu düşünerek ekledi:
"Şu sol köşedekiler beşinci sınıflar. Bak Cıbır Ağa'nın oğlu
orada. Hayırlısıyla okulu bitirecek. Sağ taraftakiler dördüncü
sınıf. Şu ön kısım da sırayla bir, iki, üçüncü sınıflar. Dunnuş
Bey de azıcık üşütınüş, geleınedi . Hepsi üstüıne kaldılar iki
gündür... "
Muhtar:
"Duymadık Dunnuş Beğ 'in hasta olduğunu" dedi .
Cıbır Ağa:
"Akşaınüstü gidek yoklayak bir".
"Gidek ya, gidek ! " diye ötekiler de katı ldılar düşünceye.
"Benim oğlanın gafa nasıl, iş var ını Ahmet Beğ" dedi Cı bır
Ağa. "Allah izin veri rse okutmak istiyorn bunu. Şöyle en yüksek

65
mektep hangisi varsa söyle oraya göndereliın. B ize faydası
olmaz a gendisi bari bi mayış sahabı olsun. Duva eder belkim . .
Ihı n e diyon?"
"Hayırlısı olsun Cıbır Ağa. Sen okutınale isteyince elbet bir
yol bulunur. Çocuğun kafası yeterl i. Akıllı bir çocuk."
Muhtar:
"Allah uçun derin Cıbır Ağa" dedi, "senin bu Çapan okur.
Okur amma, gönderınişleyin yünsek mektebe göndenneli. Şu
enüsdü neyim dediklerine salacaasan hiç de yoğun aklını süt
etıne. Bırak çiftin arkasına düşsün, öküzleri kovalasın . . . "
''Tövbe de muhtar, tövbe de. Salar mıyım hiç enüsdü mek­
tebine. Ne dedi geçende miveddiş beğ. akşam övünü yerken.
gumulüs mektebi yapmışlar orayı ..."
Ahınet lafın ağzını değiştinnek için:
"Ne hayır olduğunu söylemedin muhtar?" dedi. Onun
karşılık vennesini beklemeden çocuklara döndü:
"Ağır ağır, düzgünce çıkacaksınız, paydos ! " dedi.
Çocuklar çıkınaya başladılar. içi ferahladı Ahınet 'in. Çünkü
enstitüler için konuşulanı çocuklar da dinl i yorlardı. Oysa bu
konuşulanlar, Ahınet ' i n aniattıkianna aykın düşüyordu. O her
laf başında Köy Enstitüsü 'ne gitmeleri için, özellikle dördüncü.
beşinci sınıflardaki çocuklan isteklendinnekteydi . B iliyordu ki
onlann gidebilecekleri okullann en başında havalannın değişti-
rilmesine karşın enstitüler geliyordu. Öteki okulların yollan
.
daha sarptı bu çocuklar için.
Ama gelenin gidenin söyledikleri tutmuyordu ki onun
söylediklerini. Gördüğüne ve duyl1uklarına bakılırsa. her gelen
Enstitüler hakkında bir şeyler söylüyor. ama lehinde tek sözcük
çıkmıyordu ağızlarından. Bu yüzden köylerde birçok öğretmen
ne edeceklerini şaşınnışl ar. ileri geri konuşmaktan sakınınaya
başlamışlardı. Birçoklan arayıp tarayıp öğretmen okuiu rozeti
bul arak yakasına kondunnuş, yalan söyleyerek aslını yadsımaya
kadar gitmişlerdi. durumlannı kurtannak için.

66
" B unun sonu ne olacak?" diye bir an düşünmeye başladı
Alunet "Esen yelin ucu muhakkak köylülerin kulagına kadar
geldi. Çocuklannın kulaklan da boş degil. İlk baştan bize, ögret­
menlere inan kalmıyor bu çocuklarda. S onra... "
"Yarından sonra gelecekler var da... " Muhtann bu karşılıgı
yanın koydu düşüncesini.
"Kimler geliyor?"
"Aran mı: Onbaşısından tut valiye kadar. Sait Bey haber
salmış pazarcılannan."
"Hangi Sait Bey. Parti B aşkaru mı?"
"Heye. Seçim yaklaştı, şunun şurasında bir ay bilenem
kalmadı. Allah izin verirse Cumayı gün Çardak 'tayız demiş.
Vali de gelecekmiş onlarla. Fahir Onbaşı da yan n gelecek. Onlar
geleneden hazı rlarunaımza yardım edecek... "
Konuşa konuşa, camiden ç ıkıp Muhtann odasına geldiler.
Güllü Bekçi bir kahve yapu, içtiler. Oda şimdiden düzene
ginnişti. Komşularda ne kadar halı, seccade, yatak yastık varsa
yığmışu Güllü ... Odanın içini kat kat üstüne döşemiş, ananları,
duvara çakmıştı. Dört duvann kıyısını fırdolayı iki kat yastıkla
donatını ştı.
"Tellal da çagırdım" diyordu. "Herkes köpegini ahırına
bağlasın: kimse bir yere gideyim demesin ... "

Ekledi :
"Ö yle ya, n e olur n e olmaz," Fahir Onbaşı yann erkenden
gel iyor. .. "
·

Muhtar:
"Alunet Beğ" dedi, "Senden ırcamız, Vali geldiginde bizi­
ıninen olınan. Belkim bir şey sorar neyim eder de altında galırık.
H iç ohnazsa iki lügat patlatır, covap verirsin."
"Hay hay muhtar. Birarada olalım. Karşılayalım, uğurlaya­
lım. Anca bir, kanca bir olsun. B i z bizeyiz."
"Sağol. "

67
"Siz de sağ olun. İ zin verirseniz Dunnuş B ey ' i daha beklet­
meyeyim."
"Güle güle. Selam söyle Dunnuş B eğ'e, belki biz de gelirik
birazdan... "
Köyü ortadan ikiye ayıran dereyi geçti. Orda konuşmakta
olan birkaç kişi önüne geçtiler:
"Başefendi gelecek diyorlar hoca, aslı var mı?" diye sordular.
"Herhalde. . ."
"Ne vakit?"
"Yan n."
"Yalnız. mı geliyor acep, başka kimse yok mu?"
"Cuma günü gelecekler de var sanınm. Vali , mali ... "
Köy Kurulu ' nu olduğu kadar bütün köylüleri
telaşlandınnıştı, "bazılannın geleceği" haberi.
"Onbaşı gelecek."
"B aşefendi gelecek ! " deyip duruyordu herkes.
O gün ikindin, bekçilerden birini komşu köye yolladılar,
hindi alması için. Ö tekinin önüne de iki eşek katarak karakala
yolladılar. Sabahleyin Başefend iyi alıp gelecekti.
Geldi ertesi gün. Öğle vakti ydi . Beri benzer kişi ler pek
yaklaşamadığı için, köyün i leri gelenleri çeşmenin yanında
karşıladılar. Çevresinde ezilip büzülenleri . "amin!" çekerek
sakall arını sıvaziayanları daha da korkutmak için, çok iyi
ayartamıştı pozunu. Kırhacını paçalarına vurup duruyordu.
Ahmet de vardı karşılayanlar arasında. Doğruca muhtar
odasına yürüdüler
Sofra hazırlandı. B akır sininin üstünde iki tane kızannış
tavuk duruyordu. Leğenin ibriğin gelmesinden. el ierin yıkan­
masından sonra sininin çevresine yerleştiler. Ü yeler otunnamış,
Muhtar ' l a Ahmet, Başefendi yalnız kalmasın diye otunnuşlardı.
İ ki jandanna eri alt başta ayrı yiyorlardı...

68
Fahir Onbaşı, Alunet 'e göstere göstere tavuklann ikisini de
parçaladı elleriyle.
"Her vakit, her yerde gerekli olur hoca, öğren. . . " dedi.
Yemekten sonra yastıklara yaslanıp sigaralar yakıldı.
"Ne gibi hazırlığın var Muhtar?"
"Valla daha hiçbir hazırlığım yok B aşefendi. Zatınız nasıl
emir buyurursanız . . . "
"Ku vvetli bir hayvan hazırlat. Bir heybe rakı şarap getirt
şehirden. Bu gece akşamdan gitsin, yann kuşluk olmadan da
dönsünler. Onlar gelmeden demek istiyorum !"
"B aşüstüne! "
"Rakı klüp olsun ha! "
"Başüstüne."
"Meze için liste yapacağım . G idecek olan kimse, uğrasın
bana."
"B aşüstüne B aşefendi ."
Muhtar odası an kovanı gibi işlemeye başlamıştı çoktan.
Odarun önündeki oymak oymak i nsanlan görünce. beşikteki çocuk­
lar bile içerde onbaşı bulunduğunu bilirlerdi. Herkes kendine çeki
düzen vennişti onbaşı var diye. Kısa zamanda birkaç yakınınayı da
dinleyerek karşı taraflan çağınp hemen yargılayıverdi.
Od anın önüne birikenlerin gürültüsü kulak tınnalayıp
duruyordu. Bir emirle onlan dağıttıktan sonra muhtara:
"Yorgunwn" dedi. " B u akşam erken yatmak istiyorum.
Hazırlığın neyse getir ortaya ! "
..
"B aşüstüne.
Ahmet de iyi akşamlar dileyerek ayrıldı.
"Kal hoca" deınişse de Başefendi yarım ağızla. tek başına
kalınasından daha iyisi olamazd ı .
Kadehini doldurdu.
"Şerefe muhtar" deyip boşalttıktan sonra:

69
"Anlatsana?" diye üsteledi.
"Nebliyim Başefendi, ne annadıyım. Camimiz perişan oldu.
Ceza meza yazıp dururken gonuyla gomşuyla kötü olduk. Gız
uşagının okumasını hiç mi hiç aldım almıyor. Ne olacak bu
işler?"
"Ne mi olacak?"
"Heye."
"Eğ kulagını! Yeni partiye verin oyunuzu. yeni partiye. Ne
olacaksa görürsünüz o vakit... 1 4 Mayısta . . . "
Cwna sabahı, Valiyi çeşmenin başında karşıladı köylüler.
Fahir Onbaşı, hazır duruşa geçirdiği iki jandarmasına
"Dikkat! Selam dur!" dedikten sonra koşup tekmil venneye
çal ı ştı. Ama vali çok kızgınd ı . El saliayarak azarladı. Yüzü sap­
san kesilen onbaşı güçbela:
"Silah omuza! Rahat dur! Rahat! " diyebi lmiş. kalabalıgın
arasına kanşarak sinmişti.
Çeşmenin durumunu göstennişler, yetersizliginden dert
yanmışlard ı . İ nceledi :
''Seçimler biter bitmez ele alıyoruz, Marshall yardımından
yapacağız ... " dedi .
Sevirunişti köylüler, seçimler biter bitmez çeşmenin ele
alınacağına.
B u su sevinciyle, vali önde camiye kadar yürüdüler.
Ahmet ikinci dersteydi . Valiyi karşılamaya gitmek ya da
dersini sürdünnek konusunda duraksamış. en iyisinin dersini
sürdünnek olduğuna karar vennişti.
Val i ve yanındaki lerle birlikte. orada ne kadar köylü varsa
camiye dolınuşlardı.
Çocuklar ayağa kalkmış: Ahmet valinin yanına giderek hoş
geldiniz demişti. Val i elini uzatmadan ve hoş bulduk kabilinden
bir şey söylemeden:
"Çekil ! " diye bağırdı Ahınet 'e. Ahmet çekildi. i çerdekiler

70
daha bir toparlanmışlar, val inin daha neler diyeceğini, nasıl
davranacağını bekliyorlardı.
Çocuklara: "Oturun" demesiyle, ikinci sınıftan bir çocuğa:
"Oku bakayım dersini ! " demesi bir oldu.
Çocuk okumaya başladı. " İ nekle Sinek" manzumesiydi
ders.
"Kes ! " dedi, "Ulan bu kitapla mı öğreteceğiz M i l l i
Terbiyeyi? İ nekten sinekten başka okunacak ders mi yok!"
Ahmet' e söylemişti. YutkWldu Alunet
"Efendim . . . "
" i stemiyorum. Olmaz böyle. İ yi şeyler okutacaksınız! "
Köylüler gözgöze geliyorlar, haklı söylenmiş bu sözlerden
hoşlandıklannı gözleriyle söylüyorlardı birbirlerine.
Sıralann arasına i lerledi:
"Kaçıncı sınıf burası?" diye sordu çocuğun bi rinden.
" İ ki."
"Sen kerrat bilir misin?"
"Bilirim."
"Altı kere dokuz ne eder."
"Elli dört."
i lerledi. Sordu bir çocuğa:
"Burası kaçıncı sınıf?"
" Ü çüncü?"
"Kalk tahtaya."
Kalktı çocuk. Şeker sandığını bozarak yaptığı karatahta i le
yer yer yırtılmış küçük bir Türkiye haritasını bulup duvarda
yanyana get i(ebilmişti Ahmet. Onlann bulunduğu yere baktı.
"Sakarya nehrini göster! .. "
Çocuk sağa baktı, sola baku, haritanın üstünde o yana, bu
yana yürüttü pannağını. Ama gösteremedi.

71
"Dördüncü sınıf neresi?"
"Burası efendim."
Oradan kaldırdı bir çocuğu:
"Ağrı dağını göster!"
Çocuk parmağını bastı haritada bir noktaya. Bulmuştu.
"Otur! Beşinci sınıf?"
"Burası efendim."
"Sen kalk. Kızılınnak ' ı göster!"
Çocuk zoru zoruna kara bir çizginin kıvrımlannda gezdirdi
pannağını.
Vali parladı:
"Ben her şeyi halk karşısında ve açıkça söy lerim:
Olmamış" dedi . "Maalesef teşekkür edemeyeceğim. Çocukların
muhtaç olduklan tek şey. dini ve milli duygularının beslenmesi .
İ nekle. sinekle kesinl ikle olmaz bu ... "
Ekled i :
" İ stiklal Marşını bi lir m i bunlar'?"
"Bilirler efendim."
"Baştan sona demek istiyorum?"
" İ lk iki dörtlüğünü bilirler efendim . "
"Neee? Bakın bakın ! İ lk iki kıt ' asını bilirlenniş ... İ lk işin bu
marşın bütününü çocuklara ezberletmek olacak . . . Ama kendin
bilir misin? Bilsen öğretirdin de. Zaten bütün güçlük buradan
ç ıkıyor ya. Enstitü mü nedir, Bektaşinin çamurdan adam yaptığı
gibi cahi l c ahil sal ıveriyorlar bunlaıı . Cezasını da bu her biri bir
cevher olan çocuklar çekiyor?"
"Efendim."
"Efendin kalem odasında. Ahmet Tezer mi senin adın?"
"Evet. ''
" Köyün çocuğunun hocadan namazlık öğrendiği ni

72
dergilerde ilan etmesini bilirsin ama değil mi? Bu memlekette
idare ve idarecilik denen bir şey vardır. Senin aklın ermez. B u
gibi hususlar biz idarecilerin vazifesidir. Seni men ederim böyle
düşük işlerden. Cezanı çabuk çekersin. Görüyorsun vazifeni
ihmal etmiş ve çocuklan yetiştirmemişsin. Şimdilik, gider git­
mez, sicil ine geçmesi şartıyla bir kınama cezası vereceğim.
Görüyorsun hiç gizliın yok. Bana adımla sanımla It Kutlar der­
ler." ·
"Efendim onu yazmak.ta maksadıın."
Sözünü kesti:
"Ben günnedim ne yazdı�ını. Maarif memuru ile kay­
makam telefonla haber verdiler. Her ne gayeyle olursa olsun,
ınevzu kritiktir ve her şeyden önce vazifeni yapmalısın !"
Çıktıl ar.
Particilerden dört kişi bi r ciple gelmiş. valinin camide
olduğunu öğrenince acele acele camiye doğru yürümeye
başlamışlardı. Yolda karşılaştılar. Geri döndüler. Hep birlikte
ınuhtarın odası yönüne yürüdüler:
Alunet köşedeki sıralardan birine yığılıp kalmıştı. Çal ışmaz
olmuştu kafası. Hiçbir sonuç çıkaraını yordu bu olanlardan. Her
şeyi raporla sicille ölçmelerine ve rapor, sicil korkusu vennele­
rine içerli yordu. Raporunda değil o işin. Yazmak yazmamak
dert olmuştu bir de. Bu kadar büyütülecek ne yazmıştı sanki.
Yoksa yazıyı yolladığı dergi işi abartarak ını yayınladı? Çok şey
geli yord u aklına. Dergide ne biç im yayınlandığını henüz gönne­
diği için, ınerakı gittikçe artıyordu.

Sırat bi r saat kadar otunnuştu dalgın. Çocukları dağıtma
zamanı da gelmişti. Cuma günleri halk erken biriktiğinden son
dersi yanın bırakırdı. Köylüyle geçiın için gereken gerekmeyen
neler yapmıyor. nelere katlarunıyordu ki ! .
Evlerin arasında kaybolınakta olan çocukların arkasından
başı yere eğik, üzgün yürüdü. Sağına soluna bakaınıyordu
utancından. Cahil. görevini itunal eden. çocuklara en gerekl i

73
şeyleri öğretemeyen, üstelik de üstüne düşmeyen cılgısızlıklar
yaparak herkes karşısında kendi kendini küçük düşüren birisi
olarak tanınıp gitmekteydi. Böyle tanınınakla kalmıyor, cezaya
dayanıyordu işin sonu. Günün birinde hapishaneye Ukılmaya­
cağını da kimse söyleyemez. Bu yel böyle estikçe, bu makas da
böyle kestikçe. o düşünmesin de kimler düşünsündü? O bak­
masın da kimler baksındı yerlere . . .
Muhtar odasının önüne vardığında, çepçevre toplanan
köylülerin ortasında, gözünün birisi kör, zayıfça bir adam dik­
i l i yordu.
"Ben Doktor Ramazan olarak, bütün bu dediklerimi kısa
zamanda gerçekleştiremezsem. ad ıını değiştiriri m . S i z
yurttaşlanından d a tek ricam, size her türlü nimeti getinniş ve
getirecek olan partinizin yolunda yü ıii ınenizdir. Dibi görün­
meyen suya giri lınez arkadaşlar... " di yerek sözünü bitirdiğine
göre uzun uzun konuştuğu anlaşılıyordu. Meydandan çekilirken
de:
"Şimdi son olarak Sait Bey de bi rkaç kelime ile sizlere hitap
edecek ve sonra i zninizle aynlacağız. Gideceğimiz çok yerler
var" dedi.
Sait Bey boğazını temizleyerek ortaya yürüdü. İ ki yanına
bakındıktan sonra:
"Aziz köylü yurttaşlar!" diy� başl adı. "Bu memleketin asıl
sahibi ve efendisi si zlersiniz. Her şey sizin sandıktan çıkan
oylannıza bağlıdır."
Boğazını temizledi. Çevresine göz gezdirerek, bulunduğu
yerden üç adım öne yürüdü:
"B inaenaleyh. i ki hafta sonra 14 Mayıs günü yapılacak
seçimler sırasında kullanacağınız oyları, sizleri en iyi anlayan ve
dertlerinizi yıll ardan beri yakından bilen partimiz adaylarına.
yani bizlere verdiğiniz takdirde. hükümet merkezinde dert­
lerinizin çözümlenınesi için hiçbir güçlük kalınayacak demek­
tir."

74
"Muhterem kardeşlerim, saygı de�er hemşerilerim:
Şunu bilmenizi özellikle rica ederim: Ben ille de milletvekili
olmak için sizlere seslenen birisi de�ilim. Beni aranıza getiren,
böyle acı acı konuşturan sizlerin derdi, deva bekleyen derin
yaralannızdır. B urada uzun boylu konuşarak de�erli
daki kalarınızı işgal eunek istemi yorum. Çünkü, şimdi laf
devrinde değil, iş devrindeyiz. Ben, size bağlılığıını yaptıklanmla
göstereceğim. Fakat kısaca şunu arzetmek isterim ki, suyunuzun
getirilmesi, köprünüzün yapılması gibi maddi denlerinizin gider­
ilmesi konusuna önem vereceğiz. B u arada ilkokullara koymuş
olduğwnuz din derslerini haftada bir saatten onsekiz saate çıkara­
cağız. Müslümanlığın esasını çocuklanmıza kavratmarun başka
yolu olamaz. Aynca, Allah huzurunda söz veriyorum ki bütün
köylerde bi r de eski Türkçe (Arapça), mektebi açacağız.
Çocuklanruzın dinlerini zamanında ve zorluk çekmeden öğren­
melerini müınkün kılacağız. Köy köy imam anımaktan kunula­
caksınız. Bu, kuşaktan kuşağa böyle gidecek ve bu vatanın çocuk­
lannın ebediyen Müslüınan kalınalanru sağlayacaktır. . ."

Uzun uzun alkışlandı. Selam verip gülüınseyerek oradan


çekildi. Vali ve öteki panililer de elini sıkarak kutladılar.
Val ilin önüne varıp:
"Paşam içeri buyurun: çok yoruldunuz ve acıktınız" dedi
muhtar.
i çeri girdiler.
Ahmet odasına yürüdü; Durmuş' un yanına. Oraya birikmiş
olanlar da usul usul. dinlediklerini kendilerine göre yorumla­
yarak evlerine dağılınaya başladılar.
"Şu eski yazı meselesi yok mu, onu iyi söyledi Sait Bef'
diyorlardı.
"Hepsi hepisi ya, orasını daha iyi söyledi" diye ekliyorlardı.
Öğleden sonra Ahmet 'le Dunnuş, Cami kapısının önüne
otunnuşlar. soluk alına sırasında, partilerden hangisinin kazanıp
hangisinin yenileceğinden konuşuyorlardı. Yann okul tatil

75
edileceği için, son günde çocukların arasında bulurunasının i yi
olacağını söyleyerek Dunnuş 'u yataktan kaldınnıştı. Yatıp dur­
ınakla iş olmazdı elbet. Can sıkıntıları üst üste biniyordu hem.
Birl ikte olmalan başlıbaşına bir teselli idi.
Onlar konuşmakta iken, avluda gezinen çocuk kümelerini
yararak i sa 'nın keloğlan geldi soluk soluğa:
"Eınıniınin odasına üç kişi geldi ciplen, sizi çağırdılar.
Zahmet olmazsa, gönül alçalığıynan hocalar beş dakika gelsin­
ler diye selam saldıl ar" dedi.
Bakıştı l ar. Keloğlanın emınisi yeni partinin başkanıydı
köyde. Onun odasına geldiklerine göre, bunlar da yeni partinin
adaylandır.
"Peki geliyoruz" deyip yoll adılar çocuğu.
Düdük çalıp içeri aldılar çocukları . Yarın artık ders yılırun
sona ereceğini. kitaplarını falan alınadan gelmelerini söylediler.
Beşinci sınıfın bitinne sınavlan da pazartesi yapı lacaktı.
i sal a r ' ı n odasına girince gözlerine inanaınaınışl ar.
kıpkınnızı kesilınişlerdi: Ü ç konuğun üçü de ayağa fırlaınış.
onları görünce odada bulunanların hepsi de kalkınışlardı. Böyle
bir karşılaıunayı ilk görüyorlardı.
El sıkınalar. sıcak sıcak bakışınalar bittikten sonra:
"Şöyle buyurun efendim. şöyle buyurun."
"Rica ederim şöyle köşeye buyurun" diye diye konuklar
hocalan baş köşeye oturttular. Ev sahibi gibiydiler bu odada.
Hocalar oturduktaıl sonra oturdu ötekiler. Hal hatır soru­
lurken kahveler geldi. Zınka zınk doluydu oda. Ocakta yanan
tezeğin dumanı sigara dumanma kanşarak gözlerden yaşlar
getiriyordu. Oda kapısını açtılar. Kapıdan giren ikindi güneşi
iyice aydınlattı içerisini.
Çenesinin altı bıngıl bıngıl etl i şişınan ve kalın sesli olan,
adlarını sordu öğretınenlerin. Söylediler.
"Çok memnun oldum !" dedi. Bu kalın sesten çıkan cümle

76
odada çıt bırakmadı. Kulak kabartıp o zata baktılar. O sürdürdü
konuşmasını:
"Gerçekten memnun oldum taruştı�ımıza. Bir memleket
ancak öğretmenierin omuzlan üzerinde yükseli r. Bir memleketin
gerçek kurtancısı irfan ordusudut. Memleketin maddi ve manevi
varlığı öğretmenierin eseridir. Hangi memlekette öğretmenler el
üstünde tutulur, o memleketin geleceğinden endişe etmemelidir.
Yeryüzünde en kutsi meslek öğretmenli ktir. Değil mi ya?"
Öğretmenler baş salladılar. Sigara uzattı şişman adam.
Yaktılar.
Yeniden başladı konuşmaya:
"Ben ve arkadaşlarım, öğretmeniere çok önem veririz. Her
gittiğimiz köyde i l k işimiz onlan bulmak, onlarla tanışıp
konuşmak� r. Her şey onların elindedir çünkü. i sterlerse
köylüye ...
·

Su istedi. içtikten sonra yine konuşmasını sürdürdü:


"Ama arkadaşlar, acı gerçek şudur ki bugün öğretmenler
ordusunun dertlerine parmak basılmış değildir. Hele köy öğret­
menleri; köylerimiz kadar bakı msız haldedirler. Bu kıymetli
arkadaşlanmız, suçsuz günahsız ve zavalhdırlar. B unları, dağ
başianna esir kampı kurar gibi mektep kurarak oralara toplayıp
olumsuz düşüncelerle yetiştirmeye yeltendiler. Sonra da yirmi
yıl köyde zorunlu hizmet ve yirmi l ira aylıkla türlü geçim
ş ı kımıl arı iç ine sokarak dünyadan bezdirdiler. Tıpkı okul
yaptırmak için köylünün başının etini yedikleri gibi . . . "
"Bütün bu dertlere son vereceğiz arkadaşlar! B ütün yükü ·

omuzlannı zclan alacağız. Ö ğretmenlerimizin geçim düzeyini de


en kısa zamanda ayarl ayacağız. K ızlarınızın okumasını
önleyeceğiz, erkeklerden ayırac ağız ... "
"Dert çok amma vaktimiz az arkadaşlar. Haber yollayın da
komşular dı şarı y a topl ansı nlar. B i rkaç dakika da onlarl a
konuşalım. Vakit yaklaşıyor, bir köy fazla gezeliın . . .
"

Dışarı gidenler oldu komşu çağırmak için. İçerdeki

77
konuşmalar da dereden tepeden yürüdü. Alunet' in ağzını bıçak
açmıyordu. Durmuş üstü kapalı iki cümle söylemeye çalıştıkça,
o yutkunuyordu. On beş yirmi dakika daha geçti böylece.
Kapının önüne birikenler çoğalınca hep birden dışan çıktı
içerdekiler. Bu kez Saffet Efendi dedikleri, orta boylu, kara mı
kara olan adam konuşacaktı . Odanın eşiğinde d i neldi . . .
Öksürdü. Kalın dudaklarını yaladı. İ sa'nın kardeşi başlayınca el
vunnaya, bir alkış koptu. Alkıştan sonra da Saffet Efendi söze
başladı :
"Gösterdiğiniz i lgiden dolayı partim ve şahsım adına
şükranlanını sunanm.
Muhterem seçmenlerim !
İ ki hafta sonra yapılacak seçimlerde kullanacağınız oylar,
yıllardan beri aldatılıp dunnanıza son verecektir. i şlerinizi
gönneleri için bundan önce seçmiş olduklannız, sizin ne gibi
dertleriniz olduğunu dahi bilmemektedirler. Buna rağmen, 27
yıldır iktidarda kaldıklan yetmiyormuş gibi ebediyyen başta
kalma sevdasındadırlar. Bu olamaz arkadaşlar. B ugün, din
davası diye büyük bir dava i le karşı karşıyayız. Ahl ak elden git­
mekte, Allah korkusu kalmamaktadır. B unlan halletmedikçe
huzur içinde yaşamaımza ve ilerlememize imkan var mı?
B undan dolayı, sizleri aldatmak için ilkokullara korunuş olan
din dersini ihya etmekle beraber, bunun ortaokull anmıza.
liselerimize ve hatta yüksek okull arımıza t�şmili gerekmektedir.
Camisiz köy, minaresiz cami kalmamalıdır. Ezanın Arapça
okunmasını sağlamak i lk işimiz olacaktır. . . B i z bunları
yapacağız. B unun için. oylarınızı bi ze venneniz kafidi r. . .
B undan d a Allahın birliği kadar emi niz. Hepinizi saygı ile
sel arni arım."

78
. . . . . . . . . .

UÇUNCU BOLUM
1

Ahmet kulübe girer gi rmez oturdu: cebindeki dergilerden


birini çı kardı masaya serdi. Kendini oyalamaya çalışıyordu.
Kendi yazısının bul unduğu sayfayı açmaktan çekiniyordu. Oysa
ne kadar istiyordu yazısını okuyup da üstünde sere serpe
düşünmeyi. Yadırganacak yanlan nereleri olabi lirdi acaba? .. Her
vakit olduğu gibi : Şehre bu i nişinde de el leri ayaklanna
dolaşmıştı. Berberden çıkıp Kayalı 'nın dükkanı na. oradan da
kulübe koşmuştu. Çünkü. arabadan iner inmez maarif katibi
Memiş'e rastlamış. Memiş'ten "ne var ne yok?" diye bir şey
soracakken:
"Seni maarif memuru bekli yordu günlerdir. Hemen git
kulübe. gör!" diyen bir bildirisiyle karşı laşmıştı.
Dalgın bi r halde dergiyi süzerken. garsonun sesiyle ayıldı:
"Seni Maarif Memuru istiyor karşı köşede."
Gitti memurun yanına.
"Kaymakamla görüşeceğiz. Bir dakika. şu oyunu kapala­
yım hemen gidelim" dedi memur.
Oyun bitince çıktılar. Kaym akamlık makamına doğru
yüıiidüler Hükümet Caddesi 'nden.
Makamdaydı kaymakam B ey. İ yi karşıladı Ahmet ' i .
Yazarl ığın iyi bir şey olduğunu söyledi ilkin. B u konuda kendi­
sine elinden gelen yardımlan da yapacaktı. Dergide çıkan
yazılannı okumuştu.
"Fakat Ahmet Bey ! " dedi. "Sade kötü tarafı görerek yaz-

81
mamalı bir yazar. Senin yazılannı okuyunca, kötümser olduğun
kanısı uyandı bende. Ötekiler hele mete, ama bit hikayesini cid­
den yadırgadım. Köytümüzün bitti olduğunu hiç sanmıyorum.
Olduğunu varsaysak bile, bunu dergi sayfalannda dallandınp
budaklandırmakla elimize hiçbir şey geçmez. Bitten kunul­
manın çaresi onu yazmak olamaz. Böyle bir derdimiz varsa eğer,
ondan kunulınak için çareler aramamız gerekir."
Çaylar geldi. Çekine çekine, korka korka içiyordu Alunet
Maarif Memuru:
"B izim okullarımız yazar yetiştinnek için açılınamıştır,
asl ında" dedi. "Şimdiye kadar yazılanlan okursak yeter de anar
bile. Onlann üstüne yazacak başka ne var ki? .. "

Kaymakam sürdürdü konuşmayı:


"B izde Abdülhak Harnit'ten başka ne şair yetişti ne de
yazar. Ne de yetişir üstüne. Çünkü o. dünyada benzeri olmayan
bir kıymetti . Çok okurdu bir kere. Okuduğu için o kale gibi şiir­
leri yazardı. Mesela Faruk Nafız'i ele alal ım, o öyle mi ya? Ne
okur, ne düşünür. i şte yazdığı şiirler de meydanda duruyor. Hem
bı raktı anık. yazmıyor. Okumayan yazaınaz da. Abdülhak
Haınit ise ömrünün son demine kadar yazdı. Dahiydi o. . . "

Maari f Memuru aldı:


"Bendeniz de aynı düşüncedeyim efendim. Ü stel i k
Alxlülhak Hamit insan hayatının e ri büyük konusu o l an aşkı
kalbinin bütün çırpıntısıyla terennüm etmekte dehasını kabul
ettinniş ve Ş ai ri Azaın menebesine yükselmiş bir şairdir."
Kaymakam birer sigara ikraın etti. Yaktılar. Maarif Memuru
kaldığı yerden sürdürdü:
"Bir de görüş meselesi var efendim. Mesela, köylülerin
askerlik sevgisi. Allah sevgisi, dinine bağlılığı ve konuksever­
liği yazılınalı yazılınca değil mi?"
Kaymakam:

82
"Ahmet B eyin dikkatini çekmek isteyişimiz bundandır
zaten. Bizim köytümüzün ruhunda öyle bir asalet vardır ki, ken­
disi aç ölür, eline geçen bir yiyeceği konuğuna saklar. Mesela,
kendio;i yemez yumurtasını da, bir konuğu gelince) ç ıkarır
ortaya... Asalet bu kadar olur... "

Zile bastı . Gelen odac ıya:


"Emniyet Amiri yerindeler mi bak da haber ver! " dedi.
"Başüstüne."
Odacı gidince Ahmet ' e dönd ü: "Yanı ldığınıza inanınal ısı­
nız. Deneyiminiz artınca bu hususlara dikkat edeceğiniz şüphe­
sizdir. Bu ruh zenginl iğini inceden ineeye dile getinnek, eli
kalem tutan her vatandaşın boynuna borçtur... "
Kapıcı geldi.
"Yerindeler efend im."
"Peki git sen ! "
Yine Ahmet' e döndü;
"Buyurun emniyet amirine kadar gidelim. Vali beyin direk­
lifleri var galiba. söyleyecek sana."
Gittiler. Atunet ' i tanıttıktan sonra çıkıp gitti kaymakam.
Emniyet amiri ile başbaşa kalınca sıkılmış, aynı zamanda heye­
canlanmıştı. Dişleri birbirine vuruyor, bac aklan tir tir titriyordu
heyecandan. Put gibi dunnuştu aınirin karşısında.
Amir. gözlüklerini takıp yukardan aşağı ve aşağıdan yukan
süzdükten sonra:
"Ahmet Tezer sensin d emek", diye ünledi. "Demek
köylüler bitli , çıplak. . . öyle mi? Sen ne kanşı yorsun köylünün
bitine, kirine? Devlet senden mi akıl alacak! Seninle mi bilecek
köyün durumunu? Allah sana azcık akıl vennişse eğer, neden iyi
yolda kullarunazsın onu? Bunu mu öğrettiler sana okuduğun
mektepte?"

83
Terden yakasının ıslandıgıru farkediyordu. Kıpırdayamıyor,
sıkıldıkça sıkılıyordu. Cansız bir direkten farkı yoktu. Adam
biraz dinlendikten sonra:
"Hangi mektepde okudun sen?" diye sordu.
"Köy Enstitüsünde" diyebildi yavaşça. Sesi de kısılmıştı
durdu�u yerde.
"Hımmm! ..."
Hayli sessizlikten sonra:
"Şu odaya geç, bekle orada!" diyerek bir kapı gösterdi
Alunet'e. "Koıniser gelince ifadeni alacak. Sonra Savcılı�a
gideceksin . . . " Gösterilen odaya geçti . Orada buldu�u kirli bir
sandalyaya attı kendini. K afası işlemedi�i gibi, kolu baca�ı da
işleıniyordu. Bütün vücudu stop deyip durmuştu. Dönen dolaba
hiç aklı enniyordu hele. Şaşsa şaşaınaz, kaçsa kaçamaz durum­
l ara düşmüştü.
Bu insaniann da ipleriyle kuyuya ini lmezdi. Geçen yıl
Halkevinde köyc ülük kolu başkanı bir ö�retmenin de başına
neler gelmişti: Haftada bir kere "Köylü Gecesi" yaptırmak
karannı aldınnıştı ö�retmen. Ö nce Yönetim Kurulu karşı
çıkmış. köylülerin işleri yok da sizin toplantılanmza mı gelecek
diye işi alaya alm ışlardı . G ü l ünç bulmuşl ardı böyle bir
düşünceyi . "Ne anlar köylü toplanudan: askerlik dersi verseniz
belki ! .." dediler.
·

Ama, bir merak mı, bir yeniliğe koşuş mu nedir, toplantı


günleri tıklım tıklım doluyordu salon. Kentin pazan perşembe
olduğundan, köylülerin ço�u çarşambadan gel irlerdi. Çarşamba
akşamlan çok uygundu toplantı iç,in. Karar da böyleydi. Ne
olursa olsun iyi bir başlangıçtı bu. Halkevi salonu eskiyecek
de�ildi ya. Başka hiç yarar getinnese, yıllardır dışından gördük­
leri yapının içini de görmek, orada oturmak fırsatını buluyordu
köylüler.
Bu gecelerde. önce ·köylülerin bildi�i oyunlar. türküler,

84
güreş biçimleri saplanıp her köyün gelenekleri öteki köy­
lerinkiyle karş ı l aştırı l ıyord u . Bunlardan hareket edi l erek
köylülere bazı basit bilgi ler verilmeye çalışılıyor, daha çok da
tinsel destek verilerek gönül leri hoş edilmek isteniyordu. Halk
eğitimi falan deyip durduklan hareketin bir çeşidiydi. Köylü
ayaklanna kadar geliyordu işte. Köylüye yarar "matahı" olanlar
çıkanp satabilirlerdi.

Ama bir süre sonra ne almaya, ne sabnaya fırsat kalmadan


bir fısıltı başladı. "Salon bitlendi , köylüleri defedin! .. " Bu ses,
bu toplantılann yapılmasına karar verenlerle birlikte, ileri gelen
tüccar, bakkal ve "amir"lerden geliyordu. Ne de olsa zor
gelmiştir, olur olmaziann gelip orayı doldunnalan, ideal mide­
al, ama altucu? .. Nerdeyse aralannda aynm kalmayacaktı.
Böylesi de çekihnezdi gayri.

"B itlendi H alkev i ! " söz ü , asl ı aranmadan boyuna


yayılıyordu. Köycülük Kolu Başkanı kabul etmiyordu yalnız:

"Salon bitlendi mi?" diyordu.

"Bitlendi de söz m ü ! "

"Köylüler bitli demek?"

"Kaynıyor efendim, kaynıyor!"

"Peki öyleyse yard ı m edin de dezenfekte edelim


Halkevini."

Yardım etmesi belediyeden de istend i . H iç kimseden bir


ses gelmedi. Köycülük Kolu ile bilmem ne kolunun ve ne ku­
rumunun el birli ğ i ederek, köylülerin bitten kurtarılmal arı için
bir çare araınaları i leri sürüldüğünde ise, afal afal bakışmışlar­
dı.

"Peygamber miyiz ümmet kayıracak?" d iye cuk


oturtmuşlardı lafı. Kendileri de oturadüştüler kıçlannın üstüne.

Gerçekten, laf mıydı yani bunlar. Neymiş, köylü bitten kur­


tanlacak. "Uian Allah gökten inse yine bitten kurtaramaz

85
köylüyü. Onun çamuru onunla karılmış. Sırtında bit gezirunezse
rahat edemez" diyorlardı.

Halkevinin kapısı böylece kapandı. ..

"Şimdi, ya şimdi..." diye düşündü oturdugu yerde. "Ben


köylülerde bitin gıvıl gıvıl kaynadıgını yazdım. Dogru. Onlar da
köylüler bitlidir, bitsiz rahat edemezler diyorlar. Aynldığımız
nokta, bugün "var" olan, yarın çıkarlan geregince "yok" ola­
bi liyor. Köyler olmuş bir yaz-boz tahtası. .. "

Kapı açı ldı, şişman, tuluk gibi bir komiser girdi. Ahmet'in
davranmasına vakit kalmadan:

"Kalk ayağa" dedi. "Maznun oturmaz. ifade vereceksin ... "

Daktilo}' a bir kağıt taktı. Ahmet put gibi dikiliyordu yine . . .


. . . . . . . . . .

DORDUNCU BOLUM
Kümedekilerin birbiriyle i lgilendi�i yok. Laflan mı bitti,
yoksa köye yaklaştıkları için laf faslının bitip işe girişme vak­
tinin yaklaştı�ını mı düşünüyorlar, nedir, her biri yolun bir
yerinden, yere bakarak sallana sallana yürüyor. Ellerindeki
çıkınlar epeyce a�ır, zor taşıyorlar. Hele küçük bir ilaç sandı�ı
var. Nasıl edip de köye u l aştıracaklarını bi lemi yorlar.
Gidecekleri köyden de biri var aralannda. Eskiden polislik
yaptığını. çok iyi günler gördü�ünü anlatıyor. "Ama hepsi yalan
oldu şimdi" diyor. "Kazı�ı kaktık buraya. Bir adımız kaldı:
Pulus beri Pulus öte, adımla sanımla Pulus derler bana."

Yürürken onalı�ın sessizli�ini bozuyor Pulus:

"Hem teker gibi liraını aldı herifçio�l u, hem de yolun


onasına bırakıp gitti. Şeerden yayan gelmeynen ne farkı var
yolun yansında irunenin?"

Do�ruydu. İlçeden buca�a do�ru geçen kamyoncu,


liralannı alınış . yol aynınma bırakıp gitmişti onları.

Hasan biraz dinlenmelerini i stiyor. Arpası yolunmuş bir tar­


laya saparak oturuyorlar yolun kıyısına. Pulus yine söyleniyor
oturur oturmaz:

"Teker gibi liraını aldı . . . "

Kulaklan uğulduyor. Sessizlik içlerine işliyor.

"Ah köyler ah!"


diyor Hasan. Hasan'dan başka üç arkadaşı daha var:
Mevlüt, Salim, Ordal. Dördü de Köycülük Kol u ' nun üyeleri.
Pul us 'un köyüne gidiyorlar.
Pulus boylu boyunca uzanmış arpa tarlasına, dinleniyordu.
elindeki çıkını da yastık yapmış başının altına. Hasan, bir büyük
kesek parçasının üstüne otunnu ş düşünüyor. Sol el ini çenesine
dayamış, öteki eliyle yakınındaki bir çönük dikeninin daliamu
kopararak kokl uyor.

"Ne güzel kokuyor şu çönük" di yor koklarken.

"Evet" diyor Mevlüt "çönük çok güzel kokar!"

Ord al:

"Çönük bu mu?" dedi ve uzun uzun baktı az geriden.

Hasan ve Mevlüt şimdi İstanbul 'da yüksek ö�renimlerini


yapıyorlar ama doğma büyüme köylü olduklannı söylüyorlardı.
Salim de köy yaşamını yakından bildiğini ve köylüleri çok
sevdiğini söylüyor. Köyde toprakları ve koyun sürüleri vannış
babasının. B azan gidenniş, eskiden.

Ordal ise ilk bu gidecekleri köyü görecekmiş. köy olarak.


Yassı bir taşın üstüne mendilini senniş. elbiseninin kıvnşmasını
önlemek için bedenini dimdik tutarak oturuyordu.

Köycülük Kolu kurulalı üç ay kadar olmuştu. Ereklerini


özetlemek gerekirse, memleket genç l i ğ i . özellikle yüksek
öğrenimde bulunan ülkücü gençlik arasında. köylerimize ve köy
sorunlanna karşı ilgi uyandınnak. Köye kültür ve hareket
götünnek. Birçok alanlarda aydınlatıcı söylevler vererek onların
uyuşukluklarını gidennek. Bir de. köylerde araştınna yaparak
bol bol malzeme toplamak:.

Bütün Türk gençl iğinin en büyük davasının, köylerimizi


kalkındınna davası olduğuna yürekten inanmışlardı. Şimdilik en
büyük dilekleri, bu gidişte köyl üyle kaynaşabilmek. onlar için
yüreklerinin nasıl tutuştuğunu anlatabilmek ve bundan sonraki
gelişleri için de temel olacak etkiyi bırakarak iyi bir başlangıç
yapm aktı.

"Kol" l a n kurulur kurulmaz, köye gidecek mal zemenin ne


yolla edinileceğini incelemişlerdi. Birçok yere baş vurulmuş,

90
ecza depolanndan sandık sandık ilaçlar verilmişti emirlerine.
ilkin, köylülerin yaşamlanndaki basitligi degiştirmenin nasıl
mümkün olacagı hakkında, tanm alanında köylerde ne gibi
yenil ikler yapılması gerektigi hakkında bilim adamlanyla
degeyde bulunarak, söylevlerine temel olacak bilgileri toplamış­
lardı.

Köylüyle kaynaşarak, onlann içine kanşarak yaşayışlannı


yakından. görmek ve en önemlisi de bu arada onlan etkilemek.
yararlı olmak için katlanıyorlardı bu yollara. Ş imdi birçok arka­
daşlan da bunlar gibi , ü lküleri ugruna, öteki bölgelerde yol
tepiyorlardı. İlk kuruluşun sonucu olarak istedikleri biçimde
çıkamamışlardı yola. Gelecek tatil mevsiminde köye gençligin
akın halinde gitmesi sağlanacak, daha çok kümeler ç ıkacaktı
Anadolu'ya. Aynca, saglık, tarım bilgileri götürmenin, bazı
siyasal sorunlan köylünün anlayacagı biçimde yoruml amanın
dışında, tiyatro ekipleri, konser verecek müzik ekipleri ve daha
akla gelebilecek alanlarda yarar saglamak için çeşitli ekipler
çıkacal<tı.

"Kalkıyor muyuz arkadaşlar?" dedi Ordal. ·

Herhalde çok rahatsız olmuştu taşın üstünde put gibi otura


otura. Epeyce de oturup kalmışl ardı.

Kalkıştılar.

Sandığı Pulus kucakladı bu kez. Kendi köyüne gitmiyor


muydu zaten bu ilaçlar. Taşısın varsın, yollannın hepsi altı kilo­
metre zaten ayrım yerinden köye kadar. Nerdeyse yan etmek
üzereler. Az sonra biri alır sandığı, ondan öteki alır. Derken
bakarlar ki köye vanvennişler.

Çıkınl arın da sandıktan kal ı r yerleri yok agırl ıkta.


Yürüdükçe daha aşağı sarkıyor kollan.

"Kağıdın agırlıgı hiçbir şeyin ağırlığına benzemiyor" diyor


Salim.

Mevlüt:
"Gerçekten öyle!''

"Ama. . . " diyor Hasan "bir de köye yetiştirildi mi bu


çıkınlardaki broşürler, bu yorgunluklar tezce unutulur o vakit.
Çeki lenierin karşısında, yıgınla insanın sa�lı�a. bilgiye
kavuşması var. . . "

Ordal diyor ki :

"Söyleyeceklerimizi ; bu broşürlerde okuyacaklan yazılann


da desteklemesi çok iyi olacak. Hele Marshall yardımından
basılan şu saglık broşürleri köyl üye yol göstermekten yana bire­
bir. Sözgelimi "Verem Önlenebilir" adlı broşürlerde o kadar kısa
ve anlaşılır biçimde yazılmıştır ki konu, bunu okuyan insanın
vererne yakalanması kolay kolay mümkün olmaz . . . "

Mevlüt gözlerinin üstündeki teri silerken:

" Kıymet biçilmez bunl ara" diye dogruladı, "köylünün


elinde. körün degnegi gibi bir şey olacaklar. . . "

"işten vakit bulurlar mı. ya da vakit bulsalar okuyacak.


anlatacak kimse var mı diye düşünüyorum" diyor Hasan.
" K adınlara bunları duyurmak , anlatmak. benimsetmek de
mümkün de�il. ya da çok zor ol acak gibi . . ."

Konuşulanlan dinlemekte olan Pulus:

"Şey var köyde" diyor. "Ahmet öğretınen. O okur dinletir.


Her zaman o)'le eder zaten."

" Köyünüzün öğretıneni mi?" diye sordu Hasan.

"Hayır köylümüz ya. Çardak 'da öğretınendir. Yazın da


burada duruyor. . . "

"i yi, onunla da görüşürüz. Bize yardımı olur mu. nasıl bir
adam?"

"Nebileyim, zaran yok ... "

Salim ' i n kafasına takılmış olmalı, Hasan ' ın "Okuyup anla­


maları mümkün değil" dediği :

92
"Onlar hikaye" diyor. "Köylünün cahilliği, anlarnazlığı,
inadı hep zıpçıktılann hikayesi. Göreceksiniz birazdan, dedik­
lerimin doğru olduğunu. Görüp de imreneceksiniz."

Hasan:

"İmrendiğirniz birçok şey vardır'' diyor, "Naza. cilveye, iç


çekmeye . . . "

Sözünü kesiyor Ordal . Hoşuna gidiyor l afın ağzı nı


değiştirmesi. Böyle edilmese yol da koyar insana.

"Kalb vunnasına, açılıp serpilıneye. süzgün bakışlara,


buzbağı şişesine benzeyen bacaklara . . . " diyor.

Salim:

. " B unl arı bir dergide okuduğum u sanıyorum" diyor.


"Uydurınu yoruın" di yor Hasan. " İ mrenilecek şeyleri
sıralaınışlardı. ben de orada okuduın. Ama. açılıp serpilmeler,
s üzgün bakışi ar. işve . . . Hele hele buzbağı şişesine benzer hacak­
lar bulunacak mı bakalım gittiğimiz köyde? .. "

Oflaya oflaya en önden giden Pulus:

"Yok beyler. buralarda kadınlar şalvar giyinirler" diyor geri


bakarak. Bu arada Hasan hızlanıyor, Pul us ' un kucağından
sandığı alıyor.

" Köyde hasta, yaralı çocuk var mı?" diye soruyor ona.

"Eysik olur mu köy yerinde , bulunur beğiın" diye karşı lıyor


Pulus. Sonra soruyor:

"Ne var ki bu sandığın içinde?"

Hasan söylüyor:

"Oksijen, tentürdiyot, sıtına ve öksürük haplan . . . Türlü


ınelhemler. . . Paınuk, sargı."

"İyi, iyi."

"Varsın hacakl ar görünrnesin. Görünmeyen şeyler hakkında

93
daha iyi, daha geni ş düşünülür sere serpe. İnsan, kafasında iste­
di�i güzel liği verir ona" diyerek, deminki bacak hikayesini
kafasında geliştinnekte olduğunu belirtti Salim.

H asan ' ı n alnında ter, damlalar hal inde büyüyordu


yürüdükçe. Kuca�ındaki sandı�ı sağ böğründen ağdınp sol
böğrüne yasladıktan sonra başını Salim ' e çevirdi :

"Evet, gerçeği gözden ı rak tutunca, ne kadar uydurursan


uydur. gider. Bazı ş işman kadınlar olur tu luk gibi: dnların hacak­
ları da kiloluk şişe ayarındadır hani . Köyde şişman adam bulun­
sun samnam ama, hayalinde insanın bedenini de şişirebilir
isteyen."

"Nasıl isterse o biçim anlatamaz mı anlatan. Hem hikaye


kuruluktan kurtulur."

Hasan soluyordu. S andığı yine Pulus aldı kucağından.


Terini site site Salim'e yaklaştı Hasan:

"Dostum ! " dedi. "O olmasına olur, uydunılınasına uyduru­


lur. bir şeycik demem. Günün birinde de gerçek kendini,
gözümüzün içine bata bata bize kabul - ettirir. Gerçeği
..
yadsıyaınayız .

"Gerçek mi?" diyor. Ordal orta yere ''hani imrenilecek


şeyler sayı yorduk. onlar gerçek değil mi be: Ayna gibi göğüsler,
beni öp diye oynayan dudaklar. Uyumla oynayan takkeli ikizler,
kalçalar. . . Bunlar gerçek değil mi Hasan. . . Gerçek deyince
hemen köy mü gelmeli akla?"

Ayınyor Hasan:

"Tatlı gerçekler. acı gerçekler! "

"Tatlı gerçekleri her parçasını bir vitamin çeşidine benzeten


karikatürcüyü aklıma getirdiniz yine" deyince Ordal , hangi tatlı
gerçeklerin karikatürünü yaptıklarını sordu Hasan:

"Bayağı: boyun. boğaz, dil . dudak, göğüs. bacak . . . resim­


leriydi ."
"Kuş tüyü döşeklerde."

Arkasını getinnedi Hasan. Sustu.

Köye de iyice yaklaşmışlardı. Yaklaşınışiardı da ne söz,


birkaç tavuğun küllükten kaçmasından, iki zağarın cansız
ünnelerinden sonra, köyün kıyısındaki okulun önünde buldular
kendilerini.

Okul avl usunun çevresi kara çopur taşlardan alçak bir


duvarla çevrilınişti. Duvann yanında bir yere toplanıp oturdular.
Ne yapınahiardı şimdi il kbaştan? İ şte sessizliği i l e öğle
sıcağının karanl ığ ına gömülmüş olan köy, soluk almadan,
karşılannda durup duruyordu. Avlunun iç yanında bostan otları,
ebegüıneci ve ısırganlar yer yer tümsekler yapıyorlar. Bakıınsız
bir bal1çe gibi avlu. B ir köye benzetebilir insan onun durumunu .

Alt yandan yorgun yorgun bir çay geçiyor. Karabudak ' ın


"Karasu"yu. İ ki yanda söğüt ağaç lan görünüyor.

"Oraya gidel im" diyor Pul us. "Söğüt gölgesi bütün gölge­
lerden serin olur. Köyüınüz iyidir. Akar suyu. söğüdü, gölgesi
var. Bakınayın yaz günü böyle olduğuna. Güz gelince bu havli­
nin içi teınizlenir. çocuklar c ı v ı ldaınaya başlar. işler bitince
kızlar. delikanlılar yazıdan yabandan çeki lir gelir. Köy köy
olur. . . " Önlerinden. sırtına testileri bağlamış. ağızlan yüzleri
san l ı olduğu için genç mi koca ını belli olmayan kadınlar geçi­
yor tek tük. Çaya su dotdunnaya gidip geli yorl ar.

Söğüt gölgesine mi gitıneli kalkıp, burada mı otunnalı bi raz


d all a. yoksa köyün içine mi ginneli? ..

Kafalannı bu ımda uğraşuran şey. bu basit soruydu kesin­


l ikle. K imsenin ortaya bir düşünce attığı yoktu ama.

Salim paketini açtı bu dalgınlık, sessizlik daha doğrusu din­


lenme anında. B i r takım çamaşır vardı paketinde, dürülü.
Çamaşır dürüsünün altında üstünde gazeteler. dergiler vardı.
Hafta ve Yelpaze dergi leriydi ikişer tane.

Hafta'nın kapağında. kıç üstü yangelıniş, önündeki incir

95
yaprağı kadar gölge sayılmazsa, çı nlçıplak bir kadın resmi
vardı. Az önce yolda sözü edi lmiş olan tatlı gerçekleri
andırıyordu. Bu ıssız yerde, tepeden tımağa kapalı giyinilen bu
ellerde, kavrulan dudaklanyla bu kapak resimlerine bakıyorlar,
her iki anlamda susuzluklan azalıyordu. İçinden çıkıp geldikleri
yerleri til i m gibi gözlerinin önüne getiri yordu sanki bu resimler.

"Bunl arın içindeki resimlerden göstererek halka, iyice


kapalı giyirunenin kötülüklerini anlatsak nasıl olur?" dedi
Salim.

B ükülınüş gazeteleri kanştınnakta oları Ordal. oradaki tek


ve kümeler halindeki Dünya Güzellik Kraliçel iğiyle ilgili resiın­
leri göstererek:

"Sanının onlar açık kaçar birdenbire gösteri lince" ded i .


"Önce bunlan göstennel i . ne düşündülerini sonnalı. Hiç böyle
gi yinenler görüp gönned i klerini, görseler nasıl karşılayacak­
larını antayıp diniemel i . Neler dediklerini yazarsak. malzeme de
ol ur bize."

"Evet" ded i Hasan. "bunları yaparken Salim de


fotoğratlanınızı çeker köylülerle.''

Ordal:

"Bir taşla iki kuş vunnuş oluıuz. Kalkınına öncüleri ya da


Anadolu 'yu adım adım gezen kahraman milliyetçiler demeli
resimlerin altına da ! " dedi.

"Kalkal ıın öyleyse. ne duruyoruz?" dedi Mevlüt.

Toparl anıp kalktılar.

Okulun üst yanına dotanınca dar bir sokağa gird i ler. Az


i lerlediler. ağıt çığlık sesleri gelmeye başladı kul aklanna.
Karşıda. birbirine biti şik damlann üstünde insanlar yığılınış.
kaynaşıp d u ruyorl ardı. S anki hepsinin inim inim inied iği
sanılırdı yükselen çığlıktan. Köyde kim var kim yok oraya birik­
miş anlaşıl an. Hele kimsecikler göıiinınüyordu deminden beri
ortalıkta.
H asan biliyordu köydeki komşuluk . ve ölüm kalım
anlarında birleşme durumlannı:

"Köyün önemli bir kişisi ölmüş olmalı" dedi.

Hepsi aynı kanıda birleştiklerini gösterdiler, baş salla­


yarak.

İleri dogru yaklaşırken, oradaki yığından çoğu görmüştü


onlan.

Pulus el etti, onlara doğru yürüdü birkaç kişi.

"Ne var Vel ' a ne oluyor, komşular toplanmış yine?" dedi.

"Sorma Pulus, Çinko'nun konur öküzü öldü. Geceden beri


albasmış gibi Çinko. Tüm sersem oldu evindekiler, ağiaya
ağlaya."

"Deme Vel ' a ! "

"Demesi böyle. Dizlerine vurup, bağınp duruyorlar halen.


Kesmeye bile elleri varmamış, mundar etmişler. Musınul olsa
gomşulara dağıtırdı da eline biraz enek geçerdi. .."

Hayretle dinleyen Salim:

"Neee?" dedi "ölen öküze mi ağlıyorlar böyle. Ben de bir


insan ölüsü var sanmışum! "

"İnsana b u kadar ağlanır mı beyim!" dedi Vel ' a. "İnsan


ölünce azıcık adeti yapılır; sonra da yunur yıkanır kaldırıl ır, her
şey biter. . . "

"Allah Allaah! "

"İnsan dediğin nedir ki köy yerinde. Bak ş u damın başına:


sürüynen veled var: Kum gibi kaynıyor. Ama Çinko yirmi yılda
zor çiftiedi o öküzleri . Tam yirmi yıl koşturdu gurbet dağlannda.
Öküzü çiftlediın, kendi işimle uğraşıp el içine kanştıın derken,
iki eli böğründe kald ı . . ."

Kalabalığın içinden, kasketli, bol paçalı , çanklı biri daha


yürüdü onl ara doğru. Onlann yabancı olduklan besbelliydi.

97
· "Hoş geldiniz arkadaşlar" dedi. "Ben Alun et..." Tek tek
ellerini sıktı hepsinin.

"Hoş bulduk. . . "

"Hoş bulduk . . . "

"Hoş bulduk . . . "

Ahmet ekin tarlasından gelmekteyken oraya sapmıştı.


Paçalan pıtrak dikeniyle sıvalı, elleri çatlak çatlaktı.

Onlar da kendilerini tanıttılar. Köye gelmekte ereklerinin


neler oldugunu anlattılar.

"Hele eve gidelim de bi r dinlenin" dedi Alunet Eve


giderken dertleştiler:

"Köy davasıyla uğraşmak kolay olmuyor" diye söylendi


Alunet

İçlerinden bir kısmı başlanru salladılar "evet" dercesine.

Hasan:

"Bir dava uğruna başını verenler var dostum, daha bizimki­


ler nedir onların yanında. Halkın. anlayışs ızlık yüzünden
ç ıkardığı ufak tefek güçl ükler."

" B i r de ötekiler, halkı aniayıp bi lmeden yönetmeğe


çalışanlar vardır ki. hiç kimsenin gık demesini uygun bulınazlar,
yerden yere çalarlar adamı" dedi Atunet.

"Konuşmanızda çok çekmişlerin havası var Ahmet Bey?"

"Yazık ki öyle" dedi Ahmet. "epey serencaın geçirdik."

"Mesleğinizden olınadınız ya?"


'
"Ayırdılar dostum" diye. yine üzüntüyle karşıladı Hasan 'ın
sorusunu.

"Şimdi?"

"Arpa tarlası. "


"Nasıl olur?"
"Aslına dönüş ... "

Sabahleyin dört-beş yaşlanndaki işe gitmeyen çocuklardan


bir kalabalık doldurmuştu köy alanını. On kadar da ihtiyar vardı
elleri asalı . Alana bakan dam başlannda birkaç kadın da
görünüyordu.
Hasan. hasta olanlar ya da evinde hastası bulunanlar olup
olmadığını sordu. Vardı hastası olanlar. Eksik olur muydu?
Ö teki köyleri de düşünerek, eldeki hapların bir kısmını dağıttı
H asan.
Salim konuşmaya başladı sonra. Uzun uzun laf edip kafa
patlatmayacağını, yalnız bir iki noktaya dokuıunakta köylüler
için yarar umdugunu söyled i . Cebi nden. çok eskiden
hazırlaıunış bir kağıt çıkararak şöyle sürdürdü konuşmasını :
"Vatanımızın bu tarihi köşesinde, mukaddesatma ve şanlı
ınazisine bağlı köylü vatandaşl anm!
Huzur ve hürri yet dol u havas ı ndan milli ruhumuzu doldur­
duğumuz bu topraklar üzerinde vekarla ve vazife aşkıyla
yaşamakta olduğunuzdan şüphem yoktur. Tarihin Türk ' e
suratını astığı ve hayat ufuklannı kararttığı bir günde bu
korkunç karanlı ktan fayda lanarak, medeniyelin mana ve
ıneziyetlerini u nutup da, namertçe gazabını ü zerim ize
yağdı nnaya koyulanlara nasıl bir ders vennişsek, bugün de
aynı mukaddes topraklar üzerinde medeniyelin nurl u ufuk­
I anna doğru hızla il erlememiz elimizdedir ve bizler bunu
yapacağız.
İ nsaniyeti. ihtiraslarına ve kütlü ideoloj ilerine kurban
etmek isteyenler ve maddenin, menfaatin iğrenç merdivenlerine
tırmanmak için mert ve şerefli bir mil letin kanını içmek isteyen­
ler nasıl hayal sükutuna uğramışl arsa, cehalet ve geri lik de
yılmaz azmimiz önünde elbette dize geleceklerdir.
B izim en kutsal görevimiz hep vatan ol acaktı r. En büyük .. ,

99
gayemiz, vatanı omuzlanmızda yükselunek ve hür, mutlu bir
vatan haline getirmektir.

B iz, vatanımız üstünde m illetimize ve hür insanlığa şeretle


hizmet ettiğimiz sürece, sizler huzur ve mutluluk içinde çalışın,
uykunuzu rahat uyuyun. . .

insanlığı v e medeniyeti, düştüğü vahşet uçurumundan kur­


taracak olan daima bizleriz . . . "

Alkışlandı, göğsü gururla doldu Salim ' in.

Az sonra, yanlannda köy bekçisi Caynal Ismayıl olduğu


halde, tuttular Pasaklı Mandama köyünün yolunu . . .

SON
. .

TURK HASININDA
TÜRK BASlNlNDA

Bir ona Anadolu köyünün acı gerçeği, bana öyle geliyor ki, bütün
çıplaklığıyla ilk kez bu kitapta dile geliyor. Bu kitap doğrudan doğruya
köyde doğmuş. köyde yaşayan bir köy çocuğunun tanıklığıdır. Büyük
değeri de bu yüzdendir.
Bizim Köy'ün sadece bir yazınsal yapıt gibi değil, Türk köyünün
kalkınması, Türk köylüsünün insanlık haklarına kavuşması uğrunda
yazılmış bir rapor, hatta isterseniz bir itharnname gibi okunınası
gerekir.
Yaşar Nabi Nayır (\{u·/ık dergisi)

Mahmut Makal yeryüzünde kültüre hizmet etmiş. dünyayı daha


iyiye ve daha güzele götürmek için çaba harcamış dön kişiden biridir.
Eskiden İstanbul İstanbul' du. taşra da taşra. Romancı, yazar, şair adam
kentsoylu olmalıydı. Makal bu çerçeveyi parçaladığında bomba pat­
latmıştı . . .
ilhan Selçuk ( Cumlıuriycr ga:eresi)

Bu kitabı okuyan hiçbir milliyetçi ve devriınci Türk. vicdan


azabından değil de gönül üzüntüsünden birkaç gece kuıtulmnaz. Ziraat
Enstitüsünün, Tıp Fakültesi nin. Yüksek Mühendis Mektebini n . Siyasi
İlimler Mektebinin ve üniversite kollarının hepsinde Makal 'ın kitabını
okuturdum, bu kitap üzerine tezler hazırlatırdıın.
Fatih RifJt.ı Atay ( Ulus ga:eresi J

Mahmut Makal'ın rahat edebiyara rahatça vardığını sananlar


aldanır. Zamanımızda edebiyatın böylesine. ancak ekmek gibi alın
teriyle kazanılmış ve tadına vanlmış bir kültürle vm·ıtabiliyor.
Sabahattin Eyiiboğlu !Kitaplar dagisi)

1 02
Türk köyünün çıplak gerçegini bu derece keskin gölgesiz, süslü
ve özentili cümlelerden uzak, faka t yine de içli bir üslupla önümüze
seren bir başka kitap okuduğumu hatırlamıyorum . Genç yaşında
yabancı dillere çevrilen ve dünya aydınları arasında olumlu yankılar
uyandıran Makal 'dan, şöhret, servet ve refah kapıları ufak bir işaret
beklemektedir. Sağdan soldan ve hatta devrin hükümetinden kendisine
öneriler yağıyor. Fakat Makal' ın bir tek ülküsü vardır: Okumak, öğren­
mek, öğretmek ve topluma yararlı olmak ...
Nadir Nadi (Cumhuriyet ga::etesi)

Mahmut Makal tek değildir. Başkasınınkine benzemez bir kişiliği


var elbette. o ayrı iş. Yal nız. bilelim ki edebiyaıımızda bir Mahmut
Makal çığırı. Mahmut Makal ' lar çığın açılıyor. Onların karşısında biz
küçüklüğümüzü anlamalıyız. Yurdu da, yurdumuzla birlikte edebiyatı­
mızı da bugünkü gençler. bu Mahmut Makal'lar kuşağı kurtaracatır.
Gerçeği onlar geti riyor edebiyatımıza. Hepsi de yurda değinir
değinmez. en güzel dili, en temiz dili buluveriyorlar. Mahmut
Makal'ın, Ali Dündar 'ın yazılarını okuyorum da bizim dil kav­
galarımızdan utanıyorum doğrusu.
Nurullah Ataç (U/us ga::etesi)

Varl ık dergisinde ara sıra bir köy öğretmeninin köyüne ilişkin çok
güzel yazıları çıkıyordu. Bizim Köy 'ü aldım. çok beğendim.
Nazım 1/ikmet (Yeni Dergi)

Memleket insanlarının yüzde sekseninin yüz kızartıcı durumunu


apaçık ortaya dökme yürekliliğini gösteren. Demokratlar iktidara
geldikten sonra da uyarıcı yazıları hoş görülmeyen Makal 'a 27
Mayıstan sonra da korkuyla bakılıyor. Potiste ve Emniyet
Müdürlüğilnde koskoca bir dosyası v ar. Sözün kısası, Makal baştakiler
için sakıncalı kişi olmuştur. Makal veya daha yüzlerce aydın, ileri
düşünceden ve insanlarımızın daha iyi yarınlara kavuşmasından yana
sanatçı. düşünür. yazar için son yıllarda "ilgili" ve "yetkili" makam ­
ların düzenlediği daha neler vardır...
Burhan Arpad ( \·atan ga::ctesi)
1 03
Ve kendimi Mahmut Makal dışında, romancı olan ilk Türk
köylüsü olarak görüyorum.
Yaşar Kemal (Sanat Dergisi)

Bu güzelim yurdu bir hapishaneye çevirenler, insan haklarını hiçe


sayanlar, anayasayı çiğneyenler kimlerdir? Yalnız kendileri bu yurdu
seviyorlar. Makal gibiler yurtlarını sevmedikleri için mi Türk halkının
yararına kalemlerini kullanarak, tokmalarını kendilerine zehrediyor.
çrrpınıyor. anlayışsızlar elinde kahrolup dw·uyorlar? Yazık . . CHP ikti­
.

darında böyle, DP iktidarında böyle oldu, yine de böyle oluyor. Ama


Fikret'in özlediği sabah bir gün olacak. Sabah olacak ...
Aziz Nesin rAkşam ga:eresi)

Mahmut Makal, gerçekçi Türk yazınınn duygusal yaklaşımdan


eylemci işieve geçisinde tohumu çatlatmıştır. Ardından gelmiştir öbür­
leri.
Adnan Binyauır (Sanat Olayı dergisi)

Milletvekillerinin evrak çantalarında Makal ' ın yapıtlanndan birer


tane bulunmalıdır.
Erciimenl Ekrem Talu (Son Posta ga:eresi)

Anadolu'yu tanımak istersen. hemen kitaJ>'iıya koş. bir tane


Bizim Köy al. çekil bir köşeye yutkuna yutkuna oku. Okuyup bitirdik­
ten sonra da aynaya bakmayı unutma.
Suat Taşer rZ4er ga:cresi!

Amerika'da Türkiye hakkındaki yabancı dil yapıtlardan bir sergi


düzenlememiz istenmişti. Kataloglfa Makal 'ın çevirisini de bulduk.
Aslıyla birlikte sergiye koyduk. Basmakalıp edebiyattan her anlamıyla
uzak bir köy edebiyatma öncülük eden genç yazarın yapıtiarına böyle
bir sergide yer vermek ödevimizdi.
Sami N. Ozerdim ( \ Cır/ık dergisi)
1 04
Makal, köyün sorunlarına bilgiyle yaklaşmaktadır. Köye ve
insanımıza bakışı bütün olumsuz durumlara karşın umut yüklüdür.
Onun yapıtlan bilginin aklın, sevginin ve umudun ne kadar çok şey
başarmaya yetecegini göstermektedir.

Konur Ertop (Günaydın, 8. 4. /978)

Mahmut Makal olayı, meziyet düşmanlıgının yaşayan biçimine


çok canlı bir örnektir. idealist bir köylü genci köyünü oldugu gibi
dünyaya tanıtmayı iş ediniyor ve onaya halis ve temiz bir sanat yapıtı
çıkarıyor.

A hmet Emin Yalman (\ atan ga:etesi)

Reınarque ''Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok'' adlı yapıtında


koskoca bir savaşı anlatmış. Makal, hareketsiz, olaysız, mini mini bir
köy içinde o savaş kadar olağanüstü bir yaşam kavgasını -Anadolu
köylüsünün geçim derdiyle pençeleşmesini- aynı ilginçtikle anlatıyor.

Genç yazarın yapıtı üstüne sade ben kaç yazı yazdım. Başkaları
da o kadar çok yazdılar ki, neredeyse bir kitaplık dolduracak. B u da,
nüfusumuzun çoğunıugunu oluşturan köylülere ilişkin gerçekçi ve
içten galiba bir tek kitabın mevcut oluşundan ileri geliyor...

Vii-Nu (Akşam ga:etesiJ

Mahmut, sen tam adı üstünde sanat görevi yapıyorsun. Bize köyü
ilk kez döıt köşesiyle tanıtıyorsun. Hikayelerin, elbette doğruyu
söylüyor. Tanıyı konduruyor. Görevi de tamamı tamamına yapıyor.
Öyle ki Türk köyü davasını ele alacak olan içten bir devrimci ya da
ısiahaıçı veya kalkındırıcı ve yüıiitücü, ana harita olarak eline senin
kitaplarını alsa, sanırım sağa sola kaymadan hedefe doğru yol alır.
Böylece de bu ülkede görülecek tek işin ucundan tutulmuş olur.

/than Tarus (\ cırlık dergisil

Maka l ' ın yazdıklarının önem i , Cumhuriyet kuşaklarının


kru·şılaşacağı kültür, uygarlık ve ekonomik genişleme sorununun
u1.aını hakkında en doğru haberci olmasındandır. B izim Köy yazarı,

1 05
Tiirkiyc\le ilkesiz ve davasız oportünist politikacının elinde, azamelli
bir kuvvet haline gelebilecek, 25 yılda uygarlık, insanlık, ilerleme ve
özgür düşünce alanında ne yapılmışsa, hepsini kısa zamanda yok ede­
cek unsurlara dikkati ilk çeken aydın bir Türk gencidir. Kitaplarının
İngilizce çevirisindeki önsözleri dikkatle okunmalıdır. Bu önsözlerde,
1 950 iktidar değişmesi nde de büyük rol oynadıgına işaret edilmekte­
dir.
Forum dergisi ( başya:ıdan)

Kültür alanında uluslararası en büyük değer payesine layık


görülen ülkücü öğretmen Mahmut Makal, bugün kendi topl umunda
karşılaştığı her türlü baskıya karşın, görevini kendi toplumunda
s ürdürmektedir.
Abdi İpekçi (Milliyel ga:eTt'si)

Gerçeği olduğu gibi görerek buna dayanan işler yapılırsa çetin


sanılan sorunları çözmek kolaylaşır. Yazılarında, birçok insanlar içi n .
yüzyıllar boyunca gizli kalmış v e bu sebepten çözülmez b i r düğüm
sanılan sorunları açık açık, arka arkaya dizişin, köyterin kalkınması
hesabına iş yapmak isteyenlere ne büyük kolaylıklar hazırlaınaktadu·.
B u yazılarda bizim henüz pek alışık olmadığırnız bir üslup ve eda biçi­
mi vardır ki, köy dilinin ulusal yazınırmza ınal olması için böyle
yazılara pek gereksinim var. Onu n için bu bakımdan da hizmetin
büyüktür.
/lakkı Tonguç ! Tongu( a Kirap i

Biliyor m usunuz Maka l ' ın kitabı neden bunca güzel? Güzel bir
kitap yazınaya özenınemiş de ondan.
Oktay Rifat 1 Yaprak derg isi l

B izim Köy bir sanat yapıtı olarak da büyük. B üyük, çünkü kuvve­
tini dile getirdiği gerçekten alıyor.
Vedat Giinyol ( Yiicel dergisi)

1 06
Senin kitabı okw·ken yanımda anam da vardı. Güle güle katıldık
gittik. Güldük ama, ne yalan söyleyim Mahmut, sen tıpkı Molyer'e
benziyorsun. Nüktelerin zehir gibi. Geri tarafı neyse ne ama, hele bir
hoca portresi çizmişsin ... B ıçak yemin olsun, bıçak! ..
Fakir Baykurt (\'ar/ık dergisi)

Makal günün birinde ölür gider, her fani gibi. Ama Makal 'dan
geriye kalacak birkaç kitap var, bütün bir yaşam boyunca verilmiş
yiğitçe bir kavga var. Onun ardına jandannalar takan Sirer 'den, İleıi ' ­
den, Yardımcı'dan, Dengiz'den n e kalacak?
lthami Soysal (Akşam ga:etesi)

Mahmut Makal. bir öncü, dünyanın çeşitli ülkelerinde ü n


kazanmış bir yazar, bir eğitiınci. Seviniyoruz bizden de böyle biri çıktı
d iye. Kitapçılaı·da Fransızca, A lmanca, İngil izce bir yapıtma
rastlayınca, bir kitap kabında resmini görünce m utlu oluyoruz.
Oktay Akbal (Cımılıuriyet ga:etesi)

Mahmut Makal ' ın kitabını bir ham lede yer yutar gibi okuduktan
sonra elimde olmayarak "yaşa aslan ! " diye haykırdı�ım zaman, saat
gecenin üçüne çeyrek vardı. ·

Onu hiç tanımıyorum. Hiçbir yerde görmüşlüğüm falan da yok


doğallıkla... Gecenin üçünde beni heyecaniandıran bu delikaniıyı
alnından öpmek için önüne geçilmez bir istek duymuş, buna olanak
bulunmayınca da kalerne kağıda sarılmış Bizim Köy hakkında bir
övgü döktüıınüştüın.
Ne zaman uykuya geçtim bilmem. Sabah leyin çok erken
uyandığım zaman akşarnki heyecanı yeniden yaşadım ve kanma: "Bu
kitabı bugün oku" dedim. "Hemen oku... Senden yemek falan isteıni­
yonıın, öğleye kadar oku, üzerinde konuşalım!"
Orhan Kemal ( Yaprak dergisi)

1 07
Mahmut Makal 'lar, yurdumuzun gerçek yüzünü bize yetki ile
gösteriyorlar. Kendi içlerine kapanmış aydınlarımızı uyandıracaklar,
utandıracak lar.
Melih Cevdet Anday ( Yaprak dergisi)

B izim Köy'ü yazan bir insandan bu ülkeye kötülük gelece�ine


inanamayız. Onun bu yurdu en az Ni�de Valisi kadar sevdiğini biliriz.
Ebubekir Hazım Tepeyran'ın meşrutiyet yıllarında çıkmış Küçük Paşa
adlı bir kitabı vardır. Nigde bölgesindeki köylülerin durumunu anlatır.
Anlatılan durumun da B izim Köy ' de anlatılandan ayrımı yoktur. Yani
Makal ' ın gördüğü iş. böylece, o köylülerin yüzyıllardır değişmeyen
yazgıtarını bir de bugünkü kuşaklara göstermek olmuş. Sonunda da
tutuklanmış.
Orluın Veli Kanrk ! Yaprak dergisi)

Mahmut Makal 'ın yapıtında her şey 'dama' der. Ondan sonra
gelenler sadece köyü anlatıyorlar...
Mehmet Kemal !Banş ga:cresi)

Nerde Türk halkı için savaşan bir Türk aydını vardır. onu dünya
alkışiasa da Türkiye'nin yerli kompradoru lanetteyecek ve yerin dibine
batırınaya çalışacaktu·. Mahmut Makarın başına gelen budur. Çünkü
bu değerlerden Mahmut Makal, her türlü baskıya karşı koymuş. kim­
seye boyun eğmem iş. gazaba çru-ptırılmış biriydi. Onun dünya
kamuoyu önünde alkışlaııması. kendisini alaşağı etmek isteyenleri bir
kat daha küçültüyor.
Çetin A ltan !Akşam ga:eusi)

Size ben Makal ayannda yüzlerce Türk sol yazru·ı. çizeri.


sanatçısı. düşünürü sayabil irirn. Siz bana Makarın eline su dökebile­
cek. yuıt dışına adım atar atmaz sudan çıkmış balığa dönmeyecek on
sağcımızın adını verebilir misiniz?
Refik Erduran ( Milliyer ga:eresi)

1 08
Hak bildigim yolda Malcal gibi bir canyoldaşı daha kazanmanın
sevinci içindeyim. Mahmut Makal' lar edebiyat'tan çok, bir memleket
davası olan bu yolda başarılı olacaklardır.

Samim Kocagöz (Yeditepe dergisi)

Edebiyatımııda yeni bir aşama belki de bu yapıtla başlayacaktır.


Bu, gerçek, her türlü abartı ve kişisel görüşlerle niteligi degişmemiş bir
gerçekçiligin egemen oldugu edebiyat aşamasıdır. Orta Anadolu köy
halkının yaşarnından gerçek sahneler cidden çok sanatkirane gösteril­
miş bulunuyor.

Samet Ağaoğlu ( Varlık dergisi)

Makal, kuşagımızın zaferin i kazanmış oldun. Yapıtın "Hayal


Şehir" gibi ödül kazanmayabilir. Fakat okuması, yazması. anlama
istegi olanların zihinlerini kazanacagı muhakkaktır. Hala Amerika'ya,
bilmem nereye ziraat uzmanlıgı içi n adam gönderiyorlar. Çalışmaz bu
adamlar bizim köyümüzde. Camh masa gerisinde oturacak olduktan
sonra. şimdiye kadar uzman olup dönenler yetmiyor mu?

MuZIJ/fer Hacıluısanoğlu ( l'arl1k dergisi)

Mahmut Malcal davanın dış manzarası ile iç manzarasını maharet­


le ortaya koyuyor. Ve gösteriyor ki, yaralara parmak basmamak için
biz. sürekli olarak gerçeği gönnekten kaçınmışız, sürekli olarak köyü
kendi dert ve acıları içinde bırakmış. büyük bir bendilikle aynı vatan
üzerinde birbiri yle bağdaşmayan iki hayat yaratmışız.

Ciluıt Baban (Son Saat ga:etesi)

Bizim soyumuzun hayal çagını yaşamamız gerekiyordu, ama bizden


ilerdeki soylar, daha zengin daha sağlam kaynaklarta işe başlıyorlar. En
güzel örnek. Köy Enstitülerinden yetişen yazartann durumud ur. Birçok
yazann. bir sürü denemelerden sonra bile varamadığı salt edebiyat
alanına Mahmut Makal. tek bir kitapta vanverdi Ama onun yolunu ha­
yat ve Türk edebiyatının yeni gelişme olanaklan açmış bulunuyor.

Ceyhun Atuf Kansu ( V(ırlik dergisi)

1 09
B izim Köy 1 950'de bir başyapını. 1 995 'te de bir başyapıt
Anlatılan nesne ya da olayın kendisi san ılacak ölçüde y.alın
anlaumıyla, sıradanı şiire dönüştüren gözlem gücüyle, yoksulun o
soylu ve varla yok arası gülümsemesiyle donanmış genç anlaıımcının
duyarlı oldugu kadar da nesnel yaklaşımıyla, B izim Köy yazınımızda
bir doruktur...
Prof Tahsin Yücel (Cımılwriyet, 5. 9. 1 995)

Mahmut Makal. halihazırda yaşayan en büyük öykü yazarımızdır.


Kentli küçük burjuvazinin uydurma aşkları, halkıan kopuk kahra­
m anlıkları ve sanal acıları onu ilgilendirmemektedir. Makal ' ı
ilgilendiren, sevgili köylüsüdür. Ve onu anlatmak için de pe k çok
acılara katlanmıştır.
Dr. Yahya Kanbo/at ( Cımılıuriyet Kitap eki / 6 .4. / 998)

Makal siyasal iktidarlar için bir hasım olmuş çıkmıştır. Yirmi üç


yıldır iktidara kim gelmişse. onun sillesi ni yemiştir. Suçu da köyü yaz­
maktır. Türk toplumuna karşı görevini yapmış bir öğretmen, bir yazar,
yirmi üç yı ldır, o toplumun gözleri önünde manevi bir işkence ile ceza­
landırılmaktadır.
Sadun Tanju ( Cunılıuriyet gcı:ercsi)

Demokrasi deneyimleri, iktidar değişiklikleri bile aydın geçinen


çevrelerde. Makal ' ı n uyandırdıgı şaşk ınlık, yılgınlık ve hayreti
uyandıramamıştır. Kam uoyu yüzyıllardır ilk kez "efendimiz"
köylünün ne olduğunu bir köy çocuğunun agzından dinliyordu.
Makal ' ın gayet sağlam ve iyi bir anlatımı var.
(Akis dergi..� i)

Eski kuşağın, "Ayağı nalın/ı kı:lamı tıpış upış rak.w•ui.�i yer··


olarak tasvir ettiği Anadolu köyünün üstündeki kalın ve karanlık
perdeyi yırtıp atmak ancak Mahmut Makal'a ııasip olabilmiştir. Makal,
böyle mutlu bir akımın öncüsüdür. işini çok iyi bilen bir yazardır; bu
yüzden teslim bayrağını çekemez. Edebiyatı. edebiyat olsun diye

11o
yapan eski kuşaktan de�il çünkü. Geri bırakılmış bir halkın acısını
Makal ve Makallar çekecektir. Ama şurası bilinsin ki, tarihin kutsal
sayfaları bu acı çekenlere yer verecektir, acı çektirenlere degil.
Ahmet KöklügüUer (Çaltı dergisi)

SAKAL-MAKAL

Yahut
Aferin Oğlum Ahmet
Bu yolda devam tt.

Heri/çioğlu Sen Mişe/' de koyuvermiş sakalı

Neylesin Bizim Köy" ii, nitsin Mahmut Makal" ı

Esmeri, sarışım. kumralı. ku:gwıi karası

Cebinde dört dilberin telefon numarası

Bir elinde telefon bir elinde kesesi

Uyyy! Yeswı oni nenesi

Yeswı oni nenesi.

Bedri Rahmi Eyüboğlu ( Yeditepe dergisi)

Derleyip dii:enleyen: Kaya Serdengeçti

111
MAHMUT MNOO. BOrON ESERLERI olzlsN>E

YER AlAN ldrAPIAR

BiZiM KÖY

HAYAL VE GERÇEK

MEMLEKETiN SAHiPLERi

KURU SEVDA

KÖYE GiDENLER

KALKINıVıA ıVıASAU

ÖTELERiN HAVASI

YERALTINDA BiR ANADOLU

ZULÜM ıVıAKiNESi

KARANLIGI ZORLAYANLAR

DEGiŞENLER

KÖY ENSTiTÜLERi VE ÖTESi

BiR işÇiNiN GÜNLÜGÜNDEN

AGLATI

ANIMSI AClMSI

BOZKIRDAKi KlVlLClM

DELi MEHMET'iN TÜRKÜSÜ


\ .

1 930'da Aksaray'ın Demirci köyünde · doğdu. 1 947'de ivriz


Köy Enstitüsü'nü bitirerek köy öğretmeni old u . 1 950'de
yayınlanan "Bizim Köy" ad l ı kitabı ilgi ile karş ı land ı .
Değişenler (Bizim Köy, 1 975) adlı kitabıyla Türk D i l Kurumu
ödülünü, tüm yapıtlarıyla da Uhesco'nun "Dünya Kültürüne
Hizmet Ödülü"nü ald ı .
Yüksek öğren imini Gazi Eğitim Enstitüsünde yapt ı .
1 961 -62'de ingiltere'de eğitim teknikleri öğrenimi ald ı , 1 964-
65'te Fransa'da sosyoloji eğitimi gördü, 1 971 -72'de bir ,ders
yılı Venedik'te Türk Dili ve Edebiyatı okuttu.
Kitapları Bulgaristan'dan Japonya'ya pek çok ü l kede
yayı nland ı .
'Mahmut Makal, bugün kendi toplu m u nda karşılaştığı türlü
baskılara karşı n kendi ülkesinde yaşamaya devam
etmekted ir.'

KÖYE GiDENLER
"Köye Gidenler", bilisizliğe, bil inçsizliğe, bağnazlığa ve kö;- inançlara karşı
şavaşanların bir ' uzun ' öyküsü. Kendisi de bu aydınlanma savaşçılarından biri
olan Mahmut Makal ' ı n bu yapıtı, ülkemizde o y ı llardan bu .yana değişmeyen, ter­
sine. ·· stüste ka"tlanarak çok yönlü boyutlara ulaşan bozuk düzene çarpıcı bir ışık
tutuyor. ' Yozlaşan kentli ' ile 'bilgisiz köy l ü ' ikileminin arasında sıkışıp kalmış
'aydın' tiplerneleri başka deyişle, çıkarcı yöneten lerle, kör ·inançlarınıiı kölesi
yönetilenlere karşı bil imsel liğin eğitimi"n i sürdürmeye çalışanların; öğretmen ierin
0
ıt>
açı dolu serüveni oi arak da tanımlanabilir. . . Ya da 20. yüzyıl Türkiye 'sinin
[;:;
yazgı�ını saptayarak, bugünü oluşturan trajik yaşam ı. . .

I S B N 9 7 5 - 8 0 5 4 -.3 1 - 7
KARiYE KiTAPUGı
l lllllllllllljjl l lll l ll lllll
9 789758 0543 1 2

You might also like