100% found this document useful (2 votes)
2K views983 pages

2389 Nietszsche Julian Young Bulend O.doghan 2010 983s

Uploaded by

Yılgı Okay
Copyright
© © All Rights Reserved
We take content rights seriously. If you suspect this is your content, claim it here.
Available Formats
Download as PDF, TXT or read online on Scribd
100% found this document useful (2 votes)
2K views983 pages

2389 Nietszsche Julian Young Bulend O.doghan 2010 983s

Uploaded by

Yılgı Okay
Copyright
© © All Rights Reserved
We take content rights seriously. If you suspect this is your content, claim it here.
Available Formats
Download as PDF, TXT or read online on Scribd
You are on page 1/ 983

Genel Yayın: 3296

Bİ Y OGRAFİ

] ulian Young
NIETZSCHE
BİR FİLOZOFUN VE FELSEFESİNİN BİYOGRAFİSİ

ÖZGÜN ADI
NIETZSCHE
A PHILOSOPHICAL BIOGRAPH Y

ÇEVİREN
BÜLENT O. DOGAN

COPYRIGHT © CAMBRIDGE UNIVERSITY PRESS, 2010


CAMBRIDGE UNIVERSITY PRESS İLE YAPILAN SÖZLEŞMEYE İSTİNADEN YAYIMLANMIŞTIR

©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2010


Sertifika No: 29619

EDİTÖR
LEVEN T CİNEMRE

FELSEFE DANIŞMANI
DİLEK HÜSE YİNZADEGAN

GÖRSEL YÖNETMEN
BİROL BAYRAM

REDAKSİYON/DÜZELTİ
ÖMER ÇENDEOGLU

DİZİN
COŞKUN AK

GRAFİK TASARIM UYGULAMA


TüRKİ Y E İŞ BANKASI KÜLTüR YAYINLARI

I. BASIM: MAYIS 2015, İSTANBUL

ISBN 978-605-332-448-5

BASKI
PASİFİK OFSET
CİHANGİR MAH. GÜVERCİN CAD. N0:3/1 BAHA İŞ MERKEZİ A BLOK KAT.2
34310 HARAMİDERE / İSTANBUL
(0212) 412 17 oo/ı721
SERTİFİKA NO: 1202 7

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır.


Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin,
gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz,
yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

TüRKİ YE İŞ BANKASI KÜLTüR YAYINLARI


İSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK NO: 2/4 BEYOGLU 34433 İSTANBUL
Tel. (0212) 252 39 91
Fax. (0212) 252 39 95
www.iskııltur.com.tr
Julian Young

Nietzsche
Bir Filozofun ve Felsefesinin Biyografisi

Çeviren: Bülent O. Doğan

TÜRKiYE $BANKASI
Kültür Yayınları
İÇİNDEKİLER

Teşekkür .. .. . ............................................... ....................................... ....................................... ........ .................. ... ... ... XI


Kısaltmalar .. .... XIII
Kronoloji.. . .. ... .. . .. ............................... ............................. ............... .. ........ ............................................ .................................................... ..... XIX

1
GENÇLİK
. . . . . .. .................. ...... . . . . . . . ... . . . . . . . . . . .. ·· ··· · ···· ··· · ······· ·· · · · ···· · ···· ············· · ··················· ·············· . . .. . . 1
. .

1. Bölüm
Da Capo .. · · · · ·· ········· ·· · ········ · ··· ················ ···································································· ·· ········· · · · · .. . .. . . .
. . . ....
. . . . . . . .. . . . . . . ... . 3

2. Bölüm
Pforta . . . ....... .... . . ...................... . . . . . . . . . .... . . . . ...... . . . .............. ............. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...................................29
3. Bölüm
Bonn · · · ········· ······ · ······ · · · · · ················ ··························· · ········ · ············ · ········· ················································ ·························· 75

4. Bölüm
Leipzig. . . .... . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . .... . . . . . . . . ...........................................93
5. Bölüm
Shopenhauer . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . ......... . . . . . . . . ........ ........ . .. . . . . . 119
.
il
GÖNÜLSÜZ PROFESÖR
············ ····················· ··········· ···· ···· ···························································· 1 43
6. Bölüm
········································································································································································································································································ 1 45

7 . Bölüm
Richard Wagner ve Tragedyanın D oğu şu nun Doğuşu ......... .......... ..................... ...... ......165
. '

8. Bölüm
Savaş ve SonrasL .... . .. . ... .. ...
. . . . . ...
····· ····················································· ················ . .. . . .....
. . . . . . ... .. . .. .2 01
9. Bölüm

/\nal Filoloji. . . .. ....... .......................................... ...... ............................. ... ................ ....... ... .................................................... .... ....... . .... . .... . .. .221
. . . .
10 . Bölüm
Zamana Aykırı Bakışlar. ... ... .... . . ..... .... . ...... ..... . . ..... . . . ....... ....... .... . . . .. . ......... . . . . . . . ... .. .... . .. ...... . ................................. . . .2 43 .

1 1 . Bölüm
Aimez-vous Brahms? . .. . .. . . . .. . . . . . .. ... . . . . . . . . . .. . ........ .. . . .... . . . . . . ..
. . . . . ... . .... ... .... ....... .... ...... ...... .... .... . . . ... . . . .. . .. . . . . .. . . . . . . . . .. . ... .. ................... 2 71

12 . Bölüm
Auf Wiedersehen Bayreuth ... . ...... . . . . .. . .... ....... . . ... ...... . . . .. . . . .. . . . . . ..... . . .... ..... .... . . . ..... .
.. .. . ... . . . . .. . . .. ...... ........................................ .. 2
. 99

13. Bölüm
Sorrento . . . .. . ... ...... . . . . .. . . .... .... ....... .... ... . . ... . . . .
. . .. . . . . . .... . ... . . . . .... . . . . . . . ... . . . .. .... ... . . ..... .. .... ...... ....
... . . . . ... ..... .......... . . . . ... . . . . . . . . . . . . .... .. . . . .. . . .... . .............................. 341

14. Bölüm
İnsanca, Pek İnsanca . ... . . ........ . . . . . . . ... . . . . .... ... . ... . . .... . . . . ..... . . .. . . . . . ........ . ... ... . . . . . . . . .
. . .. .. . . ..... . . . . . . ... . . . . .. . .. .... .... ....... ....................... ..... 359

III
GÖÇEBE
. .. ... . ..... · ········································································································································· · . ... .. . . 40 3
...... ... . . ... ..

15. Bölüm
Gezgin İle Gölgesi . .
...................................... ............. ......................................................................................................................... .... .... .. . . . . . . . .... . . . . 405
. . . ..

16. Bölüm
Tan Kızıllığı . . .. . . . . . . . . . . . . . . 439
................................................................ ...... . .. ........ ........ .............................. ....... ..................................................... .............. ... ... ... . ... . . . .

17. Bölüm
Şen Bilim... ........ ... ........... ..................... ........... ........ ................. 471

18. Bölüm
Salome Macerası . . . . . . . .. .. . . . ..... . .... . . . ......50
...................................................... ............... .......................................... ......................................... . ... . ... . .. . . . . . 7
. .. .

19. Bölüm
Zerdüşt ..... . ............................................................................................................................................................................................................................................... 533

2 0 . Bölüm
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar . . .. . . . . . .... . . . . . . .. . .. ... .... . ..... ..... ..... .... ... . .... ... . .. . . . .
. . ...... ... . . . . . . . . . . . .. . . . . .... .. ... . . ............. 579

2 1 . Bölüm
İyinin ve Kötünün Ötesinde ... ... .. . ...... .. .. ...... . . . . .. .. . . . . . . ....... . .. . . . ........ . ..... ..
. . ........ . . . . . . . ... .. ....... .. .. . . . . .
..... ......... ............ 60 9

22 . Bölüm
( ;iivcrtcyi Temizlemek ................................. 649
2 3. Bölüm
Ahlakın Soykütüğü.. . ..... . . .. ... ........... . ........ .............. . . ...................... .... .............. .... . . . . . . . ... . ..... .. ........ ............ .......... ...... . . . 675
.

2 4. Bölüm
1 8 88 . ... ... . ....... . ........................................................................................................... ..... ..... .... . . . ... . . . . . ... .. . ... . .............................. .... . . 72 9

25. Bölüm
Felaket. . . . . .. . . ............. ..... ........................................................ .......... ................. . . . . ... .. ..... .... .. ... . ................................... . . 795

2 6. Bölüm
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü . ..................................... .. 80 3

2 7. Bölüm
Son.. .. . . ... . ..... ........ .......... . ....................................................................................................... ....................................................................................... 82 7

2 8. Bölüm
Nietzsche'nin Deliliği .. ............ .............. . . .. . .............. ............................................................................. . .. . . . ...................................... . . . . . . 841

Notlar . .... . . . . . . . . . ............... .... ..... ....... .. ... . .. . . . . . .. .... ..... ........ . . . . . ..... ...... ................................ ... . . ............. ... 847
İkincil Eserler Kaynakçası .... 917
. . .. .... . . ................................. ... ..................... ............................................................... ..........................

Sözlükçe. . . .. . ..... ... . . ... . . . ... . . . . ... . ... .... . ...... . .... ....... . . ..... . . . ...... . ............................................................. ......... . . . . . ....... ........ 921
.

Dizin.. . . ... . . . .. ... ...... ..... .......... ..... . ..... ... ..... .. .................................. .... ........ .. . ... . ... . .... .. ...... ........... ..... 92 3
Not

Başlığı ya da ara başlığı italik olan bölümler ve kesimlerde Nietz­


sche'nin eserleri tartışılıyor. Geri kalanlar onun hayatıyla ilgili. O yüz­
den bu kitap üç farklı şekilde okunabilir. Dilerseniz Nietzsche'nin haya­
tını, dilerseniz eserlerini okuyabilirsiniz; ama en iyisi üçüncü seçenek,
yani hem hayatını hem eserlerini okumaktır elbette.
Nietzsche'nin bestelerinden on yedisi ve bir yorum yazısı kitabın web
sitesinde bulunabilir: http://www.cambridge.org/978052 1 871 1 74.
Teşekkür

üyük minnet duyduklarım şunlardır: kötü ünlü "kırbaç" fotoğra­


B fıyla ilgili aydınlatıcı mektuplaşma için Curt Paul Janz; bana Nietz­
sche'nin Lou Salome'yle baş başa kaldığı Tautenberg'i gezdirmek için
bütün gününü harcayan Profesör Gerhard Schaumann ve Nietzsche'nin
çocukluğundan beri bildiği Saale-Unstrut şaraplarıyla beni tanıştıran eşi
Karin; okulun Nietzsche döneminde nasıl olduğuna dair bana çok fazla
içgörü kazandıran, Schulpforte arşivcisi Frau Petra Dorfmüller; Bayre­
uth'taki Wagner Müzesi'nin müdür vekili olan ve 200 7 Festivali'nin or­
tasında ilk Wagner eserleri konusunda benimle konuşmak için çok vakit
harcayan Dr. Gudrun Föttinger; Sorrento'daki Villa Rubinacci'den ge­
riye kalanların nihayet peşine düşmemi mümkün kılan Profesör Mario
Russo; bu kitabın web sitesinde dinleyebileceğiniz Nietzsche müzikleri­
nin kayıtlarını üreten, ayrıca Nietzsche'nin hayatı ve düşüncesinin pek
çok yönüne ışık tutan Wolfgang Bottenberg; Montreal'de benzer şekilde
aydınlatıcı ve son derece konuksever davranan Joanna Bottenberg; her
zamanki gibi felsefi niteliği tutturmamı sağlayan ve on dokuzuncu yüz­
yıl tarihinin pek çok noktasında hatalarımı düzelten Peter Lobtson; çe­
viriyle ilgili pek çok zorlu meselede başvurduğum Friedrich Voit; sayısız
kez beni yanlıştan kurtarıp doğruya yönelten Christine Swanton; beni
nice dilbilgisi hatasından kurtaran son okumacım Mary Montgomery;
son derece coşkulu ve bilge editörüm Beatrice Rehl. Her şeyden öte Anja
van Polanen Petel'e minnettarım: İz bırakmadan on dokuzuncu yüzyılın
derinliklerinde kaybolan bir kocayı yıllarca taşıyan kişi ancak bir üst­
kadın olabilir.
Bu kitabın tamamlanması Auckland Üniversitesi'nden 200 6'da aldı­
ğım bir yıllık izin, 200 7'deki Yazma Bursu, bir de Avustralya Araştırma
Konseyi'nin 200 8-9'daki Keşif Projesi Bursu sayesinde mümkün oldu.
5. Bölüm'ün bazı kesimleri European ]ournal of Philosophy'de (Cilt 1 6,
Sayı 2, 200 8, s. 3 1 1 -24) çıkan "Schopenhauer, Nietzsche, Ölüm ve Kur-
xii NIETZSCHE

tuluş" başlıklı incelememde, 7. Bölüm'ün bazı kısımları da International


]ournal of Philosophical Studies'te (Cilt 1 6, Sayı 2, 2008, s. 2 1 7-45 )
çıkan " Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuş u'nun Doğuşu" başlıklı
incelememde yayımlandı. Metinleri yeniden kullanmama izin verdikleri
için bu dergilerin editörlerine teşekkür ediyorum.
Kısaltmalar

Nietzsche'nin Eserleri

Nietzsche'nin kendisinin yayımladığı eserleri aşağıdaki kısaltmala­


ra göre anılmıştır: Romen rakamları eserlerin ana kısımlarını gösterir­
ken normal rakamlar sayfaları değil kesimleri göstermektedir. KGW ve
KSA'ya yapılan göndermelerde önce cilt numarası, sonra defter numara­
sı ve ardından köşeli parantez içinde not numarası verilmiştir ( örn. KSA
13 14 [204] ). KGB'ye göndermelerin de önce cilt numarası sonra mek­
tup numarası verilmiştir (örn. KGB 11.3 393). KGB, KGW ve KSA'dan
İngilizceye yapılan çeviriler tamamen bana aittir. Nietzsche'nin yayım­
lanmış eserlerinin çevirilerinde de kimi zaman değişiklikler yaptım. *
AS Ahlakın Soykütüğü Üstüne (çev. Ahmet İnam, İstanbul, Say,
2003; Zur Genealogie der Moral, 1 8 87), On the Genealogy
of Morals, haz. K. Ansell-Pearson, çev. C. Diethe ( Cambridge:
Cambridge University Press, 1 994).
() Deccal (çev. Oruç Aruoba, İstanbul, İthaki, 2003; Der An­
tichrist, 1 8 88); The Anti-Christ; The Anti-Christ, Ecce Homo,
Twilight of the Idols and Other Writings içinde, haz. A. Rid­
ley, çev. J. Narman (Cambridge: Cambridge University Press,
2005 ). Buradan sonra " Ridley ve Narman".
Fi 1 Ecce Homo, (çev. Can Alkor, İstanbul, İş Bankası Kültür Ya­
yınları, 2009; Ecce Homo, 1 8 8 8 ); Ecce Homo, Ridley ve Nar­
man içinde.

Kısaltmalarda yer alan Nietzsche eserlerinin Türkçe çevirileri, biyografi çevirisinde


yararlanılan çevirileri göstermektedir. Belli bir eserin kısaltma listesinde yer alan
\l'Vİrisi dışındaki bir çeviriden alıntı yapıldıysa, sonnotlarda kaynak olarak göste­
rilmektedir. Metin bütünlüğünü bozmamak için bazı alıntılar do ğrudan İngilizce
ıııl'tiııdcn çevrilmiştir. Ayrıca Türkçe yayımlanmış bazı alıntılarda Ingilizce metnin
gnl'ktirdiği bazı değişiklikler yapılmıştır-ç.n.
xiv NIETZSCHE

GG Gezgin ile Gölgesi (çev. İsmet Zeki Eyüboğlu, İstanbul, Broy,


1 966; Der Wanderer und sein Schatten, 1 879), The Wanderer
and His Shadow, Heller ve Hollingdale içinde.
Gİ Güç İstenci (çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul, Say, 2010; Der Wille
zur Macht, 1 90 1 ); The Will to Power, haz. W. Kaufmann, çev.
W. Kaufmann ve R. Hollingdale (New York: Vintage 1 968).
HKG Friedrich Nietzsche: Werke und Briefe: Historisch-kritische
Gesamtausgabe (Friedrich Nietzsche: Eserleri ve Mektupları:
Tarihsel-Eleştirel Tam Baskı), cilt il, haz. Hans Joachim Mette
(Münib: Beck, 1 933).
İKÖ İyinin ve Kötünün Ötesinde (çev. Ahmet İnam, Ankara, Gün­
doğan, 1 997; ]enseits von Gut und Böse, 1 8 86); Beyond Good
and Evi/, haz. R. - P. Horstmann ve J. Norman, çev. J. Norman
( Cambridge: Cambridge University Press, 2002).
İPİ İnsanca, Pek İnsanca (çev. Mustafa Tüzel, İstanbul, İthaki,
2003; Menschliches, Allzumenschliches, 1 878), Human, All­
Too-Human, Heller ve Hollingdale içinde.
KGB Nietzsche Briefwechsel: Kritische Gesamtausgabe (Nietz­
sche'nin Yazışmaları: Eleştirel Tam Baskı; 25 cilt), haz. G. Colli
ve M. Montinari (Bedin: de Gruyter, 1 975-2004).
KGW Nietzsche Werke: Kritische Gesamtausgabe (Nietzsche'nin
Eserleri: Eleştirel Tam Baskı; 24 cilt + 4 CD), haz. G. Colli ve
M. Montinari (Bedin: de Gruyter, 1 967-2006 ).
KKÖ Karışık Kanılar ve Özdeyişler (İnsanca, Pek İnsanca II}, (çev.
Mustafa Tüzel, İstanbul, İthaki, 2003; Vermischte Meinungen
und Sprüche, 1 879); Assorted Opinions and Maxims, Human,
All-Too-Human içinde, haz. E. Heller, çev. R. Hollingdale
(Cambridge: Cambridge University Press, 1 986). Buradan son­
ra " Heller ve Hollingdale".
KSA Samtliche Werke: Kritische Studienausgabe (Toplu Eserler:
Eleştirel Araştırmalar Baskısı; 15 cilt), haz. G. Colli ve M.
Montinari (Bedin: de Gruyter, 1 999).
NWK Nietzsche Wagner'e Karşı (çev. M. Osman Toklu, Ankara,
Gündoğan, 1 99 1 ; Nietzsche Contra Wagner, 1 8 88); Nietzsche
Contra Wagner, The Portable Nietzsche (Nietzsche Cep Kitabı)
içinde, haz. W. Kaufmann (New York: Penguin, 1 982).
Kısaltmalar xv

ÖK Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine (çev. Gürsel Aytaç,


İstanbul, Say, 3. basım, 2010; Gedanken über die Zukunft
unserer Bildungsanstalten, 1 872); On the Future of Our Edu­
cational Institutions, çev. M. W. Grenke (South Bend, iN: St.
Augustine's Press, 2004).
PA Putların Alacakaranlığı (çev. Mustafa Tüzel, İstanbul, İş Ban­
kası Kültür Yayınları, 2010; Götzen-Dammerung, 1 8 8 8 ), The
Twillight of the Idols, Ridley ve Narman içinde.
PTA The Complete Works of Friedrich Nietzsche ( Friedrich Nietz­
sche'nin Toplu Eserleri), cilt 2, Early Greek Philosophy (İlk
Yunan Felsefesi), haz. O. Levy, çev. M. A. Mügge (New York:
Gordon Press).
S Nietzsche: Werke in Drei Banden (Nietzsche: Üç Ciltte Toplan­
mış Eserleri; 3 cilt), haz. K. Schlechta (Münih: Hanser, 1 965).
ŞB Şen Bilim (çev. Ahmet İnam, İstanbul, Say, 2004; Die fröhliche
Wissenschaft, 1 8 82, 1 8 87); The Gay Science, haz. B. Williams,
çev. J. Naukhoff (Cambridge: Cambridge University Press, 200 1 ).
TD Tragedyanın Doğuşu (çev. Mustafa Tüzel, İstanbul� İş Bankası
Kültür Yayınları, 20 10; Die Geburt der Tragödie, 1 872); The
Birth of Tragedy, The Birth of Tragedy and Other Writings,
haz. R. Geuss ve R. Speirs, çev. R. Spears ( Cambridge: Camb­
ridge University Press, 1 999).
TK Tan Kızıllığı (çev. Hüseyin Salihoğlu, Ümit Özdağ, Ankara,
İmge, 1 997; Morgenröthe. Gedanken über die moralischen
Vorurteile, 1 8 8 1 ); Daybreak, haz. M. Clark ve B. Leiter, çev. R.
Hollingdale (Cambridge: Cambridge University Press, 1 997).
WB Richard Wagner Bayreuth 'ta (çev. Mehmet Toklu, İstanbul,
Say, 2003; Richard Wagner in Bayreuth, 1 876); Wagner in
Bayreuth, Breazeale ve Hollingdale içinde.
WO Wagner Olayı: Bir Müzisyen Sorunu (çev. M. Osman Toklu,
Ankara, Gündoğan, 1 994; Der Fall Wagner, 1 88 8 ); The Case
of Wagner: A Musician's Problem, Ridley ve Norman içinde.
/, İşte Böyle Dedi Zerdüşt (çev. Ahmet Cemal, İstanbul, Pinhan,
20 1 1 ; Alsa sprach Zarathustra, 1 8 83-5), Thus Spoke Zarat­
hustra, çev. ve haz. G. Parkes (New York: Oxford University
Press, 2005) .
xvi NIETZSCHE

ZAB Zamana Aykırı Bakışlar ( 1 873-74, Unzeitgemasse Betrachtun­


gen). [ZAB 1: David Strauss, İtirafçı ve Yazar, çev. Mustafa Tü­
zel, İstanbul, İthaki, 2006; David Strauss: der Bekenner und der
Schiftsteller, 1873); ZAB il: Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakın­
cası, çev. Mustafa Tüzel, İstanbul, İthaki, 2006; Vom Nutzen
und Nachtheil der Historie für das Leben, 1874); ZAB III: Eğitici
Olarak Schopenhauer, çev. Mustafa Tüzel, İstanbul, İthaki, 2007
(Schopenhauer als Erzieher, 1 874,); ZAB iV: Richard Wagner
Bayreuth'ta, çev. Mehmet Toklu, İstanbul, Say, 2003 (Richard
Wagner in Bayreuth, 1 8 76)]; Untimely Meditations, haz. D. Bre­
azeale, çev. R. Hollingdale (Cambridge: Cambridge University
Press, 1 997). Buradan sonra "Breazeale ve Hollingdale".

Diğer Eserler

BM On the Basis of Morality (Ahlakın Temeli Üzerine), Arthur


Schopenhauer, çev. E. F. J. Payne (New York: Bobbs-Merill,
1 965).
C Friedrich Nietzsche: Chronik in Bildern und Texten (Friedrich
Nietzsche: Fotoğraflı ve Metinli Kronoloji), haz. R. Benders ve
S. Oettermann, Stiftung Weimarer Klassik için (Münib-Viyana:
Hanser, 2000).
CA Friedrich Nietzsche, Curtis Cate (Londra: Hutchinson, 2002).
FR The Fourfold Root of the Principle of Sufficient Reason (Yeter
Sebep İlkesinin Dörtlü Kökü; Über die vierfache Wurzel des
Satzes vom zureichenden Grunde, 1 8 1 3 ), Arthur Schopenhau­
er, çev. E. F. J. Payne (La Salle: Open Court, 1 974).
İTO İsteme ve Tasarım Olarak Dünya * (çev. Levent Özşar, Bursa,
Biblos, 2009; Die Welt als Wille und Vorstellung, 1 8 1 8- 1 8 1 9)
The World as Will and Representation (2 cilt), Arthur Scho­
penhauer, çev. E. Payne (New York: Dover, 1 969).
J Friedrich Nictzschc: Bioxraphie (Friedrich Nietzsche: Biyogra­
fi; 3 cilt), C. P. Janz (Münib-Viyana: Hanser, 1 978 ) .

*
Ml'ıirıdl' lstı·ııı ı•ı· ·ı;,,,,ırıııı C J/ıırıık /)iiııya şeklinde kullaııılıııışrır-e.ıı.
Kısaltmalar xvii

LN The Lonely Nietzsche (Yalnız Nietzsche), Elizabeth Förster-Ni­


etzsche, çev. P. Cohn (Londra: Heinemann, 1 9 1 5 ).
PP Parerga and Paralipomena (2 cilt; Parerga und Paralipomena,
1 8 5 1 ), Arthur Schopenhauer, çev. E. Payne (Oxford: Claren­
don Press, 1 974).
WMO Wagner on Music and Drama (Wagner: Müzik ve Dram Üzeri­
ne) , Richard Wagner, haz. A. Goldman ve E. Scprinchorn, çev.
W. Astan Ellis (Londra: Gollancz, 1 964).
WN On the Will in Nature (Doğadaki İstenç Üzerine; Über den
Willen in der Natur, 1 836), Arthur Schopenhauer, çev. E. Pay­
ne (New York: Berg, 1 992).
WPW Richard Wagner's Prose Works ( Richard Wagner'in Düzyazı
Eserleri), cilt 5, Richard Wagner, çev. W. Asthon Ellis (Londra:
Kegan Paul, Trench, Trübner and Co., 1 896).
YN The Young Nietzsche (Genç Nietzsche), Elizabeth Förster­
Nietzsche, çev. A. Ludovici (Londra: Heinemann, 1 9 12).
Kronoloji

1 844 15 Ekim: N (Nietzsche) doğdu, Kari Ludwig ve Franziska (kız­


lık soyadı Oehler) Nietzsche'nin ilk çocuğu; Röcken'de, Lützen
yakınlarında, Leipzig yakınlarında.
1 846 10 Temmuz: Elizabeth doğdu.
1 849 30 Temmuz: Babası bir beyin hastalığından 35 yaşında öldü.
1 850 4 Ocak: N'nin erkek kardeşi Ludwig Joseph 2 yaşında öldü.
Nisan başı: Naumburg'a taşındılar. İlkokula yazıldı.
1 851 Bahar: Krug ve Pinder'le dostluğunun başladığı Weber'in özel oku­
luna nakledildi. Üçü birden 1 854'te Katedral Gramer Okulu'na
nakledildiler.
1 858 Ekim: Aile Weingarten 1 8'e taşındı. Franziska 1 897'deki ölü­
müne kadar burada oturacaktı. N, Pforta Okulu'na gitmeye
başladı.
1 859 Paul Deussen'le tanıştı.
1 860 25 Temmuz: N, Krug ve Pinder Germania Cemiyeti'ni kurdu.
Schopenhauer Eylül'de öldü. Paul Deussen'le dostluğu başladı.
1 86 1 Ocak-Şubat: Çok kötü baş ağrıları çekti.
Mart: Kiliseye kabul edildi. Bu yıl ya da sonraki yıl Wagner'in
Tristan'ını keşfetti.
19 Ekim: Hölderlin için "en sevdiğim şair" dedi.
1 863 Eylül: N'nin bıyığının ilk belirtileri.
1 864 Eylül: Cari von Gersdorff'la arkadaş oldu. Pforta'dan mezun
olup ayrıldı. Deussen'le birlikte Rhineland tatili.
Ekim: Bonn'da derslerine başladı; Franconia biraderliğine ka­
tıldı.
1 865 Şubat: Teolojiden filolojiye geçme kararı aldı. Köln randevuev­
lerine gitti.
19 Ekim: Leipzig üniversitesine kaydoldu; burada Rohde,
N'nin en yakın dostu oldu.
xx NIETZSCHE

Kasım: Schopenhauer'ın İstenç ve Tasarım Olarak Dünya'sını


[Die Welt als Wille und Vorstellung] keşfetti.
1 866 Yaz: Lange'nin Materyalizmin Tarihi'ni ( 1 988; Geschichte des
Materialismus, 1 866) keşfetti.
1 867 Ağustos: Rohde'yle birlikte Bohemya ormanında gezi.
Yaz: Esasen Die Meistersinger von Nürnberg (Nürnbergli Usta
Şarkıcılar) adlı operası sebebiyle Wagner'e hayranlığı iyice arttı.
Eylül: Naumburg'da askerlik görevine başladı.
1 86 8 Mart: At binerken meydana gelen kaza yüzünden göğsünden
yaralandı, Haziran'da askerlikle ilişiği kesildi.
Ekim: Leipzig'deki derslerine geri döndü.
8 Kasım: Wagner'le ilk kez karşılaştı.
1 869 12 Şubat: Basel'de klasik filoloji profesörlüğüne atandı.
19 Nisan: Basel'de oturmaya başladı.
17 Mayıs: Tribschen'deki Wagnerlere yaptığı yirmi üç ziyaretin
ilki.
1 Temmuz: Schützgraben 45'e taşındı ( "Zehir Kulübesi" ve
daha sonra "Baumann'ın Mağarası" ) .
1 870 Nisan: Franz Overbeck Schützgraben 45'e taşındı.
19 Temmuz: Fransız parlamentosu Prusya'ya savaş açtı.
13 Ağustos: Sıhhiyeci eğitimi almak için Erlangen'e ulaştı.
23 Ağustos: Cepheye giderken son savaş meydanlarından geç­
ti. Wörth savaş meydanındaki vücut parçalarını görünce deh­
şete kapıldı.
25 Ağustos: Wagner, Cosima'yla evlendi.
2 Eylül: N artık Metz yakınlarındaki Ars-sur-Moselle'ye kaymış
olan cephede. Üç gün kapalı bir tren vagonunda Karlsruhe'ye
giden yaralılara eşlik etti. Dizanteri ve difteri kaptı, Erlangen'e
döndükten sonra bir hafta hastanede yattı.
14 Eylül-21 Ekim: Naumburg'da sağlığına yeniden kavuştu.
Kasım: Basel'de hocalığa geri döndü; Wagner'in Beethoven
( 1 870) denemesini okudu; Burckhardt'ın tarih yazımı dersleri­
ni dinledi.
Noel Günü: Cosima için doğum günü hediyesi olan Siegfried
İdili'nin (Siegfried-Idyll) Tribschen'deki merdivende gerçekleş­
tirilen ilk icrasında bulundu.
Kronoloji xxi

1 871 18 Ocak: İkinci Alman Reich'ı ilan edildi ve 1. William, Kaiser


olarak taç giydi.
28 Şubat: Fransa-Prusya savaşının sonu.
1 872 2 Ocak: Tragedyanın Doğuşu Fritzsch'ten çıktı.
16 Ocak: Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine ( Gedan­
ken über die Zukunft unserer Bildungsanstalten) başlıklı ders
dizisi başladı ve 23 Mart'a kadar devam etti. Aynı ay Greifs­
wald'daki kürsü teklifini geri çevirdi.
22 Nisan: Wagner Tribschen'den ayrılarak Bayreuth'a yerleşti.
22 Mayıs: Rohde ve von Gersdorff'la birlikte Bayreuth'taki
Festspielhaus'un (Şenlik Evi) temel atma törenine katıldı. Wag­
nerlerin sıkı dostu olan Malwida von Meysenbug'la tanıştı.
Mayıs sonu - Eylül: Tragedyanın Doğuşu için Rohde'nin yo­
rum yazısı ve Wilamovitz'in eleştirisi. Burckhardt'ın Yunan
kültür tarihi dersleri vesilesiyle onunla uzun sohbetler.
1 873 Bahar: Doğa bilimleri üzerine yoğun kitap okumalarına baş­
ladı. Bu kitaplardan biri de African Spir'in Denken und Wirk­
lichkeit'ıydı [ 1 8 73; Düşünce ve Gerçeklik].
Mayıs: N'nin arkadaşı Heinrich Romundt tarafından yaz için
Basel'e davet edilen Paul Ree'yle ilk kez tanıştı.
8 Ağustos: İlk Zamana Aykırı Bakışlar'ın birincisi, David Stra­
uss, İtirafçı ve Yazar (David Strauss: der Bekenner und der
Schriftsteller) yayımlandı.
Kasım: N'nin Almanlara Çağrı'sı (Einladung zur Deutschen;
Bayreuth projesini destekleme çağrısı) Wagnerciler tarafından
reddedildi.
1 874 15 Ocak: Basel'in beşeri bilimler fakültesinin dekanı oldu.
22 Şubat: İkinci Zamana Aykırı Bakışlar'ın ikincisi, Tarihin
Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası ( Vom Nutzen und Nachtheil
der Historie für das Leben) Fritzsch'ten yayımlandı.
9 Temmuz: Yayıncı Ernst Schmeitzner N'yi kendi yayınevine
çekti.
Ağustos: Wagnerlerin Bayreuth'taki evi Wahnfried'e Brahms'ın
Zafer Şarkısı'yla (Triumphlied op. 55, 1 87 1 ) gitti. Wagner
küplere bindi.
XXİİ NIETZSCHE

15 Ekim: Zamana Aykırı Bakışlar'ın üçüncüsü, Eğitici Olarak


Schopenhauer (Schopenhauer als Erzieher), Schmeitzner'den
yayımlandı.
Aralık: Yunanların Tragedya Çağında Felsefe'yi (2010; Die
Philosophie im tragischen Zeitalter der Griechen) tamamladı
ama yayımlamadı.
1 8 75 Ocak - Temmuz ortası: Biz Filologlar (Wir Philologen) adlı bir
çalışmaya başladı, ama bunu hiçbir zaman tamamlayamadı.
15 Temmuz - 12 Ağustos: Steinabad'da " şifa " .
Güz: Spalenthorweg 48'e taşındı ve Elizabeth evin idaresini
eline aldı. Ree'nin Psychologische Beobachtungen'ini ( 1 875;
Psikolojik Gözlemler) okudu.
Kasım: N'nin derslerine girmek için Basel'e gelen Heinrich
Köselitz'le ( "Peter Gast") ilk karşılaşma . .
1 876 Ocak: Sağlık sorunlarından dolayı Piidagogium'daki öğret­
menliğine son verildi. Baş ağrıları üniversitede ders vermesini
de güçleştiriyordu.
Şubat: Ree'yle dostluğu başladı.
11 Nisan: Mathilde Trampedach'a yaptığı evlilik teklifi redde­
dildi.
1 O Temmuz: Zamana Aykırı Bakışlar'ın dördüncüsü olan
Richard Wagner Bayreuth'ta (Richard Wagner in Bayreuth),
Schmeitzner'den yayımlandı. Marie Baumgartner tarafından
yapılan Fransızca çevirisi Şubat 1 877'de çıktı.
23 Temmuz: İlk Bayreuth Festivali'ne katılmak için Bayreuth'a
son kez gitti. 4 Ağustos'ta aniden ayrılıp Klingenbrunn'a geçti
ve orada İnsanca, Pek İnsanca (Menschliches, Allzumenschli­
ches) üzerinde çalışmaya başladı.
8 Ağustos: Overbeck, Ida Rothpletz'le evlendi.
12-26 Ağustos: Wagner'in Nibelungen Yüzüğü (Der Ring des
Nibelungen, 1 85 1 - 1 874) dörtlemesinin ilk performansı için
Bayreuth'a döndü . Reinhardt von Seydlitz'le karşılaştı; Louise
Ott'la flört etti.
27 Ekim: Sorrcnto'ya v a rdı , Malwida von Meysenbug'un kira­
ladı�ı Villa Ruhinacci'de 8 Mayıs 1 877'ye kadar kaldı.
Kronoloji XXİİİ

1877 11 Haziran - 1 Eylül: Rosenlaui'de İnsanca, Pek İnsanca üze­


rinde çalıştı. Mind'ın .. editörü Croom Robertson'la tanıştı.
5 Ekim: Dr. Otto Eiser ve Frankfurt'taki göz hekimi Gustav
Krüger tarafından muayene edildi.
1878 Ocak: Parsifal'ın sözleri geldi.
7 Mayıs: İnsanca, Pek İnsanca Schmeitzner'den çıktı.
1879 20 Mart: Karışık Kanılar ve Özdeyişler ( Vermischte Meinun­
gen und Sprüche), İnsanca, Pek İnsanca'nın "Eki" olarak
Schmeitzner'den yayımlandı.
2 Mayıs: Sağlık sorunları sebebiyle Basel Üniversitesi'nden
emekliye ayrıldı.
21 Haziran 16 Eylül: St. Moritz'te. Sağlığı dibe vurdu. Gez­
-

gin ile Gölgesi (Der Wanderer und sein Schatten) üzerinde ça­
lıştı, kitap 1 8 Aralık'ta Schmeitzner'den çıktı.
1880 Şubat-Mart: Riva del Garda'da Tan Kızıllığı (Morgenröthe. Ge­
danken über die moralischen Vorurteile) üzerine çalıştı.
Mart-Temmuz: Venedik'te Köselitz'in yanındaydı.
Temmuz-Ağustos: Marienbad'da bunaldı.
Kasım: Cenova'da ilk kış, orada Mayıs'a kadar kaldı.
1881 4 Temmuz 1 Ekim: Sils Maria'da ilk yaz.
-

8 Temmuz: Tan Kızıllığı Schmeitzner'den çıktı.


Ağustos başı: Bengi dönüş (ewige Wiederkehr) düşüncesi N'nin
aklına geldi.
2 Ekim: Cenova'da ikinci kış, 1 882 Mart'ının sonuna kadar
orada kaldı.
27 Kasım: Cenova'nın Politeana tiyatrosunda Carmen'i ilk kez
izledi.
1882 Ocak-Mart: Şen Bilim (Die fröhliche Wissenschaft) üzerine ça­
lıştı. Ree'nin ziyareti; N'ye bir daktilo getirdi.
29 Mart 21 Nisan: Sicilya, Messina'da.
-

Nisan sonu: Roma'da. Lou Salome'yle tanıştı. Ree aracılığıyla


ona evlenme teklif etti. Reddedildi.
Mayıs'ın ilk yarısı: Lou'yla birlikte Sacro Monte'de. Muhtemel
bir öpüşme. Luzern'deki Aslan Bahçesi'nde ona bir daha evlen­
me teklif etti. Yine reddedildi. "Kırbaç" fotoğrafı çekildi.

*
1876'da yayı mlanmaya başlayan, felsefe odaklı, akademik İngiliz dergisi -r.n.
XXİV NIETZSCHE

Haziran'ın ilk haftası: Idyllen aus Messina [Messina İdilleri],


Schmeitzner'in aylık dergisinde yayımlandı.
16-17 Haziran: Lou'yla buluşmak için Berlin'de bir gün bo­
yunca bekledi.
25 Haziran - 27 Ağustos: Tautenburg'da. Lou ve Elizabeth de
7-26 Ağustos'ta oradaydı.
Lou N'ye "Gebet an das Leben" (Hayata Dua ) adlı şiiri hediye
etti. N şiiri derhal besteledi, 1 874'teki bestesi Hymnus an die
Freundschaft'ın (Dostluğa İlahi) melodisini kullandı.
26 Temmuz: Wagner'in Parsifal'inin ilk sahnelenişi.
26 Ağustos: Şen Bilim (1-IV. Bölümler) Schmeitzner'den yayım­
landı.
7 Eylül: N-Ree-Lou aşk macerasına dair Elizabeth'in aktardık­
larına öfkelenip annesiyle kavga eden N, Naumburg'dan ayrı­
larak Leipzig'e gitti.
Ekim: Lou ve Ree'yle son görüşme.
23 Kasım: Cenova ve Santa Marguerita Ligure üzerinden
Rapallo'ya gitti. Sonraki Şubat'a kadar oraya yerleşti.
1883 13 Şubat: Wagner, Venedik'te öldü.
24 Şubat: N, Cenova'daki eski apartmanına döndü.
18 Haziran 5 Eylül: Sils Maria'da ikinci yaz.
-

Ağustos sonu: Zerdüşt I. Bölüm (Alsa sprach Zarathustra)


Schmeitzner'den çıktı.
Eylül: Elizabeth, Bernhard Förster'le nişanlandığını duyurdu.
2 Aralık: Nice'te ilk kış, 20 Nisan 1 8 84'e kadar orada kaldı.
1884 Ocak: Zerdüşt II. Bölüm Schmeitzner'den çıktı.
Nisan: Zerdüşt III. Bölüm Schmeitzner'den çıktı. Resa von
Schirnhofer N'yi Nice'te ziyaret etti.
Haziran: Zürih'te Meta von Salis'le görüştü.
18 Haziran 25 Eylül: Sils Maria'da üçüncü yaz. İki Emily
-

Fynn'le tanıştı.
Ekim: Zürih'te Helene Druscowicz'le görüştü.
28 Kasım: Nice'te ikinci kış, 8 Nisan 1 8 85'e kadar orada kaldı.
1885 Mayıs'ın ilk haftası: Zerdüşt IV. Bölüm Naumann'dan çıktı,
masrafları N ödedi.
7 Haziran - Eylül ortası: Sils Maria'da dördüncü yaz. Güç
İstenci'nin ilk planları.
Kronoloji xxv

Eylül-Ekim: Naumburg'da, Elizabeth'le aklı başındayken son


kez görüştü.
11 Kasım: Nice'te üçüncü kış, 1 8 86 Mayıs'ının başına kadar
orada kaldı.
1886 Şubat: Försterler Güney Amerika'ya doğru yola çıktı.
30 Haziran: Sils Maria'da beşinci yaz. 25 Eylül'e kadar burada
kaldı. Helen Zimmern'le tanıştı.
4 Ağustos: İyinin ve Kötünün Ötesinde çıktı. Naumann'da ba­
sılmış ve yayımlanmıştı. Masrafları N karşıladı.
5 Ağustos: Fritzsch, N'nin eserlerinin satılmamış nüshalarını ve
telif haklarını Schmeitzner'den devraldı.
25 Eylül - 20 Ekim: Ruta Lugure'de. Şen Bilim'in yeni önsözü­
nü yazdı.
20 Ekim: Nice'te dördüncü kış, 2 Nisan 1 8 87'ye kadar orada
kaldı.
31 Ekim: Tragedyanın Doğuşu'nun yeni baskısı (Bir Öze­
leştiri Denemesi önsözüyle) Fritzsch'ten çıktı. İnsanca, Pek
İnsanca'nın iki ciltlik yeni baskısı (Karışık Kanılar ve Özdeyiş­
ler ile Gezgin ile Gölgesi de eklenmişti) Fritzsch'ten çıktı.
Aralık sonu: Zerdüşt 1-III. Bölümler tek cilt olarak Fritzsch'ten
çıktı.
1887 24 Şubat: Nice depremi.
12 Haziran: Sils Maria'da beşinci yaz, 1 9 Eylül'e kadar orada
kaldı.
24 Haziran: Tan Kızıllığı'nın yeni baskısı Fritzsch'ten çıktı. Şen
Bilim'in yeni baskısı (yeni V. Bölüm de eklenmişti) Fritzsch'ten
çıktı.
20 Ekim: Hymnus an das Leben ( Hayata İlahi; koro ve orkest­
ra için) Fritzsch'ten çıktı.
23 Ekim: Nice'te beşinci kış, burada 8 Nisan 1 88 8'e kadar kaldı.
16 Kasım: Ahlakın Soykütüğü Naumann'dan yayımlandı,
Masrafları N ödedi.
1888 5 Nisan: İlk kez kalmak için Torino'ya gitti ve 5 Haziran'da
oradan ayrıldı.
10 Nisan - 5 Mayıs: Brandes'in Kopenhag'da N üzerine. ders-
leri.
XXVİ NIETZSCHE

6 Haziran: Sils Maria'da yedinci ve son yaz; 20 Eylül'e kadar


orada kaldı. Yon Salis ve Kaftan, N'de hiçbir delilik emaresi
�örcmcdiler.
11 fylül: Torino'da; 9 Ocak'a kadar orada kaldı.
22 Eylül: Wagner Olayı (Der Fa il Wagner) Naumann'dan çıktı.
Aralık: N, aklını yitirdi.
1889 10-17 Ocak: Basel'deki ruh hastalıkları enstitüsünde.
18 Ocak: Jena'daki ruh hastalıkları enstitüsünde, 24 Mart
1 890'a kadar orada kaldı.
24 Ocak: Putların Alacakaranlığı ( Götzen-Dammerung) Nau­
mann'dan çıktı.
Şubat: Nietzsche Wagner'e Karşı (Nietzsche Contra Wagner)
Naumann'dan çıktı.
3 Haziran: Bernhard Förster intihar etti.
1890 24 Mart - 12 Mayıs: Jena'daki özel tesiste kaldı.
12 Mayıs: Naumburg'da Weingarten 1 8'de oturan annesinin
yanına geçti, Nietzsche 1 9 Temmuz 1 8 97'ye kadar orada kaldı.
1891 Köselitz, N'nin tüm eserlerinin edisyonuna başladı.
1892 Mart: Zerdüşt IV. Bölüm Naumann'dan çıktı.
1893 Ekim: Elizabeth Köselitz'e N'nin eserlerinin edisyonuna son
vermesini buyurdu. Yeni edisyon Fritz Kögel'in editörlüğünde
başladı. Elizabeth annesinin evinde Arşiv'i kurdu.
1894 Kasım: Deccal (Der Antichrist) Naumann'dan çıktı.
1895 Nisan: Elizabeth'in hazırladığı N biyografisinin Das Leben Fri­
edrich Nietzsche's'in (Friedrich Nietzsche'nin Yaşamı) birinci
cildi Naumann'dan çıktı.
Aralık: Elizabeth, N'nin eserlerinin tam kontrolünü ele geçirdi.
1896 1 Ağustos: Arşiv Weimar'a taşındı. Meta von Salis'in maddi
desteğiyle odalar kiralandı. Aynı yılın sonraki kısmında Arşiv,
Villa Silberblick'e taşınacaktır.
1897 20 Nisan: Franziska öldü. Elizabeth'in hazırladığı N biyog­
rafisi Das Leben Friedrich Nietzsche's'in ikinci cildi baharda
Naumann'dan çıktı.
Haziran: Kögel toplu eserlerin editörlüğünden azledildi.
20 Temmuz: Weimar, Villa Silberblick'te; N ölünceye kadar
burada kaldı.
Kronoloji XXVİİ

1898 Toplu eserlerin Grossoktav edisyonu Köselitz dahil altı editörle


başladı.
1900 25 Ağustos: Nietzsche öldü.
1901 28 Ekim: Paul Ree 52 yaşında öldü.
1903 23 Nisan: Malwida von Meysenbug 87 yaşında öldü.
1905 26 Haziran: Overbeck 6 8 yaşında öldü.
1930 1 Nisan: Cosima öldü.
1935 8 Kasım: Elizabeth 92 yaşında öldü.
1937 5 Şubat: Lou Salome 75 yaşında öldü.
Friedrich Wilhelm Nietzsche

(1844-1900)
GENÇLİK
1. Bölüm

Da Capo

Röcken

ietzsche'ye göre, ruh sağlığı gayet yerinde olan bir insan geriye
N bakıp bütün hayatını gözden geçirdikten sonra coşkuyla ayağa
kalkıp "oyunun ve performansın tamamına" "Da capo!* -Bir daha!
Bir daha! Tekrar en baştan!- diye haykırabilmeliydi. Bu fikir onun en
büyük esin kaynağıydı. Sağlığı tamamen yerinde olan bir insanın "en
büyük coşkuyla arzulayacağı şey" kendi hayatının sonsuz bir zaman bo­
yunca "bengi dönüşü "dür (ewige Wiederkehr) -kötü parçaları atılarak
arıtılmış haliyle değil, tam olarak aynı hayatı, ne kadar acı ve utanç
verici olursa olsun, en ufak ayrıntısına kadar ister. Nietzsche'nin kendi
amacı da bunu yapabilmek, kendi hayatına "Da capo!" diye haykıracak
bir noktaya ulaşabilmekti. Bakalım o noktaya varıncaya dek nelerle ye­
tinmek zorunda kalmış.
Friedrich Nietzsche, "Fritz" , 1 5 Ekim 1 844'te (idollerinden biri olan
Sarah Bernhardt'tan tam bir hafta önce) Sakson köyü Röcken'de doğdu.
Bu doğum yeriyle ilgili iki olgu önemlidir.
Birincisi, Röcken'in bulunduğu yöre yükselen Prusya devleti tarafın­
dan Saksonya'nın 1 8 15'te ilhak edilen kesimindeydi. Bu ilhak Sakson
kralının Napoleon'la ittifakına Prusyalıların verdiği cezaydı. Napoleon
1 8 13'te Leipzig savaşında Prusya'ya ve onun müttefiki olan Rusya,
Avusturya ve İsveç'e yenilmişti. (Nietzsche, ailesinin geri kalan üyeleri­
nin aksine babaannesinin Napoleon'a büyük hayranlık duyduğunu ha­
tırlar;l bu özellik daha sonra Nietzsche'nin siyasi bakış açısında önemli
bir unsur haline gelecektir.


Da capo: "Baştan al" anlamına gelen, İtalyanca müzik terimi-r.n.
4 NIETZSCHE

Göreceğimiz gibi, Nietzsche'nin entelektüel manzarasında Prusya


önemli bir rol oynar. Gençliğinde Prusya milliyetinden olmakla büyük
gurur duyuyordu -kendini kısaca tanımlaması gerektiğinde "Ben Prus­
yalıyım" demişti- ayrıca Prusya başbakanı ve daha sonra da birleşik
Alman Rt!ich'ının şansölyesi olan Otto von Bismarck'ın tutkulu bir
hayranıydı. Ancak Bismarck'ın Alman devletlerini ortak düşmana karşı
birleşmeye zorlamak için başlattığı, "tercih savaşı" olarak da bilinen
Fransa-Prusya Savaşı'nın ( 1 8 70-71 ) dehşetini gören Nietzsche, "kan ve
demir" şansölyesinin Prusya devletini kullanma biçimi ve bu devletin
kalkanının altında büyüyen halinden memnun şovenist dar kafalılık
karşısında şoke olacaktı. Yine de, tutkulu bir Prusya hanesinde yetiştiği
ve Prusya eğitim sisteminden geçtiği için, benim kanaatimce, arketipik
bir Prusyalı kişiliği edinmişti. İnsanın hayatını tek bir "hedefe" doğ­
ru giden "dümdüz bir çizgi" olarak örgütlemesini isteyen,2 hem ruhta
hem devlette bir "rütbe sırası" gerektiğini düşünen bir filozofun çağdaş
"postmodernizmin" babası sayılması, filozofların birbirini kasten yanlış
anlamakta neredeyse hiç sınır tanımadıklarının delilidir.
Nietzsche'nin doğum yeriyle ilgili ikinci önemli olgu, Röcken'in Pro­
testan Reformunun merkezinde bulunmasıdır: Bu köy Martin Luther'in
doğduğu Eisleben'den yetmiş kilometre uzaktadır, Johann Sebastian
Bach'ın çalıştığı ve öldüğü Leipzig'in yirmi beş kilometre güneybatısında
kalır, Georg Friedrich Handel'in doğduğu ve çalıştığı Halle'den elli kilo­
metre mesafededir. Hem Bach hem de Handel -Alman Lutherciliğinin ve
Nietzsche'nin anayurdunun iki büyük müzikal sesi- müzikle derinden
ilgilenen Fritz için çok önemliydi. Nietzsche'nin yazılarına göre dokuz
yaşındayken Handel'in Messiah'ından Hallelujah Korosu'nu duyduğun­
da, "meleklerin neşeli şarkısına, dalgalarında İsa'nın göğe yükseldiği
şarkıya katılmak zorunda olduğunu" hissedip benzer bir şey yazmaya
çalışmak için kesin kararını verdi (bu kitabın web sitesinde 1 . Parça).3
Kendi verdiği adla geleceğin " Deccal'ının " Protestanlığın beşiğinde
doğmuş olması burada çözmeye çalışacağımız bir paradoks yaratıyor.
Alman Protestanlığının koynunda nasıl böyle bir engerekli yılan besledi­
ğini sormamız gerekecek.
***

Fritz, " Friedrich Wilhelm" adıyla vaftiz edildi, çünkü Prusya Kralı
IV. Friedrich Wilhelm'in doğum gününde dünyaya gelmişti ve babası
Da Capo 5

Kari Ludwig de ( bkz. Resim 1 ) tutkulu bir Königsstreu, yani ateşli bir
kralcıydı.
Nietzsche'nin babası Ludwig, 1 8 1 3'te, Luther Kilisesi'nde "murakıp­
lık" (tahminen başdiyakoz) görevini yürüten, ayrıca ahlaki ve ilahi ko­
nularda ilmi eserler kaleme alan Friedrich August'un ( 1 75 6-1 862) oğlu
olarak dünyaya gelmişti. Ludwig'in annesi Erdmuthe beş kuşaklık Lut­
herci papazlar soyundan geliyordu. Ludwig'in Prusya kralına sadakati
hiç değilse kısmen minnettarlıktan ileri geliyordu. Halle Üniversitesi'nde
teoloji çalışmalarını tamamladıktan sonra, tıpkı Röcken gibi Prusya
Saksonya'sında bulunan küçük bir prenslik olan Sax-Altenburg'da dü­
kün üç kızına özel öğretmenlik yapmıştı. Neredeyse züppece denebile­
cek -alışılmış kasvetli din adamı tarzından uzak- giyim tarzını orada
edinmişti; oğlu da bu tarzı ondan miras alacaktı. Ayrıca Prusya Kralı'yla
da orada karşılaşmıştı; kral üzerinde iyi bir izlenim bırakmış olmalı, zira
komşu köyler Michiltz ve Bothfeld'le birlikte Röcken'in din işleri krali­
yet fermanıyla onun sorumluluğuna verilmişti.
Yirmi dokuz yaşındaki Ludwig aynı yıl, yakındaki Pobles köyünün
papazı David Ernst Oehler'in on yedi yaşındaki kızı Franziska Oehler'le
(bkz. Resim 2) tanıştı. Şık kıyafetleri, kibar tavırları ve piyano çalma
yeteneği -bu yetenek de oğluna miras kalacaktı- iyi bir izlenim bırakmış
olsa gerek, çünkü ertesi yıl evlendiler.
Bu yüzden Nietzsche'nin dört bir yanı Lutherci papazlarla doluydu
diyebiliriz. Ama daha sonra Hıristiyanlığa suikast girişimini köktendinci
ya da bağnaz bir geçmişe tepki olarak değerlendirmek hata olacaktır.
Ailesi ne köktendinci ne de bağnazdı, mesleğinin sonunda yazdığı yarı­
otobiyografik eseri Ecce Homo'da kendisi de bunu doğrular: "Hıristi­
yanlıkla savaşıyorsam, bu tam benim işimdir; çünkü o yönden hiçbir
yıkımla, hiçbir engelle karşılaşmadım. En koyu Hıristiyanlar benden hiç
esirgememişlerdir sevgilerini. "4
Yani Nietzsche'nin babası -özellikle müzik alanında- geniş bir kül­
türe sahipti, dogmalarla ilgilenmiyordu ve ilahi inancın ayrıntısının
bireysel vicdanın mahremiyetine ait olduğunu savunuyordu. Fritz'in
kız kardeşi Elizabeth'in hatırladığı kadarıyla Erdmuthe Nietzsche de,
" katı rasyonellik döneminde yetişmişti ... bu yüzden de 1 850'lerde
Ortodoksluğun canlanmasın�an, insanların alenen kendilerini çaresiz
günahkarlar ilan edip 'yeniden doğmalarından' huzursuz oluyordu. "5
6 NIETZSCHE

Aynı fanatizm karşıtlığı Fritz'in annesinin babasında da vardı ve küçük


Fritz bu dedesinin, herkesin birbirine " içten [gemütlich] " ve hoşgörüyle
yaklaştığı evine aşırı derecede bağlıydı. David Oehler, zekası, eğitimi ve
evliliği sayesinde toprak sahibi beyler arasına yükselen ve böylece bir
toprak ağası gibi yaşayabilen bir dokumacının oğluydu. On bir çocuk
yapmıştı, kağıt oynamayı severdi, hem çiftçi hem de attığını vuran bir
avcıydı. Kış akşamlarını canlandırmak için düzenli olarak müzikli top­
lantılar organize eden yetenekli bir müzisyendi ve Fritz'in en sevdiği
uğraklardan biri olan büyük bir kütüphanesi vardı.
Aslında Luther Kilisesi, Anglikan Kilisesi'ne çok benziyordu. Bu du­
rum, toplumsal ilerlemenin ve nispeten soylulara özgü yaşam sürdür­
menin yolunu açıyordu. Nietzsche/Oehler aileleri için Hıristiyan inan­
cının hiçbir şey ifade etmediğini ve onların Hıristiyanlığın sadece dışsal,
toplumsal biçimiyle yetindiklerini düşünüp, onlara hemen "Trollopeci"
[nezaketsiz-r.] sıfatı yakıştırmak yanlış olur. İki aile de, genellikle sor­
gulamayan, şüphe sarsıntısı geçirmemiş, içten bir inanca sahipti. * Din
onların hayatının temeliydi. Elizabeth bunu açıkça ifade eder:

Çocukluğumuz sırasında Hıristiyanlık ve dinin asla kısıtlayıcı bir unsur içerdiğini


görmedik, ama her ikisinin de örnekleri fiilen, doğal teslimiyetin en yüce görünümleri
halinde önümüzdeydi.G

*
Buna ilişkin kayıtlara geçmiş tek istisna Nietzsche'nin dayısı Edmund Oehler'in
1 862'de yazdığı bir mektuptadır: "Nasıl olduğumu soracaksın. Tanrı'ya şükür şimdi
çok iyiyim. Kasvetli ve puslu havalar geçip gitti, şimdi yeniden temiz ve taze hava
alabiliyorum ... Karanlık gecede ve büyük içsel çilelerle geçen zamandan sonra yeni
bir gün ve yeni bir yaşam doğmaya başladı. Çarmıha gerilip dirilen ve cennete yük­
selen İsa Mesih bugün de hala yaşıyor ve hükmünü sürdürüyor; o artık benim tek
Efendim ve gönlümün biricik kralı, sadece onu izleyeceğim, sadece onun için yaşa­
yacak, ölecek ve çalışacağım. İnsanları, kendi aklımı ve dünyevi irfanı takip ettiğim
için uzun zaman şüphe içinde yaşadım. Aslında senin de bildiğin gibi, insanların
görüşleri sürekli birbirini geçersiz kılar ki bu da arayış içindeki bir ruhun sağlam bir
zemin bulamaması demektir. Ama şimdi İsa gönlümün efendisi olunca şüphelerim
geçmişte kaldı. Artık sağlam bir zeminim var, çünkü İsa daima bir ve aynı kalıyor ...
Sevgili Fritz, senin de arayan, mücadele eden, çatışmalar yaşayan bir ruh olduğunu
sohbetlerimizden biliyorum. Öğüdümü dinle ve İsa'yı Rabbin kabul et, sadece onu
izle ... insanların sistemlerini değil. Sadece İsa, sadece İsa ve yine sadece İsa ... sadece
İsa" (KGB 1 . 1 Nietzsche'ye 58). Bu mektup Nietzsche'nin dayısı Edmund'un dini bir
kriz yaşadıktan sonra, Nietzsche/Oehler ailelerinin epeyce yadırgadığı bir "yeniden
doğuş" Hıristiyanlığına kaydığını gösteriyor.
Da Capo 7

Nietzsche/Oehler aileleri çocuklarını, Hıristiyan erdeminin zorlama


olmayan tezahürleriyle, sahici Hıristiyan hayatlarıyla çevrelemişlerdi.
Nietzsche'nin olgunluğunda Hıristiyanlığa saldırısındaki gaddarlık
bu yüzden biyografik bir bulmacadır. Hıristiyanlık onun çocukluğunu
sevgi ve emniyetle dolduran, asla kıymetini bilmezlik etmediği bir sıcak­
lık sağlayan geniş bir ailenin maddi ve duygusal temeliydi. Fritz özellikle
babasına derinden bağlıydı. On üç yaşındayken yazdığı otobiyografik
düşüncelerde onu şöyle hatırlar:

Tam bir taşra papazı! Canlı bir ruh ve sıcak bir kalbe sahip, Hıristiyanlığın tüm
meziyetlerini donanmış olarak sessiz, sade ama yine de mutlu bir yaşam sürdü; onu
tanıyan herkesçe sevildi sayıldı. Görgülü davranışları ve neşeli tavırları, davet edil­
diği pek çok sosyal faaliyete zarafet kattı ve herkesin hemen onu sevmesini sağladı.
Boş vakitlerini bilimle uğraşmanın hazzıyla ve müzikle doldururdu. Piyanoda, bilhas­
sa temalardaki doğaçlama çeşitlemeleri çalmakta çarpıcı bir becerisi vardı. ..7

Fritz de bu beceriyi çok geçmeden kusursuzlaştıracaktı. Elizabeth


babalarına dair bu tabloya hafifçe baskıcı bir nüans katar; hatırladığı
kadarıyla babasının önünde ihtilaflara yer yoktu, çünkü

son derece duyarlı bir adamdı, ya da o zamanlar söylendiği şekliyle, her şeyi çok
ciddiye alıyordu. Mıntıkasındaki ya da ailesindeki her ihtilaf işareti ona öyle acı verici
geliyordu ki çalışma odasına çekiliyor, yemeyi içmeyi ya da başkalarıyla konuşmayı
reddediyordu. a

Ama Fritz'in ona derinden bağlı olduğundan bir an bile şüphe etmi­
yordu.

Babamız zamanının büyük bir kısmını bizlerle geçirirdi ama özellikle en büyük
oğlu Fritz'le birlikteydi; ona "küçük arkadaş" der, meşgul olduğunda dahi yanında
olmasına izin verirdi, çünkü [Fritz] hiç kıpırdamadan oturmayı ve çalışan babasını
düşünceli bir edayla izlemeyi beceriyordu. Fritz daha bir yaşındayken bile babasının
müziğini o kadar seviyordu ki herhangi bir neden yokken ağladığında babasından
ona piyano çalması rica ediliyordu. Çocuk piyanonun sesini duyunca minik bebek
arabasında dimdik oturuyor, bir fare gibi sessiz kalıyor ve gözlerini müzisyenden hiç
ayırmıyordu.9
8 NIETZSCHE

Nietzsche Ecce Homo'da şöyle der:

Böyle bir babam olmasını büyük bir ayrıcalık sayıyorum; üstelik bana öyle geli­
yor ki. .. sahip olduğum diğer ayrıcalıkların hepsi de bununla açıklanabilir. Öncelikle,
yüksek, ince şeylerle dolu bir dünyaya [kitapların dünyasına] istemeksizin girmek
için biraz beklemem yeter, ayrıca niyet etmem gerekmez: Orada evimdeyim ben; en
derin tutkularım ancak orada açığa çıkar. 10

Bu yiizdcn, Nietzsche'nin Hıristiyanlığın aleyhine dönmesinin temel­


lerinde ôdipal " babayı öldürme" arzusunun bulunmadığı açıktır.
***

Röcken papazının evini (bkz. Resim 3) kadınlar yönetiyordu: Lud­


wig'in dul annesi, iyi yürekli ama gürültüye karşı hassas olan hastalıklı
Erdmuthe ve hiç evlenmemiş üvey kız kardeşleri [büyük halalar] Au­
guste ve Rosalie. Evi çekip çeviren, mide sorunlarından mustarip olan
Auguste'ydi. Rosalie ise biraz baskıcı, sinirleri zayıf, siyasetle ilgilenen
ve -o zamanki kadınlar için alışılmadık bir huy- gazete okuyan biriydi.
Fritz hepsini severdi.
On sekiz yaşındayken Fritz'i doğuran Franziska neşeli bir kadın­
dı, yüreği sevgi doluydu, ortalama bir eğitim görmüştü, sade bir iman
duygusu vardı, taşrada yetişmiş kadınların tipik dar ve tutucu bakış
açısına sahipti. Genç oğlunun " farklı olma arzusu"ndan yakınıyordu.
Buna karşı oğlu da onun ve Elizabeth'in "Naumburg erdemliliği"nden
şikayetçiydi; çok geçmeden taşınacakları kasabanın adından esinlenerek
uydurduğu bu tabiri, dar görüşlü, yasalara bağlı, baskıcı küçük-kasaba
ahlakı için kullanıyordu.
Fritz'in kız kardeşi Elizabeth 10 Temmuz 1 846'da doğmuş ve babası­
nın Sax-Altenburg'da öğretmenlik yaptığı üç prensesin adıyla, Elizabeth
Therese Alexandra olarak vaftiz edilmişti. Elizabeth, ya da Fritz'in tak­
tığı adla " Llama" ağabeyine tapıyordu ve ağabeyi de ona amirane ama
iyi davranıyordu. Elizabeth aralarında iki yıldan az bir zaman olmasına
rağmen onun ortaokula başladıktan sonra kendisine " küçük kız" deme­
ye başladığını ve kız kardeşinin ya da yanındaki kız arkadaşlarının beş
adım önde yürümekte ısrar ettiğini hatırlar.• Elizabeth küçük yaşlardan

• Elizabeth 1 862'de yani 1 6 yaşındayken eğitimini tamamlamak üzere Güneydoğu


Almanya'nın kültür başkenti Dresden'e gönderildi. Şu mektubu, Fritz'in kız kar-
Da Capo 9

itibaren Fritz'in yazdığı ne bulursa aşırma alışkanlığı edinmişti; Nietz­


sche'nin ölümünden geriye kalan epeyce yayımlanmamış metnin (Nach­
lass) kaynağı bu alışkanlıktır. Soyut düşünme kapasitesinden yoksun ve
duygusallıkla yüklü (tüm o "oh" ve "ah"lardan kurtulsa yazdıkları çok
daha iyi olurdu, diye annesine yakınır Nietzsche) 1 1 Elizabeth, yine de
açıkgözce (hatta en sonunda suç niteliğinde) bir girişimcilik yeteneği edi­
necek, böylece ağabeyinin delirmesinden sonra onun adını kullanarak
geçimini gayet iyi sağlayacaktı.
Franziska evi çekip çevirmekten sorumlu olmadığından ve evdeki
yetişkinlere yaş bakımından en az kendi çocukları kadar uzak kaldığın­
dan, Fritz ve Elizabeth için anneden ziyade abla gibiydi.
***

Nietzsche gençliğinde yazdığı dokuz otobiyografik metinden birinde,


doğduğu köyü on yedi yaşındayken şöyle hatırlıyor:

Anayol boyunca uzanan ve Lützen'in yakınlarında bulunan bir köy olan Röcken'de
doğdum. Köyü söğüt ağaçları, birkaç kavak ve karaağaç çevreliyordu, bu yüzden de
uzaktan bakıldığında ağaçların üzerinden sadece bacalar ve eski kilisenin kulesi gö­
rünürdü. Köyün içinde birbirinden sadece dar toprak şeritlerle ayrılan büyük göletler
vardı. Göletlerin çevresi de açık yeşil, budaklı söğütlerle doluydu. Biraz yukarıda pa­
pazın evi ve kilise vardı; papazın evi bir bahçe ve bostanla çevriliydi. Bitişikte kısmen
toprağa gömülü mezar taşlarıyla dolu mezarlık vardı. Papaz evi üç gürbüz, kocaman
karaağacın gölgesindeydi, bu ağaçların çarpıcı yüksekliği ve şekli ziyaretçiler üzerin­
de hoş bir etki bırakırdı ... Burada ailemin mutlu çevresi içinde yaşadım ve dışarıdaki
geniş dünyanın temasından uzak kaldım. Benim dünyam köy ve çevresinden ibaretti,
daha uzakta bulunan her şey bilinmez, sihirli bir alemdi. 1 2

Üç yıl önceki anıları genellikle bu kadar aydınlıktı, ama bazı gotik


gölgeler de yok değildi.

<leşini hem çok sevdiğinin hem de bir öğretmen edasıyla ona amirane davrandığı­
nın göstergesidir: "Canım, canım Lisbeth ... Neredeyse hep seni düşünüyorum ...
Uyuduğum zaman bile çoğunlukla seni ve birlikte geçirdiğimiz vakitleri rüyamda
görüyorum ... Dresden'de birkaç ay daha kalacaksın. Her şeyden önce Dresden'in
sanatsal hazinelerini iyi öğren ki gerçekten bir yarar sağlayabilesin. Sanat gale­
rilerini en azından haftada bir-iki kez ziyaret etmelisin, ayrıca iki-üç resme dik­
katli bakarsan iyi olur, böylece bana ayrıntısıyla anlatabilirsin -yazarak tabii"
(KGB 1 . 1 302).
10 NIETZSCHE

Röcken köyü ... çevresindeki koruluk ve içindeki göletlerle çok alımlı durur. Her
şeyin üstünde kilisenin yosunlu kulesi dikkatinizi çeker. Günün birinde babamla
Lützen'den Röcken'e yürüyerek dönüşümüzü çok iyi hatırlıyorum. Yolun yarısın­
dayken Paskalya şenliğini haber veren çanların canlandırıcı sesini duymuştuk. Çan
sesleri hala sık sık içimde yankılanır ve geçmişin özlemi beni alıp babamın uzaktaki
evine geri götürür. İçinde tabutlar, kara krepon kağıtları ve eski mezar taşı yazıtları
bulunan o eski püskü cenaze evi, ne kadar da çok ilgimi çekerdi ... Evimiz 1 820'de
inşa edilmişti ve mükemmel durumdaydı. Birkaç basamakla zemin kata çıkılırdı. En
üst kattaki çalışma odasını hala hatırlıyorum. Aralarında pek çok resimli kitap ve yazıt
bulunan dizi dizi kitaplar yüzünden orası en çok sevdiğim yerdi. Evin arkasında bah­
çe ve bostan vardı. Baharda buraların bir kısmını ve bodrumu su bastığı olurdu. Evin
önündeki avluda ahır ve samanlık vardı, buradan da çiçek bahçesine çıkılıyordu. Ben
genellikle gölgelik yerlerde otururdum. Yeşil duvarın arkasında söğütlerle çevrili dört
gölet bulunuyordu. Göletler arasında yürümek, yüzeyinden yansıyan güneş ışınlarını
ve neşeyle oynaşan balıkları seyretmek en büyük zevkimdi. Yine de beni daima gizli
bir dehşetle dolduran bir şeyden henüz söz etmedim: Kilisenin içinde St. George'un
usta bir el tarafından taştan yontulmuş, normal boyutların üstünde bir heykeli vardı.
O çarpıcı adama, korkunç silaha ve gizemli alacakaranlığa baktığım her seferinde
korkuyla gerilerdim. Söylendiğine göre bir keresinde gözleri öyle korkutucu bir ışıkla

parlamış ki onu görenlerin yüreği korkuyla dolmuş. - Mezarlığın çevresinde gösteriş­


siz tarzda çiftlik evleri ve bahçeler uzanır. Her çatının altında uyum ve huzur vardır,
nerdeyse hiç şiddet yoktur. Orada yaşayanlar köyden nadiren ayrılır, en fazla yıllık
fuara giderler. Fuar zamanları kalabalığı ve satılık parlak eşyaları görmek isteyen
neşeli genç erkek ve kızlar işlek Lützen'e gitmek için yığınlar halinde yola çıkarlar.13

Röcken sakin ve huzurlu olsa da, dışarıdaki dünyanın durumu çok


farklıydı:

Biz Röcken'de sakin ve huzurlu bir yaşam sürerken hemen her Avrupa ulusunda
deprem etkisi yapan olaylar yaşanıyordu. Patlayıcılar yıllar önce [1 789 tarihli Fransız
Devrimi] etrafa öyle bir saçılmıştı ki sadece bir kıvılcım onları patlatmaya yeterliydi.
- Sonra uzaklardaki Fransa'dan ilk silah şakırtıları ve marşlar duyuldu. Korkunç Şu­
bat Devrimi [1 848] Paris'te yaşandı ve giderek artan bir hızla yayıldı. "Özgürlük, Eşit-


Bu hatalıdır. Röcken kilisesinde hiçbir zaman St. George'un bir heykeli olmamıştır.
Onun yerine her biri kocaman birer kılıç kuşanmış ortaçağ şövalyelerini gösteren iki
duvar kabartması vardır.
Da Capo II

lik, Kardeşlik" çığlığı her ülkede duyuldu, alt ya da üst tabakadan insanlar kılıçlarına
davrandılar ve kimileri kralını savunurken kimi ona karşı savaştı. Paris'teki devrimci
savaş Prusya eyaletlerinin çoğunda taklit edildi. Üstelik çabucak bastırılmasına rağ­
men "Alman Cumhuriyeti" arzusu insanlar arasında uzun zaman varlığını sürdürdü.
Bağrışan kalabalıklar ve dalgalanan bayraklarla dolu arabaların anayoldan geçtiğini
hala hatırlasam da, bu hengame Röcken'e hiç sızmadı diyebilirim. 1 4

Röcken'deki bu kral yanlısı ailede Fransız Devrimi'nin tekrarına (bu


tekrara Dresden'deki Richard Wagner ve Rhineland'daki Kari Marx da
dahil olmuştu) hiç sempatiyle bakılmıyordu elbette. Prusya kralının ka­
labalığı yatıştırmak için sosyalist devrimcilerin kızıl armasını taktığını
duyan Ludwig gözyaşlarına boğulmuştu. 1 5 Göreceğimiz üzere, Nietz­
sche ömrü boyunca Rousseau'ya (Fransız Devrimi'ne " Özgürlük, Eşit­
lik, Kardeşlik" savaş çığlığını veren kişi), sosyalizme, hatta her türlüsün­
den devrime nefretini korumuştu. Ayrıca babasının kralcılığına sadık
kalarak daima monarşiyi ideal bir hükümet biçimi olarak görmüştü. 1 6
***

Avrupa çapında sürüp giden bu tantanalı bahar sırasında Franziska


üçüncü çocuğunu doğurdu. Kari Ludwig'in bir zamanlar hizmet ettiği
Sax-Altenburg Dükü Joseph'in şerefine çocuk Joseph adıyla vaftiz edil­
di. On üç yaşındaki Nietzsche erken gelişmiş edebi yeteneğini iyice zor­
layarak bu hikayeyi şöyle aktarır:

Şu ana kadar mutluluk ve neşe hep üstümüzde ışıldadı. Hayatımız parlak bir
yaz günü gibi endişesiz akıp geçiyordu. Ama birden kara bulutlar tepemize top­
landı, şimşekler çaktı ve gökyüzünden gelen çekiç darbeleri tepemize indi. 1 848
Eylül'ünde sevgili babam aniden ruhsal bir rahatsızlık geçirdi. Ama kısa zamanda
toparlanacağı umuduyla hem kendimizi hem onu avuttuk. İyi günlerinde vaaz ver­
meye çıkıyor ve kiliseye kabul derslerine giriyordu, çünkü aktif ruhu tembelliğe asla
gelemezdi. Birkaç hekim, hastalığının içeriğini anlamaya çalıştı ama bir sonuca va­
ramadı. Sonra o sırada Leipzig'de olan meşhur Dr. Opolcer'i çağırdık ve Röcken'e
geldi. Bu kusursuz adam, hastalığın nerede olduğunu hemen bildi. Hepimizi dehşet
içinde bırakan teşhisine göre babamın beyninde yumuşama vardı, umutsuz ölçü­
de ilerlememişti, ama bu haliyle de son derece tehlikeliydi. Babam korkunç acılar
çekiyordu, ama hastalık azalmadı, aksine her gün daha kötüye gitti. Sonunda gör­
me gücünü de yitirdi ve çilesine ebedi karanlıkta katlanmak zorunda kaldı. 1 849
12 NIETZSCHE

Temmuz'una kadar yatalak kaldı ; sonra kefaret ödeme gününün ilk ışıkları belirdi.
26 Temmuz'da kesin bir bilinçsizlik başladı ve ancak ara sıra kendine gelebildi.
Son sözleri şunlardı: "Franzschen - Franzschen - gel - anne - dinle - Tanrım!"
Ondan sonra da sessizce ve mübarek bir şekilde 27 Temmuz 1 849'da öldü tttt
(o sırada 35 yaşındaydı]. Ertesi sabah uyandığımda dört bir yanıma ağlayanlar ve
hıçkıranlar dolmuştu. Annem gözlerinde yaşlarla yanıma geldi ve, "Yüce Tanrım!
Zavallı Ludwig'im rahmetli oldu!" dedi. O sırada çok küçük ve deneyimsiz olmama
rağmen yine de ölüm hakkında biraz fikrim vardı: sevgili babamdan sonsuza dek
ayrılacağım düşüncesi beni de pençesine aldı ve kederle ağladım. Sonraki birkaç
gün gözyaşları arasında ve cenaze hazırlıklarıyla geçti. Yüce Tanrım! Ben babasız
bir öksüz olmuştum, sevgili annem de dul kalmıştı! - 2 Ağustos'ta sevgili babamın
dünyevi kalıntıları dünyanı n rahmine geri verildi. Mıntıka sakinleri onun için taşla
çevrili bir mezar yapmıştı. Öğlen saat birde ayin başladı, çanlar gürültüyle yankıla­
narak çaldı. Ah, o çanların derinden gelen sesleri kulaklarımı hiç terk etmeyecek;
" İsa, iman"! ilahisinin kasvetli ve dalgalı melodisini hiçbir zaman unutmayacağım.
Orgun sesi kilisenin boş alanlarında yankılanıyordu. 1 7

Yapılan otopside beynin çeyreğinin eksik olduğu ortaya çıktığı için,


Nietzsche'nin sevgili babasını bir tür beyin hastalığı yüzünden kaybet­
tiği kesin gibidir. Henüz beş yaşında olmasına rağmen bu kayıp Nietz­
sche'nin hayatında derin bir iz bırakmıştı. 1 8 85'te yayımcısına karşı
açtığı bir dava sonucu eline yedi bin İsviçre frangı geçince, kitapçılara
borcunu ödedikten sonra yaptığı ilk şey babasının mezarı için oyma­
lı bir mezar taşı yaptırmak olmuştu -yani Ludwig'in ölümünden otuz
altı yıl sonra yapıyordu bunu. ı s Aziz Pavlus'tan "Sevgi asla son bulmaz
( Korinthoslulara 1. Mektup," 1 3 , 8 ) " alıntısının işlendiği bu mezar taşı­
nı (artık dört dörtlük bir Hıristiyanlık düşmanı olan) Nietzsche bizzat
tasarlamış gibi görünmektedir.
Babasının ölümünü çok geçmeden, Nietzsche'nin Röcken papaz evini
hep andığı adla Vaterhaus'un [baba ocağı] kaybı takip edecekti ki bu da
Nietzsche'nin emniyet hissini ilk kaybedişi olacaktı. Yersiz-yurtsuzluk
duygusu şiirlerinde takıntılı bir tema haline gelecek ve öyle kalacaktı.
Örneğin on dört yaşındayken şiir dışında kolayca ifade edemediği hisle­
rinin yüzeye çıkmasına müsaade ederken şöyle yazmıştı:

" Yeni Ahit'te, yaklaşık 50-51 yıllarında yazılmış, yazar olarak Aziz Pavlus'un adını
taşıyan, Pavlus'un mektupları olarak anılan yedi metinden biri-r.n.
Da Capo 13

Nereye?
Ey gökteki minik kuş,
Bir cıvıltıyla uçup git
Selamımı götür
Sevgili yuvama.

Ah, sen tarlakuşu, al bu çiçeği


Koru bağrında
Süslesin diye kopardım
Babamın uzaklardaki evini

Uçuverip gel yanıma bülbül


Al şu gül goncasını
Bırak babamın mezarına. 1 9
***

Gelgelelim, Fritz'in babasını kaybettiğinde hissettiği kimsesizlik


"gökten gelen" iki "çekiç darbesiyle" daha da arttı. On üçüncü yaşı
devam etmektedir:

Köksüz kalan bir ağaç solgunlaşıp kuruyunca, minik kuşlar dallarını terk eder.
Ailemiz başsız kalmıştı. Yüreklerimizdeki bütün neşe uçup gitti ve derin bir hüzün bizi
esir aldı. Yine de yaralarımız tam iyileşmeye başlamışken yeni bir olay onları yeniden
açıp kanattı. - O sırada gördüğüm bir rüyada kilisede org çalındığını duymuştum,
babamın cenazesinde duyduğum müziğin aynısıydı. Bu seslerin ardında neyin yattı­
ğını algıladığım anda mezar tümseği aniden açıldı ve babam kefene sarılmış halde
dışarı çıktı. Çabucak kiliseye gitti ve bir an sonra kucağında bir çocukla geldi. Mezar
yeniden açıldı, babam içine girdi ve açılan yer yeniden kapandı. Orgun görkemli sesi
o anda sustu ve ben de uyandım. Bu geceyi takip eden gün küçük Joseph aniden
hastalandı, ciddi krizler geçirmeye başladı ve birkaç saat sonra da öldü. Sonsuz bir
kedere gömüldük. Rüyam tamamen gerçek çıkmıştı. Minik cenaze babamın kuca­
ğında huzurla uyumaya verilmişti. - Bu çifte talihsizlik sırasında göklerdeki Tanrı tek
avunç kaynağımız ve tek koruyucumuzdu. Bu olay ... 1 850 tarihinde gerçekleşti.20

Papaz evi yeni papaza gerekli olduğundan, Fritz sadece babasını ve


kardeşini değil, aynı zamanda Vaterhaus'u da kaybetmişti:

Sevgili yurdumuz Röcken'den ayrılacağımız vakit yaklaşıyordu. Orada geçen


son günümüzü ve gecemizi hala hatırlarım. O akşam son defa olduğunu bilerek yö-
NIETZSCHE

reden birkaç çocukla oyun oynamıştık. Akşam çanı tüm kasvetiyle suların üstünden
yankılanmış, donuk bir karanlık yeryüzüne çökmüş, ay ve ışıltılı yıldızlar doldurmuştu
göğü. Uzun süre uykum gelmedi. Gece bir buçuk sularında tekrar avluya çıktım. Ora­
da birkaç arabaya eşyalar yükleniyordu. Fenerlerinin donuk ışığı bütün avluya hazin
bir ışık saçıyordu. Başka bir yere yuvam dememin kesinlikle imkansız olduğunu dü­
şündüm. İ nsanın neşeyi ve kederi tattığı bir köyü terk etmesi ne kadar acı ; babamın
ve kardeşimin mezarları buradaydı, köy halkı beni daima sevgi ve dostlukla sarıp
sarmalamıştı. Arabamız bizi Naumburg'a, yeni evimizin bizi beklediği yere götürmek
üzere anayola çıktığında, şafak çayırların üstünde yeni yeni sökmeye başlamıştı.
- Adieu [elveda-r.], adieu, sevgili Vaterhaus.21
***

Hıristiyanlığın büyük düşmanının nasıl olup d a Alman Protestanlı­


ğının kalbinde, ona parmak ısırtacak kadar sıcaklık ve sevgi sunan bir
ailede yetiştiği sorusunu daha önce gündeme getirmiştim. Bu kişi ço­
cukluğundaki emniyetin temeline olgunluk döneminde niçin saldırmıştı ?
Nietzsche'nin korkusuzca ya da kimseyi kayırmadan doğruyu söylemeye
felsefi bağlılığı her türlü kişisel değerlendirmenin üstünde olabilir elbet­
te. Ama öte yandan daha ilk çocukluk döneminde Lutherci anayurdu­
nun günlük güneşlik dünyasındaki gölgeli köşelerin farkına varmış ola­
bilir, şüphe kurtçukları daha ilk deneyimlerinde içine doğmuştur belki
de. Hala dinine bağlı bir Hıristiyan tarafından yazıldığını vurgulamamız
gereken otobiyografik yazılarına dikkatli bakıldığında ikinci ihtimalin
destek göreceğini düşünüyorum.
Yetişkin filozofun cephaneliğindeki Hıristiyanlıkla ilgili polemikçi
betimlemeler saymakla bitmez: "tımarhane", "işkence odası" , "cellat
Tanrı"22 bunlardan sadece bazılarıdır. Ama özellikle şu ifade çok il­
ginçtir: "Hıristiyan hasta hanesi ve zindan havası " ,23 " Hasta hanesi "
ilginç bir tabirdir, çünkü Fritz'in üç yaşına basmasından itibaren Nietz­
sche hanesi tam manasıyla bir "hasta hanesi "ydi. Ecce Homo'da ba­
basına dair hatıraları övgülerle dolu olmasına rağmen, yine de hastalık
vurgusu dikkat çeker: "Babam otuz altı yaşında öldü: İnce, sevimli ve
maraziydi; geçip gitmek için doğmuş bir yaratık gibiydi -yaşamın ken­
disinden çok, hoş bir anısıydı sanki. " 24 Yukarıda s. 8'de alıntılanan ifa­
dede Nietzsche'nin fiilen söylediği şey (orada yok saydığım önemli bir
kısıtlama getirir) doğasındaki her "ayrıcalığı" babasına borçlu olduğu,
ama borçları arasında, yaşayacağı "hayatın, hayatı hevesle Evetleme­
nin" bulunmadığıdır. Bu ifadeleri bir araya getirdiğimizde Nietzsche'nin
Da Capo 15

babasını sadece maddi olarak değil manevi olarak da " ölüm döşeğinde"
hatırladığını, onu daha sonraki terminolojisiyle " hayatı-kabul eden"
değil "hayatı-inkar eden" (enerjisi düşük, hayattan elini eteğini çekmiş
ve daha iyi olan öteki dünyada gerçek yuvasını bulacağını uman) biri
olarak anımsadığını görebiliriz. Elizabeth'in anlatısında, "Ludwig'in
hastalığı başlamadan önce de çok hassas olduğunu görüyoruz: En ufak
bir tatsızlık işaretinde dahi "çalışma odasına çekiliyor, yemeyi içmeyi
ya da başkalarıyla konuşmayı reddediyordu". Olgun Nietzsche'nin hiç
değilse bilinçdışı düzeyde Hıristiyan dünya görüşüne karşı şöyle bir gö­
rüşü savunmasını muhtemel buluyorum: Bu dünyayı soğuk ve kurak
bir bekleme odasına indirgiyordu, biz günahkarlar yukarıdaki "hakiki"
dünyaya gitmeden önce bu odada beklemek zorunda bırakılıyorduk; ba­
bası Hıristiyan dünya görüşünün pençesine düşmeseydi hayatın tadını
tam anlamıyla çıkarabilecekti -hatta Hıristiyanlık yüzünden hayatın ta
kendisinden uzaklaştığı bile söylenebilir.
"Zindan havası" ifadesine gelince, "kasvetli kilisede" "korkunç sila­
hı" ve "çakmak çakmak gözleriyle" tehdit edici "St. George" heykeli kar­
şısında Fritz'in hissettiği (ve kimseye bahsedemediği) "dehşet" geliyor in­
sanın aklına. Acaba bu "cellat Tanrı"yla erken bir karşılaşma olabilir mi,
diye düşünmemek mümkün değil. Ayrıca cenaze evi, mezar taşları, kara
krepon kağıdı ve tabutlar: Nietzsche çocukluğunda ölümle ve ölümün
Hıristiyanlıktaki anlamının dehşet vericiliğiyle gündelik düzeyde karşı­
laşıyordu. Fritz'in otobiyografik düşünceleri alışılageldiği üzere büyük
ölçüde günlük güneşlik olsa da, benim tabirimle "gotik" tonları da bir
ölçüde barındırır -daha sonra Hıristiyanlığın güneşin uğramadığı "gri,
donuk, bitmek bilmez bir sis ve gölge"25 dünyası olduğundan söz edecek­
tir; dolayısıyla, Hıristiyanlığa dair sonraki eleştirilerin tohumlarını hayal
gücü yüksek bir çocuğun yaşadığı ilk korkularda bulmak mümkündür.

Naumburg

Röcken papaz evini boşaltmak mecburiyetinde kalan Nietzsche ailesi


1 850 Nisan'ında yakındaki Naumburg'a taşındı. İlk önce Neugasse'de,
demiryolu taşımacılığı acentesi Herr Otto'nun evinde kaldılar.
(Naumburg'u bir yönde Leipzig'e, diğer yönde Weissenfels'e bağlayan
ı6 NIETZSCHE

demiryolu daha yeni tamamlanmıştı.) Ama 1 855'te Auguste Hala'nın,


bir yıl sonra da Büyükanne Erdmuthe'nin ölümünün ardından Franzis­
ka önce bir arkadaşının evine, sonra da yaşlı kadınların tahakkümün­
den kaçmanın rahatlığını yaşayacağı kendi evine yerleşti. 1 85 8 güzünde
bir kez daha taşındı ve hayatının geri kalanını geçireceği Weingarten
335'e ( bugün 1 8 ) geçti ( bkz. Resim 4 ) . Nietzsche 1 85 8'de yatılı okula
bu evden gitti, otuz iki yıl sonra ise delirmiş olarak geri döndü ve annesi
1 8 97'de ölene dek onun bakımıyla ilgilendi.
***

Ağır ağır akan iki nehrin, yani Unstrut ve büyük Saale'nin birleştiği
yerin yakınlarındaki Naumburg bir katedral çevresinde inşa edilmiş kü­
çük bir kasabadır. Ama küçük bir mezradan gelen beş yaşındaki Fritz
burasını muazzam ve ürkütücü bir metropolis olarak görmüştü. Bu ilk
karşılaşmanın hatıraları şöyledir:

Babaannem, Rosalie Hala ve hizmetçi kız önden ayrıldı [Röcken'den], biz de


büyük bir üzüntü içinde daha sonra arkalarından gittik ... Taşrada çok uzun süre
yaşayan bizler için [Fritz ve Elizabeth] bu korkunç bir tecrübe olmuştu. Kasvet·
li sokaklardan uzak duruyor ve tıpkı kafesten kaçmış kuşlar gibi açık kırları arı·
yorduk... Tanımadığım insan kalabalıkları karşısında şaşkına dönmüştüm. Sonra
bu insanların hiçbirinin birbirini tanımadığını öğrenince daha da hayret etmiştim,
çünkü köyde herkes birbirini bilirdi. En tatsız bulduğum şey de uzun, parke taşlı
sokaklardı. 26

Fritz babasını kaybetmeyi bir "yaralanma" olarak tecrübe etmişti.


Röcken'in kaybı ve acayip, ürkütücü bir ortama yerleştirilme başka
bir yaralanmaydı. Sağlıklı bir çocuğun uyum yeteneği sayesinde, Na­
umburg'daki hayata yerleştikçe yaraları iyileşmeye başladı elbette. Ama
yara iyileşse de izi kaldı. Daha önce de belirtildiği gibi, anayurda geri
dönmenin verdiği emniyet hissinin özlemi Nietzsche'nin ömrü boyunca
sürüp gitti.
***

Fritz çevre değişimine uyum sağladıktan sonra Naumburg'un orta­


çağdan kalma surlarla çevrelenmiş olması sayesinde hiç değilse göreli bir
emniyet hissetmişti. Elizabeth bu suru şöyle anlatıyor:
Da Capo 17

Kasaba surlarla çevriliydi ve gece saat ondan sabah saat beşe kadar beş ağır
kapı her yandan dış dünyaya kapalı olurdu. Ancak zili bütün gücünüzle çalar ve
küçük bir bağış bırakırsanız bekçi dışarıda bekleyenlerin içeri girmesine müsaade
ederdi ki onun için de uzun süre beklemeniz gerekirdi. Bu yüzden akşamleyin kasa­
ba dışında, tepelerdeki bağlarda olanlar, belediyenin kulesindeki küçük çan, kapının
kapanacağını birkaç dakika öncesinden bildirdiğinde adımlarını hızlandırırdı. Kasa­
banın çevresinde derin bir hendek vardı; hendeğin öbür yanında güzel bir karaağaç
şeridi, şeridin çevresinde de bahçeler, tarlalar ve bağ dikili tepeler vardı. 27

Nietzsche, en azından 1 870'lerin sonunda göçmen hayatının başla­


masına kadar büyük şehirlerden nefret etmişti. Ama insanın koca dün­
yanın tehlikelerinden surlarla korunduğu küçük kasabaları, insanın
komşularını tanımasını ve taşrayla temasını sürdürmesini, özellikle de
ortaçağdan kalma eski Alman kasabalarını sevmeye başlamıştı. Mese­
la 1 874'te arkadaşı Edwin Rohde'ye gönderdiği mektupta2 8 Basel'den
ayrılıp Franconia'daki surlarla çevrili (bugün de aynı) ortaçağ kasabası
Rotenburg-ob-der-Tauber'e taşınmayı planladığını yazmıştı, çünkü mo­
dernite şehirlerinin aksine bu kasaba hala "altdeutsch" [eski tarzda Al­
man] ve " bütünlüklü "ydü.
Naumburg da hem mimari hem manevi bakımdan "altdeutsch"tu.
Elizabeth'in yazdığına göre, "tam anlamıyla Hıristiyan, muhafazakar
bir kasabaydı; Kral'a sadıktı, Tahtın ve Kilisenin destekçisiydi" .29 İşte
on üç yaşındaki kralcı Fritz, adını aldığı Prusya Kralı'nın bir ziyaretini
şöyle hatırlıyor:

Sevgili Kralımız Naumburg'u bir ziyaretle onurlandırdı [1 854'te]. Bu önemli gün


için büyük hazırlıklar yapıldı. Bütün öğrenciler siyah beyaz renklerle donatıldı [saraya
bağlılığı simgeleyen kurdeleler ve rozetler]. ülkenin babasının gelmesini sabah on
birden itibaren pazar yerinde ayakta beklemeye başladı. Bu arada hava yavaş yavaş
kapadı, sağanak başladı. Kral gelmedi! Saat on ikiyi vurdu. Kral hala gelmemişti. Ço­
cukların çoğunun karnı acıkmaya başlamıştı. Yeni bir sağanak patladı, bütün sokak­
lar çamur içinde kaldı. Saat biri vurdu -sabırsızlık giderek artıyordu. Saat iki civarında
aniden çanlar çalmaya başladı ve sema neşeyle dalgalanan kalabalığa gözyaşları
arasından gülümsedi. Bir arabanın tekerlek seslerini duyduk; kasabanın tümünü coş­
kulu tezahüratlar kapladı ; şapkalarımızı neşeyle sallayarak avazımız çıktığı kadar
bağırıyorduk. Taptaze bir esinti çatılardan sarkıtılan sayısız bayrağı dalgalandırdı,
18 NIETZSCHE

kasabanın bütün çanları çalmaya başladı ; muazzam kalabalık haykırıyor, tezahürat


yapıyor, arabayı adeta katedrale doğru itiyordu. Katedralin cumbalarında beyaz elbi­
seli ve saçlarına çiçekli taçlar takmış bir sürü genç kız duruyordu. Kral arabadan indi,
hazırlıkları övdü ve kendisi için hazırlanmış olan konuta girdi. O akşam bütün kasaba
aydınlatıldı. Sokakları sayısız insan doldurdu. Kasaba meydanındaki ve katedraldeki
çelenk piramitleri minik kandillerle tepeden tırnağa aydınlatılmıştı. Evler binlerce bay­
rakla süslenmişti. Katedral meydanında havai fişekler atılmaya başlandı, katedralin
karanlık silueti zaman zaman dünya dışı bir ışıkla aydınlanıyordu.30

***

Naumburg'a gelindikten kısa süre sonra Fritz özel bir okula değil,
kasabanın erkekler için olan ilkokuluna, yani Knaben-Bürgerschufe'ye
gönderildi. Elizabeth'in yazdığına bakılırsa bunun sebebi Büyükanne
Erdmuthe'nin şaşırtıcı ölçüde modern bir kafa yapısına sahip olmasıydı:
Fritz bütün sosyal katmanlardan on yaşın altındaki çocuklarla birlikte
eğilim görmeliydi, çünkü "üst sınıflardan çocuklar bu sayede alt dü­
zeydekilere has kafa işleyişini daha iyi anlayabilirdi" .31 (İngiliz kraliyet
ailesini çocuklarını askere göndermeye iten de yine bu düşüncedir her­
halde.) Fakat Fritz ilk gerçek dostları olan Wilhelm Pinder ve kuzeni
Gustav Krug'la burada tanışmasına rağmen, gözleri pek iyi görmeyen,
okumaya düşkün Fritz'i "alt düzeyden" kaba saba çocuklarla bir araya
getirmek pek de iyi sonuçlar vermedi. Bu yüzden bir yıl sonra üç çocuk,
öğrencileri gramer okuluna hazırlamaya odaklanmış Herr Weber'in özel
okuluna nakledildi. 1 854'e kadar orada okuduktan sonra Domgym­
nasium, yani Katedral Gramer Okulu'na kabul edildiler. Yeni okulları
doğrudan katedral binasına bağlıydı. Nietzsche hayatı boyunca ona mu­
sallat olan körleştirici baş ağrılarını ilk kez burada çekmeye başladı ve
okula çok düzenli devam edemedi. Ama son derece sıkı çalışıyor, ertesi
sabah beşte kalkmak zorunda olmasına rağmen çoğunlukla gece on bir
ya da on ikiye kadar derslerini yapıyordu.32 Neticede saygın bir yatılı
okul olan Pforta'da burs kazandı ve 1 85 8 güzünde oraya nakledildi.
***

Fritz kitaplara meraklı olsa da, Naumburg'daki yıllarında sevimli bir


çocuksuluktan çıkmamıştı daha. Weber'in hazırlık okulunda kendisinin
ve iki arkadaşının hayatına dair hatıralarında bunun izlerini görmek
mümkündür:
Da Capo 19

[Papaz adayı] Herr Weber özenli bir öğretmen, iyi bir Hıristiyandı, arkadaşlığı­
mızı bildiği için bizi ayırmaya çalışmazdı. Gelecekteki eğitimimizin temelleri burada
atıldı. Zira kusursuz bir dini eğitimin yanı sıra ilk Yunanca ve Latince derslerimizi de
burada aldık. Ödevlerimiz fazla değildi, bu yüzden bedensel faaliyetlere de vaktimiz
kalıyordu. Yazları kasaba çevresindeki kırlarda küçük gezintilere çıkardık. O güzelim
Schönburg'u, Goseck Frieburg şatosunu, Rudelsburg ve Saaleck'i, genellikle cüm­
bür cemaat ziyaret ederdik. Grup halinde yürürken neşemiz hep yerinde olurdu; yurt­
severlik şarkıları söylenir, keyifli oyunlar oynanırdı, yolumuz bir ormandan geçerse
kendimizi yapraklar ve çubuklarla süslerdik. Şatolar eğlenenlerin çılgınca naralarıyla
yankılanırdı -o zaman eski zaman şövalyelerinin cümbüşleri gelirdi aklıma. Avlularda
ve ormanda at sırtında savaşırdık, ortaçağın en şanlı zamanlarının minyatür taklit­
lerini yapardık. Sonra yüksek kulelere ve kale burçlarına çıkar, akşam olurken altın
rengine boyanan vadiyi seyrederdik, çayırlara sis indiğinde de neşeli çığlıklar atarak
eve doğru yola çıkardık. Her bahar kiraz şenliği yerine geçen bir şölen düzenlerdik.
Yani Naumburg'un yakınında küçük bir köy olan Rossbach'a, okla avlanmaya gider­
dik. Herr Weber vurduğumuz kuşları bize bölüştürürdü ve hepimiz müthiş zaman
geçirirdik. Yakındaki ağaçların orada hırsız-polis oyunu oynardık.33

Küçük çocuklara ok ve yay teslim edilmesini bir yana bırakırsak,


bunlar gayet normal çocuk oyunları gibi görünmektedir. Aslında Fritz'in
savaş oyunlarına merakı, erken büyümüş, yaratıcı bir çocuk olduğunu
gösteriyor.
Rusların Karadeniz yöresinde Türklere karşı kazandığı zaferle­
rin ardından, 1 854'te İngiltere ve Fransa Rusya'ya savaş açtı. Amaç­
ları Rusya'nın batıya doğru daha fazla genişlemesini, Akdeniz'i ve
Hindistan'a giden kara yollarını tehdit etmesini önlemekti. Alma Nehri,
Balaklava ve Inkerman'da büyük çarpışmalar oldu. İngilizlerin ciddi be­
ceriksizliklerine rağmen -en meşhurlarından biri Hafif Süvarilerin inti­
har saldırısıdır- 1 8 85 Eylül'ünde sahildeki Rus kalesi Sivastopol'un düş­
mesi nihayet barış müzakerelerinin başlamasını sağladı. Kırım Savaşı'nın
Naumburg'ta nasıl görüldüğünü on üç yaşındaki Fritz şöyle anlatır:

Fransızlar ve İ ngilizler bir ordu ve donanma hazırlayıp [Türklere] yardıma gön­


derdiler. Savaşın merkezi Kırım'dı ve koca ordu Menşikov komutasındaki büyük Rus
ordusunun konuşlandığı Sivastopol'u kuşattı. -Bunu görünce hemen Rusların tara­
fını tuttuk ve Türklerin tarafını tutan herkese öfkeyle meydan okuduk. Kurşun asker-
20 NIETZSCHE

lerimiz ve inşaat aletlerimiz olduğundan kuşatmayı ve çarpışmayı taklit etmemiz zor


olmadı. Çamurdan duvarlar yaptık, herkes duvarları sağlamlaştırmak için kendine
özgü yöntemler kullandı. Hepimiz "savaş listeleri" dediğimiz küçük bir defter tutuyor­
duk; kurşun güllelerimiz vardı, ayrıca yeni askerler alarak ordularımızı büyütüyorduk.
Bazen Sivastopol limanının planına uygun olarak küçük bir havuz kazıyor, siperleri
ve duvarları dikkatle hazırlıyor, sonra da limanı suyla dolduruyorduk. Zift, sülfür ve
güherçileden bir sürü gülle yapıyor, sonra yakıp kağıt gemilere fırlatıyorduk. Az son­
ra parlak alevler yükseliyordu; heyecanımız artıyordu ve yanan güllelerin karanlıkta
uçuşunu görmek gerçekten güzel oluyordu -çünkü hava karardıktan sonra da oyuna
devam ederdik. En sonunda bütün donanma ve bombaların hepsi yanıp bitiyordu;
savaş sırasında alevler çoğu zaman yarım metreye kadar yükselirdi. Bu şekilde sa­
dece dostlarımla [Pinder ve Krug] değil kız kardeşimle de güzel zaman geçiriyorduk.
Ayrıca inşaat aletlerimizle siperler kazarken, duvarları bozup bozup yaparken inşa­
atçılığın da tüm inceliklerini öğrenmiştik ... Savaş bilimi konusunda keşfedebildiğimiz
her şeyi uzun uzadıya tartışmış olduğumuzdan bu konuda bir hayli uzmanlaşmıştım.
Savaş sözlükleri ve yeni yayımlanmış askeri kitaplarla koleksiyonumuzu zenginleşti­
riyorduk ve şimdiden büyük bir askeri terimler sözlüğü yazmak istiyorduk.34

Fritz'in acayip ve çok yönlü zekasını, ayrıca kralcı hislerini gözler


önüne seren başka bir oyun da Elizabeth'in hatıralarında görülür:

Ağabeyim ve ben ... kendimize ait hayali bir dünya yaratmıştık; bu dünyada minik
insan ve hayvan bibloları, kurşun askerler vs. tek bir merkezi şahsiyetin, yani Kral
Sincap adını verdiğimiz beş santim boyundaki minik porselen sincabın çevresinde
yer alırdı ... Bir sincabın kral olamayacağı bir an bile aklımızdan geçmemişti; aksine,
en haşmetli varlığın o sincap olduğunu düşünüyorduk ... bu küçük kral her türlü şen­
likli küçük seremoninin başkahramanıydı. -Ağabeyimin yaptığı her şey Kral Sincap
şerefineydi; tüm müzikal üretimini Majestelerine övgü olsun diye yapıyordu; doğum
gününde ... şiirler okundu ve piyesler sahnelendi, bunların da hepsini ağabeyim yaz­
mıştı. Kral Sincap sanatın koruyucusuydu; bu yüzden bir resim galerisi olmalıydı.
Fritz kendi yaptığı Meryem tablolarından, manzaralardan oluşan bir galeri hazırladı.
Özellikle güzel bulduğum birinde, eski bir manastır hücresindeki bir oyukta eski moda
bir kandil yanıyor ve odayı tuhaf bir ışıkla aydınlatıyordu.35

***

Fritz'in hem kız kardeşi hem de annesiyle sıkı ve sevgi dolu bir ilişkisi
vardı. Ama aynı zamanda Wilhelm Pinder ve Gustav Krug'a da çok ya-
Da Capo 21

kındı. Bu iki çocuk Fritz'in ilk gerçek dostlarıydı. Okul döneminde hep
arkadaş kaldılar, ama Wilhelm ile Gustav üniversite için Heidelberg'e,
Fritz ise Bonn'a gidince yavaş yavaş koptular.
Fritz'in her iki arkadaşının ailesi de toplumsal konum bakımından
Nietzschelerden daha yüksekteydi. Nazik ve biraz kırılgan bir çocuk
olan Wilhelm, yargıçlık yapan babası ve büyükannesiyle birlikte ka­
sabadaki en iyi evlerden birinin yarısında oturuyordu (evin diğer yarı­
sında Kruglar oturuyordu). Doğrudan pazar yerine bakan bu beş katlı
villada hem Büyük Frederick'in hem de Napolfon'un kaldığı söyleni­
yordu. Fritz'in büyükannesinin iyi bir dostu olan Büyükanne Pinder de
Naumburg'un önde gelen hanımlarındandı ve evi de edebiyat ve sanatla
ilgilenen herkesin toplanma yeriydi. Büyükanne Pinder ve Erdmuthe ço­
cukların dostluğunu teşvik etmişlerdi. Yargıç Pinder'in edebiyata yat­
kınlığı vardı ve Fritz'e Goethe'nin eserlerini o tanıtmıştı. Nietzsche dün­
yadaki herkesten çok Goethe'ye hayranlık duyacaktı. Fritz ile Wilhelm
arasındaki en kuvvetli bağı şiir oluşturuyordu.
Gustav ise Wilhelm'e kıyasla daha sağlam yapılı bir çocuktu. Fritz'in
hatırladığı kadarıyla Gustav'ın babası,

büyük bir müzik düşkünü ve virtüozdu. Hatta birkaç önemli beste yapmıştı ...
Şahane bir kuyruklu piyanosu vardı, sık sık evinin önünde büyülenmiş gibi dikilir
ve içeride çalan yüce Beethoven bestelerini dinlerdim. Mendelssohn yakın dos­
tuydu, bir keresinde duyma şansına eriştiğim o ünlü keman virtüozları Müller kar­
deşler de arkadaşlarıydı. Evinde çoğunlukla seçme müzikseverler bulunurdu ve
Naumburg'da sanatını icra etmek isteyen hemen her virtüoz Herr Krug'tan tavsiye
mektubu isterdi.36

Gustav böyle bir evde büyüdüğü için en az Fritz kadar kuvvetli bir
müzik tutkusu geliştirmiş ve çok geçmeden dikkate değer yetenekte bir
kemancı olmuştu, çünkü 1 863 Aralık'ında Fritz'e gönderdiği bir mek­
tupta -olağanüstü zor- Mendelssohn keman konçertosunu çaldığından
bahseder. Onunla Fritz arasındaki en kuvvetli bağı müzik oluşturuyordu;
üstelik bu bağ sadece Krug hanesinin değil, genel olarak Naumburg'un
da sunduğu olağanüstü zenginlikteki müzikal ortamdan besleniyordu.
Fritz çocukluğundan şunları hatırlar:
22 NIETZSCHE

Pek çok oratoryo dinledim. İ lk duyduğum da nefes kesici Requiem'di (Mozart)


.
- "Dies irae, dies illa', sözcükleri iliklerime dek işlemişti. Peki, ya o sahiden semavi
Benedictus! - Sık sık provaları dinlemeye giderdim. Requiem genellikle kiliselerde
icra edildiğinden, sisli güz akşamlarında çok dinlemişimdir. Katedralin kutsal loşlu­
ğunda oturup soylu ezgilere kendimi bırakırdım. Bu noktada katedralin müzik yö­
netmeni Herr Wetig'den, hem koro şefi hem besteci olan, kendini sanatına adamış
bu müzisyenden bahsetmemek olmaz. Küçük korosu daima birinci sınıf düzende
olurdu ve koro topluluğunun provalarını örnek alınacak bir tarzda yönetirdi. Bütün
bunların yanı sıra Naumburg'daki en iyi müzik hocası olarak tanınırdı. Eski bir opera
şarkıcısı olan karısı da icraların canına can katıyordu. Onlardan başka Naumburg'da
iki müzik yönetmeni daha vardı: eski Liedertafelln [erkekler korosu-e.] koro şefi olan
Otto Claudius özenli bir besteciydi ama biraz kibirli ve burnu büyüktü; Fuckel ise
kasaba korosunun şefiydi. -Ayrıca Handel'in Judas Maccabaeus'unu ve her şeyin
ötesinde Haydn'ın Die Schöpfung'unu da dinledim. Bir de Mendelssohn'un narin ve
zekice eseri Ein Sommernachtstraum'unun icrasında da bulundum.37 Muhteşem bir
uvertürdü! Ayın şavkı geceye yayılırken hayali haleler içinde periler dans ediyormuş
gibi gelmişti bana.3B

***

Nietzsche utangaç olduğu ve çok şey beklediği için dost edinmek­


te zorlanıyordu. Ama biriyle dost olursa ona çok değer veriyordu. Bu
yüzden olgunluk dönemindeki yazılarında dostluğun çok tartışılması
şaşırtıcı değildir. Farklı yerlerde, hakiki bir dostlukta muhakkak bu­
lunması gereken iki unsurdan bahseder. Bunlardan birincisine "müca­
deleci" unsur denebilir; bu unsur Antik Yunan'daki agon -nihayetinde
işbirliğine dayalı bağlantıların barındırdığı saldırgan rekabet- idealini
temel alır. "Dostunda en büyük düşmanını bulmalısın," der İşte Böyle
Dedi Zerdüşt'te.39 Krug'la dostluğunda kavgacı unsur güçlü bir şekil­
de hissedilmektedir; Fritz şöyle diyor: "Sıklıkla bir partisyona birlikte
bakar, aksi görüşler öne sürer, " piyanoyu "sırayla çalarak kendi iddi­
amızın sağlamasını yapardık. "40 Göreceğimiz üzere, Fritz'in ırsi müzi­
kal muhafazakarlığını en nihayetinde aşan ve onu çok önemli bir on
yıl boyunca Richard Wagner'in Zukunftsmusik'inin [geleceğin müziği]
hayranı olmaya ikna eden şey Gustav'ın sebatkarlığıydı.

*
"Gazap Günü, o gün " . 1 3 . yüzyıldan kalma Latince bir ilahinin başlangıç sözleri-r.n.
Da Capo 23

Nietzsche insanın ruhunu başkasına fütursuzca açmasının bir yara­


rı olacağına inanmıyordu: Zerdüşt'te, kişi en iyi kıyafetlerini giymeli
ve dostunun önüne "kıyafetsiz" çıkmamalıdır, der.41 Hakiki dostluğun
ikinci unsuru olarak ruhların samimiyeti yerine ortak bir amaca bağ­
lılığı önerir. İki dostun mücadelesinde ortak bağları teşkil eden budur.
Pinder'le dostluğunda yoldaşlık çok daha öne çıkmış görünmektedir.
Nietzsche'nin hatırladığı kadarıyla "Gustav'dan daha yumuşak başlıy­
dı, hatta onun zıttıydı ", dolayısıyla şunu da ekler: "daima uyum içinde
çalışırdık, fikirlerimiz ve görüşlerimiz hemen her seferinde aynı olur­
du. "42
Nietzsche yaratıcı hayatının ikinci yarısında şiddetli bir yalnızlık çek­
ti. Öteki beni Zerdüşt gibi o da kendini (İsviçre'de) bir dağın dorukla­
rında yalnız buldu. Ama hiç değilse düşünsel bakımdan bu durumunu
kabullenmişti. Çünkü radikal bir toplum eleştirmeni olarak, kendisi gibi
"özgür ruhlu birinin" toplumsal hayatın dayandığı temel anlaşmalara
karşı çıktıkça muhtemel yoldaş sayısının azalacağı, dolayısıyla muhte­
mel arkadaşlarının sıfıra yaklaşacağı sonucuna varmıştı. Ama gençli­
ğinde toplum eleştirmeni olmaktan çok uzaktı. Birazdan göreceğimiz
üzere, daha ziyade topluma uyma yanlısıydı, hatta ateşli bir toplumsal
konformistti. Dolayısıyla hiç arkadaş sıkıntısı çekmiyordu. Yapısı gereği
dostluk kuramadığı suçlamasının hatalı olduğu açıktır.
***

Fritz Naumburg'daki ergenlik öncesi döneminde gerçekten nasıldı?


Bir kere Mozart tarzı bir mucize çocuk olmasa da çok yetenekliydi. Ço­
cukluğundaki oyunların altında yatan olağandışı yaratıcı zekaya zaten
dikkat çekmiştik. Naumburg'da piyano dersleri almaya başladı ve iki
yıllık çalışma neticesinde nispeten kolay Beethoven piyano sonatlarını
çalabilecek hale geldi. (Yani İngiliz hesabıyla iki yıl içinde 8. seviyeye
gelmişti.) Otobiyografik yazılarında on ile on üç yaşları arasında yazdığı
kırk altı şiirin listesini verir (bu arada liste yapmaya özel bir merakı var­
dır). Yine ergenlik öncesi günlerinde en sevdiği şey Büyükbaba Oehler'in
kütüphanesini didik didik etmek ve onunla birlikte Leipzig kitapçılarını
gezmekti.43 Elizabeth'in yazdığı kadarıyla Fritz'in olağanüstü yetenek­
lerini ilk keşfeden kişi Büyükbaba Oehler olmuş, Franziska'ya onun ha­
yatında gördüğü en yetenekli çocuk olduğunu, altı oğlunu toplasa onun
kadar etmeyeceğini söylemişti.44
NIETZSCHE

Daha az dikkat çeken ama bir o kadar önemli olan bir başka olgu
da son derece sevecen bir çocuk olması, başta Büyükbaba Oehler olmak
üzere bütün sülalesine ve diğer arkadaşlarına karşı sevgiyle dolu olması­
dır. İki "soylu, hakiki dostu" olmasaydı, der,

Naumburg'u asla evim olarak benimseyemezdim. Ama böyle yaşam dolu dostlar
kazandığım için burada olmak benim için çok değerli, buradan ayrılmak benim için
son derece acı verici olacaktır. Annem ve kız kardeşimle birlikte başka yerlere tatile
gittiğimiz zamanlar haricinde asla ayrılmayız.45

Wilhelm de kendi hatıralarında (yine bunlar da gençliğinde yazılmış­


tır) Fritz'i " benim için son derece değerli ve sevgi dolu bir dost" diye
tanımlar. 46
Fritz'in aynı zamanda yalnızlığa da ihtiyaç duyduğu doğrudur. Geri­
ye baktığı zaman kendi karakterini şöyle değerlendirir:

Gençliğimde zaten fazlasıyla trajedi ve üzüntü yaşamıştım, bu yüzden çocuk·


ların genellikle olduğu kadar coşkulu ve neşeli değildim. Bu sadece ilkokulda değil,
Enstitü'de [Herr Weber'in], hatta gramer okulunda da geçerliydi. Çocukluğumdan
beri yalnız olmayı aradım ve kendimi en çok yalnız kalıp rahatsız edilmediğimde iyi
hissettim. Bu da genellikle en hakiki neşeyi bulduğum doğanın özgür tapınağında
mümkün oluyordu. Bu yüzden gök gürültülü fırtınalar bende derin etkiler yaratırdı;
uzaklardan gelen gümbürtüler ve patlayan parlak ışık sadece Tanrı karşısında his·
settiğim huşuyu artırırdı.47

Yalnızlık ve toplum içinde olma şeklindeki ikiz insan ihtiyacının ev­


rensel olduğu söylenebilir. Ama Nietzsche'de birincisinin -olgunluk dö­
neminde- anormal ölçüde fazla olduğuna şüphe yoktur, bunun sebebi
söyleyecek çok şeyi olması ve söyleme süresinin kısa olduğu hissinin
giderek artmasıydı. Yalnızlık yazarın kaderidir denebilir. Yine de, yuka­
rıdaki kendi kendini değerlendirmede, ergenlere özgü bir kendini-dra­
matize etme olduğuna şüphe yok. Zira Fritz'in hayatının ilk dönemle­
rinde normal erkek çocuklara özgü toplumsallığın, hatta şamatacılığın
bol olduğunu t:,5rmüştük. Üstelik "doğanın özgür tapınağına" girmenin
hazzında insan düşmanlığı aramanın pek anlamı yok. "En hakiki neşe­
yi" orada bulmasının sebebi insanlar arasında neşeyi bulamaması değil,
doğanın yüceliğinde Tanrı'yı keşfetmesiydi.
Da Capo 25

Tanrı

Nietzsche gençliğinin büyük bir kısmında rahip olmak istemişti. Kü­


çük yaştan itibaren rahipliğe merak sarmasının altında rahmetli baba­
sıyla özdeşleşmesinin yattığına şüphe yok. Elizabeth ona "küçük papaz"
adını taktıklarını söyler, çünkü daha ilkokuldayken "kutsal metinleri ve
ilahileri öyle içli söylerdi ki insanın gözleri yaşarırdı. "48
Ama Nietzsche'nin dindarlığı bu teatrallikle sınırlı değildi. On üç ya­
şından kalma kişisel bir notta irkiltici samimilikte dini duygular görülür,
bu duygular günün birinde babasıyla tekrar bir araya geleceğine inanma
ihtiyacıyla harmanlanmıştı:

Şimdiden çok şey yaşadım -neşe ve keder, sevindirici şeyler ve üzücü şeyler­
ama Tanrı her şeyde tıpkı bir babanın aciz küçük çocuğuna yol gösterdiği gibi bana
yol gösterdi ... Kendimi sonsuza dek onun hizmetine adamaya içimden katiyetle ka­
rar verdim. Sevgili Efendimiz hedefime ulaşabilmem için bana güç ve kuwet versin,
hayatımın yolunda beni korusun. Tıpkı bir çocuk gibi onun keremine itimat ediyo­
rum: Hepimizi koruyacak, başımıza hiç talihsizlik gelmeyecek. Ama mukaddesliği
hayatıma dolacak! Verdiği her şeyi sevinçle kabul edeceğim: mutluluk ve mutsuzluk,
yoksulluk ve zenginlik; günün birinde hepimizi ebedi neşe ve saadette birleştirecek
ölüme bile cesaretle bakacağım. Evet, yüce Tanrı'm, suretin sonsuza dek ışıldasın
üstümüzde! Amin!49

Burada önemli bir olumlama vardır: "Verdiği her şeyi sevinçle kabul
edeceğim. " Nietzsche'nin olgunluk dönemindeki öğretisinin neredeyse
tıpatıp aynı formülasyonudur; bu öğretiye kimi zaman amor (ati [kader
sevgisi] der, kimi zaman "aynının bengi dönüşünü isteme" der: olup bi­
ten her şeye sevinçle "Evet" diyebilmek ve bu yüzden de bengi dönüşü is­
temek insan refahının ideal halidir. Nietzsche bu doktrini Hıristiyanların
Tanrı'sına inanmayı bıraktıktan çok sonra formüle eder. Ama bu formü­
lasyon ile Nietzsche'nin gençliğindeki dindarca Hıristiyanlığı arasındaki
yakın benzerlik, onun olgunluk dönemindeki düşüncelerinin bağrında,
tutkulu bir Hıristiyanın varoluşa bakışının ana unsurlarını Tanrı'nın
yokluğunda yeniden keşfetme çabasının yattığı hissini uyandırıyor.
Fritz'in Hıristiyanlık sevgisinin yetişkinlik dönemindeki felsefesine
yansıyan bir başka veçhesi de Noel sevgisidir. Noel'i kısmen önemli gün-
26 NIETZSCHE

ler, tatiller ve hediyeler karşısındaki normal, çocukça hazlardan dolayı


sever elbette ama sevgisinin başka kaynakları da vardır. On üç yaşın­
dayken Noel'i doğum günlerinden bile daha fazla sevmesinin sebebini
sorar kendi kendine, verdiği cevap da şöyledir: Noel "yılın en kutsal
şenliğidir, çünkü sadece bizimle ilgili değil, zengin ya da fakir, basit ya da
mühim, düşük ya da yüksek tüm insanlıkla ilgilidir. Bizim haletiruhiye­
mizi yoğunlaştıran da tam olarak bu evrensel neşedir. " 50 Tüm insanlar
arasında birlik ve uyum için aynı kökü derinde özlemi Fritz'in 1 860
Ağustos'unda Gorenzen'e yaptığı ziyarete dair yazdıklarında görebiliriz;
Luther'in doğduğu Eisleben'den pek uzak olmayan ormanlarla çevrili
bu kasaba, Harz Dağları'nın güneydoğu ucunda yer almaktadır ve pa­
pazı da Fritz'in dayısı Edmund Oehler'dir:

Pazar günü geldi. Dayım bütün sabah çok meşguldü. Onu kilisenin girişinin he­
men dışında gördüm. Çok sayıda katılımcı sıra düzeninde duruyordu. Dayım harika
*
bir vaaz verdi. Barış ve uzlaşmadan bahsetti, '1akdimeni mezbahta arzederken ...
··
git, önce kardeşin ile barış" cümlesini ele aldı. Komünyon günüydü. Vaazdan hemen
sonra, eğitim görmüş olmalarına rağmen uzun zamandır birbirine düşman olan iki
köy yetkilisi öne çıkıp birbirlerine ellerini uzattılar ve barıştılar.51

Olgun Nietzsche, Hıristiyanlığa düşmanlığına rağmen sahici Noel


ruhundan aldığı hazzı daima korudu. Bu haz kendi felsefesinde de, " baş­
larının üstünde göklerin parıldadığını gören ve 'yeryüzündeki tüm in­
sanlara barış ve hüsnüniyet' sözlerini işiten çobanların yaşadıklarını tüm
insanların ... paylaştığı" bir zamana özlem olarak ifade bulur.52 Nietz­
sche'nin yeryüzünde barış özlemi ile Yunancadaki agon'u (rekabet), hele
de "güç istenci" övgüsünü nasıl bağdaştırdığı ise üzerinde düşünmemiz
gereken bir meseledir.
***

Genç Nietzsche dindar olduğu kadar hayırseverdi, hatta bazen fazla­


sıyla hayırseverdi. Elizabeth anılarında onun sahiden yaramazlık yaptı-


İncil'de Matta 5:23°; ? geçen,"sunakta hediyeni sunarken" anlamındaki ifade. İfade­
nin bütünü şöyledir: "Imdi, takdimeni mezbahta arzederken, kardeşinin sana karşı
bir şeyi olduğu hatırına orada gelirse, takdimeni orada mezbahın önünde bırak ve
git, önce kardeşin ile barış ve o vakit gel, takdimeni arzet." (Matta 5: 23 ve 24 )-r.n.
0 Hıristiyanlıkta İsa'nın kanını temsil eden şarapla, bedenini temsil eden ekmeğin pay­
laşıldığı, İsa'nın bedeniyle bütünleşme amacı taşıyan dini tören-r.n.
Da Capo 27

ğı tek bir olayı hatırlamaya çalışır, ama bir tane bile hatırlayamadığını
üzülerek bildirir. Yaramazlığa en çok benzeyen şey olarak, her ikisinin
de Afrika'daki "küçük kara kafirlere" verilmesi için misyonerlere en iyi
oyuncaklarını bağışlamalarının övüldüğünü hatırlar; halbuki nispeten
kötü oyuncakları bağışlamışlardır. Fritz utanç içinde şöyle der:

"Lizzie, keşke süvari kutumu verseydim." Onlar en güzel ve en sevdiği askerle­


riydi. Ama benim içimde biraz tereddütle şunu soracak kadar yılan ve Hawa varmış:
"Tanrı gerçekten en iyi oyuncaklarımızı istemek zorunda mı, Fritz?" (En sevdiğim
bebekleri siyah ve muhtemelen son derece vahşi yamyamlara gönderme fikri bana
imkansız gözüküyordu). Ama Fritz fısıldayarak cevap verdi: "Evet, gerçekten onları
istiyor, Lizzie".53

Fritz aynı zamanda son derece itaatkardı, hatta bazen abartılı bir
katılıkta -"Prusyalı" tarzında- itaat ediyordu. Elizabeth bir gün sağa­
nak başlayınca bütün çocukların ilkokuldan evlerine çılgınlar gibi koş­
tuğunu hatırlar. Sadece Fritz "ağır ağır yürürken şapkasıyla defterlerini
korumaya çalışıyordu, minik mendilini de şapkanın üstüne örtmüştü" .
Annesinin, "Koş, yavrum, koş ! " diye bağırmasına zerre kadar aldırmı­
yordu. Annesi eve sırılsıklam geldiği için onu azarlayınca Fritz şöyle ce­
vap vermişti: " Ama anne, okul kurallarına göre okuldan çıktıktan sonra
erkek çocukların yolda hoplama ve koşmaları yasak, eve kadar sessizce
ve efendice gitmeleri gerekiyor.54
Neticede, Fritz yatılı okula gitmek üzere evden ayrılmasının arifesin­
de erken gelişmiş, utangaç, sevgi dolu, dindar, erdemli ve itaatkar bir
çocuktu; sadece Prusyalı-Lutherci yetişme tarzının gereklerine şiddetli
bir bağlılık duyması bakımından sıra dışıydı. Günün birinde Hıristiyan
tapınağının sütunlarını yerle bir edecek bu çocukta, o güçlü Şimşon'un"
en ufak bir izini bile görmek pek mümkün değildi.


Şimşon: Samson olarak da bilinen, İsrailoğullarının, efsanevi gücüyle tanınmış sa­
vaşçı kahramanı. Eski Ahit'in Hakimler (Bilgeler) Kitabı'nda ( 1 3-16), Tanrı Dagon'a
adanmış büyük Filisti tapınağını yerle bir ettiği anlatılır-r.n.
2. Bölüm

Pforta

ranziska Nietzsche 1 85 8 Eylül'ünde Pforta yatılı okulunun müdü­


F ründen bir mektup aldı. Almanya'daki en iyi ve en ünlü ortaöğretim
okulu olan Pforta, Fritz'e burs öneriyordu. Elizabeth'e göre Fritz'in Ka­
tedral Gramer Okulu'nda gösterdiği çarpıcı akademik yeteneğin haber­
leri Naumburg'daki akrabaları aracılığıyla müdürün kulağına gitmişti.
Fritz on yaşından beri Pforta'ya gitmek istiyordu, hatta pek muhteşem
sayılamayacak şu dizelerde arzusunu dile getirmişti:

Pforta'nın dar kapısından geçer


Hiç durmadan öğrenciler
Ulaşırlar özgür bir hayata
Ben de gideceğim Pforta'ya

Bu burs sonraki altı yıl boyunca Fritz'in mali geleceğini sağlama al­
dığı için Franziska'nın -çok sevdiği çocuğundan ayrılmak ona üzüntü
ve acı verse de- reddedemeyeceği bir teklifti. Bir ay sonra Fritz Pforta
öğrencisi oldu ve buradaki eğitimi 1 864 Eylül'üne kadar devam etti.
Porta Coeli ( Cennet Kapısı) adlı bir Benedikten Manastırı olarak ku­
rulan Pforta ( " Kapı" -artık cennet değil eğitim kapısıydı), Elektör-Prens
Saksonyalı Moritz tarafından 1 543'te okula çevrilmişti. Manastırların
"feshedilmesi" ve geri dönüştürülmesi Protestan Reformasyonu'nun
ana ayaklarından biriydi. (VI. Edward da benzer bir anlayışla Lond­
ra'daki Grikeşişler manastırını feshederek yerine Mesih Hastanesi'ni
kurmuştu.) Pforta ya da bugünkü adıyla Schulpforte (Piorta Okulu)
Naumburg'dan yaklaşık bir saatlik yürüme mesafesindedir -Fritz kimi
zaman tatillerde eve kadar yürürdü. Ormanlarla çevrili okul, ağır ağır
akan Saale Nehri'nin hemen güneyinde kalıyordu. Okulun arazisi yet-
30 NIETZSCHE

miş üç dönümlük yeşil alan, bostanlar, korular, manastırlar ve arduvaz


çatılı binalardan oluşuyordu. Saale'nin beslediği, mazı tozuyla kararmış
bir kanal, işlikler, bahçeler ve öğretmen evlerinden çoğunu okulun ken­
disinden ayırıyordu. Okula uzaktan bakıldığında manzaranın en belir­
gin özelliği şapelin ince, mavi kulesidir. Küçük ve çok seçkin olan okulda
Nietzsche'nin zamanında iki yüz öğrenci okuyordu. ı

Bölünmüş Miras

Pforta nasıl bir yerdi? Bir kere, 1 843'te okulun 300'üncü kuruluş
yıldönümü kutlamasında müdürün yaptığı konuşmada belirtildiği gibi,
"kendi kendine yeten bir eğitim devletiydi ", devlet içinde "devlet"ti
ve bu devlette " tüm ebeveynlik hakları ergenlikten üniversiteye girişe
kadarki altı yıl boyunca eğitim kurumuna devrediliyordu ". Böylece ço­
cuklar "şehir hayatıyla bağlantılı tüm dikkat dağıtıcı şeylerden uzakla­
şabiliyordu" .ı
Pforta'nın öğrencileri bu mutlak tecritin yanı sıra neredeyse eksiksiz
bir kontrol altında yaşıyordu. Hemen her şey için izin almak gereki­
yordu. Nietzsche'nin Nachlass'ında sayısız not vardır; bunların hepsi
yürüyüşe çıkmak, biraz harçlık almak, piyano kiralamak, pasta satın
almak, ailesiyle görüşmek vs. için hocasından izin istemek üzere yazıl­
mıştı. Bu kadar kontrol hakkı verilen müdürün, öğrencinin varlığının
" bütününü" okulun oluşturduğu iddiası boş bir böbürlenme değildi;
"sadece zihinlerinin gelişimini değil, ahlaklarını ve karakterlerini de
biçimlendiriyor"lardı, neticede "her Pforta çocuğu kurumu istisnasız
sağlam bir sebat duygusuyla terk ediyor ve hayatı boyunca bu duyguyu
taşıyor" du.3
"Sağlam sebat" tipik Pforta tevazusunun ürünüydü. (Elizabeth'in
yorumuna göre öğretmenler Fritz'in tanıdıkları en yetenekli öğrenci ol­
duğunu bilmelerine rağmen, " bunun şüphesini uyandıracak tek söz edil­
memişti" , çünkü Pforta "yetenekli öğrencilerini hiçbir koşulda pohpoh­
lamazdı" . )4 Müdürün belirtmediği bir başka nokta da okuldaki muaz­
zam birlik ruhuydu. Meşhur mezunlarıyla -Klopstock, Novalis, Fichte,
Schlegel kardeşler, Alman romantizminin büyük isimlerinin neredeyse
tamamı ve büyük tarihçi Leopold von Ranke- büyük gurur duyuyor-
Pforta

du ve kendi rolünü, genç adamları, " halkın manevi liderliğine" geistige


Führung des Volkes hazırlamak olarak görüyordu;5 ulusun düşünsel,
kültürel, manevi ve en nihayetinde az çok doğrudan siyasi liderleri bura­
da yetişiyordu. Pforta geleceğin bu kültürel aristokrasisine nasıl "dam­
gasını" vuracaktı ? Müdürün tabiriyle okul "şiddetli, ciddi ve güçlü bir
disiplin ruhu " sayesinde öğrencilere " üstlerinin emirlerine ve iradesine
itaat etmeyi ", "verilen görevleri ciddiyet ve titizlikle yerine getirmeyi",
"kendini kontrol edebilmeyi" ve "hevesle çalışmayı" öğretecek, aynı
zamanda da "orijinal şahsi inisiyatifin" gelişmesini teşvik edecekti.6
Bunun anlamı klasik Sparta tekniklerinin .. kullanıldığıdır -soğuk ban­
yolar, mümessil ve alt-mümessil hiyerarşisi, astların yaşamına ve ölü­
müne karar verme kudreti, bölümlenmiş günlük rutin, tuvalet dışındaki
her yerde mahremiyetin kaldırılması, hatta tuvalette bile mahremiyetin
kalmaması (Michel Foucault'nun deyişiyle "toptan gözetim"), fiziksel
cezalar vb. Geneline bakıldığında Pforta Prusya askeri okullarına çok
benziyordu; tek fark askeri liderlik için değil ilk başta kültürel liderlik
için "memurlar" yetiştirmesiydi? -gerçi ileride göreceğimiz üzere askeri
liderler de yetiştirmişti.
Fritz günlük rutinini anlatmaya şöyle başlar:

Şimdi Pforta'daki günlük yaşama dair bir tablo çizmeye çalışacağım. Daha saba­
hın dördünde yatakhane kapıları ardına dek açılır ve o andan itibaren herkes canının
istediğini uyandırabilir. Ama saat beşte (kışları altıda) herkes odadan çıkmış olma­
lıdır: okulun normal zili çalarken yatakhane mümessilleri bağırmaya başlar: "Kalk,
kalk; çabuk." Sonra da yataktan kolay kolay çıkamayan herkesi cezalandırırlar. Ar­
dından bütün çocuklar üstlerine olabildiğince çabuk bir şeyler alarak kalabalıklaşma­
dan önce yer kapmak için tuvaletlere hücum ederler. Kalkıp elini yüzünü yıkamak on
dakika sürer, ondan sonra herkes odalara döner ve doğru düzgün giyinirler. Yirmi
beş geçe ilk dua çanı çalar ve o anda herkesin dua için salona varmış olması gerekir.
Burada mümessiller öğretmen gelene kadar düzeni sağlar ... tam saat altıda (kışları
yedide) çocukların sınıflara girmesi için ders zili çalar.s


Antik Yunan döneminin (İÖ 756-146) en önemli şehir devletlerinden biri olan
Sparta'da eşit yurttaş olmanın en önemli kuralı eğitim almaktı. Çocuklar 7 yaşına
gelince devlet kurumlarında eğitim görürlerdi. Kız çocuklar ev işlerini öğrenecek
düzeye geldikten sonra eğitim ortamından ayrılırlardı. Erkek çocuklarsa şarkı söyle­
meyi, bir müzik aleti çalmayı öğrenirler ve askeri birliklerde kullanılmak üzere, sıkı
bir disiplinle birer atlet gibi yetiştirilirdi-r.n.
NIETZSCHE

Ronald Hayman'ın Nietzsche biyografisinde Pforta'ya pek az yer


ayrılmıştır. Fritz'in Roma standartlarına uygun bir özdisipline sahip ol­
duğunu ispatlamak için elini yanan bir kibritin üzerinde tuttuğu ana
gönderme yapan Hayman, "otoriter baskıdaki sadistliğin daima itaat
yoluyla başarı gösterme arzusu halinde bir mazoşizm yarattığı" görüşü­
nü savunur ve Pforta'nın Nietzsche'yi bir "sado-mazo[şiste] " çevirdiğini
iddia eder.9 Bu görüş zekice olsa da iki noktayı ihmal ediyormuş gibi
geliyor: birincisi, bazı insanlar itaatkar bir hayattan keyif alır; ikincisi,
Pforta'nın sıcak bir yönü de vardır.
En temel düzeyden başlarsak, Pforta'daki yemekler (hiç değilse be­
nim yatılı okul deneyimimle kıyaslanınca) gayet boldu ve beslenme
açısından şaşırtıcı ölçüde sağlamdı. Üstelik meyve ve sebzelerin hepsi
okulun kendi bahçe ve bostanlarından taze taze toplanıyordu ve büyük
ihtimalle çok lezzetli oluyorlardı. Fritz'in gündelik hayatı betimlemesi
şöyle devam eder:

Bir haftalık [öğlen yemeği] mönüsü şöyle:


Pazartesi: çorba, et, sebze, meyve.
Salı: çorba, et, sebze, ekmek ve tereyağı.
Çarşamba: çorba, et, sebze, meyve.
Perşembe: çorba, haşlama et, sebze, ızgara böbrek ve salata.
Cuma: çorba, ızgara domuz pirzolası, sebze, ekmek ve tereyağı ; ya da çorba,
yeşil mercimek, sosis, ekmek ve tereyağı.
Cumartesi: çorba, et, sebze, meyve.

Akşam 7.00'de yenen akşam yemeği mönüsü de şöyleydi:

Pazartesi ve Cuma: çorba, ekmek, tereyağı ve peynir.


Salı ve Cumartesi: çorba, patates, ringa balığı, ekmek ve tereyağı.
Çarşamba: çorba, sosis, patates püresi, salatalık turşusu.
Perşembe: çorba, gözleme, erik sosu, ekmek ve tereyağı.
Pazar: çorba, sütte haşlanmış pirinç, ekmek ve tereyağı; ya da yumurta, salata,
ekmek ve tereyağı.1 0

İkincisi, disiplin ve düzen aslında müdürün söylediği kadar mutlak ve


katı değildi. Yürüyüşlere çıkmak, dokuz kuka oynamak, Saale'de yüz­
mek ya da kışları kaymak için -Fritz ikisini de sever ve iyi becerirdi- bol
Pforta 33

bol vakit vardı. Sabah 4.00'te kalkılmasına rağmen, yatma saati akşam
8 .30 ya da 9.00'du, bu yüzden çocuklar yaklaşık sekiz saatlik uykularını
alabiliyorlardı. Ayrıca Fritz'in yazdığı kadarıyla yazları sıcaklık 24 de­
receyi geçerse dersler iptal ediliyor ve okulun bütün öğrencileri yüzmeye
gidiyordu. Pazar günleri çocuklara okulun kendi bağlarından üretilen
şarap ikram ediliyordu (Saale-Unstrut Almanya'nın en kuzeydeki şarap
üretim merkezidir).
Üçüncüsü, Fritz'in okul yaşantısı yatılı okullardaki alışılmış zorba­
lık ve cinsel taciz gibi tehlikelerden görece muaf geçmiş gibi görünüyor.
Haftada birkaç kez eve yazmış olduğu mektuplarda okul hayatının bazı
unsurlarını bastırmış olması muhtemeldir ama sağlığının zaman zaman
kötüleşmesi dışında genel tablo mutlu bir öğrenci tablosudur: sadece
kötü hava yüzünden paten kaymaya gidemediği ya da evden istediği
şeylerin tam tamına gönderilmediği zamanlarda durumundan yakınır.
(Yetişkinliğinde de devam eden bir alışkanlıkla annesine posta ile sipariş
firması muamelesi yapmaktadır; sağlam bardaklar, mürekkep şişeleri,
çelik uçlu kalemler, sabun, kakao, gofret, defter, bloknot, makas, terlik,
çizme çekeceği, dama takımı ve daha bir sürü şeyin derhal gönderilme­
sini ister. ) 1 1 Hayman'ın sadizm iddiasına karşı Elizabeth mümessillerin
ağabeyine ne kadar iyi davrandığından söz eder. Üstelik ağabeyinin doğ­
rudan cevap vermek zorunda olduğu (dolayısıyla onun hayatını ister­
se cennete, isterse cehenneme çevirecek ilk kişi olan) mümessil Oscar
Kramer'i sevdiği ve ona hayran olduğu da açıktır; onu annesiyle birlikte
çay içmek için eve çağırmıştır. 12 Kendini yakmakta kullandığı muma vu­
rup elinden düşüren ve ona aptallık etmemesini söyleyen de Kramer'dir.
(Kramer daha gençlik çağından çıkamadan, 1 866'daki Sadowa savaşın­
da teğmenken ölmüştür; olgun Nietzsche'nin savaştan nefretine kesin­
likle katkı yapan bir olaydır bu.)
Dördüncüsü, müdürün şehirden ve evden tamamen ayırma iddiasına
rağmen, aslında Fritz'in evle teması gayet sıkıydı. Evden düzenli olarak
mektup ve erzak geliyordu, ayrıca pazar günleri Almrich'e -Pforta ile
Naumburg arasındaki orta noktaya- kadar yarım saatlik yolu yürüyen
Fritz orada annesi ve kız kardeşiyle buluşup öğleden sonrayı onlarla
birlikte geçirebiliyordu.
Fritz ikinci evinden ve iki iyi dostundan koparılmış olduğu için ilk
başta korkunç bir ev özlemi duymuştu elbette. Şafaktan önceki grilikte
34 NIETZSCHE

ilk kez Pforta'ya yaklaşır, karşısında korkuyla titrediği o "griliklerle ör­


tülü uğursuz geleceğe" doğru ilerlerken, Pforta duvarlarının bir "eğitim
kurumununkinden ziyade hapishane" duvarlarını andırdığını yazmıştı
Wilhelm'e.13 Neyse ki sorumlu öğretmeni sade inançlı biriydi ve büyük
bir iyilikseverlikle Fritz'e "ev hasretini yenmenin ( Profesör Buddensieg'e
göre) çaresini" sunmuştu:

(1) Değerli bir şey öğrenmek istiyorsak hep evde kalamayız.


(2) Sevgili ebeveynlerimiz evde kalmamızı istemez; bu yüzden onların dileğini
yerine getirmeliyiz.
(3) Sevdiklerimiz Tanrı'nın ellerindedir. Onların düşüncesi daima bize eşlik eder.
(4) Çalışkan olursak kederli düşüncelerimiz dağılıp gider.
(5) Yukarıdakilerin hiçbiri işe yaramazsa, her şeye kadir Tanrı'ya dua et. 14

Bunlardan hiçbiri pek etkili görünmese de, Fritz o zamanlar Robert


Buddensieg'i derinden sevmişti (Nietzsche'nin babasının yerine koyduğu
şahısların ilki olduğu açıktır), 1 86 1 Ağustos'unda Fritz onun tifüsten
zamansız ölümüne kederle ağlamıştı.15 Yeni öğretmeni Max Heinze'yle *
hayatı boyunca dostça ilişkilerini korumuşsa da, Heinze kesinlikle
Buddensieg'in yerini tutamazdı.
Fritz okul tatillerini iple çeker, tatil yaklaştıkça sevinci artardı. Okula
geri dönmek Schubert'in melodik şiirlerinden birini andıran dizeler için
vesile olurdu: "Altın tatil günleri bitti, bir düş gibi sona erdi", "kalbim
üzüntü bulutlarının gölgesinde kaldı",16 vs. Ama bunların hiçbiri okulun
sadist bir işkence mekanı olduğu anlamına gelmez. Fritz evini ve ailesini
elbette özleyecekti. Ama asıl özlediği şey özgürlüktü, ne zaman, nerede
ve kiminle isterse yemek, içmek, uyumak, yürümek, okumak, yazmak ve
piyano çalmak için özgürlük. Kendi ifadesiyle, "Okul zamanı ... zor yıllar­
dı ... çünkü taze bir ruh, kendini dar sınırlar içinde tutmak zorundaydı" .17
***

Prusyalı robotlar yetiştirmek üzere tasarlanmış sadist bir makine


olarak düzenlenmiş Pforta tablosuna bir itirazım daha var: Müfreda-

* Heinze tanınmış bir felsefe tarihçisi oldu. Kısa bir süre Basel Üniversitesi'nde Nietz­
sche'nin meslektaşı olduktan sonra Leipzig'e taşındı. Başka çalışmalarının yanı sıra
Lenin'in yazılarının da bir derlemesini hazırlaması hayli geniş bir ufku olduğunu
gösterir.
Pforta 35

tına nüfuz eden klasik eserlerin merkezi konumundan yükselen Röne­


sans hümanizmi ruhunu da okulun dünya görüşü içinde tespit etmek
gerekiyor. Pforta hümanizminin Roma'ya karşı hürmette kusuru yoktu
ama her şeyden önce Batı uygarlığının en yüksek noktası olarak Antik
Yunan'a saygısı büyüktü. Bu noktadan yola çıkarak, Atina şehir-devleti
ve Roma Cumhuriyeti modeline dayanan özgürlük ve cumhuriyetçilik
idealine sessizce ama gerçek bir bağlılık geliştirmişti. Baskın kültürü
siyaseten on dokuzuncu yüzyıldaki anlamıyla "liberal" olan Pforta'da
otoriter iktidardan kurtulma vaktinin geldiği düşünülüyor, medeni hak­
ların ve imtiyazların genişletilmesi (hatta bazı konularda kadınları da
kapsaması), demokratik yönetim için adım atılması gerektiği görüşü
benimseniyordu. Özel olarak Almanlık bağlamında ise Alman birliği
davası benimsenmişti. Olayların gelişim süreci içinde, ( 1 87 1 'de varlık
kazanan) Alman Reich'ı otoriter Bismarck ve cahil İmparator yüzünden
liberaller açısından büyük bir hayal kırıklığı gibi görünmesine rağmen,
liberaller birliğin yaratılmasını desteklemişti, zira çok sayıda küçük dev­
letin feodal yöntemlerle dükler ve prensler tarafından yönetilmesine son
vermeyi umuyorlardı. Üstelik klasik filolojinin "yapıbozumcu " ruhu an­
tik metinlerin ötesine doğru genişlediği andan itibaren kurulu inanışları
ve otoriteleri zayıflatma yönünde içsel bir eğilime sahipti. ( Daha sonra
Nietzsche, "Voltaireci yapı bozumu" tarihsel çalışmaların belirgin bir
etkisi olarak değerlendirecektir. ) 1 8 On dokuzuncu yüzyılda Hıristiyan
inancını zayıflatmakta en az Darwincilik kadar önemli olan başka bir
olay, David Strauss gibi araştırmacıların Kutsal Kitap'ı filolojik bakım­
dan yapıbozuma uğratmasıydı. (Jacques Derrida 1 968'de radikal öğ­
rencilere Paris sokaklarına barikat kurmaktansa metinleri yapıbozuma
uğratmanın daha önemli olduğunu söylerken, yüz yıl önce filolojinin
neler yaptığını hatırlatıyordu sadece. )
B u yüzden Pforta da, o zamanki ve bugünkü e n iyi İngiliz yatılı okul­
ları gibi "yaratıcı" çelişkilerle doluydu. Bir taraftan Prusya otoritesine
saygı gösteriyor ama diğer yandan tüm otoriteleri sessizce altüst ediyor­
du. Bir taraftan baskıcı ölçüde Protestandı -sık sık dua etmek ve ibadet
odalarına girmek zorunluydu- ama öte yandan antik dönem hakkında­
ki her şeye saygıyla yaklaşıyordu; dolayısıyla Yunan -yani pagan- tanrı­
lar da saygı görüyordu. Bir taraftan Prusya tahtına sadık ve baskıcıyken,
diğer yandan sessizce cumhuriyetçilik yapıyordu.
, ,, N I ETZSCHE

N ll'I 1.�dll' k e n d i s i ni Pforta'nın yarattığından hiç şüphe duymamıştır.


S ı rf hc�cri alandaki şahane eğitimi için değil, karakterini " biçimlendir­
diği" için de, okuluna daima sadakat ve şükran doluydu. Okuldan ay­
rıldıktan yirmi dört yıl sonra şöyle yazar:

En çok istenecek şey ... her koşulda doğru zamanda, yani insanların bizden bü­
yük şeyler beklemesinin bizi gururlandırdığı zamanda ciddi bir disiplin sahibi olmak­
tır. Çünkü zor bir okulu tüm diğer okullardan ayıran budur, çok fazla şey talep edilir;
iyi olmak, hatta kusursuz olmak normal bir şeymiş gibi şart koşulur; övgüler nadirdir;
hoşgörü yoktur; suçlamalar serttir, pratiktir ve yetenekler ya da mazi hiçe sayılır.
Hepimiz her şekilde böyle bir okula ihtiyaç duyarız; bu da hem fiziksel hem manevi
şeyler için iyidir -burada ayrımlara gitmek büyük bir hatadır! Askeri de öğrenciyi de
verimli kılan disiplin aynıdır; zaten yakından bakıldığında damarlarında gerçek bir
askerin içgüdüleri dolaşmayan kimsenin gerçek öğrenci olamayacağı görülür.19

Daha önce vurguladığım gibi, Nietzsche özünde Prusyalıydı ve ha­


yatı boyunca öyle kaldı. Evi onu bu yönde hazırlamıştı ama Prusya
disiplinine tereddütsüz bağlılığı -sonraki terminolojisiyle "kendini alt
etmesi" çok büyük ölçüde Pforta'nın ürünüydü. Ama kendisi çelişkili
olan Pforta, Nietzsche'de de bir çelişki yaratmıştı. İngiliz özel okulları
nasıl toplumun liderlerini yarattığı gibi vefasız muhalefeti de -Burgess,
Maclean, Philby ve Blunt gibi komünist casusları- yarattıysa, pforta da
Nietzsche'nin şahsında Prusya karşıtı bir Prusyalıyı, Prusya'nın kendi
"köstebeğini" , olgun yaşlarında, Prusya'nın temsil ettiği her şeyi balta­
layacak kişiyi yaratmıştı.

Müfredat

Pforta müfredatının merkezindeki eserler Yunan ve Latin klasikle­


ri, bir ölçüde de Alman klasikleriydi. Öğrenciler modern Avrupa'nın
havasını değil, Yunan ve Roma'nın, Goethe ve Schiller'in havasını so­
luyordu. Doğabilim ve matematik daima üçüncü sınıf sayılır, pek yete­
nekli olmayan çocuklar bu alanlara yoğunlaşırlardı. Tahmin edileceği
gibi matematik kötü öğretiliyordu, bu yüzden Fritz de başlarda başarı­
lı olmasına rağmen sonradan matematiği son derece sıkıcı bulmuştur.
Pforta 37

B u derste o kadar kötüydü k i okul bitirme sınavı Abitur'da matematik


hocası onu sınıfta bırakmak istemiş, ama başka bir hoca alçak sesle
araya girmişti: "Aman beyler, bugüne kadar gördüğümüz en iyi öğren­
ciyi sınıfta mı bırakacağız? " Nietzsche 1 870'1erde doğabilime yakın ilgi
duymuş ama Pforta'da bilimlerin baştan savma öğretilmesi yüzünden
temelinin eksik kaldığını şiddetle hissetmişti. 1 8 8 1 'de konu hakkında
şöyle yazar:

Matematik ve fizik bize dayatılmıştı, halbuki cehaletimiz gösterilerek gayrete


getirilmeliydik; gündelik hayatımız, faaliyetlerimiz, sabahtan akşama kadar evde,
işyerinde, gökte ve kırda olup biten her şey binlerce probleme indirgenmeliydi; sinir
bozucu, yakanızı bırakmayan, rahat vermeyen problemler haline gelmeliydi ... böy­
lece matematik ve mekanik bilgisine ihtiyacımız olduğu gösterilmeliydi, işte ondan
sonra ilk kez bilimden keyif almak öğretilmeliydi ... keşke bize bilimlere hürmet etmek
öğretilseydi. 20

Fritz Latince ve Yunancaya ilaveten Fransızca ve İbranice dersleri


de aldı. İbraniceyi alma sebebi üniversitede teoloj i okumasını isteyen
annesinin sözünü tutmaktı. Ne var ki ne antik ne de modern dillerden
herhangi birine tam anlamıyla hakim olabildi. Latince düşünmeyi öğ­
renmesi şarttı, ama Fritz hiçbir zaman bunu başaramadı; bütün Latince
kompozisyonları Almancadan çeviri gibi duruyordu. Hayatının sonra­
ki döneminde İtalya'da epeyce zaman geçirmesine rağmen bu dili yete­
rince kavrayamadı. Fransızca okurken hep sözlüğe ihtiyaç duyuyordu,
İngilizcesi ise hiç yoktu: çok sevdiği Byron ve Shakespeare'i Almanca
çevirilerinden okumuştu. Bu olguların belli bir önemi vardır, çünkü ken­
dini "iyi bir Avrupalı" olarak adlandırmasına ve Alman şovenizminden
nefret etmesine rağmen daima Almanca ve dolayısıyla ciddi anlamda bir
Alman olarak düşünmüştür.

Germania Cemiyeti

Fritz'in son yılına kadar okulda gerçekten yakın dostları olmadı. Ge­
nellikle sınıfın en iyisiydi ya da en iyilerinden biriydi, bu yüzden sınıf
arkadaşlarına bir Streber (en tepede olmaya çabaladığı çok belli olan
NIETZSCHE

hırslı biri) gibi görünüyordu. Ketum, yaşına göre fazla ağırbaşlı, yatılı
okul hayatının fiziksel şamatasından uzak yapısı yüzünden arkadaşları­
na biraz tuhaf da geliyordu -elini mum alevine tuttuğu vakayı düşünür­
sek gerçekten biraz tuhaftı. Bu yüzden, her yatılı okuyanda görülen tatil
özlemi sadece evin rahatını düşünmesinden değil, iki dostu Wilhelm ve
Gustav'la vakit geçirme hasretinden de kaynaklanıyordu.
1 860 yılındaki yaz tatillerinde üç arkadaş, Germania adlı bir ede­
biyat ve sanat cemiyeti kurmaya karar verdi.21 Wagner Çevresi ya da
daha sonraki Stefan George Çevresi gibi kültürel yenilenmeyi amaçla­
ya n bir "çevre" kurma yönündeki son derece Almanlara has bir feno­
menin ilk parıltısıydı bu. Kültürel yenilenme arzusu Nietzsche'nin ömrü
boyunca devam edecekti. Elizabeth Germania Cemiyeti'nin kuruluşunu
şöyle aktarır:

[5 Temmuz'da] üç arkadaş doksan feniklik bir şişe kırmızı Naumburg şarabı aldı­
lar, ağırbaşlı ve mağrur bir tören alayı oluşturarak kasabaya bir saat uzaktaki Schön­
burg harabelerine gittiler. Külüstür bir merdiven yardımıyla gözetleme kulesinin en
tepesine çıktılar. Saale vadisinin çarpıcı manzarası ayaklarının altındaydı. Tam bu
mevkide, sisli ovanın yukarısında oturdular, en yüce kültürel arzularını gerçekleştir­
me planlarını tartıştılar.

Cemiyetin kurallarına göre her üye aidat ödemek zorundaydı -bu


parayla başka şeylerin yanı sıra o dönem son derece avangard olan şair
Friedrich Hölderlin'in eserleri de satın alınmıştı- ayrıca her ay orijinal
bir edebiyat, sanat ya da müzik eseriyle de katkıda bulunmalıydılar ( bu
kitabın web sitesinde bulunan Nietzsche'nin bestelerinden 3-7'nci par­
çalar Germania'ya yapılan katkılardır). Ondan sonra eser diğer üyeler
tarafından katı ama yapıcı bir tarzda eleştiriliyordu. Kuruluş töreninin
sonuna gelindiğinde, diye devam eder Elizabeth, "arkadaşlar dostluk ve
fikir ortaklığı yemini ettiler, Germania Cemiyeti'ni vaftiz ettiler ve boş
şişeyi boşluğa fırlattılar. "22
Pek çok cemiyet gibi Germania da büyük bir coşkuyla kurulmuştu,
ama Fritz'in sözleriyle "okul işlerinin, dans derslerinin, aşk ilişkilerinin,
siyasi heyecanların"23 baskısıyla yavaş yavaş can çekişip sonunda iflas
etti ve 1 863 Temmuz'unda tasfiye edildi. Fritz cemiyetin en gayretli
Pforta 39

üyesiydi, yani e n azından kısmen e n gayretlisiydi, çünkü okul değiştir­


diği için Abitur ( bitirme) sınavına Wilhelm ve Gustav'dan altı ay sonra
girebilmişti.
Germania var olduğu sürece üyeler gerek kendilerine gerekse baş­
kalarına ait sayısız eserle (tatillerde bizzat, dönem sırasında mektupla)
katkı yaptılar ve bu eserleri tartıştılar. Yaptıkları alımların en önemli­
leri 1 86 l 'de24 Wagner'in Tristan und Isolde partisyonunun bir piyano
redüksiyonu (ilk icrasından dört yıl sonra) ile Schumann tarafından
1 834'te kurulan ve artık genellikle Zukunftsmusik'i (Geleceğin Müziği),
özellikle de Wagner'in müziğini açıklama ve savunma peşindeki Neue
Zeitschrift für Musik (Yeni Müzik Dergisi) aboneliğidir.
Gustav'ın en sonunda Fritz'i davaya çekmesini sağlayan da Tristan
partisyonu olmuştur. Fritz'in 1 86 1 ya da 1 862'de gerçekleşmiş olabi­
lecek dönüşümü, her ikisinin piyano redüksiyonunu dört elle çalarken
tüm partileri seslendirmeleriyle gerçekleşmişti. Elizabeth onların gür
sesleriyle bu "geleceğin müziğini " söylemelerinin kurtların ulumasını
çağrıştırdığını söyler; ayrıca "karşımızda oturan sağır bir kadın, anlaşı­
lan onun bile kulaklarına ulaşan bu korkutucu sesi duyunca yangın var
sanıp endişeyle pencereye koşmuştu "25 der.
Cemiyete özgün katkılar26 şiirlerin ve bestelerin yanı sıra edebi, ta­
rihsel, müzikolojik ve felsefi nitelikte derslerden oluşuyordu. Fritz başka
şeylerin yanı sıra Bach'ın aynı adlı eserinden esinlenmiş dört partilik bir
Noel Oratoryosu'yla (Weihnachts-Oratorium) katkıda bulunmuştu ( bu
kitabın web sitesinde 4, 5 ve 6. parçalar). Ayrıca sayısız şiir de yazmıştı;
bu şiirlerin arasında "F. Nietzsche tarafından tercüme edilmiş Altı Sırp
Halk Şarkısı" da vardı (Wilhelm onun Sırpça-Hırvatça bilmeden tercü­
meyi nasıl yaptığına şaşmıştı).27 Byron ve III. Napolfon üzerine söylev­
ler ( "Napolfon 111 als Praesident", 1 862) ile 1 862 Mart'ında yazılan ilk
felsefi eseri " Özgür İrade ve Kader"i de ( "Willensfreiheit und Fatum" )
unutmamak gerek.
Bu arada Fritz okulda da önemli eserler üretmeye başlamıştı. Kla­
sikler üzerine incelemelerinin yanı sıra Hölderlin ve Byron, Ermanarich
Destanı ve başka İskandinav destanları, medeniyetin kökenleri ve doğa­
sı, anayurdun ne olduğu üzerine uzun incelemeler kaleme almıştı. Filolo­
jik eleştirinin ilkelerine dair içgörüsü arttıkça İncil'e karşı daha eleştirel
bir duruş almaya başlıyordu.
·ı r ) NIETZSCHE

Dini Şüphe

Daha önce gördüğümüz üzere, Fritz'in çocukluğuna damgasını vu­


ran dindarlık, gelenekçilikle sınırlı kalmayan tutkulu bir dindarlıktı; ilk
bestelerinde bu durum açıkça görülür (bu kitabın web sitesinde 1, 2
ve 3'üncü parçaları dinleyiniz). İncil'e yaklaşımı kayıtsız şartsız imana
dayanıyordu. İlk sahici okul arkadaşı olan ve yine onun gibi bir rahibin
oğlu olup kendisi de din adamlığına hazırlanan Paul Deussen'le ortak
yönleri hem şiir hem de dindarlıktı. İkisindeki bu dindarlık safhasının
doruk noktası 1 86 1 Mart'ında birlikte kabul törenlerinin yapılmasıdır.
Deussen olayı şöyle hatırlar:

Kabul töreninden önceki ve sonraki haftalarda bizi etkisine alan kutsal, gizemli
havayı çok iyi hatırlıyorum. Bu hayatı terk etmeye, İ sa'nın yanında olmaya tam an­
lamıyla hazırdık ve tüm düşüncelerimiz, duygularımız, mücadelemiz öte dünyaya ait
bir neşeyle aydınlanmıştı.20

Ama neredeyse tam o sıralarda Fritz'in dindarlığının dokusunda


çatlaklar meydana gelmeye başlamıştı. Paskalya tatilinde Franziska'yla
şiddetli bir münakaşaya girmiş, sonuçta o dönemdeki mektuplaşmala­
rındaki aydınlık sevgiye çok ters düşen bir özür mektubu yazmıştı:

Ve şimdi, Anneciğim, sadece senin kulaklarının duymasını istediğim birkaç söz.


Bence de şahane Paskalya tatilimiz o çirkin olaylarla gölgelendi ve seni o kadar
çok üzdüğüm her aklıma geldiğinde kahrımdan ölüyorum. Senden af diliyorum, An­
neciğim: bu olayın aramızdaki sevgiye zarar vermesi korkunç olur. Affet beni, An­
neciğim ... Açılan yarayı iyileştirmek için bundan böyle elimden geleni yapacağım,
davranışlarım ve sevgim bunu sana gösterecek.29

Bu münakaşanın dinle ilgili olduğu neredeyse kesindir. Fritz'in oku­


maya başladığı eserlerin dine " bilimsel" yaklaşımı (Almancadaki geniş
anlamda her rasyonel ve disiplinleşmiş araştırma " bilimsel" sayılır)
Franziska'nın basit gelenekçiliğini zedelemişti. Fritz Kasım ayında kız
kardeşine Kari von Hase'nin rasyonalist İsa'nın Hayatı'nı (Das Leben
]esu, 1 829) tavsiye edince annesi fena sarsılmıştı.30 Deussen de Fritz'in
Hıristiyan imanının " bilim" tarafından baltalanmaya başladığını doğru­
lar. Kabul töreni dönemindeki dini coşku, der Deussen,
Pforta 41

doğal yetişmemiş bir bitki olduğundan varlığını sürdüremedi, gündelik eğitimimiz


ve hayatımızın etkileri karşısında geldiği gibi hızla dağılıp gitti. Bu arada Abitursınav­
ları bitene kadar belli bir ölçüde imanımızı koruduk. Biz farkına bile varmadan ima­
nımızı zayıflatan şey Pforta'da antik eserleri incelemekte kullandığımız ve ardından
kendi kendine İ ncil'deki meselelere de genişleyen üstün tarihsel-eleştirel yöntemdi.31

Nietzsche olgunluk dönemindeki felsefesinde Hıristiyanlığı ve Hıris­


tiyan ahlakını baltalamak için esasen "tarihsel-eleştirel yöntem"i kulla­
nır. Genel çerçevede bu bir "şüpheci yorumlama yöntemidir", yani bir
metin sıkı sıkıya sorgulanırken gözle görünenden daha fazlasının (bel­
ki de azının) bulunduğu ve asıl sorunun göze çarpmayanda bulunduğu
varsayımıyla hareket edilmesidir. Ama Deussen'in de belirttiği gibi, bu
"yöntem" esasen klasik metinlerden İncil'e aktarılmış bir filoloji disipli­
nidir (daha önce dikkat çekildiği gibi yıkıcılık potansiyeli taşır). Aslında
Pforta'nın dünya görüşü dahilindeki çelişkilerden biri çözülmeye başlı­
yordu. "Bilim" imanı zayıflatmaya başlamıştı.
1 862 Bahar'ında Germania Cemiyeti meclisini oluşturan (kendisiyle
birlikte) üç kişiden ikisine verdiği "Kader ve Tarih" ( Fatum und Gesc­
hichte) söylevinde Fritz, Hıristiyanlığa "özgürce ve tarafsız" bakma ihti­
yacı hakkında ısrar eder, hem de yetişme tarzı bunu neredeyse bir "suç"
olarak nitelemesine rağmen. Yine de, bu metni tartışırken göreceğimiz
üzere, Fritz'in amacı Hıristiyanlığı reddetmek değil, modernleştirmektir.
Toplumun dokusunu oluşturan Hıristiyan yaşam biçimi tasfiye edileme­
yecek kadar değerlidir. Ama teolojik inançlar yeniden şekillendirilmeli­
dir ki modern bilimle çelişmek yerine bilime uyum sağlasın. Bu modern­
leşmiş Hıristiyanlık arayışı, göreceğimiz üzere, Fritz'in üniversitedeki ilk
yılında okuduğu David Strauss'un İsa'nın Hayatı Üzerine Eleştirel İnce­
leme (Das Leben ]esu kritisch bearbeitet, 1 835-36, 2 cilt) adlı kitabıyla
perçinlenmişti.

Gençlik Döneminde İsyankarlık

Fritz'in naif dindarlıktan çıkışına genel bir gençlik dönemi isyankarlığı


eşlik ediyordu. Bu durum 1 862 baharında başlayıp bir yıl kadar sürdü,
ondan sonra da Fritz alışılmış rolüne döndü ve Pforta'dan göğsünü gere
42 NIETZSCHE

gere mezun oldu. Okulun asileriyle, Guido Meyer ve Raimund Granier


gibi şaibeli tiplerle, Pforta'nın yeraltı kültürünün müdavimleriyle arka­
daşlığa başladı. Birlikte okulun inek öğrencileriyle dalga geçiyor, gizlice
içki ve sigara içmek, enfiye çekmek gibi suçlar işliyorlardı. Gerçekten de
Meyer 1 863 Mart'ında kurallara aykırı içki içmek suçundan okuldan
atıldı. Fritz bu olayı annesine zalimce bir adaletsizlik ve Pforta'daki en
üzüntülü günü olarak aktarır.32
Edebi düzeyde Fritz artık başkaldırının simgesi olarak Byron'a hay­
ranlık beslemeye başlamış ve kafirce günahkarlık yoluna girmişti. Eu­
phorion adlı bir romanın bir kısmını yazdı -romanla aynı adlı kahraman
bir rahibeyi hamile bırakıyordu ve rahibe daha sonra kendi kardeşiyle
evleniyordu. Metni nihilizmdeki ortağı Granier'e gönderdi, büyük bir
gururla da romanı "tiksindirici", ancak tuvalet kağıdı olarak kullanı­
labilecek bir eser diye niteliyordu.33 Şiirlerinde bir ölüm arzusu belirdi
- "Keşke kalksam, bu alemin yorgunluğuyla / Uçup gitsem / Güneye
doğru kırlangıçlar misali / Varsam mezarıma . " Başka bir şiirinde de bir
sarhoş içki şişesini çarmıhtaki İsa'ya fırlatıyordu.
Eve gönderdiği şiirler artık " Anneciğim" yerine sözde daha sofis­
tike olan " Sevgili İnsanlar" diye başlıyordu ve bu yüzden azar işitti.
Okulda da sorunlar vardı. Mümessil olduğundan etrafı kontrol etmesi,
sınıflarda ya da yatakhanelerde tamire ihtiyaç duyan şeyleri bildiren
raporlar yazması gerekiyordu. Küçük bir başkaldırı hissiyle raporlarına
ufak tefek şakalar eklemeye başladı, mesela rapora "iki kat üstteki sı­
ralar yeni boyandığından üstlerine oturanlara fazlasıyla bağlanıyorlar"
gibi cümleler yazıyordu. Bu yüzden evci çıkması yasaklandı, dolayısıyla
Franziska'yla önceden ayarladıkları Almrich görüşmesini kaçırdı. Yine
evden ağır bir azar geldi -"Sevgili Fritz" in yerini "Sevgili oğlum" al­
mıştı:

Tanrıya şükür daha kötü bir ceza almamışsın ama doğrusunu istersen ... senin
daha nezaketli olmanı beklerdim. Yine kibirli olma kabahatiyle suçlanacaksın, daima
başkalarından farklı bir şey yapmaya çalıştığın söylenecek, ayrıca cezayı da hak
ettiğini düşünüyorum, çünkü böyle bir şey yapmak öğretmenlere karşı korkunç bir
haddini bilmezlik gibi görünür. Bu yüzden gelecekte düşüncelerinde ve eylemlerinde
lütfen daha dikkatli ol, daima sağduyuyla hareket edersen, sende giderek daha fazla
gözlemlediğim kavgacılık ve huzursuzluktan korunursun.34
Pforta 43

Gençlik dönemindeki isyankarlık 1 863 Nisan'ında Fritz'in bir öğret­


men tarafından kör kütük sarhoş yakalanmasıyla zirveye ulaştı. Ceza
olarak mümessillikten çıkartıldı ve evci çıkması yine yasaklandı, bu
yüzden annesi ve kardeşiyle pazar günkü buluşmasını yine iptal etmek
zorunda kaldı. Büyük bir utançla annesine yeni bir mektup yazmak zo­
runda kaldı:

Anneciğim -bugün sana yazmama yol açan olay şimdiye kadar sorumlu oldukla­
rımın en nahoşu ve acı vericisi. Aslında çok kötü bir şey yaptım; beni affedebilir misin
ya da affeder misin bilemiyorum. Özellikle de asla geçimsizlikle bozulmayan Pas­
kalya tatillerinde geçirdiğimiz güzel günler aklıma geldikçe kalemi elimden bırakmak
istiyorum ve içimi bir burukluk kaplıyor. Geçen pazar sarhoş oldum. Hiçbir mazeretim
yok, tek söyleyebileceğim şey ne kadar içtiğimin farkında olmadığım ve o öğlen biraz
fazla heyecanlandığım ... [yıl sonu sınavlarında birinci gelmesini kutluyordu]. Böyle
kıymetsiz bir hikayeyle sana daha önce hiç vermediğim kadar keder verdiğim için ne
kadar utandığımı ve üzüldüğümü bilemezsin. Ayrıca Rahip Kletschke [Heinze'den
sonra Fritz'in akıl hocası seçtiği ve onu kıdemli mümessil yapan okul rahibi] hesabına
da çok üzgünüm ... En kısa zamanda azar mektubunu bekliyorum, çünkü bunu hak
ettiğimi kimse benden iyi bilemez ... en kısa zamanda bana yaz ve çok kızma, anne­
ciğim. Üzüntüler içindeki Fritz.35

Bu olayın büyüklüğü isyankarlık ateşini söndürmüş gorunuyor,


çünkü Pforta'nın ceza defterinde adını bir daha görmüyoruz. Ama bu
olay yüzünden ömrü boyunca alkole bir güvensizlik beslemiştir. Ecce
Homo'da "ispirtolu" içkiler yerine suyu tercih etmesini Pforta'dayken
"bir sünger gibi içmiş" olmasına atfeder.36
***

Fritz'in Pforta'daki son yılında esas meselesi hangi Brotstudium'u se­


çeceği, yani ekmeğini hangi alandan kazanacağıydı. Yoksul bir aileden
gelen burslu bir öğrenci olduğundan ekmeğini kazanmayı ciddi olarak
düşünmekten başka seçeneği yoktu. Pek çok alanda yetenekli olduğun­
dan, meslek seçmenin "piyango çekmek"le37 bir olduğundan yakınıyor­
du. Bir süre müziği düşündü "müzik dinlemezken her şey bana ölü görü­
nüyor" diye yazmıştı annesine.38 Ama neticede Pforta'nın gerek eğitim
gerekse ideolojiyle onu hazırladığı alanda karar kıldı: klasikler, "klasik
filoloji " . 1 869'da bu konuda şöyle yazıyordu:
44 NIETZSCHE

Ancak Pforta'daki hayatımın sonunda, adamakıllı kendimi tanıdığımda tüm


sanatsal yaşam planlarımdan vazgeçtim: Neticede oluşan boşluğa ise filoloji girdi.
Yani benim endişe verici eğilimler seli karşısında ölçülü olmaya ihtiyacım vardı ;
seçeceğim disiplin ( Wissenschaff} değişebilen ve endişe yaratan eğilimler seli kar­
şısında ağırbaşlılıkla yürütülebilmeliydi, kalbi rahatsız etmeden -rutin çalışmayla­
serinkanlı bir aklı başındalıkla ve mantıklı kayıtsızlıkla sürdürülebilecek bir disiplin
olmalıydı.39

Burada Nietzsche'nin Prusyalılara has bir düzen arzusuna sahip ol­


masının yanı sıra bir şey daha açığa çıkar: Yunanları sevmesine rağmen
filolojiyi sevmiyordu -Ulrich Wilamowitz, Nietzsche'nin ilk kitabını
eleştiren yazısında bu isteksizliğin izini sürer. Göreceğimiz üzere bu eleş­
tirinin hedefi Nietzsche'yi disiplinin dışına atmaktı. Tutkuyla bağlanma­
dığı bir meslek seçen Nietzsche günün birinde çözmek zorunda kalacağı
sıkıntılı bir ikileme girmişti.

Yeni Dostlar

Fritz okuldaki son aylarında Wilhelm ve Gustav'ın Heidelberg'deki


üniversiteye gideceğini ve bu üniversitede bir filologa yer olmadığını öğ­
renince üzüldü; dostlukları zayıflıyordu. Ama onların yerine iki başka
dostluk tomurcuklanmaya başlamıştı: Birincisi, demin belirtildiği gibi,
Paul Deussen'le yakınlaşmıştı, * kısa süre sonra gelişen ikinci dostluk
ilişkisini de Prusyalı Junker * * bir ailenin tipiklikten uzak bir üyesi olan
Baron Carl von Gersdorff'la kurdu . .. .. .. Carl ile Fritz ilk başta müziğe il-

.. Deussen de Nietzsche gibi akademik hayatına Yunan filologu olarak başladı. Ama
sonra Schopenhauer sayesinde Doğu düşüncesine kaydı. Berlin'de profesör oldu ve
döneminin en büyük şarkiyatçılarından biri haline geldi.
* * Almancada "toprak sahibi" anlamına gelen ]unker, Prusya'da ve Almanya'nın do­
ğusunda yaşayan ve Alman İmparatorluğu'yla Wiemar Cumhuriyeti dönemlerinde
önemli bir siyasal güç oluşturan toprak sahibi sınıfın adıydı. Prusya ordusunun
subay kadrosunu bu aşırı tutucu ]unker'ler oluşturuyordu-r.n.
.. .. .. Von Gersdorff Junker geleneğine uyarak hem 1 866 Avusturya-Prusya savaşında
hem de 1 870-71'deki Fransız-Prusya savaşında çarpıştı. Ağabeylerinden birisi
ilk savaşta, Demir Haç nişanı alan diğeri ikinci savaşta öldü. Von Gersdorff aile
mülklerinin idaresine zorlansa da asıl isteği sanatçı olmaktı. 1 900'de Nietzsche'nin
cenazesinde konuşma yaptı. 1 904'te giderek artan ruh hastalığı belirtileri göster­
dikten sonra kendini pencereden atarak intihar etti.
Pforta 45

gileri sayesinde yakınlaştılar, ilk kez Pforta'nın konser salonunda kar­


şılaşmışlardı. Nietzsche'nin piyano doğaçlamaları karşısında Carl çok
şaşırmış ve şöyle demişti: " Bilhassa fırtına tehdidi varken Beethoven'ın
bile Nietzsche'den daha çarpıcı bir doğaçlama yapamayacağına kolayca
inanabilirim. "40 Okuldan mezun olduklarında artık birbirlerine siz (Sie)
diye hitap etmeyi bırakmış, sen (du) demeye başlamışlardı; Almanlar
arasındaki kişisel ilişkilerde bu çok büyük bir adımdı.
2002'de yayımlanan Zarathustra 's Secret (Zarathustras Geheimnis,
1 9 89; Zerdüşt'ün Sırrı)41 adlı kitapta -mutlak kanıt yokluğundan yıl­
mayan- yazar, " Zerdüşt"ün (yani Nietzsche'nin) suçluluk hissetme­
sine yol açan "sırrın" "eşcinsellik" olduğu şeklinde sansasyonel bir
iddiada bulunur. Bu yüzden hem Deussen'in hem de von Gersdorff'un
karşı cinse ilgi duyduğunu belirtmek gerek. Fritz de okulda sondan bir
önceki yılında okuldan bir tanıdığının kız kardeşi olan Anna Redtel'le
yakınlaşmıştı. Anna Kösen'deki (Pforta ile Naumburg arasındadır) de­
desini ziyarete geldiğinde Fritz onunla birlikte piyano düetleri yapı­
yordu. İlk bestelediği melodik piyano eserlerinden bir derlemeyi ona
adamıştı.42
Fritz ve arkadaşları birbirlerine çok yapmacıklı ifadelerle hitap edi­
yorlardı. Birbirlerini "korkunç" derecede "özlüyor" , bir kez daha bir
araya gelecekleri tatilleri "iple çekiyorlardı". Geç Viktoryen Avrupa'da
moda olduğu üzere birbirlerine fotoğraflarını da gönderip duruyorlardı.
Sağlıklı bir modern erkek çocuk duvarlara koca memeli film yıldızları­
nın fotoğraflarını asarken, Fritz odasının duvarlarını dostlarının fotoğ­
raflarıyla süslüyordu.43
Bunlar "eşcinsel " ilişkilerin varlığına mı delalet eder? Hiç de değil.
Kişinin dostuna ölümsüz bir sevgi beslemesi bugünün erkekler arası iliş­
kilerindeki duygusal peklikle yetişen birisinin tüylerini ürpertse de, Vik­
toryen dönemde çok yaygındı. Peki, bunun içinde homo-erotik duygular
da barınır mı ? Büyük ihtimalle barınır. Onları Yunan aristokratlarının
hayatlarını idealleştirmeye teşvik eden tek cinsiyetli yatılı okullarda geli­
şim yıllarını geçiren Viktoryen erkeklerin gözünde en mahrem ve şefkatli
duyguları kendi cinsiyetlerinden olanlara saklamak doğal bir şeydi. Bu
açıdan Fritz de bir istisna değildir. Ama Nietzsche'ye "eşcinsel" diye­
ceksek, orta sınıf Viktoryen erkeklerin büyük çoğunluğunun da ondan
farklı olmadığını kabul etmemiz gerekir.
NIETZSCHE

Mezuniyet

Fritz yirmi yaşına basmadan kısa süre önce Pforta'dan mezun oldu
ve uzun yıllar boyunca en başarılı öğrenci sıfatını korudu. Pforta'daki
mevkileri ile en iyi üniversitelerdeki kürsüleri arasında gidip gelen öğ­
retmenlerce üstün bir eğitimden geçirildiğinden, halihazırda profesyonel
bir klasik filolog olmak için tüm donanıma sahipti. Önünde parlak bir
gelecek vardı. Ama başının üstünde iki bulut dolaşıyordu.
Bunlardan birincisi sağlık durumuydu. Okulun uyguladığı Sparta
disiplini yüzünden fena halde hastalanmayan kimse tıbbi kayıtlara geç­
miyordu. Yine de Pforta'da geçirdiği altı yıl içinde Fritz en az on sekiz
kez revire kaldırılmıştır; bu da yılda ortalama üç kez revirde kaldığı­
nı gösterir. İki seferinde hastalığı o kadar ağırdı ki toparlanması için
eve gönderilmişti. Çoğunlukla çeşitli soğuk algınlıkları geçiriyor ama
bu hastalık dönemlerinde baş ağrısı da çekiyordu, üstelik bu baş ağrısı
başka durumlarda da oluyordu. Daha sonra göreceğimiz üzere, yetişkin
hayatının tamamında bulantı ve kusmayla birlikte gelen bir baş ağrısı
çekmişti; bu ağrı hem görmesini hem de iş yapmasını engelliyordu.
Nietzsche'nin baş ağrılarının fiziksel bir sebebi olabilir. Ama aşırı
miyopluğu ve çok fazla kitap okuması da büyük ihtimalle baş ağrısını
artırıyordu. ( Çoğunlukla bütün gece, uykusu açılsın diye ayağını buz
gibi bir kova suya sokarak okurdu.44) Ayrıca baş ağrılarının hiç değilse
zamanlamasında psikosomatik bir unsur varmış gibi görünüyor: Anla­
şılan stres onu zayıf düşürüyordu. Örneğin 1 862 yılında sağlığı özellik­
le kötüleşmişti -revirin tıbbi kayıtlarında adına dört kez rastlıyoruz, en
nihayetinde toparlanması için eve gönderilmişti- sağlığının bozulduğu
bu dönem Pforta karşı-kültürünün kafası karışık nihilizmiyle flörtüne
tekabül eder. Ertesi yıl da eve 1 6 Nisan'da yazdığı mektupta sarhoşluk
olayını itiraf ederken gösterdiği aşırı bunalım sonrasında 24 Nisan ile
5 Mayıs arasında, ardından 7 Mayıs ile 20 Mayıs arasında revirde yat­
mıştı.
Fritz'in Pforta'dan mezuniyetinin tepesinde dolaşan ikinci bulut da
okuldaki son günlerinde yazdığı bir şiirde kendini gösterir. Şiirin bir kıs­
mı şöyledir:
Pforta 47

Bir kez daha yolumda yürür


Gözlerimi dikerken ileri
Bir başınalığımda uzatıyorum ellerimi
Yukarıya, sana, korunağıma
Gönlümün en derin köşelerinde
Görkemli tapınaklar diktiğim uğruna
Zira her zaman ve daima
Senin sesindir çağıran geri
Kazınmış mermerin göbeğine, parıldar
O sözcük: Bilinmeyen tanrıya...
Tanımalıyım seni, bilinmeyeni
Ruhumun derinliğine ereni .45
..

Gördüğümüz üzere filolojik sofistikeleşme, Nietzsche'yi çocuklu­


ğundaki sade Naumburg imanından yoksun bırakmıştı. Bu durum onu
hiçbir şekilde ateizme sürüklememiş olsa da -Tanrı hasreti azalmamıştı­
artık Tanrı'nın kim olduğunu bilmiyordu. Tanrı şimdi " bilinmeyen tan­
rı" haline gelmişti ( Bunu bir Yunan tanrısı gibi tarif etmesi Hölderlin'in
"Tatlı Mavilikte"sinden ( "in lieblicher Bliiue", 1 823 ) esinlenmiş olabi­
lir). Tanrı, bir arayış haline gelmişti ve hayatının geri kalanında da bu
özelliğini yitirmedi.

Edebi Çalışmalar I858-I864

Pforta yıllarındaki edebi çalışmalarını çocukça sayarak görmezden


gelmek zor değildir. Ama bunu yapmak hata olacaktır, çünkü yetişkin­
lik felsefesinin ana temalarından pek çoğu ( "güç istenci" ve "aynının
bengi dönüşü " istisnadır) ilk kez bu ergenlik dönemi çalışmalarında
gün yüzü görmüştür. Nietzsche ergenlik dönemindeki görüşlerini ha­
yatı boyunca değiştirmeden sürdürmemiştir elbette. Ama yine de onun
gerçekte neyle ilgilendiğini anlamak için bu görüşlerin anlaşılması kilit
önemdedir. Tartışmayı metinler üzerinden değil başlıklar üzerinden sı­
raya sokacağım; Nietzsche'nin görüşlerini din, müzik, Yunan tragedya­
sı, şiir, siyaset ve ahlak, anayurda karşı kozmopolitizm ve özgür irade
sıralamasıyla tartışacağız.
NIETZSCHE

Din

24 Mart 1 86 1 'de Germania'nın iki kişilik dinleyici kitlesine verilen


bir söylev olan " Halkların Çocukluğu Üzerine" ,46 Nietzsche'nin dinin
kökenine dair ömür boyu sürdüreceği tefekkürün başlangıcını teşkil
eder. On yedi yaşındaki biri için çarpıcı bir çalışmadır.
Bir halkın [ Volk] en temel varlığı, der Fritz, ortak dildir. Bu argü­
man tanımı gereği doğrudur, çünkü belli bir grup insanı bir halk sıfatıy­
la bir arada tutan şey ortak dildir. Halkın bir sonraki temel özelliğiyse
ortak dindir. Fritz'in hipotezine göre uygarlığın en ilkel safhalarında
halklar kendilerini Tanrı'nın çocukları olarak görmüştür. Şimşek ve
yıldırım aracılığıyla kendini gösteren Tanrı'nın gücü karşısında dehşete
kapılmış, dua ve kurban yoluyla ondan yardım istemeye, günahlarını
affettirmeye çalışmışlardır. Bu ilk ve en doğal dinde doğal fenomenlere
içkin Tanrı'ya tapınılır -Tanrı'nın doğal değil doğaüstü bir varlık oldu­
ğu "hakikati"nden habersizdirler. Ama zamanla ilkel tektanrıcılıktan,
"putperestliğin gelişimiyle" birlikte çoktanrıcılığa geçildi. Yahudiler bile
çoktanrıcıydı; İsrail Tanrı'sı Yehova'yı tanrıların en yücesi olarak görü­
yor, diğerlerine nazaran ona krallığa benzer bir rol biçiyorlardı. Görü­
nüşte farklı tanrısal güçleri temsil eden çeşitli doğa kuvvetleri ve farklı
mevsimler her bireyin kaderini belirleyen çok sayıda doğaüstü failin bu­
lanık bir tasarımını doğurdu. Bu ruhlardan bazılarının iyi bazılarının
kötü olduğu fikri de doğal olarak gelişti ve herkes iyi olanlardan medet
ummaya başladı. Ardından kendilerini tanrıların ulakları olarak sunan
bilgili insanlar ortaya çıktı ve ahlakın temellerini ilahi inanca bağlayıp
neticede ortaya çıkan tanrı ve ahlak sentezlemelerini kendi halkları için­
de yayarak yeni bir din biçimi kurdular. Antik dönemdeki manevi ba­
kımdan zengin dinler böyle ortaya çıktı. Ama diye bitirir Fritz, tarih
şunu göstermiştir:

Sürekli olgunlaşan dinsel düşünce, saf ve doğal bir öğreti talebinin karşılandığı
duruş noktasına, aydınlanmış filozofların bizi tüm varlığın en eski kaynağı olarak
tek bir Tanrı'ya döndürdüğü bir noktaya yönelmektedir. Bu süreci hızlandırmak Hı­
ristiyan dininin görevidir; ama araya girip putperestlerin dinini kuwet yoluyla imha
ederek değil, daha iyi olmaya yönelik bir öğreti için doğal bir ihtiyaç uyandırarak bunu
yapmalıdır. [Fritz'in burada, çocukluğunda kendisinin ve Elizabeth'in ikinci en çok
Pforta 49

sevdikleri oyuncaklarını bağışladıkları Afrika'daki Alman misyonerliklerini kastettiği


açıktır.) Onları kutsiyetten uzak durumlarından çıkartıp kurtuluşun biricik vesilesi olan
Kilise'nin kollarına götürecek sevgi de bir o kadar ihtiyaç duyulan ve Hıristiyanlığın
temellerindeki fikirlerin zorunlu kıldığı bir şeydir.

Bu satırların Hıristiyan teolojisi parametreleri dahilinde yazıldığı


açıktır. Bu parametrelere göre tektanrıcılık ilk ve en doğal ilahi fikirdir
-kulağa doğru gelmeyen bu hipotezi daha sonra reddeder. Gelgelelim,
dinin bir kökeni olduğunu düşünmesi bile Hıristiyan imanıyla arasında
belli bir mesafe oluştuğunu gösterir: Ahlakın Soykütüğü ' nde dediği gibi,
dini inancın bir tarihi olduğunu kabul etmek bile onun ilahi vahyin ürü­
nü olduğu varsayımını zayıflatır.
Ama sonraki yıl Fritz naif Hıristiyanlıktan uzaklaşma sürecinde çok
daha ilerilere gidecektir. Paskalya tatilinde verdiği, " Kader ve Tarih"47
başlıklı başka bir Germania söylevinde şöyle der:

Hıristiyan doktrinini ve Kilise tarihini özgür, kısıtlanmamış bir gözle inceleyebil­


seydik, genellikle kabul gören fikirlerle çelişen pek çok sonuca varacaktık ister iste­
mez. Ama gerek daha ilk günlerimizden itibaren alışkanlık ve önyargının boyunduru­
ğuyla kısıtlandığımız için, gerekse çocukluğumuzda görüp geçirdiklerimiz düşünme
yetilerimizi sınırladığı ve karakterimizi önceden belirlediği için, özgür bir bakış açısı
seçip dine dair içinde yaşadığımız çağa uygun tarafsız bir yargıda bulunmayı nere­
deyse günah saymaya zorlanıyoruz [tabii ki Franziska tarafından].

Demek ki Fritz yansızlık hakkını ilan ediyordu -daha sonra buna


"özgür ruhlu biri haline gelmek" diyecekti- yani dini, çağının eğitimsel
bilgisi açısından görmeyi arzuluyordu. Ama yaşına göre çarpıcı sayılabi­
lecek bir olgunlukla toplumuna ve onun büyük geleneğine karşı düşün­
sel bir sorumluluk duyuyordu. Şöyle devam eder:

Böyle bir girişim birkaç haftada değil bütün bir ömürde tamamlanabilir ancak. Salt
ergenlik çağına özgü düşüncelerin sonuçlarını kuşanarak iki bin yılın otoritesini ve
en büyük zihinlerin beyanlarını nasıl yok edebiliriz? Hayaller ve ham fikirlerle yetinip
dünya tarihinde dinin gelişimine ait tüm o derin sevinçleri, saadeti ve kederi nasıl
hiçe sayabiliriz? İki bin yıldır karşıt görüşlerin çatıştığı felsefi problemleri çözmeye
kalkmak, hayvani insanı hakiki insan düzeyine tek başına çıkartabileceğine en büyük
NIETZSCHE

kafaları ikna edebilen inançları yıkmaya kalkmak ya da doğa bilimleri ile felsefeyi iki­
sinin de ana sonuçlarını bilmeden birleştirmeye kalkmak, haddini aşmaktan başka bir
şey değildir. Son olarak, dünya tarihinin birliği ve buradan doğan temel ilkeler henüz
insan zihnince çözülememişken doğa bilimleri ve tarihten bir gerçeklik sistemi inşa
etmeye kalkmak da aynı haddini bilmezliğin ürünüdür.

Şimdi de " Kolomb imgesi" denebilecek imgenin, yani olgunluk dö­


nemi felsefesinin tamamına yayılan deniz kaşifi olarak filozof imgesinin
ilk belirişine geliyoruz:

Pusulasız ve rehbersiz şüphe denizine çıkma cüretini göstermek, gelişmemiş


kafalar için ölüm ve yıkım anlamına gelir; çoğunluğu fırtınalarda batar gider, pek azı
yeni topraklar keşfeder. Bu uçsuz bucaksız fikirler okyanusunun ortasında insan sık­
lıkla tekrar karaya dönme hasreti duyar.

Gelgelelim, Fritz çağının bilimsel bakışına bağlılıktan taviz vermez:


" Bütün geçmişimizin harika mirası ve geleceğimizin müjdecisi olan tarih
ve bilim, kurgularımızın kulesini inşa edebileceğimiz tek temeldir. " Ay­
rıca Şen Bilim'de "Tanrı'nın ölümü"nün sonuçlarıyla ilgili önsezilerinin
işareti sayılabilecek görüşler de öne sürer. Çağdaş bakış açısının sonuç­
larının travmatik olacağını gizlemez:

Büyük bir devrimin eşiğindeyiz, insanlık Hıristiyanlığın bütün dokusunun [salt]


varsayımlara dayandığını ilk kez kitleler halinde kavrıyor: Tanrı'nın varlığı, ölümsüz­
lük, İ ncil'in otoritesi daima sorunlu kalacaktır.

Sonra da (Şen Bilim'in önemli bir sözü olan "Ancak yaratıcılar ola­
rak yıkabiliriz"i,48 yani Nietzsche'nin niye sadece bir "yapıbozumcu"
olmadığını gösteren bir aforizmayı önceleyerek) şöyle yazar:

Her şeyi inkar etmeyi denedim [ Versuch]. Ah, yıkmak kolay -peki, ya yapmak!
Yıkım bile olduğundan daha kolay görünür, çünkü çocukluğumuzda zihnimize kazı­
nanlar en içsel varlığımızı etkilemektedir, ebeveynlerimizin ve eğitimimizin etkisinde­
yizdir; öyle ki, bu derine işlemiş önyargılar rasyonel argümanlarla kolayca sökülüp
atılamaz kesinlikle.
Pforta 51

Bunun sonucu çoğunlukla zayıflayıp gerilemek ve düşünsel dürüst­


lüğü kaybetmektir; bu gerileme, İnsanca, Pek İnsanca'da "özgür ruhlu­
ların " "din veya metafizik adını verdikleri kayıp sevgiliye" geri dönüşü
olarak tasvir edilir. 49

Alışkanlığın kuweti, daha yüce bir şey ihtiyacı, tüm toplumsal biçimlerin çözül­
mesi [korkusu] iki bin yıldır bir serap yüzünden yolundan sapmış olma şüphesiyle
kararlı bir savaş yürütür ... ta ki üzücü ve acı deneyimler bizi eski çocukça inançları­
mıza geri götürene dek.

Ama henüz yukarıdakilerden hiçbiri Hıristiyanlığın reddine tekabül


etmez. Fritz'in isteği daha ziyade onu modernleştirmek, din ile kendi
çağının doğalcı bakış açısı arasında bir uzlaşma sağlamaktır. 1 862 Ni­
san'ında Wilhelm ve Gustav'a şöyle yazar:

Hıristiyanlık kaderci değildir ... yalnızca kendimizden sorumlu olduğumuzu ve


anlamlı bir hayat yaşamayı başaramamamızın daha yüce bir kuwete değil sadece
kendimize atfedilebileceğini kabul ettiğimiz zaman Hıristiyanlığın temel fikri varlığı­
mızın cevherine girebilir ancak. Hıristiyanlık esasen gönül meselesidir: ancak onu
cisimleştirdiğimizde, bizim en içteki doğamız haline geldiğinde hakiki Hıristiyanlar
oluruz. En dipte ise Hıristiyanlığın öğretileri sadece insan yüreğindeki temel fikirleri
ifade eder. Bunlar simgelerdir...so

Nietzsche yazdığı son kitap sayılabilecek olan Decca/'da tarihsel İsa


için "cennet krallığının gönülde yattığını" iddia eder. Yani gerçek İsa
ahlak öğretmeniydi, daha ziyade Buda'ya benziyordu ki Buda da evren­
sel ve koşulsuz sevgiyle bir içsel barış haline ulaşmayı öğretiyordu. Hiç
metafizik inancı yoktu -"cennetin" doğaüstü ölüm-sonrası bir menzile
dönüşmesi İsa'nın öğretilerinin Aziz Pavlus tarafından saptırılmasından
kaynaklanıyordu. Burada anlatmaya çalıştığı nokta şudur: Hıristiyan
olmak sevgi ahlakını yaşama meselesidir, hayatı yöneten doğaüstü bir
kuvvete inanma meselesi değildir. " Kader ve Tarih"le yaklaşık olarak
aynı dönemde yazdığı bir denemede de "doğaüstü dünya kuruntusuna"
saldırarak bu kuruntunun "insanlığı doğal dünya karşısında yanlış bir
konuma götürdüğünü" iddia eder: Metafizik Hıristiyanlık, kutsal olan
her şeyin mekanını doğaüstü yaparak doğal, aktüel dünyanın değeri-
NIETZSCHE

ııi düşürür, "tanrısallıktan uzaklaştırır" . Hıristiyanlığın bu şekilde çok


" yanlış anlaşılması " "halkların çocukluğunun" ürünü olan naif bir du­
rumdur, çünkü "Tanrı'nın insan olması insanın saadeti ebediyette değil
dünyada araması gerektiğini gösterir sadece" . Ardından Fritz şöyle der:
"İnsanoğlu ancak şüphe ve mücadele yükünü taşıyarak insanlığına ula­
şabilir: dinin başlangıcını, ortasını ve sonunu kendi içinde tanır. " 5 1
Buradaki son ifade aslında Ludwig Feuerbach'ın Hıristiyanlığın
Ôzü'nden (2004; Das Wesen des Christentums, 1 84 1 ) bir alıntıdır.52 Bu
metin İngilizceye de George Eliot tarafından çevrilmişti. Feuerbach'ın
o dönemdeki devrimci iddiasına göre tüm tanrılar insan yaratılan, in­
sanın kusursuzluk anlayışının yansımalarıydı -kabaca bir ifadeyle "rol
modelleri"ydi. Fritz'in, Hıristiyanlığın esasen "simgelerle" uğraştığı şek­
lindeki iddiası buradan açıklanabilir. İsa doğru anlaşılırsa başka bir ha­
yata açılan kapı değil, bu hayat için bir rol modelidir.
O halde özetlersek, Nietzsche 1 862'de metafizik Hıristiyanlığı açıkça
reddetmişti, ama etik Hıristiyanlığa da bir o kadar açık şekilde bağlılı­
ğını sürdürüyordu -aynı süreçte George Eliot'ın aldığı tavır da aynen
böyleydi. Demek ki Putların Alacakaranlığı'nda Eliot'ı, Hıristiyanlığın
kabulünde ya hep ya hiç anlayışının geçerli olduğunu ve metafiziksiz
etiğin bir mana taşımadığını anlayacak zekadan yoksun bir "küçük ah­
lakçı kadın" olmakla eleştirdiğinde,53 aynı zamanda kendisinin eski gö­
rüşlerini de eleştiriyordu.
Nietzsche 1 862'ye gelene kadar Hıristiyanlığın metafiziğinden uzak­
laşmış, etiğine bağlılığını sürdürmüştü. Ama yine de çağının pozitivist
ruhuna tümden batıp batmadığı sorusu kalıyor geriye: Doğaüstünü tü­
müyle mi reddediyordu, yoksa fizikselin ötesinde bir şeyler, "meta-fizik"
bir şeyler kalmış mıydı bakış açısında ? Bu soruya cevap vermek için
sanat üzerine yazdıklarına, her şeyden önce de müzikle ilgili yazılarına
bakmak gerek.

Müzik

Nietzsche'nin çocukluğunda müzik ile din arasında kopmaz bir bağ


olduğunu birinci bölümde görmüştük. Yoğun müzik deneyimlerinin
neredeyse tamamı kutsal müzikti; küçüklüğünde koro için yazdığı bes-
Pforta 53

telerin de hemen hepsi kutsal parçalardı. 1 858'deki otobiyografik bir


yazısında müzik felsefesine ilk katkılarından birini yaparken bu bağı
yüceltiyordu:

Tanrı'nın bize müziği vermesinin sebebi her şeyden önce müzik sayesinde yük­
sek mertebelere çıkabilmemizdir. Müzik tüm nitelikleri birleştirir: Bizi yüceltir, yönlen­
dirir, neşelendirir, ya da en katı yürekleri bile melankolik tonlarının yumuşaklığıyla
çözebilir. Ama en başta gelen görevi düşüncelerimizi daha yüce şeylere yöneltmek,
bizi yüksek mertebelere çıkartmak, hatta bizi titretmektir. Her şeyin üstünde, Kilise
müziğinin amacı budur... Müzik sanatı çoğunlukla şiirin sözcüklerinden daha nüfuz
edici seslerle konuşur ve gönlümüzün en saklı gediklerine bile ulaşır. Fakat Tanrı'nın
bize gönderdiği her şey ancak bilgece ve doğru bir şekilde kullanıldığında bizi saa­
dete götürür. Dolayısıyla şarkı varlığımızı yüceltir ve iyiye, hakikate yönlendirir. Ama
müzik sadece bir eğlence aracı oluyorsa veya anlamsız çalıma vesile oluyorsa gü­
nah ve zararlıdır. Gelgelelim, bu kusur çok sık görülür, modern müziğin neredeyse
tamamı bu konuda suçludur. Başka bir can sıkıcı durum da pek çok modern beste­
cinin olabildiğince anlaşılmaz parçalar yazmaya çalışmasıdır. Ama bu yapay çabalar
her ne kadar meraklılara çekici gelebilirse de, sağlıklı insanın kulağına tesir etmez
... her şeyin ötesinde, ne pahasına olursa olsun fark yaratmaya çalışan Liszt veya
Berlioz'un [ya da Wagner'in] şu sözde Zukunftsmusil<i böyledir.54

Burada üç tema kendini gösteriyor. Birincisi, müziğin ya düşüncele­


rimizi "daha yüce" şeylere götürdüğü, ya da günah olduğu şeklindeki
püriten anlayış. İkincisi, günahkar müziğin iki farklı şekilde, yani bayağı
eğlence ve aşırı anlaşılmazlık olarak görüldüğü fikri. Üçüncüsü, Fritz'in
ırsi müzikal muhafazakarlığı: Bu otobiyografik yazının devamında
"tüm modern müzikten nefretinden" bahseder; modern müzik der­
ken Zukunftsmusik'i kastetmektedir. "Mozart, Haidn (a.b.), Schubert,
Mendelssohn, Beethoven ve Handel; Alman müziğinin ve benim dayan­
dığımız temel direkler sadece bunlardır,"55 der savunmacı bir edayla.
Aynı temalar üç yıl sonra, 1 86 1 Ocak'ında (Noel Oratoryo'sunun
dört partisini yazdığı yıl) Wilhelm ve Gustav'a gönderdiği şu mektupta
da görülür:

Operanın dünyevi müzikteki yerini manevi müzikte oratoryonun kapladığı öte­


den beri söylenir ama şahsen bu görüşü yanlış buluyorum, hatta oratoryonun kü-
54 NIETZSCHE

çümsenmesi olarak algılıyorum. Oratoryo kendinde ve kendi içinde zaten harika bir
sadeliktedir, nitekim canlandırıcı bir müzik olduğundan ve hatta kesin surette dinsel
bakımdan canlandırıcı bir müzik olduğundan bu sadelik zorunludur. Dolayısıyla ope­
ranın dinleyiciler üzerinde bir etki bırakmakta kullandığı diğer yolların hepsine orator­
yo burun kıvırır; opera türü müzik hala kitleler için olduğundan, bu durum salt tesadüfi
bir şey olarak görülemez. İşitme duyumuz dışında hiçbir duyumuzu uyarmaz. İçeriği
de sonsuz derecede daha basit, daha haşmetlidir ve büyük ölçüde de, eğitimsiz din­
leyicilere bile tanıdık ve kolayca anlaşılır gelir. İ şte bu yüzden oratoryonun müzikal tür
bakımından operadan daha yüksek düzeyde olduğunu düşünüyorum; zira araçları
daha sadedir, etkisi daha dolaysızdır, algılanışı ise yaygındır yani en azından öyle
olmalıdır. Hal böyle değilse sebebi müzik türünün kendisinde aranmamalı, kısmen de
günümüzdeki ele alınışındaki ciddiyetsizlikte aranmalıdır. Pek çok bağlantısız parça­
ya bölünmüş bir beste nasıl birleşir, hatta her şeyin ötesinde nasıl kutsal bir izlenim
yaratır? ... İ kincisi, aşırı yapay, "otantik (altvaterisch)" icra yöntemi bir dezavantaj
barındırır; bu yöntemin yeri kiliselerimiz ve oditoryumlarımızdan ziyade okul olma­
lıdır, üstelik müzikal eğitimden yoksun olanların müziği anlamasını güçleştirir, hatta
imkansız kılar ... Fakat oratoryonun çok popüler olmamasının ana sebebi müziğinin
çoğunlukla kutsiyetten uzak saygısız unsurların bir karışımını içermesinde aranma­
lıdır. Halbuki başta gelen şart bununla ilgilidir: Oratoryonun tüm partilerinde kutsalın,
ilahinin açık damgası bulunmalıdır.ss

Yine burada da müziğin düşüncelerimizi ilahiliğe götürmesi talebi­


ni ve sıradan halkın müziğe erişebilmesi gerektiği fikirlerini görüyoruz.
Ama bu sefer bestecilerin kasıtlı anlaşılmazlığı değil icracıların kılı kırk
yaran "otantiklik" ısrarı -çağdaş kulaklara uygun bir icradan ziyade ori­
jinal icra üslubunda bilgiççe bir ısrar- erişimin engeli olarak tanımlan­
mıştır. ( Hıristiyanlık hayatta kalabilmek için modernleşmeliyse, müzikal
icra da modernleşmelidir. ) Ayrıca burada müziğin doğru kullanımının
"günah" addedilen antitezinin "opera" olduğu açıkça belirtilmektedir.
Bu ilginçtir, çünkü Wagnerci olduktan sonra da aynı püritence "opera"
reddiyesinin sürdüğünü görürüz. İleride göreceğimiz üzere, aradaki tek
fark iyi müziğin paradigması olarak oratoryonun yerini Wagnerci müzi­
kal dramın almasıdır. Çünkü tıpkı Wagner'in kendisi gibi Nietzsche de
müzikal dramı dini bir işlevin icrası olarak anlar. Wagner'in karşı cephe­
sine geçtiğinde ise bu geçişin sebebi Wagner'in müziği hakkındaki fikrini
değiştirmesi ve neticede bunun salt "opera'', yani ucuz -günah- eğlence
Pforta 55

olduğuna karar vermesidir. Tüm bu değişimler sırasında Nietzsche'nin


müzikal sofuluğu değişmeden kalır. Hıristiyan inancını kaybettikten
sonra bile, hiç değilse akıl sağlığını kaybetmeye başlayana dek onun gö­
zünde iyi müzik şu ya da bu şekilde kutsal müziktir.
Fritz 1 862'de annesinin naif, metafizik Hıristiyanlığını terk etti. Ama
bu yüzden pozitivizmin kucağına düşmedi. Dolayısıyla, 1 863 başında
"müziğin özünü" tartışırken, büyük bir bestecinin "tanımlanmaz Bir
Şeyden, daemonikten" esinlenmesi gerektiğini yazıyordu:

Bu daemonik Şeyin iletimi sanatsal anlayışın karşılaması gereken en büyük ta­


leptir. Gelgelelim bu bir duyum ya da bilgi değil, ilahi olanın belli belirsiz bir imasıdır.
Hareket sayesinde bir duygu varlık kazanır, bu duyguda da cennet aniden parıltılarla
belirir.57

1 864 Temmuz'unda, yani Pforta'daki günlerinin sonunda öğrenci ar­


kadaşı Rudolf Buddensieg'e58 gönderdiği bir mektupta da benzer duy­
gular göze çarpar. Buddensieg müziğin de tüm diğer yüksek sanatların
sinir sisteminde uyardığı kısımları uyararak etki yarattığını söylemeye
çalışmaktadır. Fritz ise bunun sadece müziğin "fiziksel etkisini" tanım­
lamaya yarayacağı cevabını verir. Müziğin manevi bir sezgi üretmesi
çok daha önemlidir; bu sezgi biricikliği, büyüklüğü ve fikir verici gücü
sayesinde aniden beliren bir mucize gibi iş görür. Bu duygusal sezginin
temelinde yatan duyum değil, bilen ruhun en yüksek ve en iyi kısmıdır.
Aynı şey sizin için de geçerli değil mi -adeta ötedeki bir şey, beklenmedik
bir şey açığa çıkmıyor mu? Normalde insanlardan saklı kalan başka bir
aleme taşındığınızı hissetmiyor musunuz? ... Sanatta başka hiçbir şey bu
etkiye baskın çıkamaz ... İki yıldan uzun bir süre önce bir arkadaşıma
[yazarken] bu etkinin "daemonik bir şey" olduğunu belirtmiştim. Daha
yüksek dünyaların anlatılması mümkünse, tam burada saklı olduklarını
düşünüyorum.59
Sekiz yıl sonra Nietzsche'nin ilk kitabı Tragedyanın Doğuşu'nda
"daemonik" tabiri "Dionysosçu" olarak kendini gösterir. Bugüne dek
üretilmiş en yüksek düzeyde sanat olan Yunan tragedyasını doğuran
"müzik ruhunu" oluşturan işte bu " Dionysosçu" özelliktir.
Nietzsche olgunluk dönemi felsefesinde "sanatın-şeyleşmesi" adını
verdiği şeye saldırır:
NIETZSCHE

Dinlerin etkisi gevşediğinde sanat başını kaldırır. Dinin meydana getirdiği bir dolu
ruh halini ve duyguyu devralır, onları kendi sinesine koyarak daha derin, manevi­
yatlı hale gelir ... Aydınlanma dinin dogmalarını zayıflatmış ve temel bir güvensizlik
rüzgarı estirmiştir; böylece Aydınlanma'nın din alanından dışladığı duygular kendile­
rini sanatın kollarına atmıştır.so

Hepsinden önce de müziğin kollarına atmıştır. Burada önemli olan


nokta, bunun her şeyden önce otobiyografi olduğudur. Fritz'in Pfor­
ta yıllarındaki kendi "aydınlanması", yetiştirilirken edindiği naif ilahi
dogmaları terk etmesini gerektirmiştir. Ama bu terk edişin sonucu onu
-henüz- pozitivist yapmamış, "öte" tarafı sanat sayesinde erişilebilen
dogmadan uzak bir alana yerleştirmesine yol açmıştı. Fritz'de Tanrı'ya
hürmetin yerini sanata hürmet almıştı.
***

Dinin başka yollardan sürdürülmesi bakımından Fritz'in gözünde


müzik en öncelikli sanat biçimi, dolayısıyla başlıca yaşam faaliyeti hali­
ne gelir. Ama başka iki bağlantısı bakımından da önceliklidir.
Birincisi, dil karşısında önceliklidir:

Bir dil ne kadar eskiyse ses bakımından o kadar zengindir, hatta o kadar zengin­
dir ki çoğunlukla şarkıdan ayırt edilemez. Yani en eski dillerde çok az sözcük vardır
ve hiç evrensel kavram yoktur. Bunların kelime dilleri değil duygu dilleri olduğunu
söylemek bile mümkündür neredeyse.s1

İnsan iletişiminin ilk biçiminin dil dediğimiz şeyden ziyade sözsüz


bir şarkıya benzediği fikri * Nietzsche'nin olgunluk dönemindeki felse­
fesinde sözcüklere karşı bir şüphe yaratır ki Alman dilinin en üstün söz­
ustalarından birinde paradoksal bir durumdur bu. Ne kadar "çok söz­
cük" kullanırsak, der Wagner Bayreuth'ta adlı eserinde, hakiki duygu ve
içgörüden o kadar uzaklaşırız.
Müziğin önceliğinin ortaya çıktığı diğer bağlam Fritz'in Yunan tra­
gedyasının kökeni ve doğasına ilişkin analizinde bulunabilir.

* Bu fikir Rousseau, Condillac ve Herder'den çıkmıştır; Wagner'in Oper und Dra­


ma'sında ( 1 852; Opera ve Drama) önemli bir rol oynar. Nietzsche'ye bu fikrin az çok
doğrudan ulaşması da muhtemelen bu eser sayesinde olmuştur. Aynı fikir arkeolog
Stephen Mirhen'ın The Singing Neanderthals (Mithen 2005; Şarkı Söyleyen Nean­
derrhaller) adlı eserinde tekrar ortaya atılır.
Pforta 57

Tragedya

Nietzsche'nin 1 872'de yayımlanan ilk kitabının tam başlığı Müziğin


Ruhundan Tragedyanın Doğuşu' dur (Die Geburt der Tragödie aus dem
Geiste der Musik). Fakat Pforta döneminden kalan parçalar, bu kitabın
en temel, en devrimci fikrinin o daha okuldan ayrılmadan ortaya çıkmış
olduğunu açıkça göstermektedir.
Fritz 1 864'te kaleme aldığı "Tragedyada Koro Müziğiyle İlgili Dü­
şünceler" de, Alman dramaları epikten çıkarken'', der,

Yunan dramasının kökeninde lirik vardır, bu lirik müzikal öğelerle birleşmiştir ...
·
Yine de, Aiskhylos'un bugüne kadar korunmuş en eski tragedyalarında koro açık
ara en başat roldedir; aradaki konuşmalar koronun havasını değiştiren ve bir duy­
gu gelişimini gerektiren yeni bir motifi başlatmaya hizmet eder sadece. Kuşkusuz,
aksiyon korodan uzaklaştırılıp [koral pasajlar arasına] taşındıkça koro tedricen ge­
rilemiştir. Ö nemini korumasının tek nedeni sahiden trajik etki yaratması istenen bir
trajedinin olmazsa olmaz müzikal unsurunu barındırmasıdır. Yunanlar bu trajik etki
**
konusunda bizden farklı düşünüyorlardı: Çok dokunaklı (pathos yüklü) sahnelerde,
duygu selleri yaşandığında, aksiyonun sadece küçük bir rol oynadığı esasen müzi­
kal olan sahnelerde bu etki yaratılıyordu. Lirik duygu [bizde ise] tam tersine her şey
demekti. Bu sahnelerdeki korolar tragedyanın en önemli momentlerden birini, hatta
tragedyanın başarısı için en belirleyici momentleri, tragedyadaki müziği barındırıyor­
du. En yüksek noktasında ... sadece koral partileri değil bütün trajediyi müzikal bir
planın ve boyutun yönettiği hipotezi gerçekten de sağlam temellere sahiptir. Müzikal
simetri yoksa kıtanın ve karşıt-kıtanın ne anlamı kalır?

Bu incelemede Doğuş'taki koronun önceliği tezinin yanı sıra (artık


Gustav tarafından ikna edildiğinden), Wagner'in müzikli dramlarında
tragedyanın yeniden doğuşu tezi de sunulmaktadır: günümüz operasının

.. Antik Yunan döneminin trajedi yazarları arasında üç büyükler olarak anılanların


ilki olan Aiskhylos'un (İÖ 525-424) çoğu oyununda insanın siyasal varlık olarak
merkezi bir yeri vardır-r.n.
* * Sanatta duygusallık uyandırmaya yönelik betimleme ve inandırma yöntemi. Sanat­
çı hedef kitlesinde acı, üzüntü, bazen de öfke uyandırmak istediğinde bu yönteme
başvurur. "Pathos" kavramı, ahlaki değerleri öne çıkarma anlamına gelen "ethos"
ile mantıklı olma anlamına gelen "logos"un da içinde yer aldığı üç temel sanatsallık
ölçütünden biridir-r.n.
NIETZSCHE

"anlamsızlığı'', yani "zevk sahibi Yunanların" altın çağında asla hoş gö­
rülmeyecek "anlamsızlık" tam da "Richard Wagner'in parlak başarıları
ve reform planları" sayesinde kurtarılmamız gereken şeydir. Fritz sonuç­
ta şöyle der: Yunanların büyük tragedyalarında Wagnerci Gesamtkunst­
werk (tüm tekil sanatların bir araya toplandığı "kolektif sanat eseri" )
öncelenmektedir. Yunan tragedyalarında "en yeni müzik ekolünün 'ge­
leceğin sanat eseri' [Wagner'in kolektif sanat eseri için kullandığı terim]
olarak önümüze koyduğu şeyi, yani en soylu sanatların uyumlu bir bir­
liğe dahil olduğu eserleri görürüz" .62 Sanatın-ve-kültürün-kurtarıcısı­
olarak-Wagner temasının daha 1 864'te belirmesi önemlidir, çünkü ge­
nellikle iddia edildiği üzere Wagner'in şahsiyet kuvvetiyle Nietzsche'nin
ilk kitabına hakim olmadığını, Fritz'in Wagner'le karşılaşmadan önce de
bu temayı zihninde taşıdığını göstermektedir.
Fakat Doğuş'un tamamının bu incelemede öncelendiğini kesinlikle
söyleyemeyiz. Ayrıca dikkat çekici bir açıdan -trajik etkinin doğası açı­
sından- 1 864'teki düşünceler 1 872'dekilerden çok farklıdır. Nietzsche
hayatı boyunca bu paradoksal etkinin doğası meselesine tekrar tekrar
döner: Tragedya niçin boş sıralara oynamaz, pek çok açıdan en başarılı
ve bilge olanımızı temsil eden tragedya kahramanının yıkıma uğraması­
na şahit olmaktan ne tür bir tatmin duygusu çıkarılıyor olabilir? Nietz­
sche bu soruya toplam olarak en az dört farklı cevap verir ve cevapların
her biri tragedya oyunlarına bizi çeken sahici bir veçheye tekabül eder.
Doğuş'ta, göreceğimiz gibi, bireyselliğin aşkınlığı fikrine başvurur. Hal­
buki burada, mesela Oidipus'un kaderinde açığa çıkan tragedya etkisi ve
hedefinin güç zehirlenmesine [hubris] karşı bizi korumak ve insanlar ile
tanrılar arasındaki uçurumu hatırlatmak olduğunu savunur (Yunanlar
bu uçurumu aşmaya yatkındı, bir tanrı ile Olimpiyat şampiyonu arasın­
daki farkı saptamakta zorlanıyorlardı). Tragedya, "ilahların insanlara
sık sık yok yere acı çektirmesinin keyfi bir şey olmadığını, alışılagelmiş
dünya-düzenini koruma amacı taşıdığını"63 açığa çıkartır.

Bu da Yunanların tragedya festivalini niye ciddiye aldığını gösterir, zira, Atinalı­


ların muhakemesi en yüksek estetik haz yüzünden [tragedyadaki] etik ve dini veç­
helere kör değildi, dini kökenleri daima akıllarında tutuyorlardı. Bu yüzden teatral
ürünlerinin etkisi ne bizim tiyatrolarımızdakine ne de kiliselerimizdekine benziyordu,
ikisinin birbirine karışmış ve iç içe geçmiş halini andırıyordu daha ziyade.64
Pforta 59

Doğuş trajik etkinin evvelki izahından vazgeçer -ya da e n azından


başka bir veçheyi vurgulamayı seçer. Durumun esasen dini doğasıyla il­
gili bu fikir hem Doğuş'un hem de Nietzsche'nin tragedya konusundaki
daha sonraki düşüncelerinin merkezine oturur.

Şiir

Pforta döneminde Fritz muazzam sayıda şiir yazdı. Fakat aynı za­
manda şiir üzerine de yazıyordu, özellikle de Friedrich Hölderlin'in
( 1 770-1 843) şiirleri üzerine metinler kaleme aldı.
Hölderlin hem Schiller'in genç bir arkadaşı, hem de Tübingen'deki
üniversite öğrencileri Schelling ve Hegel'in yakın dostuydu. Şair olduğu
kadar filozof da olan Hölderlin, Hegel'in başlıca fikirlerinden pek ço­
ğunun kaynağıydı. 1 806'da, otuz altı yaşındayken bir akıl hastalığına
yakalandı, bugün teşhis konsa büyük ihtimalle şizofren denirdi.
Hölderlin'in çoğunlukla " ilahi" adını verdiği şiirleri ve daima lirik
nitelikteki düzyazı eserleri doğaya duyulan dini bir saygının ifadesidir.
Düşünce hattı boyunca " sunumun netliği " ile "göklerin ateşi " arasında
bir antitez sürüp gider; yani sonlu insan aklı ile "kutsalın" sonsuzluğu
arasında bir çatışma söz konusudur. Batı modernliğinin " berrak " ama
sığ aklın etkisi altına girdiğini savunur; bu yüzden ilahilik hissi yitiril­
miş, Batı'nın antik Yunan'daki " büyük başlangıcından" geriye düşül­
müştür. (Yüz yıl sonra Max Weber de Batı modernliğinin " büyüsünün
bozulmasından " bahsedecektir.) Tanrılara diğer ölümlülerden daha ya­
kın olan şairin görevi bu " kutsallık duygusunu [holy pathos] " bir rahip
gibi yeniden canlandırmaktır. " Mahrumiyet zamanlarında şairler ne işe
yarar? " diye sorar Hölderlin " Ekmek ve Şarap"ta. Onlar, diye cevap
verir, " şarap-tanrısının kutsal rahipleri gibidir / Kutsal gecede diyar di­
yar gezerler" .
" Gezme" sözünün akla getirdiği üzere, Hölderlin kendisinin -"şai­
rin"- tanrılara yakınlığı için ödediği bedelin ölümlülere yabancılaşmak
olduğunu hissediyordu. Deliliğinin yaklaştığını hissetmiş, kendisini
ölümlüler ile tanrılar arasındaki hududu geçtiği için güç zehirlenmesi
yüzünden cezalandırılacak bir "sahte rahip" olarak duyumsamaya baş­
lamıştı.
60 NIETZSCHE

Hölderlin ilk olarak Birinci Dünya Savaşı'nda, yani en büyük şiirlerin­


den pek çoğunun ilk kez yayımlandığı dönemde büyük bir şahsiyet olarak
ortaya çıktı. Nietzsche'nin döneminde nispeten az tanınıyordu ve tanınsa
da kötü talihi yüzünden ondan uzak duruluyordu. Oysa şimdi en büyük
iki ya da üç Alman şairinden biri sayılmaktadır. Nietzsche'nin eserlerinde
en az Heidegger'in eserlerindeki kadar büyük bir varlığa sahiptir (bu du­
rum iki filozof arasında gözle görünmeyen derin bir bağ kurar).
Heidegger, Tragedyanın D oğuş u 'nda Apollon alemi ile Dionysos
alemi arasındaki, yani "Apolloncu" ile "Dionysosçu" arasında yapı­
lan temel ayrımın aslında Hölderlin'in " sunumun netliği " I "göklerin
ateşi" ayrımının yeniden sunumu olduğunu iddia eder.65 Hölderlin'in
rasyonel-ötesi "kutsal " aleminin, " Ekmek ve Şarap"tan alıntının işa­
ret ettiği üzere, "şarap tanrısının" , bir başka deyişle Dionysos (ya da
Bacchus) alemi olduğunu düşünürsek, iddiasında kesinlikle haklıdır.
Nietzsche'nin kendi şiirlerinde de Hölderlin'in gür müzikalliği yankı­
lanır, kimi zaman doğrudan alıntılandığı bile olur. Hölderlin'e anıştır­
malar ve yarı-alıntılar Nietzsche'nin olgun dönem felsefi eserlerinin nis­
peten şiirsel olanlarının, özellikle de İşte Böyle Dedi Zerdüşt'ün içine
işlemiştir: Graham Parkes'in mükemmel notlanmış çevirisinde en az on
beş anıştırmaya dikkat çekilir, bunların çoğu Hölderlin'in şiirsel romanı
Hyperion'a (2 cilt; 1 797, 1 799) yapılmıştır, aslında daha fazlası da var­
dır.66 Cosima Wagner 1 873 Aralık'ında günlüğüne (kendi gözünden)
Hölderlin'in Nietzsche üzerindeki şaibeli etkisinden bahseder: "Malwi­
da [von Meysenbug] R'ye [Richard Wagner] Hölderlin'in eserlerini ver­
di [Noel'de]. R ve ben bu yazarın P[rofesör] Nietzsche üzerindeki büyük
etkisini fark edince biraz endişelendik; retorik tumturaklılık, tuhaf bir
şekilde dizilmiş imgeler (kuzey rüzgarı söyletir tomurcukları vs.); ama
aynı zamanda da güzel, soylu bir anlam" ,67
***

Fritz'i Wagner'le tanıştıran Gustav Krug olduğuna göre, Hölderlin'le


tanıştıran da Wilhelm Pinder'di büyük ihtimalle.68 Fritz'in bu şaire
tutkusunun sürekli artmasının esin kaynağı sadece şairin eserleri değil
aynı zamanda hayatıydı. Fritz onun hayatı hakkında çok bilgiliydi69 ve
Hölderlin'in hayatı ile kendi hayatı arasındaki benzerlikler sebebiyle
kuvvetli bir şahsi özdeşleşme hissettiği neredeyse kesindir. Tıpkı Nietz­
sche gibi Hölderlin de babasını erken yaşta kaybetmişti, annesinin etkisi
Pforta 61

altında çok kalmıştı, doğayı seviyordu ve çok sayıda doğa şiiri yazmıştı,
Pforta'ya çok benzeyen bir yatılı okula gitmişti, kabalığın her şeklinden
nefret ederdi ve melankoliye eğilimliydi, okulda yeni dostlar edinmişti
ama evinde de yakın bir dostu vardı. Alman kültürünün mevcut duru­
mundan rahatsızdı, ayrıca antik Yunan'a büyük ilgi duymakla beraber
üniversitede teoloji okumaya yeltenmişti.
İkisi arasındaki benzerlikler yetişkinlikte de devam ediyordu. Hölder­
lin özel hocalık yaptığı çocuğun annesi olan Susette Gontard'a imkansız
bir aşkla tutulmuş, onu şiirlerinde " Diotima" adıyla anmıştı; Nietzsche
ise Cosima Wagner'e karşı aynı ölçüde dayanılmaz bir aşkla bağlan­
mış ve onu "Ariadne" diye anmıştı. 70 Elbette en çarpıcı benzerlik hem
Hölderlin'in hem de Nietzsche'nin uzun süreler deliliğin karanlığında
kalmasıydı; Hölderlin 1 806'dan 1 843'teki ölümüne kadar, Nietzsche ise
1 8 8 9'dan 1 900'deki ölümüne kadar akıl sağlığından yoksundu. Anlaşıl­
dığı kadarıyla Hölderlin, kendini insandan ziyade tanrı gibi hissederek
Etna Krateri'nin içine atlayan antik Yunan şair Empedokles'le kuvvetli
bir şahsi özdeşleşme hissediyordu. Fritz'in birazdan tartışacağımız in­
celemesindeki hipotezine göre Hölderlin deliliğin yaklaşmasını Etna'ya
düşmek gibi anlıyordu: Empedokles'in Ölümü (Der Tod des Empedok­
les) adlı "çok manalı, çarpıcı metninin ... melankolik tonlarına'', diyor­
du Fritz, "bedbaht şairin geleceğinin, yıllar süren deliliğin ağırlığının"
yankıları şimdiden sinmişti. Ama Nietzsche de Hölderlin vesilesiyle
Empedokles'in ölüm tarzıyla özdeşleşmiş olabilir. Daha sonra dönece­
ğim bu düşünce, Nietzsche'nin deliliğe giriş şeklinin bir ölçüde "önceden
yazılmış" olma ihtimalini gündeme getirir.
***

Fritz'in Alman edebiyatı öğretmeni 1 86 1 Ekim'inde ondan bir dene­


me yazmasını istedi. Denemenin başlığı şöyle olacaktı: "Uzaktaki [yani
hayali] Bir Arkadaşa En Sevdiği Şairi Okumasını Öğütleyen Bir Mek­
tup. " Fritz tutkusuna kapılarak Hölderlin üzerine yazmayı seçti.71 De­
neme72 şöyle başlar:

Son mektubunuzda Hölderlin'le ilgili bazı sözleriniz beni çok şaşırttı ve en sevdi­
ğim şair namına size karşı harekete geçmek mecburiyetinde kaldım ... Şöyle diyor­
sunuz: "Hölderlin nasıl en sevdiğiniz şair olur, anlayamıyorum. Bana göre en hafif
tabirle yarılmış, kopmuş olan bu zihinden dökülen anlaşılmaz, yarı çılgınca sözcükler
" l. NIETZSCHE

üzücü, aynı zamanda da nahoş bir izlenim yaratabilir ancak. Berraklıktan uzak dil,
tımarhaneden çıkma fikirler, Almanlara karşı vahşice püskürmeler, putperestlerin
dünyasının ilahlaştırılması, kimi zaman doğalcılık, kimi zaman panteizm*, kimi za­
man çoktanrıcılığın kaotik bir karışımı -şiirleri iyi işlenmiş Yunan vezniyle yazılmış
olmasına rağmen tüm bunlar yüzünden biçimsizleşmiştir".

Fritz'in bu hayali saldırıya ka rşı genel savunma hattı, bir başka de­
yişle olgun l u k felsefesine de ha kim olan ikna tarzı, "dostunun" olgu­
ları a n l a t ı m ın a k a r�ı ç ı k m a k değil, daha ziyade farklı bir bakış açısıyla
y a k la�ıııa ktır. 1 kr �eyden önce Hölderlin'in dizelerinin "iyi işlenmiş"
olma k la k a l m a d ı ğ ı n ı , en üst düzeyde ustalığı yansıttığını belirtir. Özel­
l i k ll' J lyperion, d er, kimi zaman "fırtınalı denizde dalgaların kırılışı"
gibi gelir kulağa; zaman zaman "yumuşak, dağılan seslere", "acı veri­
ci uyumsuzluklara'', "müziğe" de yerini bırakır; bu yüzden de aslında
Fritz'e göre, bildiğimiz kadarıyla, en üstün sanatın koşuludur bu.
Fritz Almanların eleştirilmesi konusunda da Hölderlin'in aslında Al­
man kültürünün perişanlığına dair acı gerçekleri dile getirdiğini belirtir
fakat Hölderlin'in nefret ettiği aslında Almanlar değil, " barbarlık", dar
kafalılık ve insanların "çarkın dişlilerine [Fachmenschen] " indirgenme­
sidir ki bunlar da Alman toplumunu yok eden şeylerdir. Bir başka deyişle
bu sert bir sevgidir, "Hölderlin'in en üst düzeyde sahip olduğu, anayurt
sevgisinden" doğan eleştiridir. (Fritz isteseydi Hölderlin'in "Eve Dönüş
/ Akrabalara"sından alıntı yaparak savını destekleyebilirdi; şair burada,
"En Yücelikle" karşılaşma sevincine erdiği İsviçre Alpler'inden Svab­
ya'daki (Schwaben) yurduna dönmüştür, ama yine de "kutsal yastadır",
çünkü "akrabaları" hala Tanrı'sızdır ve henüz onunla doğru düzgün bir
bağları yoktur. Şiirsel sevgi vekaletini kuran budur, yani onların bağla­
rını, başka bir yerde belirttiği haliyle kutsalı [yeniden] kurarak hayata
geçirme görevidir. )
Fritz, berraklıktan uzaklık suçlamasıyla ilgili olarak, eserlerin gö­
rünüşteki anlaşılmazlığının aslında "derin düşüncelerin bitmek bilmez
bereketi" nin yarattığı "Sophoklesvari" derinlikten kaynaklandığını
belirtir. Bu derinlik iddiasını desteklemek için Hölderlin'in salt bir şair


Doğatanrıcılık da denilen, doğa ile Tanrı'nın aynı şey ve tek gerçeğin doğa, evren
olduğunu öne süren öğretilerin ortak adı-r.n.
Pforta

değil, aynı zamanda felsefi düzyazı eserlerin de yazarı olduğuna dikkat


çeker ki bu durum Schiller'le ve yakın dostu, derin-düşünceler sahibi
Hegel' le "manevi kardeşliğinin" göstergesidir.
Fritz'e göre Hölderlin'de görülebilecek derin fikirler nelerdir? "Ak­
şam Düşü" adlı şiirinden alıntı yapar:

Akşam göğünde bir bahar vakti çiçekler


Açmış sayısız güller ve huzurlu görünüyor
Altın rengi dünya; Ah, götürün beni oraya
Kızıl bulutlar! İşte o yücelik/erde
/şıkta ve havada erir gider aşk ve keder! -
Ama korkmuşçasına aptalca maruzattan, sihir
Savrulur kaçar. Karanlık ve ıssızdır artık
Göklerin altında, hep nasılsam öyle.
Gel şimdi pamuk kolları uykunun! Ne çok şey
ister gönül, ama sonunda gençlik, sen de söneceksin!
Sen, düş gören diken üstünde!
Huzur ve dinginlik yaşlılığımda demek.

Bu güzel şiirin (Richard Strauss'un "Son Dört Şarkı"sı gibi de tahay­


yül edilebilir kolaylıkla) Nietzsche'ye çılgınca değil, derin görünmesi­
nin sebebini anlamak güç değildir: Bu şiir onun kendi Weltschmerz'ini * ,
yani "Yalnız", "Sıla Özlemi" ve " Yuvaya Dönüş" gibi başlıklarla yazdı­
ğı sayısız şiirde dile getirdiği manevi sıla hasretini ifade etmektedir. Ama
buradaki yuvaya dönüşün genç Nietzsche'nin gözünde yeni, Hıristiyan­
lık sonrası bir anlam taşıdığı açıktır. Ayrı düşmüş ruhların Hıristiyan
cennetinde birleşmesinden değil, Freud'un tabiriyle "okyanusvari" hisle
oluşan bir yuvaya dönüş söz konusu: Bireyselliğin aşkınlaşması doğayla,
varlığın toptanlığıyla, " Hepsi"yle birleşme deneyiminde yaşanıyor.
Nietzsche'nin olgunluk dönemi felsefesinde bu tema önemli bir yer tu­
tar. İlk kitabı Tragedyanın Doğuşu'nda, " bireyselliğin ... her türlü acının

* Almancada "dünya acısı" anlamına gelen Weltschmerz, öznelliklerini ve kişisel öz­


gürlüklerini ellerinden aldığı için, gerçeklere uyum göstermeyi reddeden ya da bu
gerçeklere uyum gösteremeyen romantik şairlere özgü hüzünlü ve kötümser ruh
halini tanımlamak amacıyla kullanılır. Dünyaya karşı nihilist bir nefreti, usanç ve
şüpheciliği de yansıtan bu sözcüğü ilk kez Jean Paul (Johann Paul Friedrich Richter,
1 763-1 825) karamsar romanı Selina'da ( 1 827) kullanmıştır-r.n.
NIETZSCHE

kaynağı"73 olduğunu belirtir ve onun aşkınlaşmasını "trajik etkinin" özü


niteliğindeki paradoksal neşe olarak sunar. Daha sonraki düşüncelerinde
de göreceğimiz gibi, hayatın " bengi dönüşü"nü isteme görevinin anah­
tarı olan "Dionysosçu" dünya görüşünün izahında aşkınlığa başvurur.
***

Fritz'in yazısında özellikle övgüye değer görülen Hölderlin'in lirik


romanı Hyperion'da "Akşam Düşü"ndekilere benzer hisler ifade edi­
lir. Bu eser Yunan Hyperion'un Alman arkadaşı Bellarmin'e yazdığı bir
dizi mektup şeklinde kaleme alınmıştır. Batı Avrupa'da bir süre seya­
hat eden ve Batı'nın belli başlı yaşam tarzlarını benimseyen Hyperion,
Yunanistan'a döndüğünde anayurdunun antik döneminde bilinen bü­
tünlük deneyiminden kopmuş olduğunu keşfeder.
Schiller "duygusal" ile "naif" arasında bir ayrım yapar (terimlerin
hiçbiri kötü anlamda kullanılmamıştır). Bir çiçeğin yaşadığına benzer
basit, düşünümsüz bir birliği ifade eden şiir "naiftir", böyle bir "naif"
birliği geri kazanma hasretindeki şiir de "duygusal"dır. "Duygusal"
"naiflik" hasreti, hasta birinin sağlık hasretine benzer, der Schiller. An­
tik Yunan şiirini, özellikle de Homeros'un şiirlerini "naif" olarak sınıf­
landırırken, kendisi gibi on dokuzuncu yüzyıl romantiklerinin şiirlerini
de "duygusal" olarak adlandırır. Hyperion'un mektupları (ve Nietz­
sche'nin şiirleri) "duygusal "dır; idealize edilmiş bir ilkel Yunan deneyi­
mi ile Batı modernliğinin büyüsü-bozulmuşluğunu, rasyonelleşmesini ve
mekanikleşmesini karşı karşıya koyar. İlk mektup ilkel her şeyle bağlan­
tıda olma haline, Hyperion'un yurduna döndüğünde kısa süreliğine geri
kazandığı deneyime gönderme yapar.

Her şeyle bir olmak -ilahi yaşam budur, insanın cenneti budur. Tüm yaşamlarla
bir olmak, doğanın Tümüne saadetli bir kendini unutmayla dönmek -düşüncelerin ve
sevinçlerin doruğu budur, ebedi dağ zirvesi, ebedi istirahatın mekanıdır.

Tüm yaşayanların ilkel tamlığında ölüm aşılmıştır, çünkü daima-yeni


varlığın gençliği var olur sadece.

Tüm yaşayanlarla bir olmak! Bu sözler karşısında Erdem gazap dolu zırhından
sıyrılır ... ve Ölüm varlıkların birleşmişliğinden kaybolup gider, ebedi bölünmezlik ve
ebedi gençlik dünyayı kutsar ve güzelleştirir.
Pforta

Ama Hyperion derinlemesine düşünmeye başladığı anda bu deneyim


kaybolur:

Çoğunlukla bu yükseklikte dururum, Bellarmin! Ama bir anlık düşünce beni savu­
rur aşağı. Düşünürüm ve kendimi önceki gibi bulurum -yapayalnız, ölümlülüğün tüm
hüzünleriyle baş başa; gönlümün sığınağı olan ebedi birlik içindeki dünya gitmiştir.
Doğa kollarını kavuşturur ve ben karşısında yabancı gibi durur, onu anlayamam.

Her gün doğa ile bilen özne arasında bir çatlak yaratarak birliği yı­
kan şey "Apolloncu" rasyonelliktir.

Ah! Gitmeseydim sizin okullarınıza keşke! ... Bilgi her şeyi yozlaştırdı benim gö­
zümde. Aranızda o kadar makulleştim, kendimi çevremden ayırt etmeyi öyle iyi öğ­
rendim ki şimdi güzelim dünyada yapayalnızım, içinde büyüyüp çiçeklendiğim doğa
bahçesinden kovulmuş, öğlen güneşinin altında kuruyup gidiyorum.

Bu İncilvari cennet, düşüş ve günah bağışlatma anlatısının ardından


Hyperion birliğin geri kazanılması hayaliyle sona erer:

Ah sen ... Ey Doğa! ... İnsanlar çürümüş meyveler misali düştü senden, bırak he­
lak olsunlar, çünkü ancak böyle dönebilirler köklerine; ben de öyle dönerim, Ey hayat
ağacı, seninle yeniden yeşillenebilirim ... Dünyanın ahenksizlikleri aşıkların kavgala­
rına benzer. En büyük çatışmanın ortasındadır barışma ve ayrılan her şey sonunda
bulur birbirini yeniden ... her şey ebediyen yanan tek bir hayattır.74

Nietzsche Hyperion için şöyle der -aynı zamanda kendi ruh halini de
ortaya serdiği açıktır:

Bir parıltının tecellisiyle ışıldasa da, hep tatminsizlik ve dolmamışlık hissi yayar;
şairin akla getirdiği biçimler "havai imgelerdir, sesleri itibariyle sıla hasreti uyandırır,
haz verir, ama aynı zamanda tatminsiz bir hasret uyandırır". Yunanistan hasreti hiç­
bir yerde buradaki kadar saf tonlar içermez; Hölderlin'in Schiller'le ve yakın dostu
Hegel'le manevi bağı hiçbir yerde buradaki kadar net değildir.

Antik Yunan cenneti hasreti sadece ergenlik sıkıntısını değil, Pfor­


ta'nın ortak düşünü de ifade eder elbette.
***
66 NIETZSCHE

Empedokles İÖ beşinci yüzyılın başında yaşamış bir Yunan şairi,


kahini, mistiği ve bilimcisiydi. Şiirlerinden birinde kendini, hastalıkla­
rını iyileştirecek "deva (ilaç) sözcüğünü " isteyen kalabalıklarla çevrili
"ölümsüz tanrı, artık ölümlü olmayan" kişi olarak tasvir eder. Efsa­
neye göre ölüleri canlandırma gücüne sahiptir ve daha önce belirtildi­
ği gibi, Etna'nın kraterine atlayarak ölümlü hayatını sona erdirmiştir.
Hölderlin'in Empedokles'in Ölümü'nden esinlenerek mitin kendine
özgü versiyonunu yaratmaya girişen Fritz şöyle yazar:

Bitmemiş "Empedokles" tragedyasında şair bize kendi doğasını açar. Empedok­


les'in ölümü tanrı kibriyle, beşeriyetin tahkiriyle, yeryüzüne doymuşlukla ve pante­
izmle gerçekleşir. Eserin tamamını okuduğum zaman eşsiz bir şekilde temellerime
kadar sarsılırım. Empedokles bu eserde ilahi bir görkeme kavuşmuştur.

Yine burada da insan tekilliğinde ölümlülüğün aşılması fikri kendini


göstermektedir: Empedokles ölümlülük halkasını silkinip atabilmiştir,
çünkü ölümsüzdür ya da ölümsüzleşmiştir. Peki, buradaki "panteizmin"
anlamı nedir? Bana kalırsa bunun cevabı "Bir" de erime deneyiminin her
şeyin üstünde bir kefaret deneyimi olmasında, tüm hüzünlerin silinip
gittiği bir deneyim olmasında yatar. Spinoza'nın panteizmini eleştiren
Schopenhauer, Bir'in "ilahi değil şeytani" olduğunu öne sürmüştü. Ama
öyle olsaydı Bir'de erime fikri çekici değil itici olurdu. Çekici, kurtarıcı
olması, neşeli coşkuya kaynaklık etmesi için şeylerin bütünselliği ilahi
olarak deneyimlenmelidir.
***

Nietzsche'nin "sevdiği şair" üzerine bu övgüsünde ifadesini bulan


ilk Hölderlin deneyiminin, nihai felsefesinin en derin alanlarını biçim­
lendiren gizli bir görüyü içerdiğini düşünüyorum. Schopenhauer bir
süre görüşünü bulandırmış ve onu Hölderlin'den uzaklaştırmıştı. Ama
Zerdüşt'ten itibaren Nietzsche'nin felsefesi uzun bir geri dönüştür. Bu
yüzden yukarıdaki yazının önemini ne kadar vurgulasak azdır. Ama
öğretmeni Profesör Koberstein hiç coşkuya kapılmamıştı. Fritz'e 11/Ila
(yani yaklaşık olarak B+) verdi ve şu yorumu yaptı: " Yazara dostça bir
öğüt vermek isterim: Daha sağlıklı, daha anlaşılır ve daha Alman bir
şairle ilgilense iyi eder". Öğretmen "hayali arkadaş"ın duygularını bire
bir tekrarlayarak, denemenin ona vız gelip tırıs gittiğini göstermişti.
Pforta

Ahlak ve Siyaset

Daha önce bahsettiğimiz " Kader ve Tarih"75 adlı Germania söyle­


vinin büyük bir kısmı ne kaderle ne de tarihle ilgiliydi. Özellikle ahlak
hakkında bir dizi ifade içeriyordu.
"Görenek (Sitte), belli bir halkın belli bir zamandaki ürünü oldu­
ğundan, ruhun belli bir yönelimini temsil eder," diye yazar Nietzsche,
"ahlak (Moral) ise insanlığın evrensel gelişiminin ürünüdür, dünyamıza
dair tüm doğruların toplamıdır. " Bunun ne anlama geldiği çok açık de­
ğildir, ama yine de Nietzsche'nin olgunluk dönemi felsefesiyle paradoks
oluşturur. Paradoks, Nietzsche'nin genellikle "etik göreci" -kültürden­
bağımsız ahlaki doğrular yoktur, ahlaki değerler en fazla belirli bir za­
mandaki belli bir kültür için geçerlidir- olmasına rağmen, aynı zamanda
kendi tikel değerler kümesini -kuvvet, özdisiplin ve özgelişim- mutlak
değerler olarak sunuyor gibi görünmesinden kaynaklanır. Belki de bu ilk
dönemdeki sözler paradoksun çözümü için bir ipucu sunmaktadır: " Gö­
reneksel" değerlerin tersine Nietzsche'nin kendisine ait son derece soyut
değerler, gelişen insanlarca daima örneklenmiştir ve örneklenecektir.
İlk dönemdeki bu eserde bulunan başka bir ilginç söz de, " iyi sadece
kötünün en incelikli gelişimidir" sözüdür. Bu sözün altında neyin yattı­
ğını bilmenin yolu yok. Ama ilginç bir sözdür, çünkü "kötünün" yücel­
tilerek "iyi halini alması" , daha sonra göreceğimiz üzere, Nietzsche'nin
olgunluk dönem felsefesinde ana temalardan biridir: İnsandaki kötülü­
ğü "kısırlaştırmaya" çalışmamalıyız, çünkü onun içindeki tüm iyilikler
gerçekte yüceltilmiş kötülüktür.
"Kader ve Tarih"te ilk kez gün yüzüne çıkan merkezi olgunluk dö­
nemi felsefesi temalarından üçüncüsü de birey ile toplum arasındaki ge­
rilimle ilgilidir:

Birey ile genel irade arasındaki mücadele: Burada ebediyen can alıcı kalacak bir
probleme işaret edilir, bireyin halk karşısında, halkın genellikle insanlık karşısında ve
insanlığın dünya karşısında gerekçelendirilme sorunu.

Nietzsche'nin olgunluk dönemi felsefesi çok yaygın bir şekilde tek


cümlelik bir sloganla, yani "sadece üst-insanın önemi vardır" sözüyle
tanınır. Sadece istisnai bireyin değeri vardır, toplumun geri kalanı, yani
" sürü" ( özellikle de dişiler grubu) çoğunlukla yüce bireyin görünüşüne
68 NIETZSCHE

bir engel, en iyi haliyle de onun ayak iskemlesidir. Bu sunumun doğru­


luğunu daha sonra soruşturacağız. Fakat ilk döneme ait bu düşüncenin
yaygın sloganın tam zıttı olduğunu söyleyebiliriz: Bir halk insanlığa ve
genel olarak dünyaya karşı gerekçelendirilmek zorunda olduğu gibi, bi­
rey de halkına yaptığı katkıyla gerekçelendirilmelidir.
Nietzsche'nin ahlak üzerine ilk dönem görüşlerini bitirmeden önce
ahlak eğitimi üzerinde de duralım. Olgunluk dönemi felsefesinde, özel­
likle de Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası (2006; Vom Nutzen und
Nachtheil der Historie für das Leben, 1 874) on dokuzuncu yüzyıla özgü
bir tarzda "anıtsal " şahsiyetlerin ya da "eğitimcilerin" (kabaca söyler­
sek, "rol modellerinin" ) ahlak eğitimindeki merkezi konumuna tekrar
tekrar odaklanır. Bu fikir zaten Pforta dönemi yazılarında kuvvetli bir
şekilde öncelenmiştir. Bu yüzden, örneğin 1 864 Mart'ında "ölünün ar­
kasından kötü konuşulmaz" atasözü üzerine bir tartışma metninde, bu
atasözü, nesnel bir bilim olarak tarihle ilgilenenler açısından bariz şekil­
de yanlış olmakla birlikte, "ha ya tın berraklaştırılmasına " adanmış bir
sanat olarak tarihe gelindiğinde, atasözünün meziyet barındırdığını, zira
kesinlikle değil, ahlaki rehberlikle ilgilendiğimizi belirtir. Atasözündeki
önemli doğruluk unsuru, ölülerde hakkını vermemiz gereken şey birey­
ler değil, bireyin "cisimleştirdiği ebedi doğrular" dır.76
Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası'nın öncelendiği başka bir
metinde aynı yılın Ocak ayında yaptığı, "Anayurdun Tarihini İncele­
yen Gençler İçin Çekici, Eğitsel ve Öğretici Olan " başlıklı bir ödevdir.
Atalarımızın büyük başarıları, diye yazar, kendi başarılarımız gibi gö­
ründüğünden bizi etkiler. Başka halkların tarihi bizi bir ölçüye kadar
etkileyebilir, fakat kendi tarihimiz kadar etkilemez, zira onların kahra­
manlarıyla aynı düzeyde özdeşleşmemiz mümkün değildir. Ulusal tari­
hin kahramanlarıyla özdeşleşmenin değeri, "Anayurdu bir bütün olarak
kavramanın bizi onun erdemlerinin hakkını verme yönünde uyarması­
dır". "Ulusal tarihin büyülü tablolarında," diye bitirir Fritz, "halkımı­
zın alınyazısının ne olduğu, bu halka hangi görevin verildiği netleşir. "77
***

Fritz yetişme tarzına sadık kalarak Pforta yıllarına monarşist olarak


başlamıştı. Monarşi, özellikle savaş zamanlarında en iyi hükümet biçi­
mini temsil eder, diye yazıyordu 1 86 1 ortasında. Daha önce belirtildiği
gibi, Fritz'in iddiasına göre Perslerin gücü, "halkın zekiliğinden değil,
Pforta

monarşinin hakkını diğer halklardan daha iyi vermelerinden" kaynak­


lanıyordu.78 Ama çok geçmeden monarşizm epeyce Pforta liberalizmiyle
birleşerek değişime uğradı. III. Napoleon'a * merak saran Fritz onu 1 862
başlarında Germania söylevlerinden birine konu etti.
Almanların korktuğu ve nefret ettiği (bu Almanlar arasında Germania
dinleyicileri de vardı ve söylevi hiç hoş karşılamamışlardı) 111. Napoleon
aslında zeki ve kültürlü bir adamdı. Fritz gözleri coşkuyla parlayarak ona
"dahi" diyordu (Zerdüşt'teki "üst-insan"ın atası olan kavram). Ama asıl
hayran olduğu şey, onun iktidara ilerlerkenki "inanılmaz ılımlılığı"ydı;
"halkın parlamentodaki temsilcileri tarafından başkan seçilmiş ve altı
milyonluk halk oyuyla İmparator olmuştu" , dolayısıyla daima "bütün
halkın iradesini" temsil etmişti. Bu yüzden Napoleon her aşamada hal­
kın iradesince desteklenmiş ve bu iradeyi ifade etmişti. "Dahi"nin hep
böyle yapması gerekirdi, aksi takdirde hükümeti, "kendi yozlaşmasının
tohumlarını" içinde barındıracaktı. Bir başka deyişle, "hür devlet" ideali,
"halkın temsilcilerinin onayladığı bir başkan" demekti.79
Kulağa pek İngiliz-tarzı gelen parlamenter demokrasiyi onaylaması,
Fritz'in aynı yıl İngiliz tarihi üzerine "Whigci" yorumlarına da yansımıştır.
1 642 Devriminin başarılı olmasını 1. Charles'ın "mutlak monarşi", "sal­
dırgan bir despotluk" girişimine bağlar. Onun ölümü kamuoyunun kuv­
vetinin sağlam bir kanıtıdır: Her ne kadar Charles'ın idamı gereksizse ve
halkın taleplerini aşmışsa da, "halkın ruhu" özgürlüklerine saldırılmasına
ve otoritesinin reddine müsaade etmez.80 Kulağa İngiliz-tarzı gelen diğer
liberallik işaretleri de 1 862'nin sonundaki notlarda görülebilir. Bu notlar­
da insan haklarının, özellikle de kölelikten kurtulma hakkının devletten
değil her insanın tekil "tanrısal değerinden" kaynaklandığı kabul edilir.81
Ama Fritz bu liberalliğine82 rağmen siyasi "dahi "nin kuvvetli lider­
liğindeki bir toplumsal hiyerarşiye olan inancını korur. Ayrıca dahiye
özel ayrıcalıklar tanınması gerektiğini düşünmektedir. III. Napoleon
söylevinde belirttiği gibi, "dahi kişi sıradan halkın yasalarından başka
ve daha yüksek yasalara bağlıdır" . Bunun yarattığı paradoks ise sadece
görünüşte paradokstur:

*
Bonaparte'ın yeğeni olan III. Napoleon, 1 850'de Fransa Cumhuriyeti'nin başkanı
seçildi ve 1 852'de İmparator unvanını aldı. Fransa-Prusya savaşındaki ağır yenil­
gisinin ardından 1 871 'de İngiltere'ye sürüldü ve hayatının geri kalanını Kent'teki
Chislehurst'ta geçirdi. Que/ dommage! [Ne kadar yazık! ]
N I FT/.S( :ı � E

Diihı kişi sıradan halkın yasalarından başka ve daha yüksek yasalara bağlıdır,
sıklıkla ahlak ve adaletin temel yasalarıyla çelişiyor görünen yasalara uyması gere­
kir. Ama esasen bu yasalar daha geniş bir açıyla kavrandığında aynı yasalardır ...
Dahi kişi doğal ve manevi ahengin zirvesini temsil eder e3
...

Bu önemli bir pasajdır, çünkü Nietzsche'nin olgunluk dönemi felse­


fesi boyunca devam eden bir temayla ilgilidir ve çoğunlukla yanlış anla­
şılarak "ahlak tanımazlık" sayılmıştır. Olgun Nietzsche ahlaki evrensel­
ciliğe -Zerdüşt'te dediği gibi, " 'herkes için iyi, herkes için kötü' diyen­
lere- durmaksızın saldırır. Bu ifade sıklıkla sözde "sadece-üst-insanın­
refahı-hesaba-katılır" tezinin bir tezahürü olarak görülse de, aslında
çok farklı bir şeyin tezahürüdür. Evrenselciliğin reddi Nietzsche'nin
kafasında farklı değerlerin, farklı zamanlardaki farklı kültürlere uydu­
ğunun göstergesidir kısmen. Örneğin 1 862'deki notlarında komünizmin
yaptığı hatanın aynı hükümet biçiminin tüm insanlar için eşit ölçüde iyi
olduğunu varsaymak olduğunu öne sürer, halbuki böyle değildir, zira in­
sanların hepsi dünyayı farklı deneyimler.84 Ama Nietzsche evrenselciliği
aynı zamanda toplum-içi düzeyde de reddeder. Bunun sebebi "erdemle­
rin katmanlılığı" tezi diyebileceğimiz bir anlayışı savunmasıdır: Benim
için neyin erdem olduğu hayattaki duruşuma, toplumsal bütünsellikte
oynadığım role bağlıdır. Demek ki erdemler kişiye özeldir, zira bireylerin
toplumsal faydaya katkı yapmalarının en iyi yolu budur. Dolayısıyla,
siyasi ya da manevi bir lidersem toplumda doğal olarak daha mütevazı
bir rol oynayanların payına düşmeyen ayrıcalıklar benim payıma düşer.
Ama sadece benim refahım önemli olduğu için değil, toplumsal faydaya
en iyi şekilde hizmet etmem bu ayrıcalıklarla mümkün olduğu için. Go­
ethe hayatını kazanmak için şiiri bırakmak zorunda kalsa sadece kendisi
değil, bütün toplum bunun ceremesini çeker.

Anayurda Karşı Dünya Yurttaşlığı

Fritz'in ilk şiirlerinde ve çocukluk hatıralarında " kan ve toprakta" ,


anayurtta kök salma yönünde derin bir hasret olduğunu görmüştük.
Ama Pforta'ya geçtikten sonra Heimat (anayurt) konusunda farklı bir
bakış açısının belirtileri görülür. 1 859 Ağustos'unda şöyle bir şiir yazar:
Pforta 71

Çevik atlar taşır


Beni korkusuz, kedersiz
Uzak diyarlara.
Kim görse tanır beni
Kim tanısa der ki
Yurtsuz adam...
Kimse soramaz
Yurdum nerede diye:
Belki hiç bağlanmadım
Mekana ve uçup giden saatlere
Bir kartal kadar hürüm .as
..

Burada "yersiz-yurtsuzluğun" iyi yanını keşfetmiş gibi görünmekte­


dir; herhalde yatılı okul hayatına biraz alışmış olması da bunu kolay­
laştırmıştı (gerçi diğer yandan da evinden koparılmışlığı iyi bir kisveye
bürümeye çalışıyor olabilir). Aşağı yukarı aynı süreçte kaleme aldığı
" Capri ve Helgoland" ( Capri und Helgoland * ) adlı öyküsünde de ben­
zer düşünceler vardır: " biz bu dünyada hacılarız - biz dünyanın yurttaş­
larıyız" diye yazar.86 Hayatının sonraki döneminde kesin olarak Prus­
ya milliyetçiliğine karşı dönen Nietzsche kendisine "iyi bir Avrupalı"
demiş ve Avrupa kültürünün küreselleşerek dünya kültürü haline gel­
mesini umduğunu belirtmişti. Bu "kozmopolitizmin" işaretleri burada
var gibi görünmektedir. Gelgelelim, 1 864'te ulusal tarihin önemine dair
yukarıdaki (s. 6 8 ) düşüncelerinde, ulusal tarihin avantajlarından birinin
bizi "dünya yurttaşlığı düşlerine" kapılıp gitmekten koruması olduğunu
belirtir. Ama sadece bir ay sonra, sürgünün antik dünyada mı modern
dünyada mı daha ağır bir ceza olduğu sorunu üzerine bir ev ödevinde87
(İngilizlerin suçluları Avustralya'ya göndermesi modern sürgüne örnek
veriliyordu), Ovidius'un Roma'dan sürgününden yakınmasını "erkekli­
ğe sığmadığı" gerekçesiyle eleştirir. Biz aydınlanmış modernlerin antik

* Nietzsche'nin yaşamının daha başlarındayken kendini bir Alman'dan çok bir Av­
rupalı saydığına kanıt olarak gösterilen ve 15'indeyken yazdığı kısa öykü. Öyküde
kuzey İtalya, İsviçre ve kuzey Almanya'dan gelip toplanmış ve kaderleri yalnızca
çalışmak olan karakterler yer alır. Burada belirtilen sözü kuzey Alman kahraman
von Adelsberg söyler. Sözün tamamı şöyledir: "Biz bu dünyada hacılarız; bizim yur­
dumuz hem her yer hem de hiçbir yerdir; üzerimizde parlayan aynı güneştir. Biz
dünya yurttaşlarıyız -yeryüzüdür bizim ülkemiz." (Ayrıca bkz. Friedrich Nietzsche,
Jugendschriften (Gençlik Yazıları), haz. Hans Joachim Mette vd., 1994)-r.n.
72 NIETZSCHE

dönemdeki anayurda aşırı bağlılığı aştığı gibi o dönemki yabancı kor­


kusunu da aştığını belirttikten sonra, içinde doğduğumuz geleneklerle
kısıtlanmamayı da öğrendiğimize dikkat çeker. Ayrıca " bir insanın içsel
inancı, onuru, hatta bütün manevi dünyası ", kısacası "manevi anayur­
du" maddi anayurdun üstünde ve ötesinde durduğundan, evvelce ya­
bancı olan yerde yeni bir anayurt bulabileceğimizi bile öne sürer.
Tüm bunlar, bir ay önceki "dünya yurttaşlığı " reddine zıt bir şekilde
(ama belki de tam anlamıyla tutarlı olmayan) bir " dünya yurttaşlığı"
olumlaması gibi görünmektedir. Bana kalırsa bu noktada şunu söylemek
zorundayız: Pforta yılları sırasında anayurt ile kozmopolitizm arasında
çözümsüz kalan bir gerilim vardı ve Fritz kimi zaman bir tarafa, kimi za­
man öbür tarafa çekiliyordu. Olgunluk dönemindeki düşüncelerinin en
büyük başarılarından birinin de bu çatışmaya sahici bir çözüm getirmek
olduğunu düşünüyorum.

Kader ve Özgürlük

1 862'deki Germania söylevi "Kader ve Tarih'"in, başlığıyla çok az


ilgisi olan bir dizi konuyu kapsadığını görmüştük. Ama şimdi nihayet
başlığın duyurduğu konuya, nedensel determinizm -"kader"- ile insan
iradesinin özgürlüğü arasındaki ilişki meselesine geliyoruz -Fritz burada
özgür insan eyleminin kaydı olarak da "tarihi" gösterir.
Yüzleştiği sorun -bu o kadar çetin bir sorundu ki çağdaşı olan filo­
zoflardan bazıları çözümün insan aklının ötesinde kaldığını düşünüyor­
du- insan özgürlüğünün (insanlar olarak taşıdığımız, açıkça önvarsayım
olan ahlaki ve varoluşsal kaygıların) her olayın bir nedeni olduğu ilke­
siyle, yani dünyaya bilimsel bakış açısının bağrındaki ilkeyle bağdaşıp
bağdaşmadığıdır. Buna ek bir soru da şudur: Bağdaşmıyorlarsa hangi­
sinden vazgeçmeliyiz? Fritz'in bu soruna bir çözüm getirdiği söylene­
mez. Hatta yürüttüğü tartışma on yedi yaşındaki bir çömez felsefeciden
beklenebileceği üzere epeyce kafa karıştırıcıdır.
Fritz'in kafasının karışmadığı bir nokta evrensel nedensel determiniz­
min sonuçlarıdır: "Tek temel doğru bu olsaydı, insan karanlık, nedensel
kuvvetlerin oyuncağı olurdu, hatalarından sorumlu olmazdı, ahlaki ay­
rımlardan tamamen kurtulmuş olurdu, zincirdeki zorunlu bir halkadan
başka bir şey ifade etmezdi. " Bu doğru olsaydı, der, en iyisi onu bil-
Pforta 73

memek olurdu, çünkü böyle bir hakikatin bilgisi katlanılmaz bir hışma
yol açacak, insanın "onu tutan bağların içinde debelenmesine" neden
olacak, insanın içinde "dünyanın işleyişini altüst etmek için çılgınca bir
hırs" doğuracaktı.
Fritz bu meselede hakikati, kaderin mi yoksa özgürlüğün mü temsil
ettiği konusunda hiçbir net sonuca varamaz. " Belki de özgürlük, belli
belirsiz ifade ettiği kaderin en yüksek gizilgücüdür" : Burada muhteme­
len belli bir aşamada, dünya-tarihinin, çıkış nedenleri henüz belirlen­
memiş varlıkların doğmasına yol açabileceği fikri vardır aklında. Ama
evrimin belli bir noktasında kaderin adeta tablonun dışına çıkmasını
neden doğru sayacağımız konusunda bir şey diyemez.
Fritz özgürlük meselesine hakkını vermediğini fark etmişçesine bir­
kaç hafta sonra "Özgür İrade ve Kader" yazısında, konuya geri döner.88
Bu sefer hem pastam dursun hem pastamı yiyeyim demekte, kader ile
özgürlüğün bağdaşabilirliğini göstermeye çalışmaktadır. Bireyin eylem­
lerinin doğumuyla değil cenin olmasıyla, hatta belki de ebeveynleri ve
atalarıyla başladığını ileri sürer. Bir başka deyişle eylemlerimiz tamamen
genetik kalıtımla belirlenir. Demek ki determinizm doğrudur. Ama "öz­
gür irade ... bilinçli eyleme kabiliyeti anlamına gelirken, kader de bizi
bilinçdışında belirleyen ilkedir" . Dolayısıyla "kader ile özgürlük arasın­
daki kesin fark kaybolur" . Diğer bir deyişle kader ile özgürlük bağda­
şabilir, her ikisi de insan tekilliğinin doğru bir kavranışında zorunludur:
"fatum-suz, mutlak irade özgürlüğü insanı tanrı yaparken, kaderci ilke
de onu robot yapar" . Bu fikir kulağa retorik bakımından çok hoş gelse
de düşünsel değeri azdır. Çünkü özgürlük, sadece seçme bilincidir, seçe­
neklerin hepsi tamamen kontrolümüz ve bilincimiz dışındaki kuvvetler
tarafından belirlenmiştir; insanlara nasıl özgürlük ve sorumluluk atfe­
deceğimiz sorusu cevapsız kalmıştır. Mançuryalı Aday'daki * ( The Man­
churian Candidate, 1 962, 2004) Başkan'ı öldürmesi için beyni yıkanmış
suikastçi adayı kesinlikle bu seçiminin bilincindedir. Ama aslında bey­
nini yıkayanın robotundan başka bir şey değildir. Göreceğimiz üzere,
Nietzsche özgürlük ve determinizm problemiyle ömür boyu uğraşmıştır.

*
Amerikalı romancı Richard Condon'ın ( 1 91 5- 1996) 1959'da yayımlanan aynı adlı
romanından uyarlanan ve John Frankenheimer ( 1930-2002) ve Jonathan Demme
( 1 944-) adlı iki ayrı Amerikalı yönetmenin, ilki 1962'de, ikincisi 2004'te çekilen
dram ve gerilim filmleri-r.n.
3. Bölüm

Bono

ietzsche 7 Eylül 1 864'te Pforta kapısından son kez öğrenci ola­


Nrak geçti. Okulun mezunlarına tören düzenlemek üzere toplanmış
öğrenci kalabalığıyla çevrelenmiş haldeki dokuz öğrenci, her iki yanın­
da süslü püslü giyinmiş koşumcuların bulunduğu çiçeklerle bezeli bir
arabanın üstüne çıkmıştı. Gelecek Bonn'da yatıyordu, oradaki meşhur
üniversiteye kaydolmaya karar vermesinin sebebi, büyük ölçüde, seçkin
filologlar Otto Jahn (ünlü bir Mozart biyografi yazarıydı) ve Friedrich
Ritschl ( bkz. Resim 6) idi ama diğer yandan orada bir arkadaşının da
okuyacak olmasıydı: Rhineland'da doğup büyümüş olan Paul Deussen
(bkz. Resim 7) yurdundaki üniversiteye gitmeyi planlıyordu. Üniversite
yılı başlamadan önce iki delikanlının beş hafta boş vakti vardı.

Nihayet Özgür

İlk iki hafta Naumburg'da geçti ve Deussen, Nietzsche ailesi üzerin­


de çok iyi bir izlenim bıraktı. Sonra 23 Eylül'de iki arkadaş batıdaki
Bonn'a doğru dolambaçlı bir yol izlemeye başladılar.
Nietzsche hala Pforta'da olan bir arkadaşına, "İnsan özgürlüğün ta­
dına varmak için kısıtlanmayı yaşamış olmalıdır," diye yazıyordu.1 Altı
yıllık yoğun çalışmanın sonrasında, gerçek dünyayı birkaç bin yıl önce­
sine taşıyan yarı-manastır tarzı bir kurumdan çıkan Nietzsche, Rhine­
land yolculuğu sırasında ilk özgürlüğünün çekici yönlerini yoğun ölçüde
yaşadı. Mektupları her istediğini yapabilmenin heyecanıyla, her ayrıntısı
canlı ve önemli olan yeni bir dünyanın (daha önce doğu Almanya'dan
hiç ayrılmamıştı) hayranlığıyla ışıl ışıldı: " Her şeyi not ediyorum; yiye­
ceklerin, faaliyetlerin, tarımın vs. ayırt edici özelliklerini yazıyorum,"
diyordu eve gönderdiği mektupta.2
NIETZSCHE

Batıya doğru dolambaçlı yolda üç kez durdular. Birincisi Ren kıyı­


sındaki, Düsseldorf'un doğusunda kalan Elberfeld'di. Nietzsche ilk kez
burada Katolik Almanya'yla tanıştı. Geceyi Deussen'in teyzelerinden bi­
rinin evinde geçirdiler:

Şarap ve ekmekle karnımızı doyurduk - buralarda nereye gidersen şahane pas­


talar ve çavdar ekmeği bulabiliyorsun ... kasabada ticaret had safhada, evlerin çoğu
arduvaz kaplamalı. Kadınlar arasında sofuca başını öne eğme tercihinin yaygınlığı
dikkatimi çekti. Genç kadınlar fazlasıyla dar olduğu belli çok şık paltolarla geziyorlar
... Pazar öğlenden sonra birkaç kafeye gittik, akşam iyi bir Meselle şarabı içtik ...
piyano doğaçlamalarım hayli etki uyandırdı ... her şey tamamen -Lisabeth'in tabiriy­
le- "efsunluydu".3

İki arkadaş daha sonra Bonn'un birkaç kilometre aşağısında kalan,


karşı kıyıdaki Königswater'e geçtiler. Burada yatılı okuldan ilk salıveril­
diğinde delikanlılardan beklenebilecek birtakım yaramazlıklar yaptılar.
Deussen'in delifişek kuzeni Ernst Schnabel onları at binmeye ikna etti.
Nietzsche eve yazdığı mektuplarda bu konuda akıllılık edip sessiz kalsa
da, Deussen anılarında bahseder:

Şarabın ve muhabbetin sarhoşluğuyla, çok az paramız olmasına rağmen


Drachenfels'e ["Ejder Kayaları", Ren kıyısındaki meşhur bir turistik mekan, Bonn'dan
da görünür) kadar binmek üzere at kiralamaya karar verdik. Nietzsche'yi ilk ve son
kez at sırtında gördüm. Manzaranın güzelliğinden ziyade atının kulaklarına ilgi gös­
teriyor gibiydi. Bu kulakları ölçmeye ve bir atın mı yoksa eşeğin mi sırtında olduğu­
na karar vermeye çalıştı. Akşam olunca daha da delice işler yaptık. Üçümüz küçük
kasabanın sokaklarında dolanarak pencerelerin ardına saklı olduğunu varsaydığı­
mız dilberlere uvertürler söyledik. Nietzsche ıslıkla "Güzel sevgilim, güzel sevgilim"i
söylüyordu. Schnabel türlü türlü saçmalıklar yapıyor, yoksul bir Rhineland çocuğu
numarası yaparak geceyi geçirecek bir yer için insanlara yalvarıyordu.4

Delikanlıların ertesi sabah kendilerini nasıl hissettiklerini düşününce


insanın tüyleri ürperse de, kulaklar meselesi bu kaçamağa hafiften bir
Bir Yaz Gecesi Rüyası * tadı katmaktadır.

*
Yazar burada Shakespeare'in aşk ve evlilik kavramlarını gülünçlüğe indirgeyen Bir
Yaz Gecesi Rüyası ( 1 999; A Midsummer Night's Dream, 1600) adlı oyununa gönder-
Bonn 77

Arkadaşların üçüncü ve en uzun süreli molası Deussen'in Ober­


dreis'taki ebeveynlerinin evinde oldu. Oberdreis da yine Ren civarınday­
dı ve Koblenz'e yakındı. Nietzsche burada Deussen'in babası için (kendi
babası gibi Lutherci bir rahipti), "iyi yürekli ve büyük bir adam ama ko­
nuşurken biraz konuyu dağıtıyor" derken, annesi " Frau Pastorin" için
de "çok iyi eğitimli, düşünceli, kibar, çok çalışkan, adeta eşsiz bir ka­
dın", demişti. Ama esasen Deussen'in kız kardeşi Marie'yle ilgilenmişti
( " kimi zaman bana seni hatırlatıyor, o yüzden onu özellikle sevmeden
edemiyorum" ,s diye yazmıştı Elizabeth'e). Arına Redtel gibi Marie'ye de
sevgisini müzikal ithaflarla göstermişti.
1 5 Ekim 1 864'te Fritz ve Frau Deussen ortak doğum günlerini kut­
ladılar:

Sabah erken saatte Frau Pastor Deussen'in yatak odasının hemen dışında dört
partilik koral* "Rabbe Şükret, Ey Ruhum"u söyledik ... Akşam çimlerin üzerinde oyun­
lar oynadık ve dans ettik ... Sonraki sabah içlendirici bir vedadan sonra erkenden
Neuwied'e kadar altı saat yol gittik. Buharlı gemiye [Ren'den aşağı gitmek için] ulaş­
tığımızda biraz yorulmuştuk, Bonn'a vardığımızda saat 4 olmuştu. 6

***

Bonn pahalı bir yer ve Franziska'nın d a eli darda olduğundan -ona


ayda sadece yirmi taler gönderebiliyordu, oysa oğlunun en az otuz talere
ihtiyacı vardı- Nietzsche'nin sürekli para sıkıntısı vardı. Eve gönderdiği
mektuplar -kendisinin de en sonunda utançla kabul ettiği üzere- "aynı
şikayetle" , daha fazla para ihtiyacıyla doluydu. O kadar sıkıntıdaydı
ki üniversiteye kayıt için gereken yedi taleri bulması için iki hafta ge­
rekmişti. Nihayetinde kayıt oldu, üstelik annesinin hatırı için teolojiye
girdi, halbuki öncelikle klasiklere odaklanma niyetindeydi.
Nietzsche, Bonngasse 5 1 8'deki bir evin ikinci katında bir oda tuttu.
Odanın göreli konforu -"geniş, üç büyük pencereli, her şey çok şık ve
temiz, bir de divan var"?- Pforta'da geçirdiği altı çetin yıldan sonra ona
lüksün doruk noktası gibi görünmüştü. Tüm parasızlığına rağmen da­
yanamayıp bir piyanino (küçük piyano) kiraladı, üstüne de babasının
portresini koydu.

me yapıyor. Olayların Antik Yunan'da geçtiği oyunun sonunda, peri karakterindeki


Puck şöyle seslenir dinleyicilere: "Hepiniz 'Bottom'ın rüyası'na tanıklık ettiniz! "-r.n.
*
Koro halinde söylenen dini müzik-r.n.
NIETZSCHE

Yoksulluğuna rağmen -hatta onu daha da yoksullaştıracak şekil­


de- Bonn'da geçirdiği zaman, Ren buharlılarında öğrenci partileriyle,
bol miktarlarda Rhineland şarabıyla, Kneipe'deki [meyhane] bira içilen
akşamlarla ve yakındaki Köln'e nehir boyu yolculuklarla doluydu. Bu
uçarı yaşam tarzının başlıca sebebi Nietzsche'nin Bonn'a vardıktan son­
ra bir öğrenci biraderliği olan Franconia'ya katılmaya karar vermesiydi.

İçki İçip Düello Yapmak

Biraderlikler (Burschenschaften ya da Corps) Almanya'daki öğrenci


hayatının baskın niteliklerinden biriydi (hatta bir ölçüde hala öyledir).
Napolfon'un işgal ordularına karşı "kurtuluş savaşlarından" yeni dön­
müş genç Almanların 1 8 1 S'te kurduğu biraderliklerin baştaki amacı
birleşik ve genellikle liberal bir Almanya fikrini yaymaktı. Ama 1 860'a
gelindiğinde bozulmuş, neredeyse sosyal kulüplere dönüşmüşlerdi; sade­
ce bira içmeye ve düello yapmaya yarıyorlardı, düellonun da amacı bir
düello yarası edinmek oluyordu çoğunlukla. Fakat üyeliğin daha ciddi
ve gizli bir amacı da vardı (hala da var) : Sanayi ve siyasetin gelecekteki
liderleriyle daha sonraki yıllarda faydalı olacak bağlar kurmak -kısa­
cası "çevre edinmek" . Nietzsche biraderlik olayını hiç etkileyici bulma­
yan annesine meseleyi biraz abartmıştı: Biraderlikler, diye yazıyordu,
"Almanya'nın geleceği ve Alman parlamentolarının yuvasıdır" . B
Nietzsche'nin Franconia'ya katılmasının gerekçeleri farklıydı. Bira­
derlik hareketinin baştaki idealizmine hayrandı ve 1 872'de Öğretim
Kurumlarımızın Geleceği Üzerine' de bu hareketi "en su katılmadık etik
kuvvetlerin içsel toplanması ve yenilenmesi" olarak tanımlamıştı. Ama
1 860'ta biraderliklerin içki kulüpleri haline geldiğinin farkındaydı el­
bette. Bana kalırsa kısmen burayı dost meclisi olarak gördüğünden ka­
tılmıştı -Franconia zaten tanıdığı Pforta mezunlarıyla doluydu ve Deus­
sen de bunların arasındaydı. Ama diğer yandan yoksul bir aileden gelen
hırslı bir çocuk olarak, gelecekteki hayatında ona avantaj sağlayacak
iktidar ve nüfuz sahiplerinden bir çevre edinme arzusundan kurtulmuş
değildi.
Nietzsche'nin sanata yatkın ve duyarlı bir arkadaşı olan, Göttin­
gen'den hukuk öğrencisi (Göttingen'de aile geleneğini bozmayarak Sak-
Bonn 79

sonya biraderliğine katılmıştı) Carl von Gersdorff, gönderdiği bir mek­


tupta, biraderlikte iyi dostlar edinmesine rağmen, "tiksindirici, barbarca
bira alemleri"9 yüzünden ayrılmamasının tek sebebinin aile baskısı ol­
duğunu belirterek halinden yakınır. Ama Nietzsche cevap mektubunda,
"öğrenciliğinde kendi çağını ve halkını tanımak isteyen herkesin bir bi­
raderliğin renklerine bürünmesi gerektiği "ni söyler. " Buradaki bağlan­
tılar ve yönelimler bir sonraki insan neslinin nasıl olacağını en keskin
şekilde göstermektedir. " Ayrıca "üyelerden bazılarının bira-maddiyat­
çılığının [Biermaterialismus] hoş görülemez olduğunu" kabul etmekle
beraber, buna "tahammül etmek gerektiğini" belirtir. 1 0 Bu durum Prens
Hal'ın bir kral sıfatıyla halkını tanımak için ayaktakımıyla içki alemleri
yapmasını akla getirse de, Nietzsche'nin sosyolojik mesafe iddiası ke­
sinlikle dürüstlükten uzaktır. Satır arasında söylediği şey, çevre edinmek
için biraderliğe girmek gerektiğidir.
Nietzsche başka bir vesileyle "hızlı yaşayan bir öğrenci " hayatını
deneme arzusundan söz eder. 1 1 Onun biyografisini psikanalist koltu­
ğundan yazmaya çok meraklı olan Ronald Hayman, Pforta'dan gelen
utangaç, "içine kapanık" gencin kendini sokulgan bir "dışa dönük" ki­
şiye çevirmek için bilinçli bir program izlediğini söyler. 12 Fakat bu görüş
gereksiz yere ezoterikliğe kaçmak gibi görünüyor bana. Şurası açık ki
altı yıl boyunca bir yatılı okulda kapalı kaldıktan sonra hormonların
coşması, kişinin kendini şaraba, kadınlara ve şarkılara vermesi normal,
hatta standart bir davranıştır. Tıpkı Drachenfels'teki at binme olayı gibi,
Ren Nehri üstünde bira içmek de "özgürlüğün ilk hazlarını tatmak"
başlığı altında toplanabilir.
***

Franconia'ya üyeliğini annesine haber verdiği mektupta Nietzsche


savunmacı bir edayla şöyle der: " Başını iki yana salladığını görür gibi­
yim." Sonra da biraderliği allayıp pullamaya çalışır: "Yedi Pforta mezu­
nu neredeyse aynı anda üye olduk . . . çoğumuz da filologuz ve hepimiz
müziği seviyoruz. " 13 Pinder'e kendini ve diğer Pforta mezunlarını Bi­
raderliğin sahici kültürlü üyeleri olarak tanıtırken (sonradan, amiyane
olan bir tabirle) kabadayı geçinenleri "daha manevi bir yola" 14 çekmeye
çalışır. Muhtemelen bu doğrudur. Gelgelelim, Nietzsche'nin kendisinin
de " bira maddiyatçılığına" kapıldığına şüphe yoktur. Bir kere, sıklıkla
80 NIETZSCHE

eğlence panayırlarında gezintiler yaptığını, dans ettiğini, akşamları mey­


hanelere gittiğini ve bira göbeği yaptığını kendisi kabul eder.15 İkincisi,
utanç ile gösterişçilik bileşimi bir havayla bir keresinde akşamdan kalma
olduğunu itiraf eder (annesine değil, neticede ağabeyinin en kötü zaafla­
rına bile hoşgörüyle gülümseyeceğine güvendiği Elizabeth'e):

Kendimi yataktan sökerek kalkmak zorunda kalksam da, bu sabah akşamdan


kalmalığımı [Kater, aynı zamanda erkek kedi anlamına gelir] toptan reddederek ya­
zıyorum. Bu kıllı-kuyruklu hayvanı tanıyamayacaksın. Dün akşam büyük bir meclis
toplandı, "Halkın Babası"nı tören havasında söyledik ve hiç durmadan panç [meyveli
kokteyl-r.] içtik ... Toplam kırk kişiydik, meyhane görkemli bir şekilde süslenmişti ...
Dünün Gemütlichkeifı (sıcak birlikteliği) eşsizdi ... 1 s

Nietzsche sarhoş olmakla kalmamış, bir düelloya girecek kadar ka­


badayılaşmıştır. Deussen'in anlattığı kadarıyla, bir gün pazar yerinde
dolaşırken başka bir biraderlikten tanıdığı bir delikanlıyla karşılaşmıştı.
Sanat ve edebiyat üzerine hoş bir sohbetin ardından Nietzsche kibar
bir şekilde onu düelloya davet etti. Diğeri de kabul etti. Deussen mi­
yop ve artık biraz tombul olan arkadaşı için çok endişelense de (von
Gersdorff'un kuzeni bir düello yarası yüzünden neredeyse ölüyordu),17
yapabileceği bir şey yoktu.

Kılıçla düelloya başladılar, korumasız başlarının çevresinde keskin kılıç ağızları


dans ediyordu. Düello üç dakika bile sürmedi, Nietzsche'nin rakibi onun tam burun
kemiğine, ağır gözlüğünün baskısı yüzünden kırmızı bir izin bulunduğu yerin üstüne
bir kesik atmayı başardı. Kan akmaya başladı ve uzmanlar gerekli yaranın açıldığına
ve düellonun tamamlandığına karar verdiler. Yarası iyice sarılan arkadaşımı arabaya
oturttum, evine götürüp yatağına yatırdım, rahat ettirmeye özen gösterdim, ziyaret­
çileri ve alkolü yasakladım. İki-üç gün sonra kahramanımız tam anlamıyla iyileşti,
sadece burun kemiğinin üstünde küçük bir yara izi kaldı. Bu iz hayatı boyunca orada
kaldı ve hiç de fena durmuyordu. 1s

(Son cümle hatalıdır; sonraki fotoğraflara bakılırsa böyle bir iz yok­


tu. Bu arada Nietzsche'nin ahlaken yanlış bulduğundan mı yoksa bece­
riksizliğinden mi rakibinde bir yara açamadığını Deussen gayet güzel es
geçer. )
Bonn 8r

Köln Randevuevi

Franconia üyelerinin başka bir önemli faaliyeti de kız peşinde koş­


maktı. Deussen ve Elizabeth'in anlattıkları birleştirildiğinde bu faaliyetle
hiç alakası olmayan, adeta cinsellik dürtüsü olmayan bir Nietzsche port­
resi ortaya çıkıyor. Elizabeth'in yazdığına göre "sevgisi biraz ılımlıydı ve
şiirsel bir bağlılığın ötesine asla geçmezdi ... hayatı boyunca büyük bir
tutkunun ya da kaba bir aşkın pençesine hiç düşmemiş"ti.19 Deussen'e
bakılırsa da, "tüm bildiklerim üzerinden düşünürsek, mulierem nunqu­
am attigit (eline kadın eli değmemiştir) sözü uygun düşerdi " .20 Bu iddi­
aların ikisi de son derece şüphelidir. Nietzsche'nin 1 8 8 8 sonunda akıl
sağlığını kaybetmesinin ardından Elizabeth'in yazdığı biyografisinde,
hayatı adeta bir Hıristiyan azizinin hayatı gibi resmedilmeye çalışılmış,
özellikle de frengiden delirdiği iddiası çürütülmek istenmiştir, Deussen
ise 1 873 ile 1 88 7 arasında Nietzsche'yle hiç şahsi temas kurmamıştır.
Nietzsche gerçekten de esasen iffetli bir yaşam sürmüştür. Fakat aynı
zamanda Zerdüşt'ün " Çöl Kızları Arasında" başlıklı bölümündeki gibi
şiirler de yazmıştır:

Ey sevgili kızlar
Bir Avrupalı olarak
İlk bana bağışlandı
Oturmak ayaklarınızın dibinde
Şu palmiyeler altında...
Öyle uzağım ki çölden,
Hiçbir şeyim çölleşmemiş:
Çünkü yutmuş beni
Şu küçücük vaha:
- Açıverdi, esneyerek,
O güzelim ağzını,
En güzel kokulusu tüm küçük ağızların:
Düştüm işte derken,
Düştüm tam ortanıza,
Ey sevgili kızlar!
Oturmuşum işte
Şu küçük vahada...
Bir değirmi kız ağzı özleyerek
82 NIETZSCHE

diye devam eder.21 Bunun "kaba" şehveti hiç tatmamış biri tarafından
yazılmış olduğunu tasavvur etmek imkansızdır. Daha somut düzeyde
cinsellik-dürtüsünden-kurtulma tezi (eşcinsel olduğu hipoteziyle birlikte
bu hipotezi de yukarıdaki şiirlerle bağdaştırmak kuşkusuz imkansız de­
ğilse bile güçtür) Leipzig ve Napoli'deki randevuevlerine gittiğini çeşitli
vesilelerle kabul ettiği için, ciddi anlamda kuşkuludur.
Her halükarda, Nietzsche'nin Ren'in yukarısında, Bonn'a yarım saat
mesafede olan Köln'deki bir randevuevine gittiğine şüphe yoktur. Köln,
küçük kentten gelen Nietzsche'nin gözlerini kamaştırmış, hayranlığını
kazanmış, onu hayrete düşürmüştü. "Bir dünya şehri etkisi yaratıyor, "
diye yazıyordu Elizabeth'e, "bitmek bilmez bir dil çeşitliliği ve alacalı giy­
siler [İşte Böyle Dedi Zerdüşt'teki şehrin adı "Alaca İnek"tir] -inanılma­
yacak kadar çok sayıda yankesici ve başka türden madrabazlar" .22 1 865
Şubat'ında bir gün, Nietzsche'nin anlattıklarını aktaran Deussen'e göre,

tek başına Köln'e gitmiş, bir uşak yardımıyla yerel turistik yerleri şöyle bir gezmiş,
nihayet bir lokantaya gitmek istemişti. Ama uşak onu kötü şöhretli bir eve götürmüş­
tü. Nietzsche olanları bir sonraki gün şöyle anlatıyordu: "Aniden bana beklentiyle
bakan, allı pullu ve tüller içinde beş-altı suretle çevrelendim. Kısa bir süre için dilim
tutuldu. Ondan sonra içgüdüsel olarak oradaki tek ruh sahibi şey olan piyanoya yö­
neldim. Birkaç akar basınca felç halimden kurtulup kaçtım".23

Farklı kuşaklardan biyograficiler bu hikayeyi düz anlamda almıştır,


keza Nietzsche'nin biraz kuralcı arkadaşına anlattıkları da büyük ihti­
malle aynen böyledir. Ama hikayenin akla yakın olmadığını kabul etmek
gerek. " Beni Lokantaya götür! " lafı hiç de "Beni Randevuevine götür"
lafıyla karıştırılacak gibi değildir -piyanoya hücum etme konusu biraz
doğru görünse de, "ebedi dişinin" nihai gizemi önünde bakir bir okullu­
nun hissettiği dehşeti akla getirmektedir. Büyük ihtimalle rehberine muğ­
lak bir şeyler söyleyip aynı zamanda da onu dürtmüş ve göz kırpmıştı.
Unutmayın ki Nietzsche o sıralarda "hızlı yaşayan bir öğrenci" olmaya
çalıştığını gösterme peşindeydi. Büyük ihtimalle bakirliğinden kurtarılma
niyetiyle randevuevine gitmiş, ama orada cesaretini kaybetmişti. Thomas
Mann bu olayı Doktor Faustus ( 1 947) adlı romanında kullanır, kahra­
manın kolunu okşayan kalkık burunlu kızı düşündükçe düşündüğünü,
sonunda da geri döndüğünü anlatır. Daha sonra Nietzsche'nin gerçekte
Bonn

yaptığının bu olduğunu belirten bir yazı da kaleme almıştır.24 Bu hiç ol­


mayacak bir şey gibi görünmüyor. Hatta insan yukarıda alıntılanan "çö­
lün kızları" hakkındaki şiirin, Köln'ün ahlaki "çölünün" kızlarına dair
anılar olduğunu düşünecek kadar ileri gidebilir.

David Strauss ve Hıristiyanlık Eleştirisi

Öğrenci hayatı sadece lay lay lomdan ibaret değildir elbette. Belli bir
miktar çalışmak da gereklidir. İlahiyat öğrencisi olarak kaydını yaptıran
Nietzsche'nin biraz teoloji okuması gerekiyordu. Daha sonra tek merak
duyduğu şeyin "kaynakların eleştirisi" olduğunu söylemiştir. Bununla
metinsel eleştiri tekniklerinin Yunan filolojisinden İncil'e aktarılmasını
kastediyordu. Öncelikle aklında David Strauss'un İsa'nın Hayatı (Das
Leben ]esu) adlı eserinin okumaları vardı.
İlk olarak 1 835-6'da Das Leben ]esu kritisch bearbeitet (İsa'nın Ha­
yatının Eleştirel İncelemesi) başlığıyla iki cilt olarak yayımlanan bu ki­
tap tam bir tartışma fırtınasına yol açtı. (George Eliot üzerinde derin
etkiler yaratmış, dinden kopmasına yol açmıştı. Eliot bu eseri 1 846'da
gerçek adı olan Marian Evans'ı kullanarak The Life of ]esus, Critically
Examined adıyla İngilizceye çevirdi.) 1 864'te kitabın Das Leben ]esu
für das deutsche Volk bearbeitet (İsa'nın Hayatının Alman Halkı İçin
İncelemesi) başlıklı kısaltılmış versiyonu çıktı. Nietzsche bu versiyonu
almış ve hevesle okumuştu.25
Strauss'un ilgilendiği konu İsa'nın hayatının havariler tarafından
sunuluş biçimiydi. Dört İncil doğru tarihsel kayıtlar olmak şöyle dur­
sun, kısmen bilinçli kısmen bilinçsiz mit yaratma çabalarından ibaretti,
amaçları da ruhu yüksek düzeylere taşımak ve ona ilham vermekti. Cin­
sel birleşme olmadan hamile kalma, İsa'nın ölümü ve dirilişi mitleri esin
verici bir anlatının parçalarıdır. Yaygın inanışın aksine İncil'lerden hiç­
biri görgü tanıklıkları değildir, yıllar sonra yazılmışlardır. Üstelik İncil
yazarları arasında, ayrıca üç yazar ile Pavlus arasında pek çok tutarsız­
lık vardır. Nietzsche 1 865 Mart'ında defterlerine Strauss'un eleştirisinin
bu yönünü not almıştır.26 Din adamlarına son derece karşı olan Strauss,
önsözde şöyle der: " Hıristiyanlığın bir mucize olması son bulursa din
adamları artık kendilerini, hizmetinde bulundukları mucizenin temsilci-
NIETZSCHE

leri olarak sunamayacaklardır, bunu görmek gerek. " Bir başka deyişle
Hıristiyan metafiziği, rahiplerin, prestijlerini ve güçlerini artırmak için
tasarladıkları bir güven kazanma hilesidir.
***

Nietzsche'nin içmeye ne kadar zaman harcadığı düşünülürse, Bonn'da


az eser üretmesi şaşırtıcı değildir -aslında yıl boyunca tek bir metni bile
bitirip teslim etmemiştir. Gelgelelim, dini temaları olan bazı metinler
üretmiştir; bunlar fragmanlar halinde olsa da, Strauss'tan ne kadar çok
etkilendiğini göstermektedir. Bu fragmanlar her ne kadar bir teoloji öğ­
rencisinin kaleminden çıkmışsa da, iman etmiş birinin değil, dışarıdan
bakan, hatta düşmanlık duyan bir gözlemcinin görüşlerini yansıtmak­
tadır.
Örneğin bu fragmanlardan birinde " Katolik ortaçağın dünya görü­
şü" esasen "doğalcılık-üstü" diye tanımlanır; cennet gezegenlerin yedi
küresi dışındayken, cehennem de yeryüzünün merkezindedir. Bu görü­
şün özünde "ruh ile doğa arasında bir ikilik olduğu" vardır, der. Protes­
tan ortodoksisi, diye devam eder Nietzsche, bu dünya görüşünü devral­
mıştır. Sonuçta ona göre de,

dünya bir sürgün yeri, beden ise bir hapishanedir. Hayata karşı nefret ve bulan­
tıyla dolu olmalıyız. İnsanda korkunç bir kendini imha güdüsü vardır. Yeryüzü ve
onunla ilgili her şey, cennete ait olan her şeyin mutlak karşıtıdır. 27

Aynı yıl kaleme aldığı -başlığın "İsa'nın Hayatı Üzerine" olması Strauss'u
bire bir takip ettiğinin açık göstergesidir- başka bir fragmanda da şöyle
der:

İnananların bakışına göre hayatın temeli ve dünya-tarihinin koruyucusu olarak


Tanrı'nın ilerleyişe müdahalesi haklı, hatta zorunludur. Bu görüş dünyayı ilahilikten
mahrum kılar ... Böyle bir Tanrı ve dünya ayrımının gerçekten de felsefi haklılığı var
mıdır?2e

Bunun gibi fragmanlar Nietzsche'nin bir teoloji öğrencisi olarak ça­


lışmalarının onu rahiplik hayatına hazırlamak şöyle dursun, tam tersi
yöne ittiğini göstermektedir. Yalnızca imanını yitirmekle kalmamıştı,
artık Strauss'un rehberliğinde Hıristiyanlığı tam anlamıyla habis bir fe-
Bonn

nomen olarak görmeye başlamıştı; bu yüzden imanın kaybını pişman


olunacak bir şey değil, manevi açıdan daha sağlıklı yeni bir varoluşun
başlangıcı sayıyordu. Dolayısıyla, Nietzsche'nin olgunluk dönemi felse­
fesinde ortaya çıkacak Hıristiyanlık eleştirisinin başlangıçları buradadır.
Hıristiyanlık kutsal ve mübarek olan her şeyi doğaüstü dünyaya atfettiği
için doğal dünyayı "ilahilikten mahrum bırakır", Hıristiyanlık öncesin­
de sahip olduğu kutsallığı elinden alır, hatta onu acı ve sürgün mekanı
haline getirir. Ayrıca Strauss'un Hegel'den devraldığı içkin dinselliği ta­
kip edersek, tapınmaya değer her Tanrı'nın içkin bir tanrı olması ge­
rektiği, dünyanın " üstünde" değil dünya olan bir tanrı olması gerektiği
fikrinin başlangıcını da görürüz -Hölderlin'in şiirine merak saran Nietz­
sche'de zaten nüveleri oluşan, panteist * bir anlayıştı bu.
Strauss'un din adamı karşıtlığına da uygun düşen Bonn fragmanları
aynı zamanda Nietzsche'nin rahipleri, habis bir dünya görüşünün kötü
ruhlu yayıcıları saymaya başladığını da gösterir. Örneğin Afrika'daki
misyonerler (çocukken onun ve Elizabeth'in oyuncaklarını bağışladıkla­
rı misyonerler) "teizm * * kavramı ile ahlak kavramını birbirine karıştırı­
yor'', barbar "putperestleri" hakiki imana döndürme yükümlülüğü ta­
şıyormuş gibi yapıyorlardı. Ama kendi Tanrı'larının varlığını ispatlama
yeteneğinden yoksun olduklarından, "tehdit ve rüşvete" başvuracak ka­
dar alçalıyorlardı. "Kısacası," diyordu Nietzsche, "Hıristiyan rahipleri
de tüm rahiplerle aynı fanatizmden mustariptir. "29 Bunun gibi sözlere
bakıldığında, babasının peşinden rahipliğe doğru yol alma fikrinin ölüp
gitmiş olduğu açıklık kazanır.
***

Bonn'da geçirdiği bir yıl boyunca evden gelen mektuplarda da Nietz­


sche'nin manevi yönelimine dair endişelerin artması şaşırtıcı değildir:

Doğum gününde annen sana tüm iyi dileklerini sunuyor. Kalbimde ne büyük
bir yerin olduğunu bir Tanrı biliyor bir de ben. Yeni yaşam yolunda ve hayatının bu
yeni yılında Yüce Tanrı'nın liderliğinden ayrılma; o zaman seni kutsayacak, seni
koruyacaktır; sevgili, mübarek babanın, benim ve Lieschen'in sevinci de devam
edecektir.3o

*
Doğayı canlı bir varlık olarak tanımlayan, doğaya tapan-r.n.
* * Evreni yaratan ve yöneten, insanlara din gönderen en az bir Tanrı'nın varlığına
ınanma-r.n.
86 NIETZSCHE

Fliza heth de doğru ve dar yolda kalması için yapılan aile baskısını des­
teklemek üzere annesinin sözlerini neredeyse papağan gibi tekrarlayarak
devreye girer: "İyi ki doğdun ... şunu basitçe belirteyim ki hayatının bu
yeni yılında ve yeni yaşam yolunda seni korusun da geçmişteki gibi aziz
ve iyi kalasın diye bütün içtenliğimle Tanrı'ya niyaz ediyorum."31
Hiçbiri işe yaramadı. 1 865'in Paskalya tatilinde kilo almış ve bira­
derliğin içkili akşam muhabbetlerinin hoyrat tavırlarına alışmış olarak
eve geldiğinde teolojiyi bırakıp filolojiye geçme kararını derhal ilan etti
ve annesi ile kız kardeşinin dehşet içindeki yüzlerine karşı Strauss'un
kitabını çıkarıp salladı. Pazar ayinine ve Aşai Rabbani * ayinine anne­
siyle birlikte gitmeyi de reddetti. Elizabeth'e göre bu fırtınalı sahnenin
ardından Franziska gözyaşlarına boğulmuştu ve nihayet -ailenin teoloji
uzmanı- Rosalie Hala bilgece bir açıklama yapınca yatışmıştı. Rosalie
Hala'ya göre, "her büyük teoloğun hayatında şüphe anları olurdu ve
böyle zamanlarda her türlü tartışmadan kaçınmak en iyisiydi". Franzis­
ka da ona hak verdi, ayrıca Fritz'in asla vicdanına aykırı bir şey yapma­
ya zorlanmaması gerektiğini kabul etti.32 Ama ondan sonra dini mesele­
ler anne ile oğlu arasında tabu haline geldi. Fritz hayatı boyunca anne­
sinin en çok sevdiği çocuk olarak kaldıysa da, annesi imanının, oğlu ise
inkarının şatosuna çekildi. Annesi, kardeşi Edmund'a şöyle yazıyordu:
" Felsefenin kadınlara uygun bir konu olduğunu sanmıyorum, ayağımı­
zın altındaki zemini kaybediyoruz. " 33
Bu arada yaşanan çatışma Elizabeth'i de manevi bir krize sürüklemiş,
küçük kentli gelenekçilik ile ağabeyini kahraman sayıp ona tapınma ara­
sında kalmıştı. Anne ile oğlu barıştırmaya çalıştıysa da, en nihayetinde ·

daima Fritz'in safında ve ebeveyn baskısına karşı gizli bir ittifaktan ya­
naydı. Fritz'in hayatı boyunca onun "yanında" olmuştu. Zihninde inşa
ettiği Fritz tablosuna tapmıştı ve Nietzsche'nin harika İsviçreli-Alman
biyograficisi Curt Paul Janz'ın * * dediği gibi, bu resmi bozmaya çalışanın
-Nietzsche'nin kendisi de buna dahildi- hali dumandı.

* Rabb'in Sofrası olarak da anılan Hıristiyan ayini. Ayinin sonunda Rabb'in Sofrası'nda
yer alan ekmek ve şarap paylaşılır-r.n.
* * J 1 s. 148-9. Curt Paul Janz, Basel Senfoni Orkestrası'nda kırk altı yıl boyunca viyo­
lacılık yapmış, Richard Wagner'le ilişkisi sebebiyle Nietzsche'yle ilgilenmiştir. 1 980
sayfalık küçük puntolu üç ciltlik biyografisi -Nietzsche'nin eserlerini değil, hayatını
anlatıyordu- kapsamlı olmakla kalmaz, aynı zamanda akıllıca içgörülerle doludur.
Şu anda (2009) doksan sekiz yaşında olmasına rağmen, bu kitabı yazarken onunla
yaptığım aydınlatıcı yazışmalardan çok faydalandım.
Bonn

Elizabeth 1 865 Mayıs'ında Fritz'e gönderdiği bir mektupta krizini


çözmek için Edmund dayısına gideceğini yazdı -Edmund'u seçmesinin
sebebi büyük ihtimalle, yukarıda gördüğümüz üzere (s. 6'daki dipnot),
Edmund'un da bir dönem dinsel şüphe taşıması, ama imanı hemen hiç
sarsılmamış olarak kendini karşı safta bulmasıydı. "Senin görüşlerine,"
diye yazıyordu Fritz'e,

-bunlar hakikaten bunaltıcı görüşler- aşırı hevesli bir öğrenci bulmuş durum­
dasın. Annemin dediği gibi, ben de fazla zekilik ediyorum, ama lama-[konformist]
doğamı unutamadığımdan kafam karmakarışık ... Ama şurası kesin: İnanmamak çok
daha kolay ve asıl güçlük doğru yolu bulmakta ... Her halükarda, uğursuz Strauss'u
tatilde getirmen, onun hakkında senden pek çok şey duymam gerçekten üzücüydü.
Çünkü en azametli (en azından inanların gözünde azametli) şeylerden şüphe etme­
nin ve onları eleştirmenin mümkün olduğunu duymak yeni bir inanca ya da inançsız­
lığa doğru ilk adımı atmak demek. Bu adımı attıktan sonra, bana göre adeta sağlam
bir koruyucu duvar yıkıldı; artık engin, haritasız, kafa karıştırıcı, sisler içinde bir çölde
duruluyor ve sağlam hiçbir şey yok, geriye sadece zavallı, çilekeş ve sıklıkla yanılan
ruhumuzun rehberliği kaldı .34

Bunun Nietzsche üzerinde etkili olduğu açıktır -"çöl" imgesini tanrı­


sızlığın ıssızlığını tanımlamak için eserlerinde sık sık kullanır. Ayrıca, ilk
kez ve hemen hemen hayatında son kez Elizabeth'e entelektüel bakım­
dan ciddi bir cevabı hak eden biri gibi davranır:

Bu sefer entelektüel anlamda "çiğnemekten" büyük keyif alacağım zengin bir


malzeme gönderdin bana.
Ama ilk önce, mektubunda lamanın yüreğiyle olduğu kadar papazın renkleriyle
de yazılmış bir pasajı ele almalıyım. Hiç merak etme, sevgili Lizbeth. Niyetin dediğin
kadar iyiyse ve kararlıysan sevgili dayımız çok fazla sıkıntı yaşamayacaktır. Temel
prensibine, yani hakikatin daima daha zor olanın tarafında olduğu prensibine ise an­
cak kısmen katılabilirim. Gelgelelim, iki çarpı ikinin dört etmediğine inanmak güçtür.
Bu durum onu daha doğru yapar mı?
Diğer yandan, bize öğretilen, tedricen içimizde sağlam kökler salan, akrabaları­
mızın ve daha pek çok iyi insanın bize doğru olduğunu söylediği, üstelik gerçekten
insanlara teselli ve yücelme duygusu veren her şeyi doğru kabul edivermek gerçek­
ten çok mu zordur? Adetlerle çatışan yeni yollara girmekten, bağımsızlığa eşlik eden
emniyetsizlik hissinden, pek çok ruhsal gidiş geliş ve hatta vicdan azabı yaşamaktan,
88 NIETZSCHE

çoğunlukla teselli bulamamaktan ama daima doğruyu, güzeli ve iyiyi hedeflemekten


daha mı zordur gerçekten?
Bizi en çok avutan görüşe, yani Tanrı, dünya ve bunları uzlaştırma görüşüne
ulaşmak en önemli şey midir? Gerçek bir araştırmacının araştırmalarının sonucunun
ne olacağına tamamen kayıtsız olması gerekmez mi? Bir şeyi araştırıp soruştururken
huzur, barış ve mutluluk peşinde miyiz? Öyle değil işte; en yüksek dereceden çirkinlik
ve iğrençlik içerse bile sadece doğruyu ararız.
Son bir soru daha: Kendi gençliğimizden itibaren bütün kurtuluşun isa'da değil
de mesela Muhammed'de olduğuna inansaydık, aynı kutsallığı yaşayacağımız kesin
değil midir? Kutsallık hissini yaratan, imanın ardında yatan nesnel gerçeklik değil
imanın kendisidir. Sana bunları yazmamın sebebi, sevgili Lizbeth, imanlarının sarsıl­
mazlığını göstermek üzere içsel deneyimlerine başvuran dindar insanların genellikle
benimsediği ispatlama çizgisini karşılamak sadece. Her hakiki iman sarsılmazdır,
insanın imanda bulmayı umduğu şeyi verir ama nesnel doğruluğuna kanıt olarak en
ufak bir destek sunmaz.
İnsanların seçeceği yollar burada ayrılır: Ruhsal huzur ve mutluluk peşindeysen
inanırsın, doğrunun havarisi olmak istersen sorgularsın.35

Nietzsche'nin olgunluk dönemi felsefesine hakim olan iki tema bu­


rada ciddi anlamda açığa çıkar. Birincisi, çoğunlukla acı olan hakikat
ile çoğunlukla mutluluk anlamına gelen yanılsama arasındaki keskin
seçimin ortaya konması; ikincisi de, Nietzsche'nin kendisini -sonraları
kullandığı bir tabirle, "özgür ruhlu" insanları- hakikat direğine kahra­
manca bağlayışı.
Nietzsche'nin gözünde bunun salt akademik bir seçim olmadığını
görmek önemlidir. Elizabeth'e dediği gibi, Hıristiyan dini gerçekten "te­
selli ve yücelme duygusu verir" . Yardımsever ve daima Hıristiyan olan
ailesinin kendisine sağladığı emniyeti ve sıcaklığı pekala kabul etmek­
tedir. Ayrıca "müziksiz hayatın yanlışlığına" inanan bir müzisyen ola­
rak Lutherciliğin müzikal mirasına değer vermeyi sürdürür; 1 865 Hazi­
ran'ında altı yüz kişilik Bonn Belediyesi Koro Topluluğu'nun bir üyesi
olarak üç günlük Köln müzik şenliğinde Handel'in "İsrail Mısır'da"sını
(Israel in Egypt, 1 739) "mukayese kabul etmez bir coşkuyla" söyler.36
Rhineland'ın " bağnaz Katolikliğine" karşı çıkmasına37 ve Cizvitlerin
"Protestanlığı yok etmek" için üniversitede yaptıklarına itiraz etmesi­
ne38 rağmen bunu ateist olduğundan değil, Protestan anayurduyla öz-
Bonn

<leşlik hissettiğinden yapar. Protestan diyasporasının devam ettiği bir


Katoliklik-karşıtı kulüp olan Gustav Adolphus Topluluğu'nun faal bir
üyesi olmaya onu götüren de bu özdeşlik hissidir.39 Rosalie Hala'sına
gönderdiği bir mektupta yerel vaizlerin Naumburg'dakilerden kötü ol­
duğundan ve yerel şenliklerin saldırganlık düzeyinde Katolik özellikler
taşıdığından yakınır.40
Nietzsche Bonn'dayken çocukluğundaki Noel sihrine yoğun bir has­
ret duymaya devam eder. 1 864 Noel'inde eve gidecek para bulamadığın­
dan, annesine ve kız kardeşine şöyle yazıyordu:

Umarım ışıklı bir Noel ağacınız vardır ... Biz de handaki ağacı ışıklandıracağız
ama haliyle evde kutladığımız Noel'in solgun bir yansıması olacak bu, çünkü bir kere
aile ve akrabalarımız yanımızda olmayacak ... Garonzen'deki [Edmund Dayı'nın ra­
hiplik yaptığı yer] şahane Noelleri hatırlıyor musunuz? ... Ne kadar güzeldi; evimiz
ve bütün köy kar altında olurdu, akşam ayininde kafam ezgilerle dolardı, hele o bir­
liktelik duygusu ... ben pijamamla, soğukta, pek çok neşeli ve ciddi şeyle. Hepimiz
o nefis havada birlikte olurduk. "Yeni Yıl Arifesi"ni* çalarken işte o sesleri duyar gibi
oluyorum.4 1

Demek ki Nietzsche duygusal bakımdan bir Hıristiyan, hatta Lut­


herci Protestan olarak kalmıştı. Gençliğindeki şenliklerde fırsat bulduk­
ça gündelik hayata, düşünüp taşınmaya uygun bir mesafeden bakmaya
derinden bağımlılığını da sürdürmüştü.42 "Yeni Yıl Arifesi'ni ve doğum
günlerini seviyorum," diye yazar,

çünkü ruhun bir an durup kendi gelişiminin bir safhasını gözden geçirebildiği
saatler bahşeder bize -kabul etmek gerekir ki böyle saatleri çoğunlukla kendi ba­
şımıza yaratabiliriz, ama nadiren yaratırız. Önemli kararlar böyle anlarda [örneğin
Yeni Yıl'da] verilir. Böyle vesilelerle geçmiş yıllardaki el yazmalarını ve mektupla­
rı çıkarıp notlar almaya alışkınım. Birkaç saatliğine insan zamanın üstüne yükselir
ve adeta kendi gelişiminin dışına çıkar. İnsan geçmişi sağlama alıp belgeler, ayrıca
kendi yolunda yürümeye devam etmek üzere cesaret ve kararlılık edinir. Akrabaların
hayır dualarının ve dileklerinin bu kararların ve azmin, yani geleceğin ilk tohumlarının
üzerine hafif bir yağmur gibi inmesi ne şahanedir.43

'" "Bir Yeni Yıl Arifesi" [Eine Sylvesternacht], 1864'te yazılan bir piyano ve keman
parçası (bu kitabın web sitesinde 13. Parça).
NIETZSCHE

Demek ki mektupta Elizabeth'e söylediği gibi, Hıristiyan Tanrı'sının


salt kuruntudan ibaret olduğunu aklının söylemesi son derece "tatsız"
bir durumdur. Elizabeth için olduğu kadar, Fritz için de aklının etkisi
(ya da David Strauss'un aklının etkisi) onu hiçbir "haritanın" gösterme­
diği bir "çöle" fırlatıp atmak olmuştur. Raimund Granier'e (çocukluk
isyanında ona eşlik eden arkadaşına) gönderdiği bir mektupta Byron'ın
Manfred'inden ( 1 8 1 7) şu alıntıyı yapar:

Ama elem ibret olmalı bilgeye;


Hüzün bilgidir: en çok bilenler
En derin yasını tutmalıdtr vahim doğrunun,
Bilgi Ağacı, Yaşam Ağacı değil ki.44

Kendi bölünmüş ve bunalımdaki ruhunu, kafasının gördüğü ile yüre­


ğinin ihtiyaçları arasındaki çatışmayı ifade etmektedir burada.
Mademki hakikat bu kadar duygusal ıssızlığı şart koşuyor, o zaman
Nietzsche'yi hakikate böylesine kayıtsız şartsız kendini adamaya itenin
ne olduğunu sormak gerek. Bunun bir cevabı, başka seçeneği olmadı­
ğıdır. Straussçu (Darwinci değilse bile) " bilimin" yıkıcı etkisini bir kez
kavradıktan sonra, öğrendiği şeyi unutması mümkün değildi. Cin şişe­
den çıkmıştı. Yine de Nietzsche'nin hakikat şövalyeliğine böyle kendini
vermesinin gerekçesinin ne olduğuna cevap vermiş sayılmayız.
Önceki bölümde gördüğümüz gibi, Nietzsche doğaüstücü dinsel
inancın "halkların çocukluğuna" ait olduğunu düşünüyordu. Demek ki
ilkel batıl inancı aşmak düşünsel yetişkinliğe erişmekle ilgili bir şeydi.
Yine de şu soru sorulabilir: Peki, yetişkin olmak niçin bu kadar önemli?
Zerdüşt temel mesajının "neysen o olmak"45 olduğunu söyler, Yunan
şair Pindaros'un "neysen o olmak, neyse onu öğrenmek" buyruğunu
kısaltmıştır. Bu buyruk Pforta'daki klasik çalışmaları sırasında Nietz­
sche'nin zihnine kazınmış olmalıydı kesinlikle. Bir başka deyişle, hayat
gizilgücün gerçekleştirilmesidir; büyümek ve olgunlaşıp tam anlamıyla
gerçekleşmiş bir yetişkin olmaktır, tıpkı palamudun doğru şartlar altın­
da büyüyüp olgunlaşarak meşe ağacı olması gibi. Yine de, sinir bozucu
ölçüde ısrarcı soruşturmacımız, peki, bunu niye yapmalıyız, diyebilir.
"Palamut" olmanın kötü yanı nedir ki? İnsanın hemen aklına gelen tek
cevap, bunun ilahi yaratılışın altında yatan, her şeyde var olan gizilgü-
Bonn 91

cü gerçekleştirmesi niyetinin bir parçası olduğunu söylemektir. Bu yüz­


den Nietzsche 1 8 87'de Şen Bilim'de nihayet hakikat şövalyelerinin hala
"aşırı sofu" olup olmadıklarını sorar.46 Nietzsche hakikate adanmışlık­
tan asla vazgeçmemiştir. Ama yetişkinlik döneminde edindiği ana görev
bunun için "sofuca " olmayan bir gerekçe bulmaktı.

Bonn'dan Ayrılış

1 865 Şubat'ında Nietzsche elli beş taler borca girince ( Bonngasse'de­


ki odasının yaklaşık bir yıllık kirası), diğer üniversite şehirlerinden daha
pahalı olan Bonn'da bir yıldan fazla kalamayacağı açığa çıkmıştı.
Bonn'daki filoloji departmanında ders veren iki dev, Otta Jahn ve Fri­
edrich Ritschl arasında nasıl başladığını kimsenin bilmediği bir kan davası
vardı (akademide hem o zaman hem bugün tipik bir durumdur). Sonuçta
Ritschl (Almanların deyişiyle bir "çağrıya" cevap vererek) Leipzig'deki bir
kürsüyü kabul etti. Mayıs ayında -her halükarda Protestan anayurduna
dönmek isteyen (Leipzig ile Naumburg arası sadece altmış kilometredir)­
Nietzsche de onu takip etmeye karar verdi. Başka bir teşvik unsuru da
von Gersdorff'un Göttingen'deki boğucu hukuk eğitimini bırakıp Alman
edebiyatı okumak üzere Leipzig'e taşınmaya karar vermesiydi.
Nietzsche'nin Bonn'daki son haftaları romatizma ağrıları ve şiddetli
baş ağrılarıyla geçti. Sağanak yağmurlar ve Ren Vadisi'nin kapalı, nemli
iklimi de bu ağrıları artırdı. Büyük ihtimalle psikosomatik bir durum
da vardı: Nietzsche'nin hayatında geçiş dönemlerinin, giderek daha sık
olarak sağlığındaki bozulmalara denk düştüğüne tanık olacağız.
9 Ağustos'ta Ren buharlılarından biriyle ayrıldığı akşam onu De­
ussen ile yeni arkadaşı, Franconia üyesi Hermann Mushacke" uğurla­
mıştı. Üç hafta sonra Naumburg'dan Mushacke'ye gönderdiği mektup­
ta Rhineland'da geçirdiği zamanın bir özetini çıkarmaya çalışıyordu.
Bonn'un, ağzında kötü bir tat bıraktığını yazmıştı. Ama yine de "geriye
baktığında onu gelişimindeki zorunlu bir halka olarak görmeyi" umu­
yordu:


Berlinli olan Mushacke, Leipzig'e Nietzsche'yle birlikte gitti ama orada sadece bir
dönem kaldı. Fransa-Prusya savaşında çarpıştı ve Demir Haç madalyası aldı. Ardın­
dan üniversiteyi Rostock'ta tamamladı ve babası gibi lise öğretmeni oldu. Nietzsche
1 869'da Basel'e taşındıktan sonra onunla teması kaybetti.
92 NIETZSCHE

Ama şu anda bu mümkün değil. Bana hala öyle geliyor ki pek çok açıdan bir
yılı boşa harcamış olmaktan suçluyum. Biraderlikte geçirdiğim zamanlar ise, dürüst
olmak gerekirse, hataydı, özellikle son yaz döneminde geçirdiğim zaman. Şeyler ve
insanlara onları öğrenmek için gerekenden fazla vakit harcamama ilkemi de ihlal
etmiş oldum ... kendime kızıyorum ... kesinlikle Franconia'nın kayıtsız şartsız bir hay­
ranı değilim. İyi dostluklar hatıramdan silinmiyor elbette. Ama siyasi muhakemesinin
en düşük düzeyde olduğunu, sadece birkaç kafanın faal olduğunu düşünüyorum.
Dünyaya sundukları manzaranın avam ve iğrenç olduğunu düşünüyorum, onaylama­
dığımı kendime saklamamış olmam da diğerleriyle ilişkilerimi zedeliyordu ... Dersler
konusunda da esasen tatmin olmaktan uzağım, gerçi niyet ettiğim şeyleri gerçekleş­
tirmeme engel olan Biraderliğe suçun çoğunu atfetmekte haksız sayılmam. Şu anda
bütünsel rahatlığın ve insani yücelmenin sürekli ve acil çalışmada yattığının farkın­
dayım ... Oradaki çalışmalarımdan utanıyorum ... Hepsi çerçöp. Önceden yazdığım
tüm ödevler onlardan daha iyiydi.47

Burada dikkate değer nokta, görece gevşek bir yılın ardından Pforta­
Protestan çalışma-etiğinin yeniden devreye girmesi ve bir daha hiç kay­
bolmamasıdır. ( "Ne önemi var ki mutluluğun? . . . ben eserimin peşinde­
yim," der Nietzsche'nin öteki beni Zerdüşt.) Prusyalı-Protestan zorun­
luluk hissi, yani hayatını bir kendini geliştirme anlatısı, bir hacının öz­
kusursuzlaşmaya doğru yolculuğu olarak görme eğilimi de bir o kadar
dikkate değerdir. Nietzsche her açıdan Bonn'daki yılından utanmaktadır
ve bunun suçunu Biraderlikle ilişkisinde bulmaktadır. Bu yüzden 1 865
Ekim'inde, Leipzig'deki ilk döneminde bir ayrılma mektubu göndermesi
şaşırtıcı değildir (aksi takdirde ömür boyu üye kalacaktı):

Biraderlik fikrine yüksek değer vermekten vazgeçmiyorum [diye yazıyordu]. Sa­


dece, bana göre çağdaş tezahürünün beni tatmin etmediğini itiraf ediyorum. Francon­
ia üyesi olarak tam bir yıla katlanmak benim için zor oldu. Ama onu tanımayı ken­
dime görev edinmiştim. Artık beni ona bağlayan bir şey kalmadı. Bu yüzden elveda
diyorum. Franconia'nın şu anda kendini içinde bulduğu gelişim seviyesini aşmasını
dilerim.48
4. Bölüm

Leipzig

Yerleşme

onn'dan ayrılan Nietzsche Naumburg'a dönerek 1 865 Ağustos'u­


B nun kalanını orada geçirdi ve Rhineland'ın son haftalarındaki has­
talıklardan kalan kırgınlığı attı. Sonraki iki hafta Berlin'deki Mushac­
ke ailesiyle birlikte ve turistik yerleri ziyaret ederek gayet güzel geçti.
Hermann'ın babası Eduard'la o kadar iyi anlaştı ki, aralarındaki yaş
farkına rağmen Eduard birbirlerine daha samimi olan du (sen) diye hi­
tap etmelerini önerdi.1 Ondan sonra iki arkadaş 17 Ekim'de Berlin tren
istasyonundan yola çıkarak Leipzig'e gittiler. O günleri anarken "her
şeyden önce, " diyordu Nietzsche,

şehir merkezinde amaçsızca gezindik, görkemli evleri, canlı sokakları ve bitmek


bilmeyen faaliyeti keyifle seyrettik. Ardından öğlen vakti gibi Reisse Lokantası'nda
mola verip biraz dinlendik ... İlk kez bu vesileyle öğlen saatinde gazete okudum, on­
dan sonra da bu işi alışkanlık haline getirdim. Fakat o sabah tek yaptığımız şey "derli
toplu", hatta "şık" ve ''yatak odası" vs. yazan oda ilanlarına bakmaktı. 2

"Şıklıktan" çok uzak odalara bakmak üzere pis kokulu merdivenler­


den inip çıktıkları bunaltıcı bir öğlen sonrasının ardından, üniversiteye
yürüme mesafesinde olan Blumengasse'de (şimdiki Scherlstrasse) gözden
uzak bir sokağa vardılar. Nietzsche burada dört numaralı binada, ev sa­
hibi Herr Rohn'un sahaf dükkanının üstünde bir oda buldu, Mushacke
de hemen yandaki bir odaya çıktı. (Sonraki yıl Nisan ayında Nietzsche
çocuk gürültüsüne dayanamayarak Elisenstrasse 7'ye taşındı.)
Sonraki gün iki yeni öğrenci gidip üniversiteye kayıt yaptırdılar -şans
eseri Goethe'nin kayıt olmasından tam yüz yıl sonra gelmişlerdi. Nietz-
., t N I FTl.SCHE

.,, l ı ı 1 •1 1 1 1 1 1 1 1 1 ıl .ıg.1 1 1 1 1 � 1 1 1 hir alamet olduğunu düşündü ama Rektör " bir
, l . ı l 1 1 1 1 1 1 1 1, 1 11•, 1 1 1 1 h ı k la hedefine ulaşmak için olağandışı yollar seçtiğini"
lııı y üzden de kesinlikle Goethe'nin öğrencilik hayatını örnek
. ı o, ı k l . ı v . 1 1 1 ,

. ı l ı ı ı a ı ı ıa l a rı nı öğütleyen bir konuşma yaparken oraya toplanan çömezler


kahkahalarını bastırmakta hayli zorlandılar.3 (Babası tarafından hukuk
okumaya zorlanan ama çok sıkılan Goethe, Leipzig'deki zamanının ço­
ğunu alem yaparak ve kız peşinde koşarak geçirmişti. )
Bir diğer çarpıcı olay Bonn'dan yeni gelen Ritschl'in yaptığı açılış
konuşmasıydı:

Bonn'daki olayda aldığı tavır yüzünden hemen her gazetede ve evde adı geçen
meşhur adamın ortaya çıkmasıyla herkes müthiş heyecanlanmıştı [diye yazar Nietz­
sche]. Salon tıklım tıklımdı ... Ritschl aniden ayağında kocaman terliklerle salona
girdi ama onun dışında kusursuz bir resmiyette giyinmiş, beyaz bir kravat takmıştı.
Önünde uzanan yeni dünyaya memnuniyetle gülümsedi ve çok geçmeden yabancı
olmayan yüzleri de gördü. Salonun arkasındaki bir gruptan diğerine geçerken birden,
"Hey! Herr Nietzsche de buradaymış!" diye haykırarak bana neşeyle el salladı.4

Leipzig'e gelmesinden yaklaşık bir ay sonra Nietzsche'nin hayatın­


daki en önemli felsefi karşılaşma meydana geldi: Ev sahibinin sahaf
dükkanında Arthur Schopenhauer'ın başyapıtı İstenç ve Tasarım Ola­
rak Dünya'nın (Die Welt als Wille und Vorstellung, 1 8 1 8- 1 8 1 9 ) ikinci el
bir nüshasını buldu, satın aldı, baştan sona okudu ve dünyasını şaşırdı.
(Richard Wagner'in de on bir yıl önce benzer bir "dönüşüm deneyimi"
olmuştu. ) Derhal kendisini "Schopenhauer'cı" ilan etti ve sonraki on yıl
bu iddiasından vazgeçmedi. Bununla tam olarak ne kastettiğini sonraki
bölümde tartışacağım.

Mutlu Günler

Nietzsche'nin Leipzig'deki öğrencilik yılları hayatının en mutlu dö­


nemiydi. Onun Leipzig hatıralarının açıkça neşeli tonundan bahseden
kız kardeşi dışındaki5 biyograficiler Leipzig yıllarındaki bu mutluluğu
gözden kaçırmıştır. Bozuk sağlığın sakatladığı romantik bir yalnız ve
uyumsuz klişesini kabul ettirme endişeleri yüzünden, Nietzsche sonunda
Leipzig 95

bu klişeye uygun hale gelmişse de, hep öyle olmadığını göremezler. Ken­
dini yalnız bir romantik olarak sunmaya çok meraklı olan Nietzsche bile
bu klişenin Leipzig yıllarına uymadığını kabul eder. " Leipzig'de geçen
yılın," diye yazar 1 866 Ekim'inde von Gersdorff'a,

aziz hatırasını unutamam. Bonn'da anlamadığım kurallara ve biçimlere uymak


zorunda kalırken, katlanamayacağım hazlar zorla üstüme yıkılırken, beni karanlık ve
kötü bir ruh haline sokan kaba saba insanlar [Franconia biraderliği] arasında işsiz
güçsüz bir yaşam sürerken, Leipzig beklenmedik bir şekilde bunların hepsini tersine
çevirdi. Keyifli ve aziz dostluklar, Ritschl'in hak etmediğim muhabbeti, öğrenci mes­
lektaşlarım arasında sayısız çalışma arkadaşları, iyi hanlar, iyi konserler vs. Hakika­
ten bunların hepsi bir arada Leipzig'i benim için çok değerli bir yer yaptı.6

Şimdi Nietzsche'nin Leipzig yıllarındaki mutluluğunun temellerine


bir bakalım. Bir kere, bu sürede sağlığı mükemmeldi. (Büyük ihtimal­
le bu durum mutluluğun sebebi olduğu kadar sonucuydu da.) Sonraki
yıllarda ona musallat olan korkunç baş ağrıları, kusma nöbetleri, mide
sorunları Leipzig'de hemen hiç ortaya çıkmadı. İkincisi, daima şiddetli
bir arkadaş ihtiyacı duyan Nietzsche'nin gerek bulunduğu yerde gerekse
mektupla düzenli temasta olduğu bir grup yakın arkadaşı vardı. Bun­
ların en önde geleni Ritschl'in başka bir yetenekli öğrencisi olan Erwin
Rohde'ydi (bkz. Resim 1 3 ), onu von Gersdorff ve biraz uzaktan Deus­
sen ve Mushacke takip ediyordu.
Rohde'yle * arkadaşlığı hayatlarının her yönünü kapsıyordu. Birlikte
Schopenhauer okuyor, at binme ve tabanca kullanma dersleri alıyorlar-

* Hamburglu bir doktorun oğlu olan Erwin Rohde ( 1 845-98) Bonn'dan Leipzig'e
Ritschl'i takip edenlerden biriydi. 1 867'nin sonuna doğru Kiel'e taşındı, orada
1 869'da doktorasını tamamladı ve nihayet 1 8 72'de doçentliğe getirildi. Nietz­
sche'nin etkisiyle hem Schopenhauer'cı hem de Wagnerci oldu. Bu yüzden, Nietz­
sche'nin 1 8 76'da hem Schopenhauer'ın hem de Wagner'in aleyhine dönmesiyle dost­
lukları bilhassa Rohde açısından ciddi ölçüde zedelendi. Rohde 1 8 77'de evlendi ve
dört çocuğu oldu. Jena, Tübingen, Leipzig ve Heidelberg'de profesörlük yaptı ve on
dokuzuncu yüzyılın en büyük klasik akademisyenlerinden biri haline geldi. Psyche
( 1 890-1 894); Ruh) adlı eseri Yunanların ruhla ilgili kültleri ve inançları üzerine stan­
dart eser olmayı bugün de sürdürmektedir. 1 8 86'da eski dostlar arasında son ve
doyurucu olmaktan uzak bir buluşma gerçekleşti. Nietzsche'nin zihinsel çöküşünün
ardından 1 894'te Elizabeth el yazması parçalarının yayımlanması konusunda tav­
siye almak için onunla bağlantı kurdu. El yazmalarının niteliği konusunda tümden
olumsuz görüş bildirdi ve yayımlanmasına karşı çıktı (fakat sözünü dinletemedi). Bu
vesileyle Nietzsche'yi son bir kez gördü, ama Nietzsche onu tanımadı.
NIETZSCHE

dı. 1 867 yazında Bohemia ormanında dinlenme amaçlı iki haftalık bir
yürüyüş tatili yaptılar. (Bu seyahat sırasında Klingenbrunn köyünden
geçtiler; Nietzsche 1 876'da dramatik koşullarda bu köye geri dönecek­
ti.) Nietzsche 1 867'nin sonunda von Gersdorff'a gönderdiği mektupta
"geçen yaz" kendisinin ve Rohde'nin "hemen her şeyi birlikte yaptıkla­
rını" anlatıyordu. 7
***

Nietzsche'nin mutluluğunun üçüncü kaynağı da "hak etmediği mu­


habbeti" bahşeden Ritschl sayesinde rüyalarındaki profesörü -on daki­
ka görüşebilmek için bir ay önceden yazılı başvuruda bulunmanız ge­
reken ( bugün de farklı değildir), bilinen Alman "Tanrı-profesörlerin"
tam tersi birini- bulmuş olmasıydı. Parlak, eksantrik, eğlenceli, konusu­
na kafayı takmış Ritschl sevdiği öğrencilere her şeyden önce baba gibi
davranıyor, onların hayatının ve kariyerinin her yönünü düşünüyordu.
(Hatta Nietzsche, yüzüne söyleyemese de ondan " Ritschl Baba " diye
sevgiyle söz ediyordu. ) Nietzsche daima onun gözde öğrencilerinden biri
olma şansına erişmişti.
Nietzsche ilk olarak (daha önce Pforta'da hakkında ödev yaptığı
anlaşılması güç Yunan şairi) Theognis hakkında yazdığı bir inceleme­
yi Ritschl'e gösterme cesaretini bulduğunda, istisnai yeteneğiyle onun
gözüne girdi. Birkaç gün sonra Nietzsche görüşmek üzere çağrıldı. Bir
öğrenciden bu kadar çarpıcı bir eser geldiğini daha önce hiç görmediği­
ni söyleyen Ritschl ondan kendisinin editörlüğünü yürüttüğü akademik
klasikler dergisi (hala gelişme aşamasındaydı) Rheinisches Museum
für Philologie'de yayımlanmak üzere incelemeyi genişletmesini istedi.
Nietzsche'nin hatırladığı kadarıyla o günden sonra samimiyetleri hızla
ilerledi:

Neredeyse haftada iki kez öğlen yemeği saatinde onu görmeye giderdim ve her
seferinde onu ciddi bir sohbete ya da havadan sudan konuşmaya hazır bulurdum.
Her seferinde bir koltukta oturuyor olurdu ve Köln gazetesi önünde açık dururdu.
Bu gazeteyi ve Bonn gazetesini okumayı alışkanlık edinmişti. Yine her seferinde bir
sürü gazetenin arasında bir kadeh kırmızı şarap olurdu. Çalışırken döşemesini kendi
yaptığı bir sandalyeye otururdu ... Konuşurken hiç sınır tanımazdı; arkadaşlarına öf­
kesini, mevcut koşullardan hoşnutsuzluğunu, üniversitenin kusurlarını, profesörlerin
eksantrikliklerini saklamazdı ... Kendisiyle de dalga geçer, işlerini yürütmeyle ilgili
Leipzig 97

basit fikirlerini anlatır, mesela eskiden sırf bulunca tatlı bir şaşkınlık yaşamak için
on, elli ya da yüz talerlik banknotları kitapların arasına koyduğundan bahsederdi ...
Başkalarına yardım etme arzusu olağanüstüydü; bu yüzden bilimsel bilgideki iler­
lemelerinde ona çok şey borçlu olan pek çok genç filolog, bir de ona samimiyet ve
şahsi bir minnettarlık hissiyle bağlı olduklarını hissederlerdi.8

Ritschl sadece bir rüya profesör değildi, aynı zamanda şahane bir eşi
vardı. Sophie Ritschl kocasından on dört yaş daha gençti, Yahudiydi, *
parlak bir zekası vardı ve müzik aşığıydı. Göreceğimiz üzere, Richard
Wagner'in kardeşi Ottilie Brockhaus vesilesiyle Nietzsche'nin bu bü­
yük adamla ilk karşılaşmasını sağlayan Sophie olmuştu. Nietzsche
onun oturma odasında ciddi zaman harcıyordu. Standart romantik
imkansız aşk modeline uyarak ( hem Rousseau'nun St-Preux'su, hem
de Goethe'nin Werther'i, örnek alınacak erkeklerin eşlerine aşıktı),
Sophie'ye aşık olmuştu elbette, çok geçmeden de Cosima Wagner'e sev­
dalanacaktı. Rohde'ye yazdığı bir mektupta Sophie'nin " samimi dostu"
olduğunu söyler ve hayatındaki gizemli "dişi etkilerinden" bahseder.9
Demek ki Elizabeth onun karşı cinsle ilişkilerindeki "şiirsel" unsurdan
bahsetmekte haklıdır ama gördüğümüz üzere işin içinde sadece "şiir"
olduğunu söylerken tamamen hatalıdır.
Leipzig yıllarındaki mutluluğun önemli bir parçası da Ritschl'in öne­
risiyle Nietzsche ve diğer iki Bonn göçmeninin 1 866 başlarında kurduğu
ve hemen ardından yedi öğrenciyi daha katılmaya davet ettiği Filoloji
Kulübü' dür. Kulüp haftada bir üyelerden birinin söylevini dinlemek üze­
re toplanıyordu. Söylevlerin standardı yüksekti, çünkü sadece en iyi öğ­
renciler davet edilirdi. Ama düşünsel yanının yanı sıra sosyal bir yanının
da olduğu açıktır, çünkü Deutsche Bierstube (Alman Birahanesi), Lion
Hanı ya da Mahn'ın lokantası gibi yerlerde toplanıyorlardı. Gördüğü­
müz gibi, Leipzig'in güzel yanlarını sayan Nietzsche "öğrenci meslektaş­
larım arasında sayısız çalışma arkadaşları" derken "iyi hanlar"ı da aynı
cümle içinde anar.

.. Nietzsche'nin olgunluk döneminin en göze çarpan yönlerinden biri Yahudi-karşıtlı­


ğına-karşıt/ık olmasına rağmen, gençlik dönemindeki mektuplaşmalarında, bilhas­
sa eve ya da von Gersdorff'a gönderdiği mektuplarda yer yer çok derin olmayan,
rutin Yahudilik-karşıtı sözler dikkat çeker. Öte yandan şişman bir öğrenci, Sophie
Ritschl'in sandalyesine oturunca Nietzsche bunu çok nahoş bulmuş ve "koşere sığ­
maz" [Yahudileri incitici-r.] olarak tanımlamıştı (KGW 1 .4 60 [1]).
NIETZSCHE

O ı ı n· k ı hillilıııde Nictzsche'nin hayatı boyunca yüce kültürel amaç-


1 . ı r; ı .ıda ı ı ı ı ı ı ş istisnai çevreler oluşturmaya çalıştığından bahsetmiş­
ı 1 1 1 1 . < ;l'rmaııia Cemiyeti ilk denemeydi, Franconia biraderliğini soylu

kük leriııc döndürme yönündeki belli belirsiz düşüncesi ikincisiydi ve


şim<li Filoloji Kulübü de üçüncüsüydü. Ama Leipzig'deki yıllarında
dahil olduğu en önemli çevre, dostlarını ve tanıdıklarını kendisi gibi
"Schopenhauer'cı" olmaya ikna ederek, hatta zorlayarak yarattığı çev­
reydi. "Schopenhauer'cı" olmanın anlamı ve önemi, vaat edildiği üzere
5 . Bölüm'de tartışılacak.
***

Nietzsche Leipzig'de olduğu sırada sağlığını korumuş, samimi dost­


lar edinmiş ve hep aradığı babasının yerini dolduran bir rüya profesör
bulmuş, filolojideki meslektaşlarından oluşan bir çevreye girmiş, ayrıca
Schopenhauer'cılardan oluşan bir çevreye daha dahil olmuştu. Kade­
rin tüm bu armağanlarının yanı sıra Leipzig -her şeyden evvel müzik
için- olağanüstü bir kültür mekanıydı. Alman müziğinin büyük mer­
kezlerinden biri olan Leipzig on sekizinci yüzyılda Bach'ın, on doku­
zuncu yüzyılda Nietzsche gelmeden yirmi otuz yıl önce de Schumann
ve Mendelssohn'un çalışma yeriydi. Aynı zamanda Richard Wagner'in
doğum yeri de Leipzig'di. Meşhur Gewandhaus Orkestrası çevresinde
zengin bir konser hayatı sunmanın yanı sıra, "modern müziğin" tarafta­
rı ve aleyhtarı olan teorilerin de merkeziydi -bu teoriler genellikle canlı
polemikler içeriyordu. 1 834'te Schumann'ın kurduğu Neue Zeitschrift
für Musik ( Germania Cemiyeti bu dergiye aboneydi) Leipzig'de yayım­
lanıyordu ve "modern" yani Wagnerci müziğin savunmasına adanmıştı.
Büyük icracı Hans von Bülow en sert makalelerinden bazılarını Neue
Zeitschrift'te yayımlamış, Tannhauser ve diğer Wagner operalarını sa­
vunmuştu. Romancı Gustav Freytag'ın Wagner-karşıtı polemiklerin ka­
lesi haline getirdiği ve yine Leipzig'de yayımlanan başka bir dergi olan
Die Grenzboten'den de karşı ateş açılmıştı.
Nietzsche düzenli olarak konserlere gidiyor, çoğunlukla da yanında
Neue Zeitschrift'te Schumann'ın halefi olan Karl Franz Brendel oluyor­
du. Aynı zamanda Beethoven'ın Missa Solem nis 'inde koroya katılmış
ama soğuk algınlığı yüzünden asıl performansta yer alamamıştı. Bu per­
formansı "gelmiş geçmiş en harika müzikal deneyimlerden biri" olarak
tanımlıyordu.10 Tiyatroya da sıklıkla gidiyordu ve çeşitli aktrislerle aşk
Leipzig 99

yaşama fantezileri kuruyordu. B u aktrislerden biri olan büyüleyici "sa­


rışın melek" Hedwig Raabe'ye çiçek göndermiş ve ona olan ölümsüz
bağlılığını iletmişti.
O halde Nietzsche'nin Leipzig'de geçirdiği zaman öğrenci yaşamından
beklenebilecek eğlence ve sosyallikle doluydu. Fakat hepsi bundan ibaret
değildi elbette. Buradaki hayatı Bonn'dakinden ayıran ve gerekli " belke­
miğini" sağlayan şey ( "meslek hayatın belkemiğidir" diye yazmıştı bir
seferinde) l l çok çalışması ve başarılı olmasıydı. Prusyalı-Protestan vic­
danını böyle rahatlatıyor, daha önce dikkat çekildiği üzere hayatını çalış­
kanlık ve sürekli kendini geliştirme olarak görme ihtiyacını böyle karşılı­
yordu. "Dindar insanlar, " diye yazıyordu 1 867 başında von Gersdorff'a,

yaşadığımız tüm üzüntülerin ve başımıza gelen tesadüflerin, kendilerini ... ay­


dınlatma amacıyla milimi milimine hesaplandığına inanırlar. Böyle bir iman için ön­
varsayımlardan yoksunuz. Ama her olayı, her küçük ve büyük tesadüfü kullanarak
daha iyi ve usta olmak, onlardan yararlanmak bizim elimizdedir. Bireyin kaderinin
belli bir kasıt gözetme özelliğini anlarsak masaldan ibaret olmadığını görürüz. Kaderi
bir amaçla kullanmak bizim elimizdedir: Çünkü olaylar kendi başlarına boş kabuklar­
dan ibarettir. Kader yaradılışımıza bağlıdır: Bir olaya verdiğimiz değer, onun bizim
için bir önemi olmasından ileri gelir. 1 2

(Olgunluk dönemi felsefesinde "takdirişahsi "yi * insanın hayatına


yansıtma olarak adlandırdığı şey budur: Öyle bir yorumlayacaktır ki her
şey "en iyi sonuç için" olacaktır. 13 Göreceğimiz üzere, bunu yapmak,
" bengi dön üşü istemenin" anahtarıdır. )

Klasikleri Öğrenme

Nietzsche'nin öğrencilik günleri mutluluk içinde geçmişti. Ama tama­


men endişelerden ve hoşnutsuzluklardan uzak oldukları da söylenemez
elbette. Başlıca hoşnutsuzluğu (henüz ele avuca sığacak büyüklükteydi


Takdiriilahi (divine providence [ilahi sağlayış/inayet)) kavramına göre Tanrı bütün
eylemleri, şeyleri ve yaratıkları (bu arada insanı) yönetir, düzenler ve yönlendirir.
Nietzsche, insanın kendi hayatını kendisinin yönlendirmesini "personal providence"
( "takdirişahsi" ["kişisel sağlayış")) terimiyle ifade ediyor-e.n.
I OO NIETZSCHE

ama sonraki yıllarda devasa boyutlara ulaşması kaçınılmazdı) seçtiği di­


siplin (ya da " bilim " ) olan klasik filolojinin güncel pratiğiyle ilgiliydi.
Genellikle felsefeyle, özellikle Schopenhauer'la bağlarının sıkılaşması bu
hoşnutsuzluğu artırıyor, hoşnutsuzluk arttıkça bu bağlar daha da sıkı­
laşıyordu. " Sonraki filolog kuşağı," diye yazıyordu Nietzsche defterine,
bugünkü kuşağın özniteliklerinden biri olan sürekli "eveleyip gevele­
mekten" vazgeçmelidir. 14 "Geviş getiren akademisyenler" (Zerdüşt'te­
ki ifadesiyle) asalaktır, geçmişin büyük yaratıcı düşüncelerini geveleyip
dururlar ama kendileri hiçbir şey yaratmazlar. Disiplinler, diye yazar,
kimi zaman " bunaklaşır" ki bu durumda uygulayıcılar, yani "damarları
kuruyup dudakları çatlamış bir deri bir kemik bedenler genç ve henüz
serpilmekte olan mizaçların kanını arar ve vampir gibi emer " . 1 5 Çağdaş
filolojik araştırmanın giderek daha küçük uzmanlık alanlarına parça­
lanması da bu etkiyi artırır; bu süreç öyle bir hal almıştır ki uygulayıcılar
montaj hattındaki "fabrika işçisi"nin rolüne indirgenmiştir. Günümüz­
de akademisyenler kuşbakışı görüşten, sadece ağaçları değil ormanı da
görmelerini sağlayacak " büyük ölçekli düşünceden " yoksundur. Gele­
cekteki filologlar " büyük ölçekte hüküm vermeyi öğrenmelidir" ki belli
meselelerin gereksiz ayrıntıları yerine, felsefenin büyük değerlendirme­
lerini koyabilsinler" . 1 6
Filolojinin " felsefenin biçimlendirici ellerinin şekil verdiği . . . evrensel­
insanla" 17 niçin ilgilenmesi gerektiğini sorarsak, Nietzsche'nin olgunluk
dönemi felsefesinin merkezine oturan cevap şu olacaktır: genellikle "ta­
rih" ve özellikle klasik filoloji, " bir nevi büyük kültürel amaç ufkuna
sahip " 1 8 değillerse, yani " bize üzerimizde temel bir tesir yaratacak içgö­
rüler" 1 9 kazandıramıyorsa değersizdir. Nietzsche daha sonra da, "Kla­
sik filolojinin amacı nedir? " sorusuna cevaben, Yunanları incelemenin
ancak kendimizi görebileceğimiz bir "ayna" tutabildiği ölçüde bir daya­
nak olabileceğini ortaya atar.20
On dokuzuncu yüzyıl ortasında yapılmış klasik çalışmalara yönelik
bu eleştirisinin özünde dikkate değer her disiplinin varoluşsal bakımdan
"anlamlı" -hayat için, bizim hayatımız için anlamlı- olması talebi bulu­
nur. Şikayet edilen nokta hiçbir akademik çalışmanın, özellikle de geç­
mişteki ölü metinleri incelemenin başlı başına bir amaç olamamasıdır.
Bu şekilde uygulamaya geçirilen bir disiplin, kandırıp mıntıkasına çek­
tiklerinin can suyunu emen bir "vampir" olur, onları hazımsızlık çeken,
Leipzig IOI

kupkuru, faydasız v e dolayısıyla anlamsız hayatlar sürmeye mahkum


akademisyenlere çevirir.
Nietzsche'nin bu noktada hiçbir şekilde klasik filolojiden vazgeçme­
diğini vurgulamak önemlidir. Disiplinin kendisini suçlamaz, onun yeri­
ne, radikal reform talep eden yeni kuşağın sözcüsü, bir "Jön Türk" ola­
rak konuşur; istediği reformun nasıl olacağının da Filoloji Kulübü'nün
akşam sohbetlerinde bira üstüne bira içilirken tartışılan canlı bir konu
olduğunu varsayabiliriz. Rohde'ye yazdığına bakılırsa, eğitimleri ve ye­
tenekleri göz önüne alındığında, akademisyen olmaktan başka alterna­
tifleri yoktu:

Diğer insanlara faydalı olmamızın başka yolu yok. Son tahlilde insan sırf kendisi
için yaşayamaz. [Ama] genç filologların zorunlu şüpheciliği benimsemeleri, göste­
rişçilikten ve disipline lüzumsuz düzeyde değer vermekten kurtulmaları konusunda
rolümüzü oynayalım ki beşeri çalışmaları hakikaten destekleyebilelim.21

Ayrıca gelecekteki pedagojik uygulamaların nasıl olacağı üzerinde


düşünürken şöyle yazar:

Önümde duran hedef gerçekten pratik bir öğretmen olmak, genç insanlarda ge­
rekli düşünme ve kendini sorgulama isteği uyandırabilmektir. Böylece insanlar göz­
lerinin önündeki disiplin hakkında niye, ne ve nasıl [ama özellikle "niye'1 sorularını
ortaya çıkarabilirler.22

Gelgelelim, Nietzsche klasik filolojinin düşmanından ziyade, geriye


dönüp bakma avantajına sahip bir reformcusu olarak konuşsa da, gele­
cekte bu disiplinle yollarının ayrılmasının alametlerini bu eleştiride gör­
mek mümkündür. Akademik kurumların kemikleşmiş muhafazakarlığını
ve Nietzsche'nin çok geçmeden ilk kitabı Tragedyanın Doğuşu'yla Jön
Türk kafasını siperden çıkaracağını düşünürsek, birilerinin ateş etmesi
kaçınılmazdı -ateş edenin adı Wilamowitz-Möllendorff'tu.
Nietzsche ile sevdiği hocası Ritschl arasında bir gediğe yol açacak
(ama mutlak bir gedik olmayacaktır bu) tartışmanın temellerini de bu
eleştiride görüyoruz. Nietzsche ona karşı tüm hayranlığı ve sevgisine
rağmen, daha tanışıklıklarının başlarında Ritschl'in " uzmanlaştığı ko­
nuya çok aşırı değer biçtiğini, bu yüzden de felsefeye çok yaklaşan filo­
logları tasvip etmediğini"23 itiraf etmek zorunda kalmıştı. Göreceğimiz
I • • ' NIETZSCHE

1 1 1 1 · 1 1 · "ıl l ı o p e ı ı h a uer ' ın


felsefesinin merkezi konuları olan ölüm, acı ve
. ı ı ı l . ı ı ı ı � i h i büyük varoluşsal temalarla antik metin çalışmalarının ilişki­
ll' l ı d i r i lınesinden hoşlanmıyordu.
Nietzsche'nin Schopenhauer'a bağlılığının bir başka tehlikeli unsu­
ru da Schopenhauer'ın "felsefe profesörlerini" hor görmesiydi. Kendi
servetiyle geçinen Schopenhauer, felsefe "için" yaşayanları değil "felse­
feden" geçinenleri küçümsüyordu: Çünkü parayı veren düdüğü çalar;
düşüncenin bağımsızlığı araçların bağımsızlığını gerektirir diyordu.
Nietzsche'nin filolog olarak yaşama konusundaki son çekincesi de
kendi doğasının sanatsal ve akademik taraflarını birleştirme arzusuy­
du; von Gersdorff'a 1 867 Nisan'ında gönderdiği mektupta dediği gibi,
"Schopenhauer'cı modele uygun olarak" üslup sahibi ve zarif bir tarzda
yazmak istiyordu. "Kuru ve katı bir tarzda, mesela Theognis denemesini
yazarken olduğu gibi "24, mantığın korsesine sıkışarak, o sırada filoloji
alanında tasvip edilen üslupta yazmaktan kurtulmak istiyordu.
Tüm bunlara rağmen, hiç yoktan klasik filoloji profesörlüğü teklif
edilince sevincinden havalara uçacaktı. Bu yüzden, seçtiği meslek ko­
nusunda çekinceleri geleceğin alametleri sıfatıyla önemli olsa da, hiçbiri
Leipzig'in güneşli gökyüzünü karartacak ciddiyette değildi.

Savaş ve Siyaset

Ama başka gökler gerçekten çok karanlıktı. Bismarck savaş bulutla­


rını başına topluyordu.
Napoleon'un 1 8 1 5 'te Waterloo savaşında yenilmesinin ardından bir
Alman Konfederasyonu kurulmuştu. Bu konfederasyon çoğunluğu hala
Avusturya'nın liderliğinde yarı-feodal tarzda işleyen, Almanca konuşan
otuz dokuz bağımsız devletin gevşek bir toplamıydı. 1 862'de başbakan
olan Bismarck, ancak Avusturya yenildikten sonra Alman devletlerinin
Prusya liderliğinde birleşebileceğine inanmıştı. (O sırada Napoleon'un
"ancak Avusturya'nın kalıntıları üzerinden bir Alman geleceği inşa edi­
lebilir" sözünü von Gersdorff'a yazdığı mektupta alıntılayan Nietzsche
de aynı görüşteydi " . )25 Dolayısıyla Bismarck, bir yandan Avusturya'yı
görünüşte saldırgan konumuna sokmak için kurnazca manevralar ya­
parken bir yandan da savaşa hazırlanıyordu.
Leipzig 1 03

Resmi savaş nedeni, kuzeybatıdaki Schleswig-Holstein dukalığının


kontrolüyle ilgiliydi. (İngiliz başbakan Lord Palmerston "Schleswig­
Holstein meselesi"ni sadece üç kişinin anladığını iddia etmişti; bunlar­
dan biri ölmüştü, biri tımarhanedeydi ve Palmerston'ın kendisi de neyi
anladığını unutmuştu. ) 1 4 Haziran 1 866'da Avusturyalılar Frankfurt'ta
toplanan konfederasyon parlamentosunu Prusya'ya karşı seferberliğe
ikna ettiler ve Prusya'nın artık Konfederasyon'un var olmadığını ilan
etmesini hızlandırdılar. Ertesi gece Prusya orduları karanlıktan faydala­
narak Saksonya, Hannover ve Hesse'yi işgal etti ve geniş alana yayılmış
birkaç cephede saldırılar başladı.
Almanların gözünde bu iç savaş çağdaş Amerikan İç Savaşı kadar
kardeşi kardeşe kırdıran türdendi -bir bakıma Protestan Kuzey ile Ka­
tolik Güney karşı karşıya gelmişti. Örneğin Katolik Tübingen'de tecrit
olan Deussen, Prusyalılar tarafından askere çağrılsaydı düşman ya­
bancı olarak enterne edilecekti. Bu iç savaş Amerikan savaşından çok
daha kansız olmasına rağmen, yarattığı yakıcı hisler kuşaktan kuşağa
aktarıldı. ( Bugün Bavyeralılar hala Berlinlilere hakaret etme niyetiyle
"Prusyalılar" derken, Berlinliler de itiraz ederek Prusya'nın artık var
olmadığını söylerler. )
Saksonya'nın göstermelik yöneticisi, Dante'yi Almancaya çeviren
akademisyen-şair Kral 1. Johann'dı. Ama tahtın arkasındaki güç Prusya
karşıtı Kont Beust'tu. Nietzsche'nin nefret ettiği şahsiyetlerden [ betes
noires] biri olan kont akılsızca bir iş yaparak esasen Protestan olan ül­
kesini Katolik Avusturya ve Bavyera'yla müttefik yapmıştı.
Güney orduları kısmen profesyonelleşmiş, iyi talim yapmış ve mo­
tivasyonlu Prusyalılarla başa çıkamazdı. Üstelik Prusyalılar hızlı ateş
eden, kuyruktan dolma yeni silah Zundnagelgewehr'i [iğne ateşlemeli
tüfek] kullanıyordu. Bismarck bunları gayet iyi biliyordu. Ayrıca keskin
zekalı Helmuth von Moltke'nin başında olduğu Prusya komuta heye­
tiyle de boy ölçüşemezlerdi. Von Moltke trenleri kullanarak Prusya or­
dularını daha önce görülmemiş bir hızla hareket ettiriyordu. 3 Temmuz
1 866'da Avusturyalılar kuzey Bohemya'daki Königgratz'da (Sadowa)
büyük bir yenilgiye uğradılar. Sonraki yıl Schleswig-Holstein, Hanno­
ver, Hesse, Nassau ve daha önce özgür olan Frankfurt şehrini ilhak eden
Prusya, Kuzey Alman Federasyonu'nu oluşturdu. Başa Prusya Kralı geç­
ti ve Bismarck da tahtın ardındaki güç oldu. Bu oluşum beş yıl sonra
1 04 NIETZSCHE

Prusya Kralı'nın İmparator ve Bismarck'ın da Şansölye olduğu Alman


Reich'ının çekirdeğiydi.
1 866 Haziran'ının sonunda Mecklenburg Dükü'nün Prusyalı asker­
leri, tek kurşun atmadan Leipzig'e muzafferane bir giriş yaptı. Saksonya
doğrudan ilhaktan kurtulmasına ve Bavyera gibi kralını korumasına rağ­
men, artık (tamamı) fiilen Prusya'ya bağımlıydı. Yerel tepkiler bölünmüş
durumdaydı. Pek çok evden Alman milliyetçiliğinin kara, sarı ve kırmızı
bayrağı dalgalanıyordu; diğerleri de Saksonya'nın beyaz ve yeşil bayrağı­
nı asmışlardı. Nietzsche ve arkadaşları bir gecede Prusya tarafına geçen
Kintschy'nin kahvehanesinde toplanmışlardı. Nietzsche'nin daha önce
müşterisi olduğu Mahn'ın lokantası ise inatla Saksonya taraftarı kalmıştı.
O sıralarda hem Bismarck'ın hem de Prusyalıların coşkulu destekçisi
olan Nietzsche çok sevinçliydi. Königgratz'da olanlar duyulmadan bir­
kaç gün önce annesine şöyle yazmıştı: Mesela kuzenim [Rudolf Schen­
kel] ne kadar Saksonyalıysa ben de o kadar vatanına bağlı bir Prusya­
lıyım. "26 Königgratz'da olanları duyduktan sonra ise ( Prusya başkenti
Berlin'de oturan) Mushacke'ye övgüler düzüyordu:

Böyle zamanlarda Prusyalı olmakla kim gurur duymaz. İnsan daha önce yerin­
den kımıldamaz sandığı yeryüzünün, bir depremle sarsıldığı hissine kapılıyor -sanki
uzun yıllardır durmuş olan tarih aniden tekrar işlemeye başladı.27

Yine Berlin'de oturan Pinder'e yazdığı başka bir mektupta, Fransızla­


rın haklı olarak "devrimci" dediği Bismarck'tan "çok yetenekli ve aktif
bakan" diye söz ediyordu.28 Sahada aktif hizmet veren von Gersdorff'a
ise şöyle yazmıştı: "Bana göre de, dürüst olmak gerekirse, kendimi mev­
cut hükümetle bu kez aynı fikirde bulmak alışılmadık ve çok yeni bir
sevinç kaynağı. "29 Kısa süre sonra da ona Bismarck'ın kendisine verdiği
ölçüsüz hazdan bahsediyordu:

Onun söylevlerini [herhalde gazetelerde] okurken sert bir şarap içmiş gibi oluyo­
rum -dilimle durduruyorum ki çok hızlı içmeyeyim, hazzın tadını uzun zaman çıka­
rabileyim.Jo

Olgun Nietzsche'nin Bismarck'tan (onun yetişkinlik döneminin ta­


mamında fiilen Almanya'yı yöneten kişiden), Prusya'dan ve her türlü
Leipzig 1 05

milliyetçilikten nefretini bilenler bunların tuhaf hisler olduğunu düşüne­


bilir. Bu yüzden o dönem ihtiraslı bir Prusyalı olmasını neyin sağladığı
sorusu ortaya çıkıyor.
Birazdan döneceğim bir nokta, onun savaşı sevmesi, savaşı bir erkek
çocuğun kahramanca macerası gibi görmesidir. Çocukluğundaki kur­
şun askerlerini, Sivastopol kuşatması karşısındaki hayranlığını ve kar­
maşık savaş oyunlarını hatırlayın. Fakat savaşı görkemli bulmasa bile
Prusya'yı desteklerdi, çünkü Bismarck'ın savaşmaktaki amaçlarını pay­
laşıyordu -yani en azından bu amaçları algıladığı şekliyle paylaşıyor­
du. Nietzsche Alman birliğinin coşkulu bir destekçisiydi. Birçok Alman
devletini yöneten küçük hanedanların ortadan kalkmasının tek yolunun
bu olduğunu düşünüyordu. "Alman halkı bir olursa," diye yazıyordu, o
zaman "Herr v. Beust ile orta büyüklükteki devletlerin tüm hükümdar­
ları" geçmişin hatıraları olarak "mumyalanabilir" .31 Prusya'nın savaş­
masını destekliyordu, çünkü "neticede Prusya'nın hükümdarlardan bu
şekilde kurtulması herkes için en kolayı olacaktı" .32
Küçük Alman devletlerinin hükümdarlarından kurtulmak istemesi­
nin sebebi onların yarı-feodal mutlakiyetçiliğinin baskıcı olduğunu dü­
şünmesiydi. Yani hayatının bu erken döneminde, Pforta'nın sahici bir
hümanizmin parçası olarak gördüğü liberalizme sadık kalmıştı. Von
Gersdorff'a şöyle yazıyordu:

[Prusya'daki] tüm siyasi partiler liberaldir ... Hükümetimize "muhafazakar" den­


mesinin zararı yok, çünkü kral için bu bir kisveden ibaret ... onun kendi serbest dü­
şünme tarzında iş yapmasını sağlıyor.33

İleride göreceğimiz üzere, ilk işi için onu tavsiye eden Ritschl ile uzun
uzadıya siyaset tartışmış olmalıydı, zira Ritschl onu liberal zeminde Al­
man birliğini destekleyen biri olarak tanımlıyordu. Demek ki Nietzsche
hayatının bu safhasında liberal konuşma, toplanma, din, mülk edinme
ve keyfi tutuklamadan muafiyet özgürlüklerine bağlılığını sürdürüyor­
du (olgunluk döneminde ise liberalizmin amansız bir düşmanı olacak­
tı). Parlamento kurumuna genellikle olumlu referanslarda bulunması34
onun aynı zamanda bir tür parlamenter demokrasi yanlısı olduğunu,
büyük ihtimalle de İngiliz modelini benimsediğini göstermektedir (yine
bu konumu da olgunluk düşüncelerinde tersine döner).
106 NIETZSCHE

Demek ki Bismarck'ın savaş planlarını Nietzsche'nin desteklemesinin


temelinde küçük hükümdarlardan kurtulma arzusu yatıyordu. Kısa süre
sonra da Fransa'ya karşı savaşı destekleyecekti, çünkü yine Bismarck'ın
düşüncelerini benimsemişti: Etkili olabilecek kadar gücün " birleşmesine
duygusal bağlanmayı" ancak böyle bir savaş yaratabilirdi ve " bir bütün
olarak Avrupa'da Paris [iktidar] merkezi olarak kaldığı sürece eski dü­
zen devam edecekti.35
Bu sözler 1 866'da Nietzsche'nin Bismarck'ta hayran olduğu noktalar
ile olgunluk döneminde Napoleon'da hayran olduğu noktalar arasında
belli bir tutarlılık bulunduğunu gösteriyor. Yani Bismarck'ı "iyi bir Av­
rupalı" olarak görüyordu; Alman birliğine ve en nihayetinde Avrupa
birliğine yönelik " büyük politikayla " uğraşan eninde sonunda kozmo­
polit inanışta bir devlet adamı olduğunu düşünüyordu. İşte bu yüzden
Bismarck'a "devrimci" diyordu ve Hegel'in tabiriyle, "tarihin yeniden
başlamasından" bahsederken de ona gönderme yapıyordu. Kısacası,
Bismarck'ın son tahlilde bir milliyetçilik-karşıtı olduğunu düşünüyordu.
Onun aleyhine dönmesi de gözündeki perdenin kalkmasından kaynak­
lanmıştı. Makyevelci Bismarck'ın ( başka pek çok kişiyle birlikte) onu
tam anlamıyla kandırdığını fark etmişti. Bismarck, "iyi bir Avrupalı "
olmak şöyle dursun, aslında tehlikeli ölçüde iktidar düşkünü bir Prusya
milliyetçisiydi. İçinden çıktığı Prusyalı ]unker sınıfın çıkarlarından baş­
ka hiçbir şeye bağlı değildi.
***

Ama bu aydınlanmayı 1 870'lerin ortalarına dek yaşamadı. 1 866'da


Nietzsche'nin Avusturya'ya karşı savaşa desteği tamdı. Ama öte yan­
dan doğasının başka bir yönünün de Bismarck'ın "demir ve kan" poli­
tikalarının korkunç insani maliyetini görmeye başladığını kayda geçir­
mek gerek. Pforta'da ona göz kulak olan iyi yürekli sınıf başkanı Oscar
Kramer'in Königgratz savaşında öldüğünü öğrenince, kaç Avusturyalı
ölürse ölsün bu iyi insanın kaybını telafi edemeyeceğini yazmıştı eve.
Aynı mektupta ev sahibinin ikiz kardeşinin yine o savaşta öldüğünü yaz­
mıştı; ayrıca von Gersdorff'un en büyük ağabeyi Ernst'in başından ciddi
bir kılıç yarası aldığını da eklemişti.36
Von Gersdorff 1 867 Ocak'ında Nietzsche'ye gönderdiği mektupta
Ernst'in en sonunda yirmi yedi yaşında o yaradan öldüğünü haber verdi:
Leipzig 1 07

On iki saat boyunca bilincini yitirmiş bir halde ölümle pençeleşti ... korkunç bir
savaş olmuştu anlaşılan; yüzü tanınmaz haldeydi, gözlerini deviriyordu, tüm kasları
kasılıyordu, sonra bir çığlık kopardı, ciğerlerindeki hava dışarı uğradı, ardından bir
çığlık daha ve aniden her şey sessizleşti. Yüzü yine eskisi gibiydi, sağkenki soylu ve
rahat ifadesi geri geldi.37

Nietzsche gönderdiği cevapta Rosalie Hala'sının yakın zaman önce­


ki ölümünden bahsetti, bir yanda "tamamlanmış" bir hayatın son bu­
luşu, diğer yanda genç ve yetenekli birinin korkunç harcanışı -"o gü­
cüyle kim bilir neler başarabilirdi! " Son olarak da acı içindeki dostuna
Schopenhauer'ın öğretisinden bahsetti: Acı çekmek "istencin inkarına"
giden yoldu, hayatın sonunun üzülecek değil hoş karşılanacak bir şey ol­
duğu içgörüsüne götürüyordu bizi (sonraki bölümde bu içgörüden daha
ayrıntılı bahsedeceğiz).38
Demek ki 1 866'daki savaştan kaynaklanan ölümler Nietzsche'ye ga­
zetedeki rakamların ötesinde bir şey gibi gelmeye başlamıştı. Ama bu
insani maliyetin henüz onu savaşın ya da Bismarck'ın aleyhine döndür­
mekten uzak olduğunu belirtmek gerek. Nietzsche'nin (kendi diliyle)
"yavaş-iradeli" kişiliğinin bir özelliği de deneyimleri fikrini değiştirecek
ölçüde "kavramasının" uzun sürmesidir. Ama 1 866'daki ölümler enin­
de sonunda düşüncesinin merkezi amacını savaşın kaldırılması yapacak
defterin ilk sayfalarıydı -187l 'deki ölümleri de bu deftere eklemişti.

Askerlik Hizmeti

Bismarck Prusya'sı tepeden tırnağa askeri bir toplumdu.39 Her şey­


den önce ordunun kendisi (Pforta gibi) " bütünsel" bir kurumdu. Aske­
re alınanlar ilk dört ila altı hafta dış dünyadan soyutlanarak "iradeleri
kırılıyordu" . Askerler gizli kuralların son derece disiplinli ve yabancı
dünyasına sokuluyor, beyinlerine otoriteye sorgusuz sualsiz itaatin er­
demi işleniyordu. Ordu fiziksel egzersiz ve tatbikat yoluyla (Nietzsche
askeri eğitimi sırasında binicilik bilgilerini unutup daha "düzenli" tarz­
da ata binmeyi baştan öğrenmek zorunda kalmıştı) askerlerin bedenleri
üzerinde çalışıyor, görünümlerini tümden değiştiriyordu. İnsanlar eski
askerleri baston yutmuş gibi yürümelerinden ve çevik hareketlerinden
108 NIETZSCHE

tanıyabiliyordu; Nietzsche de hayatının sonraki kısmında sık sık emekli


ordu subayı sanıldı.
Ordunun askere alınanlar üzerindeki etkisinin farkında olan devlet
bunu yurttaşların beynini yıkamakta kullandığından ordu artık "ulusun
okulu" haline gelmişti. Erkeklerin sadece iyi asker olmaları beklenmi­
yordu, aynı zamanda disiplin, temizlik ve "doğru" siyasi tavır (kralı ve
anayurdu sevmek, otoriteye itaat etmek) gibi "aktarılabilir yetiler" de
edinmeleri gerekiyordu. "Doğru" tavırlar hem von Gersdorff'un hem
de Nietzsche'nin mektuplarında sıklıkla boy gösterir. Mesela von Gers­
dorff ölen ağabeyi Ernst için veda yazısında "görevine istekle bağlılığın­
dan" hayranlıkla bahseder. Nietzsche ise "kişisel, yani, anayurda has
[vaterlandisches] çıkar"dan bahseder.40
Napolfon ordularının istilası ve yaşanan aşağılanmanın anısı hala sür­
düğü için, yeni ve etkili ordunun genel olarak toplumda muazzam bir
prestiji vardı; üstelik ordunun kuvvetini ve verimliliğini göstermek üzere
dikkatle düzenlenmiş törenler ve resmi geçitlerle bu prestij artırılmaya ça­
lışılıyor, bu yolda bilinçli bir halkla ilişkiler politikası yürütülüyordu. Par­
lak renklerin savaş alanında kolay hedef olduğu uzun zaman önce fark
edilmiş olmasına rağmen, ordu göz alıcı askeri donanımın çekiciliğinden
vazgeçip grilere bürünmeye isteksizdi. Sıradan halk donuk ve koyu renk­
li kıyafetlerle gezerken, askerlerin üniformalarının belleri dar, omuzları
geniş, duruşu dikti. Kemerlerine taktıkları kılıç da "öldürme yetkisi"nin
görkemini artırıyordu. Küçük çocuklar denizci üniforması giyiyordu, en
sevilen oyuncaklar kurşun askerlerdi ve -Nietzsche'de olduğu gibi- ço­
cukların oyunlarına askeri temalar hakimdi. Nietzsche, Elizabeth'in aske­
ri üniformalara sevgisinden bahseder;41 kendisi de tam donanımlı askeri
üniforma giyip kılıç takarak fotoğraf çektirmiştir (bkz. Resim 8).
Böyle bir atmosferde anayurt uğruna yaşamını ve uzuvlarını tehli­
keye atmak sadece resmi retorikte değil, şahsi savaş anılarında da en
büyük erdemdi.

Savaşta işler zorlaşabilir [diye hatırlıyordu bir asker], ama yine de bu kadar soy­
luluğun ve hakikaten yüce erdemlerin bulunduğu başka bir zaman yoktur ... Savaş
güçlü bir coşku yaratır, büyük bir atılganlık getirir, insanı fedakarlığa hazır tutar, ken­
dini hiç düşünmeden görevini yapma hissi verir, gururlu bir milliyetçilik ve gerek kral
gerek anayurt için sarsılmaz bir sevgi doğurur. Kısacası adamı adam yapar.42
Leipzig 1 09

Biraderlik düelloları gibi askeri ritüelleri teşvik eden böyle bir top­
lumsal iklimde pek çok delikanlı subay olmaya hevesliydi. Tarihçi Fri­
edrich Meinecke'nin şahsi deneyimlerinden hatırladığı kadarıyla Prusya
teğmenleri "genç tanrılar" gibi görülürken, yedek subaylar bile yarı-tan­
rı statüsüne ulaşabiliyordu.43
Nietzsche kendi zamanının ve mekanının kültürüne tümden kapıl­
mıştı. Königgriitz'daki savaşın sonucu öğrenilmeden hemen önce eve
gönderdiği mektupta, "Durumumuz çok basit," diye yazıyordu:

Bir ev yanıyorsa insan hemen yangını kimin başlattığını sormaz. Önce yangını
söndürmeye bakar. Prusya yanıyor. Şimdi kurtarılması gerek ... Ben de yurduna bağ­
lı bir Prusyalıyım ... Anayurdumda bir ölüm kalım savaşı başlamışken evde oturmak
onursuzluktur.44

O yüzden orduya katılmak için iki kez başvurması şaşırtıcı değildir45


ama ikisinde de miyopluğu yüzünden reddedilmiştir.
Ama 1 867 Eylül'ünde savaş tehdidinin yeniden ortaya çıkmasıyla
birlikte sekiz numara gözlükleri (kaldı ki Elizabeth'e bakılırsa miyoplu­
ğu daha da fazlaydı) bir engel olarak görülmedi ve askere alınabileceği
bildirildi. Berlin'deki muhafızlara katılamadığından, Naumburg'da pek
o kadar görkemli olmayan atlı topçu birliğinde bir yıllık askerlik hizme­
tinde bulundu. Ama burada en azından evinde yatma ve akşamları fi­
loloji çalışmalarını sürdürme avantajı vardı. Demokritos (atomculuğun
mucidi) üzerine bir inceleme yazmanın yanı sıra Ritschl'in verdiği -son
derece bıktırıcı görünen- başka bir görevi de yapabilmiş, Rheinisches
Museum'un dizinini tamamlamıştı. Gerçi Ritschl'in teşvikiyle Diogenes
Laertius'un kaynakları hakkında yazdığı denemenin önemli bir üniver­
site ödülü kazandığını duyunca morali yükselmiş olsa gerek.
***

Kışladaki hayat, önceki rahat öğrencilik hayatının tam zıddıydı her­


halde: Sürekli ahırda vakit geçiriyor ve atları tımar ediyordu. Ayrıca
demin belirttiğimiz gibi, yeni, askeri bir tarzda biniciliği öğrenmek zo­
runda kalmıştı. Bir de tatbikat üzerine tatbikat yapılıyordu. Filologlara
da bu kadar çok tatbikat yaptırsalar, tüm filoloji problemleri on yılda
çözülürdü, diye espri yapmıştı Rohde'ye.46 Ama her şeyin iyi yönünü
görmeye (olgunluk dönemi felsefesinde dediği gibi "kaderini sevmeye" )
kararlı olduğundan, yaşamındaki bu değişikliği faydalı bir "ara yemek "
1 , , , NIETZSCHE

o l . ı r. ı k dq.�n l rn d i rd i ; z i ra (Prusya ideolojisini takip ederek) askeri haya-


1 1 1 1 \ l' I i ı ı l igi ht·rh·si adam edebilirdi.47 Üstelik otuz acemi arasında en iyi
hııı il·i sa y ı l m a s ı n d an da büyük gurur duyuyordu.
1 8 6 8 Mart'ında at üstündeyken kaza eseri göğsünü eyer kaşına vur­
du. Hiç şüphe yok ki aslında askere alınmamasını gerektiren miyoplu­
ğu yüzünden olmuştu bu kaza. (Elizabeth'e bakılırsa, Nietzsche uzağı
göremediği için mesafeleri ölçmekte zorlanıyordu ve bu yüzden sıklıkla
bileğini incitiyordu. )48 Göğsündeki yara mikrop kaptığından on gün bo­
yunca büyük acılar çekerek ve her sabah morfin alarak yattı. Sonunda
yaradan cerahatle birlikte kemik parçaları da gelmeye başladı. Operas­
yon gerekebileceği düşünülerek Halle'deki meşhur cerrah Richard von
Volkmann'a gönderildi. Cerrah ise sadece yaraya iyot sürmekle yetindi.
Nietzsche beş ay boyunca askerlikten uzak kaldı ve bu sırada mızraklı
süvari onbaşılığına yükseltildi; Rohde'ye hüzünlü bir edayla şöyle diyor­
du: Gefreiter [mızraklı süvari onbaşısı] oldum, keşke Befreiter [hizmet­
ten muaf] olsaydım. "49
1 5 Ekim 1 86 8 'de, yani yirmi dördüncü yaş gününde dileği gerçek­
leşti: "Geçici olarak, askeri hizmet göremez" olduğu resmen ilan edildi.
Ama Fransa'yla er geç savaş başlayacağını düşündüğünden ve savaşa
topçu yedek subayı değil topçu subayı olarak katılmak istediğinden,
sonraki bahar bir ay daha askerlik yapmak için işlerini ayarladı; bu bir
ayda da top taşımanın temellerini öğrenecekti.

Leipzig'e Dönüş: Wagner'le İlk Karşılaşma

Nietzsche askerden terhis edildikten hemen sonra Leipzig'e döndü.


Artık öğrenci hayatı için kendini büyük bulduğundan -askeri hayat onu
"adam" etmişti- geçmişin öğrenci yurtlarından daha konforlu bir yer
aramaya koyuldu. Nihayet şehirdeki en iyi evlerden birinde ücretli konuk
olarak aradığını buldu. Leissingstrasse 22'deki bu ev, yerel meclisin eski
üyesi ve Deutsche Allgemeine Zeitung gazetesinin editörü Profesör Fri­
edrich Biedermann'a aitti. Nietzsche yemeklerini de burada yiyordu; eve
gönderdiği mektupta, eskiden lokantalara hakim olan "yağ kokusu ve bir
sürü Yahudi'den kurtulduğum için Tanrı'ya şükürler olsun", diyordu.50
Biedermann'ın evinde hayat gayet rahattı:
Leipzig III

Bizim Biedermann [diye yazıyordu Rohde'ye] ismiyle müsemma bir adam ["bie­
det' sözü "şık", "saygın", "geleneksel", "muhafazakar", "burjuva" gibi anlamlara gelir],
iyi bir baba ve koca -özetle mezar taşı yazılarında rastlanan niteliklerin hepsine sahip.
Karısı da Biederfrau ["şık" vb. kadın], gerçekten ağzına geleni de söylüyor. Oradan
da iki Biederfraulein'a ["şık" vb. kız] geçelim, 1. Biederfraulein ve il. Biederfraulein. s1

Biedermann ayrıca Nietzsche'ye gazete için opera ve kitap yorumu


yazma işi ayarlamıştı. Bir de Biedermannların salonunda pek çok önde
gelen siyasetçi, aktör ve aktrisle tanışma fırsatı buluyordu. Bu yüzden
pek de çaba harcamadan kendini Leipzig'in kültürel ve sosyal hayatının
merkezinde bulmuştu.
***

Daha önce gördüğümüz üzere, Krug Germania'yı Neue Zeitschrift


für Musik'e aboneliğe ikna ettiğinden ve ikisi birlikte 1 862'de Tristan
und Isolde'nin piyano redüksiyonunu ellerine aldıklarından beri Nietz­
sche, Richard Wagner fenomenini merak ediyordu. Leipzig'e döndükten
sonra Wagner'in kız kardeşi, şarkiyatçı Profesör Hermann Brockhaus'un
eşi Ottilie'yle tanışmak için çaba harcamaya başladı.52 Bu tanışmayı ger­
çekleştirmek kolaydı, çünkü hem Sophie Ritschl ile Ottilie çok iyi dosttu,
hem de klasik filolojiden Sanskritçe çalışmalarına geçen ve Brockhaus'un
gözde öğrencilerinden olan Ernst Windisch ile Nietzsche arasında da ah­
baplık vardı.
Nietzsche her ne kadar meraklanmışsa da Leipzig yıllarının başında
tam anlamıyla Wagnerci değildi. 1 866 Ekim'inde von Gersdorff'a gön­
derdiği mektupta "Valkyrieler" * (Die Walküre) partisyonunu aldığını,
yazmıştı, "tepkim biraz karışıktı, doğru düzgün bir hükme varamadım.
Büyük güzellikler ve erdemlere büyük çirkinlikler ve başarısızlıklar sız­
mıştı" .53 Ama 1 86 8 Ekim'inde çok daha coşkuluydu. Rohde'ye gön­
derdiği mektupta Tannhauser ve Lohengrin'den bahsederken, onu en
çok etkileyenin " his küresi", "etik hava, Faustvari koku, haç, ölüm
ve mezar" olduğunu yazmıştı.54 Birkaç gün sonraki mektubunda ise

* Richard Wagner'in birkaç çeşit mitolojik serüvenden esinlenerek bestelediği Der


Ring Nibelungen'ini (Nibelung Yüzüğü) oluşturan dört dramından ikincisi olan
Die Walküre'de (Valkyrieler) Iskandinav mitolojisinden de esintiler vardır. Tanrı
Odin'e hizmet eden, ölmüş savaşçıların sarayı Valhalla'ya girmeye layık olanları
seçmeleri için savaş alanına gönderilen Valkyrieler, atlı genç kızlardan oluşan bir
gruptur-r.n.
112 NIETZSCHE

Deutsche Allgemeine'nin müzik eleştirmeni olarak konserlere katıldı­


ğından bahsediyordu -diğer üç müzik eleştirmeniyle birlikte oturmayı
alışkanlık edinmişti. Brendel'in Neue Zeitschrift'inden bir eleştirmen
de yanlarındaydı. Dördü birden uzmanlığın " sivri köşesini " oluşturu­
yorlardı -ayrıca hem Tristan'ın prelüdünden hem de Die Meistersinger
von Nürnberg (Nürnbergli Usta Şarkıcılar) * uvertüründen çok etkilen­
mişlerdi:

Bu müziğe karşı eleştirel mesafemi bir türlü koruyamıyorum. Sinirlerimin her bir
telini titretiyor; sarhoşluk halimi bu uvertür kadar uzun süre devam ettiren bir parça
olmamıştı nicedir.55

Sonraki şubatta Die Meistersinger'in ilk Dresden performansına katıl­


dı (parça 1 86 8 Haziran'ında Münih'te ilk kez sahnelenmiş, Wagner kral
locasında Bavyera Kralı Ludwig'in yanında oturmuştu). Sonradan "çok
kuvvetli bir aniden eve dönüş ve kendi evinde olma (heimisch) hissi"
yaşadığını yazacaktı.56 (Opera'nın birinci sahnesi kendi yurdunun müzi­
ği olan Luther korosuyla başladığından, Nietzsche'nin kendini heimisch
durumunda hissetmesi için özel bir sebebi vardı. Fakat verdiği tepkiyi
Wagner'in diğer eserlerine şüpheyle bakanlar bile paylaşıyordu. Bu ope­
ranın muazzam ölçüde güven verici yanı da opera karakteri Walther von
Stolzing'in, yepyeni müziğiyle herkesi şaşırtan şarkısının pek çok deneme
ve sıkıntının ardından nihayet temsildeki Usta Şarkıcılar Loncası tarafın­
dan kabul edilip ödüllendirilmesiydi. Böylece gelenek kırılmadan esne­
me gücü gösteriliyor, bir yandan [Nietzsche'nin sonraki terminolojisiyle]
"özgür ruhun" yeni enerjisi emilirken diğer yandan geleneğin bütünlü­
ğünün korunabileceği görülüyordu. Ayrıca, kendini melankoliye kaptır­
mış olsa da operanın tamamının en güven verici baba figürü olan Hans
Sachs'ın* * bilgeliği eserin tamamına kol kanat geriyordu.)
***

* Meistersinger'ler (usta şarkıcılar), 14-16. yüzyıllarda Almanya'da daha çok zanaatçı


ve tüccarlar arasından çıkan müzisyen ve şairlerdir. Wagner'in yeni müzikal drama
anlayışına "eski opera öğelerini" kattığı bu operasının konusu, bu eski dönem mü­
zisyen ve şairler arasında geçen bir müzik yarışmasıdır-r.n.
* * Wagner'in Die Meistersinger adlı eseri, gerçek olay ve karakterlerden esinlenmişti. Ni­
tekim Hans Sachs ( 1494-1576) kendi döneminin en ünlü usta şarkıcıları arasındadır­
r.n.
Leipzig r r3

Wagner 1 8 1 3'te Leipzig'de doğmuştu. Ama 1 849'da Dresden'dey­


di ve Saksonya Kralı'nın sarayında müzik direktörü olmasına rağmen,
Rusyalı anarşist dostu Mikhail Bakunin'in şehirde başarısız bir işçi
ayaklanması örgütlemesine yardım ediyordu. "Mülkiyet hırsızlıktır"
diyen Proudhon'un ve "tümden reddetme cesareti olmayan hiç kim­
senin yeni bir şey yaratma gücü yoktur" diyen Feuerbach'ın takipçisi
olan Wagner el bombası imalatında rol alıyor ve yerel milisleri işçile­
re katılmaları için ikna etmeye çalışıyordu. Sonuçta devrimin başarısız
olması neticesinde İsviçre'ye kaçmak zorunda kaldı ve sonraki on iki
yılını sürgünde geçirdi. Ama 1 85 1 'de III. Napolfon'un Fransız parla­
mentosunun feshiyle sonlanan darbesinin başarısı karşısında şaşkına
döndü, sadece anarşist sosyalizm fikrine bağlılığından değil, bu yoldaki
siyasal eylemlerden de uzaklaştı; ileride göreceğimiz üzere, üç yıl son­
ra Schopenhauer'ın "dünyayı-inkar eden" aşkıncılığını keşfedince bu
uzaklaşma iyice pekişti.
Bu geçmişi (devrimci siyasetten vazgeçtiği çok fazla bilinmiyordu) ve
egzotik aşk hayatıyla nam salması yüzünden, 1 868'de kız kardeşini gör­
mek üzere Leipzig'e gelen Wagner tartışmalı, hatta rezil bir kişi olarak
tanınıyordu. Rezaletin yerel boyutu da Leipzig müzik konservatuarının
Dresden'e taşınmasını önermesinden ve "Das ]udentum in der Musik
[Müzikte Yahudilik] " başlıklı yazısında başka kişilerin yanı sıra yerel
kahraman Felix Mendelssohn'a saldırmasından kaynaklanıyordu. * O
yüzden Leipzig'e gelişinin özellikle yerel basından gizli tutulmaya çalı­
şılması şaşırtıcı değildir.
Rohde'nin hastalandığını duyan Nietzsche ona uzun bir mektup ya­
zar57 ve bu mektupta Wagner'le ilk karşılaşmasını eğlenceli ve canlı bir
tarzda anlatır. 6 Kasım 1 86 8'de ikindi saatleri Ritschl'le yaptığı bir gö­
rüşmeden eve döndüğünde arkadaşı Windisch'ten bir not bulur: " Ric­
hard Wagner'le tanışmak istiyorsan saat 3.45'te Cafe Theatre'ya gel. " Bu
esrarengiz buluşmaya yetişmek için palas pandıras çıkar ve orada ona
Wagner'in Brockhauslarda olduğu fısıldanır. Üstelik bir ara Walther'in
şarkısını Sophie Ritschl'in huzurunda çalmış, kadın bu parçayı koca-

* Bu Yahudi karşıtı metin 1 850'de Brendel'in Neue Zeitschrift für Musik'inde yayım­
lanmış, Brendel'in çoğu Yahudi olan profesör meslektaşlarının Leipzig müzik kon­
servatuarındaki konumundan azledilmesini talep eden bir ortak dilekçeyi imzalama­
sına sebep olmuştu.
1 14 NIETZSCHE

sı Friedrich'in öğrencisinden zaten duyduğunu söylemişti: "Wagner ise


hem şaşırmış hem sevinmiş. Benimle tanışmayı çok istediğini söyledi. "
Ondan sonra Nietzsche ile Windisch hızla Brockhauslara koşmuşlar,
ama Wagner'in "kocaman bir şapka takıp" çıktığını öğrenmişlerdi
-büyük ihtimalle bu şapkanın siperliği de kim olduğunu saklamak için
indirilmişti. (Wagner son derece kısa boylu olduğundan (yaklaşık 1 .6 3 )
tanınmamaya çalışması pek işe yaramamış olsa gerek. ) Ama iki genç
adamın hüsranı biraz yatıştı, çünkü sonraki akşam, yani pazar günü için
tekrar davet edilmişlerdi.
Buluşmanın büyük ve resmi bir davet olduğunu düşünen Nietzsche
-hep şıklık peşindeydi- tesadüfen bir terziye akşam giyilecek takım
sipariş ettiği ve o pazar takım eline geçeceği için sevinçliydi. Dükkana
uğradığında takım henüz bitmemişti, kırk beş dakika sonra gelmesi­
ni söylediler. Geri geldiğinde hala bitmemişti. Nihayet saat altı buçuk
gibi " ufak tefek bir ihtiyar" Biedermann'ın evine bir paket ve faturayla
geldi:

Kibarca anlatayım: Teslimatta parayı almak istiyor [Nietzsche'de o an para yok­


tu, belki hiç ödeme yapmaya niyeti yoktu]. Hayretler içinde kaldım ve onunla, yani
terzimin çalışanıyla muhatap olmak istemediğimi, sadece siparişi verdiğim terzinin
kendisiyle bu işleri halledebileceğimi söyledim. Adam ısrar etti, üstelik zaman daralı­
yordu. Takımı kaptığım gibi giyinmeye başladım. O beni zora sokmuştu şimdi de ben
onu zora sokuyordum. Sahneyi düşünsene: Üstümde sırf gömlekle kavga ediyorum,
çünkü yeni pantolonumu giymek istiyorum.

Fakat küçük ihtiyar savaşı kazandı. Takımla birlikte çekip gitti ve


Nietzsche'yi koltukta gömleğiyle terziden korkunç intikam alma yemin­
leri ederek oturur halde bıraktı. Nietzsche eski siyah ceketinin, akşamı
Richard Wagner'le geçirmek için uygun olup olmadığını bilemiyordu.
Ondan sonra buluşmaya geç kalma korkusuyla eski giysilerinin yeterli
olmasını umarak sağanak altında koşturmaya başladı. Fakat sonradan
anlaşıldı ki bu resmi bir davet değildi, davette sadece Brockhaus ailesi,
Nietzsche, Windisch ve Wagner vardı.
Ardından Wagner hünerini göstermeye başladı.
Leipzig 115

Richard'la tanıştırıldım ve onu ne kadar beğendiğime dair birkaç söz ettim. Mü­
ziğiyle nasıl tanıştığıma dair çok ayrıntılı sorular sordu, operalarının tüm icraları hak­
kında korkunç sözler etti, sadece meşhur Münih [Die Meistersinge� icrasını bunların
dışında tuttu. Orkestraya avutucu bir ses tonuyla "Evet, beyler, biraz daha tutkulu",
"Biraz daha tutku aziz dostlarım" diye seslenen şeflerle dalga geçti. Wagner Leipzig
şivesini taklit etmeyi çok seviyor ... Akşam yemeğinden önce ve sonra [piyano] çaldı.
Die Meistersingerin bütün önemli parçalarını icra etti, bütün vokalleri söyledi, neşe­
sine diyecek yoktu. Çok canlı ve hareketli bir adam, olağanüstü hızlı konuşuyor, çok
şakacı ve bu özel türden toplantıya müthiş neşe kattı. Aralarda onunla Schopenha­
uer hakkında uzun sohbetler ettim ve onun da Schopenhauer'dan tarif edilmez bir
sıcaklıkla bahsettiğini duymanın beni nasıl sevindirdiğini tahmin edersin. Ona ne ka­
dar çok borçlu olduğundan ve onun müziğin doğasını anlayan tek filozof olduğundan
söz etti. Ardından profesörlerin bugünlerde onun hakkında neler hissettiğini sordu ve
'1elsefenin zamane adamlarına" [Schopenhauer'ın da gülünç bulduğu '1elsefe profe­
sörlerine") bol bol güldü. Daha sonra yazmakta olduğu otobiyografisinin bir kısmını
okudu. Leipzig'deki öğrencilik günlerinden olağanüstü komik bir sahne vardı ki şimdi
bile aklıma gelince gülmemi tutamıyorum ... Akşamın sonunda biz ikimiz ayrılırken
elimi samimiyetle sıktı, müzik ve felsefe tartışmak üzere onu ziyaret etmeye beni
içtenlikle davet etti. Ayrıca beni, kız kardeşi ve akrabalarını, müziğine aşina kılmakla
görevlendirdi -bu görevi ciddiyetle kabul ettim.

Nietzsche'nin gözleri kamaşmış, kalbi tamamen fethedilmişti. Daha


tanışalı iki gün olmuşken Wagner'den " Richard" diye bahsetmesi tam
olarak babası yaşındaki bu adama karşı nasıl bir anda ısındığının ve ona
bağlandığının işaretidir. Bu karşılaşmanın en dolaysız etkisi Schopen­
hauer'ın yanı sıra Wagner'i de hayatına kılavuzluk edecek kahramanlar­
dan biri haline getirmesidir. Rohde'ye şöyle yazıyordu:

Müziği, şiiri, estetik üzerine yazıları ve onunla keyifli şahsi tanışıklığım itibariyle
tanıdığım Wagner, kesinlikle Schopenhauer'ın "dahi" dediği kişilerin en canlı örneği;
tüm ayrıntılardaki benzerlikler derhal göze çarpıyor. Çoğunluğunu kız kardeşi saye­
sinde öğrendiğim hayatının tüm ayrıntılarını anlatabilseydim keşke. İkimizin [Nietz­
sche ve Rohde] Schopenhauervari sesler denizinde oradan oraya sürüklenmek için
bir araya gelmesini çok isterdim; bu öyle bir deniz ki dalgaların en gizli çatlamalarında
... insan kendisine dair hayret verici keşifler yapıyor.sa
rr6 NIETZSCHE

"Peri Masalımsı ve Yedi Fersahlık Çizme* Misali"

1 869 başında Basel Üniversitesi'nin klasik filoloji kürsüsü boşaldı.


Kürsünün eski sahibi olan Adolf Kiessling eski hocası Ritschl'e bir mek­
tup göndererek eserini Rheinishes Museum'da okuduğu Nietzsche'nin
durumunu sordu. Ritschl verdiği cevapta otuz dokuz yıllık öğretmenlik
hayatında " bu kadar erken olgunlaşmış başka bir delikanlı tanımadığı­
nı" yazdı. Onun Leipzig'deki genç filozofların lideri olduğunu belirtti ve
günün birinde en önde gelen Alman klasikçilerinden biri olacağı kehane­
tinde bulundu. Kiessling bu bilgileri Basel eğitim komitesi ve üniversite
konseyinin başındaki filolog olan Profesör Wilhelm Vischer-Bilfinger'a
iletti, o da daha ayrıntılı bilgi almak için tekrar Ritschl'le temasa geçti.
Ritschl ona gönderdiği cevapta yıldız öğrencisini şöyle tanımlıyordu:

Özel bir geliri yoktur ... belli bir siyasi yapı içinde değildir. Genellikle Alman birliği­
ne sempati duysa da -benim gibi onun da- Prusyalılara bir sempatisi yoktur; aksine,
özgür, coşkulu bir medeni ve kültürel gelişim taraftarıdır.59

(Ritschl'in Nietzsche'yi Prusya karşıtı olarak sunması İsviçre cumhu­


riyetçiliğine çekici görünmesi için düşünülmüştü belki de; tabii Ritschl'in
kendi siyasi görüşlerini Nietzsche'ninki gibi yansıtmasının sonucu ola­
bileceği gibi, Nietzsche'nin hamisinin hassasiyetlerine uymak üzere yel­
kenleri indirmesinden de kaynaklanıyor olabilir. Her halükarda, bunun
doğru olmadığını görmüştük. Prusya'nın aleyhine dönmesine daha bir­
kaç yıl vardır. )
Bu akademik haberleşmenin sonucu 12 Şubat 1 869'da Nietzsche'nin
bu konuma atanması oldu. 23 Mart'ta sınava sokulmaksızın, Rhei­
nisches Museum'da yayımlanan eserlerine dayanılarak doktorası veril­
di. Alman sisteminde her akademik mevki için önşart olan Habilitation,
yani ikinci doktorayı ise hiç yapmadı.
Böylece, akademik mevki için yıllarca bekleyecek olan Rohde ve Deus­
sen'in aksine Nietzsche yirmi dört yaşındayken aniden kendini yılda 3.000

*
Yedi fersahlık çizme: Fransız şair ve yazar Charles Perrault'nun ( 1 628-1703 ) Contes
de ma mere /'o/ye ( 1 697; Kaz Anamın Öyküleri) adlı çocuk masallarından oluşan
eserinde yer alan "Parmak Çocuk" masalında geçen devin giydiği ve bir adımda yedi
fersah (yaklaşık 5 km) yol aldığı çizme-r.n.
Leipzig r ı7

İsviçre frangı (yaklaşık 800 taler ya da 2540 mark) kazanan bir doçent
olarak buldu. Evli bir çifti geçindirmeye yetmese bile bekar bir adamın ra­
hat yaşamasına yetecek bir para kazanıyordu artık. Mevkisi gereği üniver­
site derslerinin yanı sıra haftada altı saat yerel Piidagogium'da * , yani bir
zamanlar üniversitenin parçası olan gramer okulunda ders vermek zorun­
daydı. Nietzsche bir yıl sonra da profesörlüğe getirildi. Von Gersdorff'a
yazdığı gibi, Ritschl sayesinde akademik mesleğin normal engellerini atla­
madan -daha doğrusu hepsini birden atlayarak- ilerlemesinde "peri ma­
salımsı ve yedi fersahlık çizme misali"60 bir kolaylık yaşamıştı.
Nietzsche talihin yüzüne gülmesinden öyle mutlu olmuştu ki öğlen­
den sonrasını Leipzig parklarında Tannhauser'den melodiler mırıldana­
rak volta atmakla geçirdi -bu melodiler de manidardır, çünkü Basel'in en
güzel yönlerinden biri Wagner'in sürgün yeri olan Tribschen'den sadece
bir taş atımı uzaklıkta olmasıydı. Ardından bir düzine kadar kartvizite
kısa notlar yazarak iyi haberi dostlarına ve tanıdıklarına verdi. Kartvizit­
teki isminin altına "Basel Üniversitesi Klasik Filoloji Ekstraord[inaryus]
Profesörü" yazıyordu.61 Curtis Cate'in ifadesiyle, haberi alan annesi
şaşkınlık ve mutluluktan gözyaşlarına boğulmuştu.62 Nietzsche bir an­
lığına kendi görkeminin büyüsüne yenik düşerek Deussen'e bir mektup
yazıp arkadaşlığını sonlandırdı ( bu tebliğini daha sonra feshedecekti}.
Zira onun gerçek bir profesöre, dostum demenin şerefini yeterince anla­
yamadığını hissetmişti.63
Nietzsche'nin ilk baştaki planı üniversiteyi bitirdikten sonra "tatil
yapmaktı" . Paris'te Rohde'yle birlikte bir yıllık "denizaşırı deneyim"
planlamışlardı. Yolculuğun iptal olacağını öğrendikten sonra bu tatilden
Rohde'ye özlemle bahsetti:

Bir gezginin hayatını tatmak ... oyuncu değil seyirci olmak. İkimizin ciddiyetli ba­
kışlar ve dudaklarımızda bir gülümsemeyle Paris'in kalabalıkları içinden iki filozof
gezgin olarak geçişimizi görür gibiyim.

Paris'in büyük müzeleri ve kütüphanelerine özellikle ilgi gösteren tu­


ristler olacaklardı.64 Ama Nietzsche gerçekten yoksul olduğundan -an-

* İsviçre'nin Basel kentinde Münsterplatz'da (Katedral Meydanı) 1589'da kurulmuş,


bugünkü adı Gymnasium am Münsterplatz (Münsterplatz Gymnasiumu) olan oku­
lun eski adı-r.n.
rr8 NIETZSCHE

nesinin cılız bir dul aylığından başka hemen hiç geliri yoktu- Rohde bu
gezgin hayatının hep " boş bir hayal olduğunu" hatırlatmıştı.65
Nietzsche'nin Basel'e gitmesinden önceki son günleri biraz melankolik
geçti. Paris düşüne elveda demenin yanı sıra gençliğine de veda etmek zo­
rundaydı. 1 1 Nisan'da Naumburg'dan von Gersdorff'a gönderdiği mek­
tupta şöyle diyordu:

Zaman doldu, anayurdumdaki son akşamım bugün; yarın koca dünyaya, yeni
ve yabancı bir mesleği icraya gidiyorum; görevin ve çalışmanın ağır ve ezici atmos­
ferinde yaşayacağım. Bir kez daha veda etmeliyim: Serbest, kısıtsız faaliyetin altın
çağı, şimdide [yaşamanın] umursamazlığı, tarafsız ya da en azından hafif taraflı bir
gözlemci olarak sanatın ve dünyanın tadını çıkarmak geride kalıyor -o zamanlar
artık geçti ve geri gelmez. Şimdi günlük görev kuralları tanrıçasının katılığı var ...
Artık kendim dar kafalının biri olmalıyım ... İnsan mevki ve makam için bir bedel
ödüyor -tek soru, bağların demirden mi ipten mi olduğu ... bir çoban -Zeus ve Mu­
salar korusun beni bundan. "Çarkın dişlisi [Fachmensch]" türü bir hayata biraz daha
yaklaşmış oldum. 66

Nietzsche bu iş teklifini reddedemezdi elbette. Ama yine de bu hisler


sahiciydi. Kökenlerinde yatan şey kısmen profesör yaşamına Schopen­
hauer'cı yaklaşımdı, ama daha özgün olarak Nietzsche'nin felsefeye ilgi­
sinin artmasından ve dolayısıyla filolojiden uzaklaşmasından kaynakla­
nıyordu. Nietzsche Leipzig'de geçirdiği son aylarda felsefede bir doktora
tezi vermek için notlar almaya başlamıştı. Konu da, Kant'tan bu yana
teleoloji * kavramıydı.
Yine de cesaretle her şeye göğüs gerdi ve 1 3 Nisan'da memleketini
ve gençliğini geride bıraktı. Naumburg'dan çıkıp Bonn ve Köln üzerin­
den yavaş yavaş seyahat ederek 1 9 Nisan 1 869'da üniversiteye vardı.
Üniversite, askere alınmaması için Prusya uyruğundan çıkmasını şart
koştuğundan, fakat henüz İsviçre vatandaşı da olmadığından bir anda
İsviçre bürokrasisinin deyişiyle "heimatslos [vatansız] " haline geldi. İs­
viçre uyruğuna hiçbir zaman sahiden geçmediği için de "vatansızlık"
-şiirlerindeki önemli temalardan biri- hayatının geri kalanı boyunca
resmi statüsü oldu. Daha sonra kendisini "Avrupalı" olarak tanımlama­
sı aslında doğrudan gerçeği yansıtıyordu.

* Yaşamı ve evreni amaçlarla temellendiren ve açıklayan düşünce-r.n.


5 . Bölüm

Schopenhauer

1 865 Kasım'ında, Leipzig'e vardıktan kısa süre sonra bir gün Nietz­
sche öğrenciliğin dar geçim imkanlarına rağmen ani bir güdünün et­
kisine girdi:

Rohn'un sahaf dükkanında bu kitaba rastladım, büyük bir özenle elime alıp say­
falarını çevirmeye başladım. Hangi iblis kulağıma fısıldadı bilmem: "Bu kitabı alıp
evine götür." Kitap almakta aceleci davranmama alışkanlığıma rağmen kitabı aldım.
Odama çıktığımda kendimi ganimetimle birlikte kanepenin köşesine attım ve o enerji
dolu, hüzünlü dahinin zihnime işlemesine izin verdim. Her satırı feragat, inkar ve te­
vekkülle haykıran bu kitapta bütün dünyanın, hayatımın ve kendi zihnimin korkutucu
bir görkemle akseden görüntüsünü izlediğim bir ayna buldum. 1

Bu "hüzünlü dahi" Schopenhauer'dı ve kitap da İstenç ve Tasarım


Olarak Dünya'ydı * [Die Welt als Wille und Vorstellung, 1 8 1 8 - 1 8 1 9] .
(Kitap Leipzig'de yayımlandığı ama son derece a z sattığı için şehirdeki
sahaflarda hala bir sürü kopyaya rastlanabiliyordu.) Önceki bölümde
söylendiği gibi, Nietzsche derhal " Schopenhauer'cı" oldu. O halde şunu
sormalıyız: Bunun sonuçları nelerdi?

istenç ve Tasanm Olarak Dünya

Arthur Schopenhauer ( 1 788-1 860) akıllıca işlettiği şahsi bir servete


sahipti. Evinin tavan arasından atlayıp intihar etmeden önce başarılı bir

*
Kitap Türkçede İsteme ve Tasarım Olarak Dünya (2009) başlığıyla yayımlanmıştır.
Elinizdeki çeviride Wille sözcüğü, anlamın gerektirdiği yerlerde "istenç" ya da "ira­
de" terimleriyle karşılanmaktadır-ç.n.
1 20 NIETZSCHE

Hamburglu işadamı olan babasından miras kalmıştı. Schopenhauer'ın


" felsefe profesörlerini" hor görmesi kısmen geçinmek için çalışmak zo­
runda olanlar karşısındaki züppeliğinden kaynaklanıyordu ama esasen,
demin belirtildiği gibi, geçim araçlarının bağımsızlığının düşünce ba­
ğımsızlığının önşartı olduğunu düşünüyordu. (Aslında on dokuzuncu
yüzyıl Alman üniversiteleri konusunda temelde haklıydı. Zira üniversi­
telerin hemen hepsi krallar ve prensler tarafından kurulmuştu ki bunla­
rın saltanatının meşruluğu da esasen Tanrı tarafından atanmış oldukla­
rı iddiasına -"kralların ilahi hakkı" doktrinine- dayanıyordu. Kant ve
Hegel gibi filozoflar Tanrı'nın varlığını doğrudan reddetmenin resmen
imkansız olduğunu düşünmüşlerdi.) Dolayısıyla, Schopenhauer asla üc­
retli bir üniversite kürsüsüne geçmedi, isabetli Almanca deyimle freier
Schritsteller oldu, yani yaşamını "serbest yazar" olarak sürdürdü. Ha­
yatının son yirmi yedi yılını Frankfurt'ta yalnız geçirdi. Çalışma odası­
nın duvarında Kant'ın portresi, masasında bir Buda heykeli ve ayağının
dibinde bir kaniş vardı. Operayı seviyordu, hayvanları insanlara tercih
ediyor ve flüt çalıyordu. Kadınlar üzerine görüşleriyse basılamayacak
türdendi.
İlk olarak 1 8 1 8 'de basılan ama 1 844'te geniş çaplı elden geçirilip iki
kat kalınlaşan İstenç ve Tasarım Olarak Dünya, Schopenhauer'ın tek
büyük sistematik felsefe eseriydi.2 Kitap dört bölümden oluşuyordu.
Schopenhauer, birinci kitapta hayranlık duyduğu (gerçi zaman za­
man eleştirdiği) önceli Immanuel Kant'ı izleyerek ilk cümlesinde ifade
ettiği gibi, "Dünya benim tasarımımdır," diyordu. Yani mekan ve za­
man, cismanilik ( şey-lik) ve nedensel bağlantı bizden bağımsız olarak
"dışarıda bir yerde" değildi. Bunlar daha ziyade insan zihninin bilinci­
ne ulaşan her şeye dayattığı "biçimler" ve "kategorilerdi" -mesela yeşil
gözlüklerin her şeyi yeşil göstermesinde ya da bir yazım programında
karakterler "New Roman"a ayarlanınca bilgisayar ekranında görünen
her şeyin "New Roman'laşması"nda olduğu gibi. O halde "Doğa ", yani
hem gündelik deneyimin hem doğa biliminin dünyası, bizim kendi yara­
tımızdı, salt "görünüşlerin" ya da "fenomenlerin " dünyasıydı. Son tah­
lilde uydurmadan ibaretti; en nihayetinde de, Schopenhauer'ın ifadesiyle
"rüyaydı" .3 Felsefi jargona göre bu, Schopenhauer'ın Kant'tan esinle­
nen "idealizmiydi " (karmaşık bir terim olduğundan "ideal"den ziyade
"idea" ile bağlantısı üzerinden okunmalıdır).
Schopenhauer 121

" Rüyanın" ötesinde, zihinlerimizin yarattığı "örtünün" diğer yanında


gerçek dünya vardır; Kant'ın diliyle, "kendinde şey" vardır. Schopenha­
uer Hint düşüncesiyle yakınlığı üzerinden konuya yaklaşarak biz ile ken­
dinde şey arasına giren her şeyi "Maya perdesi" olarak adlandırıyordu.
Peki, bu gerçek dünya neye benzer? Kant'ın -Schopenhauer ve nere­
deyse tüm çağdaşlarına verdiği- son derece hüsrana uğratıcı cevabı, bunu
hiçbir zaman bilemeyeceğimizdir. Kendi zihinlerimizin dışına asla adım
atamayacağımız için, deneyimimize dayattıkları biçimlerin dışına da asla
çıkamayız. "Örtü"-süz bir deneyimi asla yaşayamayacağımız, her şeyi en
fazla puslu bir camın ardından göreceğimiz için mutlak gerçekliğin son­
suza dek insan bilişinin dışında kalacağı gerçeğiyle barışmalıyız.
***

Schopenhauer bu şaheserin ikinci bölümünde -en azından ilk baskı­


da- Kant'ın hüsrana uğratıcı vargısını reddediyormuş gibi görünür. Bir
kere, kendi bedenlerimize bakarsak, yani dışarıya bakmak yerine içeriye
bakarsak, örtü-süz bir deneyime ulaşabiliriz. Bu deneyimde bulduğu­
muz şey de tek kelimeyle "istenç"tir. Geriye bakıldığında görülecektir ki
kendini dışsal algıya bedensel eylem olarak sunan şey, içebakışa "istenç"
(duygu, his, arzu ve karar) olarak sunar. Bu da genellikle gerçekliğin
doğasına ilişkin hayati bir ipucu verir. Dışsal bakış açısından fiziksel be­
den olarak görünen şey, der Schopenhauer, içsel gerçekliği bakımından
istençtir. O halde Kant'ın problemi çözülmüştür. Örtüleri atarsak geriye
kendinde şey olarak istenç kalır:

Kant'ın salt görünüşün tersi olarak ortaya koyduğu kendinde şey, yani tüm fe­
nomenlerin ve dolayısıyla tüm doğanın altında yatan bu kendinde şey doğrudan ve
yakından kendi içimizde istenç olarak bulduğumuz şeyden ibarettir.4

Schopenhauer bunun büyük bir felsefi buluş olduğunu, ama başka


bir açıdan hiç sevindirici olmadığını düşünmektedir. Çünkü her şeyin
özünün "istenç" olması hayatın özünün acı çekmek olduğu anlamına
gelir. Schopenhauer'ın meşhur "kötümserliği" budur işte. Hayat çok
fazla acı ve çok az haz barındırır; genel ve ezici baskınlıktaki özelliği
çiledir. Bu sonuca ulaşmak için birbirine yakın bir dizi sav öne sürer.
Hayvan dünyasına baktığımızda bir canlının istencinin -"yaşamak is­
temesinin"- ona diğerini avlayıp öldürmekten başka seçenek bırakmadı­
ğını görürüz. Dişleri ve pençeleri kanlı doğa, ancak güçlünün ve caninin
1 22 NIETZSCHE

hayatta kalabildiği bir yerdir (Schopenhauer Darwinciliğin önemli bazı


yönlerini kırk yıl kadar önceler) . Bu yüzden korku, acı ve ölüm genellikle
iyilikle dolu dünyadaki tesadüfi arızalar değildir, doğanın özüne aittir.
İnsan dünyasına döndüğümüzde istencin aynı büyüklükte bir la­
net olduğunu görürüz. Schopenhauer bunun için birçok neden sunar.
Savlarından birinde de insan olmayan hayvanların acımasız rekabetçi
yaşamının insan medeniyetinde ortadan kaldırılmadığına, sadece ıslah
edildiğine dikkat çeker. Sıklıkla birbirimizi öldürmüyor olsak da, bir
bireyin arzularının peşine düşmesi tipik ve bilinçli olarak başkalarının
arzularına zarar verir. Eskilerin de bildiği gibi, "Homo hamini lupus" ,
" insan insanın kurdudur" .s
Ama Schopenhauer'ın kötümserlik savlarının en ilginci, başka insan­
lar yüzünden hiç acı çekmesek bile, acı çekmenin hayatlarımızın ezici
ölçüde baskın niteliği olmaya devam edeceğidir -bu sava "stres ya da
sıkıntı savı" da diyebiliriz. Sav kısaca şöyledir: Başka her şey gibi insan­
lığın da özü olan istenç ya doyurulur ya doyurulmaz. İstencim doyurul­
mamışsa acı çekerim. Örneğin yiyecek ve seks istiyorsam ama ikisi de
yoksa açlık ve cinsel yoksunluk yüzünden acı çekerim. Ama öte yandan
istediklerime kavuşursam çok geçmeden daha da kötü bir çile -sıkıntı­
başlar. Seks yapabiliyorsam, der Schopenhauer (gerçi hiç evlenmemiştir,
ama aktrisler arasında iyi tanınır), hemen cinsel ilişki sonrası tasalara
boğulurum: "Aşkı yaşayan herkes bu hazza ilk kez eriştikten sonraki
olağandışı hayal kırıklığını yaşayacaktır. "6 Gıcır gıcır bir Mercedes spor
araba peşindeysem (Schopenhauer'ın savını çağdaş tüketimcilik çerçe­
vesine oturtursak) ve sonunda bir tane edinirsem, birkaç hafta yüzeysel
bir haz duyarım. Ama ondan sonra bu doygunluk hazzı, altı üstü bir
"araba" sahibi olmanın görünmezliğine gömülüp gider. Bu yüzden, diye
bitirir Schopenhauer, hayat iki çile "kutbu" -yoksunluk ile sıkıntı- ara­
sında " bir sarkaç gibi gider gelir" .7
***

Genellikle dünyanın ve özellikle insani durumun hastalığını ilk iki


bölümde teşhis eden İstenç Olarak Dünya' nın üçüncü bölümünde çare
meselesine, hayat denen çileden kaçış yollarına dönülür.
Schopenhauer sanat ya da doğaya estetik yönden bakarken istencin
bir anlığına sustuğunu düşünür. Rutin, gündelik deneyimde her şey pra­
tik çıkarlarımız çerçevesinde, "istençle ilişkisi içinde" algılanır. Tepenin
Schopenhauer 1 23

yamacı "hoş bir mülk", "geliştirilmeye" uygun bir alan ya da çıkarılma­


ya hazır değerli bir boksit yatağı olarak görülebilir. Öte yandan estetik
yönüyle bakıldığında algı -Schopenhauer'ın Kant'tan devraldığı bir te­
rimle- "tarafsızlaşır" (ama bu terimi "kayıtsızlaşma" ile karıştırmamak
gerekir). Yamaca estetik bakışa (belki de Cezanne'ın tablosunda Akdeniz
göğünün gizemli maviliğine karışan Mont Sainte-Victoire'ın nefes kesici
manzarasına) bir an için kendimizi kaptırırız, hatta bazen dediğimiz gibi
manzara " bizi bizden alır": bireysel benliklerimizin, dolayısıyla istençleri­
mizin varlığını unutur gideriz. Bir anlığına tarafsız algının "saf, istenç-siz,
... zamansız öznesi"B oluruz. İşte böyle bir durumda istençten ayrılamaya­
cak olan tüm endişe ve acıdan kısa süreliğine kaçabiliriz. Kısa bir anlığına
-Schopenhauer burada sanata bir nevi övgü düzer- şunu deneyimleriz:

İstencin yolunda ... hep aradığımız ama hep bizden kaçan huzur ... Epikuros'un
en yüce iyi ve tanrıların hali diye övdüğü acısız hale ulaşırız; o an için istencin sefilleş­
tirici baskısından kurtuluruz. İstenç hapishanesindeki cezamıza ara verilir; İksion'un*
çarkı durur.9

Demek ki hemen her sanatın özünde dünyanın -elbette görülür dün­


yanın, "görünüşler" dünyasının- saflaşmış, istençten-uzak algısını bize
sunmak vardır. Ama müzik farklıdır, çünkü Schopenhauer'ın malumu ila­
mıyla, görsel dünyayı temsil etmez. (Kuş-ötüşü ve savaş-sahnelerinin tem­
silini müziğin önemsizleştirilmesi olarak görür.) Bu da geriye iki seçenek
bırakır. Birincisi " biçimci" görüş olarak adlandırabileceğimiz, müziğin
hiçbir şeyi temsil etmediği görüşüdür; buna göre, soyut resim nasıl anlam­
sız renklerin uyumlu bir deseniyle haz veriyorsa müzik de aynı şekilde
anlam-sız seslerin uyumlu bir deseniyle sadece haz verir. Schopenhauer'ın
aktardığı kadarıyla müziği "zihnin saydığını fark etmediği bilinçsiz bir
aritmetik alıştırması" tO olarak tanımlayan Leibniz bu görüştedir. İkinci
seçenek ise "derin tasarım" adını verebileceğimiz görüşü benimsemektir.
Buna göre müzik görünüşler dünyasını değil "kendinde şey"i temsil eder.
Schopenhauer müziğe atfettiğimiz derin anlamı açıklayamadığı gerekçe­
siyle biçimci görüşü reddeder ve sanatlar içinde sadece müziğin kendinde
gerçekliğe "örtü"-süz erişimimizi mümkün kıldığı sonucuna varır. Bu da


Yunan mitolojisinde, günahları ve nankörlüğü nedeniyle Zeus'un, alevler saçan bir
çarka bağlı olarak sonsuza dek dönme cezası verdiği kral-r.n.
1 24 NIETZSCHE

müziği sanatların en yücesi, "zihnin felsefe yaptığını bilmediği bilinçsiz bir


[aritmetik değil] metafizik egzersizi yapar. " * ı ı
İstenç ve Tasarım Olarak Dünya 'nın dördüncü ve son kitabı ahlaki
erdemin izahıyla başlar. Doğrudan tanıdığımız tek istenç kendi istencimiz,
tek acı ve hazza duyarlılık mekanı da kendimizinki olduğundan, sadece
kendi acı ve hazzımız bizim için "gerçek" olduğundan, çoğunlukla "bencil
oluruz" der Schopenhauer. Kendi çıkarlarımız her şey, başkalarının çıkar­
ları hiçbir şeydir, çünkü deneyimsel bakımdan sadece kendi çıkarlarımız
var olan çıkarlardır. Ama gerçekte bencillik, bireyler dünyasının varsayılan
gerçekliğini temel aldığından, metafizik kuruntunun ifadesinden ibarettir.
Schopenhauer bu iddiasını şöyle geliştirir: Kant'ın bize öğrettiği üzere,
mekan ve zaman sadece görünüşler dünyasında var olur. Ama bireysel­
lik mekana ve zamana dayanır: İnsan farklı nesneleri ancak farklı mekan
parçalarını işgal ediyorlarsa ya da farklı zamanlarda aynı mekan parçala­
rını işgal ediyorlarsa ayırt edebilir. Dolayısıyla da kendinde şey "bireyliğin
ötesinde" olmalıdır, daha doğrusu farklılaşmamış birlik, "Bir" olmalıdır.
Kendini düşünen bencilin tersine erdemli insan bu metafizik hakikate
dair bir içgörüye sahiptir. Bölünme ve farkın nihayetinde yanıltıcı nite­
liğini sezgileriyle anlar (Schopenhauer kadınların bu konuda genellikle
erkeklerden daha iyi olduğunu düşünür -kadınlar hakkında söylediği tek
iyi şey budur.) Upanishad' lardaki " " "tat tvam asi (sen, osun)" formülü­
nün barındırdığı bilgeliği bilinçsizce fark eder. Bu yüzden başkasının acı­
sını kendi acısı gibi hisseder. Demek ki erdem basitçe özgeciliktir [bkz.
Sözlükçe] ki onun özünde de başkalarıyla özdeşleşebilmek yatar. Scho­
penhauer bu tür bir özdeşleşme için "duygudaşlık" tabirini kullanır. Ama
hayat acı çekmek olduğuna göre, özdeşleşecek çok fazla keder ve çok az
sevinç olduğuna göre, "merhamet" daha doğru bir tabir olacaktır.

" Richard Wagner de Schopenhauer'ı keşfettikten sonra derin tasarım görüşünü be­
nimsemiştir. Onun rakibi olan Viyanalı müzik eleştirmeni, kendiliğinden Brahms
destekçiliğine soyunan Eduard Hanslick de biçimci görüşü savunuyordu. Biçimciliğe
karşı derin tasarım tartışması on dokuzuncu yüzyıl müzik polemiklerinin hakim te­
ması oldu.
"" En eski Hindu kutsal metinleri Vedaların düzyazı ve manzum açıklamalarını içeren
metinler. iô 1000 ile 600 arasında yaşamış bir dizi Hindu öğretmen ve bilgenin
görüşlerini yansıtan, ahlak ve sonsuz yaşamın yanı sıra özellikle gerçekliğin doğasını
irdeleyen Upanishad'ların sayısı, yaklaşık 108'dir. Bu metinlerin 19. yüzyıl başla­
rında Avrupa'ya ulaşan çevirileri Almanya'da bazı düşünürleri derinden etkilemiş,
özellikle Schopenhauer bu metinlerden etkilenişini açıkça belirtmiştir-r.n.
Schopenhauer 1 25

Bütün hayatın Birliğine dair farklı derecelerde içgörü edinilebilir, ama


en yüksek derecede içgörü bütün dünyanın acılarını kendi acısı sayan
Mesih-benzeri azizinkidir. Fakat özgecilik böyle bir doruk noktasına
ulaştığında derin bir dönüşüm, kökten bir "geştalt değişimi'" ' meydana
gelir. Zira aziz aniden özgeciliğin beyhude olduğunu fark eder; başkala­
rının acılarını hafifletme çabası, sevgi işleri en fazla acı çekme biçimini
değiştirebilir (stresin yerini sıkıntı alır ya da tam tersi olur), ama hiçbir
zaman niceliğini azaltamaz. Schopenhauer şöyle devam eder:

Hayatı pek az serin yerin bulunduğu kor serili çember şeklinde bir yola, üzerinde
sürekli koştuğumuz bir yola benzetirsek, o halde kuruntu kapanına kısılmış insan
[yani bencil] şu anda üzerinde durduğu ya da biraz ileride gördüğü serin yerde dur­
makla avunur ve yeniden yolda koşmaya hazırlanır.

Aziz ise tam tersine bireylik yanılsamasının tamamını gördüğünden,

Kendini aynı anda her yerde görür ve çekilir ... Bir başka deyişle, başkalarını
kendisi kadar sevmek ve kendisi için yapacağı kadarını onlar için yapmak artık ona
yetmez. 1 2

Böyle bir hayatın daima acı çekmek olduğunun ve olacağının sez­


gilerle farkına varmak bir iğrenme yaratır, Schopenhauer'ın "istencin
inkarı" dediği, istencin ve dünyanın reddini getirir. Nihai içgörü kendini
"erdemden çileciliğe [bkz. Sözlükçe] geçiş" 13 olarak ifade eder.
Çilecilik bu acılar dünyasından bir nevi "kurtuluşu" temsil eder:
Stoacıların dediği gibi, acının kaynağı istençse, acının azalması istencin
azalmasıyla mümkündür. Ama stoacılık [bkz. Sözlükçe] "aşkın amaç­
tan " 14 yoksun olduğundan, hakiki bir kurtuluş değildir: Bu kurtuluş
ancak ölümle gerçekleşir. Ölümle birlikte hayat rüyası -daha doğrusu
kabusu- bir sona ulaşır. Yerine neyin geçeceğini söyleyemeyiz. Dil ve
kavramsal düşünce görünümler dünyasıyla sınırlı olduğundan, rüyanın
ötesindeki her şey bizim için "hiçbir şeydir" . ""* Yine de tek yapmamız
gereken mistiklerin sonsuz mutluluğuna bakmaktır,

,. Düşünme yönteminin değiştirilmesi-r.n.


,. ,. Schopenhauer daha demin bize kendinde gerçekliğin "istenç" olduğu şeklindeki bü­
yük buluşunu açmışken, hayat "rüyasının" ötesindeki gerçekliğin "hiçbir şey" oldu­
ğunu nasıl düşünebiliriz, diye itiraz edilebilir. Bu soruya az sonra döneceğiz.
1 26 NIETZSCHE

Raffaello* ve Correggio'nun** tasvir ettiği simalardaki salt yansıması bile tam ve


kesin bir müjde olan o okyanusvari ruh sakinliği, o derin durgunluk, o sarsılmaz gü­
ven ve dinginlik ... Tüm erdem ve kutsiyetin ardında nihai bir hedef olarak duran o
hiçliğin verdiği, çocukların karanlıktan korktuğu gibi korktuğumuz [Francis Bacon'ın
ödünç tebessümünde] karanlık hissin kovulması [için]. 1 5

Mistiklerin ifadelerine, bir başka deyişle, önümüze konan ve "sana­


tın hakikat damgasıyla kefil olduğu" 1 6 ifadesine bakmak, bize-hiçbir­
şey olanın göksel bir hiçlik, bir saadet diyarı olduğu gerçeğini pekiştirir.
Aşkın olanla doğrudan karşılaşan az sayıdaki ruhun bildiği şey En Yük­
sek Mertebedeki'nin " Bir" olmakla kalmadığı, ilahi " Bir" de olduğudur.
" Panteist bilinç," der Schopenhauer, "tüm mistisizmde esastır'' ,
tıpkı Meister Eckhardt'ın .. .. * manevi kızının * .. * * epifanisinden * * * "" ..

Tam adı Raffaello Sanzio ( 1483-1 520) olan, İtalyan Rönesansı'nın yüksek döne­
minin en önemli ressamı ve mimarlarından biri-r.n.
.. ..
Tam adı Antonio Allegri ( 1 494- 1 534) olan, İtalyan Parma okulunun yetiştirdiği
büyük Rönesans ressamı-r.n.
*•*
Daha çok Paris'te aldığı "Üstat" unvanıyla Meister Eckhardt olarak anılan, Al­
man teolog, filozof ve mistik Eckhardt von Hochheim ( 1260-1 328), Eski Yu­
nan, Yeni-Platoncu, Arap ve skolastik karışımından oluşan ve çoğunlukla kişisel
mistik deneyimlerinden edindiği bilgileri içeren öğretileriyle gelecekteki Protes­
tan, romantik, idealist ve varoluşçu akımların gelişmesine katkıda bulunmuş,
Hıristiyanlığın yaygın anlayışına uymayan görüşleri yüzünden suçlanmış, ancak
hakkında hüküm verilmeden ölmüştür-r.n.
* * * * Burada alıntılanan sözler, 1 3 . ve 14. yüzyıl Avrupa'sında görülen "özgür ruhla­
rın sapkınlığı" olarak değerlendirilen ortaçağ Hıristiyan mistisizminin önemli
eseri Daz ist Swester Katrei Meister Eckehartes Tohter von Straezburc (Meister
Eckhardt'ın Strazburglu Kızı Rahibe Katrei) adlı, yanlışlıkla Hıristiyan mistik
Meister Eckhardt'ın yazdığı sanılan eserde geçer. Bu durumda, yukarıdaki alın­
tıda geçen ifadedeki karışıklığı, Schopenhauer'ın yaşadığı dönemde böyle bir
bilginin bulunmamasına bağlamamız gerekir. İçeriğinde ortaçağ döneminde bir
kadının "Ben Tanrı oldum!" demiş olmasının önemi nedeniyle bazı araştırma­
lara da konu olan eser, bir kadın (Rahibe Katrei) ve onun manevi babası (yani
günahlarını çıkartan papazın, eserde adı belirtilmese de teolog Eckhardt olduğu
söylenir) arasında geçen bir dizi diyalogdan oluşur. Sonu Tanrı'ya varacak olan
"en kısa yolu" bulmaya kararlı olan Katrei, manevi babasına gidip ondan bu
konuda bir öğüt ister... Yıllar sonra manevi babasıyla yeniden buluşan Katrei,
ona ölüme benzer bir deneyimin üçüncü gününün sonunda Tanrı'yla "birlik"
durumu yaşantıladığını anlatır. Bunun üzerine manevi babası, Katrei'nin manevi
gelişmeyi tamamlamış kutsal biri olduğuna inanıp, ona öğüt vermektense, ondan
öğüt almaya başlar. Artık günah çıkartan kişi "günahlarını itiraf edene", günah­
larını itiraf eden Katrei ise "manevi rehbere" dönüşmüştür-r.n .
.. .. .. .. .. "Çarpıcı belirme" olarak da adlandırılan "epifani", bir şeyin anlamının, özünün
ansızın ayrımına varmaktır. Felsefede, kendi başınayken önemsiz olan bilgi ya da
Schopenhauer 1 27

sonra, "Siz de sevinin, efendim, ben Tanrı oldum, " 1 7 diye haykırma­
sının örneklediği gibi.

Nietzsche'nin Dönüşümü

Nietzsche'yi neredeyse bir gecede "Schopenhauer'cı" yapan olağa­


nüstü öğreti özetle böyleydi. Peki, ama Schopenhauer'ın felsefesinde bu
kadar derin etki yaratan ne vardı, diye sormamız gerek.
Nietzsche kesinlikle Schopenhauer'ın büyüsüne kapılan tek kişi değil-
di. Aksine Schopenhauer ömür boyu anlaşılmaz ve karanlıkta kaldıktan
sonra 1 860'taki ölümünün ardından gelen on yıl içinde, Nietzsche'nin
daha sonra belirttiği üzere,18 en meşhur on dokuzuncu yüzyıl Alman
filozofu olmuştu. Bu yüzden Nietzsche temsili bir figür sayılabilirdi:
Schopenhauer'ın felsefesinde ona çekici gelenin ne olduğunu sormakla,
on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, hatta yirminci yüzyılda ciddi
sayıda eğitimli kişiye neyin çekici geldiğini de sormuş oluyoruz.
Albert Camus Sisyphos Söyleni'ne [ 1 9 8 8, Le Mythe de Sisyphe, 1 942]
şu meşhur sözlerle başlar: "Gerçekten ciddi tek bir felsefi problem var­
dır, o da intihardır. Hayatın yaşamaya değip değmediğine karar vermek
felsefenin temel sorusuna cevap vermekle birdir. " Hayatın değeriyle (ve
kaçınılmaz olarak anlamıyla) ilgili bu sorunun ortaya atılmasıyla yeni
bir tür felsefe doğuyordu: "Varoluşçuluk" . Bu felsefe, teorinin sadece
dar bir profesyoneller kliğine ilginç (hatta anlaşılır) gelen çetrefilli mese­
leleri sökmeye çalışmak yerine, her insan "varoluşunun" bilincinde sak­
lanan derin, endişe verici ve çok zor sorulara bakar. Ama Camus'nün so­
rusunu ilk kez ortaya atan (aynı zamanda adeta davayı savcılığa sunan)
kişi Schopenhauer'dır. Demek ki bu anlamda Schopenhauer ilk "varo­
luşçuydu", felsefeyi kütüphanelerden ve dersliklerden çıkarıp insanların
hayatlarına götüren (antik dönemden beri) ilk filozoftu.
Üstelik bunu ustaca bir berraklıkla, zarafetle, zekayla, akkor halin­
de bir öfkeyle (esasen Hegel'in ucuz iyimserliğine ve " beyin çürüten"
anlaşılmazlığına yönelik bir öfke), bin tane boş lafla boy ölçüşebilen so-

deneyimin, daha derin ya da ilahi bir dünya görüşüne ışık tutması olarak tanım­
lanır. Ayrıca bkz. önceki dipnot-r.n.
128 NIETZSCHE

mut, anlamlı örneklerle yapmıştı. Schopenhauer kuruyup kalmış dar bir


akademisyenler kliğine değil bize hitap etmekle kalmaz, aynı zamanda
kolayca anlaşılacak bir tarzda konuşur. (Nietzsche'nin o dönem geçerli
olan filoloji pratiği eleştirisinin tam da bu kuruyup kalmış, içe dönmüş
profesyonelliğe ve varoluşsal anlam eksikliğine itiraz ettiğini hatırlaya­
lım.) Ama yine de ne hakkında konuştuğu sorusu bakidir -özellikle de,
Schopenhauer'ın felsefesinde Nietzsche'ye ve çevresine hayati önemde
görünen içerik neydi, sorusu.
Nietzsche'nin öğrencilik yıllarının en mutlu yılları olduğunu vur­
gulamıştım. Ama bir şey eksikti. Bonn Üniversitesi'ne resmen rahiplik
okumak üzere girmesine rağmen, Pforta'yı bırakmadan önce aslında
"imanını yitirmiş" olduğunu biliyoruz. Hıristiyan metafiziği (daha son­
raki tabiriyle "teolojik gökbilim"),19 Tanrı, cennet ve ölümsüz ruh gibi
kavramlar modernlikteki doğa ve insan bilimleri yüzünden inanılma­
yacak hale gelmişti. Daha sonra, Şen Bilim'de, "Tanrı'nın ölümünden"
kaynaklanan manevi anayurdun ıstırap verici kaybından son derece oto­
biyografik bir tarzda bahseder. "Tanrı nerede? " diye haykırır:

Söyleyeyim! Onu öldürdük -siz ve ben! Hepimiz [biz modern düşünürler] onun
katilleriyiz. Ama ... bu yeryüzünü güneşinin zincirlerinden kopardığımızda [biz "Ko­
pernikçiler'1 ne yapıyorduk? Yeryüzü şimdi nereye gidiyor? Biz nereye gidiyoruz?
Tüm güneşlerden uzaklaşıyor muyuz? Sürekli düşmüyor muyuz? Her yöne doğru,
geriye, yanlara, öne düşmüyor muyuz? Hala bir yukarısı ve aşağısı var m1?20

Nietzsche, ailesinin imanını yitirmekle ne kaybetmişti? Çocukluğun­


daki dinin ona verdiği şey neydi? Özünde üç şey veriyordu: Nasıl yaşa­
nacağına dair bir izah, Hıristiyan sevgi etiği; ölüm korkusunun panzehi­
ri olan ruhun ölümsüzlüğü öğretisi; bir de "kurtuluş" olarak hayatın an­
lamına, erdem sayesinde ebedi, göksel saadete ulaşma fikri. Bu yaşama
çerçevesinin kaybı, Şen Bilim'in Hıristiyanlık sonrası varoluşun "yön­
süz" karakteri olarak tanımladığı şeydir. Ama Schopenhauer'ın felsefe­
sinde tam da böyle bir çerçeveyi yeniden keşfettiğine inanıyordu. ilk tep­
kisindeki coşkunun sebebi buydu. Rohn'un sahafına giren genç adam,
diyordu bize, "temel ilkelerden yoksundu" . Ama Schopenhauer'da ye­
niden keşfettiği şey -kitabın dili açıkça dinseldir- "hastalık ve iyileşme,
sürgün ve sığınma, cehennem ve cennet"ti.21 Schopenhauer'da keşfettiği
Schopenhauer 1 29

şeyin, çocukluğundaki Hıristiyanlığın özünün yetişkinlere uygun bir bi­


çime sokulması olduğuna inanıyordu.
Schopenhauer'ın kendisi de felsefesinin bu niteliğe sahip olduğunu
düşünüyordu.22 Bunun sebebini görmek zor değil, zira Hıristiyanlık (en
azından Nietzsche'nin çocukluğundaki Luthercilik) şu temel öğretilerde
onunla hemfikirdi. Birincisi, bu dünya "gözyaşı diyarıydı", günah ve
çilenin yeriydi. İkincisi, insan "komşusunu da kendisini sevdiği kadar
sevmeli"ydi, başkalarına yönelik doğru etik duruş sevgiydi, çile çeke­
ne duyulan merhametti. Üçüncüsü, ölümden korkulmamalıydı, çünkü
ölüm başka bir varlık alemine geçişten başka bir şey değildi. Dördün­
cüsü, ölümden sonraki varoluş hayatın amacı ve anlamıydı, çünkü (en
azından erdemliler için) ebedi saadet diyarıydı.
O halde Nietzsche'nin Schopenhauer'ı keşfi tek kelimeyle "dönü­
şüm" niteliğindeydi, adeta bir "yeniden doğuş" deneyimiydi: Dinin ye­
niden keşfi, eski dinin yeni bir biçimde sunulmasıydı.
Bu durum İstenç Olarak Dünya 'yı okumaya verdiği tepkideki dinsel
tonu açıklar. Neredeyse anında Schopenhauer'dan "üstadım" diye bah­
setmeye başlar, adeta o bir yüksek rahip, kendisi de onun "öğrencisidir" .
Ayrıca Schopenhauer'ın çilecilik [bkz. Sözlükçe] yoluyla "kurtuluş" öğü­
dünü takip ederek geceleri sadece dört saat uyumak gibi bedensel ceza­
ları uygulamaya başlar.23 Ayrıca yeni inancın havarisi haline gelir, kendi
deyişiyle, " [Schopenhauer] namına propaganda yapar ve birçok insa­
nın yüzünü ona dönmesine vesile olur" .24 "Aynı dine mensup olmak"
Nietzsche'yle arkadaşlık etmenin önşartı haline gelir adeta. Rohde'yle
dostluğuna, "Schopenhauer'ın dehası egemendi elbette,"25 der; ayrıca
Mushacke ve von Gersdorff'la dostluğunda da aynı durum geçerlidir.
Sadece Deussen yeni inanca direnç gösterir ve Nietzsche onu ışığı gör­
mezse dostluklarını bitirmekle fiilen tehdit etmek zorunda kalır.26, .. Ay­
rıca Wagner'le gelecekteki uğursuz dostluğu da Schopenhauer'ın dam­
gasını taşıyacaktır.
Nietzsche on beş günde bir von Gersdorff ve Mushacke'yle birlikte
Naumburg'lu papaz Friedrich Wenkel'le buluştuklarını anlatır. "Ener-

*
Buradaki ilginç nokta şudur: Sonradan fikrinden dönecek olan Nietzsche'nin tersine,
Deussen en sonunda dönüşüme uğrasa da ömrü boyunca bu düşünceye bağlı kalır,
Frankfurt'ta Schopenhauer Cemiyeti'ni kurar, bu cemiyetin jahrbuch unun [Yıllık]
'

ilk editörü olur (bu satırların yazarı da aynı Yıllık'a çeşitli denemeler vermiştir).
1 30 NIETZSCHE

jisi hiç tükenmeyen bir araştırmacı ve Schopenhauer'ın öğretisinin des­


tekçisi"27 olan bu adamla Cafe Kintschy'de " Schopenhauer'laşma"28
niyetiyle toplanıyorlardı. Gerek Leipzig'de gerekse Almanya'nın başka
kesimlerinde Schopenhauer takipçilerinin şebekesi içinde "üstat" nere­
deyse Mesih-benzeri bir statüye çıkarılmıştı: Şarap da içilen bir toplan­
tıda Nietzsche, "Schopenhauer'ın dostlarının" toplanmasını ilk Hıristi­
yanların toplanmasına benzetir.29
Her hayran grubunda olduğu gibi müritler mürşidin görsel bir imgesini
elde etmenin yollarını arıyordu. Von Gersdorff nihayet Schopenhauer'ın
eski bir tanıdığına ait olan, Jules Luntenschütz'ün yaptığı bir tablonun
(bkz. Resim 9) sahibini bulmayı başardı. Büyük bir heyecanla verdiği
habere göre ikonun sahibi, der:

Bizi çalışma odasına götürdü ve orada üstadımızın semavi görüntüsüyle karşı­


laştım, insan saatlerce durup tabloyu seyredebilir, onun berrak gözlerine bakabilirdi.
Sonsuzluğa doğru yükseliyormuş gibi görünen tanrısal bir alın, Olimposlu Zeus'unki
gibi güzelim ak saçlar ve kaşlar, insanın gözlerini ayıramadığı berraklıkta ve derin­
likte iki göz. İ nsanın ilk başta gözü kamaştığından bir süre bakıp kendini alıştırması
gerekiyor. Ağzı geniş ama dostça, yumuşak başlı bir iç huzur ifadesi taşıyor, ama
keskin, alaycı bir horgörünün izlerini görmemek mümkün değil.30

İşte böyle coşkulu bir tarzda devam ediyordu. Nietzsche en az onun


kadar büyük bir heyecanla verdiği cevapta, bu değerli tasviri "üstadı­
mızın diğer iki takipçisine, yani Rohde'ye ... ve Wenkel'e"31 aktardığını
belirtir.
Nietzsche'ye her şeyden önce çekici gelen şey Schopenhauer'ın "kur­
tuluş" doktriniydi. Hıristiyanlığa karşı duruşunu 1 866'ta tarif ederken
şöyle yazıyordu:

Hıristiyanlık "tarihsel bir olaya ve tarihsel bir kişiye iman" anlamına geliyorsa bu
Hıristiyanlıkla hiçbir işim olamaz. Ama kurtuluş ihtiyacı anlamına geliyorsa o zaman
benim için büyük değeri vardır ... Ah, keşke tüm filozoflar Schopenhauer'ın öğrenci­
leri olsalardı.

Ayrıca tüm insanlarda evrensel olduğunu savunduğu "metafizik ihti­


yacı" hala duyduğunu itiraf eder.32
Schopenhauer 131

"Metafizik ihtiyaç" İstenç Olarak Dünya'nın "İnsanın Metafizik


İhtiyacı Üzerine"33 başlıklı bölümüne bir göndermedir -bu bölümde
Schopenhauer'ın esas din tartışması bulunur. İnsanlar ölümlülüğün bi­
linciyle yaşama bakımından eşsizdir, der Schopenhauer. Sadece insan­
lar günün birinde erecekleri "hiçliğin [das Nichts] " ışığında yaşarlar ki
bu hiçliğin (bilhassa Hıristiyanlık sonrası çağda) "mutlak" ya da " boş"
olmasından da şüphe ederler.34 Ölüm korkusu doğuştan gelir ve evren­
seldir, biyolojik olarak programlanmış "yaşama istencimizin" öbür yü­
züdür sadece. Ölümün son olmamasının teminatı her büyük dinin asıl
merkezinde yatar: Hiçbir din ölümsüzlük öğretisi olmadan dünya dini
statüsüne ulaşamamıştır.
Ayrıca ölüm korkusuna bir "panzehir", ölümün kaçınılmazlığına
"teselli" bulmak Schopenhauer'a göre felsefenin ana görevidir, Sokrates
bu yüzden felsefeyi "ölüme hazırlık"35 olarak tanımlamıştır. Modern
dünyada bu daha da doğrudur, çünkü eğitimli insanlar için Hıristiyan
metafiziği inanılabilir olmaktan çıkmıştır ve ancak felsefede teselli bulu­
nabilir (o da gerçekten teselli bulmak mümkünse) .
Daha önce belirttiğim üzere, Schopenhauer'ın kurtuluş doktrini, hat­
ta tüm felsefesi aslında ölümün yorumlanmasıdır. Temelinde idealizm
vardır. Schopenhauer'ın idealizmine göre ölüm sadece hayat "rüyasının"
sona ermesidir. Ama rüya görmek için rüya gören biri gerekir, bu kişi
rüyanın dışında olmalıdır. Bu yüzden idealizme göre asıl benliğimiz ke­
sinlikle ölümden zarar görmez. İşte bu yüzden Schopenhauer idealizmin
ölümsüzlük sorusuna "en eksiksiz cevabı"36 verdiğini söyler, zira ölümle
"içsel [hakiki] doğamızın yok edilemeyeceğini" kanıtlamaktadır.37 Za­
manın büyük bir kısmında gündelik, cisimleşmiş, "ampirik" benliğimizi
tanımlamak için müphem " ben"38 sözcüğünü kullanırız elbette ki bu
ben gerçekten de ölümle sona erer. Fakat metafizik içgörünün bizi gö­
türdüğü noktada " ben"in hakiki anlamının "aşkın" ben olduğunu, za­
manın ötesinde kalan, dolayısıyla doğumun ve ölümün ötesinde kalan
bir ben olduğunu görürüz.
Demek ki Nietzsche'nin Schopenhauer'dan aldıklarının kalbinde bu
vardır. Ölümün son-olmamasını bilme yönündeki "metafizik ihtiyacı"
artık Hıristiyanlıkla doyurulamayacak, Schopenhauer idealizminin içe­
rimlerinde yeni bir doyum alanı bulacaktır.
132 NIETZSCHE

Kant ve Lange'nin Etkisi

Schopenhauer'ı keşfettikten yaklaşık dokuz ay sonra Nietzsche bu


sefer başka bir kitaba kendini kaptırdı: Friedrich Lange'nin Materya­
lizmin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamının Eleştirisi ( 1 998; Geschichte
des Materialismus und Kritik seiner Bedeutung in der Gegenwart, 1 866;
History of Materialism and Critique of Its Significance for the Present,
1 925) adlı eseri. İlk olarak 1 8 66'da çıktığında okuduğu bu eser Kant'ın
felsefesinin bazı noktalarını anlamasını sağladı. 1 867 sonunda ve 1 86 8
başlarında Kant'ın Yargı Yetisinin Eleştirisi'ni (20 1 1 ; Kritik der Urteils­
kraft, 1 790) ve Kuno Fischer'in yeni yayımlanmış iki ciltlik Kant incele­
mesini okuyarak kavrayışını daha da geliştirdi.39
Lange'nin kitabı iki kısma bölünmüştü. Birincisinde antik Yunanlar­
dan Kant'a kadar materyalizmin tarihi vardı, ikinci kısımda da Kant'tan
on dokuzuncu yüzyıl ortasına kadar materyalizmin eleştirel tartışması
bulunuyordu.
Lange Neo-Kantçılığın başlangıcını temsil ediyordu; Fichte ve He­
gel gibi "Alman İdealistlerinin" metafizik aşırılıklarından vazgeçiyor
ve Kant'ın epistemolojik tevazusuna dönüyordu. On dokuzuncu yüz­
yılda doğa bilimlerinin ilerleyişinden etkilenmiş olmakla birlikte -tıpkı
Kant gibi- derinden bir endişe de duyuyordu. Daha doğrusu endişesinin
sebebi bildiğimiz anlamda, üstün sayılacak ve hayati bir girişim değil,
metafiziğe (metafizik materyalizm tezi, yani nihai gerçekliğin hareket
halindeki maddeden başka hiçbir şeyden oluşmadığı tezi) dönmüş bi­
limdi. Arı Usun Eleştirisi'nin ( 1 993; Kritik der reinen Vernunft, 178 1 )
amacının üçlü "materyalizm, kadercilik ve ateizm" kötülüklerinin "kö­
künü kazımak" olduğunu söyleyen Kant gibi,40 bu doktrinin varoluşsal
sonuçlarından, dini ve ahlakı tehdit etmesinden ciddi ölçüde rahatsızdı.
Lange'nin çözümü Kant'ın idealizmine ve kendinde şeyin bilinemez­
liği öğretisine dönmekti. Bilim maddi doğanın dünyasını inceleyebilir­
di ve incelemeliydi, ama en nihayetinde bu sadece "fenomenler" ya da
"görünüşler" dünyasıydı. Dolayısıyla, doğru düzgün anlaşılan bir nihai
gerçeklik bilgisine dair bilimin söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
Lange'nin Kantçı konuma özgün katkısı metafizik materyalizmin
kendi kendini zayıflattığını göstermek olmuştu. Bu materyalizm ancak
görünüşler dünyasından söz edebileceği sonucuna kendisi varıyordu:
Schopenhauer 133

Enine boyuna düşünüldüğünde, "tutarlı, materyalist görüş tersine


dönerek ... tutarlı, idealist bir görüş olur" ,41 Bu yüzden bilimin kendisi,
özellikle de algının fizyolojisi, örneğin renklere dair bilincimizin "dışa­
rıdaki" dünyada bulunan bir şeyin bilinci değil, sadece beynin retinaya
ulaşan ışık dalgalarına öznel tepkisi olduğunu gösterecektir. Bilimin ta
kendisi, insan deneyiminin gürültülü, renkli, lezzetli, kokulu mevcudi­
yetlerinin sadece bizim uydurmamız olduğunu savunur. Ama hal böyley­
se, bilimin koyutladığı varlıklar olan insan beyni, retinalar, ışık dalgaları
vs. de eşit ölçüde insanların uydurması olmalıdır. Bu yüzden bilim nihai
gerçekliğe dair kendi cehaletini gösterir. Örneğin Lange'nin iddiasına
göre mekanın gerçekte üç değil dört boyutu olabilir ve bu durum dene­
yimimizin niteliğinde bir değişiklik yaratmayabilir.42 O halde buradan
çıkarılacak ders, beynin kendi dünyasını inşa ettiğini son derece doğru
bir şekilde gösteren bilimin görünüşler dünyasında kendi yeterliliğini sı­
nırladığıdır. İster sokaktaki adam olsun ister bilimci, insanlar için nihai
gerçeklik "şeylerin tasavvur edilemez düzenidir" .43
***

Yon Gersdorff'a yazan Nietzsche, "zamanımızın materyalist hareke­


tinin, doğa biliminin ve Darwinci teorilerinin en iyi anlatısını" Lange'de
bulabileceğini söyler. Fakat aslında bundan çok daha fazlasını içeriyor,
der, çünkü "başlığının vaat ettiğinden sonsuz ölçüde daha çok" şey su­
nuyor.44 Bunları sunuyordu, çünkü Lange'nin kendisi materyalist olmak
şöyle dursun, aslında, Nietzsche'nin haklı olarak gözlemlediği üzere,
" son derece aydınlanmış bir Kantçı"ydı.45
Lange'nin kendi konumu, diye devam eder Nietzsche (burada ne
yapmakta olduğunu çok da açık etmeden aslında Lange'nin kendi özeti­
ni46 aktarmaktadır), aşağıdaki üç cümleyle özetlenebilir:

( 1 ) Duyulur dünya kendi kurucu yetimizin ürünüdür.


(2) Görülür (bedensel) organlarımız, görünüşler dünyasının tüm öteki parçaları
gibi, sadece bilinmeyen bir nesnenin resimleridir.
(3) Bu yüzden kurucu yetimizin ["kendinde ben'1 gerçek doğası en az dışımızdaki
gerçek nesne ("kendinde şey'1 kadar bilinemezdir. Her halükarda bunların sadece
ürünlerini deneyimleriz.

Nietzsche kendi sözlerini şöyle sonlandırır: "Şeylerin hakiki özü,


kendinde şey ... tarafımızdan bilinmez. "47
1 34 NIETZSCHE

Schopenhauer Eleştirisi

Nietzsche yukarıdaki özeti kaleme aldıktan yaklaşık bir yıl sonra,


yani 1 867 sonunda ya da 1 868 başında Lange'nin "aydınlanmış Kant­
çılığını" geniş bir Schopenhauer eleştirisinde Schopenha uer felsefesine
uygular. Eleştirinin odağında Schopenhauer'ın İstenç ve Tasarım Olarak
Dünya 'sının ilk baskısının ikinci bölümünde otuz kereden fazla tekrar­
ladığı iddiası vardır: Schopenhauer kendinde şeyin doğası probleminde
çözümün "istenç" olduğunu keşfetmiştir.
Nietzsche defterine, "Dünyayı tek bir faktöre göre açıklama girişimi
başarısızlıkla sonuçlanır, " diye yazar:

Tüm metafizikçilerin cevaplama hasretinde olduğu soru ... doğanın eninde so­
nunda kavranıp kavranamayacağı sorusu Schopenhauer tarafından kesin bir "Evet"le
cevaplanır ... Dünyanın son ve en önemli bilmecesinin çözümü ... dayanaksız, bilgi-
siz istençtir ... Ama bu şüpheli bir keşiftir. Birinci itiraza göre ... kendinde şey kavramı
saklı kalmış bir kategoriden ibarettir. Kant'ın X'inin yerine Schopenhauer istenci geçi­
rir, ama bunu sadece şiirsel sezgiyle yapar, zira mantıksal kanıtlama girişimi ne onu
ne de bizi tatmin etmektedir. Schopenhauer'ın dediği gibi ... kendinde şey mümkün­
dür ama sadece felsefi bir kafa tarafından düşünülebilen her şeyin aşkınlık alanında
mümkün olması anlamında mümkündür. Ayrıca bu mümkün kendinde şey istenç
olabilir ama ... bu da salt bir tahmindir ... Dünya Schopenhauer'ın ilk keşfinin sarhoş­
luğuyla umduğu gibi sistemine cuk diye oturmayacaktır. Yaşlılığında felsefenin en
zor problemlerinin kendi felsefesinde çözülmediğinden yakınırken, bireyselleşmenin
sınırları sorununu kastetmektedir ... Onun sistemine sızan çelişkiler vardır. Scho­
penhauer kendinde şey olarak istencin kendi görünüşlerinin tüm biçimlerinden uzak
olduğunu söyler ... Ona göre istenç "asla bir nesne değildir, çünkü nesne olan her şey
salt görünüştür ... Ama asla nesne olamayan bir şeyin nesnel olarak düşünülmesini
talep eder... görünüşler dünyasından alınmış parlak giysiler misali yüklemlerle onu
süsler ... bu yüzden [gerçek, Kantçı] "kendinde şey" kavramı sessizce terk edilerek
yerine gizlice başka bir kavram geçirilir.48

O halde Lange'nin Nietzsche üzerindeki en merkezi etkisi, onun


Schopenhauer felsefesinin en merkezi ve ayırt edici iddiasını, nihai ger­
çekliği "istenç"le özdeşleştirmesini reddetmesine yol açmak olmuştur.
Ama burada kafa karıştırıcı olan nokta bu reddiyenin Nietzsche'nin
Schopenhauer 135

" üstadına" bağlılığını zerre kadar etkilememesidir. Aksine bağlılığı


artar: "Lange'nin 'katı, eleştirel bakış açısıyla bakıldığında, " der von
Gersdorff'a gönderdiği bir mektupta, "Schopenhauer'ımızın bize kaldı­
ğını, hatta daha çok bizim olduğunu göreceksin. "49 Hayranlığının aslın­
da azalmadığının, hatta arttığının bir diğer kanıtı da, göreceğimiz üzere,
Nietzsche'nin sadece Wagner'le dostluğunda değil, bu dostluktan doğan
ilk kitabı Tragedyanın Doğuşu'ndaki yoğun Schopenhauer'cı karakter­
dir. Peki, ama Lange'yi okumak ve akabinde Schopenhauer'ı eleştirmek
nasıl olmuştur da üstadına bağlılığını azaltacak yerde artırmıştır?

Schopenhauer'ı Yeniden Kunnak

Nietzsche İstenç Olarak Dünya'ya "çelişkilerin sızdığı"nı söylemekte


kesinlikle haklıdır. En temel çelişki de aşağıdadır.
Schopenhauer'ın "kurtuluş" doktrini, demin belirttiğimiz gibi, ger­
çekte ölüme "teselli" niteliğindedir. İdealizmin bariz sonucu olan, hakiki
benin, hayat denen "rüyayı" gören kişinin ölümden muaf olduğu gö­
rüşünde temellenir. Ama buradaki sorun bu doktrinin gerçekten teselli
edici olup olmadığıdır. Çünkü kendinde şeyin "istenç" olduğu iddiası
doğruysa, ki bu iddia ikinci bölümde pek çok kez tekrarlanır, gerçek
benlik istenç olmak zorundadır, yani gerçek benlik nihayetinde gerçek
olan tek ve biricik kendiliktir. Fakat Schopenhauer istencin hem dünya­
nın geçmişteki, bugündeki ve gelecekteki acılarının "taşıyıcısı" 50 hem de
onların kaynağı olduğunu savunur: Tek gerçeklik olarak her şeyin kay­
nağı olmalıdır, dolayısıyla hayatın acı çekmek olmasından sorumludur;
dünyanın "olası dünyaların en kötüsü"5 1 olmasının, toplama kampı ni­
teliğinde olmasının mesuliyetini taşır. Bu yüzden dünya istenci esasen
kötüdür; Schopenhauer en temelde "doğa ilahi değil şeytanidir" , "kö­
tücüldür" der.52 Bu yüzden dünyada "ebedi adalet" vardır; dünyanın
özünün kötülüğü ile kaderinin sefilliği arasında kesin bir denge vardır.53
Ama hakiki benliğimiz buysa, insan ölüm karşısında "teselli" olmak
şöyle dursun, hakiki benliğinin karakterinin farkına varınca kozmik
bir iç bulantısı alanına düşecektir. Demek ki Schopenhauer'ın felsefe­
sini kabul etmek korkunç bir deliliğe düşmekle bir olacaktır. Hayat acı
çekmektir ve yaşamaya değmez. Ama intihar düşünmeye bile değmez,
NIETZSCHE

çünkü ölüm kişisel acıyı kozmik acıya çevirmekten başka işe yaramaz
-temelde kötü olduğumuz için bu kozmik acıyı da kesinlikle hak etmi­
şizdir. O halde insan seçimini cehennem ile . . . cehennem arasında ya­
pacaktır. Kısacası, kendinde şey istenç ise Schopenhauer'ın felsefesinde
"kurtuluş" doktrini olamaz.
Fakat böyle bir doktrin vardır elbette. Daha önce gördüğümüz gibi,
mistikler bu doktrini bilir, "rüyanın" ötesindeki gerçekliğin "ilahi" ol­
duğunu, esriklik nesnesi, "panteist bilinç" olduğunu bilirler. Demek ki
Nietzsche kesinlikle haklıdır: İstenç ve Tasarım Olarak Dünya' nın tam
merkezinde sakatlayıcı bir çelişki vardır, ikinci bölümün sonucu ile dör­
düncü bölümün sonucu çelişmektedir. İkinci bölümün sonunda gerçek­
lik temelde "şeytanidir" . Dördüncü bölümün sonunda ise temelde "ila­
hidir" . Bu çelişkiyi gözden kaçırmanın mümkün olmasının tek sebebi iki
sonuç arasında birkaç yüz sayfa bulunmasıdır.
Demin gördüğümüz üzere, Nietzsche'ye göre, ilerleyen yaşlarında
Schopenhauer, felsefesinin " felsefedeki en zor problemleri" çözmediği­
ni kabul eder. Bu doğrudur. Nietzsche'nin kastettiği şey, bu başyapıtın
1 844'teki genişletilmiş baskısında Schopenhauer'ın daha önceki cesur­
ca sözlerini, yani gençliğin "sarhoşluğuyla" yazdığı, istencin kendinde
şey olduğu iddiasını ciddi anlamda sınırlamasıdır. Kitabın yeni, ikinci
cildine bu sefer şöyle ifadeler girmeye başlamıştır: "Kendini dünyada
ve dünya olarak gösteren istencin nihai ve mutlak olarak kendinde ne
olduğu sorusu ... asla cevaplanamaz." 54 Ama Nietzsche ve diğer takip­
çilerin " üstat" hakkında keşfedebildikleri her bilgi parçacığının üstüne
nasıl bir hırsla atıldığı düşünülürse, Schopenhauer'ın ölümünden sekiz
yıl önce edebi vasisi Julius Frauenstadt'a yazdığı bir mektubu da bulmuş
olmalılar. Schopenhauer bu mektupta felsefesinin kendinde şeyi sadece
"görünüşle ilişkisi içinde [yani görünüş olarak] " tanımlama arayışında
olduğunu belirtir. "Kendinde şeyin bu ilişki dışında ne olduğunu" ise
söyleyemeyecektir: "çünkü ne olduğunu bilmiyorum" .55 Bunun sonucu
"istenç"in görünüş/gerçek ikili karşıtlığının görünüş tarafına çekilmesi­
dir. "İstenç" maddi yapılar çerçevesindeki tanımından ziyade dünyanın
daha derin bir izahını sunsa da, tanımladığı dünya görünüş alanında ka­
lır. O halde "istenç", gevşekçe bir tarifle, nihai gerçekliğin değil sondan
bir önceki gerçekliğin bir tanımıdır. Son tahlilde istenç -istenç olarak­
" rüyaya" aittir.
Schopenhauer 137

Demek ki Schopenhauer eninde sonunda Kant'ın konumunu olum­


lar ve kendinde şeyin en azından felsefe için bilinemez olduğunu söy­
ler. Bu da düşüncesindeki çelişkiyi çözer, kurtuluş doktrinine sahiden
yer açar. (Bu hamleyi hayatının sonuna doğru, ölümün karşısında ken­
di "teselli" ihtiyacının artmış olabileceği bir dönemde yapması da an­
lamlıdır herhalde. ) Ayrıca Lange'nin tesiriyle Nietzsche'nin sahiplendiği
konum da budur -memnuniyetle sahiplenmişti, çünkü hiçbir koşulda
artık Hıristiyanlıkta bulamayacağı bir şeyi, yani ölüm karşısında teselli
edilme yönündeki "metafizik ihtiyacını " karşılamanın yolunu böylece
Schopenhauer'da bulabilecekti.
***

Kant, Lange, yaşlı Schopenhauer ve Nietzsche'de görünüşler dün­


yasının ardında yatan gerçekliğin rasyonel, felsefi düşünce ve bilginin
sınırlarını aşması iki ağzı keskin bir kılıçtır. Bir taraftan bu aşma du­
rumu nihai gerçekliğin şeytani istenç olduğunu bilme iddiasını tasfiye
eder. Ama öte yandan ilahi olduğunu bilme iddiasını da bertaraf eder.
Kendinde gerçeklik sadece terra incognita'ysa ( bilinmeyen yer), şeytani
olduğunu bilmek de mümkün değildir ilahi olduğunu bilmek de; dola­
yısıyla kurtuluş doktrini ortada kalır. Bu yüzden Lange'nin "katı, eleşti­
rel bakış açısının" aslında Schopenhauer'a bağlılığını artırdığını Nietz­
sche'nin niçin söylediği sorusunu cevaplayabilmiş değiliz.
Bu soruya cevap bulmak için56 iyi bir başlangıç noktası Kant'ta, özel­
likle de Arı Usun Eleştirisi'nin görevinin " [dinsel] imana yer açmak üze­
re [rasyonel] bilgiyi reddetmek"57 olduğu şeklindeki meşhur sözünde
bulunabilir.
Yaşlı (ve daha bilge) Schopenhauer'a döndüğümüzde, aşkın olanın
rasyonel bilgisini reddetme noktasında Kant'la hemfikirken, mistisizmin
bilgi-iddialarını olumlu bir gözle değerlendirdiğini, aşkınlığın kurtuluş
olduğuna salt "iman etmekten" fazlasını önerdiğini görüyoruz. Esasen
"rasyonalizm" olan felsefe, der, aşkın olanı tartışmaya kalktığında zin­
danın duvarlarına çarpar gibi kendi sınırlarına çarpar.58 Belli bir "kişi­
sel aydınlanma" ya da "yüksek düzeyde bilince" işaret edebilir "ama
oraya bir adım bile atamaz" ,59 Bu yüzden kendi felsefesinin, en yüksek
noktasında, "olumsuz bir nitelik" almaya zorlandığını söyler. Bu felsefe
"istencin reddiyle" kaybedildiğini anlatabilir, ama neyin kazanıldığını
anlatamaz. Fakat felsefenin sona erdiği yerde mistisizm "olumlu bir şe-
NIETZSCHE

kilde ilerler" , 60 Tüm mistiklerin, çok farklı yaşlardan ve kültürlerden ol­


malarına rağmen (Schopenhauer'a göre) aynı deneyimi, yani ilahi olanla
kaynaşmayı aktarması üzerine düşününce, "gördüklerinin" her neyse
harika ve gerçek olduğu sonucuna makul bir şekilde varabiliriz.61 Gör­
düğümüz üzere, Schopenhauer'a göre bu vargı büyük sanatın "hakikat
damgasıyla" da desteklenir:62 " Her türlü akıldan yüce olan huzuru, ok­
yanusvari ruh sakinliğini, o derin durgunluğu, o sarsılmaz güveni ve din­
ginliği" görmek, Raffaello veya Coreggio'nun tasvir ettiği gibi "tam ve
kesin bir müjdeyi" almaktır: "sadece bilgi kalır, istenç kaybolmuştur. "63
Bu son sözdeki üst üste iki nokta ( "çünkü" ile aynı anlamdadır)
Schopenhauer'ın mistik sonsuz mutluluğu doğrulamak için İstenç Ola­
rak Dünya'nın üçüncü bölümünde açıklanan estetik doğruluk doktri­
nine başvurduğunu gösterir: Algıyı yönlendiren ve çarpıtan şey istenç
-pratik çıkar- olduğuna göre istençten kaça bilirsek (asıl mistiklerin yap­
tığı gibi) gerçekliğin " berrak bir aynası", tamamıyla "nesnel" oluruz.64
Salt alımlama olan bir zihne gerçeklik kendisini kendinde olduğu ha­
liyle gösterecektir. Schopenhauer'cı kurtuluşun gerçekliğini doğrulama
peşindeki genç Nietzsche'nin kabul ettiği doktrin budur. Lange okuması
üzerine yorumlarını von Gersdorff'a yazarken, nihai gerçekliğe rasyonel
aklın erişememesinin sonucunu " sanatın özgür" olması diye tanımlar.
Bunun anlamı da sanatta aşkın olanın sezdirmelerinin aklın değerlendir­
me, dolayısıyla çelişme ihtimalinden uzak olduğudur: Lange'nin Kant­
çılığını asimile ettikten sonra retorik bir soru sorar: " Beethoven'ın bir
eserini çürütmeyi ya da Raffaello'nun Madonna'sında ( 1 505-07) kusur
bulmayı kim ister ki ?"65
"Aşkın olanın sezdirmeleri" dediğim başlıkta Nietzsche'nin aklında
her şeyden önce müzik sayesinde "kavranan " (en azından onun kavradı­
ğı) şeyler vardı kanımca. Schubert'in 1 8 1 7 tarihli meşhur "An die Musik
[Müziğe Övgü] " adlı ilahisinin bir kısmı şöyledir: "Ah, kutsal sanat, kaç
sıkıntılı saatte, / Hayatın amansız çemberi beni sardığında, / Sen ... daha
iyi bir dünyaya taşıdın beni. " Birkaç yerde daha gördüğümüz bu tür­
den bir "müzik sayesinde kurtuluşa erişme" Nietzsche'nin tekrarlanan
" kutsal sanat" deneyiminin ta kendisiydi. On dört yaşında Haleluyah
Korosu ona "meleklerin neşeli şarkısının, dalgalarında İsa'nın göğe yük­
seliş şarkısının" bir parçası olduğunu hissettirmiş, müziğin tek ve doğru
amacının "bizi yukarı yöneltmek" olduğuna karar vermişti. Hıristiyan
Schopenhauer 139

imanını yitirdikten sonra bile müzik ile ilahilik arasındaki bağdan vaz­
geçmez: "Daemonikin iletilmesi'' , yani " ilahi olanın belli belirsiz sez­
dirilmesi ... cennetin aniden pırıltılarla ortaya çıkmasını sağlayan duy­
gu" yüce müziğin sonucudur. (İnsanın aklına burada Gustav Mahler'in
Diriliş Senfonisi'nin (Auferstehungssinfonie, 1 8 8 8- 1 894) finali geliyor. )
Nietzsche'nin müzik deneyimi ve kavrayışı, daha önce belirttiğim gibi,
akıl sağlığını koruduğu sürenin sonuna kadar esasen dinsel kalmıştır.
Fakat bu "müzikle" ya da genellikle sanatla "kurtuluş" doktrini ko­
nusunda sorulması gereken soru, Nietzsche'ye göre kendi konumunun
Kantçı mı yoksa Schopenhauer'cı mı olduğudur. Kant'ı takip ediyor­
sa aşkın kurtuluşun estetik sezdirimleri ancak "iman" statüsünde ola­
bilir, nesnel düzeyde bilinmeyene kıyasla ancak öznel inanç üretebilir.
Schopenhauer'ın izindeyse, estetik ve her şeyden önce müzikal sezdirim­
ler aşkın olanın (rasyonel olmayan) bilgisi statüsüne tekabül eder.
Genç Nietzsche'nin Kant'tan ziyade Schopenhauer'ın izinde gittiği
görüşünü destekleyen iki faktör vardır aslında. Birincisi, 1 868'de Paul
Deussen'e gönderdiği mektupta, onun " [Schopenhauer'ın] sistemini
eleştirme" çağrısını kabul edilebilir bulması için bu sistemin barındırdığı
çeşitli " başarısız kanıtlar ve taktik biçimsizlik vakaları "na dikkat çek­
mesi gerektiğini yazar -neticede kendisi de bir yıl önce Schopenhauer'ı
eleştirmiştir. Ama böyle bir eleştiri Schopenhauer'ın "dünya görüşü­
nün" eleştirisi olacaksa kesinlikle kabul edilemez, diye devam eder. Bu
"dünya görüşü" eleştirilemez, çünkü ( burada sıklıkla büyüklük tasladığı
Deussen'i * alttan alta manevi darlıkla suçlamaktadır),

ya kavranır ya da kavranmaz. Üçüncü bir bakış açısı tasawur edilemez. Gülü


koklamayan bir kimse onu hakikaten eleştiremez. Gülü koklarsa a la bonheur (mut­
-

lu olur)! Bu durumda da, onu eleştirme arzusunu yitirir.66

Burada "dünya görüşü" ile ka�tettiği şey Schopenhauer'ın felsefesi­


nin nihai hedefi ve son noktası olmalıdır, yani "mutluluk [bonheur] " -

.. Deussen anılarında dikkat çekici bir noktadan bahseder: "Nietzsche'nin sürekli beni
düzeltme, bana hocalık etme, bazen de gerçekten eziyet etme eğilimi ... Bonn'daki yıl­
dan sonraki mektuplaşmalarımızda açıkça görülebilir" (J 1 s. 1 6 1 ). Nietzsche hiçbir
zaman Rohde ya da von Gersdorff'a bahşettiği entelektüel eşitlik hissini Deussen'e
bahşetmemiştir.
NIETZSCHE

yaratan aşkın kurtuluş doktrini. Eleştirinin ötesinde kalan şey bu


doktrin ve doktrine duyduğumuz "metafizik ihtiyaçtır" . Görünüşe ba­
kılırsa yapmakta olduğu şey aşkınlığın sanat yoluyla -ya da bir sanat
biçimi olarak felsefe yoluyla (artık felsefenin böyle olması gerektiğini
düşünmektedir)-67 sezdirimlerini fiziksel duyuların yarattığı enfor­
masyon benzeşimleri, bir başka deyişle görme tarzları olarak ortaya
koymaktır.
Nietzsche'nin sanata aşkın bir biliş tarzı muamelesi yaptığını dü­
şünmemin ikinci sebebi de on yıl sonra "pozitivizme" dönmesi ve
Schopenhauer-Wagner dünya görüşünü terk etmesinin ardından ge­
len özeleştirinin karakterinde saklıdır. İnsanca, Pek İnsanca'da, "din­
sel art-acılardan" mustarip insanlar, der, (Schopenhauer'la birlikte)
" Raffaello'nun Madonna'sına bakışta tam ve kesin bir hakikatten söz
ederler" .68 Ya da Beethoven'ın Dokuzuncu Senfoni'sinin son bölümü­
nün belli bir noktasında böyle bir insan "yüreğinde ölümsüzlük rüya­
sıyla yeryüzünden ayrılıp yıldızlı gökkubbeye doğru uçmaya başladığını
hissetmeye" açıktır: "Tüm yıldızlar çevresinde kırpışıyormuş gibi gö­
rünür ve yeryüzü de giderek daha aşağıda kalmakta gibidir. "69 Bunlar
ne kadar güzel olsa da, Nietzsche artık sanatın hem Schopenhauer hem
de kendisinin evvelki kişiliği tarafından böyle "yüceltilmesinin" foyasını
meydana çıkarma peşindedir. "Derin hislerimiz" vardı, der, bu hisler
bizi "içerinin derinliklerine, doğanın kal binin yakınlarına" götürüyor
gibiydi. Kendisini yapıbozuma uğratan içgörü yüklü bir pasajda, "Ama
böyle hislerin," diye ekler:

Derin olduğunu söylemek, ancak düzenli olarak onlarla birlikte uyanan, nadiren
algılanan ve derin olduğunu söylediğimiz belli karmaşık düşünce gruplarını oluştur­
malarıyla mümkündür; bir his derindir, çünkü ona eşlik eden düşüncelerin derin oldu­
ğunu varsayarız. Ama derin bir düşünce yine de hakikatten çok uzak olabilir ... Derin
bir histen düşünce öğesini çıkarırsak ... geriye kuwetlibir his kalır ki bunun da bilgiyle
hiçbir alakası yoktur.70

Bunun özeleştiri olduğu, "dinsel art-acıların" örnek kurbanının eski


kişiliği olduğu Ecce Homo'da açığa vurulur. İnsanca, Pek İnsanca'da ise
sözlerini çok dikkatli seçer: "Doğamda bana ait olmayandan kendimi
kurtardım. "71 Müziğin insanı şeylerin "kalbine" götürdüğü düşünce-
Schopenhauer

sini yapıbozuma uğratmak, bir zamanlar inandığı ve bu yüzden doğa­


sında bulunan bir şeyi aşmaktır; gerçi şimdi doğasının o parçasını red­
detmekte ve aştığına inanmaktadır. Ama böyle bir reddiye henüz uzak
bir gelecekte gerçekleşecektir. Nietzsche 1 868'de hem Schopenhauer'a
dini bir bağlılık duymaktadır -bu bağlılık " üstadın" çeşitli eleştirilerini
önemsizleştirmektedir- hem de yüce müziğin bize nihai kurtuluşun sa­
hici bilgisini verdiğine inanmaktadır. Richard Wagner de, Schopenhauer
ve "müzik sayesinde kurtuluş" fikri karşısında eşit ölçüde büyülenmiş
olduğundan, ikisi Ottilie Brockhaus'un salonunda bir anda birbirlerine
bağlanmaya yazgılıydılar.
il

GÖN Ü LSÜZ PROFESÖR


6. Bölüm

Basel

1870'te Basel

ietzsche üniversitedeki yeni işine başlamak üzere 1 9 Nisan 1 869'da


NBasel merkez demiryolu istasyonuna vardı. Onu karşılayan şehrin
ortaçağdan kalma surları ağır ağır ve biraz gönülsüzce ilerleyen modern
dünyaya açılma sürecinde bir bir yıkılıyordu. 1 844'te Strazburg'a de­
miryolu bağlantısı -İsviçre'nin ilk demiryolu hattı- sağlamak için du­
varda yeni bir kapı açılmıştı. Ama kapı geceleri kapanıyordu; belediye
meclisinin tabiriyle, böylece "şehir halkı" trenlerin titreşiminden rahat­
sız olmadan "huzur içinde uyumaya devam edebiliyordu". Sonraki yir­
mi yılda başka demiryolu bağlantıları gerektirdikçe yeni kapılar açıldı
ama hepsi geceleri kapatılıyor ve gündüz de polis kontrolünde oluyordu.
Ama 1 868'de açık şehrin işlerini mahvedeceğinden korkan küçük işlet­
melerin protestolarına rağmen duvarın tamamının yıkımına başlandı ve
geriye anı olarak korunan sadece üç ortaçağ kapı kompleksi kaldı.
Leipzig'in 1 00.000 nüfusuna karşılık 30.000 nüfusu olan Basel, Nietz­
sche' de küçük bir şehir izlenimi uyandırmış olmalı; büyük ve modern şe­
hirler yerine küçük ortaçağ şehirlerini tercih ettiği için bu durum hoşuna
gitmişti herhalde. Ayrıca Basel modernleşme sürecinde olmasına rağmen
ortaçağ şehri görüntüsü hala çok barizdi. Elizabeth şöyle diyor:

Ağabeyim eski Basel'i görmüş olmaktan duyduğu sevinci hep ifade ederdi; bunun­
la kastettiği şey, ortaçağa dair daha derin bir içgörü edinmesinin mümkün olmasıydı.
Basel'de derinlere kök salmış örf ve adetlerle yaşayan topluluk özellikle Prusyalılara
hoş görünüyordu ... Basel'in muhteşem eski evleri ... en şık giysileriyle pazarları cüm­
bür cemaat kiliseye giden birbirine bağlı aileleri; kuşaktan kuşağa aynı ailede çalışan
hizmetkarlar; şehirlilerin, aşağı-Alman lehçesiyle birbirlerini demode bir şekilde selam­
lamaları -bunların hepsi çoktan gömülüp unutulmuş bir çağa ait gibi geliyordu bize. 1
NIETZSCHE

Nietzsche ilk haftalarını geride kalan kapı komplekslerinden en bü­


yüğü olan Spalentor'un yanındaki "korkunç denebilecek" Spalentorweg
2'de geçirdi. Ama merkez istasyondaki yemeklerin kalitesi kaldığı yerin
kötülüğünü telafi ediyordu. Yemekler (günümüzdeki İsviçre-Alman ye­
mekleri gibi) Alman yemeklerine benziyordu, ama daha lezzetliydi.2 On
hafta sonra nihayet Schützengraben (savunma siperi) yakınındaki kalıcı
bir mekana geçti. Şehrin kenarında inşa edilmiş 45 (bugün 47) numaralı
bu ev, dört katlı ve teraslıydı; tarlalara ve bahçelere yakındı, Ren'in karşı
kıyısındaki Almanya'ya ve arkada Kara Orman'a doğru açık bir manza­
rası vardı, ama diğer yandan üniversiteye sadece on beş dakika yürüme
mesafesindeydi.
Basel İngilizlere herhalde çok Alman görünürdü; daha önce Alman­
ya'nın dışına hiç çıkmamış olan Nietzsche'ye ise son derece yabancı gel­
miş olmalı. En çok dikkatini çekecek şey de Prusya'nın aksine burada
devletin kendini dayatmamasıydı. Kral yoktu -üniversitenin rektörü sa­
ray tarafından atanmıyor, profesörler tarafından seçiliyordu- aristokra­
si yoktu, askeri kült de yoktu. Prusya hayatının başlıca özelliklerinden
olan askeri törenler burada bilinmiyordu. Ayrıca Almanya'nın tersine
yerel din adamlarının bağlı olduğu ulusal bir kilise hiyerarşisi de yoktu.
Bu fiili şehir-devletinin belediye meclisi eski Basel ailelerinden oluşu­
yordu. Nietzsche oraya vardıktan kısa süre sonra Ritschl'e gönderdiği
mektupta, " insan burada cumhuriyetçiliğe çare bulabilir" ,3 diye yazı­
yor, yüksek burjuva yönetiminin kraliyet yönetiminden daha demokra­
tik görünmediğini belirtiyordu. Basel'in eski asilzade aileleri servetlerini
imalatçılıktan edinmişlerdi. Ama öte yandan son derece kültürlüydüler:
hem Nietzsche'nin bölüm başkanı Wilhelm Vischer, hem de kahramanı
büyük tarihçi Jacob Burckhardt böyle ailelerden geliyordu. Ayrıca bu
kişilerin yurttaşlar arasındaki yüksek kültür düzeyini korumaya çalış­
malarına da Nietzsche büyük saygı duyuyordu:

Buranın nasıl bir yer olduğunun gayet farkındayım ... yurttaşlarının kültürünü ve
eğitimini büyüklüğüne oranla epeyce bol keseden destekleyen bir şehir. Bu yüzden
çok daha büyük şehirleri utandıracak bir durum sergiliyor ... bu konularda başka yer­
lerdekinden çok daha fazlası yapılıyor.4
Basel 1 47

Nietzsche'nin Basel'i genellikle, zaman zaman akla Platon'un Dev­


/et'indeki ( 1 942, 1 9 8 8 ; Politeia) ideal şehir-devleti getirecek şekilde siya­
si, ekonomik ve düşünsel liderlik arasında sıkı bağlara sahipti.
Basel'deki asilzade aileler kültürel taşralılıktan uzak durmaya, şehir­
lerini Avrupa kültürel ve entelektüel hayatının ön saflarında tutmaya
kararlı olduğundan, üniversiteye odaklanmışlardı. Üniversite sadece
teknik eğitim kurumu olmakla sınırlı kalmayacak, belediye meclisinin
deyişiyle, "yurttaşların kültürel-manevi [geistige] canlanışının merke­
zi" olacaktı. Üniversitenin yekpare binası Rheinsprung ( Ren-geçidi)
üzerindeki kırmızı kumtaşından katedrale kısa bir yürüyüş mesafesine
inşa edilmişti. Rheinsprung, o sırada Basel'de 1 00 metre genişliğindeki
Ren'i geçmenin tek yolu olan eski ahşap köprüye (ortasında da bir şapel
vardı) çıkan dik bir caddeydi. 1460'ta kurulan üniversite 1 870'te zor
zamanlar geçiriyordu. Bunun sebebi kısmen Basel ekonomisinin temel
direği olan ipek kurdelelerin fiyatındaki düşüş, Basel kantonunun geli­
rinin üçte ikisinin taşraya yönlendirilmesi, kısmen de Zürih ve Bern'de
yeni açılan üniversitelerin öğrencileri çekmeyi zorlaştırmasıydı: Nietz­
sche'nin zamanında toplam sayı hiç 200'e ulaşmadı. Ama kendini bu
işe adamış destekçiler sayesinde üniversite ayakta kalıyordu. Üniversi­
teyi eski şanına kavuşturmav ve düzenli ücretsiz derslerle şehrin onuru­
nu refahının temeli yapmak için para toplamak amacıyla bir "Gönüllü
Akademi Birliği" kuruldu. İleride göreceğimiz üzere, Nietzsche'nin ilk
ciddi felsefi denemelerinden bazıları Birlik'in himayesinde ücretsiz ders
olarak dinleyicilere ulaşmıştı. Basel'e özgü bir zorunluluğun, yani üni­
versite profesörlerinin yerel lise olan Padegogium'da üst sınıflara ders
vermesi şartının kökeninde de şehir ile üniversite arasındaki sıkı bağı
koruma kararlılığı yatıyordu. Nietzsche'nin durumunda ise bu zorunlu­
luk öğretmenlik yükünü ikiye katlıyordu.

Üniversite Hayatı

Nietzsche ilk başlarda Basel'deki hayattan nefret etti. Özellikle Sop­


hie Ritschl'e yazdığı mektuplarda İsviçreli kadınların sıkıcı, İsviçre pey­
nirinin berbat, İsviçre kültürünün taşralı ve İsviçre yurtseverliğinin "tıp­
kı İsviçre peyniri gibi koyunluktan geldiğini ve çok karamsar" olduğunu
NIETZSCHE

söylüyordu. Başka insanların hepsinden daha fazla saygı göstereceği Ja­


cob Burckhardt'ı bile düşük bir varoluş seviyesinde olan, her gece mey­
hanede sıkıcı tiplerle birlikte bira içen biri olarak tanımlamıştı.5
Fakat -Sophie Ritschl'e karşı imkansız bir aşk duyduğuna göre- bu
ifadelerinin sahici bir yurt özlemini yansıtmanın yanı sıra, onu özlediği­
ni söylemenin de dolaylı bir yolu olduğunu unutmamak gerek. Aslında
Nietzsche kendini "özgür İsviçreli" diye adlandırmaktan çok geçmeden
gurur duymaya başladı. Basel'e dair bazı şikayetlerinde haklıydı: Ma­
aşı altı ay gecikmeli geldiğinden birinci dönem beş kuruşsuz kalmıştı,
üstelik maaşını aldığında da -İsviçre'de fiyatlar beklediğinden yüksek
çıktığından- tatil yapmaya parası kalmamıştı, ayrıca üzerinde muazzam
bir ders yükü vardı. Ama Basel'de başka hiçbir yerde kalmadığı kadar
uzun süre, yani on yıl kaldığını, 1 873 'te Almanya, Greifswald'dan gelen
bir kürsü teklifini geri çevirdiğini düşünürsek genellikle buraya bir hayli
bağlandığı düşünülebilir.
***

2 8 Mayıs 1 869'da Nietzsche üniversitede açılış söylevini verdi: "Ho­


meros ve Klasik Filoloji " . Bu söylevde klasiklerin mevcut durumuna dair
Leipzig'de geliştirmekte olduğu eleştiriyi tekrarlıyordu. Doğru uygula­
nan filolojinin bilim ve sanatın karışımı olması gerektiğini belirtiyor;
tüm filolojik faaliyetlerin "felsefi bir dünya görüşüne bağlanmasının ge­
rekliliğini, böylece bireysel, yalıtılmış ayrıntıların fırlatılıp atılabileceği­
ni, geriye sadece bütünün, tutarlı olanın kalacağını" savunuyordu -Tra­
gedyanın Doğuşu'nda ortaya atacağı fikirlerin önsel haliydi bu. Söylevin
haberi duyulunca Leipzig'de rezalet çıkacağından şüpheleniyordu ama
Basel'de hem katılım iyiydi hem de söylev iyi karşılandı. Söylevden on
beş gün sonra eve gönderdiği mektupta, " buradaki insanlar pek çok
şeye ikna olmuş ... ben de şimdi açıkça görüyorum ki bu sayede burada­
ki pozisyonum emniyette," diyordu.6
Nietzsche hafta içi her sabah yediden sekize kadar ders veriyor, haf­
tada toplam sekiz saat öğrencilerle temas halinde oluyordu. Buna ilave­
ten Padegogium'da haftada altı saat ders veriyordu. İlk birkaç dönem
üniversitede işlediği konulardan bazıları şunlardı: Yunan edebiyatı ve
Sokrates öncesi felsefe tarihi, Yunan ve Roman retoriği, antik Yunan
dini, Platon'un yaşamı ve öğretileri, Aiskhylos'un Sunu Taşıyanlar'ı
(Khoiphoroi, İÖ 45 8 ), Sophokles'in Kral Oidipus'u ( 1 94 1 , 1 9 92; Oi-
Basel 1 49

dipus Tyrannos) ve Hesiodos'un İşler ve Günler'i (20 1 2; Erga kai he­


merai). Piidegogium'da ise Platon'un Sokrates'in Savunması ( 1 973;
Apologia Sokratous), Phaidon ( 1 943, 1 98 9; Phaidon), Phaidrus ( 1 943;
Phaidros), Şölen ( 1 958, 1 9 72; Symposion), Devlet ( 1 942, 1 988; Polite­
ia) ve Protagoras'ını ( 1 940, 1 960; Protagoras), Homeros'un İlyada'sın­
dan seçme bölümleri, Aiskhylos'un Zincire Vurulmuş Prometheus'unu
( 1 967, 2013; Prometheos Desmotes) ve Sophokles'in Elektra'sını ( 1 94 1 ,
1 946; Elektra) işlemişti. Öğretmenlik görevlerinin üstüne bir d e üniver­
site meclisi, fakülte ve kütüphane komitesi toplantılarına katılması gere­
kiyordu, 1 8 74'te insan bilimleri dekanı seçilmesi meslektaşları arasında
ne kadar saygın olduğunu gösterse de, muazzam iş yükünü daha da ar­
tırmışa benzer. Tüm bunların üstüne bir de sıklıkla hasta meslektaşla­
rının derslerine giriyor ve üniversitenin kamuoyu nezdindeki profilini
iyileştirmek için sayısız ücretsiz ders veriyordu. Üstelik Prusyalı vicdanı
yüzünden verdiği her derste yüzde yüz elli oranında çaba harcamadan
edemiyordu elbette. Sadece bir yıllık çalışmanın ardından, yirmi beş ya­
şındayken profesör olması bu yüzden pek de şaşırtıcı değildir.
Nietzsche öğretmen olarak hem heyecan verici hem de talepkardı.
Altıncı sınıftaki öğrencilerine sanki şimdiden üniversite öğrencisi olmuş­
lar gibi davranıyor, onlardan bol miktarda bağımsız araştırma talep edi­
yordu. En iyilerini de Leipzig'deki mezun olduğu okula gönderiyordu.
Ayrıca öğrencilerle sosyal bağ da kuruyor, dönem sonlarında yemekler
düzenliyordu.? Nietzsche içgüdüsel bir tarzda ve çaba harcamadan di­
siplin sağlayan öğretmenlerdendi. Ecce Homo için hazırladığı bir taslak­
ta (ama bunun sadece bir kısmı eserde basılmıştır) şunları hatırlar:

Temelde pedagojik ilkelere ne ihtiyaç duyan ne de bunlara sahip olan gönülsüz


öğretmenlerden biriyim. Basel Pa.dagogiumu'ndaki üst sınıflara ders verdiğim yedi
yıl boyunca tek bir ceza bile vermeme gerek kalmaması, daha sonra yeminlerle an­
latıldığına göre en tembel öğrencilerin bile benim derslerimde çok çalışması bunun
delili olsa gerek. Öğrencilik günlerimden zekice küçük bir strateji kalmış aklımda: Bir
öğrenci önceki dersin konusunu yeterince iyi anlatamıyorsa daima alenen kendimi
suçlardım -örneğin anlattıklarım çok üstünkörüyse ya da belirsizse herkesin benden
daha fazla açıklama ve yorum isteme hakkı olduğunu söylerdim. Bir öğretmenin her
zeka düzeyinin anlayacağı dilden konuşma zorunluluğu vardır ... Bu küçük stratejinin
her türlü azarlamadan daha etkili olduğu söylenirdi bana. -Gramer okulundaki öğren­
cilerle ve üniversite öğrencileriyle ilgilenirken gerçekten hiç zorluk yaşamadım. B
1 50 NIETZSCHE

Nietzsche'nin Ecce Homo'daki iddialarından bazılarının biraz hayal


ürünü olduğunu ileride göreceğiz. Ama yukarıda anlattıklarının onlar­
dan biri olmadığı öğrencilerin hatıralarıyla da doğrulanmaktadır. Örne­
ğin Piidagogium öğrencilerinden biri, " Öğrencilik zamanındaki numa­
ralarımızdan hiçbirini ona yutturamazdık," der ve şöyle bir olay anlatır:

İçimizden biri (şimdi bir öğretmen okulunun son derece saygın müdürü olarak
görev yapıyor) ödevini iyi yapmamıştı ve dersin bitiminden biraz önce bir cümleyi
açıklaması istendi. Görünüşte verilen görevi yerine getirme hevesiyle ayağa kalktı,
açıklaması gereken Yunanca metni okumaya başladı ama o kadar yavaş okudu
ki zil çaldı. Durumu kurtardığından emin olmak için bir cümle daha okudu, sonra
kendine güvenli bir edayla durdu. Nietzsche yerinden bile kıpırdamadı. Bizim öğ­
rencinin alnında boncuk boncuk ter birikmişti. "Profesör," diye kekeledi, "acaba
zilin çaldığını ihmal etmiş olabilir misiniz?" Nietzsche bir an gözünü dikip ona baktı,
sonra parmağını bile kımıldatmadan onun dediğini düzeltti: "Yani duymamış olabi­
leceğimi söylüyorsun." Sonra da derslikten çıktı. Sonraki gün derse başlar başla­
maz aynı öğrenciye dönerek kül yutmaz bir havayla, "Evet, şimdi açıkla bakalım,"
dedi.9

Kısacası Nietzsche bütün bir hayatı esinleyen ve biçimlendiren nadir


öğretmenlerden biriydi, göreceğimiz üzere, kendisinin verdiği zengin an­
lamla hakiki bir "eğitimci"ydi.
Öğrencilerinden biri Nietzsche'nin sadece öğretmen olarak değil
-"aslında hilebaz ve yaramaz yumurcaklar olmamıza rağmen bize yol­
daşları gibi davranırdı"- görünüş olarak da niteliklerini hatırlar: "Gö­
rünüş bakımından hassas ve kibar bir yapısı vardı, hafif efemine havası
asker bıyığıyla tam bir zıtlık oluşturuyordu. Zaten bıyığı yüzünün diğer
özelliklerini geri planda bırakıyordu. " t O Nietzsche'nin görünüşü sıklıkla
yorumlara yol açıyordu, çünkü üstüne başına neredeyse züppelik de­
recesinde özen gösteriyordu. Zamanın modasına uygun olarak ( bugü­
nün ölümden kaçmaya dayalı gençlik kültünün tersi bir moda vardı),
Elizabeth'in yazdığı kadarıyla, "sadece ona yaşlı bir görünüm verecek
giysiler ve aksesuarlar kullanıyordu; genç ya da gösterişli giyinmekten
kesinlikle uzak duruyordu ve sadece yaşlı adamlara has kıyafetleri, mo­
dayı ve şapkaları beğeniyordu" .ı ı Çoktan kocaman olmuş meşhur bıyı­
ğı da bu yaşlılık görünümünü güçlendiriyordu elbette.
Basel 151

Meslektaşlar ve Arkadaşlar

Nietzsche'nin üniversitedeki meslektaşları ona akademisyenler ara­


sında pek alışılmadık bir yakınlık gösteriyordu. Hatta ilk yılında ak­
şam yemeği davetlerinden gına geldiğinden yakınıyordu. En çok önem
verdiği meslektaşları Wilhelm Vischer-Bilfinger, Johann Jacob Bachofen,
Ludwig Rütimeyer ve hepsinden önemlisi, Jacob Burckhardt'tı.
Vischer-Bilfinger üniversite yönetiminde büyük bir güç sahibiydi.
Kendisi de klasikçiydi ve klasikler bölümünü 1 86 1 'de yeniden kurmuş­
tu. Nietzsche'ye hep sempatik yaklaşmıştı -daha önce gördüğümüz gibi,
atanmasını sağlamıştı- Basel'deki on yıl boyunca hamilik ettiği Nietz­
sche'nin önündeki engelleri kaldırmak için elinden geleni yaptı. Tıpkı
Vischer-Bilfinger gibi, ailesi Basel'in asilzade ailelerinden biri olan Bac­
hofen başına buyruk bir etnologdu ve ilk insan topluluklarının komünal
kökenleriyle ilgileniyordu. Nietzsche gibi o da geçmişteki " bilimsel" ça­
lışmanın kupkuru, kurgulamaktan-utanan, kılı kırk yaran tarzını redde­
diyordu. Temelde Hıristiyanca bakış açısı Nietzsche ile derin bir samimi­
yet geliştirmesine engel oldu, ama kendisinden otuz yaş küçük bir karısı
vardı ve Nietzsche kendisinden bir yaş küçük olan bu kadının çekimine
kapılmıştı. Rütimeyer anatomi ve zooloji profesörüydü ve Nietzsche'nin
doğasındaki bilimci yanı beslemiş, özellikle de onu Darwin'in evrim te­
orisinin eleştirileriyle tanıştırmıştı.

Burckhardt

Nietzsche'nin diğer üçüne nazaran çok daha sıkı fıkı ve uzun vadeli
ilişkisi olan meslektaşı Jacob Burckhardt'tı ( 1 8 1 8-97). Basel'in en asil
ailelerinden birinin oğluydu, Wagner ve Nietzsche'nin babasıyla aynı
kuşaktandı. Tıpkı Nietzsche gibi o da farklı yönlerde yetenek sahibiydi;
başarılı bir şair, sanatçı, (kukla tiyatroları için) oyun yazarı ve müzisyen­
di. Sadece üst düzey bir entelektüel değil, aynı zamanda büyük bir öğ­
retmen ve büyük bir insan olduğunu düşünen Nietzsche ona tapıyordu.
1 88 9 Ocak'ında deliliği giderek artarken Burckhardt'a şöyle yazmıştı:
"siz (Sie) -sen (du)- bizim büyük, en büyük hocamızsın. " 1 2 Burada res­
mi hitaptan samimiyete geçiş aydınlatıcıdır: Gerçeklikle bağını kaybet-
NIETZSCHE

mekte olan Nietzsche özlemle istediği ve zaman zaman yaklaştığını öne


sürse de13 asla gerçekten sahip olmadığı bir yakınlık iddiasındadır.
Bunun sebebi, sadece yaş ve beğeni farkı değil -Burckhardt hiçbir
zaman Wagner fenomeniyle hoşlaşmazken, Nietzsche giderek Wagner'e
daha çok düşkün oluyordu- Burckhardt'ın hassas, içine kapanık ve
asosyal kişiliğiydi. Karizmatik bir öğretmen olmasına rağmen, ölümcül
bir umutsuzluğa düşmekten korkan depresif bir yapısı vardı. 1 875 ya­
zından bir not -"Jacob Burckhardt gibi umutsuzluğun baskısı altında
olanlar"14- Nietzsche'nin aslında bunu bir ölçüde kavradığını gösterir.
Burckhardt da Nietzsche'nin entelektüel parlaklığını anlıyor ve onun
üniversite için çok değerli olduğunu düşünüyordu elbette. Genç filologla
sık sık yoğun ve uzun sohbetlere girişiyordu. Ama meslektaşlığın dışın­
daki dostluğu asla Nietzsche'ye bahşetmemişti -zaten hiç kimseyle bu
tür bir ilişkisi yoktu.
Burckhardt'ın en tanınmış eseri, Nietzsche'nin olgunluk dönemi dü­
şüncesine derin etki yapmış bir eser olan ltalya'da Rönesans Kültürü' dür
(20 1 0; Geschichte der Renaissance in Italien). 1 860'ta çıkan bu eserin
baskısı hiç bitmemiştir. On dördüncü ve on beşinci yüzyıllarda İtalya'nın
ortaçağdaki geçmişiyle belirleyici kopuş yaşandığını ve modernliğin do­
ğuşunun bu kopuşla gerçekleştiğini en iyi ortaya koyan eser buydu. Eser­
de İtalyan Rönesansı'nda güçlü, özbilinçli bireyciliğin ilk ortaya çıkışına
vurgu yapılır ve bu bireycilik iki yüzlü bir fenomen olarak tanımlanır:
Bir taraftan azgın şehvet, şiddet ve savaş patlaması yaratmıştır, diğer
yandan Raffaello, Leonardo ve Michelangelo'nun sanatını yaratmıştır.
(İsviçre bağlantısını da düşünürsek, Burckhardt'ın Rönesans anlatımı
büyük ihtimalle şu meşhur satırların kökeninde yatıyor denebilir:

Borgia* hanedanı yönetimindeki İtalya otuz yıl boyunca savaş, terör, cinayet, kan
gördü ama Michelangelo, da Vinci ve Rönesans'ı yarattı. İsviçre'de kardeşçe sevgi
ve beş yüz yıllık demokrasi ve barış var. Peki, İsviçre ne üretti? Guguklu saat.)**

*
İtalya'ya yerleşerek 1 5 ve 16. yüzyıllarda kilise ve siyaset işlerinde söz sahibi olan
Valencia (İspanya) kökenli soylu aile. İki papa ve birçok siyasal ve dinsel önder çıka­
ran Borgia ailesinin bazı üyeleri hainlikleriyle tanınır-r.n.
* * Bu satırlar 1 949 yapımı The Third Man (Üçüncü Adam) adlı filmdendir, ya senar­
yoyu kendi romanından uyarlayan Graham Greene tarafından, ya da Harry Lime
karakterini oynarken bu repliği söyleyen Orson Welles tarafından uydurulmuştur.
Yönetmen Carol Reed'di.
Basel

Overbeck

Nietzsche Basel'deki ilk yılında uzun bir İtalya turuna çıkan arkadaşı
Rohde'yi müthiş özlüyordu. Modern insanlardan bazılarını şaşırtacak
bir sevgiyle yazıyordu ona:

Dönüş yolculuğunda [İtalya'dan] biraz benimle kalsan ne olur: Uzun süre için
bu son şansımız olabilir. Seni ne kadar özlediğimi söylemeye kelimeler yetmez ...
Hayatın en iyi ve en kötü yönlerinden bahsetmek için yanı başında birinin olmaması
çok yeni bir his ... dostluk hissim ... gerçekten hastalığa dönüşüyor. Hasta bir adam
gibi yalvarıyorum: Basel'e geı. 1 s

Ama ahlakçı annesine de aynı türden mektuplar yazdığından -"Keşke


dostum Rohde burada olsaydı, yeniden yakın bir dost bulmak büyük
dert" 16- saklayacak bir şeyi olmadığı ortadadır. 1 871'de felsefede bir
kürsü edinmek için başvurması, kısmen kendini kalben giderek daha ya­
kın hissettiği mesleğe geçme isteğinden, ama daha da acil olarak Rohde'yi
filoloji kürsüsündeki halefi olarak Basel'e getirme isteğinden kaynaklanı­
yordu. (İleride göreceğimiz üzere, başvurudan bir sonuç alamadı. )
Ama 1 870 Nisan'ında -yine Vischer-Bilfinger'ın öğretmen bulma
çabalarının bir sonucu olarak- genç bir teolog üniversiteye katıldı ve
Nietzsche'nin ruh kardeşi arzusunu büyük ölçüde giderdi. Franz Over­
beck ( bkz. Resim 1 0 ) Schüzgraben numara 45'i paylaşmaya geldi. İkisi
evlerini Das Gifthüttli* (İsviçre lehçesinde "zehir kulübesi" ) gibi itici
bir adı olan, ev ile üniversite arasındaki mesafenin ortasında bulunan
bir hana atıfla Gifthütte (zehir kulübesi) adıyla vaftiz ettiler. Overbeck
ve Nietzsche sonraki beş yıl boyunca hemen her akşam birlikte yemek
yiyeceklerdi.
Overbeck, Nietzsche'den yedi yaş büyüktü. Alman olmasına rağmen
babası İngiliz vatandaşlığına geçmiş olduğu için genç Franz da İngiliz
pasaportu taşıyordu. Annesi Fransızdı ve kendisi de St. Petersburg'da
büyümüştü. Evde İngilizce, Fransızca, Rusça konuşuyordu, Almancayı
ilk kez on bir yaşında Dresden'de okula başlamak için Almanya'ya geldi­
ğinde öğrenmişti. Overbeck'in açılış söylevinin başlığı "İncil'e Salt Tarih-

*
Bu isim muhtemelen biranın kalitesiyle ilgili eski bir şakadan türemiştir; muhtemelen
bir zamanlar orada bir arsenik madeni vardı.
1 54 NIETZSCHE

sel Yaklaşımın Kökeni ve Haklılığı Üzerine"ydi. İncil'e, inanan biri gibi


değil, tarihsel bir belgeyi inceleyen bir filolog gibi yaklaşıyordu. 1 873'te
kendisinin ve karısının artık kendilerini Hıristiyan kilisesine ait görme­
diklerini ilan etti -bu işe pek sevinen Nietzsche, "Günün birinde evimizin
[zehir kulübesi] adı kötüye çıkacak," 1 7 demişti neşeyle. Overbeck'in dini
inkarı herhangi bir Alman üniversitesinde kürsü sahibi olmasına engel­
di -meslek yaşamının geri kalanını Basel'de geçirdi- ama kimsenin onu
işten çıkarmaması Basel'in büyüklerinin hoşgörüsüne delil sayılabilir.
Overbeck ömrü boyunca Nietzsche'ye sadık kalan tek dostu oldu. Aynı
zamanda Nietzsche'nin hiç kavga etmediği tek dostuydu: "Dostluğumuz
hiç gölgelenmedi," diyordu Overbeck. Nietzsche ise şöyle diyordu:

Overbeck insanın dost olarak görmek isteyebileceği en ciddi, dürüst, sevilesi


bir kişilik, ayrıca bildiğim en sorunsuz insan ve araştırmacı. Aynı zamanda bağlantı
kurduğum tüm insanlarda görmek istediğim o radikal niteliğe sahip. 1s

Nietzsche 1 879'da sağlığının en kötü seyrettiği dönemde Overbeck'in


sadakatinin ve dostluğunun hayatını kurtardığını itiraf edecektir: "Haya­
tın ortasında bizim Overbeck "tarafından kuşatılmıştım" -yoksa diğer
eşlikçim beni karşılamak üzere kalkacaktı: Mors'. 1 9 İleride göreceğimiz
gibi, on yıl sonra Overbeck Nietzsche'nin gerçekten hayatını kurtarmıştır.

Kutsanmışlar Adası

Nietzsche görevlerini büyük bir gayretle yerine getirmesine rağ­


men, üniversite profesörü kabuğunun içinde hiç rahat değildi. Bir kere,
klasik filoloji konusunda çekinceleri vardı ve felsefenin ayartıcılığına
-Leipzig'den beri- giderek daha çok kapılıyordu. Ama felsefe kürsüsü­
ne başvurusu kabul edilseydi bile rahatsızlığı geçmeyecekti. Çünkü onu
asıl sıkan şey bireyselliğin baskısı, bir profesörden beklenenleri yerine
getirme zorunluluğuydu, akademik makinenin bir çarkı olmaktı. Sophie
Ritzschl'e gönderdiği bir mektupta, içi bulanarak, "tam bir Alman pro­
fesörü" oldum, (tebeşir) "tozu" içindeyim, "eğitimli bir köstebeğim'',
diyordu.20 1 870'in başında Rohde'ye asla "doğru düzgün bir filolog"
olamayacağından korktuğunu yazıyor, dostunun "bir çöl hayvanı gibi
Basel 155

özgür olarak" İtalya'da gezip durmasını kıskandığını belirtiyordu. ( Öte


yandan Rohde'nin de Nietzsche'nin kazandığı akademik başarıyı ve
mali güvencesini kıskandığı neredeyse kesindir.) En ağır gden şey, diye
devam eder Nietzsche, "daima insanlar karşısında öğretmen, filolog
rolünü oynamak zorunda olmam ve karşılaştığım herkese kendimi ka­
nıtlamamın gerekmesi" . Bu soylu meslekte "saldırgan bir şeyler var,"21
özgür bireyselliğin ifadesine yönelik bir saldırganlık var.
Ama Nietzsche aslında "eğitimli köstebek" hayatından düzenli ola­
rak kaçma şansına sahipti. Daima saatinde gelen trenle yaklaşık üç saatte
gidilen Tribschen denen yerde "paha biçilmez bir sığınak"22 keşfetmişti.
Tribschen denen yer Luzern'in merkezinden göl kıyısı boyunca yirmi
dakikada yürünebilen bir burundu. (Tolstoy buraya katlanamıyordu,
çünkü bugün olduğu gibi o gün de hep turistlerle kaynardı ve on doku­
zuncu yüzyılda bu turistlerin çoğu İngilizdi.) Bavyera Kralı Ludwig'in
verdiği parayla Wagner'in kocaman, kare şeklinde, dört katlı, on doku­
zuncu yüzyıl başından kalma bir konak ( bkz. Resim 1 1 ) kiraladığı yer
burasıydı. Parisli bir iç mimara da konağı rokoko tarzında döşettirmiş­
ti. Elizabeth'in zarifçe ifade ettiği gibi, gösterişsiz bir İsviçre konağında
"pembe saten ve minik aşk tanrıları "23 biraz rüküş kaçıyordu. Gölün
hemen yukarısındaki bir tepede bulunan konak, ineklerin ve koyunla­
rın otladığı, ağaçlarla dolu bir yeşil alanla çevriliydi. Luzern Gölü'nün
sularının ötesinde çok geniş bir manzara görülebiliyordu. Salonun pen­
cerelerinden görünen doğu tarafında 2.000 metre yüksekliğindeki Rigi,
güneydoğuda ise Bürgenstock'un üç doruğu görülüyordu. Güneybatı
istikametindeki Pilatus çoğu zaman bulutların ardına saklanmış oluyor­
du.24 (J. M. W. Turner'ın pek çok Rigi ve Pilatus resmi "romantiklik "
arayışındaki İngiliz turistlerin Luzern'i sevilen bir uğrak yapmasına yar­
dımcı oldu. )
Almanya'dan sürgün edilen Wagner 1 849'da İsviçre'ye v e 1 866'da
Tribschen'e taşınmıştı. 1 870'te müzikal güçlerinin zirvesindeydi, Die
Meistersinger ve Tristan und Isolde'nin yanı sıra Der Ring der Nibelun­
gen (Nibelung Yüzüğü) dörtlemesinin ilk iki operası Das Rheingold (Ren
Altını) ve Die Walküre'yi (Valkyrieler) tamamlamıştı ve Yüzük'ün (Der
Ring) üçüncü parçası olan Siegfried üzerine yoğun bir şekilde çalışıyor­
du. Tribschen'de başka her yerde olduğundan daha mutluydu. Aynı şey
Nietzsche için de geçerliydi. Hayatının sonunda, bozulmuş bir arkadaş-
NIETZSCHE

lığın acısını ve karşılıklı suçlamalarını düşünen Nietzsche, Tribschen'i


"kutsanmışların uzaktaki adası"25 olarak hatırlıyordu. ( Gerçi yarımada
olduğunu söylemek düz anlamda daha doğru olacaktır. )
Frau Baronin Cosima von Bülow d a ( bkz. Resim 12) Tribschen'de
Wagner'le birlikte yaşıyordu. 1 83 7'de ( Overbeck'le aynı yıl) doğan Co­
sima, Richard'dan yirmi dört yaş genç, Nietzsche'den ise sadece yedi
yaş büyüktü. Büyük piyanist-besteci Franz Liszt ile heybetli ama annelik
bakımından ihmalci Kontes Marie d'Agoult'un gayri meşru kızı olan
Cosima, Liszt'in gözde öğrencisi ve Wagner'in orkestra şefi Hans von
Bülow'un eski karısıydı. * Cosima'nın dört kızı Daniela, Blandine, Isol­
de ve Eva da Tribschen'de yaşıyordu; bunlardan ilk ikisinin babası von
Bülow, son ikisinin babası Wagner'di. Çoğunluğu Katolik olan Luzern­
lilerin bu skandal düzeyinde bohem çiftin aralarında yaşamalarına izin
vermesi, hoşgörülerinin düzeyi konusunda çok aydınlatıcıdır.
Wagner-Bülow bileşik ailesinin yanı sıra evde bir mürebbiye, bir hem­
şire, dört hizmetkar, iki köpek, birkaç kedi, bir erkek bir de dişi tavusku­
şu ( bunlar çok kavga ettikleri için Wotan ve Fricka adları verilmişti), Kral
Ludwig'in armağanı olan Grane adlı bir at (ayrıca "Valküre Atlısı"nda
[Ritt der Walküren] Brunhilde'nin atı olarak da bilinir), sayısız inek,
tavuk ve koyun vardı. Wagner muhtemelen evin rokoko tarzı dekoruna
uyum sağlamak için sıklıkla meşhur on yedinci yüzyıl Flaman ressam
takımını giyerdi -siyah kadife ceket, siyah saten pantolon, siyah ipek ço­
rapları vardı. Kocaman ve kenarları sarkık şapkasını bere gibi bir kula­
ğının üzerinden indiriyordu, dantelli keten gömleğinin üstünde de saten
kravatını kocaman bir düğümle bağlıyordu. Genellikle evde "yaratıcı­
dahinin, şaşkın-çocukların, gürültüyle dinlenen insanların, hayvana­
putataparlığın vs. her zamanki kargaşası oluyordu" .26
Wagner'in Leipzig'deki davetini kabul etmeye karar verdiğinde
Nietzsche henüz bir aydır Basel'deydi. 1 5 Mayıs 1 869'da yandan çark­
lıyla gölde yaptığı geziyi yarıda keserek Tribschen iskelesinde karaya
çıktı ve önceden haber vermeksizin Wagner'in konağına gitti. Bir süre

* Von Bülow 1 865'te Tristan'ın, 1 868'de Die Meistersinger'in ilk icrasında orkestra
şefiydi. 1875'te Boston'da Çaykovski'nin ilk piyano konçertosunun dünya prömiye­
rini yönetti. Cosima'nın 1 868'de ondan ayrılıp Wagner'e gitmesine içerlememiş ve
kin beslememiş görünüyor, çünkü meslek yaşamının sonuna kadar Brahms'ın yanı
sıra Wagner'in müziğinin savunucusu oldu.
Basel 1 57

evin dışında kararsızca dikilerek, içerdeki piyanoda tekrar tekrar çalı­


nan hüzünlü notaları dinledi -sonradan bu notaların Wagner'in o sırada
üzerinde çalıştığı Siegfried'in üçüncü sahnesinden olduğu anlaşılacak­
tı. Nihayet cesaretini topladı ve kapıyı çaldı, ama üstadın çalışmakta
olduğu ve kimsenin, Cosima'nın bile onu rahatsız etmemesi gerektiği
söylendi. Fakat iki gün sonraki Yedinci Pazartesi [Pentekost'un . erte­
si günü-e.] akşam yemeğine davet edildi.27 İkinci ziyaret çok başarılı
geçmiş olmalı, çünkü genç profesör 22 Mayıs'ta Wagner'in elli altıncı
doğum gününe de davet edildi. Dersleri yüzünden bu davete icabet ede­
medi, ama 5-7 Haziran'da, hafta sonunda tekrar Tribschen'e gitti ve
Cosima'nın Wagner'in ilk ve tek oğlu Siegfried'i doğurması sırasında
evdeydi. 6 Haziran'da gerçekleşen doğum, Richard 1 870 Ağustos'unda
nihayet Cosima'yla evlendiğinde resmileşti. Ondan sonra ne zaman is­
terse gelebileceği söylendi ve ilk ziyareti ile Wagner'in 1 872 baharında
Bayreuth'a hareket etmesi arasındaki üç yılda yirmi üç ziyaret gerçekleş­
tirdi. Ona ayrı bir yatak odası verildi, çocuklar yanına bırakıldı, fiilen
"aileden biri" muamelesi gördü. (Wagner bir keresinde kendisine bir şey
olursa Siegfried'e göz kulak olmasını istemişti. ) Nietzsche de kendini ai­
leden biri gibi hissediyor, kendisinden ve bütün Wagner ailesinden toplu
olarak bahsederken " biz Tribschenliler"28 diyordu.
Nietzsche, Siegfried'in doğumunda bulunduğu gibi, 1 870'teki Noel'de
Cosima'nın -ve elbette başka birinin- doğum gününde de oradaydı.
(Cosima 24-25 Aralık gecesi doğmuştu. ) Sabah saat yedi buçukta on
beş müzisyen ve Nietzsche'nin de içlerinde bulunduğu bütün aile evin
merdivenlerinde sessizce toplanmıştı. Sonra olanları Cosima günlüğüne
şöyle kaydeder:

Giderek artan bir müzik sesiyle uyandım. Artık bunun bir rüya olmadığını an­
lamıştım, gerçekten müzikti duyduğum, hem de ne müzik! Müzik devam ederken
Richard beş çocukla birden odaya girdi ve bana "senfonik doğum günü kutlamasının"
notalarını verdi. Gözyaşları içinde kalmıştım, ama bütün ev halkı aynı durumdaydı.29

O gün ilk kez icra edilen müzik aile içinde -Nietzsche önceki gün
Luzern'de yapılan gizli kıyafet provasına da katılmıştı- "Tribschen" ya
da "Merdiven İdili" olarak, dünyada ise "Siegfried İdili" (Siegfried-Idyll,
1 870) olarak bilinir. Sabahleyin Noel hediyeleri verildi. Nietzsche'ye
NIETZSCHE

Wagner'in " Beethoven " ( 1 870) denemesinin özel bir nüshasının yanı
sıra hayran olduğu bilinen Montaigne'in tüm eserlerinin olağanüstü bir
baskısı hediye edildi. O da Richard'a daha önce istediği bir şeyi, yani
Dürer'in "Şövalye, Ölüm ve Şeytan"ının (Ritter, Tod und Teufel, 1 5 1 3 )
bir baskısını ve Cosima'ya da "Tragedya Düşüncesinin Kökeni"nin,
yani Tragedyanın Doğuşu'na hazırlık denemesinin bir nüshasını hediye
etti. Öğlenden sonra başka bir özel konser oldu: Önce Siegfried İdili
tekrar çalındı, ardından bir Beethoven yedilisi ve son olarak da bir daha
Siegfried İdili geldi. Hepsi bitince de müzisyenler Zürih'teki evlerine
gönderildi.
***

Nietzsche daha önce Schopenhauer'a duyduğu yarı-dinsel hürmeti


Wagner'e de duyuyordu. Tribschen'e ilk ziyaretinden kısa süre sonra
Wagner'e şöyle yazdı:

Hayatımın en iyi ve yüce anları sizin adınızla birlikte mümkün oldu, benzer bir
hürmet duyduğum tek bir kişi daha var; o da manevi kardeşiniz Arthur Schopen­
hauer -evet, üstelik religione quadam (fazlaca inançlı) biri ... Kitlelerin soğuk sisin
içinde dikildiği ve donduğu bir zamanda bir dahinin ışığında ısınabilmek büyük bir
ayrıcalıktır.30

Mektup "en hakiki ve en derinden bağlı öğrenciniz ve hayranınız"


diye imzalanmıştır. Üç ay sonra von Gersdorff'a şunları yazmıştı:

Tam da Schopenhauer'ın "dahi" adını verdiği imgenin ta kendisini gözlerimin


önüne seren ve o harika yoğunluktaki felsefenin [Schopenhauer'ın] tesirine girmiş
birini buldum. Bu kişi Richard Wagner'den başkası değil. Basında ve müzik akade­
misyenlerinin yazılarında vs. onun hakkında okuduğun yargıların hiçbirine inanma­
malısın. Kimse onu tanımıyor ve kimse onu yargılama yetisine sahip değil, çünkü
bütün dünya ondan farklı zeminde duruyor ve onun atmosferinde rahat edemiyor.
Onun içinde öyle bir taviz vermez idealizm, öyle bir derin ve dokunaklı bir insanlık,
öyle asil amaçlar var ki yanında olduğumda kendimi ilahiliğe yakın hissediyorum.31

1 8 70 Mayıs'ının sonunda, arkadaşını üç yıldır görmemiş olan Roh­


de, Basel'e geldi ve elbette ki Tribschen'e götürüldü. Nietzsche bu ziya­
retin ardından Cosima'ya şunları yazmıştı:
Basel 1 59

Rohde "uzaklara yaptığı" o n beş aylık yolculuğunun [Tribschen'de] e n yüksek


noktaya ulaştığını itiraf etti: Bütünsel varlığa karşı hayranlık ve hürmetle dolmuştu
ki hissettiği şeyde biraz dinsel yönler de vardı. Atinalıların Sophokles ve Aiskhylos
için sunaklar yapmalarını, Sophokles evinde konuk olarak tanrıları ağırladığı için ona
"Oeksion" [tanrıları ağırlayan] gibi bir kahraman ismi vermelerini anlayabiliyorum.
Dahinin evinde tanrıların mevcudiyeti, bahsettiğim dini atmosferi uyandıran şeydir.32

Nietzsche Tribschen'i ilk ziyaretinden kısa süre sonra Wagner'e "üs­


tat" demeye başladı. Artık kendi kariyerini de onun arkasından gitmek­
te görüyordu: Birden fazla kez işinden izin almayı, hatta işini bırakmayı
teklif etti, böylece sırf Wagner'in operaları sahnelensin diye Bayreuth'ta
özel tasarlanmış bir opera binası inşa etmek gibi inanılmaz derecede id­
dialı bir projeye kendini tam zamanlı olarak adayabilecekti. Wagner'in
bu tekliflere ilgi göstermemesinin sebebi, Wagner kendi müzikli dram­
larını Yunan tragedyasının yeniden doğuşu olarak gördüğünden, Nietz­
sche'nin bu yeniden doğuşun gerçekliğini doğrulayabilecek saygın bir
Yunanca profesörü olarak ona daha faydalı olmasıydı.
Nietzsche kendini Wagner güneşinin çevresinde dönen bir uydu ola­
rak gördüğünden, kendisine daha yakın yaştaki diğer uydu Cosima'yla
bol sohbetli ve yakın bir ilişki geliştirmesi şaşırtıcı değildir. (Sohbetleri
zaman zaman Yahudi karşıtı bir tona bürünüyor, Cosima'nın sert Yahu­
di karşıtlığına Nietzsche de aynı telden cevap veriyordu. ) Bu samimiyet
Nietzsche'yi her zamanki imkansız aşk alışkanlığına yöneltti. Bu sefer­
ki aşkını hayatı boyunca kalbinde taşıyacaktı. Delirmeye başladığında
Cosima'nın gerçek aşkı, "Ariadne"si olduğunu söyleyecek, kendisine
"Dionysos" diyecek ve onun Wagner'le ilişkisinin "zina niteliğinde" ol­
duğunu ima edecekti.
Nietzsche Şen Bilim' de cinsiyetler arası ilişkilere dair anlayışının genel
hatlarını verir. Ona göre kadınlar erkeğin " bir işlevi" olmaktan hakiki
bir tatmin duyar, "fazladan bir kuvvet ve haz" hissederler.33 (Wagner'le
ilişkisinde tam da böyle bir "efemine" rol benimsediğinden belki de bi­
linçsiz olarak kişisel deneyiminden yola çıkıyordu.) Örneğin bunu erke­
ğin "sosyalliği" haline gelerek yaparlar, diye devam eder. Bu anlatılanlar
Cosima'nın Wagner'le ilişkisini eksiksiz tarif eder -zaten büyük ihtimal­
le bu ilişkinin gözlemlenmesine dayanıyordu. Wagner daha Nietzsche'ye
bir mektup yazmadan o on mektup yazıyor, Wagner'in mektupları ge-
1 60 NIETZSCHE

nellikle kısa, hatta telgraf türündeyken, Cosima'nın "Sevgili, Aziz Profe­


sör Nietzsche"sine yazdığı mektuplar çoğunlukla beş-altı sayfa oluyor­
du. Ayrıca Nietzsche de "işlevsellik" rolünü benimsediğinden, Cosima
hiç tereddütsüz ona bir sürü iş veriyordu. Mesela Richard'ın amcasının
kayıp bir resmini aramakla görevlendirilmişti, bir de Luzern'de bulu­
namayacak şeyler için (Richard için ipek iç çamaşırları, çocuklar için
kuklalar ve bir kukla tiyatrosu) sık sık Basel'den alışveriş yapması iste­
niyordu. Ama Elizabeth'e bakılırsa Nietzsche üniversitedeki muazzam iş
yüküne rağmen bu görevlerin hepsini hevesle ve en ufak ayrıntıyı atla­
madan yerine getiriyordu. Kendi çocukluğundan kalma kukla tiyatrosu
uzmanlığına dayanarak dükkancıya kukla şeytanın yeterince kara ol­
mamasından ve kralın yeterince gerçek olmamasından yakınmıştı. Tüm
bu işlerin üstüne Wagner bir de Kral Ludwig'in ricasıyla kaleme aldığı
otobiyografisi Mein Leben'in (Hayatım) basılmasını denetleme gibi bir
angaryayı da Nietzsche'nin omuzlarına yüklemişti.
Wagnerler genç profesör hakkında ne düşünüyorlardı? Onun ente­
lektüel parlaklığından şüphe etmedikleri açık, akşamları yaptıkları üçlü
kültür, sanat ve felsefe tartışmalarında Yunancayla ilgili tüm meseleler­
de ona mutlak bir güven duyuyorlardı -Wagner neredeyse hiç Yunanca
okuyamıyordu. Ayrıca onun aileden biri olmasını da hem seviyor hem
de faydalı buluyorlardı.
Öte yandan Nietzsche'nin gönlünün ve özkimliğinin yakın olduğu
şeye, yani onun bestelerine pek değer vermiyorlardı. 1 871 Noeli'ni de
Tribschen'de geçirmesi için davet edilen Nietzsche Ôğretim Kurumları­
mızın Geleceği Üzerine (2010; Gedanken über die Zukunft unserer Bil­
dungsanstalten) adlı ders dizisi üzerinde çalışması gerektiği bahanesiyle
gitmedi. Ama asıl sebep başkaydı: Wagner'in bir yıl önceki doğum günü
hediyesi olan Siegfried İdili'nin ruhunu yakalama isteğiyle dört elle çalı­
nacak bir piyano bestesi olan "Yeni Yıl Arifesi Anıları"nın ( bu kitabın
web sitesinde 13. Parça olan "Yeni Yıl Arifesi" temasının genişletilmi­
şidir) notalarını Noel ağacının altına bırakmıştı. Cosima ve Nietzsche
çoğunlukla birlikte çalardı, ama onun yokluğunda piyanodaki yerini
Hans Richter"" aldı. Parça çalınırken bir hizmetkar "kulağa pek iyi gel-

"" Richter 1876'da Yüzük'ün (Der Ring) ilk tam icrasını yönetti, daha sonra da önce
Halle Orkestrası'nın, sonra da İngiltere'deki Londra Senfoni Orkestrası'nın şefliğini
yaptı ve orada orkestra hazırlıklarının daha önce eşi görülmemiş ölçüde kapsamlı
Basel 161

mediğini" söyledi, bunun üzerine kendi düşüncelerinin dillendirildiğini


duyan Cosima kıkırdamaya başladı. Wagner odayı terk etti, ama ilk baş­
ta zannettikleri gibi öfkeden değil kendi kıkırtısının duyulmaması için
çıkmıştı.34 (Yine de, Nietzsche'yi savunmak adına Liszt'in de, Richard
Strauss'un da onun besteciliğini çok kötü bulmadığını belirtmeliyiz.)

Bir İdilin Sonu

Nietzsche ömrü boyunca hiçbir yerde kendini Tribschen'deki kadar


evinde hissetmedi. Richard Wagner'in maneviyatı-güçlü, sıcak, komik,
kusurlu, coşup taşan ve ezici dehasında tapınabileceği bir baba figü­
rü bulmuştu. Sonraki bölümde göreceğimiz üzere Wagner Tragedyanın
Doğuşu üzerinde derin bir tesir yaratmıştı ve Nietzsche'nin entelektüel
anlamda babası sayılabilirdi. Fakat aynı zamanda kişisel ve duygusal
bakımdan da bir babaydı, örneğin von Gersdorff'a uyarak kısa süreli­
ğine benimsediği vejetaryenliği bırakmaya onu ikna etmişti. Cosima'da
ise Nietzsche bir anne, hayallerindeki bir aşık, sırdaş ve dost bulmuş,
onu kadınlığın heybetli bir ideali olarak görebilmişti. ( Kartal burunlu
Cosima gerçekten heybetliydi, boyu biraz kısa olan Wagner'e tepeden
bakıyordu -çiftin fotoğraflarında (mesela Resim 12) Cosima hep otu­
rarak poz veriyordu- boyu pek uzun olmayan Nietzsche'ye de tepeden
bakıyordu. ) Ayrıca toplu olarak Wagnerlerde Nietzsche yüksek Avrupa
kültürü havasını soluyan bir aile bulmuştu. Üstelik bu aile öz ailesinin
tersine küçük burjuva ahlakçılığının boğucu kısıtlamalarından da uzak­
tı. Bir mektupta durumu şöyle anlatır: "Wagner'in konağında ... sihir­
li bir göl ve dağ inzivasında Pilatus'un eteklerinin dibinde, son derece
heyecan verici sohbetler ederek birlikte yaşıyoruz, sevgi dolu bir aile
oluşturuyoruz ve bilinen sosyal saçmalıklardan alabildiğine uzağız. " 35
Sohbetlere heyecan katan şey Tribschen'in dünya-tarihinin ekseni ola­
cağı duygusu, Bayreuth projesinin Almanya için, Avrupa kültürü için ve
belki de bir bütün olarak insanlık için yeni bir başlangıç olacağı düşün-

olmasını sağladı. Sonraki yıllarda Edward Elgar'ın müziğinin tutkulu bir destekçisi
oldu. Orkestra şefi olarak yaklaşımı değişken olmaktan ziyade anıtsaldı, büyük eser­
lerin anlatımcı ayrıntılarından ziyade genel yapıya odaklanıyordu; Nietzsche'nin de
bu üslubu şiddetle desteklediğini göreceğiz.
1 62 NIETZSCHE

cesiydi. 1 870 Temmuz'unda ve 1 871 baharında Tribschen'i ziyaret eden


Elizabeth oradaki atmosfere dair bir kayıt bırakmıştır:

Orada geçirdiğim son akşamı hala hatırlıyorum. Güneş daha yeni batıyordu,
ama kocaman ve pırıltılı ay çoktan Titlis Dağı'nın* karla kaplı aydınlık yamaçları­
nın üstünde yükselmişti. Günışığı giderek solup yeryüzünü ayın donuk aydınlığına
teslim ederken, göl ve resim gibi duran dağlar giderek daha nefis, daha saydam gö­
rünürken ... canlı sohbetimiz yavaş yavaş sönükleşti ve hepimiz sessizce hayallere
daldık. Dördümüz (aslında beş) gölün yakınındaki sözde Rauberweg [haydut yolu]
boyunca yürüyorduk. En önde Frau Cosima ve ağabeyim gidiyordu -Frau Cosima
pembe kaşmir bir elbise giymişti, geniş devrik yakası gerçek danteldendi ve elbisenin
kenarına kadar iniyordu; koluna pembe güllerle süslü büyük bir Toskana şapkası tak­
mıştı, arkasından da "Russ" adındaki dimdik, ağır ve devasa bir kömür karası Ternöv
köpeği gidiyordu. Onların ardında ben ve Wagner yürüyorduk -Wagner Flaman bir
ressam gibi giyinmişti ... Ağaçların arasından sızan ışık huzmelerinin sırayla bizleri
aydınlatmasını, pırıltılı gölün ötesine bakarak hiç konuşmadan yürüyüşümüz daha
dünmüş gibi gözümün önünde. Küçük dalgalar kıyıya çarparken çıkan hafif mırıltıyı
duyabiliyorduk.36

Ama bu büyülü hava uzun sürmedi. 1 870'in ortalarından itibaren


Wagner Bayreuth'a taşınma gereğinden bahsetmeye başladı. İdeal dün­
yasının çökmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalan Nietzsche 1 9 Haziran'da
Cosima'ya gönderdiği mektupta, taşınırlarsa üniversiteden birkaç yıl
izin alacağını ve kendisinin de Bayreuth'a taşınarak kendini tamamen
Wagner'in projesine adayacağını yazıyordu.37 İki gün sonra ayak bileğini
incitti ve iki hafta yataktan kalkamadı -hastalığı, Curt Janz'ın gözlemle­
diği gibi,38 psikolojik travmaya verdiği her zamanki tepkilerden biriydi.
Wagner nihayet 22 Mayıs 1 872'de Tribschen'den ayrıldı. Nietzsche
Mayıs'ın 25'inde oraya vardığında Cosima'yı, çocukları ve hizmetkarları
buldu yalnızca. Cosima da "kutsanmışların adasını" terk ettiği için onun
kadar üzgündü, bu yüzden Nietzsche piyano çalarak onu neşelendirme­
ye çalıştı. Rohde'ye şöyle yazıyordu. "Tribschen bitti artık. Birkaç gün
-melankolik günlerdi- orada kaldım, adeta harabelerin arasında dola­
şıyordum."39 Von Gersdorff'a gönderdiği mektupta ise şöyle diyordu:

.. 3.020 metre yüksekliğindeki hu dağ (bugünkü) Luzern'e trenle 30 dakika mesafededir.


Basel

Geçen Cumartesi Tribschen'e üzüntülü ve derinden yaralanmış bir ruh haliyle


veda ettik. Artık Tribschen yok: Adeta kalıntıların arasında dolanıp durduk, üzüntü
hissi her yeri dolduruyordu; havayı, bulutları. Köpek de bir şey yemedi. Hizmetkar
ailelerinden birilerine seslendiğinizde hıçkıra hıçkıra ağladıklarını fark ediyordunuz.
El yazmalarını , mektupları ve kitapları paketledik -ah ne perişandık! Tribschen yakı­
nında geçirdiğim bu üç yıl, 23 kez ziyaret ettiğim bu yer -bana neler ifade ediyordu!
Bu yıllar olmasa ben ne olurdum! En azından Tribschen dünyasını kitabımda [ Tra­
gedyanın Doğuşu] taşa kazımış olmaktan mutluyum.40

Wagnerlerin gidişi Nietzsche'yi adeta kimsesiz bırakmıştı. Büyük


"efsuncuya " karşı yazdığı yüzlerce sayfa polemiğe rağmen, hayatının
sonunda, yani Ecce Homo'da Tribschen hala büyülü bir düş olarak
kalmıştır:

... Hepsinin ötesinde beni en derinden, en içten dinlendiren şey ... hiç şüphesiz
Richard Wagner'le yakından düşüp kalkmam olmuştur, insanlarla kurduğum öbür
ilişkilere metelik vermiyorum; ama Tribschen'de geçirdiğim günleri, o karşılıklı güven,
sevinç, yüce rastlantılar ve derin anlarla dolu günleri her ne pahasına olursa olsun
yaşamımdan silmek istemem ... Başkaları Wagner'le neler yaşamıştır, bilmem; bizim
göğümüzden bir tek bulut bile geçmedi.4 1

Nietzsche'nin kanı Bayreuth'a hiçbir zaman ısınmadı. Wagner'in


oradaki büyük evi Wahnfried -kabaca, "dünyanın çılgınca kuruntula­
rından huzurlu bir kaçış mekanı " (bkz. Resim 14)- olarak bilinse de,
Nietzsche orayı fazlasıyla çılgınca buluyordu. Wagner'in davasında dört
yıl daha -şüphesi giderek artarken, " üstatla" sürtüşme anları çoğalır­
ken- askerlik yapmasına rağmen, eski görkemli samimiyeti bir daha
hiç yakalayamadılar. Nietzsche'nin Tribschen'den Bayreuth'a taşınma
meselesini duygusal bakımdan ihanet olarak, babanın ikinci "terk edi­
şi" olarak deneyimlediği sonucuna varmamak güçtür. 1 874'te Rigi'ye
yaptığı yaya seyahatlerden dönerken Tribschen'i birkaç kez ziyaret etti.
" Çok, çok özlemişim," diye yazıyordu Rohde'ye. Kendini "mirastan
tamamen 'mahrum edilmiş"' hissediyordu.42 Wagnerler Tribschen'de
kalsaydı, İnsanca, Pek İnsanca, Wagner Olayı ve Nietzsche Wagner'e
Karşı, hatta Nietzsche'nin olgunluk dönemi felsefi eserlerinin geri kalanı
hiçbir zaman yazılmayabilirdi.
7. Bölüm

Richard Wagner ve
Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu

• • nceki bölümde gördüğümüz gibi, Nietzsche üç yıl boyunca ora­


O daki herkes tarafından Tribschen hanesinin bir ferdi sayılmış­
tı. Tribschen duygusal sıcaklık ve yüce müziğin yanı sıra ona Arthur
Schopenhauer'ın ruhunun egemen olduğu son derece canlandırıcı bir
felsefe ortamı da sunmuştu. Wagner ve Nietzsche'nin bu "müthiş de­
rinlikteki felsefeye" l aynı ölçüde bağlı olduğunu da gördük. Nietzsche
incelemelerini ve söylev metinlerini tartışma ve değerlendirme amacıyla
Wagnerlere göndermiş ve tartışmaları sayesinde kendiliğinden çözülen
"pek çok salt bilimsel problem" için Wagner'e teşekkür etmişti.2 Wag­
ner de " Beethoven" denemesini tamamlayınca Nietzsche'ye göndermiş,
Nietzsche de ona cevabında şöyle demişti: "Buradaki yazıdan müzik
felsefenizi, yani müziğin felsefesini öğrenmemin bu yaz 'Dionysosçu
Dünya Görüşü'3 başlığıyla kaleme aldığım denemeye -Nietzsche'nin
ilk kitabındaki merkezi temaların hazırlık niteliğinde gün ışığına çıktığı
metin- büyük katkıları olduğunu açıkça belirtmek isterim. " Daha önce
dikkat çekildiği üzere Cosima da salt bir seyirci değil, Tribschen'deki
entelektüel hayatın aktif bir katılımcısıydı. İyi eğitim görmüş ve zeki bir
kadın olan Cosima sıklıkla felsefi çalışmalarına dair soru salvolarıyla
Nietzsche'yi bombardımana tutuyordu. Nietzsche 1 872'de Yunanların
Trajik Felsefe Çağında Yazılmamış Beş Kitap İçin Beş Ônsöz'ü (2003,
201 1 ; Fünf Vorreden Zu Fünf Ungeschriebenen Büchern Die Philosop­
hie Im Tragischen Zeitalter Der Griechen) ona adarken, "derin saygı­
larımla ve gerek doğrudan sorduğu gerekse sohbetten doğan sorulara
cevaben," diyordu.4
Tragedyanın Doğuşu bu duygusal ve entelektüel yakınlığın ürünüy­
dü. Kitabın Önsöz'ünde eser Wagner'e ithaf edilir, onunla " sohbetin"
1 66 NIETZSCHE

bir devamı olarak tanımlanır ve bu sohbetin asla başka bir kimseyle


yapılamayacağına dikkat çekilir. Bu " sohbeti" mümkün kılan şey dahi
bir besteci, orkestra şefi ve şair olan Wagner'in aynı zamanda gelişmiş ve
seçkin bir dünya görüşüne sahip ciddi bir entelektüel olmasıdır. Nietz­
sche akademisyenleri ve meraklıları neredeyse hep Nietzsche'nin bu
dünya görüşüne borcunu inkar etmeye çalışrnışlardır,5 zira nahoşluğu
su götürmez şu iki durumdan dolayı rahatsızdırlar: Yahudi karşıtlığı ve
daha sonra da Alman şovenizmi. Fakat bu etkiyi inkar etmenin anlamı
yoktur: Nietzsche'nin bu kitabını gerçekten anlamak için, defterlerinde
tanımladığı "Bayreuth ufkunu"6 anlamak gerekir. Eserin içinde geliştiği
bu ufuk, dünyaya bakışında çağdaş bir yorumcunun ifadesiyle, taktığı
bu "Wagner gözlükleri"? anlaşılmak zorundadır.

Wagnerci Dünya Görüşü

Wagner'in felsefi düşüncesi birbiriyle bağlantılı dört başlığa odakla­


nır: toplum, siyaset, sanat ve din. İlk önce "toplurn"u, yani Wagner'in
Kulturkritik'ini, Batı modernliğinin kültürel durumunun eleştirisini ele
alalım. Bu eleştiri iki şeye odaklanır: birincisi Hıristiyanlık, ikincisi de
sanayileşme ve bürokratikleşrnenin etkileridir.
Wagner kendi zamanındaki pek çok eğitimli kişi için Hıristiyanlığın
artık inandırıcı olmadığının farkındaydı. Gelgelelirn, Hıristiyanlığın
kötü bir miras bıraktığını öne sürüyordu. Yunanlar mutluluğu normal
bir insanlık durumu olarak kavrarken, Hıristiyan dünya görüşü bizi "iğ­
renç bir zindanda" yaşamaya mahkum eder.B Hıristiyanlık bize dünyevi
olan her şeyden nefret etmeyi öğretir -aynı zamanda evrensel kardeşçe
sevgiyi öğütlediği için kendisiyle çelişir.9 Fakat İsa'nın yaptığı bu değildi.
Bu Celileli marangozun kendisi bir tür devrimci sosyalistti, öğütlediği
evrensel sevgiyi gerçekten hayata geçiren, işçi sınıfından bir adamdı. Bu
dünyayı küçümsemeye yol açan öbür-dünyalı metafiziği icat eden İsa
değil Roma Kilisesi'ydi (Nietzsche'nin sonraki eserinde başlıca temalar­
dan biri budur). 1 0 Dernek ki genellikle Hıristiyanlık yıkıcı bir kuvvetti
ve bize kendini değersiz görmeyi miras bırakmıştı.
Üstelik modern ekonomik hayatın gayri insani karakteri için de or­
tam hazırlamıştı. İnsan değersiz bir varlıksa, ona modern sanayileşmiş
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu

toplumun yaptığı gibi "salt mekanizmanın buhar gücü" muamelesi yap­


mamak için hiçbir sebep yoktu . 1 1 Yani modem toplumda çalışma bitap
düşürücü, insanlıktan çıkarıcı bir "eziyete" dönüşmüştü. İnsanlar maki­
nenin köleleri olmuş, hatta kendileri makineleşmişlerdi.12
Bunun insan refahına korkunç bir etkisi olmuştu. Kitleler salt maki­
ne parçalan olmak üzere eğitildiğinden ve her halükarda çalışmaktan
bitkin düştüğünden, verilen dinlenme anlarında ucuz, düşünce içerme­
yen hazların tadına varabiliyordu ancak. Fakat ucuz tüketimcilik sü­
rekli daha az haz verdiğinden, modernliğin en çok öne çıkan ruh hali
sıkıntıydı. Tüketim toplumunda insanlar "haz alırken ölümüne sıkılı­
yordu" . 1 3 Wagner'in Yahudi karşıtlığı kısmen Yahudilerin tüketimcilik
yarattığını ve bu tüketimciliğe kendilerini kaptırdıklarını düşünmesine
dayanır; gerçi sonraki yazılarında bu kez parmağını Fransızlara uzatır:
Modernliği kuşatan şey "Fransız materyalizmidir" .
Modern toplumun yozlaşmasının sanat üzerinde özellikle zararlı bir
etkisi vardır. Sanat eserinin mekanik çoğaltımı ve dolayısıyla beğeninin
"demokratikleşmesi" , aramızdaki en adi kimselerin bile şöminesinin
üzerine en soylu türden sanat eserleri asabileceği anlamına gelir14 -bu
da büyük sanata hürmet etme yetimizi köreltir. Bir başka deyişle, gelişi­
güzel aşinalık horgörüyü besler. Müzik ve tiyatroya gelince, çalışmaktan
bitkin düşmüş dinleyiciler "kafa dağıtmak ve eğlenmek" ister, zaten an­
cak bunu yapabilir. Sonuçta modernlik artık -Yunanların gururu olan­
Gesamtkunstwerk, yani "kolektif sanat eseri" üretemez. Her sanat bi­
çiminin toplam sanat eserindeki hayati rolünü oynamak üzere bir araya
geldiği Yunan tragedyasının aksine, sanatlar artık esasen ayndır, her biri
özel bir hazza yönelik-talebi karşılama peşindedir. Bu yüzden opera,
özellikle de Fransız ve İtalyan operası sadece müzikle ilgilenen -kolay
dinlenen müzikle ilgilenen- bir dinleyici kitlesinin nazını çeker. Olay­
lar şaka gibidir, büyük aryalar arasında uzun ve sıkıcı konuşmalar olur,
nihayet arya başladığında "altı tekrar". ,, talep edilir -böylece dramatik
devamlılık ihtimali ortadan kaldırılır ve "önemsiz duyguların kaosu"
haline indirgenir.1 5
Wagner modern hayatın edebi yönüne dönerek bir "kağıt" kültürün­
de yaşadığımız tespitini yapar. Hepimiz " bilgimaniden" mustaribiz, yani

*
Dinleyici ya da izleyicinin isteğine yanıt olarak sunulan ek performanslar-r.n.
168 NIETZSCHE

(Wagner'in değil, benim ifademle) "bilgi-haber yüklenmesi" yaşıyoruz.


Demek ki çağımızın niteliği esasen "eleştirel"dir; yaratıcılığı boğan bir
eleştirellik söz konusudur. " Kültürel tarihin" ağırlığı altında eziliriz, " her
şeyin daha önce yapıldığı" hissinden kurtulamayız ve geçmiş sanatsal
tarzları yeniden birleştirme noktasına indirgeniriz.16 (Buna Wagner'in
"postmodern nihilizme" öncülük etmesi olarak da bakabiliriz. )
Wagner'in son büyük modernlik eleştirisi sosyal atomlaşmayla ilgi­
lidir. Geçmişte ortak amacın yoldaşlığı sayesinde bir araya gelmemize
rağmen ( burada aklında Die Meistersinger'de kutsadığı dünya, ortaçağ
katedralini üretmek için birlikte çalışan sanatçıların ve zanaatkarların
dünyası vardır), modern toplum "mutlak bencilliğin" toplumudur. Her­
kes kendi bencilce hedeflerine ulaşmaya çalışır ve tek tutarlı güç dev­
lettir. Ama modern, bürokratik -formaliteci- devlet sınırsız bencillik­
ten bile daha kötüdür. Dini dogma ve basının da yardımıyla bireylere,
"şöyle düşüneceksiniz, başka türlü düşünemezsiniz" der, habis askeri
amaçlarına ulaşmak için zihinlerini kontrol ederek onları robot benzeri
aygıtlara dönüştürür.
***

Müşkül halimizin b u kadar teşhisi yeter, b u halin çaresi nedir peki ?


Anahtar Antik Yunan'dır, her şeyden önce de Yunan tragedyasıdır.
Wagner hemen ekler: "iğreti bir Yunan sanat tarzı" yoluyla Yunan'ın
kölece canlandırılmasını (Yunan tapınağı kılığına sokulmuş bir Viktor­
ya bankası) istemiyoruz. Antik Yunan dönemine hayransak, geçmişin
fosilleşmiş bir yadigarı olarak değil, çağdaş bir gerçeklik olarak onu
yeniden yaratmalıyız. Ayrıca Helenlerin her şeyine hayran olacak de­
ğiliz -özellikle de Yunan ekonomik yaşamının temelindeki "onur kırıcı
kölelik boyunduruğuna" . Ana amaç tam olarak modern toplumdaki
yarı köleliğin, "evrensel gündelikçilikteki hastalıklı para ruhunun" ye­
rine "kuvvetli" ve özgür bir insanlığı " geçirmektir. 1 7 Gelgelelim, benim
hayal ettiğim şekliyle, tiyatro ile halk arasındaki ideal ilişkinin tipik
modelini" Atina tiyatrosunda görmekteyiz, der Wagner. 1 8 Peki, nasıl?
Wagner'e göre Yunan tragedyası neydi ve onu günümüzün hasta tiyat­
rosundan ayıran neydi?
***

Her şeyden önce, Yunan tragedyası "eğlence" değildi. Başlı başına


bir olaydı.
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu 1 69

Sadece özel, kutsal şenlik günlerinde, sanat beğenisinin dini ayin duygusuyla bir­
leştiği anlarda sahneleniyordu. Devletin en tanınmış şahsiyetleri bizzat şairler ve icracı­
lar olarak rol alıyor, toplanmış olan kır ve kent kalabalığının önüne rahipler gibi çıkıyor­
lardı. Bu kalabalık, sergilenen sanat eserinin ululuğuna dair öyle yüksek beklentilerle
doluydu ki bir Sophokles ya da Aiskhylos, Vo/k'un (halk) önünde tüm şiirlerin en derin
anlamlılarını sahneliyor ve anlaşılacağından da en ufak bir kuşku duymuyorlardı. 1 9

İkincisi, tragedya "kolektif [ Gesamt] bir sanat eseriydi [ kunstwerk] " .


İki anlamda derleyici ya d a toplayıcıydı. Birincisi ve e n bariz olanı, sa­
natları derliyordu, özellikle sözler ile müziği tek bir sanat eseri halinde
bir araya getiriyordu. (Müziğin kayıp olması yüzünden Aiskhylos ya
da Sophokles'in salt edebi eserler verdiğini sanabiliyoruz, fakat Nietz­
sche'nin defterlerinde belirttiği kadarıyla böyle düşünmek, Tannhauser'i
sadece sözlerden ibaret sanmakla birdir.)20 İkincisi, bütün cemaati bir
araya getiriyor, böylece cemaatlik yaratıp onu koruyordu. Parçalanmış
modernliğin aksine Antik Yunan'da:

Tüm bölünmeler... kuwetlerin tüm dağılışı, bu bir noktada yoğunlaşıyordu ...


öğelerin farklı kanallara dağılması bu eşsiz ve soylu sanat eserine, benzer şekilde
oluşmuş devlete verdiği gibi zarar verirdi; bu yüzden olgunlaşabilirdi ama doğasını
asla değiştiremezdi. Dolayısıyla, sanat muhafazakardı. .. 21

Sanatların " bir araya getirilmesinin" cemaatin "bir araya getirilmesi­


nin" koşulu olarak sunulduğuna dikkat edelim. Sanat eseri ancak sanat­
ları bir araya getirdiği zaman cemaati bir araya getirebilirdi. Sanatları
bir araya getiremeyen bir eser, dinleyenlerin tekil sanatlara yönelmiş­
dinleyiciler olarak dağılmasını getirirdi. Wagner'e göre sanatların parça­
lanması cemaatin parçalanması demekti -çağdaş toplumda farklı müzik
türlerinin farklı, birbirini dışlayan alt-kültürlerin özdeşleştiği " simgeler"
olarak iş görmesi bu tezi bir ölçüde desteklemektedir.
Gesamtkunstwerk (kolektif sanat eseri) cemaati nasıl bir araya geti­
rir -yaratıp korur? (Yunan tragedyası "tiyatro ile halk arasındaki ideal
ilişkinin ... modeli" olduğuna göre, Wagner'in Yunan sanat eserini tarif
ederken "geleceğin sanat eserini" , yani kendi müzik dramalarının he­
defindeki modeli de tanımladığına dikkat etmek gerek.) Salt ortak bi­
yolojik ataların ötesine uzanan birlik ve cemaat, ancak dinin ve mitin
serpildiği yerde serpilebilir, der Wagner. "Helen ırkları,"
1 70 NIETZSCHE

dini şenliklerde ortak atalarının ortak anmalarını gerçekleştirmiş [ve böylece Yu­
nan olmuş], yani kendilerini de parçası hissettikleri tek bir ortak bütünü ifade eden
tanrı ya da kahramanın şanı ve sevgisiyle ... kendi ulusal geleneklerini sanatlarında
cisimleştirmişlerdir, bunun en doğrudan yapıldığı sanat da dört başı mamur bir sanat
eseri olan tragedyadır. 22

Bir başka deyişle tragedya dini bir eylemdir, " ulusal geleneğin" -hal­
kın ethosunun .. , doğru yaşama anlayışının- mit biçiminde dile getirilme­
sidir. Nitekim tapınaktaki ayinler ruhsuz toplanmalara dönüştüğünde
(on dokuzuncu yüzyılda Kilise'nin gerileyişine yansıdığı haliyle), dinin,
"dinsel-toplumsal toplanma"nın özünün dile geldiği yer amfitiyatro ol­
muştur.23 "Kusursuz sanat eseri " olan Yunan tragedyası,

Yunan doğasında ifade edilebilecek her şeyin soyutluğu ve simgesi haline gel­
miştir. Bu sanat eserinde yansıtılan şey ulusun kendisidir -kendi tarihiyle yakın bağ­
lantısıdır. Ulus kendi doğasıyla bütünleşir ve birkaç saatliğine kendi soylu özüyle
gözlerine ziyafet çeker.24

Yunan tragedyasının bunu yapabilmesinin sebebi içeriğinin mit ol­


ması, mitin de "şeylerin doğasındaki ortak görünümün", "doğa ... insan
ve ahlak" görünümünün berraklaşması ve "yoğunlaşması" anlamına
gelmesidir.25 Bir başka deyişle, mitlerde (ister Yunan mitleri olsun, ister
Wagner'in kendi müzikli dramlarındaki Nordik kökenli mitler olsun)
olan ve olması gerekenin esas yasaları cisimleşmiştir: İnsanlar tanrı ol­
madıklarını bilmelidir (Oidipus'un kaderine bakın), iktidarın yozlaştır­
dığını görmelidir -Wotan'ın Nibelung yüzüğünü ararken uğradığı yıkı­
ma bakın. Yani Yunan tragedyası esasen didaktikti ( Brecht'in Yunanlar
gibi hem maske hem müzik kullanarak yeniden yakalamaya çalıştığı
nitelik budur) .
Sanat eserinde mevcudiyet bulan şey Volk'un [halk] özü olduğundan,
bir anlamda eserin "yaratıcısı" şu ya da bu bireyden ziyade halkın ta

.. Sanatta ahlaki değerleri öne çıkaran betimleme ve inandırma yöntemi. Sanatçı, hedef
kitlesine hem sanatının hem de kendisinin doğru, adil, tarafsız, güvenilir olduğunu
belirtmek istediğinde bu yönteme başvurur. "Ethos" kavramı, duygusallık uyandır­
ma anlamına gelen "pathos" ile mantıklı olma anlamına gelen "logos"un da içinde
yer aldığı üç temel sanatsallık ölçütünden biridir-r.n.
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu 171

kendisidir. Bireysel oyun yazımı ortak ethosun berrak bir şekilde dile
getirilmesinden ibarettir. Ortak sanat eseri " Volk 'un ruhundan ... yani
ortak ruhtan ilham aldığı sürece" gelişmiştir. Dördüncü yüzyıl Yuna­
nistan'ında estetik "bencillik" başını kaldırdığında "halkın sanat eseri
ortadan kalkmıştır" .26
Wagner'in tasavvurundaki cemaat ya da Volk'a, tek-kültürlü toplum
adını verebiliriz; böyle bir toplumda alt düzeyde kaç çeşit yaşam tarzı
olursa olsun, herkes temelde tek bir iyi yaşama anlayışı, yani devletin
dayattığı değerlerden bağımsız -temel "değerler"- konusunda hemfi­
kirdir. Bu yüzden tek-kültürlü topluma niçin değer vermemiz gerektiği
sorulmalıdır. (Bu kavram yirminci yüzyıldaki "çokkültürcülük" ideolo­
jisinin tam zıttı olduğundan ve "çokkültürcülük" artık çok ciddi güç­
lüklerle karşı karşıya olduğundan, Wagner'in cemaate dair düşünceleri
günümüz için hayli anlamlıdır. )
Wagner'e göre Volk [halk] "ortak ya da kolektif yoksunluk" hisse­
denlerin hepsinden oluşur. Asıl üyeler " bireysel yoksunluğun kolektif
yoksunluk olduğunu kabul eden, ya da temelinin kolektif yoksunluk­
ta olduğunu gören" kişilerdir. Volk [halk] içinde kolektif ihtiyaç "zo­
runlu eylem" için tek temeli oluşturur. Bir başka deyişle, hayata amaç
ve anlam verir. Zorunlu eylemin olmadığı yerde sadece "kapris" var­
dır. Yani geriye kalan sadece " bencilce" değil, aynı zamanda "yapay"
olan, bu yüzden de anlamsız yoksunluklardır -modern toplumun du­
rumu budur. Geleceğin ortak sanat eseri, "kutsal zorunluluğu" yeniden
uyandırır, böylece hayat yeniden anlam kazanır, der Wagner.27 Daha da
özgül olarak, çalışma anlamlılaşacak, bu yüzden de tatmin edici ola­
caktır. Wagner " Devlet ve Din Üzerine"de ( Über Staat und Religion,
1 864) gençliğindeki sosyalizmle yollarını ayırmasının sebebini sosyalist
siyasetçilerin sadece "meşakkatli işler" dünyasını yeniden düzenlemek
istediklerini fark etmesi olarak açıklar; oysa kendisi meşakkatli işleri
kaldırmak, çalışma pratiklerini ıslah etmek, ortaçağdaki ev ve çiftlik
idaresinde olduğu gibi bir kez daha "güzel bir yaşam" kurabilmek is­
tiyordu; doğayla ve mevsimlerle uyum içinde bir yaşam, sık "dinlenme
ve şenliklerle"28 aralar verilen bir yaşam olacaktı bu ( bir kez daha be­
lirtelim ki Die Meistersinger'de de böyle bir yaşamı övüyordu). Üstelik
zorunlu eylem kolektif ihtiyaca hitap ettiğinden, sınıflar kalkacak ama
farklar kalacaktı. Herkes kendi durumuna uygun olarak ortak amaç için
172 NIETZSCHE

çalışacaktı. İnsanlar bir takımın (hatta belki koronun diyebiliriz) üyesi


olduklarından bir insanla diğeri arasındaki yabancılaşma aşılacaktı.
***

Yukarıdaki düşüncenin merkezinde duran unsurun Volk [halk] oldu­


ğu çok açıktır. Sanat eserini yaratıp koruyan Volk'tur; birey Volk içinde
anlam ve ortaklık bulur. Bu da Wagner'in milliyetçilik-enternasyona­
lizm, yerellik-kozmopolitizm meselelerinde nerede durduğu sorusunu
doğuruyor.
Wagner'e göre Roma İmparatorluğu Volk'un gerçekliğini yok etmiş,
ortaçağ Hıristiyanlığı da sadece "Hıristiyan insanı" tanıdığı için, Volk
kavramın ortadan kaldırmıştı. Wagner ise bu kavramı canlandırmak ve
gerçekliğini yeniden güçlendirmek istiyordu.29 Yine de gelişen Volk'un
önemi -düşüncesindeki sosyalist damar buradadır- evrensel insanlık
kaygısını dışlamamaktan ileri geliyordu. Öte yandan,

Yunan sanat eseri adil ve soylu ulusun ruhunu kucaklar; geleceğin sanat eseriy­
se özgür insanlık ruhunu, köstekleyici milliyetçiliğin tüm zincirlerinden kurtulmuş bir
insanlık ruhunu kucaklamalıdır: ırksal damgası bir süsten ibaret kalmalı, köstekleyici
bir engel değil çok katmanlı çeşitliliğin tekil çekiciliği olmalıdır ... Kendimizi sevme
hakkını bulmak için tüm insanları sevmeliyiz. *3o

Wagner'in kozmopolitizmi, mitin içeriğinin tüm zamanlar ve tüm


kültürler için hem tüketilemez hem de hakiki olduğundaki ısrarında da
kendini gösterir; şairin tek görevi belli bir tarzda belli bir okur kitlesine
bu içeriği "yorumlamak ve açıklamaktır" . 3 1 "Devlet ve Din Üzerine" de
zararlı bir kuruntu [ Wahn] " * olarak gördüğü "yurtseverliğe" saldırması

* Peki, Yahudileri bile sevmeli miyiz gibi retorik bir soru sorulabilir. En azından teoride,
sevmeliyiz. Kötü şöhretli "Müzikte Yahudilik" denemesinde Wagner en azından Ya­
hudilerin kötücül yabancılar olarak konumunun suçunu Hıristiyanlığın onları asimile
edememesine bağlayacak nezakete sahiptir. Mantıksal bakımdan "Yahudi sorunu­
nun" çözümü asimilasyondur (WMD s. 5 1 -9). Böyle bir paranoyayı bu kadar tehlikeli
yapan şey, Yahudiler bir kez Volk [halk] içindeki bir hainler takımı rolüne indirgendik­
ten sonra, imhanın da hemen asimilasyona alternatif olarak kendini göstermesidir.
* * Wagner Wahn sözcüğünü sıklıkla kullanır. Çevrilmesi biraz güç bir sözcüktür,- Wag­
ner on Music and Drama'nın çevirmeni Ashton Ellis akıllıca davranmış, bu sözcüğü
çevirmeyip Wahn olarak kullanmıştır- zira Wahn'ın hem zararlı hem yararlı biçim­
leri vardır (din yararlı bir biçimdir). Platon Phaidros'ta bunları "deliliğin" iyi ve
kötü biçimleri olarak ayırt eder. ("İlahi" delilik, Platon'a göre, hem büyük şiir hem
de hakiki aşk için esas olan esini verir. ) Bana kalırsa Wagner'in kullandığı anlamda
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu 1 73

biraz şaşırtıcıdır. Zararlı olmasının sebebi, basının da kışkırtmalarıyla,


modern dünyanın içinde bulunduğu kalıcı -sürmekte olan ya da yakın­
savaş halinden sorumlu genişlemiş bir bencillikten ibaret olmasıdır. ( Bir
başka deyişle, yurtseverlik madrabaz demagogların son sığınağıdır. ) Bu­
radan monarşinin zorunluluğu görüşüne varır, kralın görevi ulusal poli­
tikaların üstünde durmak, "insanların çıkarlarını salt yurtseverliğin çok
daha üstünde" 32 tutmaktır.
Wagner nasıl tutarlı olarak hem milliyetçi hem enternasyonalist ola­
bilir? "Çeşitliliğin çekiciliği" ve "evrensel mitin tüketilemezliği"yle ilgili
sözleri çok-kültürcülük ile tek-kültürcülük arasında bir senteze, Nietz­
sche'nin daha sonraki tabiriyle " birlikte çokluğa"33 işaret ediyor -bunu
bölge, zaman ve üslup bakımından farklı bir sürü tezahürü kapsayan
"ortaçağ katedralinde" ya da bir sürü yerel lehçeyi kapsayan tek bir dilde
de görüyoruz. Veya sonsuz sayıda farklı ama aynı ölçüde geçerli yorum­
lara bünyesi gereği imkan veren bir Beethoven senfonisini de düşünebili­
riz -farklı kültürlerin farklı lehçeleri içinde sonsuz sayıda farklı yoruma
açık evrensel mit fikrini anlamak için bu da bir model teşkil eder.
Wagner'in milliyetçiliği sonradan daha farklı ve nahoş bir hal almış­
tır. Nietzsche'nin onun aleyhine dönmesini açıklarken 1 8 8 8'de yazdığı
gibi, orta-yaşlı Wagner gençliğindeki "kozmopolit havayı" kaybetmiş,
artık reichsdeutsch, yani Bismarckçı bir aşırı milliyetçi c!muştu.34 Yine
de nispeten yaşlı Wagner hiç değilse teoride konumunu nihayetinde en­
ternasyonalist kaygılarla uzlaştırmış, Fransa-Prusya savaşının patlama­
sından üç yıl önce şöyle yazmıştı:

Kendimizi materyalist medeniyetin [Fransa'nın] tiranlığından kurtarmak ... tam


Almanya'ya düşen misyondur; çünkü kıta ülkeleri içinde bir tek Almanya daha soylu
bir kültür getirmekte zorunlu niteliklere ve zihinsel kuwetlere sahiptir.35

Yani Almanya'nın "içedönüklüğü" -gerekirse silah zoruyla- genişle­


tilmelidir ki kendini Fransız yozlaşmasının hakimiyetindeki medeniyet-

Wahn nötr bir terimdir ve "doğruluğuna dair her türlü muhtemel kanıtları aşan
inanç kümesi" gibi bir anlama gelir. Nietzsche'nin Tribschen döneminde tuttuğu
defterler Wahn'ın bu kullanımıyla doludur ve yanılsama sözcüğü de sık kullandığı
benzer muğlaklıkta başka bir eşanlamlı kavramdır. Daha sonra benzer bir tarzda
kullandığı terim "hata "dır.
1 74 NIETZSCHE

ten koruyabilsin. (Tanrı-vergisi bir Alman "misyonuna" başvurmanın


tehlikesi, Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'na girişini meşrulaştırmaya
çalışan sağcı entelektüellerin de, küçük Bush'un Irak'ı işgalini meşrulaş­
tırmaya çalışan Alman-felsefesinden-esinlenmiş entelektüellerin de aynı
şekilde eşsiz ulusal misyona başvurmasından anlaşılıyor zaten. )

Geleceğin Sanat Eseri

Wagner'e göre modernliğin hasta olduğunu belirtmiştik. Wagner'in re­


çetesinin özü ise kolektif sanat eserinin yenilenmesi, Yunan tragedyasının
sağladığı "model"in takip edilmesidir. Ama yenilenecek sanat eseri, "ge­
leceğin sanat eseri " tam olarak nasıl bir şeydir; yani, "geleceğin hayatının
alameti olan ve orada barınma özlemi çeken" sanat eseri nedir?36 Bir
başka deyişle, sanatçı Wagner'in -büyük besteciler arasında teoriye en
yatkın olanının- ortaya çıkarmaya çalıştığı teorik kalıp nasıl bir şeydir?
Biliyoruz ki sorunun cevabı, hem tekil sanatların tek bir eserde bir ara­
ya gelmesini, hem de cemaatin berraklaştırıcı bir kendini olumlama içinde
bir araya gelmesini sağlayan bir eserdir. Peki, ya bu eserin içsel yapısı nasıl
olacaktır? Temel bileşenler arasındaki ilişkiler, özellikle de ana çalgılar,
müzik ve sözler arasındaki ilişkiler tam olarak nasıl olmalıdır? Buna tek
bir cevap verilemez, çünkü olgun Wagner'in verdiği cevap genç Wagner'in
cevabından çok farklıdır. Önce Wagner'in ilk açıklamasını, sonra revize
ettiği açıklamayı vereceğim. Bu revizyon gençliğin idealizminden yaşlılığın
teslimiyetçiliğine doğru tanıdık eğriye örnek teşkil ettiği gibi, Wagner'in
Schopenhauer'ı keşfiyle de anlamlı bir şekilde biçimlenmiştir.
***

Genç Wagner her şeyden önce sanat eserinin " organik birliğini" ye­
niden kurma ihtiyacına vurgu yapar. Fransız-İtalyan operasının bağ­
lantısız parçalar "kaosu" aşılmalıdır. ( 1 8 8 8 'de Nietzsche'nin Wagner'i
sahiden birleşik bütünlükler inşa etme kapasitesinden yoksun, yetenekli
bir "minyatürcü"37 olarak tanımlaması bu yüzden çok büyük bir ha­
karettir. ) Eserin dramatik sürekliliğini bozacak "nakaratlar", "kendi­
ni yücelten" müzikal aralar, büyük aryalar kullanılmamalıdır.3 8 Şair ile
müzisyen arasında rekabet değil "ortaklık ruhu" olmalıdır. Biri toprağı
(şair) diğeri denizi anlatan iki seyyah gibi olmalı, ama sonra birbirlerinin
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu nun Doğuşu
' 175

alanını da ziyaret edip bir olmalıdırlar.39 Şimdi açıklayacağımız tarzda


işbirliği yapmaları gerekir. Sözcükler yüceliğini yitirdiğinde (örneğin salt
olayı anlattığı sırada), orkestra öne çıkar, dramanın altında yatan önce­
den sezme ya da anımsama hissini aktarır -bu noktada film müziklerini
aklımıza getirebiliriz. Ama konuşma şiirsel tutkunun üst kademelerine
çıktığı sırada orkestra geri plana çekilir.40
Müzik ile sözler arasındaki ilişkiye dair bu erken dönem anlatısı son
derece eşitlikçi görünmesine rağmen aslında hiç de öyle değildir. Zira
Wagner sanat eserinin birliğine yönelik gerçek tehdidin müzikal kapris
olduğunu, bestecinin tembel dinleyicilerin basit melodi arzusunu tatmin
etme çabasından ( "Nessun Dorma * ", "Güzel Bir Gün * * " vb. - "altı tek­
rar" isteği alacak şekilde düzenlenmiş aryalar) kaynaklandığını açıkça
belirtir. En nihayetinde eserin baskın unsuru sözcükler olmalıdır: Or­
kestranın öne çıktığı pasajlar "asla müzisyenin kaprisi tarafından belir­
lenmemeli, gelişigüzel bir ses ve söz uyumundan ibaret olmamalı, sadece
şairin amacına hizmet etmelidir". 41 Aslında bu müzik ile sözler arasın­
daki doğal ilişkidir, müziğin tutkulu söylevdeki kökenini yansıtır: "Şarkı
sadece en yüksek derecede tutkuya ulaşmış konuşmadır: Müzik tutkulu
konuşmadır. "42
Wagner müziğin en nihayetinde sözlere bağımlı olmasının sebebi ko­
nusunda pek açık değildir. Bu iddiasının temeli sadece sözlerin birlik
yaratabilmesi olamaz, zira dramatik birliğin yanı sıra müzikal birliğin
de var olduğu açıktır, iyi bestelenmişse "salt" (sadece enstrümantal)
müziğin sahip olduğu bir birlik de vardır. Fakat kolektif sanat eserinin
baskın unsurunun niçin sözler olması gerektiği zaten ortadadır. Cemaati
bir araya getirip kendi temel ethosunun olumlanmasını netleştirmek gibi
bir işlevi varsa, sanat eserinden en önemli talep o ethosun dillendirilme­
si olacaktır. Bu da ancak sözlerin yapabileceği bir şeydir. Heidegger'in
anıtsal Nietzsche incelemesinin ilk cildinde belirttiği gibi, varlıkların or­
tasında sağlam temelli ve dillendirilmiş bir konum", "ancak büyük şii­
rin ve düşüncenin yaratabileceği türden bir şeydir" .43 İyi yaşamaya dair

* İtalyan besteci Giacomo Puccini'nin ( 1 858-1924), finalini yazamadan öldüğü, üç


perdelik Turandot adlı operasının ünlü aryası-r.n.
* * Puccini'nin Madama Butterfly ( 1 904) adlı operasının Un bel di vedremo adlı arya­
sından esinlenerek oluşturulan ve aynı adlı filmde de kullanılan çok ödüllü şarkı ve
müzik-r.n.
NIETZSCHE

ortak anlayışımızı yenileyeceksek, Wagner'in metaforuyla, "toprak" is­


ter istemez "denizden" önce gelecektir, çünkü kişi " sudan çıkmış balık
gibiyken" gereken şeyleri hakkıyla yapamaz.

Schopenhauer'ın Etkisi

Tribschen döneminde Nietzsche'yi adeta vecde sürükleyen felsefi eser­


ler, 1 870 tarihli " muhteşem"44 " Beethoven" denemesi -Beethoven, Wag­
ner için önemliydi, çünkü Cosima'nın sözleriyle kendini " Beethoven'ın
tek oğlu" sayıyordu"45- ve 1 864-5 tarihli "Devlet ve Din Üzerine"ydi.
Gersdorff'a gönderdiği bir mektupta Nietzsche "Devlet ve Din Üzerine"
hakkında, eserin Wagner'in hamisi Bavyera Kralı il. Ludwig'e bir mek­
tup biçiminde yazılmasına gönderme yaparak şöyle diyordu:

Bu büyük ve derinlikli denemede "genç dostu", Bavyera'nın küçük kralına devlet ve


din konusundaki samimi tutumunu açıklıyor. Bir krala asla böylesine kıymetli ya da felse­
fi bir tarzda hitap edilmemiştir;* idealizmi karşısında hem yüceldim hem de sarsıldım.46

Ama bu eserler Wagner'in 1 854'te keşfettiği ve derhal dört kez okudu­


ğu İstenç ve Tasarım Olarak Dünya'nın tesiriyle yazılmıştı. Nietzsche'nin
von Gersdorff'a aktardığı kadarıyla, "Devlet ve Din Üzerine" "her nok­
tada Schopenhauer'ın dehasından kaynaklanmış görünür" .47
Wagner için Schopenhauer'ın anlamı neydi? İstenç ve Tarasım Olarak
Dünya, besteci üzerinde ne gibi tesirler yaratmıştı? Bir taraftan toplum,
siyaset ve kurtuluşla ilgili görüşlerini, diğer taraftan başlı başına doğa ve
müziğin anlamıyla ilgili görüşlerini biçimlendirdiğini, en azından ciddi
biçimde etkilediğini söyleyebiliriz. Göreceğimiz üzere, bu U-dönüşleri
yakından bağlantılıdır.
Wagner 1 854 Aralık'ında Franz Liszt'e gönderdiği mektupta, tama­
mını Schopenhauer'ı keşfinden sonra bestelediği ilk operalardan biri
olan Tristan und Isolde'yi bilhassa kastederek, Schopenhauer'ın felse­
fesinin "gökten bir armağan" gibi geldiğini yazmıştır. Kitabın ana fikri,
der,

*
Platon'un Devlet'teki ilkelere göre ülkeyi yönetmeye Syracuse Tiranı'nı ikna etme
çabasıyla boy ölçüşebilir.
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu 177

yani yaşam arzusunun nihai olumsuzlanışı korkunç derecede ciddidir, ama tek
mümkün kurtuluş yolunu gösterir. Bana göre bu düşünce yeni değildi elbette, hatta
önceden onu içinde taşımayan hiç kimse tarafından tasawur edilemez, fakat bu filo­
zof bu düşünceyi önüme açıkça koyan ilk kişi oldu ... ölüm özlemi, mutlak bilinçsizlik,
toptan varoluşsuzluk arzusu ... tüm düşlerimizden kurtulmak tek nihai kurtuluştur.48

Ayrıca Tristan'da da kavuşamayan aşıklar, " unutuş" arzularının şar­


kısını uzun uzadıya söylerler:

Patlayan rüzgarda
Çınlayan seste
Dünyanın soluğunda
Tümünün dalgalarında
Boğulmak
Dibe batmak -
Bilinçsiz -
Yüce saadet -

Tristan'ın cansız bedeni üzerine "yücelircesine" kapanan Isolde'nin


son sözleri bunlardır. Böylece hem kendi dünyevi hayatını hem de ope­
rayı sona erdirir.
Wagner'in Liszt'e mektubunda dediği gibi, hayat probleminin çö­
zümünün, hayatın "olumsuzlanmasında" yattığı düşüncesi, büyük kö­
tümser tarafından dillendirildiğini görmeden önce de zihninde "vardı" .
"Devlet ve Din Üzerine"de, gençliğindeki devrimci doktrinleri hala savu­
nup savunmadığını soran (endişeyle sorduğunu varsayabiliriz) Ludwig'e
yazdığı kadarıyla, sosyalizmin sanayiye dayalı modernliğin insanlıktan
çıkmış işyerini aşmayı değil sadece yeniden düzenlemeyi hedeflediğini
keşfettiğinden, " adeta 'krallığım bu dünya değildir"' demiş, her türlü
"dünyayı-iyileştiricilerin" aslında "temel bir hatanın kurbanı oldukları
ve dünyanın ta kendisinden veremeyeceği bir şey talep ettikleri" ko­
nusunda karar kılmıştır.49 Kral için bunun anlamı, der kerameti ken­
dinden menkul akıl hocası, bir nevi dini örnek teşkil etmesi, "hakiki
dinin" doğasını cisimleştiren bir nevi aziz olması gerektiğidir. "İnsan­
lığın" çaresiz " kutsanmamışlığını" tanıyan Wagner'e göre, dinin "en
içteki özü " ,
NIETZSCHE

dünyanın reddidir -yani dünyanın salt yanılsamalara dayanan gelip geçici ve


rüya benzeri bir ruhsal durum olduğu düşüncesidir- imanın eşlik ettiği bir feragatle
ondan kurtulma çabasıdır. sa

"Beethoven" denemesinde eklendiği üzere, "bireylik Wahn'ı" ve


"korkunç uyuşmazlıkla dolu [bir] varoluş cehennemi "nden kurtuluştan
bahsediyoruz. Wagner, Schopenhauer'la birlikte kurtuluşun çoğulluk
yanılsamasının aşılmakta olduğu, hakiki gerçekliğin çözülemez bir bir­
lik, farklılaşmamış bir "Teklik" olduğu ve bunun doğrudan uyuşmazlık
ihtimalini ortadan kaldırdığı sonucuna ulaşır.51 Yani dinin bize göster­
diği, kendimize ve dünyaya dair aşkınlık içinde -öbür dünyadaki kurtu­
luşundan emin- azizin "içsel mutluluğu"nu ya da şehidin mutluluğunu
deneyimleriz. Wagner kehanetvari bir tarzda Ludwig'e, kralın "trajik"
bir kişi olduğunu yazar. Bu da bize büyük sanatın -yani dinsel sanatın­
ödevinin ne olduğunu anlatmaktadır. Büyük sanatın ödevi, diye devam
eder Wagner ( burada her şeyden önce Tristan'ı düşünmektedir),

bizi hayatın üstüne çıkarıp hayatın kendisinin oyundan ibaret olduğunu göster­
mektir: öyle bir oyundur ki bu asla çok korkunç ya da hevesli görünmemekle beraber,
yine bize salt Wahn resmi halinde gösterilmiştir, böylece bizi avutur ve derdimizin
ortak hakikatinden uzaklaştırır.s2

Burada üç şey oluyor. Birincisi, Schopenhauer'cı kötümserlik olum­


lanıyor: hayat çiledir; insanın çare arama çabasının biçimi değişebilir
ama niceliği değişmez, bu yüzden beyhudedir de. O halde Wagner'in
gençliğinin sosyalizmi gibi dünyayı-iyileştirme tasarılarının önvarsayı­
mı olan iyimserlik, bir kuruntuya dayalıdır. Daha genel olarak, siyaset
de kuruntudur, Wahn'dır: Tribschen'den Bayreuth'a taşınan Wagner'in,
yeni evinin ön kapısının üstüne şunları yazdırdığını görmüştük: "Kurun­
tularım burada huzura erdi, Wahnfried (kuruntu-huzuru) olsun bu evin
adı" (bkz. Resim 14).
İkincisi, b u geçiş artık sosyalist materyalizmi değil, Schopenhauer'cı
idealizmi olumlamaktadır: Doğa, gündelik dünya, "rüyadan" ibarettir
ve bu yüzden hayat "oyundan" başka bir şey değildir.53 Wagner'in son­
raki felsefesini mümkün kılan üçüncü unsur budur: Bu acılar dünya­
sından "kurtulma " ihtimalinin, aşkınlaşıp "başka bir dünyaya" geçişle
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu 1 79

kurtuluşun olumlanması.54 Kurtuluş, " bizi görünüşlerin lanetinden" ,


uyumsuzluk ve acıdan "çekip çıkaracak"tır. Kurtuluşa ereceğimiz baş­
ka bir dünya olduğunun rasyonel bir kanıtını sunamayız elbette. Dini
öte-dünyalı olma hali bu anlamda yine Wahn'dır, akıldan ziyade iman
meselesidir. Ama hastalıklı değil sağaltıcı Wahn'dır.55
Peki, bu imana nasıl ulaşırız? Bu dünyanın çoğulluğun ötesindeki,
dolayısıyla acının ötesindeki gerçekliğinin fenomenolojik deneyimini
nasıl edinebiliriz? Burada anahtar müziktir, Schopenhauer'ın hakiki do­
ğasını açığa çıkarmasının ışığında anlaşılan müziktir.
***

Demin belirttiğimiz üzere Schopenhauer'a göre dil ve kavramsal dü­


şünceyle birlikte tüm diğer sanatlar görülebilir dünyayla ilgilenirken,
müzik kavramsal olmayan bir tarzda nihai gerçekliğin, "kendinde şe­
yin" doğasını önümüze serer. Wagner, "Beethoven" denemesinde, mü­
ziğin diğer sanatlara göre konumunu ilk kez doğru düzgün tarif edenin
Schopenhauer olduğunu belirterek, müziğin yüceliğine dair bu metafi­
zik iddiayı kabul ettiğini gösterir. Wagner'e göre Schopenhauer normal
bir insan olduğundan bu iddiasını anlamlı bir şekilde kanıtlayamazdı
ama Beethoven'ın gösterişçi ve nispeten yüzeysel bir piyano virtüozu
olduğu başlangıç döneminden, hafızalara kazınmasını sağlayan derin
bu-dünyadan-olmama durumuna gelişine kadarki müzikal gelişimine
baktığımızda Schopenhauer'ın haklı olduğunu görürüz.56
Schopenhauer'ın müzikteki eşsizliğe dair büyük keşfini göremeyen
bazıları ( burada herkesten önce müzikal biçimci Eduard Hanslick vardır
aklında), der Wagner, plastik sanatların kriterlerini yakışıksız bir şekilde
müziğe uygulamış, müziği güzellik çerçevesinde, yani "güzel biçimler­
den aldığımız haz" çerçevesinde değerlendirmiştir.57 Haydn ve Mozart
geleneğini izleyen Beethoven'ın başladığı nokta da buydu. Ama Beetho­
ven olgunluk döneminde büyük müziğin büyüklüğünü değerlendirmek
için uygun kategorinin güzel değil ulvi olduğunu göstermiştir. Büyük
müzik, "bizi sararak, sonsuzluğa dair bilincimizin en yüksek vecit (exta­
se) noktasına taşır". Demek ki en yüksek müzik, karakteri bakımından
"dinseldir" . " Kutsal", yani günahtan arındırıcı bir hali iletmesi bakı­
mından, "dogmatik kurmacalardan" arındırılmış dindir.58
Beethoven'ın büyük müziğinin karakteri de budur. Dahiler arasında
düşünce ürünü sunmaktan en uzak olanı, aklıyla anlamadığı bir dilde
1 80 NIETZSCHE

"en yüce bilgelikten" bahseder. Asla şikayet etmediği sağırlık ortaya


çıktığında da adeta "kör bir görücü " olmuştur. (Yunan mitolojisine
göre Hera tarafından kör edilen Tiresias, aynı zamanda geleceği görme
yeteneği edinmişti.) Bilgeliği bize "en üstün teselliyi" getirir. Pastoral
Senfoni'yi dinleyenlerin hangisi kurtarıcının "bugün benimle cennette
olmalısın " * dediğini duyamamıştır, diye mübalağa eder. Beethoven bize
günahlardan arınmanın "şeffaf anlaşılabilirlikteki dolaysız deneyimi­
ni" verir. Onun meşhur neşesi kendi kendine gülen " dünyayı-yaratan
Brahman"ın neşesidir. Beethoven'ın Pastoraf'i59 ve Yedinci Senfoni'si
bizi her türlü dünyevi suçluluktan kurtarır, öyle ki, "görünüşlerin" gün­
delik dünyasına döndüğümüzde kendimizi adeta "cennetten kovulmuş"
gibi hissederiz.60
Müziğin bu şekilde din statüsüne yükseltilmesi, Schopenhauer'ın
müziğin tüm diğer sanatlardan üstün olduğu iddiasını doğrulamaktadır
elbette. "Şiir," der şimdi Wagner, "daima müziğe bağımlı olmalıdır" .
Beethoven'ın Koral Senfoni'sinde Schiller'in sözleri, söz sıfatıyla önem­
sizdir -son bölümde bu sözlerden önce başlayan melodinin salt enstrü­
mantal müzik içermesi önemlidir. Sözler, olsa olsa müziğe ait havayı yo­
ğunlaştırabilir. Missa Solemnis'te ise sesler (Latince söylenmelerinin de
yardımıyla elbette) saf, müzikal sesler olarak işleve sahiptir. Wagner'in
buraya aksettirdiği Schopenhauer düşüncesi şöyle ifade edilebilir: Söz­
cüklerin yüzeyselliği ancak müziğin derin metafizik önemini azalttığın­
dan, kilise ayini operadan üstündür, çünkü sürekli tekrara rağmen sözle­
ri salt "solfej " olmuştur, yani anlamsız seslere dönüşmüştür.61
Wagner'in müzik ile sözlerin birbirine göre önemine dair önceki te­
orisini tersine çevirmesinin yansımasını Schopenhauer-sonrası bestele­
rinde de görüyoruz. İstenç Olarak Dünya'nın keşfi Yüzük (Der Ring)
dörtlemesinin ortasına denk gelmiş ( bütün eserin librettosu çok daha
önce tamamlanmıştı) ve eserin karakteri üzerinde derin bir tesiri ol­
muştur. Halbuki Yüzük'ün daha önceki bir parçasında -özellikle de
Das Rheingold'da ve Die Walküre'nin ilk sahnesinde- müzik kesinlikle
dramaya tabidir, dörtlemenin Schopenhauer'ın gelişinden sonraki kıs­
mında ise orkestra giderek daha ağır basar. Die Walküre'nin ikinci ve

* Hiç şüphe yok ki Walt Disney bu sözleri duymuştu, Arkadia'daki hayatın bir günü­
nü anlatan klasiği Fantasia ( 1 940), Beethoven'ın müziğinden doğmuştur.
Richard Wagner ve Tragedyanın D oğuşu nun Doğuşu
' ı8ı

üçüncü sahnelerinde, ayrıca Siegfried ve Götterdammerung'da sözlerin


saf, Schopenhauer'cı solfeje yaklaştığı uzun pasajlar vardır. Tristan'da
drama o kadar yavaş ve müzik o kadar uzundur ki esere kimi zaman
eylemsiz opera da denir. Nietzsche eserin aslında salt enstrümantal bir
çalışma, uzun bir "senfoni"62 olarak deneyimlenebileceğini belirtir, öte
yandan Wagner'in son operası Parsifal'e dair şahsi deneyimi de tek bir
beş buçuk saatlik yavaş tempolu bölümüdür (James Levine versiyonu).
Nietzsche'yi defterlerinde "müzikli dram" ın aslında kötü bir terim ol­
duğunu belirtmeye iten şey son eserlerde "mutlak"63 müziğe bu kadar
yaklaşılması olabilir -Wagner Parsifa/'den sonra salt senfoni yazmayı
planlıyordu; ömrü yetmedi.64
Müzik sözlerden daha önemli olmakla kalmaz, aslında -Wagner yine
önceki konumunun tam tersine gelmiştir- sözleri doğuran müziktir; bü­
yük sanat eserinin müziği "dramayı içinde barındırır" .65 Bu fikrin arka­
sında yatan düşünce, bana kalırsa, Schopenhauer'ın duygu analizinde
farklı bir fenomenolojik "duygu artı duygusal nesne"nin ortaya çıkma­
sıdır. Ayrıca müziğin insanı nesnesinden kopuk bir duygunun evrensel
"içsel doğasını" deneyimlemesine imkan verdiği şeklindeki ( bana göre
doğru) anlayış da devreye girer.66 Örneğin gerçek bir üzüntü deneyimi
üzüntü duygusuna ek olarak duygunun nesnesi ya da vesilesidir -belki
de büyükannenin ölümüdür. Fakat " üzücü", salt enstrümantal müziğin
bize verdiği şey "nesnesiz üzüntüdür" ; bize üzülecek hiçbir şey verme­
den salt üzüntü deneyimini yaşatır. Schopenhauer bunun, bir "örnek­
le" ilişkisi içinde evrensel duygu yerine geçen resmi ya da gayri resmi
bir metinle mutlak müzik parçası üretmeyi mümkün kıldığını söyler.67
Dolayısıyla, başlıklarını Beethoven'ın koymadığı "Pastoral" senfoni ve
"Ay Işığı" sonatı böyledir. (Walt Disney'in Fantasia'sındaki ( 1 940) gibi,
metin görsel de olabilir elbette. )
Bütün büyük sanatlar doğrudan müzikten değilse bile "müziğin ru­
hundan" doğar aslında, der Wagner: Yunan kültürü de böyle yaratılmış­
tır, İtalyan Rönesansı'nın sanatı da. * 68
***

*
Nietzsche'nin kitabının tam başlığı Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu dur '

(Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik). "Müziğin ruhu" eserin
Wagner'den ne derinlikte etkilendiğini gösterir, çünkü Wagner'in iki yıl önce basılan
Beethoven denemesinden alınmıştır.
182 NIETZSCHE

Demek ki Wagner'in Schopenhauer sonrası düşüncelerini özetlediği­


mizde önceki konumlarının iki temel noktada tersine döndüğünü söyleye­
biliriz. Birincisi, anarşist-sosyalist iyimserliğin yerini insanlık durumuna
dair kötümserlik almış, "kurtuluşun" artık bu dünyanın gelecekteki bir
durumunda değil öteki dünyada gerçekleşeceğini düşünmeye başlamıştır.
Şöyle de diyebiliriz: " Kurtuluş" artık dünyanın kurtuluşu değil dünyadan
kurtuluş olmuştur. İkincisi, müzik artık sözlerin ve tiyatronun hizmetinde
değildir, sanat eserinde tamamen işlevsizleşme tehdidi yaratan sözlerden
önce gelmektedir. Bu değişimler birbiriyle bağlantılıdır elbette. Çünkü
amaç ilk dönemdeki teoride olduğu gibi cemaati "bir araya getiren" sanat
eseri sayesinde cemaati canlandırmaksa, sanat eserinin dünya hakkında
olması gerektiği açıktır. Bir başka deyişle, ancak sözlerle dile getirilebilen
ethos-açıklayıcı mit, sanat eserinin önemli bir unsurudur. Öte yandan,
sonraki teoride olduğu gibi insan "dünyayı iyileştirmeyi" beyhude bulup
vazgeçtiğine göre, "kurtarıcı" sanat eserinin dünyayı aşmayı sağlayan bir
şey olmasını isteyecektir. Schopenhauer'ın anlatısına göre büyük müzik
tam da bunu yaptığından, sanat eserinde önemli unsur müziktir.
Ne yazık ki Wagner konumunu netleştirmek için eski yaşam ve sa­
nat felsefesini terk edip yeni ve tam tersi bir felsefeyi benimsediğini asla
açıkça ilan etmez. Toplumsal kefaretin faili olarak sanat eseri idealin­
den vazgeçtiğini, sonraki düşüncesine göre "kefaretin" salt bireysel bir
kavram olduğunu asla açıkça belirtmez. Martin Heidegger gibi keskin
görüşlü bir okur bile bu noktayı kaçırmıştır. Heidegger'in yazdığı kada­
rıyla, Wagner'in istediği şey "sanat eserinin ulusal cemaati övmesi. . . " ,
halkın "dini haline gelmesiydi" . Ama diye devam eder, Wagner'in "giri­
şimi başarısız olmak zorundaydı". Zira o müzik yapıyordu, özellikle de
bizi "sırf belirsizliğe, toptan çözülmeye, salt" mümtazlık "duygusuna"
fırlatan türden bir müzik yapıyordu; halbuki (alıntıyı tekrarlarsak) "an­
cak büyük şiir ve düşünce" -kısacası, sözler ( belki eylemin de yardımıy­
la)- "varlıkların ortasında temelleri sağlam ve dillendirilmiş bir konum
yaratabilir" .69 Bu görüşte gözden kaçan nokta, Wagner'in "çözülme ha­
lindeki" ya da kendi diliyle "duygu-denizi-olmuş" müziğin eserlerinde
ağırlık kazanmasına izin verdiği için gerçekte tüm dünyevi şeylerle bir­
likte ulusal cemaatten de vazgeçtiğidir.
Ama Wagner'in kendisi de önceki konumu ile sonraki konumu ara­
sındaki tutarsızlığı asla doğru düzgün çözmediğinden Heidegger'i hoş
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu

görmek mümkündür. Schopenhauer " dönemecinden" on altı yıl sonra


yazılan "Beethoven" denemesinde "modern medeniyeti kurtarmanın"70
"Alman ruhunun"71 görevi olduğundan bahsetmeyi sürdürür. Keza
"Devlet ve Din Üzerine"de, dini rol modeli olarak kral fikrindeki öteki
dünya yönelimiyle karışmış olarak, 1 840'ların sosyalizminden hiç de­
ğişmeden gelmiş olan bir fikir de görülür: Kral yoksunlaşmış sınıfların
ve evrensel "insani çıkarların" koruyucusudur -en iyi koruyucu kral­
dır, çünkü güçlü çıkarların çatışmasının, gündelik siyasetin doğasının
üstünde yer alır.72 Üstelik Wagner yine tümden Schopenhauer sonrası
bir eser olan Die Meistersinger'de "ulusal cemaatin" sanat sayesinde
yaratılmasını övmeye devam eder. Hayatının son yirmi otuz yılının ta­
kıntısı haline gelen Bayreuth projesinin tamamı da, 1 872'de temel atma
töreni vesilesiyle açıkladığı üzere, " ulusal Alman tiyatrosu"73 yaratma
yönünde bir girişimdir.
***

Nietzsche'nin Tragedyanın Doğuşu'nu ilk yayımlama girişimi Leip­


zig'deki yayımcı Wilhelm Engelmann'a bir mektup yazmak oldu. (Bu
girişimden sonuç alamadı, kitap en sonunda Wagner'in kendi teorik ya­
zılarından pek çoğunun Leipzig'deki yayımcısı olan Ernst Fritzsch tara­
fından basılabildi.) Mektupta eserin Yunan filolojisinde yeni bir şeyler
sunmakla birlikte (Yunanca profesörü olarak Nietzsche'nin bunu yap­
ması bekleniyordu), "asıl amacı zamanımızın tuhaf bulmacasını (ya da
"bilmecesini", Riitsel], Richard Wagner'in Yunan tragedyasıyla ilişkisini
aydınlatmaktır" denir. Mektubun devamında eserin kısa süre önce Edu­
ard Hanslick'in (Wagner'in rakibi) günışığına çıkardığı meselelerle ilgili
olduğu, bu yüzden müzik dünyasında ve genel olarak düşünen insanlarda
ciddi ilgi uyandıracağı da belirtilir.74 "Asıl amaç"ı çok ciddiye almamıza
gerek olmadığını düşünüyorum. Wagner, Nietzsche'nin hayatı boyun­
ca "revaçta" bir konu olarak kaldı, bu yüzden Nietzsche'nin kitapları
Wagner'le bir bağlantı kurarsa daha kolay yayımcı bulacaktı ve o da
bunu biliyordu. Yine de mektubun, Tragedyanın Doğuşu 'ndaki önemli
unsurlardan en az birinin, Wagner'in Yunan tragedyasıyla ilişkisi konu­
sundaki "bulmacanın" çözümü olduğunu gösterdiği kanaatindeyim.
Söz konusu bulmacanın ne olduğu artık apaçık ortadadır herhalde:
Wagner'in Schopenhauer öncesi ve sonrası sanat eseri anlayışları arasın­
daki görünüşte çelişki. Bunun 1 8 8 8 tarihli Wagner Olayı'nda Wagner'in
NIETZSCHE

hem teorisinde hem pratiğinde temel bir tersine dönüş olarak tanımlan­
dığını ileride göreceğiz.75 Gerçi Wagner'in sonraki düşüncesinde ilk dö­
nemden pek çok fikrini koruduğunu göz önüne alırsak, belki de "erken"
ve "geç" Wagner gibi bir zamansal ilerlemeden değil, "sosyalist Wagner"
ile "Schopenhauer'cı Wagner" arasındaki çelişki hakkında, eşzamanlı
olarak bölünmüş bir kişilikten bahsetmemiz gerekir belki de. Bu yüzden,
birazdan döneceğim Tragedyanın Doğuşu'nda, başka şeylerin yanı sıra
bu görünüşteki çelişkinin bir çözümünü de bulmayı bekleyebiliriz.

Silenus'un Bilgeliği,

Tragedyanın Doğuşu'nun Richard Wagner'in tesirinde yazıldığı­


nı daha önce vurgulamıştım. Fakat Nietzsche aynı zamanda, kendi
deyimiyle Wagner'in "manevi kardeşi "76 Arthur Schopenhauer'dan
da aynı kuvvette etkilenmiştir. Eser Wagner'e adanmış olmakla bir­
likte, bir yerde belirttiği gibi, kitap aynı zamanda " [Schopenhauer'ın]
ruhuyla ve onun şerefine" yazılmıştır.77 Bu ittifak iki önemli bağlılık
gerektirir. Birincisi, Tragedyanın Doğuşu (sonraki dönem) Wagner'le
birlikte Schopenhauer'ın idealizminin takipçisidir: Gündelik dünya,
Schopenhauer'ın deyişiyle principium individuationisin dünyası, yani
bireyliğin ve çoğulluğun, şeylerin dünyası salt "görünüştür"; nihayetin­
de sadece bir " rüya" görürüz. İkincisi, bu eser yine Wagner'le birlikte
Schopenhauer'ın kötümserliğini de benimser. Zaman en nihayetinde ya­
şamaya değmez, çünkü baskın niteliği acı çekmektir.
Wagner'in tesirindeki Nietzsche'nin kötümserlik ile bireysellik ara­
sında Schopenhauer'dan daha açık bir tarzda bağlantı kurabildiğini
düşünüyorum. "Bireysellik," diye yazar, " bireysellik laneti" , "tüm acı­
ların baş sebebidir". 78 Bu yüzden tekil insan için hayatın yapısal özel­
liği acı çekmektir. Bireyler olarak her şeyden önce ölüme mahkumuz
-Schopenhauer'ın "yaşam istenci" adını verdiği, insanın özüyle çelişiriz.
Nietzsche bu durumu bir "absürdlük" , insan varoluşunun trajik ama
yine de "komik" bir karakteri olarak adlandırır:79 Hangi yaşam ka­
barcığını patlatırsak patlatalım, kaçınılmaz olarak zaman ya da ölümü
kullanmış oluruz. İkincisi, başka bireylerin çoğulluğuyla dünyayı payla­
şan bireyler olduğumuzdan -kısmen Darwin'in bahsetmiş olduğu sebep-
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu ı 85

lerden dolayı- bu uyumsuzluğa, çatışmaya ve acı çekmeye mahkumuz.


Nietzsche'nin varoluşun "iç bulandıran" niteliği dediği şey de bu acı ve
absürdlüğe denk gelir.80
Tekrarlayalım, Albert Camus, felsefenin tek ciddi probleminin "inti­
har sorunu" yani hayatın yaşamaya değip değmediğinin sorgulanması ol­
duğunu söylemişti. Nietzsche-Wagner-Schopenhauer kötümserliği benim­
semezler. Ama Nietzsche, Camus'nün bu sözünü yanıltıcı bulurdu, çünkü
intihar bir seçenek değildir. Rasyonel olmayan ama kaçınılmaz (biyolojik
olarak programlanmış) "yaşama istenci" -summum malum [en büyük
kötü] sayılan ölümden nefret-, " bedeli ne olursa olsun" varlığı yokluğa
yeğleyeceğimiz anlamına gelir (sadece çok özel durumlarda, biyolojik bo­
zukluklarda istisnalar oluşur).81 Yaşamaktan başka seçeneğimiz yoktur.
Bu da sorunun şeklini değiştirir. Doğru soru hayatın yaşamaya değip değ­
memesi değil, yaşamak zorunda olduğumuza göre yaşamaya nasıl katla­
nacağımız, kötü bir işin iyi yanını nasıl göreceğimizdir. Antik Yunan'ın,
özellikle de Yunan sanatının anlam kazandığı nokta tam da burasıdır.
Nietzsche'ye göre Yunanlar gerçekten Schopenhauer gibi düşünüyor­
lardı. İnsan hayatının "korku ve dehşetine" olan "eşsiz" duyarlılıkları
mitlerinde görülür: Dünya üzerindeki en bilge adam olan ·Oidipus'un
sonu, bilmeden babasını öldürüp kendi annesiyle yatmak olur; insana
olan sevgisi yüzünden Prometheus, ciğerinin sonsuza dek bir kartal ta­
rafından yenilmesine mahkum edilir; ama en dolaysız mit "Silenus'un
bilgeliği"dir. Dionysos'un arkadaşı olan Silenus, Kral Midas'ın eline dü­
şüp bilgeliğini ortaya koymaya zorlanması karşısında "küçümseyici bir
kahkaha atarak" şöyle der:

En çok arzulanana asla ulaşamaz insan, en iyide rol alamaz. ister kadın ister
erkek, ister toplu ister tek tek olsun insanlık için en iyisi hiç doğmamaktır. Ondan
sonrası da -mademki bir kere doğdu- kısa sürede ölmektir.a2

Fakat bu bilgiye rağmen Yunanlar hayatta kalmış ve gelişmiştir: ken­


dilerinden sayıca çok üstün olan Darius'un Perslerini yenmiş, ayrıca bir
anlamda Batı uygarlığını yaratmış ve daha önce eşi görülmemiş bir bü­
yüklüğe ulaştırmıştır.
Nasıl yaptılar bunu? Hayatın "iç bulandırıcı" karakterini aşmayı na­
sıl başardılar? Bunu sanatlarıyla başardılar, der Nietzsche. Bizim için
1 86 NIETZSCHE

anlam kazandıkları nokta burasıdır: Nietzsche'nin daha Leipzig'deyken


filolojiyi başlı başına bir amaç gibi gören dar kafalı bir kariyeri reddet­
tiğini görmüştük. Nietzsche tarihi araştırmanın, özellikle de antik tarihi
araştırmanın tek ciddi öneminin kendimize bir "ayna" tutmak olduğu
görüşünü benimsemişti.83 Yunan sanatını öğrenmek isteriz, çünkü ancak
Yunan sanat eserinin "yeniden doğuşu" sayesinde kendi " bulantı"mızı
yenmeyi umabiliriz.
Nietzsche Yunan sanatını analiz ederken, büyük ihtimalle okul gün­
lerindeki "gözde şairi" Friedrich Hölderlin'den esinlendiği ünlü bir iki­
lik çerçevesini kullanır: "Apollonculuk" ile "Dionysosçuluk " ikiliği. Yu­
nan sanatının iki ana tipini ayırt eder: En başta Homeros'un Apolloncu
sanatı ile Aiskhylos ve Sophokles'in Yunan tragedyasında gördüğümüz
Dionysosçu sanat. Bunları sırayla tartışacağım.

Homeros'un Sanatı

Tragedyanın Doğuşu ' nun kafa karıştırıcı yönlerinden biri "Apollon­


cu" tabirini iki anlamda kullanmasıdır. İlk başta bu tabir sadece günde­
lik dünyayı, Schopenhauer'ın principium individuationisinin denetimin­
deki dünyayı anlatır. Apollon tekilliği {aynı zamanda adaleti) yaratan
hudut çizme tanrısı olduğundan,84 gündelik dünya sırf tekil şeylerin
dünyası olması bakımından "Apolloncudur" . Bu dünyayı yaratan insan
zihninin yetenekleri açısından, kavramsal, dilsel, rasyonel alanların hep­
si de {popüler nörolojiye göre, bu alanlar beynin sol yarımküresinde yer
alır) Apolloncudur.
İkinci anlamda ise, Homeros sanatında "Apolloncu" tabiri bu dün­
yanın bir haşmet haline, "kusursuzluğa", "ilahlaşma ya" , " ululaşma­
ya" yükseltilmesi demektir.85 Hıristiyan sanatı gayri insani, hatta in­
san-karşıtı bir ideal oluştururken -hiçbirimiz bir bakireden doğamayız,
dolayısıyla da cinsel şehvetten kaçamayız- Apolloncu sanat, tanrıları
ve kahramanları resmetme bakımından tam tersini yapar. " [İnsan] olan
her şeyi iyi kötü demeden ilahlaştırır" .86 Yunanlar Apolloncu sanatta
kendilerinin ışıltılı bir portresini inşa etmiş, "varoluşlarının ideal imgesi­
ni" yaratmışlardı. Bu yüzden, der Nietzsche -Homeros sanatının bir din
olduğunu, "ödev ya da çileciliğin [bkz. Sözlükçe] değil hayatın dini" 87
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu 'nun Doğuşu ı 87

olduğunu açığa vurarak- tanrılar " insan hayatını doğrudan kendileri


yaşayarak meşrulaştırıyordu -tek tatmin edici teodise! [bkz. Sözlükçe] "
Sekizinci yüzyılın Yunanları bu sayede varoluşun "dehşet ve korkuları­
nı" "yenmiş ... veya her koşulda örtmüş", varlıklarını sürdürmeye ken­
dilerini ikna etmişlerdi. "Böyle tanrıların parlak gün ışığında varoluşu
başlı başına arzu edilir bir şey olarak görülüyordu " .88
İnsan hayatının bu "tecellisinin" öznitelikleri tam olarak neydi?
Nietzsche sıklıkla "yanılsamalar" ve "yalanlardan" 89 bahseder; tahrif,
duygusallaştırma, nahoş yönleri örtülmüş bir hayat görüşü fikrini akla
getirir. Aslında bu onun görüşü olamaz, çünkü öncelikle Homeros'un
hikayeleri savaş hikayeleridir, tehlike, ölüm ve yıkımla doludur; ikincisi
de açıkça söylediği gibi, Homeros'ta "ister iyi ister kötü olsun her şey
ilahlaştırılır" .90 Bu yüzden tecelliyi hayatın "korku ve dehşetlerini" sak­
lamak diye açıklama niyetinde olması mümkün değildir.
Nietzsche Apolloncu sanatın " salt görünüşteki neşeyle ve salt görü­
nüş üzerinden kefaretle en korkunç şeyleri bile dönüştüren"91 bir sanat
olduğunu söyler. Apolloncu sanatçıyı tarif ederken de -daima "örtüyü
kaldırmak", her şeyin temeline inmek isteyen bilimcinin aksine- Apol­
loncu sanatçının " böyle bir açığa çıkarmadan sonra geride kalanları bile
keskin bir bakışla incelemeye devam ettiğini" anlatır.92 Nahoş gerçeğin
açığa çıkmasından sonra bile Apolloncu sanatçı güzelden haz alır, yani
"güzel biçimlerden"93 zevk duyar.
Bu da Homeros destanındaki sanatın -ve buna tekabül eden hayat
tavrının- ortadan kaldırma değil odaklanmayla ilgili olduğunu göste­
rir. İnsanın hayatı "korkunç ama muhteşem" diye tarif etmeye meyilli
olduğu bir tavırdır bu. Örneğin [İtalyan ressam] Paolo Uccello'nun San
Romano Savaşı'nda .. (Battaglia di San Romana, 1 450-1456) zemine be­
denler ve beden parçaları dağılmıştır. Ama insanın dikkatini çeken şey
atların ihtişamı, savaşçıların atletikliği, zırhların parlaklığı ve sancakla­
rın rüzgarda gururla dalgalanmasıdır. (Bu çok yerinde bir kıyaslamadır,
çünkü Nietzsche insanın varoluşunu bir savaş sahnesinin yağlıboya tab­
losundaki askerlerin varoluşuna benzetir.)94 Apolloncu sanatın modern
bir örneğini bulmak istersek aklımıza Western filmlerini getirebiliriz:

.. Paolo Uccello'nun Floransalıların 1432'de baş düşmanları Sienalıları bozguna uğrat­


masını konu alan, üç panodan oluşan en ünlü eseri-r.n.
188 NIETZSCHE

Her yerde ölüm ve yıkım vardır, ama insan kahramanların soğukkanlı


cesaretine ve sadece "stile" odaklanır. Daha bayağı bir düzeyde aynı
fenomeni "kadın" dergilerinde de görüyoruz. Tanrılara ve tanrıçalara
(kraliyet ailesi üyeleri, film yıldızları, rock müziği yıldızları, futbolcular)
korkunç şeyler olur -sarhoşluk, hastalık, boşanma ve ölüm- ama tüm
pırıltı devam eder, yıldızlar ışık vermeyi sürdürür.
***

Hayata Apolloncu bakış (Nietzsche Şen Bilim'in Önsöz'ünde bu­


nun "yüzeysel olduğunu -derinlikten yoksun olduğunu"- söyler) hem
başkalarına hem kendimize fazlasıyla dışarıdan yaklaşmamızı; ölümün
tıpkı Western filmlerindeki gibi kansız ve acısız olmasını gerektirir. Bir
nevi içsel anestezi gerektirir. Nietzsche'nin bu bakışı "yanılsamayla" iliş­
kilendirmesinin sebebi de bence budur: Üç boyutlu bir nesneyi iki bo­
yutluymuş gibi sunmaktadır adeta. Olgular değilse de bakış açıları san­
sürlenmektedir. Öznellik, içsel bakış açısı, kayıp, yaralanma ve ölümlü­
lüğün içinde olmanın insana ne hissettirdiği gösterilmez. Ama Yunanlar
şeylerin içini biliyordu. Varoluşun "korku ve dehşetine" karşı "eşsiz"
bir duyarlılıkları vardı. Nietzsche bu yüzden Apolloncu tavrı (kesinlikle
yargılayıcı olmayan bir tarzda) "yalan" olarak nitelendirir. Bu tavır bir
nevi kendini kandırmadır.
Bu yüzden Apolloncu bakış nihilizme, "bulantı"ya ve umutsuzluğa
karşı oldukça kırılgan bir "önleyici tedbir"95 gibi görünür. İnsan ne ka­
dar "yüzeysel" yaşarsa yaşasın, şeylerin acısı bir şekilde kendini dayatır.
Nietzsche'nin çağdaşı olan ve pek çok bakımdan Apolloncu duruşu kişi­
liğinde yaşatmaya çalışan yetenekli Oscar Wilde'ın trajik mahkumiyeti,
çöküşü ve ölümü geliyor insanın aklına. İnsanın kendi çocuğunun ölü­
mü karşısında böyle bir duruşu korumasının imkansızlığını da aklımı­
za getirebiliriz belki. Kendi ölümümüzü de düşünebiliriz. Nietzsche'nin
durumunda ise deliliğe yaklaşmak söz konusudur.
Bana kalırsa Nietzsche'nin, bulantı ve nihilizme getirilen Apolloncu
çözüme hakkını vermekle birlikte "daha derinlikli" 96 bulduğu Yunan
tragedyasında cisimleşen "Dionysosçu" çözümü yeğlemesi de bu kırıl­
ganlıktan kaynaklanır. Yunan tragedyasında, sanatın "tüm sanatların ...
en yüksek amacına"97 ulaştığını, yani hayata en yüce hizmeti verdiğini
söyler.98
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu ı 89

Yunan Tragedyası

Nietzsche'nin Apollonculuk için anahtar terimi "rüya"dır. Bu terim üç


işi birden yapar, bir kere Apolloncu bilincin imgelerle uğraştığını gösterir,
ikincisi principium individuation dünyasının metafizik bakımdan ideal
bir dünya, salt bir rüya olduğunu ortaya koyar ve üçüncüsü de Apolloncu
sanatta bu dünyanın güzellik haline yükseltildiğine işaret eder. Son işle­
vi yerine getirebilmesinin sebebi, Nietzsche'ye göre, klasik güzellik ide­
alinin özünde "salt" bir biçim sisteminin bulunması ve "rüyalarımızda
... tüm biçimlerin bize hitap etmesi; hiçbir şeyin yüzeysel ya da gereksiz
olmaması"dır.99 Üzerimize doğru gelen kamyonun plakası gibi anlamsız
ayrıntılar rüyalarımızın sanatkarlığı tarafından basitçe ihmal edilir.
Beşinci yüzyılın tragedya sanatına yüzeysel olarak bakarsak, onun se­
kizinci yüzyıldaki Homeros sanatından farklı olmadığını görürüz. Aynı
tanrılar ve kahramanlar ikisinde de vardır. Ama her ikisinde ortak olan
güzel "Apolloncu rüya" I OO yüzeyinin altında farklı olan şey, tragedyada
bulunan "Dionysosçu" derinliğin Homeros'ta hiç bilinmemesidir.
" Rüya" terimi Apolloncu görüş için kullanılırken, Nietzsche Diony­
sosçu görüş için Rausch [sarhoşluk-r.] sözcüğünü kullanır: sarhoş olma
(Dionysos, Bakkha şarap tanrısıdır elbette), daha doğrusu "vecit", "ken­
di dışında durma [ex-statis], gündelik bilincin dışında olma hali".101
Schopenhauer'ın tabiriyle, Dionysosçu durumda insan principium indivi­
duationisi, tekillik ve çoğulluk yanılsamasını aşar, her şey gibi kendisinin
de tek hakiki varlıkla özdeşliğini sezer. Ortaçağdaki Vaftizci Yahya ve Aziz
Vitus karnavallarında,1 02 Beethoven'ın sevinç dolu "Neşeye Övgü"sünde
(An die Freude, 1 824) korunan (modern rock konserlerinde ve futbol
stadyumlarında hala bir ölçüde devam eden) Dionysosçu vecit haliyle,

yalnızca insanla insan arasındaki bağ yeniden kurulmuş olmaz: yabancılaşmış,


düşman ya da boyunduruk altına alınmış doğa da, kaybolmuş evladıyla, insanla ba­
rışma şenliğini kutlar yeniden. Yeryüzü gönüllü olarak sunar armağanlarını, barış
içinde yakınlaşırlar birbirlerine, kayaların ve çöllerin yırtıcı hayvanları. Çiçekler ve çe­
lenklerle dolup taşmıştır Dionysos'un arabası: onun boyunduruğu altında ilerler pan­
terler ve kaplanlar... Şimdi (Apolloncu) zorunluluğun, keyfiliğin ya da "göreneklerin"
insanların arasına "hayasızca"103 soktuğu tüm donuk, düşmanca sınırlar yıkılmıştır.
Şimdi, dünyaların uyumunun müjdeli haberinde, herkes komşusuyla yalnızca birleşti-
l <JO NIETZSCHE

ğini, uzlaştığını, kaynaştığını değil, bir olduğunu da hisseder, sanki [Schopenhauer'ın


deyimiyle] Maya'nın perdesi yırtılmıştır da artık sadece lime lime parçaları dalgalan­
maktadır gizemli ilkel birliğin önünde. Şarkı söyleyip dans ederek ifade eder kendini
insan, daha üst bir ortaklığın üyesi olarak: yürümeyi ve konuşmayı unutmuştur.. 104
.

İnsan zihninin yetileri bakımından Dionysosçu olan, kavramları aşan,


dilde doğru düzgün ifade edilemeyendir. Estetik bakımdan da müziktir,
daha doğrusu "dithyrambik" müziktir, yani Wagner'inki gibi her şeyi " bir
duygular denizinde" çözündüren bir müziktir. Wagner'in kullandığı te­
rimlerle, Dionysosçu müzik "güzel" olmaktan ziyade " ulvi"dir. Bölünme
yanılsamasını kaldıran ve bizi varlığın birleştirici bağrına gömen müziktir.
Yunan tragedyasının kökeninde Dionysos festivali, .. Dionysos onu­
runa ilahilerin "dithyrambik" tarzda söylenmesi yatar. Daha sonra ila­
hilere aktörler ve olaylar eklenmiş -müzik dramayı "doğurmuştur"- ar­
dından da koro ile izleyici arasında biçimsel bir bölünme gerçekleşmiş­
tir. Yine de Yunan tragedyasının en büyük zamanında izleyiciler hala
kendilerini koronun bir parçası gibi hissediyorlardı, zira herkesin tek bir
tapınıcılar toplamının parçası olduğu ilk zamanlar hala hafızalarday­
dı: "Ati na tragedyasının izleyicileri kendilerini orkestradaki [sahnenin
önündeki yarım daire şeklindeki alan] koroyla özdeşleştiriyorlardı, bu
yüzden halk ile koro arasında temelde hiçbir karşıtlık yoktu"; "tamamı
sadece tek bir ulvi koro[ydu] " . 105
Bu özdeşleşme Nietzsche'nin "tragedya etkisini", yani pek çok açıdan
aramızdaki en güzel ve bilge olanların yıkıma uğramasına şahit olmak­
tan aldığımız tatmin duygusunun görünüşteki paradoksunu açıklaması­
nı mümkün kılar. Yunan izleyiciler olarak kısmen kahramanın amansız
bir yıkıma doğru yürüyüşüyle empati kurarız. Ama öncelikle koroyla
özdeşleştiğimizden, kendimizi koronun hipnotize edici şarkısıyla Diony­
sosçu hale taşınmış buluruz. Bu durumda insan varoluşunun bulantı
verici karakterinin "metafizik tesellisini" deneyimleriz, der Nietzsche.
Bu deneyimin sebebi bireyler dünyasının bizim için "gerçekdışı" bir hal
alması,106 Wagner'in tabiriyle "oyundan ibaret" hale gelmesidir: kendi
normal benliklerimiz de dahil olmak üzere bireyler bir savaş sahnesi

.. Engelmann'a gönderilen mektupta öne sürüldüğü gibi Tragedyanın Doğuşu'nun Yu­


nan filolojisine katkı yaptığı yer burası olmalıdır. Klasik akademisyenleri tarafından
hala önemli ve hakiki bir katkı olarak yaygın kabul görür.
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu 191

tablosundaki askerler gibi olurlar. 107 Görünüşler dünyasındaki herhan­


gi bir şeyle özdeşleşmek yerine, "kısa bir an için",

ilkel varlığın kendisi oluruz ve onun dizginsiz var olma hırsını ve var olma zevkini
hissederiz; görünüşlerin savaşımı, ıstırabı, yok edilişi şimdi zorunluymuş gibi gelir
bize, yaşamın içine itilip atılan sayısız var olma biçiminin aşırı çokluğunda, dünya
istencinin aşırı coşkulu doğurganlığında 100
...

Yaşamın verdiği bulantıyı ancak bu bakış açısından gerekçelendire­


biliriz: "sadece estetik fenomenler olarak" -yani insan tekilliği dünyası­
nın dışından- "varoluş ve dünya gerekçelendirilebilir" . Ancak bu bakış
açısıyla (insan varlığını içeriden katlanılamaz ölçüde " bulantı verici" kı­
lan) "çirkinin ve ahenksizin", ilkel birliğin kendisiyle oynadığı "sanatsal
oyunun" parçalarından ibaret olduğunu kavrayabiliriz.109
O halde büyük sanat eserinin verdiği "teselli" budur. Kısa bir an için
düz, gündelik gerçekçiliği aşar ve Schopenhauer idealizminin hakikatini
fark ederim. Hayatın ve dünyanın absürd ve içimi bulandıran karakte­
rinin benim sorunum olmadığını, zira ölüm ve acının artık benim katı­
lımcısı olmadığım epik bir filmde var olduğunun bilincine varırım. Daha
ziyade -"Karanlık Herakleitos"un kumdan kaleler yapıp tekrar yıkan
bir çocuğa benzettiği "dünyayı-kuran güçle " t 10 özdeşliğim düşünülür­
se- ben bu dünyanın "tek yaratıcısı ve izleyicisiyim" . 1 1 1 Acı ve ölümün
dünya-filminin sadece parçaları değil, zorunlu parçaları olduğunu gö­
rürüm, çünkü (Margaret Atwood'un bir keresinde esefle belirttiği gibi),
çatışmasız anlatı diye bir şey yoktur, eski yıkılmaksızın yeniyi kucakla­
mak söz konusu olamaz.
***

Nietzsche Dionysosçu duruma " siyasi içgüdünün azalmasının",


"devlet ve anayurt duygusuna" yönelik kayıtsızlığın, hatta düşmanlığın
eşlik ettiğini kabul eder. ı 12 Bu yüzden, Dionysosçuluğun "esrik düşün­
celere dalması" bir şekilde Jeğiştirilmez ve kontrol edilmezse, " bir halkı
. . . Hint Budizmine doğru [Schopenhauer'cı) yoldan götürür", "dünyevi
meselelere yönelik bir "hissizlik" yaratır ve "Budist hiçlik özlemine" yol
açar. 1 13 Yani devlet ve anayurt Apolloncu varlıklardır: Devlet yapı ve
hiyerarşi gerektirirken, anayurt da "yurt" ile "yurtdışı" arasında, benim
ait olduğum yer ile "ötekinin" başladığı yer arasında bir sınır çekmeyi
NIETZSCHE

gerektirmiştir. O halde, tüm farkların ve bölünmelerin ortadan kalkma­


sından kaynaklanan "daha üst düzeyde bir cemaate" yükselirsem, birey­
leşme dünyasına dönme fikrini -bireyleşmenin "tüm acıların ilk sebebi
olduğunu" hatırlayın- iç bulandırıcı bulurum:

Gündelik gerçeklik bilince tekrar girer girmez içimizi bulandırır: Bu durumun ürü­
nü çileci, istenci-reddeden bir ruh halidir. Dionysosçu, adi ve bayağının [gündeliğin]
karşısına daha yüksek bir düzen olarak konmuştur. Yunanlar artık bu suçluluk ve
kader dünyasından mutlak kaçışı istemektedir. 1 1 4 ... Sarhoşluktan uyanmayla birlikte
gelen bilinçle her yerde insan varlığının dehşetini ve absürdlüğünü görür; bu da onu
tiksindirir. Artık orman tanrısının bilgeliğini anlamıştır, 1 1s

yani, Dionysos'un yakın dostu Silenus'un bilgeliğini anlamıştır.


Bu aynı zamanda geç Wagner'in " bilgeliğidir" elbette, "varlığımın bu
dünyada" olmadığını kabul eden ve "ölümü, mutlak bilinçsizliği, top­
tan var olmamayı" arzulayan Wagner'in bilgeliğidir. Ayrıca Wagner'in
sonraki müzikli dramlarının gizli etkisi budur: Wagner'in dithyrambik
Tristan'ının son sahnesini, "ruhu kanatlarını açmak için çırpınırken bo­
ğulmadan", mutlak müzik, "saf bir uzun senfoni bölümü" olarak dinle­
yebilecek hiç kimse yoktur, diye yazar Nietzsche. 1 16 (Burada Platon'un
Phaidros'una anıştırma yapar: Ruh, dünyadaki sürgününden yukarı
doğru uçmaya hazırlanmak için yeniden kanatlanarak "göklerin kena­
rındaki" gerçek anayurduna döner. )
Fakat nasıl Tristan (salt) saf müzik değilse, Yunan tragedyası da
değildir elbette. İkisi de hem sözler hem de aksiyon, yani Apolloncu
unsurlar barındırır. Bu da bizi Dionysos etkisinin tam kuvvetine kar­
şı korur, "neredeyse parçalara ayrılmış bireyi yanılsamanın iyileştirici
balmumuyla birleştirir", der Nietzsche. Tragedyanın saf Apolloncu bir
konu olduğu gibi " soylu bir aldanmaya" maruz kalırız; bu aldanmaya
göre, tragedya var olan tek dünyada, bireylerin dünyasında bir bireyin
kaderinden başka hiçbir şeyle ilgili değildir. Piyes yazarı bile bu "aldan­
maya" kapılır, kendi eserinin derin anlamını kavrayamaz. Sonuçta göz­
lerimizi ovuşturarak gündelik hayata döneriz, "tuhaf bir şekilde teselli
olmuş" ama yine de tesellinin doğasını anlama "yükünden kurtulmuş
oluruz" . Dionysosçu içgörü yükünden kurtulduğumuz için bir kez daha
eyleme geçebiliriz. 1 1 7 Hamlet'in eylemsizliğinin doğru ve derin anlamı
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu 19 3

budur: onun içgörüsüne göre " bilgi eylemi öldürür; eylem [Apolloncu]
yanılsama örtüsünü gerektirir" . 1 1 8 Sonuçta b u yanılsama ister Yunan
tragedyası olsun, ister Wagner'in müzikli dramı olsun her büyük eserin
ayrılırken bize verdiği hediyedir. Lethe, tıpkı bir peri vaftiz anne gibi
dünyayı olumsuzlayıcı, kurtarıcı içgörü anımızın üzerine unutkanlık ör­
tüsünü çeker ki her şeye rağmen yolumuza devam edebilelim.

Mitin Rolü

Nietzsche'nin analizi buraya kadar Yunan tragedyasındaki Apollon­


cu unsura sadece nispeten sönük bir rol bırakmış gibi görünüyor: Bu
unsurun tek görevi Dionysosçu içgörüden ayılmamızı sağlayan bir yanıl­
sama örtüsü işlevi görmektir. Fakat Nietzsche Tragedyanın Doğuşu'nun
sonuna doğru bu izlenimi düzeltmeye girişir.
Yunan tragedyasında Dionysosçu unsuru müzik oluştururken, Apol­
loncu unsurun bağrında şiirsel metin, yani sözler yatar. Özellikle de
eserin mitsel içeriği, dinsel içeriğidir -Sophokles "dindar" bir yazardı,
diye vurgular Nietzsche . 1 1 9 Wagner'in mitten tüm çağlar ve kültürler
için doğru olan şeylerin "yoğunlaşması" olarak bahsetmesini yansıtırca­
sına, Yunan tragedyasındaki mitsel figürlerin "görünüşlerin kısaltması"
olan "sıkıştırılmış" imgeler olduğunu söyler. Bunların bireylerden ziya­
de insan tipleri olduklarını da ekler (aktörlerin maskelerinin etkisi); bu
durum onlara evrensel bir önem bahşetmektedir.120
Dinsel mitin önemi nedir? Yine Wagner'i neredeyse kelimesi kelimesi­
ne tekrar eden Nietzsche, "ancak mitlerle çevrili bir ufuk, tüm bir kültür
hareketinin bütünlüğünü kurabilir," der. Sadece mit bir kültüre "güvenli
ve kutsal bir köken yeri" sağlar. Mit imgelerinin, diye devam eder,

genç ruhun onların koruması altında büyüyeceği, yetişkin erkeğin yaşamını ve


savaşımlarını onların işaretleriyle yorumlayacağı daemonik bekçiler olmaları gerekir:
devletin kendisi de, dinle bağıntısına, mitsel tasawurlardan yetişmiş oluşuna kefil
olan mitsel temelden daha güçlü bir yazılmamış yasa tanımaz.

"Sanat ve Volk [halk], mit ve ahlak zorunlu olarak ... iç içe geçmiş­
tir," diye sözlerini bitirir. Bir halk ancak deneyimine mitsel, "ebedi" bir
1 94 NIETZSCHE

görüşü yükleyebilirse doğru düzgün bir halk olabilir. "Mitsel anayurdu"


oluşturan "evin ocağının tanrıları" olmadan ne bir halk ne de bir birey
varlığını sürdürebilir.121
O halde tragedyanın mitsel içeriğinin cemaatin ethosunu alegorik bi­
çimde dile getirdiğini söyleyebiliriz kısaca. Böylece " [tekil] Yunan sanat­
larının kutlamayla yeniden birleşimi" 1 22 olması ve cemaati bir araya ge­
tirip onu koruması bakımından iki anlamda "kolektif sanat" eseri olur.
Ortaçağ Almanya'sındaki dini tiyatro oyunları bireyin kendini cemaat­
ten ayırarak mahremiyette tefekküre çekilmesine imkan verme işlevine
sahipken, "Yunanlar antik tragedyaları, kendilerini bir araya getirmek
[sich sammeln] için izliyordu".123

Wagner'in Yunanlarla llişkisi Bilmecesinin Çözümü

Şimdi artık Nietzsche'nin Engelmann'a yazdığı mektupta Tragedya­


nın Doğuşu'nun "Wagner'in Yunan tragedyasıyla ilişkisi bilmecesinin"
çözümünü sağladığı iddiasına dönecek konumdayız. Hatırlayalını, bu­
radaki muamma Wagner'in erken ya da " sosyalist" büyük sanat eseri
anlayışı ile sonraki ya da "Schopenhauer'cı" anlayışı arasındaki bariz
çelişkiden kaynaklanıyordu. Birinci, "dünyayı-iyileştirici" anlayışa göre
eserin amacı insanlığın bu-dünyadaki "kurtuluşunu " sağlamaktır. Bu­
nun için de ( sosyalist-anarşist) cemaat, dolayısıyla bireylerin hayatların­
daki anlam yeniden kurulmalıdır. Bu anlayışa göre başat unsur sözler
olmalıdır -Nietzsche'nin terminolojisiyle, sanat eserindeki Apolloncu
unsur olmalıdır. Eser müzikli dram olmalıdır da diyebiliriz. Fakat dün­
yayı- reddeden ikinci anlayışa göre, bu dünyada kurtuluş umudu yoktur,
dolayısıyla sanat eserinin tek işlevi öte-dünyadaki kurtuluşun varlığını
sezdirmektir. Bu anlayışa göre sanat eserinde müzikal -Dionysosçu- un­
sur başat olmalıdır; nitekim sözcükler en iyi durumda anlamsız, en kötü
durumda dikkat dağıtıcı öğeler olarak tümden atılma tehlikesi içindedir.
Eser müzikli dram olmalıdır.
Wagner'in bu çelişkisinin tek muhtemel çözümü ya ilk baştaki Apol­
loncu sanat eseri teorisinin, ya da sonraki Dionysosçu teorinin terk edil­
mesi gibi görünüyor. Ama bu noktada Nietzsche'nin görünüşteki çelişki­
ye -entelektüel bakımdan müthiş- çözümünün sanat eserinin nasıl hem
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuş u nun Doğuşu
' 195

Apolloncu hem de Dionysosçu olduğunu göstermek olduğu açıkça orta­


ya çıkıyor: Sanat eseri aynı anda hem insan varoluşunun iç bulandırıcı
niteliği karşısında bireyi teselli edebilir, hem de cemaati insan varlığının
nasıl olduğuna ve olması gerektiğine dair temel anlayışının övgüsü ve
olumlanmasında bir araya getirerek, onun güçlenmesini destekleyebilir.
Dionysosçu içgörünün getirdiği "metafizik teselli" beraberinde "isten­
cin Budist reddini", Hamlet-benzeri eylemsizliği getirse de, Apolloncu
yanılsamanın yarattığı "soylu aldatıcılık" nihilizme giden yolu tıkar ve
sanat eserinin dünyayı olumlayan cemaati bir araya getirme işini yü­
rütmesini sağlar. Sözler ile müzik arasındaki öncelik sorusuna ( Richard
Strauss'un operası Capriccio'nun tamamının konusu) verilecek cevap
hiçbirinin diğerinden üstün olmadığıdır. Sözler ile müzik farklı ama eşit
ölçüde hayati görevler yaptığından, Apollon ile Dionysos arasında sahi­
ci bir eşitlik, gerçek bir "kardeşçe birlik" vardır. 1 24
Bu kitap entelektüel bir yetenek gösterisidir. Wagner'in çelişkili ko­
numunu bir düzene sokmuştur; bu yüzden bu verimli ama kafası ka­
rışık besteci ona derinden minnettar kalmış olmalı.125 Aydınlanmış
Wagner'in Yunan tragedyası hakkında gerçekten ne düşündüğünü so­
ranlara cevaben, "Bilmiyorum: Ne düşündüğümü Nietzsche'ye sorun,"
dediğini gözünün önüne getirebiliyor insan. (Aslını isterseniz Wagner
1 874'teki Zamana Aykırı Bakışlar'ın ikincisini okuduğunda tam olarak
şöyle demişti: " Başka hiçbir şey söylememin gerekmediğini ve geri ka­
lan tüm tartışmaları size bırakabileceğimi bildirmekten gurur ve sevinç
duyuyorum. " ) 1 26

Sokrates ve Tragedyanın Ölümü

Wagner gibi Nietzsche'nin de, Yunan tragedyasının Euripides'in el­


lerinde can verdiğini düşünmesi enteresandır. Hatta daha da enteresanı,
bu öldürücü eylemin ardındaki eminence grise'in .. (gölge adam) Sokrates

*
Eminence grise: Gölge adam. Asıl adı François-Joseph Le Clercdu Tremblay olan
( 1 577- 1 638), Peder Josef (Pere Josef) adıyla da anılan Fransız mistik ve din reform­
cusunun bu lakabı (L'Eminence Grise), Fransızcada "gizli işler çevirip yöneten güç,
tahtın ardındaki ya da perde arkasındaki güç, 'ak saçlı' akıl hocası" anlamları taşı­
yan yerleşik bir deyime dönüşmüştür-r.n.
NIETZSCHE

olduğunu düşünür. Euripides esasen iki şey yapmıştır. Birincisi, "izleyeni


sahneye koyarak", yani tragedyayı gündelik hayatın temsiline çevirerek,
tragedyayı mit düzeyine yükselten evrensel arketipleri katletmiştir. İkin­
cisi, koroyu öldürmüştür. "Tüm keyfin ve yaratının kökeninde akıl var­
dır" diyen Sokrates'ten etkilenerek, öncelleri Aiskhylos ve Sophokles'in
karakterlerinin "kafa karıştırıcı derinliği"nden, arkalarından gelen an­
lam "kuyrukluyıldızı"ndan tedirgin olmuştur. Bu kavranmaz anlamın
kaynağı koronun gizemli, dithyrambik seslendirmesi olduğundan, koro­
yu kaldırmıştır. Bunlar "estetik Sokratesçilik" ruhuyla, güzelliğin "ras­
yonel" olmakla bir tutulmasıyla yapıldı.127
Nietzsche bu "Sokratesçiliği" aklın "örtü kaldırmak"tan, gizli me­
kanizmalarını ortaya çıkarmak üzere şeylerin yüzeyinin altına inmekten
haz almasıyla özdeşleştirir. " Sokratesçi insan" (aynı zamanda "İsken­
derci insan" ve "teorik insan"), tıpkı tarihsel Sokrates gibi, "nedensellik
zincirini takip eden düşüncenin, varlığın en derin uçurumlarına uzana­
bileceğine, sadece varoluşu anlamakla kalmayıp varoluşu düzeltebi­
leceğine sarsılmaz bir inanca sahip olan insandır. 128 Bir başka deyişle
Sokratesçilik, bilimin ve ondan doğan teknolojinin tüm insan problem­
lerini çözebileceği inancıdır. Bu da "dünyada herkes için mutluluğun"
mümkün olduğuna dair "iyimser" bir doktrin olduğu anlamına gelir.129
Dolayısıyla, "Sokratesçi" bakış açısından, Dionysos tragedyasının niye
ortadan kalkması gerektiğini görmek zor değildir. Dionysos tragedyası
insan mutluluğunun anahtarı olan akla inancı zayıflatmaktadır.
Sokratesçilik hakkında Nietzsche'nin iki iddiası vardır. İlkine göre,
Sokratesçilik yanlıştır, "yanılsamadır" . "Kant ve Schopenhauer'ın olağa­
nüstü cesareti ve bilgeliği sayesinde", bir başka deyişle metafizik idealiz­
min nedenselliği, görünüşlerin rüya-dünyasına kapatması sayesinde, nihai
gerçekliğe bilimle ulaşılamayacağını, dolayısıyla "düzeltilebilir" olmadığı­
nı biliyoruz.130 Bu yüzden Sokratesçilik bir tür güç zehirlenmesidir; o yüz­
den de "çocuk-tanrı" kumdan kalelerden birini yıkınca Sokrates kültürü
felaketvari ve tamamen beklenmedik travmalar yaşayabilir. Nietzsche'nin
ikinci iddiası da Sokratesçiliğin şu an içinde bulunduğumuz Aydınlanma
sonrası Batı'nın içinde bulunduğu durum olduğudur. (0 halde 1 1 Eylül'ü
ya da küresel ısınmayı böyle bir travma olarak düşünebiliriz.) Modern
insan Sokratesçi insandır. Nietzsche bu iddialara bir üçüncüsünü ekler:
Sokratesçi kültür bozulmuş bir kültürdür. Peki, bu nasıl oluyor?
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu 197

Ş u Anki Halimizde Yanlış Olan Nedir?

Nietzsche modern kültürde iki şeyin yanlış olduğunu belirtir. Birin­


cisi, bilimsel materyalizmin hakimiyeti ve dolayısıyla Dionysosçuluğun
yok oluşu yüzünden, " bireysel var oluşun dehşeti" karşısında, her şey­
den önce de kaçınılmaz "yok oluşumuz" , yani ölüm karşısında "korku­
dan kaskatı kesilmekten" bizi koruyan "metafizik teselliyi" yitirdik.131
Nietzsche Wagner Bayreuth'ta'da, " birey, ölüm ve zamanın getirdiği
korkunç endişeden kurtarılmalıdır, " diye yazar, 1 32 Fakat Hıristiyan­
lık-sonrası, metafizik-sonrası kültürümüz bizi kurtaramaz. Dolayısıyla
Sokratesçi kültüre ölüm karşısındaki endişe, sakınma ve en nihayetinde
dehşet musallat olur.
Nietzsche'ye göre Sokratesçi kültürün ikinci yanlış yönü, mitin yiti­
rilmesidir. Modern insan "mitsiz insandır" . 133 Bunun sebebi de modern­
likte sanatın rolüyle ilgilidir.
İster Homerosçu ister trajik sanatta, mitin Apollonculuğa ait olduğu­
nu biliyoruz. Apolloncu sanatın merkezi etkisinin " ululaştırmak", "yü­
celtmek", "kusursuzlaştırmak" olduğunu görmüştük. Mesleğin, çekici
olanı vurgulamak, çok çekici olmayanı karartmak ya da bulanıklaştır­
mak gibi tekniklerini kullanarak kişileri bayağılıktan çıkarıp yüceltir.
Pırıldama/arını sağlayarak,134 onlara karizmatik otorite verir. "Kahra­
manlaşmış" , "değer verdiğimiz" kişiler olurlar, bu yüzden onlara imre­
niriz.135 Kabaca ve tam doğru olmayan bir şekilde ifade edersek, "rol
modelleri" olurlar.
Modernlikte şeylerin "pırıldadığını" inkar etmek budalaca olacaktır.
Kültürümüz pırıltılı şeylerle, "tanrılar" ve "kahramanlarla" doludur:
Leydi Di (her Olimposlu kadar ölümsüzdür), Madonna, Beckham çifti,
son Oscar ödülünü ya da televizyon yarışmasını kazanan kişi vb. Hep­
sinin de Apolloncu sanat ( bir başka deyişle "medya" ) yoluyla parlaması
sağlanır. Aslında problem, modernlikte çok fazla şeyin parlaması ve pı­
rıltısını çok hızlı yitirmesidir.
Nietzsche bunu büyük bir ileri görüşlülükle saptar. " Fantezinin ve
Apolloncu rüyanın tüm enerjisini amaçsızca dolanmaktan kurtaracak
tek şey mittir, " der.136 "Amaçsızca dolanmak" bana tam da ünlülerin
parlayıp sönmesini --çağımızdaki "Apolloncu rüyayı" - anlatıyormuş
gibi geliyor. Nietzsche'ye göre bu da Batı modernliğinin "Apolloncu sa­
natının" "mitsel" içerikten yoksun olduğu anlamına geliyor.
NIETZSCHE

Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta, "mitin" bir nevi " bir­
leşmiş, kapsamlı ve tutarlı mit" anlamına geldiğidir. Nietzsche'ye göre mit
"Halk [Vo/k] ile kültürün birliğini [Einsein] oluşturup ... o halkın karakte­
rinin [Volkscharakter] soylu çekirdeğini" tesis edebilen bir şeydir; örneğin
"Alman miti" diyebileceğimiz bir şeydir. 137 * O yüzden, koca bir Yunan
tanrı ve kahramanlar takımı tek bir mit oluştururken, Hıristiyan kutsallı­
ğı ve azizleri de başka bir mit oluşturur. Kısacası, Nietzsche'ye göre "mit"
tam da Wagner'deki mittir -yani " ulusun kendisini" oluşturan "şeylerin
özüne dair ortak bir görüş"tür. Bu açıdan bakıldığında modernliğin prob­
lemi elimizdeki tek şeyin tutarsız ve sürekli değişen bir mit-fragmanları
kaosu, "düzensiz bir yığının içine atılmış ... bir mitler curcunası" olma­
sıdır. 138 Zerdüşt'ün deyimiyle "alacalı" bir şehirde yaşıyor olmamızdır.
Modernliğin mitsiz "alacalılığında" yanlış olan nedir? Nietzsche bu­
nun özgül semptomlarına işaret ederken, Wagner'in düşüncelerine de­
rinden bağlı ve kariyeri boyunca dikkate değer bir tutarlılıkla devam
eden bir "kültür eleştirisi" geliştirir.
İlk semptom birliğin kaybıdır. Çünkü bir cemaatin, bir "halkın" bir­
liği ancak bireylerin birleşik bir mitin "ana rahminde" bir araya gel­
mesiyle var olabilir; oysa modernlikte ne cemaat ne de anayurt vardır.
Onun yerine "düşünce, ahlak ve eylem yabanlığını", "yurtsuzca dolan­
mayı" görürüz.139 Modern toplum, Wagner'in deyişiyle "mutlak ben­
cilliğin" hüküm sürdüğü, tek birliğin devletin yapay ve baskıcı birliği
olduğu paramparça bir dünyaya dönüştü. Sonuçta hem toplumsal hem
bireysel olarak, hayat anlamsızlaştı.
İkinci semptom, "yabancı masalara açgözlülükle saldırıp buralarda
yer kapmaya çalışma", "yabancı dinler ve kültürler" dükkanında anlam
aramaktır.140 İnsanın aklına bu noktada sadece " Doğulu bilge" ticare­
tinin büyümesi değil, aynı zamanda postmodern adıyla anılan mimari,
kendi kültürümüzün içi boşaltılmışlığının bir ifadesi olarak geçmişin ve
yabancıların üsluplarının talan edilmesi de geliyor; Nietzsche'nin işaret
ettiği kadarıyla bu hiç de modernlik "sonrası" değildir aslında.

* Nietzsche Tragedyanın Doğuşu'nun son sayfalarında, Die Meistersinger'in en so­


nundaki Sachs'a çok benzer bir tarzda, "Alman mitinin yeniden doğumunu" sağla­
ma çağrısında bulunur (TD 23; vurgular Nietzsche'nin). Wagner'e hayranlığından
kurtulur kurtulmaz, düşüncesindeki bu tür milliyetçi duyarlılıklar yok olur -hatta
ona küfür gibi gelir bu duyarlılıklar. Ama ondaki, cemaat mitinin, ulus-üstü cemaat
mitinin hayati önemine bağlılığın asla yok olmadığını göreceğiz.
Richard Wagner ve Tragedyanın Doğuşu'nun Doğuşu 1 99

Sonuncu semptom modernliğin "hummalı çalkantısıdır" . Şeylere


ebedi, mitsel bakış açısının kaybı, hayatın anlamının yitirilmesi "dün­
yevilikte muazzam bir büyüme" getirir, "mevcut anın, 'burada ve
şimdi'nin . . . anlamsızca yüceltilmesine" yol açar.141 Günümüzdeki Al­
man sosyologların Erlebnisgesellschaft [deneyim toplumu] dedikleri şey
budur: Çılgınca "deneyim" aramaya, ucuz heyecanlar aramaya itilen bir
toplum; seks, uyuşturucu, rock and roll ve "ekstrem" sporlar peşinde
bir toplum. Wagner'in "hazdan ölesiye sıkılmış" diye tarif ettiği toplum­
dur bu. Kişinin hayatına istek ve anlam katan bir cemaat ethosu yok­
sa sıkılmaktan kurtulmanın tek yolu çılgınca ucuz heyecanlar peşinde
koşmaktır. Bana kalırsa hem Nietzsche'nin hem de Wagner'in aklında
Schopenhauer'ın stres-veya-sıkıntı fikri vardı. Kimlik tanımlayıcı idealin
sağladığı (sağlıklı) stres olmazsa, insan ancak her seferinde daha egzotik
heyecanların sürekli azalan getirileriyle sıkıntıdan korunmaya çalışır.
***

Nietzsche Tragedyanın Doğuşu'nda Yunan tarihini tersine yaşa­


ma çağrısı yapar. 142 Yani "pırıltılı liderlerimizin", Yunanların en yük­
sek kültür düzeyindeyken yaşantılarında tragedya şenliğinin oynadığı
rolü modern hayatta oynayacak bir şey bulmayı önerir. 143 O yüzden
Wagner'le birlikte, "geleceğin sanat eserinde" Yunan tragedyasının yeni­
den doğmasını istemektedir. Tragedyanın Doğuşu'nun her şeyi bastıran
merkezi mesajı -varlık sebebi- Bayreuth Festivali'nin doğmasını sağla­
ma çağrısıdır.
8. Bölüm

Savaş ve Sonrası

71-agedyanın Doğuşu'nun hazırlıkları, dünya sahnesinde gerçekle­


.1 şen ve Nietzsche'nin düşüncelerinde derin ve kalıcı etkiler bırakan
bir olay yüzünden kesintiye uğradı. 16 Temmuz 1 870'te başladığı ve
Tribschen'e Mayıs'taki ziyaretinde Wagnerler üzerinde ne kadar iyi bir
izlenim bıraktığını Rohde'ye anlattığı mektubu yazdığı sırada haberleri
duydu:

Burada korkunç fırtınalar kopuyor: Fransız-Alman savaşı ilan edildi ve bayatla­


mış kültürümüzün tamamı gırtlağına korkunç bir iblis çökmüş halde yerde yuvarlanı­
yor ... Daha şimdiden sonun başlangıcında olabiliriz. Ne çoraklık! Yine manastırlara
ihtiyaç duyacağız. Ve ilk rahipleri de biz olacağız. - Hakiki İsviçrelin. 1

Nietzsche'nin 1 9 Temmuz'da ilan edilen savaşa ilk baştaki şaşkın ve


muğlak tepkisinin ipuçlarını burada görebiliyoruz. Bir taraftan Avru­
pa kültürünün bir savaş çıkmasını önleyememesi, barbarlığa dönmesi
karşısında dehşete kapılmıştı. Ama öte yandan, Avrupa'yı zaten yeni­
lenmesi gereken bir kültür olarak gördüğünden, savaşın temizleyici ate­
şinden kalan "çoraklıkta" yenilenme hücrelerinin -"manastırlar"- bü­
yüme ihtimalini görmektedir. ( "Özgür ruhların manastırı" -ya da bazen
" kolonisi"- çok geçmeden büyük temalardan biri olacaktır. ) Mektubu
" Hakiki İsviçrelin" diye imzalaması da İsviçre'nin tarafsızlığından fay­
dalanarak her şeyin dışında kalmayı planladığını akla getiriyor. Fakat
neredeyse aynı zamanda annesine yazdığı mektupta, "Gerçekten, İs­
viçreli olmaktan bunaldım. Bu iş bizim kültürümüzle ilgili! Bunun için
hiçbir fedakarlıktan kaçmamam! Lanet olsun şu Fransız kaplanına! " de­
mektedir.2 Birkaç gün sonra da Sophie Ritschl'e gönderdiği mektupta,
202 NIETZSCHE

askerlik eğitiminin onu hazırladığı zaman nihayet gelmişken hiçbir şey


yapmadan durmaktan utandığını yazıyordu.3
Nietzsche ilk başta savaşa katılmak için bir hamle yapmadı. Onun
yerine, Basel'de oturan Elizabeth'i Tribschen'e ilk ziyaretine götürdü ve
sonra 30 Temmuz'da 1 .300 metre rakımlı son derece romantik bir vadi
olan Maderanertal'a gidip orada Alpenklub otelinde kaldılar. Burada
"Dionysosçu Dünya Görüşü"nü4 yazdı (Yunan tragedyası analizin­
de Apolloncu/Dionysosçu ikiliğinin ilk kez öne çıktığı çalışma). Daha
yoldayken tanıştıkları Adolf Mosengel adlı bir Hamburglu manzara
ressamı da aynı otelde kalıyordu. Mosengel'le yoğun sohbetler, ayrıca
Almanların Weissenburg ve Wörth'teki zaferlerinin -gerçi ağır kayıplar
verilmişti- haberleri Nietzsche'yi İsviçre'nin tarafsızlığının sağladığı ko­
runaktan çıkmaya itti. 8 Ağustos'ta bölüm başkanı Wilhelm Vischer'e
bir mektup göndererek, Prusya "anayurduna" asker ya da sıhhiyeci ola­
rak katılıp "Almanlık görevini" yerine getirmek üzere üniversiteden ay­
rılmak istediğini bildirdi.5
Niyetini Cosima'ya da iletti. Cosima'nın Fransa'yla bağlantılarına
-annesi Marie d'Agoult tarafından Fransız savaş bakanıyla akrabaydı­
rağmen, Wagnerlerin her ikisi de Alman davasının tutkulu destekçileriy­
diler. Ama gene de kültürlü ve entelektüel insanların vurulmaktan daha
iyi işler yapabileceğini düşünüyorlardı. Cosima, iyi örgütlenmiş sıhhi­
yede amatörce çabalarının destekten ziyade köstek olacağını, cepheye
yüz tane sigara göndermekle savaşa daha iyi katkı sunacağını söyleyerek
Nietzsche'yi aktif hizmetten caydırmaya çalıştı.
Neticede üniversite Nietzsche'ye izin verdi ama İsviçre'nin tarafsız­
lığı yüzünden ancak sıhhiye görevlisi olabilirdi. Dolayısıyla, Mosengel
ve Elizabeth'le birlikte Maderanertal'dan Konstanz Gölü'ndeki Lin­
dau üzerinden Bavyera'daki Erlangen'e eziyetli bir yolculuk yaparak
(trenlerin çoğu birliklerin nakliyesine ayrıldığından Almanya'ya dön­
mekte sorun yaşıyorlardı), sonunda 1 3 Ağustos'ta hedeflerine vardılar.
Elizabeth'in yazdığı kadarıyla yolculuk sırasında moralleri yüksekti ve
neşeli şarkılar söylüyorlardı ama vardıklarında her yerde yaralıları gö­
rünce evvelki "çocukça havailiklerinden" utanmışlardı.6 Nietzsche Kızıl
Haç'ın öncülerinden biri olan Felddiakonie'de [Saha Hizmeti] sıhhiyeci
olarak çalışmak için Erlangen'de eğitime başladı.
Savaş ve Sonrası 20 3

Fransa-Prusya Savaşı

Resmi savaş ilanı İmparator III. Napolfon'un (Nietzsche'nin öğren­


ciyken hayranlık duyduğu Napolfon Bonaparte'ın yeğeninin) talima­
tıyla hareket eden Fransız parlamentosundan geldi. Resmi gerekçe bir
Alman adayın İspanya tahtına oturma ihtimaliyken, savaşın çıkışı bü­
yük ölçüde Bismarck'ın planlarının sonucuydu. Fransızların Prusya gü­
cünün artışından korkmasından ve Napolfon'un kibrinden faydalanan
Bismarck, güneydeki Alman devletlerini Kuzey Alman Federasyonu'na
katılmaya ikna etmek için savaşı zorunlu bir araç olarak görüyordu.
Böylece 1 87 1 'de savaşın bitmesiyle beraber birleşmiş bir Almanya, İkin­
ci * Alman Reich'ı kuruldu.
Savaş sadece altı ay sürmesine rağmen tam bir kan banyosuydu, pek
çok açıdan Birinci Dünya Savaşı'nın provası sayılabilirdi. Çok fazla ama
tam sayısı bilinmeyen sivil zayiatın üstüne yaklaşık yarım milyon da as­
ker -ölü ya da yaralı- zayiat vardı, ölümlerin dörtte üçü, yani 1 56.000'i
Fransa tarafındandı. Fransızlar bu savaşta ilk kez mitralyöz adlı maki­
neli tüfeği kullandılar ama kuyruktan dolma tüfekler olan chassepot'la­
rın menzili de Alman iğneli tüfeklerinkinden iki kat fazlaydı. Almanlar­
da ise çelikten yapılma, kuyruktan dolma yeni tüfekler vardı ki bunlar
kesinlikle Fransız tüfeklerinden üstündü. Daha da önemlisi, Prusyalı­
larda zorunlu askerlik vardı ve halk katılaşmış, daha askeri, milliyetçi
ve (Napolfon'un işgalci ordusundan) "Kurtuluş Savaşı" ( 1 8 1 3-14) yü­
zünden de Fransız düşmanı olmuştu; "anayurt" uğruna savaşta ölmek
soylu bir eylem sayılıyordu. Prusya'nın başka bir avantajı da muhtemel
ve sahici savaşta tam zamanlı planlama yapabilen ilk kalıcı komuta he­
yetinin varlığıydı. Ayrıca Mareşal Helmuth von Moltke kesinlikle dahi
bir askeri stratejistti. Von Moltke tıpkı beş yıl önce Avusturyalılarla sa­
vaşırken yaptığı gibi, birlikleri Fransızları sersemleten bir hızla hareket
ettirmek için demiryolunu kullanıyordu.
Çoğunlukla ciddi maliyetlerle de olsa bir dizi muharebe -Wissenburg,
Spicheren, Wörth, Mars-la-Tour, Gravelotte, Metz- kazanan Almanlar
Alsas'a ve Fransa'nın içlerine kadar ilerlediler. En sonunda Napolfon
2 Eylül 1 870'te 1 04.000 askeriyle birlikte Sedan'da teslim oldu. Almanlar
.. Birinci Reich, Kutsal Roma İmparatorluğu'ydu (bunun kutsal da, Romalı da, impa­
ratorluk da olmadığı herkesçe bilinir). Üçüncüsü de Hitler'in Reich'ıydı elbette.
204 NIETZSCHE

sonra Paris'e ilerlediler ve 1 9 Eylül'den 28 Ocak 1 871'e kadar süren bir


kuşatmanın ardından şehre girdiler. Ateşkes, Paris düştüğü gün imzalandı.
On gün önce Prusya Kralı 1. Wilhelm birleşik Almanya'nın imparatoru ilan
edilmişti. Ardından 28 Şubat'ta Versailles'da bir barış anlaşması imzalandı
ama Paris işçileri ve ulusal muhafızlar anlaşmayı kabul etmedi, başkenti
1 8 Mart'ta ele geçirip Paris Komünü'nü kurdu. Prusya'nın örtülü onayıy­
la Fransız ordusu Paris'i geri aldı ve 21-28 Mayıs'taki "Kanlı Hafta"da
on binlerce işçiyi ve devrimciyi idam etti. Savaşın neticesinde Alsas-Loren
Almanya'ya verildi ve kırk üç yıl sonra 1. Dünya Savaşı'nda patlayacak
olan Fransız-Alman düşmanlığına daha fazla benzin dökülmüş oldu.

Nietzsche'nin Savaşı

Nietzsche'nin Erlangen'deki sıhhiye eğitimi on gün sürdü. Kursiyer­


ler her sabah çoğunlukla cepheden dönmüş yaralılar üzerinde pratik
yaparak yara sarmayı öğreniyorlardı. Zamanı kısıtlı olmasına rağmen
dünya tarihinde aldığı rolü kaydetmeyi gerekli gören Nietzsche o sırada
fragmanlar halinde bir günlük tuttu:

Bugün, Cumartesi [20 Ağustos 1 870] ... Bir Fransıza kloroform verdikten sonra
elini alçıya aldık (eli parçalanmış; uyuşturucu verildikten sonra "Mon Dieu mon Dieu
je vieri' [Tanrım, geliyorum] diye haykırdı). Ondan önce on bir yaşındaki bir kızın
bacağını kesilmekten kurtarmak için kloroform verildi. Birkaç gün önce de bir evde,
kafasında kocaman bir yara olan bir erkek çocuğa kloroform verdik; çok zor. Dün bir
Prusyalı hastanede öldü, akciğerinden vurulmuştu, bugün biri daha öldü. Liebig adlı
Prusyalı iyi durumda; sağlıklı ölçüde iştahlı, iyi uyudu ama pek umut yok, kol kemiği
parçalanmış, alçıya almak mümkün değil.7

23 Ağustos'ta Wörth'teki cepheye doğru yola çıkan Nietzsche,


Elizabeth'in (her zamanki şekerli tarzıyla) yazdığı kadarıyla bir sıhhiye
biriminin başına getirilmiş, aynı zamanda,

bol miktarda para ve bir sürü kişisel mesaj taşıyordu, bu yüzden savaş alanında
[sahra] hastaneden hastaneye, ambulanstan ambulansa koşturup duruyordu; yara·
lıları ve can çekişenleri teselli etmeye çalışıyor, ölmekte olan dudaklardan çıkan son
veda sözlerini ve yadigarları alıyordu.s
Savaş ve Sonrası 20 5

28 Ağustos'ta annesine gönderdiği mektupta, " bu mektupla birlikte


korkunç derecede yıkıma uğramış, her yanı tarif edilemeyecek ölçüde
üzücü insan parçaları ve kokmuş cesetlerle kaplı [Wörth'teki] savaş ala­
nının anıları da geliyor, " diyordu.9
Tüm bu süreçte birlikte olan Nietzsche ile Mosengel 2 Eylül'de Ars­
sur-Moselle'de bir hastane trenine binme emri aldılar. Karlsruhe'deki
hastaneye kadar yaralılara eşlik edeceklerdi. Hava çok sert olduğundan
yol boyunca vagonlar kapalı kalmak zorundaydı. Nietzsche bu yolculu­
ğu Wagner'e bir mektubunda anlatır:

Ağır yaralı adamların arasında geçirdiğimiz bu üç gün ve üç gecede 1 0 gücümüzü


en son sınırına kadar harcadık. Ağır yaralı altı adamın yattığı feci haldeki bir canlı
hayvan vagonundaydım, onlara yiyecek verecek, yaralarını saracak ve genel bakım­
larını yapacak tek kişi bendim. [von Gersdorff'a gönderdiği mektupta onların "insani
ihtiyaçlarını" da karşılamak zorunda kaldığı ayrıntısını ekler. 1 1 1 Hepsinde kırık kemik­
ler vardı, pek çoğunda dörder yara vardı, ayrıca ikisinin yarası hastanede kangrene
çevirmişti. Bu hastalık kokan havaya nasıl dayanabildim, hatta nasıl uyuyabildim ve
yemek yiyebildim bilemiyorum, şimdi bana bir mucize gibi geliyor. 1 2

Yolculuğa dayansa d a sağlığı zarar gördü. Tren Karlsruhe'ye vardı­


ğında çok hastaydı. Zorlukla Erlangen'e ulaştı ve orada yatağa düştü.
Bir doktor ağır dizanteri ve difteri teşhisi koydu; her iki hastalığı da
Nietzsche canlı hayvan vagonunda tespit etmişti.13 Von Gersdorff'a
gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

Mosengel'in görevi bana bakmaktı. Üstelik hastalıkların niteliğini düşününce bu


hiç de sıradan bir görev değildi. Birkaç gün afyon ve tanen asidiyle [lavman sıvısı],
ayrıca gümüş nitratla tedavi edildikten sonra tehlike geçti. Bir hafta sonra Naumburg'a
seyahatime izin çıktı, ama henüz tam anlamıyla iyileşememiştim. Tüm bunların üstü­
ne tecrübenin havası beni hazin bir sis gibi sarmıştı -uzun süre boyunca hüzünlü bir
çınlama kulaklarımdan hiç silinmedi.14

Savaştaki hizmetinin başka bir etkisi de, Erlangen'de aldığı eğitim


ona uyuşturucular hakkındaki temel bilgileri verdiğinden, Nietzsche'nin
artık kendi kendisine reçete yazabileceğini hissetmesiydi -hayatının geri
kalanında bunu yapmayı sürdürdü ve kendine ciddi zararlar verdi.
206 NIETZSCHE

Nietzsche Eylül ortasına kadar Erlangen'deki Hotel Wallfisch'te (Bali­


na) bir odada yattı, sonra da Naumburg'da annesinin evinde bir ay daha
dinlenerek iyileşmeye çalıştı ve yukarıdaki mektubu da orada yazdı. 21
Ekim'de Basel'de çalışmak üzere evden ayrıldı, Ekim'in yirmi ikisinde
donmuş bir halde Frankfurt'ta mola verip bir gece kaldı, yirmi üçünde
ise bütün yol boyunca mide bulantısıyla mücadele etmiş bir halde Basel'e
vardı.15

Savaş Sonrası

Nietzsche fiziksel bakımdan az çok toparlanmışsa da, savaş deneyim­


leri ( bir ay bile sürmemiş olmasına rağmen), ayrıca (ölene kadar cephe­
de kalan) von Gersdorff için duyduğu endişe ve Pforta'dan on altı okul
arkadaşının cephede öldürüldüğünü öğrenmesi,1 6 onda psikolojik hasar
yaratmıştı. Vischer'e gönderdiği mektupta kendisini filoloji çalışmaları­
nın içine gömerek hafızasına kazınan "korkunç imgelerden" kaçmaya
çalıştığını ama "asabi sıkıntılardan ve ani zafiyetlerden" mustarip oldu­
ğunu yazıyordu.! 7 Elizabeth ise birkaç yıl sonra dahi, Rohde'nin (savaşa
katılmamıştı} Nietzsche'nin savaş deneyimlerine dair çok az şey duydu­
ğundan yakındığını yazmıştır, bunun üzerine "ağabeyim acıyla ona çıkış­
tı: 'Böyle şeylerden bahsedemem, mümkün değil; insan böyle anıları zih­
ninden kovmaya çalışmalıdır.'" 1 8 Bu semptomların -olaydan uzun süre
sonra bile görüntülerin tekrar zihinde belirmesi- bugün "travma sonrası
gerginlik" diye tanımlanan rahatsızlık olduğuna pek şüphe yoktur.
Bu durumun etkisi Birinci Dünya Savaşı'nda her iki taraftan şairle­
rin yaşadığından çok farklı olmayan bir dönüşümün Nietzsche'de de
gerçekleşmesi olmuştur. Gördüğümüz üzere, Nietzsche gençliğinde ateş­
li bir Prusyalıydı, savaş alanında "Anayurda" hizmet etmek, gerekirse
onun uğruna ölmek istiyordu. Üstelik çocukluğundan beri, genellikle
Prusya çocuklarında olduğu gibi, her türlü savaş onun gözünde şan­
lı bir faaliyetti, ( Tragedyanın Doğuşu'nun diliyle) adeta "Apolloncu"
ihtişamla parıldıyordu. Elizabeth'in yazdığına göre, çok iyi bir moralle
savaşa gitmişti. Ama kokmuş vücut parçalarının hiç de ihtişamlı olma­
yan gerçekliği (topçu subayı olarak göreli bir mesafede savaşsaydı bu
gerçekliğe hiç de bu kadar maruz kalmayacaktı aslında), çocukluktan
Savaş ve Sonrası 20 7

yeni çıkmış okul arkadaşlarının ölümü Apolloncu ihtişamı sıyırıp atmış,


onu mümkün olan en doğrudan yoldan hayatın " korku ve dehşetine"
maruz bırakmıştı. ( Tragedyanın Doğuşu'nda Apolloncu "yalanın" kırıl­
ganlığının bilincinde biyografik bir temelin bulunduğunu düşünebiliriz. )
Hiç şüphe yok ki Nietzsche bir anda pasifist olmadı. 1 8 73 Eylül'ünde
hala Wagner'e "tek iyi şeyin Alman askeri" olduğunu yazabiliyordu. 19
Pek çok deneyimde olduğu gibi burada da Nietzsche'nin savaş deneyim­
lerini sindirmesi, tüm etkilerinin tezahür etmesi için uzun zaman geçme­
si gerekti. Gelgelelim, 1 870'lerde yaşadığı travma sonrası stres, benim
anladığım kadarıyla, düşüncesinde iki temel değişiklik yaratan belirle­
yici bir olaydır. Birincisi, savaş sonrası yazılarında ilk kez öne çıkan in­
sanların şiddeti problemine yoğun bir şekilde odaklanmasıdır. İkincisi
de Bismarck Prusya'sına, savaşın gerçek azmettiricisine yeni bir eleştirel
odaklanmadır.

Şiddet

Nietzsche sürekli -fiili ya da yakın- savaşların olduğu bir dönemde


büyümüştü. Fransa-Prusya savaşının çıkmasına ilk tepkisi, savaşı "kül­
türün" başarısızlığı olarak görmekti: "bayatlamış kültür" çökmüştü,
"kültür kış uykusuna" yatmıştı.20 Bu da " kültürün" tam olarak ne ol­
duğunu açığa çıkarıyor; adına layık bir şey olacaksa şiddet problemiyle
başa çıkacak bir teknik içermelidir.
Nietzsche hemen hemen tüm diğer insan problemlerinde yaptığı
gibi burada da çözüm için antik döneme, özellikle de Yunanlara döner.
Tragedyanın Doğuşu'nda bu konuya değinse de, erken felsefesinde şid­
det problemini en doğru düzgün ele aldığı metni, 1 872'de Cosima'ya
Noel'de doğum günü hediyesi olarak verdiği Yazılmamış Beş Kitap İçin
Beş Önsöz'den biri olan "Homeros'ta Rekabet"tir ( "Homers Wett­
kampf" ) .21 Bu eser hiç basılmamışsa da, olgunluk felsefesinin başlıca
temalarından birkaçının ilk kez gün ışığına çıktığı önemli bir eserdir.
"İnsani olan'' , yani insanlığı hayvanların üzerine yükselten şey Yu­
nanlarda en yüksek gelişim düzeyine ulaşmıştır. Fakat aynı zamanda Yu­
nanların doğasının köklerinde " nedensiz zalimlik", "kaplanlara yaraşır
bir yıkıcılık hazzı" vardı: İskender ve Akhilleus'un yendikleri düşman-
208 NIETZSCHE

larını savaş arabalarının arkasında sürükleme adeti bunun bir kanıtıdır.


(On sekizinci yüzyıldaki sakince ve çaba harcamadan insani olan Yunan
portresine burada kasten karşı çıkarak yazmaktadır. )
Bildiğimiz gibi, Yunanlar kendimize bakmamızı sağlayan "bir ayna­
dır". İnsan türünün en insanisi şiddete yatkınlıktan muaf değilse hiç­
bir insan türü bundan muaf değildir. Zalimliğe, saldırganlığa, şiddete
(Nietzsche daha sonra "güç istencinden" bahsedecektir) yatkınlık insan­
larda doğuştan vardır, yapıtaşımıza "kazınmıştır" . Bu yüzden şiddete
yatkınlığı ortadan kaldırmak söz konusu olamaz. Tek mümkün olan şey
kültürün bu yatkınlığı sınırlandırması ya da başka yere yönlendirmesi­
dir. Nietzsche için temel ve çok zor bir içgörüdür bu, geleneksel Avrupa
ahlakıyla radikal bir kopuş gerektirir. Hıristiyanlıktaki özgeci sevgi ide­
ali, insanın düşmanını bile sevmesi gerektiği emri insanın düşmanlarını
bile sevebileceği önvarsayımına, yani prensipte insan ruhundan şiddetin
silinebileceği önvarsayımına dayanır. Bu yüzden, Nietzsche'nin şiddetin
silinemeyeceği içgörüsüne ancak Hıristiyan ahlakının psikolojik önvar­
sayımlarını terk etmiş birisi ulaşabilir.
Şiddetin ortadan kalkmayacağını kabul edersek, diye devam eder
Nietzsche, antik dünya şiddete üç tepki vermiştir. Birincisi insan do­
ğasından umudu kesmekti, Orpheus kültünün takipçileri böyle yap­
mıştı: Savaş ve zalimlik dünyasına maruz kalmak "var oluşun içimizi
bulandırmasına", " böyle bir dürtüye kök salmış bir hayatın yaşamaya
değmeyeceğini" düşünmemize yol açar.22 İkinci tepki dürtüyü serbest
bırakmaktı. " Barbar" dünyanın karakteri buydu, medeni hayatın "ka­
ideleri" sürekli olarak "şehvet ve zalimliğin" "cadı kazanı" tarafından
çiğneniyordu.23
Üçüncü tepki Yunanların tepkisiydi. Yunanlar hakkındaki ilk önemli
gerçek, "savaşma ... güdüsü ve zaferin hazzını" "kabul etmiş" olmala­
rıydı.24 Yani ahlaki yargıları bizimkinden farklı "renklerdeydi" : Saldır­
ganlık ve zalimlikte kesinlikle "günahkarca " bir yan yoktu, Tanrı'nın
yasalarına bilerek karşı çıkmak anlamına geliyordu, hayatın işleyiş
tarzının katı bir gerçeği olarak önümüzdeydi işte. Diğer yandan, salt
saldırganlığın zararlı olduğunu da kabul ediyorlardı ama "günah" ol­
duğundan değil, Nietzsche'nin sonraki diliyle, "aptalca" olduğu için. Bu
yüzden önlerine koydukları ödev yıkıcı olmayan, hatta olumlu anlamda
üretken bir ifade biçimi bulmaktı. Yunanların büyüklüğü bunu başar-
Savaş ve Sonrası 209

malarından ileri geliyordu: Şiddet istencini "arındırmayı" , "korkuncu


soyluya" , "zararlıyı yararlıya " çevirmeyi öğrenmişlerdi.25 Bunu da şid­
deti "manevileştirmeyi" öğrenerek başarmışlardı,26 onun yerine geçe­
cek bir ifade biçimi bulmuşlardı. Freud'un neredeyse kesinlikle Nietz­
sche'den devraldığı (ama devraldığını kabul etmediği) bir nosyonu tarif
ederken kullandığı dille, şiddeti "yüceltmeyi" öğrenmişlerdi.
Bunu yapma yollarından biri sanattı. Homeros'un şiddet dolu savaş
hikayelerinden ve daha sonra Yunan tragedyasından aldıkları hazzın
altında bu yatıyordu. Barbarların Dionysosçu şenlikleri seks ve şiddet
cümbüşlerine dönerken, çoğu durumda insan kurban etmeyi içerirken,
Yunanların Dionysosçu şenliği olan tragedya şenliğinde kahramanlar
gerçek hayatta değil, Nietzsche'nin daha sonra diyeceği gibi, "kukla ha­
liyle" "öldürülüyordu" .27 Ama şiddeti "yüceltme"nin daha üretken bir
yolu da "rekabetti" .
İnsan hayatının esasen "savaş ve zafer" olduğunu kabul eden Yunan­
lar bu hayatı tanrıça Eris'in, yani "kıskançlık", bela ve ihtilaf tanrıçası­
nın alanı olarak görüyorlardı. Fakat Yunanlardaki kıskançlık kavramı
bizimkinden çok farklıydı. Zira iki tanrıçaları vardı -"kötü" Eris'in yanı
sıra "iyi" bir tanrı da vardı. Kötü Eris savaş yaratıyordu (altın elmasını,
yani evrensel şehvet nesnesini Peleus ve Thetis'in düğünündeki konukla­
rın arasına atarak Troya Savaşı'nı başlatmıştı) ama Hesiodos'un İşler ve
Günler' inden öğrendiğimiz kadarıyla Zeus insanları işe ve zenginliğe yö­
neltmek için iyi bir Eris de yaratmıştı. İkisi arasındaki fark, kötü Eris'in
egemenliği "ölümüne mücadeleye" yol açarken, iyi Eris'in "rekabete"
yol açmasıydı: Hesiodos'un deyişiyle iyi Eris,

vasıfsız insanların içine bile çalışma dürtüsü sokar: Mülkü olmayan birisi zengin
olan birini görürse o da ekip biçmeye koşar. ... Çömlekçiler bile başka çömlekçilere
diş biler, marangozlar marangozları, dilenciler dilencileri, ozanlar ozanları kıskanır.

Hesiodos'un işaret ettiği üzere, Yunan hayatına rekabet, agon


hakimdi; Yunan kültürü esasen "rekabetçiydi"ydi ve bununla gurur
duyuluyordu. Eğitim rekabetçiydi: Nietzsche'ye göre, öne çıkmaya ça­
lışmak, modern dille " bencillik" teşvik ediliyor ve bir bütün olarak ce­
maatin iyiliğine olduğu düşünülüyordu. Beşinci yüzyıldaki büyük oyun
yazarları birbiriyle rekabet halindeydi; hatta Aristoteles'in hayretle be-
210 NIETZSCHE

lirttiği gibi ölülerle bile, hepsinden öte Homeros'la rekabet ediyorlar­


dı. Platon sofistleri diyalektik "kavgada" yenebileceğini göstermek için
diyalogları icat etmişti. Yunanlar Olimpiyat oyunlarında da birbiriyle
rekabet ediyordu elbette. Yüceltilmiş saldırganlık böylece Yunanların
kültürünü yaratan ve besleyen bir şey olmuştu.
Nietzsche'nin Yunanlar üzerine düşüncelerinden çıkardığı kalıcı ders,
insan doğasından zalimliği ve şiddeti silmenin imkansızlığı değildi sade­
ce; bunları silmeyi zaten istememeliydik, zira "insanın . . . gayri insani
olarak görülen korkunç gizilgüçleri ... aslında tüm insani şeylerin, insani
duyguların, işlerin ve başarıların doğabileceği tek verimli topraktır" .28
Nietzsche olgun felsefesinde "soylu" ve "insani"nin doğaüstü bir fail
tarafından doğal düzene aşılanan bir şey olmadığını, daha ziyade içimiz­
deki "sarışın canavarın " kültür tarafından yeniden yönlendirilmesiyle
ortaya çıktığını vurgular. "İyilik" hakkı için "kötü" gizilgüçlerimizi mu­
hafaza etmeliyiz.

Prusya

Nietzsche'nin Fransa-Prusya savaş alanından döndükten sonra yaz­


dığı mektuplarda, gençliğindeki ateşli Prusyacılığına zıt duyguları açığa
çıkmaya başlar. Prusya'nın kıta Avrupa'sında başlıca güç olarak ortaya
çıkmasının gerek Prusya gerekse Avrupa için iyi olup olmadığına dair
kafasında ciddi soru işaretleri vardır. 1 870 Kasım'ında von Gersdorff'a
gönderdiği mektupta, "Umalım ki," der,

[savaştaki] heybetli ulusal başarımızın bedelini bana göre hiçbir kaybın kaldırıla·
mayacağı bir alanda fena halde ödemek zorunda kalmayız. Aramızda kalsın: Günü·
müz Prusya'sının kültür için çok tehlikeli bir güç olduğunu düşünüyorum. Gelecekte
bir gün eğitim sisteminin doğasını alenen açığa çıkaracağım.

"Zaferin genel sarhoşluğuna kapılıp gitmeyecek kadar filozof olmak


zorundayız," diye de ekler.29 Sonraki ay Bismarck Prusya'sının kültürü­
nü -ya da tercih ettiği deyişle " barbarlığını"- "bu savaşın kanlı zemi­
ninde büyüyen düşman" olarak tanımlar. Ayrıca şunu da ekler: "Sava­
şımız tam önümüzde duruyor ... bizi öldürecek kurşun, toplardan ya da
Savaş ve Sonrası 21 1

tüfeklerden çıkmayacak. " Bu durumdan kurtulmak için "ulusumuzun


bilimsel ve ahlaki eğitiminde yeni bir ruh gerek" ve "klasik çalışmalarda
yeni bir kuvvet" bu ruhu desteklemeli, diye sözlerini sürdürür.30
Bismarck'ın Almanya'sında neyi yanlış bulduğunu, "bilimsel ve ahlaki
eğitimde yeni bir ruh" derken neyi kastettiğini ve böyle bir ruhun Alman
kültürünü yarı-barbarlık durumundan nasıl kurtaracağını düşündüğünü
anlamak için 1 872 Ocak'ı ile Mart'ı arasında verdiği eğitim üzerine üc­
retsiz ders serisine dönmemiz gerek. Nietzsche bu derslerde " Prusya eği­
tim sisteminin doğasını açığa çıkarma" tehdidini gerçekleştirir.

Öğretim Kurnmlanmızın Geleceği Üzerine

Nietzsche eğitim üzerine derslerini "Gönüllü Akademi Birliği"nin hi­


mayesinde verdi. Daha önce gördüğümüz üzere, bu birlik üniversitenin
köklerinde şehrin gururunun yer almasını, şehir ile üniversite arasında
üretken bir etkileşim doğmasını ve üniversitenin bitmek bilmez kaynak
sıkıntısını azaltmayı amaçlıyordu.
Tartışma, Prusya eğitimindeki mevcut akımların bir eleştirisiyle baş­
lar ve genişleyerek genel olarak Prusya toplumunun eleştirisine dönü­
şür. Eleştirinin odağında "gymnasium", "lise" ya da "gramer" okulu
vardır. Nietzsche'nin eleştirisi esasen muhafazakar bir bakış açısına sa­
hiptir. Genel görüşüne göre Alman eğitimi " Reform'un şahane, derin
düşünceli, heyecan verici zamanlarında" doğru yola sokulmuş, Schiller
ve Goethe zamanında bu yolda ilerletilmişti,31 ama modern Prusya'da
bu soylu modelin korkunç bir sapması gerçekleşmişti. (Nietzsche'nin
kendisinin okuduğu okul, daha önce gördüğümüz üzere, Reform'da ku­
rulduğu ve Goethe ile Schiller'in "Weimar klasikçiliğini" temel aldığı
için, Pforta'nın burada ideal standart işlevi gördüğünü varsayabiliriz. )
Nietzsche'nin o n dokuzuncu yüzyıl Prusya gymnasium'unu niçin soy­
lu idealin sapması olarak gördüğünü anlamak için, Alman eğitim siste­
minde orta dereceli eğitimin zanaatlar ve ticaretle uğraşacakların gittiği
Realschule ile küçük ve akademik bakımdan yetenekli elit kesimin gitti­
ği Gymnasium olarak öteden beri ikiye ayrıldığını bilmek gerekir. Nietz­
sche'nin eleştirisinin amacını görmek için de geleneksel gymnasium'u
Anglo-Sakson yüksek okulundan ziyade modern temel bilimler koleji
212 NIETZSCHE

gibi düşünmelisiniz. Öğrenciler araştırmalar yapıyor, Pforta'da gördü­


ğümüz gibi, çoğunlukla gymnasium ile üniversite arasında gidip geliyor­
lardı. Öğrenciler çoğunlukla on dokuz, hatta Nietzsche gibi yirmi yaşına
kadar gymnasium'da kalıyor, okul bitirme sınavlarını verdikten sonra
üniversite eğitimine başlamaya hazır hale geliyorlardı. Gymnasium'un
modern üniversiteye çok benzemesi Nietzsche'nin eleştirisini kimi za­
man üniversite için sarsıcı ölçüde geçerli kılar.
***

Nietzsche Prusya'da yeni merkezileştirilen eğitim sisteminde geliş­


mekte olan iki "tahrip edici" akım tespit eder: eğitimin "yaygınlaşması"
ve buna bağlı olarak "zayıflaması" ,32 Eğitim demokratikleşmiş, "geniş
kitleler" için eğitim olmuştur.33 Sonuçta öğretmen talebi ile sahiden
yetenekli ve görevine bağlı öğretmen sayısı arasındaki uçurum giderek
açılmaktadır. Bunun genel eğitim düzeyini düşürmek gibi "zayıflatıcı"
bir etkisi vardır: Bu basitleşme hem öğretmenler hem öğrenciler arasın­
da sahiden yetenekli olanlara zarar verir. "Beğenilerdeki benzerlikten" 34
ötürü ortalama öğretmenler daha fazla ortalama öğretmen getirir ve gi­
derek artan bayağılık kurumun karakteri haline gelir. Ortalama insan
için bu iyi bir şeydir. Yetenekleri ile kurumun ruhu arasında belli bir
"uyumlu oran" buldukları için bu ortalama tipler kendilerini "meşru"
görürler.35 Öte yandan sahiden yetenekli öğretmen, giderek kendini ya­
bancılaşmış hisseder, yetenekli öğrenci de kurumun verebileceklerinin
giderek azaldığını görür.
Bu tahripkar durumun sebebine gelince, Nietzsche kısmen genel an­
lamda halkın " hakim etiğine" , ayrıca "mümkün olduğu kadar çok bilgi
ve eğitim -dolayısıyla mümkün olduğu kadar çok üretim ve talep-, do­
layısıyla mümkün olduğunca mutluluk" talep eden "ekonomik dogma­
ya" gönderme yapar. ( " Bilgi ekonomisi" ! ) İyi hayatın mutluluğa ve mut­
luluğun da paraya bu indirgenişi, "geçerli" insan -zenginlik edinmeyi
sağlayan güncel vasıflara sahip insan- yetiştirmeyi eğitimin hem amacı
hem de eğitim almanın güdüsü haline getirir.36
Ama Nietzsche eğitimin mevcut durumunun sebebi olarak Prusya
devletine daha çok vurgu yapar. Prusya üzerine düşüncelerinin sadece
yerel önemde olmadığını düşünür zira Prusya, askeri gücü yüzünden
başka devletler tarafından hayranlıkla karşılanmakta ve taklit edilmek­
tedir.37
Savaş ve Sonrası 213

Prusya, çağımızın jargonuyla, bir "kültür-devleti [Kulturstaat] " ha­


line gelmiştir, der Nietzsche.38 Eğitimin finanse edilmesi, içeriğinin be­
lirlenmesi ve son ürünün sınavdan geçirilmesi görevlerini üzerine aldı­
ğından, genellikle toplumun kültürünü belirleme görevini de edinmiş­
tir.39 Halk kitlesinden şu talepte bulunur: "Uyanın, bilinçli olun! Akıllı
olun. "40 Kitlesel eğitimi hayata geçirmenin yolu, gymnasium (ve pek çok
durumda üniversite) eğitimini orduda ve kamu hizmetinde iyi konum­
lara kabul edilmenin önşartı yapmaktır. Bunun sonucunda gymnasium
toplumsal bakımdan prestijli bir iş bulmak için "şeref merdiveninde bir
basamak"tan ibaret görülmeye başlamıştır.41
Hegel felsefesinin -özellikle okulların kendisinde- propaganda ama­
cıyla kullanılması da daha kurnazca bir yoldur. Hegel, devleti (Nietz­
sche'ye göre) "mutlak ölçüde tamamlanmış etik organizma" diye öv­
düğünden, doğal olarak hayatın anlamı da devlete hizmet ya da devlet
için fedakarlıktır -belki de en büyük fedakarlığı yapmaktır. Dolayısıyla
"eğitimin görevi her birimizin devlete en çok faydalı olacağı yer ve mev­
ki bulmamızı sağlamaktır" .42
Devletin amacı gayet basittir: "her şeye kadirlik" noktasına ulaşmak,
bir başka deyişle diğer devletlere nazaran bütünsel güç sahibi olmak,
küresel egemenlik kurmak. Böylece Hegelci "devlet kültürü" propagan­
dasının yapıldığı okullar başka bir Prusya yeniliği olan zorunlu askerlik­
le paralel gider.43 Bana kalırsa Nietzsche burada 4. Bölüm'de tartışılan
" bütünsel" toplum kavramına doğru gitmektedir: Daha özel olarak da,
yarım yüzyıl sonra Nietzsche'nin hayranı Ernst Jünger * tarafından dile
getirilen "toptan seferber olmuş toplum" kavramının ilk işaretlerini gö­
rüyoruz. Toplumsal hayatın tüm yönlerinin devletin amaçlarına doğru
çekilmesi ve bu amaçların hükmüne girmesi anlamında "totaliter" bir
toplum. Burada devletin amaçları da esasen güç kullanarak fetihte bu­
lunmak ve genişlemektir.
***

*
Ernst Jünger ( 1 895-1988): Gönüllü olarak 1. Dünya Savaşı'na katılıp yedi kez ya­
ralanmış olan Alman yazar. Tanık olduğu savaşı ele aldığı ilk eserlerinden sonra
toplumsal romanlar yazan Jünger, Yeni Ulusçuluk akımının öncüsüdür ve savaşı bir
doğa yasası sayar. Ayrıca bkz. bu kitapta "Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilme­
si" başlıklı yorum-r.n.
2 14 NIETZSCHE

Nietzsche Prusya devletini yeni, "dönen çağın" , " baş döndürücü


hızdaki" makineleşmiş çağın cisimleşmesi olarak görür... 44 Eğitimin
"mekanikleşmesi" genellikle hayatın mekanikleşmesinin bir veçhesidir.
Nietzsche'nin eğitim eleştirisi, dönüp duran çağın kendisi gibi dışında
kaldığını hisseden, "tekerlekler altında ezilmekten hala putperestçe bir
haz almayan" insanlara hitap eder.45 Alternatif bir yüksek öğrenim mo­
deli için çalışmaya, genellikle toplumun canlanması için çaba harcama­
ya hazır olanlara seslenmektedir. Bu model geçmişle kökten bir kopuş
önerisi değil, daha ziyade geleneksel Alman gymnasium anlayışının soy­
lu özünü geri kazanmaktır. Nietzsche'nin modeline göre gymnasium'un
misyonu devletin faydalı bir görevlisi olmaya yönelik eğitim değil, "kül­
türe [Bildung] yönelik eğitimdir lErziehung] " .46 (Nietzsche "hakiki eği­
timi" kültüre yönelme olarak, diğerini ise "kurs" ya da "talim" olarak
tanımladığından, tezi bir totoloji olarak da ifade edilebilir: Eğitimin asıl
amacı eğitimdir.)
Nietzsche'nin Bildung terimini kavramak kolay değildir. Schopen­
hauer'da istencin "kayıtsızlığa " kaçışı olarak estetik hal anlatısından
çok şey almış olduğunu görmek bir ipucu verebilir. Her şeyden önce, der
Nietzsche, kültür için eğitimin, hakiki eğitimin "varoluş mücadelesiyle",
salt "ekmek parası kazanmayla" hiçbir ilgisi yoktur: " Hakiki eğitim ih­
tiyaç ve arzu duyan bireyle kendini kirletmekten kaçınır. " Onun yerine
Schopenhauer'ın, " bilginin saf, istençsiz ... zamansız konusunun" bakış
açısı dediği noktaya yükselişi hedefler. Onun için de eğitimin ergenin
doğayla doğal yakınlığını korumaya özen göstermesi gerekir, zira

kendini sayısız dağılmış yansımada ve değişen görüntülerin renkli girdabındaki


seraplardaymışçasına yeniden tanımada ... doğanın büyük sureti içinde her şeyin
metafizik birliği duygusunu bilinçsizce hissedecek, aynı zamanda da ebedi sebat ve
zorunluluğunda huzur bulacaktır.47

Doğayla bütünleşmek insanı " bencil"48 istençten kurtarır ve onu


Tragedyanın D oğuşu 'ndaki "ilkel birliğe" ait "ebedi" bakış açısına yük-

*
"Dönmek" burada demiryolları anlamına geliyor elbette, 1870'lerde demiryolları
hala teknolojik bir mucize kabul ediliyordu. İnsan hayatındaki kökten etkisini kav­
ramak için, seyahat hızında yarattığı nispi artışın gerek otomobilin gerekse uçağın
yarattığı artıştan fazla olduğunu hatırlamak gerekir.
Savaş ve Sonrası 21 5

seltir, bu yükselişin "huzur verici" bir etkisi vardır, çünkü kişinin ilkel
birlik olarak zamanın, değişimin ve ölümün ötesine geçtiğini fark et­
mesini sağlar. Fakat aynı zamanda da insanı bilme durumuna yükseltir,
zira moda görüşler akışının üstüne yükselen insan, şeylerin "ebedi ve
değişmez özünün berrak aynası" olmakta özgürdür.49
Bu durumun uzun süre devamına yetecek kapasiteye sahip olmayı
Schopenhauer "deha" diye adlandırır.50 Nietzsche de aynı tabiri kul­
lanır. Fakat dahinin eğitiminin nasıl olacağına dair tanımlarında dahi
kavramı Schopenhauer'cı olmayan bazı nitelikler de kazanır.
Bildung'a [kültür] yönelik eğitimin amacı, der Nietzsche dinleyicile­
rine, "dahinin doğuşu ve eserini yaratması için hazırlık yapmaktır" .51
Böyle bir eğitimin odağında Alman dili ve edebiyatının öğrenilmesi var­
dır ama daha da önemlisi "Alman özünün", kritik olmasına rağmen
"gizlerle dolu ve kavranması zor" bir şekilde bağlı olduğu klasik antik
dönem öğrenilmelidir.52 Öğrenci hakiki "Alman ruhunun" doruğunda­
kilere aşina olmalı, Goethe ve Winckelmann gibi otantik "dahileri" ta­
nımalı, "klasik eğitiminin bu yüksek rahipleri" aracılığıyla Yunan anti­
kitesiyle, yani "eğitimin tek ve doğru yuvasıyla" yakınlaşmalıdır.53 Yani
eğitim bize "Yunan anayurdumuzu" geri vermelidir. "Sonsuz uzaklıkta
ve elmas surlarla çevrili Helen dünyası," 54 "insanların en iyileri ve en
yeteneklilerinin hac yeri"55 haline gelmelidir.
Bu görüşü gayri Schopenhauer'cı yapan şey, Schopenhauer dahiliği
sadece sanat bağlamında tartışırken, Nietzsche'nin burada gayet açık­
ça ahlaki gelişimi kastetmesidir -von Gersdorff'a gönderdiği mektupta
verdiği adla "etik eğitim"den bahsetmektedir. Yani Nietzsche'nin hedefi
ıslah edilmiş gymnasium'un genel anlamda kültürün yenilenmesini baş­
latanlar ve öncülük edenler haline gelerek mevcut " barbarlıkla" savaşa­
cak "küçük birliği "56 üretmesidir. Fakat böyle bir şey yapmak, toplum
çapında otantik Alman "ruhunun" Alman-Yunan içeriğine bağlılığın
fitilini ateşlemek için, gymnasium mezunlarının kendilerinin "Yunan ar­
zusuyla yanıp tutuşuyor" 57 olmaları gerek, Yunanların ahlaki faziletle­
rini kendi yaşamlarında gerçekleştirme hasreti çekmeliler. Bu da demek
oluyor ki antikite araştırmaları -Nietzsche burada klasik filolojiyi ıslah
etmek için uzun zamandır tasarladığı planlara geri döner- salt "bilim­
sel" alıştırmalar yapmak değil, hayatlarımıza model aldığımız emsal ki­
şiliklere hürmet duymayı öğrenmektir. Defterlerinde belirttiği gibi, "Ka-
216 NIETZSCHE

tolikler için azizler hangi statüyü işgal ediyorsa [hakiki gymnasium'da]


Helenler de bizim için aynı yerdedir. " 58 Hakiki gymnasium' da Yunanlar
kendi aksimize baktığımız " bir ayna"dır -ne olduğumuza değil, daha
ziyade ne olmak istediğimize bakarız bu aynada.
***

Peki, ama b u yol göstericiler toplumsal yenilenme görevini tam ola­


rak nasıl yerine getirecekler? Olgunlaşan "dahinin" görevi nedir ger­
çekten? Hatta Nietzsche'nin dahi kavramı Schopenhauer'ın kavramının
bire bir kopyası değilse tam olarak nedir?
Yaratma, meydana getirme, "özgünlük" kavramları da kaçınıl­
maz olarak dahi fikriyle bağlantılıdır: sözcüğün Yunanca kökeni olan
gignesthai'nin doğurma fikriyle yakınlığı vardır. On sekizinci yüzyılda
dahinin özgünlüğü geleneksel kurallarla kavranamayan şey olarak ta­
savvur edilirdi. Kant'ın deyişiyle, deha "hiçbir kuralın tanımlayamaya­
cağı, ... kurallarla öğrenilemeyen" 59 bir şeydir.
Ama orijinallik ve söz konusu kurallar konusunda iki farklı anlayış
vardır. Bunlardan biri ifadenin özgünlüğü, diğeri içeriğin özgünlüğüdür.
Alexander Pope dahinin eserlerinden, " sıklıkla düşünülen ama hiçbir
zaman o kadar iyi ifade edilmemiş" diye bahsederken birincisini vurgu­
lar. Schopenhauer ise ikincisini vurgular. "Yeteneklerle donanmış kişi
diğerlerinden daha hızlı ve doğru düşünürken dahi dünyayı diğerleri­
nin gördüğünden farklı görür; yetenek başkalarının vuramadığı hedefi
vuran okçuya benzerken dahi ise başkalarının göremediği hedefi vu­
ran okçu gibidir. "60 Schopenhauer'ın dahi kavramından Nietzsche'nin
önemli kopuşu, hiç değilse mesleğinin bu aşamasında, dahinin özgünlü­
ğünün, içerikten ziyade ifadede bulunduğunu düşünmesidir gibi geliyor
bana.
" Ruhun aristokratik doğasıyla", "doğal rütbe sıralamasıyla" uyum­
lu olarak, der Nietzsche dinleyicilerine, toplumun doğru düzeni "büyük
bireylerin hakimiyeti" , "kitlelerin ise dahinin asası altında hizmet etme­
si" gerekir.61 Bu görüşün Platon'un Devlet'indeki piramitten esinlendi­
ği açıktır: en dipte zanaatkar kitlesi, ortada askeri ve sivil hizmetler, en
tepede de "filozof kral". Fakat Nietzsche burada aslında devletten de­
ğil sivil toplumdan -kendi deyişiyle Volk'tan [halk]- söz etmektedir ve
devlet de sivil toplumun hizmetinde olmalıdır. Onun için önemli olan
devletin siyasi liderliğine dahinin soyunması değil, "düşüncenin impa-
Savaş ve Sonrası 217

ratorluğunda" "ruhani liderlik"62, yani sivil toplum alanında kültürel


liderlik yapmasıdır.
Peki, ama bu ruhani liderlik nasıl işleyecek? Nietzsche şöyle der
(Wagner'in hakiki sanat yaratıcısı olarak Volk tezini tekrarlamaktadır):

En yüksek derecedeki ve en soylu kültürel kuwetler ... halkın bilinçdışından fır­


larlar, annelik güdüsüyle dehayı doğurup, sonra da onlara iyi bir eğitim ve kültür
verirler.63

Demek ki halkın doğurduğu "dehanın" görevi -burada dehanın ori­


j inalliğinin ifadesi anlayışına geliyoruz- " bir halkın en yüce kaderini
görünür hale getirmek, ileri çıkarmaktır. . . [bunu] ebedi bir eserde ya­
pacak, böylece halkını ebediliğe bağlayıp, onu anlık olanın değişken
aleminden" -kaprisin ve modanın akışından- "kurtaracaktır" .64 Yani
dahi gerçekten "halkın eğitimi" denebilecek şeyi getirecektir. Ama bu
doğrudan ulaşılabilecek bir şey değildir; örneğin devletin herkes için
eğitimi zorunlu hale getirmesiyle bunun başarılması mümkün olmaz.
Onun yerine,

büyük kitlelerin genellikle kültürle buluştuğu otantik, daha derin bölgelerde,


Volk'un [halk] dini içgüdüleri beslediği, mitsel imgelerdeki şiirselliğin arttığı, alışılmış
ahlaka, doğruya, anayurdun toprağına, diline güvenin sarsılmadığı yerde,ss

dahinin eseri sayesinde "halkın eğitimi" mümkün olabilir. Dahinin gö­


revi o "alışılmış ahlakı" , manevi "anayurdu" dile getirmektir -bir başka
deyişle, "halkın en yüce kaderini " "öne çıkarmaktır" .
Buradan açıkça anlaşılıyor ki, yeniden Yunan tragedyasına, Vo/k'u
[halk] kendi temel ethosunun olumlanmasında, " bir araya getiren"
" kolektif sanat eserine" dönüyoruz. Bir başka deyişle, açıkça anlaşılı­
yor ki "dahilik" timsalleri Sophokles ve Aiskhylos'tur -bir de Richard
Wagner'dir. O halde "kültür için eğitimin" önemli olmasının en önemli
sebebi, ancak dahiyi ve eserlerini doğurup besleyen bir cemaatin kendini
"düşmüş" ve " barbarca" koşullardan kurtarıp kendisini cemaat yapan
"ebedi" ama "sonsuz uzak" değerlerine dönmesidir. Özellikle Almanları
ele alırsak, ancak klasiklere odaklanan gymnasium'da dahinin yetiştiril­
mesiyle "Yunan anayurdumuzu" yeniden kazanabiliriz.
***
218 NIETZSCHE

Belki de tam anlamıyla inandırıcı bulunmayacak olan bu argüma­


nı üç yorumla bitirmek isterim. * İlk olarak Nietzsche'nin "Bildung'a
[kültür) yönelik eğitime" dönüş çağrısının, özü itibariyle on dokuzun­
cu yüzyıl başında meşhur coğrafyacı, dilbilimci, diplomat ve eğitimci
Alexander von Humboldt tarafından (Nietzsche onun adını bir kez bile
anmaz) geliştirilen hümanist gymnasium anlayışına dönüş anlamına
geldiğini belirtmek gerek. Fakat Humboldt'a göre Bildung başlı başı­
na bir amaçken, iyi bir insan olmanın özüyken, Nietzsche'de ilaveten
ve nihayetinde daha da önemlisi toplumsal faydayla ilgili bir meseledir,
"manevi liderlik" yoluyla cemaatin gelişimini o sağlar. Defterlerinde be­
lirttiği üzere, "Bildung'un ebedi görevi kilise ve devletten bağımsız bir
entelektüel kastın örgütlenmesidir";66 ayrıca bu kastın her üyesi "göz­
lerinin önünde beliren idealin resmine bakarak halkını yanlış yollardan
kurtarmak için ... en soylu çabaları harcayacak"tır.67 Göreceğimiz gibi,
istisnai kişinin cemaatine karşı sorumluluğu fikri, yani onun şu ya da
bu biçimde "halkın manevi liderliğini" yapma mesuliyeti olduğu fikri,
Nietzsche'nin kariyerinin sonuna kadar değişmeyecektir.
İkinci ve yine bağlantılı bir yorum da Nietzsche'nin reform planla­
rındaki temel "Prusyalılığa" dikkat çekmeyi gerektiriyor. Nietzsche'nin
reddettiği " Hegelci" felsefeye göre birey için anlamlı bir yaşam, nihai
"etik organizma" olan "devlete" -kişinin yetilerine uygun olarak- bağ­
lılık ve hizmet demektir. Ama kendisi de aynı ölçüde "organik" bir çer­
çevede kalır. Onun ideal toplumu, yani "orkestrası'', her bireyin her
hareketi diğer bireylerinkiyle ahenkli -ve serbest- bir biçimde koordine
olabilsin diye dahi şef tarafından yönetilir.68 Birey, "orkestra" topluma
aidiyeti ve hizmeti sayesinde anlamlı bir yaşam sürer. Demek ki "Hegel­
ci" , Bismarckçı devlete Nietzsche'nin karşı çıkışı kesinlikle bireyin ön­
celiğine dair liberal-demokratik anlayışın olumlanması değildir. Nietz­
sche devletin işlevinin bireylerin kendi atomik hayatlarını sürebileceği,
başkalarının hayatıyla koordine olmadan yaşayıp gidebileceği bir alan
yaratmak olduğu fikrini desteklemez. Onun itirazına göre hakiki "etik
organizma" devlet değil "halk" ve halkın kültürüdür. Devlet halkın ve
kültürün " sınır bekçisi, düzenleyicisi ya da denetçisi" olmamalıdır, der.

* Eleştirel bir okur Almanlar ile Yunanlılar arasında niçin böyle bir dışlayıcı bağ oldu­
ğunu, Yahudi-Hıristiyan gelenekten söz edilmediğini ve neden sadece sanat eserleri­
nin "dahi" eseri sayıldığını sorabilir.
Savaş ve Sonrası 219

Onun yerine "dinç ve sağlam, savaşa hazır bir yoldaş olmalı, hayranlık
duyduğu, soylu ... dostuna katı gerçekler aracılığıyla güvenli geçiş sağla­
malıdır" .69 O halde Bismarck'ın Prusya Kulturstaat'ı meseleyi tam ters
yerden ele almaktadır. Sivil toplumun kültürü devlet tarafından kontrol
edilecek ve devletin amaçlarına bağlı olacak yerde, devlet sivil toplum
ethosuna bağlı olmalı, onu dışa vurmalıdır. Bu da, sivil toplumun otan­
tik doğasını dile getiren, dolayısıyla onun manevi lideri olan dahinin en
nihayetinde devletin liderinden üstün olması demektir. Martin Heideg­
ger, lidere liderlik etmek (Almanca deyişle "den Führer zu führen" ) için
Nazi partisine katıldığını söylediğinde, aslında siyaset ile kültür ve dev­
let ile ruhun hayatı arasındaki ilişkiye dair eski bir Alman geleneğine uy­
gun davranıyordu ki Nietzsche de daha önce bu geleneğe sahip çıkmıştı.
Son sözlerimizi ederken Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine
ile Tragedyanın Doğuşu arasındaki sürekliliğe dikkat çekmeliyiz. Tra­
gedyanın Doğuşu kolektif sanat eserinin yeniden doğması için çağrı
yaparken Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine böyle bir eserin
doğmasını sağlamak için neler yapacağımız sorusunu ele alır. Sonraki
çalışmanın konusu ilk bakışta çok farklı bir alana kaymış gibi görünse
de, savunduğu dünya görüşü aslında Tragedyanın Doğuşu ' nda savunu­
lan Wagnerci dünya görüşüyle aynıdır.
9. Bölüm

Anal Filoloji

ietzsche 1 870 Ekim'inin sonunda savaştan kış döneminde ders


N verebilmek için tam vaktinde Basel'e dönüp üniversitede göreve
başladı. Gördüğümüz üzere, sadece dizanterinin etkilerinden değil, aynı
zamanda travma sonrası stresten de mustaripti. Dizanterinin etkilerini
sindirim sorunlarının ve karın ağrılarının devam etmesi şeklinde yaşı­
yordu, onu sonraki altı ay boyunca sarsan uykusuzluk, bitkinlik ve dep­
resyonu ise büyük ihtimalle travma sonrası strese atfedebiliriz. Hepsinin
üzerine bir de hemoroiti vardı. Derslerin yeniden başlaması_, mesleği ile
tutkusu, yani filoloji ile felsefe arasındaki gerilimin sağlığını daha da kö­
tüleştirdiğine onu inandırdı. Bu yüzden Rohde'ye mektubunda Bayreuth
davasına müttefik bir "yeni Yunan akademisi" yaratmak için üniversi­
teyi yakında tamamen bırakmayı planladığını yazdı. 1 Fakat yıl sonunda
aklına başka bir fikir geldi: Kendisi yeni boşalan felsefe kürsüsüne baş­
vuracak, filolojideki yerini de Rohde'ye bırakacaktı.
Nietzsche'nin sağlığı 1 871 Şubat'ında o kadar kötüleşti ki hastalık
izni alıp iyileşmek için altı haftalığına Lugarno'daki Hotel du Parc'a
çekildi. Orada ona Elizabeth baktı. Basel'e döndüğünde felsefe kürsü­
süne başvurusunun reddedildiğini öğrendi. Schopenhauer taraftarlığı­
nın kurbanı olduğunu iddia etti ama aslında reddedilmesi gayet yerin­
de bir karardı, zira felsefi yöntem eğitimi almadığı gibi felsefe tarihinin
temel bilgisinden de yoksundu -bu boşluğu hiçbir zaman doldurmadı.
Aristoteles'in, Retorik (2006; Tekhne Rhetorike) dışında hiçbir önem­
li eserini bilmiyordu, ortaçağ skolastiklerinden haberi yoktu, kıta ras­
yonalistlerini ya da İngiliz ampiristlerini de tanımıyordu. Kant'ın Yargı
Yetisinin Eleştirisi'ni okumuş olsa da, Arı Usun Eleştirisi'ni neredeyse
kesinlikle ikincil kaynaklardan biliyordu. (Putların Alacakaranlığı'nda
" Hakiki Dünya Sonunda Nasıl Masal Oldu?" başlıklı yarım sayfalık
222 NIETZSCHE

Batı felsefesi tarihi özetinde, Platon ile Kant arasındaki iki bin yıllık boş­
lukta yaşamış hiçbir filozofun adının geçmemesi dikkat çekicidir. ) Bu
yüzden Nietzsche bu küçük bölümün ders ihtiyacını karşılama kapasite­
sinden kesinlikle yoksundu.
Fakat 1 871 Eylül'ünde depresyondan ve başvurusunun reddinin yarat­
tığı hüsrandan kurtulmuş görünmektedir. "Basel çok iyi," diye yazar von
Gersdorff'a, "dostlarım Basel'i sevdi, Basel dostlarımı sevdi."2 1 872'nin
başında, kuzeydoğu Almanya'da Baltık sahilinde bulunan Greifswald
Üniversitesi'nde kürsü teklifi aldığında ruh hali böyledir. Rohde'nin Pri­
vatdozent, yani maaşsız okutman olarak yerleştiği Kiel ile Greifswald
birbirine çok yakın olmasına rağmen teklifi çabucak reddetti. Ama öte
yandan Basel öğrencilerinin şehre sadakat olarak gördükleri bu hareket
şerefine yapmayı teklif ettikleri meşaleli yürüyüşü de biraz utangaçça
reddetti. Yürüyüşü reddetmesinin sebebi, öğrencilerin -ve maaşına zam
yapan üniversitenin- teklifi reddetmesinin sebeplerini yanlış anlamasıydı.
Annesine kişinin zaten sahip olduğundan farklı bir mutluluk arama­
ması gerektiğini açıkladı, ne de olsa Basel' de "iyi dostları ve iyi bir ünü"
vardı. Ama teklifi reddetmesinin asıl sebebinin "akademik kariyer" yap­
ma hırsı duymaması olduğunu da ekledi.3 Bu diplomatik bir hamleydi,
zira akademiyi ve sağlam gelirini tamamen bırakmayı hala düşünüyor
ve böyle bir adım atmasının annesini dehşete düşüreceğini biliyordu. En
son hayali hala kürsüsüz olan Rohde'nin onun yerine Basel'e gelmesi,
kendisinin de Wagner davası için tam zamanlı çalışacak vakti bulmasıy­
dı. Almanya'nın dört bir yanında ortaya çıkan çeşitli Wagner cemiyetle­
rini gezerek dersler vermeyi, böylece Bayreuth opera evinin tamamlan­
ması için para toplamayı düşünüyordu. (Zaten bu dine iman etmişlere
vaaz vereceğini ve zaten para sıkıntısı çekilen bir projede ona maaş ve­
rilmesinin sıkıntı yaratacağını düşünememesi, Nietzsche'nin daima naif
kalan finansal gerçeklik algısını gösterir.) Daha önce de belirtildiği gibi
Wagner, bu teklifi reddetmişti ama Nietzsche 1 872 Nisan'ında hala bir
taşla iki kuş vurma hayali kuruyordu. 4
Mesele Nietzsche'nin Eris'in pençesine düşmesiydi -ama "iyi"
Eris'in. Savaşmak istiyordu -Wagnerci yenilenme namına ve modernli­
ğin "vandallaşmış" kültürüne karşı savaş vermek istiyordu. Tragedyanın
Doğuşu'nda savaşın aciliyetini açıklamıştı, şimdi ise sözlerinin ardında
durmak istiyordu. Kültürel " savaş" arzusu çok açıktır. Terhis edilen von
Ana! Filoloji 223

Gersdorff'un Wagner davasına bağlılığını onaylamasına cevap olarak


1 871 Kasım'ında şöyle yazar:

Sanki hala askersin ve şimdi askerliğe yatkınlığını felsefe ve sanat alanında is­
patlamak istiyorsun. Bu doğru bir şey: Özellikle bu zamanlarda, sadece savaşçılar
olarak var olma hakkımız var, en iyi anlarımızda bulanık bir sezgisini edindiğimiz
genel hatlara sahip bir şeyin yetişkinliğe adım atmasının kıdemli bekçileri olarak var
olabiliriz ancak.5

Birkaç ay sonra da şöyle der:

Ne yaparsan yap, büyük kitlelerin içinde yer alacağı -belki gelecek kuşakta, belki
sonraki kuşakta- bir kültürel hareketin öncü birliğinde çarpışmaya ve çalışmaya ça­
ğırıldığımızı daima hatırla. Bu bizim gururumuz olmalı, pazılarımız bu gururla şişmeli.
Ayrıca ben mutlu olmak için değil görevimizi yapmak için doğduğumuza inanıyorum:
Görevimizin nerede olduğunu biliyorsak kendimizi kutsanmış saymalıyız.6

Ayrıca Rohde'yi de aynı cephenin "savaşçısı" olarak görür ve ona


pek çok vesileyle "silah arkadaşı" muamelesi yapar.
1 872'nin 2 Ocak'ında Nietzsche'nin savaş "manifestosu"? Tragedya­
nın Doğuşu piyasaya çıktı. Nietzsche ondan sonraki hayatını askeri bir
harekat olarak düzenledi. Rohde'ye yazdığı gibi, Wagner'le bir "ittifak
kurduğundan" S her şeyi savaş planına bağlı kılıyordu. Ocak ile Mart
arasında az önce bahsettiğimiz Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzeri­
ne derslerini verdi. Bu derslerin tonlamasını Wagnerler bile aşırı bulmuş­
tu. Mart ayında Felix Mendelssohn'un oğlu tarafından Yunanistan'da
bir geziye davet edildi. Hem Gustav Krug'un babasının arkadaşı hem
de Leipzig'deki müzikal hayatın odağında olan bu saygın besteciyle bir
bağlantısı olmasına şaşmasına ve sevinmesine rağmen, Wagner'in Yahu­
di karşıtlığıyla çatışma korkusu yüzünden daveti geri çevirdi. (İlk mek­
tuplarında zaman zaman görülen düşüncesizce Yahudi karşıtı retorik
Tribschen döneminde dikkat çekici ölçüde artmıştır.)
Aynı ay Bayreuth opera evinin -"Şenlik Evi [Festspielhaus] " ( bkz. Re­
sim 1 5 )- 22 Mayıs 1 872 tarihli temel atma töreni için düzenlenen festi­
valde bulunması için Rohde'ye ısrar ediyordu: "İki 'Wagnerci' profesör",
diye yazıyordu (önceki ay Rohde nihayet Kiel'de küçük bir profesörlük
kürsüsü elde etmişti), "burada olmazsa olmaz. "9 Başkalarının yanı sıra,
224 NIETZSCHE

Nietzsche'ye ilk kez Wagner zararlısını bulaştıran Gustav Krug ve çok


geçmeden Nietzsche'nin hayatında önemli bir rol oynayacak olan, gözleri
çakmak çakmak, kararlı idealist Wagnerci Malwida von Meysenbug'un
(bkz. Resim 1 6 ) bulunduğu bir grupla beraber törene katıldılar. Her ne
kadar temel taşı sağanak altında yerleştirildiyse de -şehrin yukarısındaki
"Yeşil Tepe" herhalde çamur deryası olmuştu- tören sonrasında, şehirde­
ki markgraflık [sınır kontluğu-r.] döneminden kalma, eski tarz bir opera
binası olan Markgrafliches Opernhaus'ta izledikleri, finalini üç yüz kişi­
lik koronun seslendirdiği Dokuzuncu Senfoni ( Beethoven) performansı
muhteşem geçti. Cosima'nın günlüğünde o akşamın "son derece harika"
olduğu ve (Schopenhauer'ın ruhuyla) herkesin kendisini "ölümlü varolu­
şun yükünden kurtulmuş gibi hissettiğini" belirtir. Rohde ise artık gerçek
evine veda ettiği hissiyle Kiel'e döndü; "en yüksek iyi için savaşan" dostu
ve silah arkadaşına kendisinin "nispeten zayıf kuvvetini" de eklemenin
görevi olduğuna her zamankinden çok inanıyordu.

Rohde'den "Üst Düzey Tanıtım"

Wagnerciler tahmin edileceği gibi Tragedyanın Doğuşu'nu (bildiğimiz


üzere, Wagner'in kendi yayımcısı Fritzsch tarafından basılmıştı) büyük
bir coşkuyla karşıladı. Wagner'den, Liszt'ten ve Hans von Bülow'dan
sıcak takdir mektupları geldi. Ama dünyanın geri kalanında, özellikle
de filoloji dünyasının geri kalanında eser (neticede Yunan tragedyasının
hem doğumu hem de ölümü konusunda önemli tarihsel iddiaları vardı)
uğursuz bir sessizlikle karşılandı. Fakat Nietzsche Tragedyanın Doğuşu
basılmadan önce kitabı askeri planlamasının yörüngesine yerleştirmişti.
Filologların eseri görmezden gelmek için ellerinden geleni yapacaklarını
öngördüğünden, önceki yılın sonunda Rohde'ye "filologları şahsen hal­
letmeni, bunun için de Rheinisches Museum editörüne ya da bana [açık]
mektup yazmanı" istiyorum; " Özetle 'daha fazla tanıtıma' ihtiyacım
var" lO demişti. Rohde bunun üzerine Tragedyanın Doğuşu 'nun uzun
bir eleştirisini yazdı. Literarisches Zentralblatt'ta reddedilen yazı gözden
geçirilerek, akademiden daha uzak olan ama Wagner'i şiddetle destek­
leyen Norddeutsche Allgemeine Zeitung'da çıktı. Berlin'in önde gelen
günlük gazetelerinden biri olan bu gazetede yayımlanan yazının hareket
Ana! Filoloji 22 5

yaratmamasına olanak yoktu. Rohde bu eleştirinin temel atma şenliğin­


den önce çıkacağını umuyordu, ama dört gün sonra, 26 Mayıs'ta çıktı.
Rohde'nin yorumu sahiden bir cesaret örneğiydi. Akademik hiyerar­
şide düşük bir konumdaydı ve filoloji kurumunu kendisinden soğutarak
adına ve kariyerine tamir edilemez zararlar verme riskine girmişti. (Neyse
ki sadece geçici olarak zarar gördü.) Rohde eleştirisinde Nietzsche'yi tıpkı
kendisi gibi Schopenhauer'ın takipçisi ve yeni müziğin peygamberlerin­
den biri olarak tanımlar. Schopenhauer'ın en sonunda Hıristiyan meta­
fiziğini aşan kişi olarak, Wagner'in ise sanattaki klasik geleneği aşan kişi
olarak önem taşıdığını öne sürer. Nietzsche bu yeni, "modern" bakış açı­
sından kökten yeni bir Antik Yunan yorumu yapmış ve bu yorumda ön­
ceki "bilimsel" , değerlerden bağımsız filolojik yöntem anlayışının rolünü
epeyce azaltmıştır. Bir filoloji profesöründen " bilimsel" çalışma beklenip
beklenemeyeceği sorusunu bir yana bırakan Rohde, Nietzsche'nin yak­
laşımını Hegelci, bilimsel iyimserliğin çok ihtiyaç duyduğu düzeltmeyi
yapan "felsefi-sanatsal bir gözlem tarzı" olarak adlandırır. "Sokratesçi­
lik" , akıl ve bilimin aşırı değerli görülmesi, diye devam eder, Yunan mito­
lojisini yıkmıştır ve çağımızdaki en büyük tehlikedir, çünkü "dünyadaki
tüm bilmecelerin çözülebilir olduğunun neşeli özgüvenine sahip bağım­
sız bir mantıkta, soyut düşünme işinden bitap düştüğümüz ve çekici bir
dikkat dağıtıcıya ihtiyaç duyduğumuz saatler haricinde sanata yer kalır
mı ? " Bilim gerçekten büyük ilerleme kaydetmiştir, "yeryüzünün ve insan
zihninin giderek tüm bölgelerini kendi malı ilan etmektedir" . Ama bu
ölümcül bir küstahlıktır. İnsanlık için mit temel bir ihtiyaçtır. Eski mit­
ler gerçekten de ölmüştür. Ama soylu sanatta büyük dünya tanrıçasının
[herhalde Gaia] saklı hatlarını büyülenmiş gözler önüne -mitsel yeniden
yansıtmayla- getirme kabiliyeti hala yaşamaktadır. 1 1

Wilamowitz'in Karşı Ateşi

Cosima, halkın daha rahat okuyabileceği bir metni tercih ederdi ama
Nietzsche eleştiriyi çok beğenmişti. Ertesi gün "Dostum, dostum, ne
büyük başarı! " diyor ve testosteron yüklü mektubunu "savaş, savaş,
savaş! Savaşa ihtiyacım var", diye bitiriyordu.12 Fritzsch'ten elli nüsha
ayarlamasını istedi ve bir nüshayı da bölüm başkanı Vischer'e göndertti
226 NIETZSCHE

-ama eleştirinin yazarının " Kiel'den Prof. Rohde"nin en iyi dostu ol­
duğunu yazmadı! Fakat dört gün sonra "Geleceğin Filolojisi - Cevap"
(Wagner'in "geleceğin müziği " üzerinden kelime oyunu yapılmıştı) adlı
saldırgan ve sövgülerle dolu bir risalede Tragedyanın Doğuşu'nun çok
farklı bir eleştirisi yayımlandı. Eleştirinin yazarı "Filolog Doktor Ulrich
von Wilamowitz-Möllendorff"tu.
En sonunda klasik çalışmalarında bir dev olan ve öyle kalan, haya­
tının ileriki yıllarında bu risaleyi yazdığına pişman olan Wilamowitz
de Pforta mezunuydu. Nietzsche ondan dört yaş daha büyük olmasına
rağmen uzaktan onu tanıyordu. (Ulrich'in büyük-büyük yeğeni Erd­
mann von Wilamowitz-Möllendorf -onun Weimar'daki Anna Amalia
Kütüphanesi'nde Nietzsche'nin şahsi kütüphanesinden sorumlu olması
da ilginçtir- sohbet ederken büyük-büyük amcasının Nietzsche'ye düş­
manlığının okulda başladığını neşeli bir edayla anlattı. Sınıfının başkan­
lığını yapan Nietzsche onun sigara içtiğini yönetime bildirmiş, sonradan
okul bitirme sınavında Nietzsche'nin müthiş performansına ulaşama­
yınca Wilamowitz'in düşmanlığı daha da artmıştı.) Henüz akademik bir
konum edinemeyen Wilamowitz genç, saldırgan ve yetenekli bir adamdı.
Bilinçli bir hesap yapmış mıydı bilinmez ama Yunan filolojisi dünyasında
kurulu düzenin savunuculuğunu yapmak bariz bir şekilde çıkarınaydı.
Wilamowitz, eleştirisine başlarken ( belirgin bir alayla) "metafizik­
çi, [Wagner] havarisi ve Dionysos peygamberi" Nietzsche'yle hiçbir
derdinin olmadığını söyler. Ama Tragedyanın Doğuşu'nun yazarı aynı
zamanda klasik filoloji profesörü olduğuna göre -Nietzsche başlıkta
kendini " Basel Üniversitesi Klasik Filoloji Profesörü" olarak sunar- en
azından asgari mesleki standartlara uyma mesuliyeti vardır. Fakat bunu
yapamamıştır. Arkhilokhos, Euripides ve diğerlerinin metinlerine yap­
tığı "dünyayı sarsacak" yeni yorumlar, "cehalet ve entelektüel dürüst­
lükten yoksunluğun" ürünleridir. Nietzsche Yunan metinlerini tarihsel
bağlamlarında anlayacak bilimsel nesnellikten yoksundur ve Wagnerci­
Schopenhauer'cı propaganda yapmak için metinleri gülünç biçimlerde
yorumlamaktadır. Winckelmann'ın * otorite eserinden, arkeolojik ka­
nıtlardan habersizdir, tarihlerde ise fena halde yanılmaktadır. ( Burada

* Johann Joachim Winckelmann ( 1 7 1 7-68): Alman entelektüel hayatına en azından


yirminci yüzyıl ortasına kadar hakim olan Yunanistan takıntısını başlatan sanat ta­
rihçisi.
Ana! Filoloji 227

Nietzsche'nin lise bitirme sınavında matematikten kötü not almasına


gönderme yapar ki bu da düşmanlığın Pforta'da başladığı fikrini destek­
liyor. ) Nietzsche'nin " bilimsel" yetersizliğine -ya da sahtekarlığına- ör­
nek olarak Aiskhylos'un Lykurgos üçlemesini tartışmamasını gündeme
getirir. Bu eserde Orpheus, Apollon'un takipçilerini Dionysos'un takip­
çileriyle çarpışmaya götürür. Wilamowitz'e göre bu (fragman halinde­
ki) metin Apollon-Dionysos "kardeşliği" fikrini gülünçleştirmektedir.
Ayrıca Nietzsche, Euripides'in Hippolytos'unun ( 1 949; Hippolytos, İÖ
428 ) da Sokrates'e bir saldırı içerdiğinden bahsetmemiştir, zira bu saldırı
Euripides'in Sokrates'ten esinlendiği iddiasının saçmalığını göstermekte­
dir. Wilamowitz bu sert eleştiriyi şöyle bitirir:

Nietzsche'nin dini inançlarını memnuniyetle görmezden gelirim. Zaten silahlarımı


o yöne doğrultmuyorum. Mistik ya da '1rajik bir insan" olmadığımı kabul ederim ...
bana göre bunlar sarhoşların hayallerinden ibarettir ... Ama bir şeyi talep ederim;
Herr Nietzsche öğüdünü kendine saklasın, thyrsos'u [Dionysos'u simgeleyen sar­
maşıklarla çevrili asa] eline alsın ... ve bilim öğretmesi beklenen kürsüden ayrılsın;
kaplanlarıyla panterlerini dizinin dibine toplasın,* ya da ne yapacaksa yapsın, ama
sofuca bir özveriyle çalışmayı öğrenmesi gereken Alman filoloji öğrencilerine ders
vermeye kalkmasın artık.**1 3

Ritschl'in Uzaklaşması

Wilamowitz'in risalesinin, Nietzsche'nin Tragedyanın Doğuşu ıçın


umduğu tepki olmadığı açıktır. Ama eski öğretmeni, akıl hocası ve dostu
Friedrich Ritschl'in gösterdiği tepki çok daha acı vericiydi.
Kitap yayımlandıktan sonra Nietzsche herkesten önce Ritschl'in tep­
kisini nefesini tutarak bekledi. Ama hiçbir tepki gelmedi. Nihayet 30
Ocak 1 872'de Ritschl'e gönderdiği mektupta, ondan hiçbir şey duyma­
yınca hayrete düştüğünü, zira kitabın tepkisizliğe müsaade etmeyecek

* Tragedyanın Doğuşu'nda Dionysosçu vecit gündeme geldiğinde Dionysos'un bir


kaplan ile bir panter tarafından çekilen çiçeklerle süslü bir arabayla yaklaşmasından
bahsedilir.
• * Büyük ihtimalle son cümlede Atina mahkemesi tarafından Sokrates'in şehrin gençle­
rini yozlaştırmayla suçlanmasına gönderme yapmak istemişti. Bu suçlama neticesin­
de Sokrates intihara zorlanmıştır.
228 NIETZSCHE

bir "manifesto" olduğunu ve özellikle de "muhterem hocasından" tepki


beklediğini yazdı. Ona göre kitap

bazı kişileri sıkıntıya sokacak olsa bile, antikite bilimimiz için, Alman özü için umut­
la doludur ... Görüşlerimin [yani filolojiyle uğraşmanın yeni bir yolunu göstermemin]
pratikteki sonucunu ... burada [Basel'de] "Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine"
başlıklı bir ücretsiz ders verdiğimi söyleyince herhalde tahmin edebileceksiniz.14

Ritschl mecbur bırakılınca nihayet Şubat ortasında bir tepki verdi.


Altmış beş yaşında artık yeni "manevi dünyaları" doğru düzgün araya­
mayacak kadar yaşlı olduğunu söyledi. Ayrıca kitabın Schopenhauer'la
ilgili kısmını anlayabilecek kadar Schopenhauer hakkında birikim sahi­
bi değildi -fakat bu birikimsizlik ( Schopenhauer'cı kurtuluş hakkında)
şu ifadelere engel olmamıştı: "Tekil bir bitkinin yaprak ve çiçekleri ken­
di köklerine ne kadar dönebilirse biz de bireyselliği o kadar aşabiliriz" .
Gelgelelim, diye d e devam ediyordu, yorum yapmak zorundaysa, kendi­
si gibi " bir 'İskenderciden' [yani 'Sokratesçi' tipten] ve akademisyenden,
... bilgiyi mahkum etmesini ve dünyayı özgürleştirecek ve dönüştürecek
bilginin sadece sanatta bulunabileceğini savunmasının" beklenemeyece­
ğine dikkat çekmek istiyordu. Ayrıca, "eski bir pedagog" olarak, Nietz­
sche'nin eğitimi ıslah etme planlarının aslında "sanat duygusunda bir
artış olmadan bilimin çocukça küçümsenmesine" yol açmasının, dola­
yısıyla "şiire değil genel ve yüzeysel bir sanatseverliğe" kapı açmasının
mümkün olup olmadığını düşünmek zorundaydı gerçekten. ı s
Nietzsche ile Ritschl arasında, bu gergin ilişkiyi tamamen koparma­
yacak kadar sevgi vardı. Mektuplaşmaları sürdü, Nietzsche filolojik
çalışmalara dönerek -1 873 Şubat'ında Ritschl'in Rheinisches Muse­
um'unda çıkan "Homeros ve Hesiodos'a İlişkin Floransa Tezi" başlıklı
"bilimselliğe" uygun bir makale yazdı- Ritschl'i sevindirdi ve iyi öğren­
cileri Leipzig'e göndermeyi sürdürdü. Fakat aralarında doğan uçurum
bir daha hiç kapanmadı ve Ritschl daima mesleği konusunda savunma­
cı davrandı. Temmuz'da Wilamowitz'in risalesinin bizatihi " bilimsel"
standartlara uymadığını kabul etmekle birlikte, "İnsanlığa sadece sanat
ve felsefe öğretilmesi gerektiği noktasında sana asla katılamam. Bana
göre tarih de öğretilmelidir, özellikle de filoloji dalı", diye belirtiyor­
du. 16 Ayrıca sonraki yılın Şubat'ında Nietzsche'ye hala kızgın olduğu
Vischer'e gönderdiği bir mektuptan açıkça anlaşılmaktadır:
Anal Filoloji 229

Fakat bizim Nietzsche, evet, bu gerçekten üzücü bir hikaye ... Tek bir adamda
iki ruhun yan yana nasıl yaşadığını görmek çok ilginç. Bir taraftan eğitim görmüş­
lerin en sağlam metodolojisine sahip, bilimsel araştırma yapabiliyor ... diğer yan­
dan şu fantastik-mübalağalı, aşırı zekice, anlaşılmaza uzanma çabası , Wagnerci­
Schopenhauer'cı-sanat-mistisizm-methiyeleri! Beni asıl kızdıran nokta, sütünü emdi­
ği öz anasına, filolojiye saygısızlığı.17

Wagner'in Müdahalesi

Wilamowitz'in risalesinin yayımlanmasından on iki gün sonra Wag­


ner "kıymetli dostu" Friedrich Nietzsche'ye yazdığı bir açık mektubu
yayımlayarak tansiyonu daha da yükseltti. Mektup Rohde'nin eleşti­
risini yayımlayan aynı Wagnerci gazetede, Norddeutsche Allgemeine
Zeitung'da 23 Haziran 1 872'de yayımlandı. Wilamowitz'in risalesinin
sadece bir "Dr. Fil . " -yani bir profesöre saldıran işsiz bir zıpçıktının ese­
ri- olduğunun altını çizen Wagner, kendi öğrenciliğinde ilk başta filolo­
j iye duyduğu tutkunun, Wilamowitz'in dar görüşlü mantık parçalama­
larının örneklediği tebeşir tozu kadar kuru filoloji yaklaşımı yüzünden
sönüp gittiğini belirtiyordu. Ondan sonra da şu kilit soruyu gündeme
getiriyordu: Klasik filolojinin faydası nedir? Wilamowitz "bilimsel"
karakterini vurguladığına göre, diyordu, başka beşeri bilimler tarafın­
dan da faydalı bulunmasını bekliyor insan. Ama yine de teologların,
hukukçuların, doktorların vb. şu anda pratiğe geçirilen haliyle filolo­
j iye hiçbir ilgisi yok. Bu yüzden " filologlar filologları eğitmek zorunda
kalıyor ve muhtemelen tek amaçları yine filolog olmak, yani lise öğ­
retmenleri ve üniversite profesörleri olup" ad infinitum (sonsuza dek)
"yeni lise öğretmenleri ve üniversite profesörleri 'pişirmek"'. Bir başka
deyişle, şu an hayata geçirildiği haliyle filoloji, sadece kendisine hizmet
eden ve "yüksek maaşlarını" ödeyen cemaate hiçbir katkısı olmayan
tam bir kısırdöngüdür. Bu yüzden yeni bir tür filologa ihtiyacımız var,
bu disiplin filolog olmayanlar için de "anlamlı" olabilmelidir -Wagner
burada Nietzsche'nin yeni bir tür " Geleceğin Filolojisi" kurmaya çalıştı­
ğı yönündeki Wilamowitz'in imasını kabul etmekte ve desteklemektedir.
İhtiyacımız olan şey "meslektaşlarıyla değil bizimle konuşan" bir filo­
logdur, "şu ana kadar boş yere filoloji tarafından döllenmeyi bekleyen
23 0 NIETZSCHE

insan bilgisi kaynaklarından saf filoloji mesleğine hayat aşılayan" bir


filologdur. 1 8
Wagner her zamanki gibi kırıp dökerek meselenin özüne iner. ( "Wag­
ner ne zaman birine hakaret etse derin bir problemi gündeme getirir, "
der Nietzsche defterlerinde. ) 1 9 Fakat mesleki alanda Nietzsche'nin kötü
kokusunu artırmıştı sadece. Ritschl'in Bonn'daki halefi Hermann Use­
ner, Tragedyanın Doğuşu'nun " sırf saçmalık" olduğunu yazdı ve adeta
kalemini kırarak " bilimsel açıdan, Nietzsche ölmüştür," dedi. Gerçek­
ten de ölmüştü. Filoloji öğrencilerine Basel'den uzak durmaları tavsiye
ediliyordu ve 1 872-3 kış döneminde Nietzsche'nin toplam iki öğrencisi
vardı; ikisinin de asıl branşı filoloji değildi. Burckhardt'ın Yunan kültür
tarihi dersine elli üç öğrenci çektiği, Nietzsche'nin arkadaşı Heinrich
Romundt'un -maaş almayan ast-okutman- felsefe dersine yirmi öğrenci
çektiği bir dönemde Nietzsche'nin dersleri esasen gramer okuluyla sınır­
lı kaldı.

Von Bülow ve " Manfred Tefekkürü"

Wilamowitz patırtısını düşünürsek, Nietzsche'nin Haziran ayında


mide ve bağırsak sorunları yüzünden yatağa düşmesi pek şaşırtıcı değil­
dir. Fakat üniversiteye verdiği zararın sıkıntısına rağmen çok geçmeden
soğukkanlılığını geri kazandı. Wilamowitz'in "katledilmesi"nde ısrar
etmesine ve Rohde'ye bunun için gerekli cephaneyi vermesine rağmen,
meseleye biraz hoşgörülü bir espri anlayışıyla bakmaya başlayıp bu ce­
sur "çocuğun" muhtemelen kurulu düzenin bazı üyeleri tarafından tah­
rik edildiğini söyledi:20 Krug'a gönderdiği mektupta -nispeten iyi bir ke­
lime oyunuyla- "Wilam-ohne-witz"in [akılsız-Wilam'ın] yazdığı risaleyi
görüp görmediğini sormuştu.21
Fakat Temmuz'da bir darbe daha aldı. Hans von Bülow'un Traged­
yanın Doğuşu'na coşkulu tepkisinden cesaretlenerek -önceki Mayıs
ayında Bayreuth temel atma töreninde karşılaşmışlardı- ona "Manfred
Tefekkürü" (Manfred-Meditation) adlı piyano eserini gönderdi ( bu eseri
1 8 72 Nisan'ında bestelemişti). Bu eserde Tristan'ın Zukunftsmusik tar­
zını örnek almaya çalışıyordu ( bkz. bu kitabın web sitesinde 1 5 . Parça).
Dilinin kemiğinin olmamasıyla ünlü von Bülow ( bir keresinde kendisi-
Anal Filoloji 23 1

nin şefliğini yaptığı Wagner'in L ohengrin 'inde " Kuğu [Swan] Şövalye­
sini" oynayan tenora " Domuz (Swine) Şövalyesi" olduğunu söylemişti)
hiç lafını esirgemedi. Eser için Nietzsche'ye şöyle yazdı:

Son derece aşırıya kaçmış bir fantastik müsriflik, uzun zamandır nota kağıtlarında
gördüğüm en moralsiz ve en müzik karşıtı lekeler yığını. Sıklıkla kendime şunu sor­
dum: Acaba bu koca bir şaka mı? Yoksa şu sözde geleceğin müziğinin bir parodisini
mi yapmaya çalışıyorsunuz?22

Nietzsche bu darbe karşısında da soğukkanlılığını korudu. Von


Bülow'a dürüstlüğü için teşekkür etti, müzikal beğenisinin zayıflığını
ve müziğin sentaksını anlamaktan aciz olduğunu kabul etti, ayrıca "bir
daha kesinlikle öğüdünüzü unutmayacağım. Budalaca bir şey yapan ço­
cukların dediği gibi, 'Bir daha yapmayacağıma söz veriyorum"', diyerek
onu temin etti.23 Sözünde de durdu ve "Manfred Tefekkürü" bestecilik
girişimlerinin hemen hemen sonuncusu oldu.
Nietzsche araştırmacıları von Bülow'un bu yargısının Nietzsche'nin
bestecilik yeteneği hakkındaki bariz gerçekten başka bir şeyi temsil et­
mediği görüşündedir genellikle. Fakat bu görüşte Liszt'in onun "Yeni
Yıl Arifesi Anıları "nı daha sonra 1 872'de Bayreuth'ta memnuniyetle
çaldığı ve von Bülow'un yargısı ona iletildiğinde de hüzünle başını iki
yana sallayarak "maksadını aşmış" [sehr desperat] olduğunu söylediği
atlanmaktadır.24 Nitekim von Bülow'un yargısında müzikal nesnellik­
ten daha fazla şey varmış gibi görünmektedir. Zira kendisi de bir Zu­
kunftsmusik bestecisi olmaya çalışmış ve fena halde çuvallamıştı. Hatta
Cosima'nın onu terk edip Wagner'e gitmesinin sebeplerinden biri bu
olabilir. Biraz Alma Mahler * gibi daima yaratıcı dehanın yanında olmak
isteyen ve von Bülow'un bir besteci olarak özgün bir yeteneği olmadığını
gören Cosima'nın gemiyi terk ettiği söylenir.25
Kendi görüşümü dile getirmeme izin verilirse, Nietzsche kötü bir
besteci değildi. Ayrıca müthiş iyi bir piyanistti elbette. Fakat iki ku-

* Sırasıyla besteci Gustav Mahler, mimar Walter Gropius ve şair/yazar Frank Werfel'in
eşi olan, döneminin en güzel ve etkileyici kadınlarından Alma Mahler ( 1 879-1964).
Mahler'in sadece kocalarına değil, ressam Gustav Klimt ve Oskar Kokoschka, yö­
netmen Max Bruckhard ve besteci Alexander von Zemlinsky dahil ilişki kurduğu
tüm sanatçılara ilham verdiği söylenir-e.n.
NIETZSCHE

suru vardı. Birincisi, geniş çaplı yapıları kontrol edemiyordu. (Hatta


bunu felsefi yazıları için de söyleyebiliriz: Olgunluk eserlerinin yapısız,
aforizmatik üslubu bir faziletten ziyade zorunluluktu. ) Bestelerinin he­
men hepsi beş dakikadan kısa sürüyordu ve daha uzun bir beste yap­
maya kalktığında birliği sağlayamıyordu. Örneğin "Yeni Yıl Arifesi"
bestesinin (bkz. bu kitabın web sitesinde 1 3 . Parça), çok hoş bir girişi
vardır ama sonra bulanık kıvrımlar arasında bozulur gider. İkinci ku­
suru hiçbir zaman özgün sesini bulamamış olmasıdır. Yazdığı her eser
başkasının eserlerine benzer: Örneğin kötü günlerinde Schumann ya da
Liszt'inkilere benzeyen besteler yapmıştır. Fakat örnek almanın öteden
beri bir öğrenme yöntemi olduğunu düşünürsek, bunu söylemenin bir
başka yolu da, Nietzsche'nin besteci olarak hiçbir zaman öğrencilikten
kurtulamadığıdır.

Dağlara Çekilme

1 872 ortalarındaki fırtına bulutlarını sadece iki kez güneş ışınları


delip geçti. Birincisi, Nietzsche'nin Leipzig'deki günlerinden arkada­
şı Heinrich Romundt'un -Kant'ın Arı Usun Eleştirisi üzerine dokto­
ra tezi yazan bir filozof- nihayet Basel'e taşınmayı kabul etmesiydi.
İkincisi, 28 Haziran'da von Gersdorff'la birlikte Tristan'ın ilk perfor­
mansına katılmak üzere Münih'e gidişiydi ( Krug'la beraber partisyon
üzerinde çalışmalarının üzerinden on yıl geçmişti) . Nietzsche bu dene­
yimden öyle etkilendi ki (gerçekten etkileyicidir), bir hafta sonra bile
Rohde'ye, " Tristan hakkında konuşamıyorum," diyordu.26 Ancak 25
Temmuz'da "Şu ana kadar duyduğum en heybetli, en saf ve en bek­
lenmedik şeydi. İnsan ulvilik ve mutluluk içinde yüzüyor, " itirafında
bulunabildi.27
Ama bir Tristan, koca yazı geçirmeye yetmez. Nietzsche Eylül sonun­
da yaralarını sarmak için dağlara doğru yola çıktı. İtalya'ya kadar gitme
niyetiyle küçük Splügen köyüne posta arabasıyla vardı. Deniz seviyesi­
nin üç bin metre yukarısında bir vadiye kurulmuş olan köy İsviçre-İtalya
sınırındaydı. "Sanki İsviçre'yi hiç görmemiştim ... bu benim doğam,"
diye yazıyordu dramatik Via Mala boyunca arabayla yolculuğu için.
Annesine mektubu şöyle devam ediyordu:
Anal Filoloji 23 3

Splügen'e yaklaşırken orada kalma arzusu beni etkisi altına aldı. İyi bir otelde son
derece sade bir oda buldum. Balkonu şahane bir manzarayı görüyordu. Bu yüksek
Alp vadisi ... tam istediğim şey. Sert rüzgarlar tertemiz havayı getiriyor, her türden
tepeler ve kayalar var, ayrıca bunların hepsini karla kaplı heybetli dağlar çevreliyor.
Ama en çok hoşuma giden şey uzun saatler boyunca yürüdüğüm yayla yolları ... Öğ­
len saati posta arabası geldiğinde yabancılarla birlikte yemek yiyorum. Konuşmak
gerekmiyor, kimse beni tanımıyor... Küçük odamda taptaze bir gayretle ... şu anda­
ki başlıca konum olan "Öğretim Kurumlarımızın Geleceği" üzerine çalışıyorum. [Bu
aşamada dersleri bir kitaba çevirmeye niyetlenir.] ... Artık güçlü ve taze bir faaliyette
bulunurken insanlardan tümden uzak yaşayabileceğim bir köşe biliyorum dünyada.
İnsanlar burada siluetlerden farksız.28

Neticede Nietzsche İsviçre'nin aynı köşesindeki Engardine'de daha


yüksek başka bir vadiye yerleşti. Fakat giderek daha çok öne çıkan şu
temanın burada belirdiğini görüyoruz: Nietzsche'nin düşünceleriyle baş
başa kalma ihtiyacı.

Anal-Takıntılı Filoloji

Nietzsche Ekim ortasında Basel' e dönerek Rohde'nin 1 5 Ekim 1 872' de


yayımlanan (aynı zamanda Nietzsche'nin yirmi sekizinci doğum günüy­
dü) Wilamowitz'e karşı saldırısına yetişti. Sövgüde Wilamowitz'in düze­
yine inen, hatta belki onun bile altına düşen Rohde'nin risalesinin -kırk
sekiz sayfa, yani Wilamowitz'inkinden üçte bir oranında daha uzundu­
başlığı Afterphilologie'ydi. "Sahte" anlamına gelen After sözüğü aynı
zamanda da "anüs" anlamına gelir. Bu başlığın serbest ama yerinde bir
çevirisini yapmak istersek, "Anal-Takıntılı Filoloji " diyebiliriz.29
Rohde bu risalede Wilamowitz'i kendi kazdığı kuyuya düşürmek
için kendi " bilimsel" standartlarına uymadığını gösteren yanlış alın­
tılarına işaret eder. Ayrıca Wilamowitz'in, Tragedyanın Doğuşu'na
göre "sanatsal kültürün" mit-yıkıcı karşıtı olan "Sokratesçi insan"
rolüne soyunmasına rağmen, aslında Sokrates'le ilgisinin -Nietzsche,
Sokrates'i eleştirdiği kadar ona saygı da duyar- "maymunun Herkül'le
ilgisinden" fazla olmadığını belirtir. Rohde risalenin sonunda, Nietz­
sche'nin kürsüden inmesini isteyen işsiz Wilamowitz'in saflığı karşısın-
23 4 NIETZSCHE

da insanın "gülümsemeden edemediğini " belirtir, "zira bu hırslı filoloji


doktorunun suçlamalarındaki hararetin ardında yatan asıl dürtü apa­
çık görünmektedir" .30

Varoluşçu Filoloji

Bütün bu patırtının asıl sebebi neydi? Tuhaf olan nokta, çekişmenin


içindeki herkesin -Nietzsche dahil- meseleyi, Wilamowitz'in koyduğu
başlığın ifade ettiği gibi, " filolojinin geleceği" olduğunu düşünmesine
rağmen, Tragedyanın Doğuşu'nda filolojiden hiç bahsedilmemesidir.
Demek ki mesele kitapta ne söylendiğiyle değil, kitabın neyi örneklediği
ve ima ettiğiyle ilgilidir.
Nietzsche filolojiden, daha Leipzig'deki günlerinde talep ettiği şeyi
Tragedyanın Doğuşu'nda gerçekleştirir ve Yunanlar tartışmasını "fel­
sefenin büyük değerlendirmelerine" benzetip en nihayetinde ona bağlı
kılar. Filozofu "kültürün hekimi"31, yani kültürümüzün hekimi ola­
rak tasavvur ettiğinden, bitiremediği "Biz Filologlar" başlıklı notların­
da dediği gibi, "filologun görevi klasik dünya aracılığıyla kendi çağını
daha iyi anlamaktır" .32 O halde Tragedyanın Doğuşu'nun örneklediği
ve disiplinin geleceği için bir model olarak üstü kapalı savunduğu şeyi,
"varoluşçu filoloji" diye adlandırabiliriz. Rohde kitabın ilk eleştirisinde
"görünüşlerin açıklamasını ve gerekçelendirilmesini"33 sağladığını be­
lirttiğinde bunu kastediyordu -yani kitap hayatın nasıl ve ne anlam­
da yaşamaya değer olduğuna dair bir açıklama, bir izah sunar bize.
Wagner'in talep ettiği de budur: Sadece filologlar için değil, genellikle
insanlığın temel varoluşsal meseleleri için "anlamlı" bir filoloji.
Fakat bu talep en az iki sebepten ötürü filolojinin kurulu düzenine
zarar veriyordu. Bir kere, antikitenin özlü bir görünümünü talep ediyor­
du, bu yüzden de "fabrika işçisini", kendi dar uzmanlık alanında deh­
lizler kazan akademik "köstebeği" kızdırıyordu. İkincisi, bunu ancak
" anlamlı" bir filolojinin yapabileceğini belirterek, on dokuzuncu yüzyıl
filologunun, disiplininin başlı başına bir amaç olduğu yolundaki hoşgö­
rülü varsayımının dayandığı ahlaki ehliyeti zayıflatıyordu.
Tragedyanın Doğuşu'nun, filolojinin kurulu düzenini huzursuz et­
mesinin bir sebebi de Yunanların " sakin ve rasyonel" olduğu yolundaki
Anal Filoloji 23 5

görüşü baltalamasıydı. Nietzsche Yunan hayatındaki irrasyonel, Diony­


sosçu unsuru vurgulamak suretiyle Yunan "rasyonelliğinin" doğuştan
gelen bir şey değil ulaşılan bir şey olduğunu vurgulayarak -bana göre
eserin kalıcı, tarihsel fazileti de budur- kurulu düzenin hala bağlı olduğu
Winckelmann-Goethe-Schiller klasikçiliğini zayıflatmıştır.
Sonuncu ve belki de en büyük suç da "teorik", bilimsel insanın anal­
takıntılı bir kontrol manyağı olarak resmedilmesi, ya da en azından ki­
tabın böyle bir okumasının mümkün olmasıydı. Burada resmedilen in­
san, hayatın gizemi karşısında dehşete kapılmıştı ve bilime değil sadece
Dionysosçu vecit halindeki sanatçıya açık nihai gerçeklikten habersizdi.
Wilamowitz benzerleri kendilerini tam da dört başı mağrur bilimsel in­
sanlar olarak tasavvur ettiklerinden, "teorik" ya da "İskenderci" insan
tasvirini kendilerinin hakaret içeren bir portresi saymışlardı -Ritschl
bunu açıkça söylemişti. Von Gersdorff'un deyişiyle Wilamowitz'in ri­
salesi, "teorik insanın ilk kez gerçek yansımasını görünce bir çığlık atıp
aynayı kırmak istemesiydi" .34
Wilamowitz'in umduğu gerçekleşmedi ve Nietzsche işini bırakmak
zorunda kalmadı. Öğrenci sayısı eninde sonunda arttı ve yedi yıl daha
filoloji profesörlüğü yaptı -gerçi 1 873'teki Homeros ve Hesiodos ma­
kalesi, yayımladığı son filoloji çalışması oldu. Fakat Wilamowitz son­
raki yüzyıl boyunca klasikler alanına hakim olan spekülasyon karşıtı
(kimilerinin kupkuru olmakla suçladığı) akademik tavrı başlatmış oldu.
Klasik filolojinin ölüme yakınlığının ışığında geriye baktığımızda bugün
ortaöğretimde Yunanca öğretmenin neredeyse imkansız hale gelmesi
sebebiyle, Nietzsche'nin bu disiplinin "anlam" kazanmaya yönelmesi­
ni sağlayacak radikal bir reforma ihtiyaç duyduğunu düşünmekte hak­
lı olduğu sonucuna varabiliriz pekala. Fakat Tragedyanın Doğuşu 'nun
yayımlanması ve gelişen olaylar ona pahalıya patlamıştı. Mesleki alan­
da saygınlığını yitirdi ve Ritschl ile eski samimiyetini bir daha hiç geri
kazanamadı. Elizabeth'in -çok nadir- içgörülerinden biri de Tragedya­
nın Doğuşu' nun yayımlanmasının sonraki kitapların hemen hepsinde
tekrarlanacak bir motif kuracağıydı: Her kitapla birlikte, Nietzsche'yi
tanıdığını sananlar yadırgadıkları yeni bir Nietzsche keşfediyordu. Bu
manevi gelişimde ileri doğru attığı her adımda, Elizabeth'e göre, kayba
uğruyor, acı çekiyor ve yalnızlaşıyordu.35
NIETZSCHE

Wagnergille İlişkiler

Nietzsche 1 872 Kasım'ının sonunda Strazburg'da Yüzük (Der Ring)


dörtlemesini icra edecek vokaller bulmaya çalışan Wagner ailesiyle
üç gün geçirdi. Onu Bayreuth'taki yeni evde Noel'i geçirmeye davet
ettiler. Fakat " bitkin düştüğünü " belirterek dört yıldır ilk kez Noel'i
Naumburg'da geçirmeye karar verdi. Stresli bir yılın ardından büyük
ihtimalle gerçekten annesinin evindeki rahatlığı özlemişti.
Wagner, geçen Haziran'da oğlu olarak gördüğünü söylediği kişinin
şimdi yeni evindeki ilk Noel'inde boy göstermemesinden hoşlanma­
mıştı.36 Basel'den Naumburg'a gitmek Bayreuth'a gitmekten çok daha
uzun sürdüğünden, " bitkin düşme" bahanesini de pek yutmamıştı.
Nietzsche'den alışılmış bir Noel hediyesi ya da yolda olduğunu haber
veren bir kart gelmemesi, yaralanmışlık duygusuna hakarete uğramışlık
hissini de ekledi. Nietzsche basitçe yoktu işte. Ancak Ocak başında Ya­
zılmamış Beş Kitap İçin Beş Ônsöz Cosima'ya bir ithafla ellerine ulaştı.
Cosima 1 873 Şubat'ında Nietzsche'ye gönderdiği mektupta Wagner'in
" birazcık" alındığını, ama şimdi her şeyin bağışlandığını yazdı. Nietz­
sche bir ay sonra von Gersdorff'a şöyle yazıyordu:

W[agner]'in oraya gitmeme bu kadar alındığını bilmiyordum. Bu arada, Tanrı bi­


liyor ya, Üstat'ı çok sık gücendiriyorum: Her seferinde hayrete düşüyorum ve asıl
sebebi anlayamıyorum bile.

Fakat sonra sebebi aslında bildiğini gösterir:

Lütfen tekrarlanan suçlarım konusundaki fikrinizi söyleyin. Temel meselelerde


kimsenin benden daha doğrucu ve daha derinden bağlı olabileceğini sanmam: Nasıl
yapacağımı bilsem daha fazlasını da yaparım. Fakat ufak tefek, tali meselelerde ve
belli başlı, neredeyse "sıhhi" konularda, kendimi şahsi biraradalıktan uzak tutmayı
gerekli görüyorum, kendime biraz özgürlük vermeliyim ki daha yüksek anlamda sa­
dakatimi gerçekten koruyabileyim.37

Nietzsche'nin mektuplarında Wagner-Nietzsche göğünde varlığı ima


edilen ilk buluttur bu. Avuç içinden daha büyük olmamasına rağmen,
yakında patlayacak fırtınanın hem başlangıcına ve hem de niteliklerine
Ana! Filoloji 23 7

işaret eder. Nietzsche'nin kendi olmak, "Üstat"ın ezici varlığından kaç­


mak ve ayrıca Cosima'nın sürekli talep ettiği vakit alıcı ayak işlerinden
uzak durmak için "alana " ihtiyacı vardı. Noel'de bulunmamasına yol
açan kabalık büyük ihtimalle bu alanı yaratma yönünde biraz ergenlere
has bir girişimdi. Von Gersdorff'a mektubun diğer çok önemli özelliği de
Nietzsche'nin belli bir "mesafede" durması gereken insan olarak Wag­
ner ile hala candan bağlı olduğu Wagnerciliğin "temel meseleleri" ara­
sında bir ayrıma gitmesidir. Bu ayrım 1 876'daki Wagner Bayreuth 'ta'da
gelişerek "yüksek " Wagner ile "düşük" Wagner arasında bir bölünme
haline gelecektir. Ayrıca daha sonra işler, insan ve besteci Wagner'in ta­
mamen reddedilmesine kadar gidecek ama aynı zamanda, bana kalırsa,
kültür eleştirmeni, yapıcı toplum teorisyeni ve sanat felsefecisi Wagner'e
bağlılığı asla sönmeyecekti.

Yazılmamış Beş Kitap için Beş Önsöz

Bu kitap38 Noel hediyesi olarak geç kalmasının yanı sıra biraz da kaba
bir tarzda verilmişti. Sayfalar çirkin bir kahverengi deri ciltle birbirine
tutturulmuşlardı ve bu görüntüsüyle kitap pek hoş karşılanmadı. "Prof.
Nietzsche'nin el yazması pek ruhumuzu şenlendirmedi, " diyordu Cosima
günlüğünde. Ayrıca onun eserindeki "derin içgörülere" kimi zaman eş­
lik eden "çalakalem kısımlardan" Malwida von Meysenhug'a yakınmış,
"aslında Yunan temalarının dışına çıkmamasını isterdik," demiştir.39
Bu derlemenin, göreceğimiz üzere, Wagner'in en derin inançlarından
bazılarıyla uyuşmayan unsurlar barındırmasını bir yana bırakırsak, Co­
sima konuların bir araya getirilişinden hazzetmemekte haklıydı bence.
Büyük ihtimalle Nietzsche Noel hediyesi olarak bir şey göndermesi ge­
rektiğini fark ederek son anda etraftaki fragmanları alelacele bir araya
toplamıştı. Sonuçta ortaya standart bir kalite tutturamayan ve fragman­
ların farklı zamanlarda yazılmış olmasından dolayı iç tutarlılığı bulun­
mayan bir toplam çıkmıştı. Geneline bakarsak, bu birlik yoksunu metin
Noel hediyesi olmamalıydı.
***

Önsöz'lerden ilki olan "Doğrunun Dokunaklılığı Üzerine" ( "Über


das Pathos der Wahrheit" ) başlıklı metin, 1 873 yazında tamamlanan
"Ahlaki Olmayan Anlamda Doğru ve Yalanlar"ın40 ( "Über Wahrheit
NIETZSCHE

und Lüge im auBermoralischen Sinn"; Nietzsche'nin postmodernist hay­


ranları bu çalışmayı derin içgörüsünden ötürü haksız yere överler) ilk
versiyonlarından biriydi. Bu vesileyle bu iki eseri birlikte tartışacağım.
"Doğrunun Dokunaklılığı"na göre, büyük filozoflar hakikate, yani
daima kalıcı olacak bir doğruya ulaştıklarını düşünürler. Fakat doğru
diye bir şey yoktur -o filozofları trajik kişiler yapan da budur. Mut­
lak doğru fikri "tanrı kuruntusundan ( Wahn)" ibarettir. "Doğru ve
Yalanlar" da ( "Doğrunun Dokunaklılığı"nın sondan üçüncü paragrafıy­
la başlar) ise bunun sebebini açıklamaya çalışır.
Ortaya üç sav atar Nietzsche. Birincisi, idrakımızla algıladığımız dün­
yanın gerçekten öyle olduğunu tasavvur etsek de, bir tatarcık ya da arı
aynı soruyu düşünebilseydi onlara tamamen farklı görünen dünya hak­
kında tam anlamıyla aynı "kabarık kibre" sahip olurdu. O dönemden
kalma bir notta, " bitki için bütün dünya bitkidir, bizim için insandır"
diye yazmıştır.41 O halde "doğrular yanılsama olduğunu unuttuğumuz
yanılsamalardır".
İkincisi, bir şeyin doğru ya da yanlış olma ihtimali dile bağlıdır. Ama
sözcükler de belli "sinirsel uyarımlara" verilen uzlaşımsal tepkilerdir ve
en az isimlerin cinsiyetleri kadar keyfidir. (Almancada her isim ya eril,
ya dişil ya da nötrdür. ) Dolayısıyla ( başka diller aynı sinirsel uyarımla­
rı tamamen farklı sözlerle adlandırdığına göre), bizim dilimizde doğru
olan şeylerin dünyanın esas işleyiş tarzına tekabül etme anlamında doğ­
ru olduğu savunulamaz.
Üçüncüsü, dilde kullandığımız kavramlar (örneğin "köpek" ) soyut­
tur: Tekil şeyleri birbirleriyle "aynı"ymış gibi bir araya toplar. Fakat bu
durum "eşdeğer olmayanları eşdeğer hale getirmek" içindir. Dolayısıyla
burada da gerçek dünya hakkında yalnızca tek bir doğruya sahip oldu­
ğunu düşünen kişi bile acınacak derecede yanılgı içindedir.
Tartışmanın kalitesi düşüktür ve Basel filozoflarının felsefe kürsüsüne
başvuran Nietzsche'yi reddetmelerinin haklılığını bir kez daha gösterir.
Tartışmanın en çok açığa çıkardığı şey, Nietzsche'nin -parlak fikirlere
sahip olmakla birlikte- teknik felsefi düşünce zanaatının eğitimini alma­
mış olduğudur. Aristoteles ve ortaçağ skolastik felsefesi dersleri görsey­
di, örneğin Heidegger gibi bir Katolik papaz okuluna gitseydi, bu yarım
yamalak savları asla ortaya atmazdı.
Ana! Filoloji 23 9

Her şeyden önce, "doğru, yanılsamadır" vargısı doğruysa, insan de­


nen "zeki hayvanın" rekabetçi ortamda nasıl hayatta kaldığı gibi kar­
maşık bir soru gündeme gelir. Nietzsche insanın sağ kalmasının dünyaya
dair inançlarımızın büyük ölçüde doğru olduğunu, en azından ilk bakış­
ta göstermesini "Doğru ve Yalanlar" da da ele almaya girişmez.
Nietzsche'nin vargısıyla ilgili ikinci mesele kendisiyle çelişmesidir.
Hem "Doğru ve Yalanlar"da, hem de "Doğrunun Dokunaklılığı"nda,
varsaydığımız doğruların yanılsama olmasını iyi bir şey sayar, çünkü
doğru korkunçtur: bilinç odasındaki bir çatlaktan bakabilen (per im­
possible) birileri olsaydı, "kendi cehaletine kayıtsız insanlığın amansız­
lık, açgözlülük, doymazlık, cinayet üzerinde yükseldiğini" görecekti.
İnsanlık "düşlere, deyim yerindeyse kaplanın sırtına tutunur" . O halde
göründüğü kadarıyla, neticede hakkındaki doğruyu bilmeye imkan var­
dır -en azından filozofun bu doğruyu bilmesi mümkündür. Medeniyet
yaldızının altında, insan hayvanının vahşi bir mahlUk olduğunu Nietz­
sche bilmektedir. Eğer doğru bir yanılsamaysa, o zaman Nietzsche bu
doğruyu nasıl bilmektedir? İşte çelişki.
Yukarıda özetlenen savların birincisine dönersek, tatarcığın dünya­
yı bizden farklı görmesi aslında inançlarımızın yanlış olduğu anlamına
gelmez, çünkü hem biz hem de tatarcık haklı olabiliriz. Biz çürümüş bir
elma görürüz, tatarcık yumurta bırakmaya uygun bir alan görür. İkimiz
de haklı olabiliriz. * İkinci savda -farklı dillerin "sinirsel uyarımlar" için
farklı işaretler kullandığı savında- ise cümle ile önerme birbirine karış­
tırılmaktadır; her " Eleştirel Düşünceye Giriş" dersinde bunun yanlışlığı
gösteriliyor. " Çimen yeşildir" cümlesi Almanca "Grass ist grün" cüm­
lesinden farklıdır. Fakat her ikisinde de aynı "önerme" vardır. İkisinin
söylediği de doğrudur. Yani daha net söylersek, doğru ya da yanlış olan
cümleler değil önermelerdir. O halde farklı dillerin aynı sinirsel uyarım­
lar için farklı işaretler kullanmaları kesinlikle bu dillerde doğruların asla
ifade edilemeyeceğini göstermez.
Son sav en zayıfıdır, hatta utanç verici ölçüde kötüdür. Çoban köpeği,
bekçi köpeği, teriyer ve tazının "köpek" olarak sınıflandırılması onların

* Farklı perspektiflerin gerçekliğe dair farklı ama birbirini tamamlayıcı doğruları açığa
çıkardıkları fikri, "çoğul gerçekçilik" dediğim bir doktrindir. 23. Bölüm'de olgun
Nietzsche'nin doğru ve gerçeklikle ilgili anlatısının çoğul gerçekçiliğe dayandığını
göstereceğim.
NIETZSCHE

hepsinin tamamen aynı -"eşdeğer"- olduğu anlamına gelmez. Sadece


onların belli bir açıdan aynı oldukları anlamına gelir.
O halde Cosima ilk Ônsöz'de geliştirilen düşünce hattından tatmin
olmamakta haklıdır. "Öğretim Kurumlarımızın Geleceğiyle İlgili Dü­
şünceler" ( " Gedanken über die Zukunft unserer Bildungsanstalten " )
başlıklı ikinci önsöz aynı isimli derslerin önsözüyle neredeyse aynı oldu­
ğundan burada daha fazla tartışılmasına gerek yok.
"Yunan Devleti"42 ( "Der griechische Staat" ) başlıklı üçüncü Ô n ­
söz aslında 1 871'in ilk haftalarında yazılmıştı43 ve esasen Tragedyanın
Doğuşu'nun bir bölümü olarak tasarlanmıştı. Wagner kesinlikle bu
Ônsöz'ü nahoş bulmuş olmalıydı, çünkü hem savaşı hem köleliği övü­
yordu; halbuki Wagner savaşı aşmak istiyor, köleliği ise mide bulandırıcı
buluyordu.
Deneme metninin tonlaması "modern insanın aşırı duyarlılığını'' ,
hassaslığını aşmaya, bazı katı v e "kulağa zalimce gelen" hakikatlerle
gözünü kırpmadan yüzleşmeye yönelikti. Sav şöyledir: Kültür en bü­
yük hedeftir, çünkü ancak kültür sayesinde doğa "dahinin aynasında,
görünüşteki kurtuluşa " ulaşabilir.44 Bu iki şey gerektirir. Birincisi, ken­
disinden önceki "herkesin herkesle savaşını" aşmak için zorunlu olan,
sanatın gelişebileceği emniyetli koşulları yaratmak için gereken devletti.
İkincisi de, "dahinin" sanat üretmesi için gereken boş vaktin yaratıl­
ması amacıyla devlet içinde köleliğin de olması zorunluydu. (Wagner'i
kızdırabilecek başka bir ifade daha kullanarak, sosyalistlerin sanattan
hep nefret etmesinin sebebinin de bu olduğunu ekler. ) Bu yüzden devlet
Platon'un Devlet'inde gösterilen "geniş tabanlı piramit" şeklinde olma­
lıdır, aslında Platon'un "bilge ve bilgili deha"sının, yani " filozof-kralın"
yerine "en genel anlamda dahinin" geçirilmesini saymazsak, devletin
düzeni tam olarak Platon'un gösterdiği gibidir.45 Bir başka deyişle, Sok­
rates tarafından değil Sophokles tarafından yönetilen bir devlete ihtiya­
cımız vardır. Fakat devlet ancak (fiili ya da tehdit halinde) savaş koşulla­
rında gelişebilir: Barış zamanlarında devletin "demir pençesi" gevşer ve
yozlaşır. Bu yüzden kültür için savaş zorunludur.
Bu Ônsöz'deki savın da standardı düşüktür. Wagner'in yazılarında
hiç görülmeyen bir şekilde tarihin yanlış kullanımından, geçmişteki hay­
ran olunan dönemin hayran edici yönlerini yeniden üretmek için her
veçhesinin yeniden üretilmesinin zorunlu olduğu varsayımından mus-
Ana! Filoloji

tariptir. Sadece çoğunluğun -en azından ekonomik bakımdan- "köle"


olduğu toplumlarda sanat üretilebileceği savının çamaşır makinesi saye­
sinde çürütüldüğü aşikar: Sanat gerçekten de sanatçının zorunlu geçim­
lik çalışmadan kurtulmasını gerektirir, ama makineler böyle bir özgürlük
yaratabileceği için, insan "köleliğine" gerek yoktur. Ayrıca devletin ken­
di otoritesini sağlama almak için dışsal bir tehdide ihtiyaç duyduğunu
kabul etsek bile, böyle bir tehdit şiddetten ziyade ekonomik, sanatsal,
hatta sportif rekabet biçiminde de olabilir. İşte Böyle Dedi Zerdüşt'te
Nietzsche'nin fark ettiği gibi, bir ulus komşularına askeri fetihten ziyade
kültürel "parıltısıyla" hakim olmaya çalışabilir.46
"Kölenin" durumuyla ilgili belirsizlik de başka bir zayıflığıdır
Ônsöz'ün -bu zayıflık Nietzsche'nin erken düşüncesinin büyük bir kıs­
mında devam eder. Bir taraftan "estetik faşizm" görüşü diyebileceği­
miz bir düşünceye sahiptir. Az sayıdaki "Olimposlu insana " ait " sanat
dünyası" "hayatı boyunca cefa çeken insanların sefaletini " gerektirir. 47
"Piramit şeklindeki" toplum köle için sömürü ve sefaletten başka bir
anlama gelmez, ama bunun önemi yoktur, çünkü sadece dahinin hayatı
değerlidir -doğa dahi sayesinde en yüce hedefine ulaşır... Ama Nietzsche
öte yandan şunu da kabul etmemizi ister:

Üstüyle hukuki ve etik ilişkisi içsel bakımdan sağlam ve hassas olan ortaçağ
sertini görmenin üzerimizde ne kadar yüceltici bir etkisi vardır; onun dar varoluşu tüm
dış etkilerden korunmaktadır -ne kadar yüceltici ve ne kadar yüz kızartıcı.48

Buradan bakınca da Nietzsche aslında kölelerin refahını düşünüyor­


muş, fakat köle tipi insan için en iyisinin kölelik olduğunu öne sürmek
istiyormuş gibi duruyor; zira bu kişi "hassas" hukuki düzenlemeler
sayesinde sınırsız sömürüden korunmaktadır ve ikincisi, "sefalet" çek­
mekten ziyade kıskanılacak bir güven duygusu içinde yaşamaktadır.
"Schopenhauer'ın Felsefesinin Alman Kültürüyle İlişkisi Üzerine"
( " Das Verhiiltnis der Schopenhauerischen Philosophie zu einer deuts­
chen Kultur" ) başlıklı dördüncü Ônsöz'de, gazetelerin imal ettiği salt


Buna, "sadece-üstinsan-hesaba-katılır" görüşü diyorum. Pek çok yorumcu açısından
Nietzsche'nin gençliğindeki eserlerden bazılarında ima edilir gibi olan bir düşünce
değil, olgun felsefesinin bağrındaki bir düşüncedir bu. Ama ben böyle bir yorumu
reddediyorum.
NIETZSCHE

"kamuoyu" nun tersine bir genel "kamu eğitimi" ihtiyacı ortaya atılır.
O dönemin sözde eğitimli sınıflarına da saldırılarak "dar kafalı bir ha­
linden memnunluktan [ Gemütlichkeit] " mustarip oldukları söylenir.
Nietzsche'ye göre halinden memnunluğu yaratan, "tarihsel bilinçtir".
Böyle bir bilinç coşkuyu öldürür. Her şey tarihsel olarak kavrandığında
bir "nihil admirari" (şaşırtıcı olmayan) ruh haline gireriz. Bu yüzden,
örneğin ahlaki değerlerimizin engin tarihsel alternatif değer kümelerin­
den sadece biri olduğunu öğrenmek, kendi değerlerimize bağlılığımı­
za zarar verir, çünkü onları ortalıktaki alternatiflere yeğlemek için bir
temel bulamaz, ( "postmodern" ) nihilizme kayarız -burada Wagner'in
"kültür tarihi" eleştirisinin güçlü yankıları vardır. Eylem, bağlılık, tutku
belli bir şovenizm gerektirir, kişi kendi değerlerinin tek mümkün de­
ğerler kümesi olduğuna inanmak ister, der Nietzsche. ( 1 8 87'de Ahlakın
Soykütüğü'nde Hıristiyan ahlakını yapıbozuma uğratmak gibi kendi gö­
zünde hayırlı bir amaçla "tarihsel bilinci" kullanacaktır. )
"Homeros'ta Rekabet" ( "Homers Wettkampf" ) başlıklı son Önsöz
açık ara en iyi ve en önemli metindir. Ama burada daha fazla tartışma­
yacağım, çünkü o metni önceki bölümde uzun uzadıya inceledim. "Yu­
nan Devleti" başlıklı olandan yaklaşık iki yıl sonra yazılan bu metnin
"kötü" Eris'in yanı sıra "iyi" Eris'in varlığına da işaret etmesi bakımın­
dan öncekindeki savaşın zorunluluğu savını tamamen temelsiz bıraktı­
ğını söylemek yeterli. Madem fiziksel şiddete alternatif olarak "rekabet"
vardır, sağlıklı bir devletin içinde elde edilen ve bu devletin yaşamına
kaynaklık eden "mücadeleci" yüceltilmiş şiddetin devletler arasında da
aynı işi görmemesi için bir sebep yoktur.
O halde özetlersek Beş Önsöz, bazı kısımları birbiriyle çelişen son
derece çeşitli nitelikte bir derleme olmuştur. Gerçekten de Cosima'nın
dediği gibi hem iyi hem kötüdür.
1 0. Bölüm

Zamana Aykırı Bakışlar

1 873 yılına iki gerilim damgasını vurdu. Birincisi klasik filoloji profe­
sörü olarak rolü ile felsefeye giderek artan ilgisi, yani bizzat şık hir
şekilde ifade ettiği gibi, Beruf [mesleği] ile Berufung [eğilimi] arasındaki
gerilimdi.1 İkinci gerilim ise bir taraftan dünyayı "Bayreuth Ufkunda "
görmeye hala tümden bağlı olması ve Bayreuth davası için elinden ge­
leni yapmak istemesi ile diğer taraftan Wagner'in kişiliği ve zekasını n
devasa gölgesinden kaçma ihtiyacının artması, kendi başına bir insa n
olabileceği aydınlık bir yer bulma isteği arasındaydı. (Wagner'e mutlak
bağlılığına rağmen besteci Peter Cornelius da tam olarak aynı problemi
yaşamıştı. ) Bu ikilemlerden birincisini felsefi incelemeye müsait klasik
metinleri öğreterek ve bu metinler üzerine yazarak dengelemeye çalıştı.
Bu yüzden, 1 872'den sonra klasik bir metne adadığı hiçbir kitap yayım­
lamamasına rağmen, 1 873-4'te Platon öncesi Yunan filozoflar üzerine
yayımlanmamış ( Yunanların Trajik Çağında Felsefe) epeyce malzeme
görüyoruz. İkinci gerilimi çözmek için ise Wagner'in adına ve onun buy­
ruğuyla şiddetli polemikler yazmakla birlikte, Wagnergille şahsi iletişi­
mini "göstermelik" mektup alışverişleriyle sınırlamaya başladı (Corne­
lius da aynı stratejiyi benimsemişti) ama bu yüzden onları hem hayal
kırıklığına uğrattı hem de onların hoşnutsuzluklarını artırdı. Bu dertli
yıllarda Nietzsche'nin sağlığının bir daha bozulması şaşırtıcı değildir:
1 873'te viral enfeksiyon kaptı, gözünde ve bağırsaklarında sorunlar çık­
tı; bağırsak sorunları büyük ihtimalle savaş sırasında geçirdiği dizanteri­
nin etkilerinden hata kurtulamadığı anlamına geliyordu. 1 873 yılı sağlık
bakımından Nietzsche'nin hayatının geri kalanının motifini belirlemişti:
Bu yıldan başlayıp aklının başında olduğu son üç aya kadar bu tür dert­
lerden en fazla birkaç haftalığına kurtulabilecekti.
244 NIETZSCHE

Basel'de Eğlence

Yıl iyi başladı. Nietzsche Allgemeine Deutsche Musikverein (Ev­


rensel Alman Müzik Derneği) tarafından Wagner'in Yüzük (Der Ring)
dörtlemesinin şiirselliği üzerine en iyi inceleme yarışmasında hakemlik
yapmaya davet edildi. Bu davet onu çok gururlandırmıştı, birkaç ayrı
mektupta bu olaydan bahsetti -herhalde bu kadar gururlanmasının se­
bebi hayatını adadığı hedefine -Bayreuth'a- ulaşmakta belli bir statü ve
başarı kazandığı için bu daveti aldığını düşünmesiydi.
Ayrıca iki çok yakın arkadaşının Basel'de olmasından da aşırı ölçü­
de mutluydu: " Overbeck ve Romundt, benim masa, ev ve düşünce ar­
kadaşlarım," diye yazıyordu Rohde'ye, " birlikte olmak için dünyada
onlardan kusursuzu bulunamaz. " * ı Bilgi teorisi üzerine bir habilitation
(ikinci doktora tezi) yazmakta olan Romundt, öğrencilerini heyecan­
landırabilen ve radikal felsefi görüşlere sahip bir öğretmen olduğundan
Nietzsche'nin hayranlığını kazanmıştı. Overbeck'i ise iyi yürekliliğinden
dolayı seviyordu ve "radikalliğine" hayrandı.
Nisan'da Overbeck'in "radikalliğinin" niteliğine dair bir şeyler öğ­
renıyoruz:

Evimde çok çarpıcı bir şey oluyor [diye yazar Malwida von Meysenbug'a]: Mevcut
teolojimizin Hıristiyanlığı tanımlanıyor. Dostum ve manevi kardeşim Prof. Overbeck,
ki bildiğim kadarıyla yaşayan en serbest düşünceli teolog ve Kilise tarihi üzerine mu­
azzam bilgi sahibi bir kişidir, şu anda bu tanımlama üzerinde çalışıyor ve ... tüyler
ürpertici bir hakikati açıklayacak.3

Kendisinin ve Overbeck'in putları kırmasını kastederek, " Evimiz bir


gün kötü ün yapacak, "4 demişti.
Overbeck'in Über die Christlichkeit unserer heutigen Theologie (Gü­
nümüz Teolojisinin Hıristiyanlığı Üzerine) adlı kitabı 1 873 Kasım'ında
Fritzsch tarafından basıldı. Aynı yayınevi üç ay önce de Nietzsche'nin
Zamana Aykırı Bakışlar'ının birincisini basmıştı. Overbeck adı geçen
kitabında asıl Hıristiyanlığın teoriden ziyade pratik bir konu, kafadan

* Bunu okuyunca insan Romundt'un sahiden Gifthütte'ye taşındığını sanabilir. Ama


Nietzsche 1 Nisan 1 874'teki bir mektubunda, "Romundt dünden beri ev arkadaşı­
mız oldu," dediğine göre, Romundt'un sıklıkla onlara geldiğini kastediyor olmalı.
Zamana Aykırı Bakışlar 24 5

ziyade kalp meselesi olduğunu, dolayısıyla " Hıristiyan teolojisinin"


gerçekte bir tezat yarattığını öne sürüyordu. Daha sonra Nietzsche'nin
Deccal'ında da aynı görüşler ortaya çıkacak ve altmış yıl sonra Martin
Heidegger'in "teologların Tanrı'sı"na saldırısında etkili olacaktı. Over­
beck'teki birinci Zamana Aykırı Bakışlar nüshasına -göreceğimiz üzere,
en az Overbeck'inki kadar radikal bir yerden bir kutsal ineğe saldırıyor­
du- Nietzsche el yazısıyla şunları yazmıştı:

Tek bir evden ikizler/ İlerler cesurca dünyada I Koparmak için azalarını dünya­
ejderlerinin ı Dostluk denir bunun adına I Bir babadan öbürüne.

***

1 873'ün başında Nietzsche'nin Yunan ve Roma retoriği dersine sade­


ce iki öğrencinin kayıt yaptırdığını görmüştük. Bu yüzden dersleri Gift­
hütte'deki dairesinde yapmaya karar verdi. Kimi zaman bira da ikram
ediliyordu. Çoğunlukla gramer okulu öğrencilerini de orada ağırlıyor­
du. Bu öğrencilerden biri olan Louis Kelterborn, Nietzsche'nin evdeki
haline dair bir tasvir bırakmıştır:

Tavır ve davranışlardaki istisnai kibarlık ve inceliğin son derece cazibeli ve doğal


bir iyilikle bileşimi insanı hemen çarpıyor; öyle ki, kısa süre sonra doğrudan ve kendi­
liğinizden daha soylu, temiz ve yüce bir manevi atmosfere yükseldiğinizi hissediyor­
sunuz ... Tavırlarının ve giyiminin, ayrıca neredeyse askeri hassasiyetinin zarifliğiyle
tamamen uyum içinde döşenmiş hoş bir orta sınıf dairesi burası. Açık renkli pantolon
ve kahverengi frak ya da ceketle, dışarıya çıktığında da silindir şapkayla [o zaman bile
antika duruyordu] -belleğimde işte böyle yaşıyor. Sıcak yaz günlerinde [Basel son
derece nemli olabiliyor] buz küpleri kullanarak odasının ısısını düşürmeye çalışırdı.s

Tam anlamıyla anaç bir tip olan Frau Baumann Haziran ayında
Schützgraben pansiyonunu devralınca Nietzsche'nin ev hayatı daha da
güzel geçmeye başladı . Gifthütte bu olay neticesinde Baumannshöhle
[Baumann'ın Mağarası] adıyla yeniden vaftiz edildi ve orada kalanlar­
dan ( 1 874 Nisan'ından itibaren Romundt dahil) sıklıkla "mağara ayı­
ları " diye söz edilmeye başladı. "Mağara'da" bir de semaver olsa gerek
(belki de Overbeck'in Rus kökenli olması yüzünden), çünkü Nietzsche
yıllar sonra Overbeck'e gönderdiği bir kartta orada geçirdikleri zaman­
ları şöyle hatırlatır:
NIETZSCHE

Baumann'ın Mağarası'ndan Dizeler


Bilgelik konuşur: düşüncelerin eksik kaldığı yere
Çay [Tee] tam zamanında yetişir,
Yunanlarca bilinmeyen bir Tanrı
"Makine tanrı" [Maschinentheos - çay makinesı] -bizi bilgeleştirir!
(Mağara ayılarından biri öbüründen çay içmeyi öğrenince böyle dedi.)6

Nietzsche mağarasında mutlu olmakla birlikte canlı bir sosyal ha­


yatın da tadını çıkarıyordu. Meslektaşlarının ve Basel'in en asil evleri­
ne sıklıkla gidiyordu -zaten daha önce belirtildiği üzere profesörlerin
çoğu en iyi ailelerden geldiğinden, bu iki kategori genellikle çakışıyordu.
Mart'ta eve şöyle yazar:

Vischerlerde ve başka evlerde iki nişan için birkaç kutlama yapıldı ... Vischer­
Bischoffs'ta bir balo vardı, yüz kişi geldi; ondan önce Sally, Frau Walter ve bazı
adamlar bir operet seslendirdi. Sonra bir akşam bizim Sieberlerleydim, ayrıca Socin
ve Jacob Burckhardt da vardı.7

Ecce Homo'nun Penguin çevırısının kapağında, Caspar David


Friedrich'in elinden çıkma bir adam portresi görürüz. Arkadan görünen
bu adam -Nietzsche olduğunu düşünmeye sevk ediliriz- bir dağın tepe­
sinde tek başına durmuş, aşağıdaki sisli vadilere bakmaktadır. Bu görün­
tü insan sevmez, topluma uyumsuz Nietzsche imgesini güçlendirmektedir.
Fakat Leipzig'deki yoğun sosyal hayatına baktığımızda bu romantik kli­
şenin aslında bir mit olduğunu görmüştük. (Sonraki yıllardaki yalıtılmış­
lığının ise insan sevmezlikten ya da sosyal yetersizlikten değil sıhhatinin
kötüleşmesinden ve işkolikliğinden kaynaklandığını göreceğiz.) Leipzig
yıllarındaki sosyalliği Basel'de devam etti, hatta yoğunlaştı. Örneğin Frau
Ida Miaskowski'nin anılarında onun 1 874'teki hali şöyle anlatılır:

Kışın iki haftada bir, akşamları toplanan küçük bir sosyal grup oluşturduk. Bu
akşamlardan birinde Nietzsche'nin şansına çok çarpıcı bir performans vardı ... Die
Meistersingetden bir tableau vivant (canlı tablo] ... Konukların hepsi toplandığında
Nietzsche'den, ödül alan şarkıyı çalmasını söyledim ve yemek odasının kapısını aç­
tım. O nefis tableau [tablo] oraya kurulmuştu ... Herkes çok sevinmişti ve Nietzsche
de aslında çok duygulanmıştı. İki elimi birden avuçlarına alıp bu şahane sürpriz için
minnetini göstermek üzere tekrar tekrar sıktı ... bizim Emmy daha önce hiç böyle
Zamana Aykırı Bakışlar 247

bir masum eğlence çevresinde bulunmamıştı. Tuhaf olan şey, şen havanın başlıca
iki kaynağı olan Overbeck ve Nietzsche'nin bütün Almanya'da korkunç kötümserler
ve Schopenhauer'cılar olarak tanınmasıdır! Geçen Perşembe bol bol müzik yaptık.
Nietzsche büyüleyici doğaçlamalar yaptı ve Overbeck de dört elle çalınan Schubert
parçaları getirdi.

Başka bir seferde de Miaskowski şöyle yazar:

Bu akşam Salı grubumuz toplanıyor. Nietzsche komik bir kitap getirip sesli oku­
yacağını söyledi [Mark Twain'in komik hikayelerinden bir derleme]. Geçen sefer çok
eğlenceliydi, saat on iki buçuğa kadar okuduk, müzik yaptık ve hoplayıp zıpladık.

Ayrıca Nietzsche'nin o kış düzenli olarak Cuma günleri onun şarkıla­


rına eşlik etmeye geldiğini de belirtir. 8

Bayreuth'ta Kasvet

Nietzsche 1 873 Mart'ında Herr Monod'un düğün töreni * için bir


"Monodie a deux" yani dört elle çalınan bir piyano düeti besteledi -
anlaşılan von Bülow'un vahşice yorumları, içindeki bestecilik dürtüsü­
nü tamamen ezip yok etmemişti- (bu kitabın web sitesinde 1 6 . Parça);
"monodie" tek sesli bir parça olduğundan (aynı zamanda eseri besteleme
vesilesi olan kişinin adı üzerine bir kelime oyunu yaratıyordu), bu eser
" bir düğün için son derece simgeseldi" .9 Sonraki ay nihayet Bayreuth'a
ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Rohde'yle birlikte Paskalya haftasını ( 6-12
Nisan) Wagnerlerin yeni ama bitmişlikten çok uzak evi, Wahnfried'de
geçirmeye gittiler.
Wagnerleri kötü bir zamanda yakalamıştı. Festspielhaus (Şenlik Evi)
çalışmasına başlamak için gereken bin sponsorluk sertifikasından sadece
iki yüzü satılabilmişti. Bu yüzden Wagner'in keyfi yerinde değildi -hatta
alışılmadık bir şey yaptı ve bir ara evdeki "bitmek bilmez gevezeliğe" da­
yanamadığını söyledi. Aslında içten içe, Tribschen'den ayrıldığına üzülü-

.. Gabriel Monod'un evlendiği Olga Herzen, Rus sosyalist devrimci Alexander Her­
zen'in kızı ve Herzenlerin Londra'daki evine bakan Malwida von Meysenbug'un
manevi kızıydı.
NIETZSCHE

yordu (tıpkı Nietzsche gibi) . Tüm Almanya'dan Wagner cemiyetlerinden


gelen haberlerle uğraşma ihtiyacı ve nefret ettiği basın yoluyla tanıtım
faaliyetleri yapma gereği yüzünden yıpranmıştı (üstelik Yahudi karşıtlığı
da iyice artmıştı); Götterdammerung'un orkestrasyonunu tamamlamak
gibi önemli bir iş dururken başka hiçbir şeye istek duymuyordu. Nietz­
sche kendi bestelerinden birini -büyük ihtimalle "Monodie a deux"nün
(Merhamete Övgü, 1 873) kısa bir versiyonunu- çalarak onları neşelen­
dirmek istedi ama başaramadı: Tepeden bakan bir edayla "Dostumuzun
müzik yapma hobisi bizi rahatsız etmişti, " der Cosima günlüğünde. Fa­
kat Nietzsche'nin hazırlıkları sürmekte olan eseri Yunanların Trajik Ça­
ğında Felsefe'den üç gece fragmanlar okumasına izin verilmesi, en azın­
dan müziğe nazaran bu alanda daha çok saygı gördüğünün göstergesidir.
***

Bu eser her şeyden önce Herakleitos'la yakından özdeşleşmesiyle dik­


kat çekicidir; Nietzsche bu özdeşleşmeyi ömrü boyunca korumuştur. Batı
felsefesinin bildiği en eski fragmanda Anaksimandros şöyle diyordu:

Zorunluluk gereği şeyler nerede meydana çıktılarsa orada yok olmalıdır: Çünkü
zamanın buyruklarına göre, haksızlıkları yüzünden yargılanıp cezalarını çekmelidirler.

Doğan her şey ölmeye mahkumdur. Anaksimandros'a göre varoluş, gi­


zemli bir suç için, bir nevi "ilk günah" için verilen bir cezadır. Fakat Nietz­
sche'nin savına göre, Herakleitos'la birlikte Anaksimandros'un kötüm­
serliğini nasıl aşacağımızı öğreniyoruz. "Oluşun" (değişimin) bir yanılsa­
ma olduğunu savunan Parmenides'in aksine, Herakleitos oluşun gerçek­
liği konusunda Anaksimandros'la hemfikirdir. Hatta Herakleitos'a göre
oluştan başka bir şey yoktur -yanılsama olan, Parmenides'in "varlığıdır" .
Herakleitos'un başarısı, diye devam eder Nietzsche, Hesiodos'un "iyi"
Eris'ini ululaştırarak kozmik bir ilke haline getirmesidir. Parmenides'in
donmuş dünyasının aksine, Herakleitos'un dünyası ebedi "rekabetten",
"neşeli bir boğuşma içindeki" sayısız karşıt çiftten ibarettir.
Peki, ama Anaksimandros'un dediği gibi suç ve çileyi de içermez mi
bu ? Nietzsche, "Evet," der Herakleitos namına, " ama sadece yakınsak
değil ıraksak gören sınırlı insan için. " "Estetik insan" ya da "çocuk­
sanatçı" (Tragedyanın Doğuşu'nun kahramanı) için bunların hepsi ma­
sum bir oyundur. ıo
Zamana Aykırı Bakışlar 249

Biraz daha önce yazdığı bir notta ise şöyle der:

Yunan doğası [dünyanın] tüm korkunç özelliklerini kullanmayı biliyordu ... faydalı
uğruna zararlının kullanımı Herakleitos'un dünya görüşünde idealleştirilmiştir. 1 1

Bu da "yakınsağın" anlamını açıklar. Herakleitos'un dünyayı neşeyle


olumlayacak bir görüşe ulaştığını savunur Nietzsche, çünkü zararlı olan
eninde sonunda faydalı olana yol açacaktır -ama sadece tekil insanın ba­
kış açısıyla yükselip dünya-yaratan çocuk-tanrı-sanatçı seviyesine çıkan
kişinin gözünde bu mümkündür. O yüzden, Tragedyanın D oğuş u ' nda
olduğu gibi, Anaksimandros'un " bulantısını" aşmak, bir Herakleitosçu
için, insanın tekilliğini aşması demektir.
Cosima Trajik Çağda Felsefe'den okumaları "yeni ve ilginç" bulsa
da, Wagner'in herhangi bir yorumundan bahsetmez. Büyük ihtimalle
Wagner (ne müzikten ne de dramadan bahseden) bu eserin kendi acil
kaygılarıyla ilgisiz olduğunu düşünmüştü.
***

Nietzsche Bayreuth'tan Basel'e döndükten dört gün sonra Wagner'e


ziyareti hakkında mütevazı bir mektup gönderdi:

Varlığım size tatmin edici görünmediyse bunu gayet iyi anlarım ama elimden bir
şey gelmez, çünkü çok yavaş öğrenen ve algılayan bir insanım. Sizinle geçen her
dakikada daha önce hiç düşünmediğim ve zihnime kazımak istediğim bir şey yaşıyo­
rum. Böyle bir ziyaretin sizin için rahatlatıcı olmadığını, hatta neredeyse katlanılmaz
olduğunu çok iyi biliyorum, aziz Üstadım. En azından daha fazla özgürlük ve bağım­
sızlık görüntüsü vermek istedim çoğunlukla ama boşuna. Yeter artık. Sizden beni
sadece öğrenciniz olarak görmenizi istiyorum ... Doğrudur, sizin için şu ya da bu şe­
kilde faydalı olmayı iliklerime kadar istediğimden ve bunun için hiç uygun olmadığımı
gördüğümden, hatta sizin dikkatinizi toplamanızı sağlamak ya da sizi neşelendirmek
için hiçbir şey yapamadığımdan her gün daha da büyük bir kasvete düşüyorum. 12

Tribschen döneminde yazılan mektuplar "üstada" hürmeti sergili­


yordu. Fakat giderilemez günahkarlığın Hıristiyanca itirafının yankıla­
rını içeren bu mektup ancak secde etmek olarak görülebilir. Ama en
aydınlatıcı satır "daha fazla özgürlük ve bağımsızlık" ihtiyacına yapı­
lan göndermedir. Nietzsche önceki bölümde alıntılanan mektupta von
Gersdorff'a söylediklerini, en incelikli şekilde Üstat'ın yüzüne söyle-
NIETZSCHE

meye çalışmaktadır: Wagner'le " şahsi birliktelik" ile arasına "sağlıklı"


bir mesafe koymaya, "daha yüksek bir anlamda ona sadık olmak" için
Wagner'in ezici kişisel varlığından kurtulmaya ihtiyacı vardır.
Nietzsche'nin mesafe koyma tekniği, "şahsi birlikteliğin" yerine bu
secde eden tarzda mektupları geçirmektir. Wagner bu mektuba açıksözlü,
neşeli bir cevap yazdıktan, "daha sık gelip bana 'yük' olmalısınız" diye­
rek çocukların (onları muhtemelen en az babalarını özledikleri kadar öz­
lüyorlardı) "Nietzsche-Rohde"cilik13 oynadıklarından söz ettikten sonra
bile, Nietzsche secde eder tarzını sürdürür, Mayıs'ta Wagner'e gönderdiği
mektupta, onun yokluğunda "ölü doğmuş bir yaratık" olacağının "her an
farkında olduğunu" belirtir.14 Fakat mektuplarında ona secde ederken,
Bayreuth'a bizzat gidişlerinin sayısı azalıp neredeyse sıfıra inmiştir. 1 869
ile 1 872 arasında Tribschen'e yirmi üç kez gitmiş olmasına rağmen, 1 872
ile 1 8 74 arasında Bayreuth'a sadece dört kez gider ve 1 875'te hiç uğramaz.
Araştırmacılar Nietzsche'nin Wagner'den şahsen uzaklaşırken sanatçı
ve düşünür olan Wagner'den de uzaklaştığını düşünürler. Fakat durum
böyle değildir. 1 873 boyunca özel defterlerinde Wagner'in dünya görü­
şünden uzaklaştığına dair en ufak bir ipucu olmadığı gibi, onun müziği
ya da felsefesi konusunda da en küçük bir çekince görülemez. Hatta bu
defterler Nietzsche'nin düşüncelerinin tümden "Bayreuth-ufuklu kabul­
ler"15 olduğunu doğrulamaya devam eder. Ayrıca yaltaklanmanın an­
lamsız olacağı bir bağlamda ciddi ölçüde Wagner hayranlığı da içermek­
tedir: Örneğin daha önce alıntıladığımız, "Wagner ne zaman birine haka­
ret etse derin bir problemi gündeme getirir" cümlesi bu defterlerdendir.16

Zamana Aykın Bakışlar'ın Birincisi:


David Strauss: itirafçı ve Yazar

Yukarıda alıntılanan "secde eden" mektupların birincisinde Wagner'i


neşelendirememekten yakınan Nietzsche şöyle devam eder:

Ama belki yine de, üzerinde çalıştığım işi tamamladığımda, yani meşhur yazar
David Strauss'a karşı yazımla [sizi neşelendirebilirim]. Onun Eski ve Yeni İman'ını
(Des aite und neue Glaube, 1 872) okudum ve gerek körlüğü, gerekse bayağılığı
karşısında şaşkına döndüm.17
Zamana Aykırı Bakışlar

Nietzsche'yi " lütfen tekrar yük olun" diyerek cevapladığı mektubun­


da Wagner, "Straussçuluk meselesine gelince, bana acı veren tek şey sab­
redemiyor oluşumdur. Bu yüzden . . . çabuk olun ! " 1 8 der.
Wagner 1 86 8 'de Strauss'la aleni bir çekişme yaşamış ve ona karşı
üç hicvi sone yazmıştı. Strauss'un Eski ve Yeni İman'ı (Des aite und
neue Glaube) 1 872'de yayımlandığında, Cosima'nın yazdığı kadarıyla,
Wagner bu eseri "son derece yüzeysel " bulmuştu. Demek ki Nietzsche,
Strauss'a saldırmanın Wagner'i hoşnut edeceğini biliyordu. 1 873 Ma­
yıs'ının başında Basel'e döndüğünde Rohde'ye gönderdiği mektupta
"yine biraz lav püskürttüğünü" yazmıştı. Bayreuth'tan döndüğünde
"öyle uzun süredir kasvetin pençesindeydi ki kurtulmasını ancak kut­
sal öfke sağlayabilir"di. 19 Yon Gersdorff'un verdiği adla Straussiade
(Straussçu; kimi zaman AntiStraussiade [Straussçuluk karşıtı] ) savaşçı
Nietzsche'nin, Wagner'in düşmanını "topa tutmasının" ilk taslağı buy­
du. Metni yıldırım hızıyla tamamladı. Nietzsche eseri Mayıs'ta bitirdi,
(o zamanlar tıpkı posta hizmetleri gibi bugünkünden çok daha hızlı çalı­
şan yayımcılar sayesinde) Fritzsch de Temmuz'da basıp piyasaya sürdü.
Peki, ama niçin Strauss? Kendisinin ve Wagner'in onaylamadığı pek
çok kişi varken, Nietzsche neden içinde sıkışan öfkeyi kusmak için özel­
likle Eski ve Yeni İman'ın (Des aite und neue Glaube) yazarını seçmişti?
Nietzsche ilk başta birinci Bakış'ı, hatta planladığı bütün Bakışlar'ı
"kültürün hekimi olarak filozof" diye adlandırmayı düşünmüştü.20 Fa­
kat Ecce Homo'da kendisinin de kabul ettiği gibi, şiddet metaforu eserin
" savaşçı " karakterine daha uygundu. Bu bir "suikastti [Attentat] " . 2 1
Fakat yine Ecce Homo'da dediği gibi, saldırının asıl hedefi özellikle Stra­
uss değil genellikle "Alman kültürüydü" .22 O halde saldırı bir anlamda
şahsilikten uzaktı -Strauss sadece Bismarck Almanya'sının (olmayan-)
kültürünün karakterindeki hatayı örneklemesi bakımından önemliydi.
Nietzsche'nin bir zamanlar George Eliot'la birlikte Strauss'a hayran
olduğunu görmüştük: Strauss'un İsa'nın Hayatı Üzerine Eleştirel İncele­
me (Das Leben ]esu kritisch bearbeitet, 1 835-36) adlı eseri Nietzsche'nin
Hıristiyan inancından kurtuluşunda önemli bir rol oynamıştı. 1 8 88 'de
hatırladığı kadarıyla, yirmi yaşındayken İncil'in yapıbozuma uğratılma­
sından büyük haz almıştı.23 Birinci Bakış'ta kendisinde de Strauss'un bir
zamanlar iyi bir araştırmacı olduğunu kabul eder. Fakat onun saldırdığı
kişi yaşlanmış, yumuşamış ve sağlam kafayla düşündüğü sıralarda ön
NIETZSCHE

kapıdan kovduğu dini arka kapıdan geri alan Strauss'tur. Nietzsche'ye


göre, Eski ve Yeni İman'ın (Des a ite und neue Glaube) yazarı Hegelci
iyimserliğin bir versiyonunu -bir nevi evrimci panteizmi- alternatif bir
din olarak sunuyordu. "Gerçeğin rasyonelliğininin "24 insanı "yeryüzün­
deki cennete"25 götüreceğini öne sürüyordu. Nietzsche bu konuda üç
eleştiri hattı kurar.
Birincisi, bu budalaca bir "yatışma ve ferahlama doktrinidir". Tıpkı
genel olarak Hegelcilik gibi, sadece " başarının ilahlaştırılması", "bayağı
olanın tanrılaştırılmasıdır" .26 Nietzsche defterlerinde Schopenhauer'ın
" Hegelci 'dünya-sürecinin' iyi polisi olan besili bir Prusya devletiyle son
bulduğu" iddiasını tekrarlar.27 Yani Nietzsche'nin gözünde, 1 870'lerin
Hegelcileri Prusya'nın Fransa'yı yenmesini "akılcı olanın" (yani iyinin)
gerçekle nihai çakışması, "tarihin sonu" olarak almaktadır. Onun itiraz
ettiği nokta da bunun Strauss'un kendini sözcülüğüne adadığı halinden
memnun burjuva izleyicilerine, kendini beğenmiş " biz"e,28 pezevenklik
etmek gibi aşağılık bir iş olmasıdır. Bir yıldan kısa bir süre içinde dör­
düncü baskısını yapan Eski ve Yeni İman (Des aite und neue Glaube)
çok satılan bir kitaptı. Cosima'ya gönderdiği mektupta Nietzsche, "Bu
viran zamanlarda aniden başarı kazanan ve kabul gören her şeyde bir
bityeniği arıyoruz,"29 diye yazar. Bismarck Almanya'sında hayranlık
duyulacak herhangi bir yön olsaydı bu pezevenklik konusunda bir şey­
ler söylenebilirdi. Ama tıpkı bir solucan gibi, cenneti "şişman bir leşten"
daha yüce bir şey olarak görmeyen bir burjuva "dar kafalılığının" hay­
ranlık duyulacak hiçbir yönü yoktur.3 0
Daha önce gördüğümüz gibi, Wilhelm Almanya'sında Nietzsche'nin
nefretini uyandıran şey (Strauss'un Hegelci muzafferaneliğine yansıyan)
muzafferanelik hali, Fransa karşısındaki askeri zaferin Alman kültürü­
nün üstünlüğüne kanıt sayılmasıydı. (Amerika'nın " neo-con"larının *
Sovyetler Birliği'nin çöküşü sonrasında eşit ölçüde yıkıcı bir ruh haline
girmeleri de bu duruma paralellik arz eder.) Nietzsche Fransa karşısın­
daki zaferin kültürel üstünlükle hiçbir ilgisi olmadığının barizliğini vur-

* Neo-conlar: "Yeni muhafazakarlar" anlamına gelen, İngilizce "neo conservatives"


sözcüklerinin kısaltılmasıyla oluşturulmuş, siyasal değerlendirmelerde sıkça kullanı­
lan bu terim, Alman-Amerikan siyaset felsefecisi Leo Strauss'un ( 1899-1 973) görüş­
lerine dayalı bir muhafazakarlık anlayışını savunanların genel adıdır. Günümüzde
ABD siyasetine, hatta dünya siyasetine yön veren kesimlerin bu görüşten yola çıktık­
larına ilişkin yaygın bir inanç vardır-r.n.
Zamana Aykırı Bakışlar 25 3

gular. Zafer " sıkı askeri eğitimin, liderler arasında savaş biliminde üstün
olmanın" ve "yönetilenler arasındaki birlik ve itaatin" sonucudur. " Bu­
nun gibi bir zafer daha kazanılırsa, Alman Reich'ı ayakta kalacak ama
Alman olan yıkılacaktır," diye de ekler.31 Bayreuth projesinin -"Alman
olanı" canlandırmak için tek umudun- kaynak sıkıntısı yüzünden tö­
kezliyor gibi görünmesi, Nietzsche'nin gözünde emperyal Almanya'nın
" barbarlık" girdabına girmiş bir toplum olduğunu doğrulamaktan baş­
ka bir anlam taşımıyordu elbette. "Savaş- muzafferaneliği" , der, "gizlice
büyüyen meyve" * için askeri yenilgiden daha büyük bir tehlikedir.
Nietzsche'nin ikinci eleştirisi Strauss'un panteizmine yöneliktir.
Strauss'un iddiasına göre her şeyin bir ilk kaynağı olsa bile, bu ilk kay­
nağa "Tanrı" deyip onu her şeyin kaynağı olan bir dinsel hürmet nes­
nesi yapmak nasıl mümkün olabilir (sonuçta her şeyin kaynağı olduğu
için kötülüğün de kaynağıdır) ?32 Daha önce gördüğümüz üzere, Nietz­
sche'nin kendisi bu kötülük problemiyle ilgilenmektedir ve daha genel
iyiliğe katkısından yola çıkarak kötülüğü gerekçelendiren Herakleitosçu
görüşe ulaşmıştır. O yüzden buradaki eleştiri zannedilebileceği gibi pan­
teizmin kendisine yöneltilmekten ziyade Strauss'un problemi görmemiş
olmasıyla ilgilidir. Strauss, dış görünüşü itibariyle panteizme ezici bir
itiraz içeren şeyi aşmak için entelektüel bir çaba sarf etmemiştir.
Nietzsche'nin üçüncü eleştirisi, aslında Tragedyanın Doğuş u 'nun di­
liyle Strauss'un bir "Sokratesçi" olduğu, bilimin doğa üzerinde mutlak
hakimiyete ulaşabileceğine, dolayısıyla tüm insan problemlerini çözebi­
leceğine inanan bir "teorik insan" olduğu iddiasına tekabül eder. Hatır­
layacağımız gibi, Nietzsche'nin kendi çağının hakim bakışı olarak gör­
düğü Sokratesçiliğe B akış 'ta iki itiraz getirilir. Birincisi, Sokratesçiliğin
yanlışlığının Kant felsefesinde gösterildiği şeklindeki, Tragedyanın Do-

*
KSA 7 1 9 [314]. Hölderlin'i akla getiren bu ifade şu notla daha da aydınlanmakta­
dır: "Almanya Üzerine Hölderlin: 'Şimdi sen bekliyor ve susuyorsun, neşeli bir işi
tartıyorsun gönlünde I Tıpkı senin gibi, var olan tek şey I Sevgiden doğmuş ve iyi,
senin kadar. / Nerede Delos'un, nerede Olympia'n, I Ki hepimiz bulalım kendimizi en
yüce şenlikte? Ama nereden bilecek oğlunuz, siz ölümsüzlerin uzun zamandır neye
hazırlandığını?"' (KSA 7 27 [69]). Nietzsche ve Wagner için olduğu gibi Hölder­
lin için de Alman hayatının kefaretini ödemesi Yunan "şenliğine" dönüşe bağlıydı.
Bana göre bu not Nietzsche'nin 1 870'lerde (hatta hayatı boyunca) Almanlara karşı
duruşunu "gözde şairinin" duruşuyla özdeşleştirdiğini gösteriyor: Bu duruş "sert
aşığın", yani söylenmesi gereken acı gerçekleri dile getiren ama Almanların bir gün
kendilerini kurtaracakları umudunu hiç yitirmeyen aşığın duruşuydu.
2 54 NIETZSCHE

ğuşu'ndaki iddiasını tekrarlar. Strauss, der, Kant'ı anlayamamış insan­


lardan biridir. " En kabasından bir gerçekçiliği" savunması da "Kant'ın
akıl eleştirisini" anlamadığını gösterir ...

idealizmin temel çatışkılarından [Nietzsche "idealizmin çözdüğü çatışkıları" kas·


teder] ya da tüm bilim ve aklın aşırı göreceliğinden habersizdir. Halbuki, şeylerin
kendindeliğinin [Ansich] ne kadar azının akıl tarafından belirlendiğini ona söyleyecek
olan tam da aklın kendisidir.33

Demek ki bilim, gerçekliği bilemeyeceğinden onu kontrol de edemez,


yaratıcı-çocuk-sanatçının kumdan kalelerinden birini istemeden yık­
masının yaratacağı travmalar karşısında güçsüzdür. (Dünyayı kontrol
edebilseydi bile, en temel problemlerimizi çözmüş olmazdı elbette, diye
düşünür Nietzsche. Esin sağlayan mit idealizmi olmazsa insan yaşaya­
maz ve bildiğimiz gibi, Sokratesçilik miti öldürür. Strauss ise İsa gibi bir
görücüyü tımarhaneye koyardı ve dirilişin mitsel önemi konusunda, en
fazla "palavra" der geçerdi. )34
Strauss'un Sokratesçiliğine Nietzsche'nin ikinci itirazı "kasti aldatı­
cılığına" yöneliktir. Büyük ejder katili, okur kitlesinin tatlı uykusunu
bozma korkusuyla kendini tutar. Bir taraftan Darwin'in evrim teorisi­
ni kabul etme iddiasındadır. Diğer taraftan, "salt doğanın bir yaratığı
değil insan olduğunuzu hatırlayın," der. Bir başka deyişle Strauss, bu
yeni devrimci metafizik materyalizmin "her şeyin her şeyle savaşının"
kabulünü temel alan yeni bir devrimci ahlak gerektirdiğini görmek ye­
rine, aynen eskisi gibi devam edebileceğimizi söyler. Okurlarına "sizi
yardımsever ve bağışlayıcı Tanrı'dan kurtardım, evren sadece sabit bir
makinedir, çarklarına takılmamaya dikkat edin,"35 demek yerine, her
şey eski tarzda devam ediyormuş gibi yapar.
***

Wagner birinci Bakış'ı çok sevmiş ve Nietzsche'ye, "Tekrar tekrar


okudum ve ne istediğimi bilen bir siz varsınız" diye yazmıştır.36 Liszt bu
esere "duygudaşça bir merakla" baktığını belirtir.37 Cosima çok etki­
lenmediyse de, Wagner'in kız kardeşi Ottilie Brockhaus'un Nietzsche'yi
kötüleyici bazı sözleri karşısında biraz duygulanmış, onu savunmaya
geçerek " bütün kariyerini [ Ottilie'nin] ağabeyi için tehlikeye attığını"
söylemişti.38 Nietzsche'nin çok beğendiği Der Grüne Heinrich roma-
Zamana Aykırı Bakışlar 25 5

nının yazarı İsviçreli Gottfried Keller ise " büyük adam" olmaya aşırı
heveslenen birinin "çocukça" ürünü olarak görmüştü Bakış'ı.39 Fakat
kitap dünyasının seçkin üyelerinden olan Kari Hillebrand "zekice" bir
eser olduğunu söylemiş ve "dedelerimizin özlediği Alman [ahlaki] idea­
lizmine geri dönüşün bir işareti" sayılabileceği gibi akıllıca bir gözlemde
bulunmuştu.40 Basel'de Straussiade'nin (Straussçuluk) Nietzsche'ye hiç­
bir zararı dokunmadı. Tanrı korkusu olanlar kötü ünlü "ateiste" saldı­
rılmasına sevinmiş, geri kalanlar da eğlenceli bulmuştu. Aslında Bakış
yayımlandıktan kısa süre sonra meslektaşları Nietzsche'yi bir sonraki
yılın dekanı seçti. Strauss'un kendisi de çok eğlenmişti; "insan hiç yol­
larının kesişmediği birine nasıl bu kadar öfkelenebilir? " diyordu;41 bu
sorunun cevabı artık yeterince açıktır herhalde. Fakat Strauss sonraki yıl
Şubat'ta ölünce, Nietzsche pişman oldu: "Umarım son yıllarını katlanıl­
maz hale getirmemişimdir, keşke beni hiç tanımadan ölmeseydi," diye
yazar von Gersdorff'a.42

Flims'te İstirahat Dönemi

Birinci Bakış'ın son sayfaları dikteyle tamamlandı; 1 873 Mayıs'ında


Nietzsche'nin gözleri ciddi ölçüde bozulmuştu. Gözlerinde şiddetli bir
ağrı başladı ve 5 Haziran' da kız kardeşi ziyarete geldiğinde artık ne oku­
yabiliyor ne de yazabiliyordu. Dışarı çıktığında güneş gözlüğü takmak
zorunda kalıyordu ve zamanının çoğunu içeride, perdesi kapalı yerlerde
geçiriyordu. Neyse ki İtalya' dan yeni dönen von Gersdorff el altındaydı.
Nietzsche hem Bakış'ı ona dikte ettirdi, hem de baskıya hazır nihai el
yazmasını hazırlattı. Von Gersdorff kendi sağlığının da kötülüğüne rağ­
men planlarını değiştirdi ve Eylül'e kadar Nietzsche'nin yardımcısı ola­
rak yanında kaldı - Nietzsche onu Wagner'e "sol gözüm" ve "sağ elim"
diye anlatır. 43 ( Von Gersdorff'un ve çok geçmeden başkalarının bu işi
yapması, Nietzsche'yi tanıyanların istisnai önemde bir kişiyle muhatap
olduklarını daha o dönemden anladıklarını gösterir.)
Temmuz başında Nietzsche'nin durumu o kadar hızlı kötüleşti ki
doktor arkadaşı Dr. lmmermann gramer okulundaki derslerini dönem
sonuna kadar sürdüremeyeceğini, acilen sessiz bir dağ köyünde istiraha­
ta çekilmeye ihtiyacı olduğunu söyledi.44 Immermann'ın, Nietzsche'nin
NIETZSCHE

durumunda psikosomatik bir faktör olduğunu hissettiği belliydi: Sinirle­


rin aşırı uyarıldığı teşhisini koydu ve tedavi olarak da "daha aptal ol ki
kendini daha iyi hissedesin" dedi.45
Immermann'ın öğüdünü bir şekilde tutan Nietzsche, von Gersdorff'la
birlikte 7 Temmuz'da Basel'den ayrılıp Flims'e gitti. Chur'un batısında,
deniz seviyesinden bin metre yüksekte olan bu köyün yukarısındaki, Ca­
umau Gölü'ne tepeden bakan bir ahşap pansiyonda Ağustos ortasına
kadar kaldılar. Daha sonra Romundt da onlara katıldı. Yon Gersdorff
bu tatili Elizabeth'e gönderdiği bir mektupta şöyle anlatır:

Tam anlamıyla dinlenmeye doyduk ... burası semavi bir yer ... ev anayol üzerin­
de, çok yeni ve temiz. Yataklar mükemmel, yiyecek bol ... şahane ev yemeği ... insan
burada süt kürü bile yapabilir. Hatta Fritz yapıyor. Sabah beş buçukta ve akşam beş­
te koca bir bardak süt içiyor ... Sabahları çam ve köknarların altında [Nietzsche'nin
gözleri için iyi gelen gölgeli yerlerden] ormanın derinlerine kadar yürüyoruz; yüce
dağların manzarasına karşı Walküre, Siegfried ve Götterdiimmerung'u (fanrıların
Alacakaranlığı) okuyoruz. "Alacakaranlığı" yaşamak için burası uygun bir yer. Öğlen
yemeğinden sonra biraz Plutarkhos karıştırıyoruz, sonra da yosun ya da çimlerin
üzerine uzanıp uyuyoruz. Beş buçukta yüzmeye gidiyoruz. Akşamları yedide daima
sıcak yemek çıkıyor. İşte Dresden şarkı kitabında dendiği gibi zaman iyi kullanıla­
rak ebediyete doğru akıp gidiyor. Daha demin Fritz'e alışılmadık bir ziyaretçi geldi.
Chur'dan bir gramer okulu öğretmeni Dr. Vetter, [Nietzsche'nin jürilik yaptığı, Yüzük
(Der Ring) üzerine yazdığı deneme yarışmasında] 300 taleri kazanan kişi olduğunu
açıkladı.46

Straussiade'nin (Straussçuluk) ilk basılı kopyaları 8 Ağustos'ta pos­


tayla Flims'e ulaştı. Yon Gersdorff hikayeyi Rohde'ye mektubunda an­
latır:

Üç buçukta yemyeşil Caumau Gölü'ne indik. Mermer bir kayanın üstüne


U.B.l.F.N.8./8.1 873* yazısını kazıdık. Sonra gölün ortasında yeşil suların içinden
yükselen başka bir kayaya kadar yüzdük. Oraya da U.B.F.N.C.G.H.R.8./8/1 873** ya­
zısını kazıdıktan sonra nefis Rheingold kayasının üzerinde biraz oyalandık. Karanlık

*
" Unzeitmiissige Betrachtung I (Zamana Aykırı Bakış 1), Friedrich Nietzsche, 8.8.1 873"
* * " Unzeitmiissige Betrachtung Friedrich Nietzsche, Cari Gersdorff, Heinrich Ro­
mundt, 8.8.1 873"
Zamana Aykırı Bakışlar 257

derinliklerinden bu kayayı çıkartan yeryüzüne güneş . . . gülümsüyordu. Yüzdükten


sonra ilk taşı ve üzerindeki yazıtı şarapla kutsadık ... Akşamleyin ilahi bir saflık ve
temizlik hissi vardı. Antistraussiade'yi (Straussçuluk karşıtı) böyle kutladık.47

Rosalie Nielsen Olayı

Rosalie Nielsen, tabiri caizse ilk sol Nietzschecidir herhalde. Niel­


sen olayı Tragedyanın Doğuşu'nın çıkışından kısa süre sonra başladı.
Eser karşısında vahşice bir coşkuya kapılan bu yaşlıca, çirkin dul ken­
dini Dionysos'un dişi cisimlenişi olarak hayal diyordu. Kitabın yazarına
uzaktan hayranlığını ifade etmek için onu mektup ve simgesel nitelikte
fotoğraf yağmuruna tuttu. 1 873 yazında onu ziyaret etmeye de başladı.
Nietzsche bu ziyaretleri alışılmış sessiz bir nezaketle karşılıyordu -bel­
ki de karşılamasa daha iyi ederdi. Anlaşıldığı kadarıyla kadın Leipzig'e
döndükten sonra Wagnerlerin yayımcısı Fritzsch'ten yayınevini satın
almaya kalkmıştı; Nietzsche'ye söylediği kadarıyla böylece onların ya­
zılarının iyi muamele görmesini garantiye alacaktı. Solcu sendikaların
grevlerinden mustarip olan ve mali güçlük çeken Fritzsch gerçekten de
yayınevini devretmeye ikna olabilecek haldeydi. Nielsen'in Mazzini ve
İtalyan Marksistleriyle bağlantıları varmış gibi göründüğünden, Nietz­
sche Ekim ayında eski sosyalist Wagner'i sahneden silmek üzere ona
yakın yayınevini satın almaya yönelik uluslararası bir komplodan kork­
maya başladı.48 Fritzsch gerçekten de sıkıntıda olmasına rağmen, anla­
şıldığı kadarıyla komplo sadece Nietzsche'nin ve bir ihtimal Nielsen'in
kafasındaydı sadece. Her halükarda kısa süre sonra bu olaya gülüp geç­
ti, ama Nietzsche'nin Bayreuth Girişimi'ne (hayali) tehditleri dahi cid­
diye alması için minnettarlığını ifade etmek üzere dokuz dizelik bir şiir
uyduran Wagner kadar içtenlikle gülmemiştir herhalde. Şiir [kısmen-e.]
şöyleydi (kafiye, sonuncusu hariç her dizenin sonundaydı):

Schwert, Stock und Pritzsche


kurz, was im Verlag von Fritzsche
schrei', larm' oder quietzsche
das schenk ich meinem Nietzsche, -
war's ihm zu was nützen!
NIETZSCHE

Kılıç, sopa ve budalanın asası


kısacası, ne varsa Fritzsch'in dükkanında
yırtınan, çınlayan, gıcırdayan
veriyorum Nietzsche'me -
Belki işine yarar diye!

Bu olay biraz komik olsa da, Nietzsche'nin daha o zamandan ciddi


bir sosyalizm ve örgütlü emek düşmanı olduğunu göstermektedir; üste­
lik sendika aktivizmiyle sorun yaşayan Basel'in asil ailelerinin evlerinde
de bu düşmanlığı güçlenmişti. O dönemden kalma notlarından birinde,
"birkaç sofuca dileği," olduğunu yazar: "Herkese oy hakkının kaldırıl­
ması, ölüm cezasının korunması ve grev hakkının kısıtlanması". 49 Düş­
manlığının temelinde "Yunan Devleti "nde açıkladığı görüş yatıyordu
elbette: Sanat çoğunluğun çalışmasıyla azınlığa boş vakit yaratılmasını
gerektirdiğinden, sanat ve sosyalizm birbirinin can düşmanıydı. (Wag­
ner bu temelsiz karşıtlığı kabul etmediğinden, sosyalizme karşı o kadar
paranoyakça bir tavrı yoktu ve Nielsen olayını hafife almıştı.)

Almanlara Çağrı

Nietzsche'nin Paskalya'daki ziyaretinde kötü durumda olan Bayre­


uth projesinin mali durumu yaz boyunca iyice kötüleşmişti. Bu yüzden
Ağustos'ta kaynak bulmak için yeni bir duyuru yapılmasına karar ve­
rildi. Wagner 3 1 Ekim'de Bayreuth'ta yapılacak birleşik Alman Wag­
ner cemiyetleri (yani Wagner'in mali destekçileri) toplantısında onaya
sunulması için Nietzsche'nin bir manifesto yazmasını istedi. Nietzsche
kabul etti ama yazmakta zorlandı, zira biraz da gözlerindeki sorun yü­
zünden hepsini Romundt'a dikte ettirmek zorunda kalmıştı. Taslak 25
Ekim'de Wagner'e gönderildi.
"Çağrı"nın en başında "Almanlar"a tüm dünyanın gözünün onların
üstünde olduğu söylenir. Herkes Almanların Bayreuth sanat eserine ye­
terli olup olmadıklarına bakmaktadır. Bu öyle bir sanat eseridir ki mev­
cut Alman tiyatrosunun "kepazelik" düzeyindeki bayağılığından kendini
ayırarak ilk kez " ulusal ruha bir mevki" verecektir. " Geleceğin sanat ese­
ri" yoluyla Alman ulusunun yeniden yaratılışına yardım etmek zorunda
Zamana Aykırı Bakışlar 25 9

hissetmiyor musunuz kendinizi, diye sorar Nietzsche okurlara. B u önemli


girişim yapılırken, siz kenara çekilip eliniz kolunuz bağlı, bakıp duracak
mısınız? Almanlar "düşünür halk " olarak ünlenmiştir. Yoksa düşünür­
lüğün sonuna mı geldiler -diye düşünmektedir bütün dünya. Wagner'in
projesine tekrar tekrar saldırılması gerçekten bu yüzden olabilir. " 1 872
Mayıs'ındaki Bayreuth Olayı" (temel atma töreni), müzik camiasının bir
araya gelişi değildi, diye devam eder Nietzsche. Bir ulusun bir araya gel­
mesi ve dünya çapında önem taşıyan dramatik sanatın arındırılmasıydı bu
olay. Wagnerci sanat eseri "ulusun dramasıdır", "özgün" , hakiki Alman
yaşam tarzının geri kazanılması için en önemli olanaktır. "Bencillikten
uzak ve fedakarlığa hazır" olanlar kendilerini bu projeye adayacaktır ve
işte o zaman Almanya dünya sahnesinde yeni bir şahsiyet kazanacaktır:

Alman ancak korkutuculuğu gösterildiği zaman şerefli ve çare getirici olarak görü­
necek, yine de en yüce ve soylu sanatsal ve kültürel güçleri sayesinde korku verdiğini
unutturacaktır.

Nietzsche sözlerini şöyle tamamlar: "Alman dehasının büyük sanat­


başarısını ... hakiki Alman sanatının ulvi sihir ve dehşeti sayesinde ger­
çekleşen bu saflaşma ve adanmayı ... tüm gücümüzle desteklemeliyiz";
aksi halde "siyasi ve milliyetçi tutkuların büyük bir güçle uyanan güdü­
lerini ... biz Almanların tam kendimizi yeniden keşfederken kendimizde
kaybettiğimiz şeyi tamamlasınlar diye haleflerimizi zorlamış olacağız" .so
On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllar boyunca Almanlar Das Volk
von Dicten und Denken yani "şiir ve düşünce halkı" olarak görülüyor­
lardı ve kendilerini de öyle görüyorlardı. Britanya İmparatorluğu'nun
ticari güdüleri ve askeri gücünün aksine Almanların sömürge edinmek
yerine şiir yazmayı tercih eden barışçıl, biraz hayalperest bir halk ol­
Juğu düşünülüyordu. Nietzsche'nin "düşünür halk" derken akla getir­
meye çalıştığı Almanlık duygusu budur. Almanya'nın askeri bakımdan
kuvvetli ve siyaseten birleşmiş olmasına karşı değilse de, halkın "şiir
ve düşünce"deki daha temel, "özgün" doğasına, Bismarck döneminin

açgözlü materyalizmi ve iktidar hırsı yüzünden yok olma tehdidi altın­


Jaki Alman "ruhu"na hitap eder. Nietzsche'nin "Çağrı"sında milliyetçi
tutkular terk edilmez, onun yerine yönlendirilir. Almanlar Avrupa'daki
iinde gelen askeri güç olarak korku salmak yerine, kültürel bakımdan
260 NIETZSCHE

öne çıkarak "parlamayı" 51 hedeflemelidir. "Kötü" Eris dönüştürülüp


"iyi" Eris olmalıdır ( "sert" güç değil "yumuşak" güç olmalıdır). 1 874
başından kalma şu notu da bu anlamda okumak gerek:

Daha önce estetik olan Almanların şimdi siyasi olduğunu söylemek çok yanlış­
tır. Almanlar Luther'de, kültür olarak bildiğimiz her şeyden daha yüce olan Alman
müziğinde idealini aramıştır. Güç elde ettiler diye bu arayış durmalı mıdır? Onları
öncekinden daha büyük bir kuwetle yönlendirecek olan (kötü doğasından dolayı) bu
gücün ta kendisidir. Daha yüksek kültürel hedefine varmak için bu gücü kullanmalıdır
... Modern devletin yüceltilmesi bütün kültürün yok olmasına yol açabilir.s2

***

Nietzsche " Çağrı"nın taslağını Rohde'ye okudu. Rohde de, "yürek­


ten yazılmış" olmasına rağmen, zaten inanmışlara değil inanmamışlara
hitap edeceğine, Bayreuth'a karşı olanları kazanmaya yönelik olduğuna
göre zorlayıcı retoriğinin ( "dünyanın gözü üzerinizde" vb. ) pek etki­
li olmayacağını söyledi.53 Wagner'in beğenmesine ve Cosiina'nın "çok
güzel" olduğunu düşünmesine, salt "zekilikten" ziyade " iman ve doğ­
rulukla"54 konuştuğunu ve tam da bunun gerektiğini söylemesine rağ­
men destekçiler komitesi Rohde'ye hak verdi. Manifesto "çok keskin"
bulunduğu için reddedildi ve onun yerine Dresden'den Profesör Stern'in
daha zararsız risalesi geçirildi. Nietzsche muhalefet karşısındaki bilinen
nezaketini sergileyerek Rohde'nin tepkisinin "Çağrı"ya verilecek "en
doğru tepki" olduğunu bir alınganlık göstermeksizin kabul etti.55

Zamana Aykın Bakışlar'ın İkincisi:


Tarihin Yaşam için Yaran ve Sakıncası "

Nietzsche reddedilmeye felsefi yaklaşmıştı, belki de aslında daha


önemli işleri olduğundan. Yıl boyunca hem kendisi hem Wagner için
büyük önem taşıyan bir konuyu düşünüyordu: Tarihsel bilgi iyi miydi
yoksa kötü müydü? Bu düşünceler Kasım ayına doğru, doruk noktasına
vararak ikinci bir Bakış yazma fikrine yol açtı. Nietzsche'ye göre "tarih"

" Vom Nutzen und Nachteil der Historie für das Leben, ( 1 8 74)-r.n.
Zamana Aykırı Bakışlar 261

her şeyden önce Yunan tarihiydi elbette. Bu yüzden "tarihin yararı ve sa­
kıncası" (bir ara defterlerine bunu muhtemel başlık olarak not etmişti)
üzerine Bakışlar'ın bu ikincisi yine büyük ölçüde kendi mesleğiyle yani
klasik filolojinin yararı ve sakıncası üzerine bir tefekkürdü. Eser Noel' de
tamamlandı ve yine Romundt ile Overbeck'in yoğun katipliğinin de yar­
dımıyla yine Fritzsch'ten 1 874 Şubat'ında yayımlandı.
İkinci Bakış, nihayetinde biraz gazetecilik tarzı içeren birincisine
nazaran daha farklı bir eserdir, tümden başka bir düzeydedir. Başlık­
ta belirtildiği gibi tarihin yararları ve zararları üzerinedir; burada "ta­
rih" sözcüğü "geçmiş" anlamına gelmez, "geçmişin tasarımları" ya da
tarihyazımı anlamındadır. Eserin genel savına göre, doğru türden bir
tarih "hayat" için esasken, yanlış türden tarih ise hayatı öldürür. Nietz­
sche burada "hayat" derken "sıhhat" gibi bir anlamı kasteder, yani
"gelişmek"ten bahsetmektedir: İyi bir tarih canlı bir varlığın, " bu canlı
varlık ister bir insan, ister bir halk ya da kültür olsun " ,56 gelişmesi için
zorunludur, kötü tarih ise onu engeller. Nietzsche gelişmeyi artıracak üç
tür tarihten bahseder.
***

Anıtsal Tarih. Geçmişin tasarımları, der Nietzsche, "ibret verici ve


örnek alınacak"57 şahısları, öz-"yüceltim" modellerini58 bize sunmak
üzere kullanıldığında "anıtsal" işlev görür -adeta bir "kaidenin" üzeri­
ne konmuş olur. Böyle "mitsel " şahıslar örnek alma isteği uyandırarak
"yüceliği" özendirirler. Bunlar "halk şenliklerindeki" -örneğin Yunan
tapınağında ya da ortaçağ katedralinde- kutlama nesneleridir. "Sana­
tın ve dinin ebedileştirici gücü" sayesinde, yani şahsiyetleri "sofuca bir
yanılsama " ve karizmatik bir otoriteyle donatma güçleri sayesinde,59
"ebedi ve istikrarlı niteliğe can verirler" .60 Nietzsche burada ahlak eği­
timinden bahsetmektedir. "Anıtsal" şahsiyetler -yani "rol modelleri"
ya da incelikli bir deyişle " yaşam-modelleri"- "mit imgelerinin" yeni­
den belirişidir. Tragedyanın Doğuşu'na göre bu imgelerin "genç ruhun
onların koruması altında büyüyeceği, yetişkin erkeğin yaşamını ve sa­
vaşımlarını onların işaretleriyle yorumlayacağı daemonik bekçiler ol­
maları gerekir".
Eskiyi Koruyucu Tarih. Geçmişe "antikacı" gözüyle bakan kişi -ve
tarihçi- "koruyan ve saygı duyan bir ruha" sahiptir,
262 NIETZSCHE

kendisinin var olduğu koşulları kendinden sonra gelenler için saklamak ister.
Geçmişi korumak isteyen bir şahsiyet geçmişin tamamına saygı duyar; hatta onun
ruhu geçmişin bütünselliğinden oluşur. s ı

Böyle bir şahsiyet -her şeyin daima aynı kalmasını isteyen biri- anıt­
sal tarihin aşırılıklarını sınırlama bakımından çok değerli olabilir. Rol
modelleri mevcut bağlamda anlamlı kalabilmek için daima belli bir
miktarda "şiirsel icada" , yeniden yaratılmaya ihtiyaç duyar ( Rönesans
döneminde İtalyanlar Yunan modellerden ilham almış fakat toga * ve
sandal * * giymeye kalkışmamışlardı) ama bunun kontrolden çıkması, geç­
mişle hiçbir hakiki bağ içermeyen "serbest şiirsel icatlar" olan figürlere
yol açması işten değildi. Bunun bir kültürün devamlılığına büyük zara­
rı olabilir, hatta bu, kültürün yıkılmasına da yol açabilir. Devrimlerin
tarihte hiçbir sahiciliği olmayan anıtsal figürlerin süslenmesi yoluyla
gerçekleşmesi tipik bir durumdur (örneğin Stalin, Hitler ya da Mao) .
Geçmişi korumak isteyen ruh, bunlar gibi sahte putlara tapınmaya karşı
cankurtaran vazifesi görür.62
Fakat geçmişi korumak isteyen ruhun kötü yanı geçmişteki her şeye
saygı göstermesinden kaynaklanır: Hatta "önemsiz, koşullarla sınırlı,
yozlaşmış ve zamanı geçmiş şeyler de kendi şereflerini ve ihlal edilemez­
liklerini kazanırlar . . . zira antikacı insanın ruhu onlara göçmüş ve oraya
yuvalanmıştır" . Dolayısıyla böyle bir ruh her türlü değişim ihtiyacına
karşı kördür. Ayrıca "yozlaşmış ve zamanı geçmiş" olanlardan kurtulma
ihtiyacının kabul görmemesi, ruhun "mumyalaşmasına" yol açarak hem
bireye hem de cemaate büyük zarar verebilir.63 "Eleştirici" tarihin önem
kazandığı nokta da burasıdır.
Eleştirici Tarih. Sadece anıtsal tarih yaratıcı olabilir, diye yazar Nietz­
sche. Yalnızca anıtsal tarih bir gelecek vizyonunu cisimleştirebilir, "gele­
ceğin mimarlarına " ilham verebilir.64 Öte yandan saf geçmişi korumak,
yaratıcılığı felce uğratır. Bu noktada "eleştirel" tarihin de "hayatın hiz­
metine koşulmasının" zorunluluğu ortaya çıkar. "İnsan" gelişmek için

* Uzunluğu 6 metreye yakın keten bir kuşağın vücuda dolanması sonucunda elde edi­
len, daha çok Romalıların dışarıya çıkarken giydikleri, nerdeyse Roma vatandaşlığı­
nın bir simgesi olmuş giysi-r.n.
* * Yaz mevsiminde giyilen, yalnızca tabanı bulunan ve ayağa kordon ya da kayışla
bağlanan açık ayakkabı-r.n.
Zamana Aykırı Bakışlar

"geçmişin belli bir kısmından kopma, bu kısmı feshetme kuvvetine sa­


hip olmalı ve zaman zaman da bu kuvvetini kullanmalıdır"; geçmişin
bazı yönlerini mahkum etmeye hazır olmaktır bu. Peki, ama eleştirel
ruh, geçmişin hangi yönlerini terk etmemiz gerektiğine nasıl karar verir?
" Hayat" temelinde karar verir, der Nietzsche. Eleştirel tarihçi, geleneğin
hangi yönlerinin toplumun sağlığına ve gelişimine engel olduğuna ve
terk edilmesi gerektiğine karar verir.65
Nietzsche'ye göre yukarıdaki üç tarihyazımı tipi de, doğru bir tarzda
etkileşim kurabilirlerse, "hayata hizmet ederler" . Anıtsal tarih kültürel
değişime esin verir; bu değişim de geçmişle sürekliliği sağlayarak kültü­
rün kimliğini korur. Geçmişi korumak isteyen ruh ise "anıtın" azgınca
kullanılmasını frenleyerek kültürel değişimin, gerçekte kimliği koru­
masına, "devrimden" ziyade reform biçimi almasına yardımcı olur.66
Eleştirel ruh bütün bu süreci mümkün kılar. Saf antikacılığın taşlaştırıcı
etkilerine karşı çıkarak, etkili anıtların dikilmesinin mümkün olabileceği
zemini yaratır.
***

Hayatın Hizmetinde Olmayan Tarih. Bakışlar'ın birincisinde yer


alan bir satırı tekrarlayan Nietzsche, "kültür"ü "bir halkın hayatındaki
tüm dışavurumlardaki sanatsal stilin birliği" olarak tanımlar:67 Görgü­
lü ya da görgüsüz ayırt etmeden bütün halkın hayatı, diye vurgular;
burada Wagner'in sosyalizminin değilse bile cemaatçiliğinin yankısını
görüyoruz.68
Nietzsche'nin burada "stil" lafının kullanması "kültürü" içerikten
ziyade biçim meselesine indirgiyor gibi görünerek şaşkınlık yaratabilir,
fakat aslında amacı bu değildir. "Stil " özün karşıtı değildir; daha ziyade
( " yaşam stili " derken olduğu gibi) onu kucaklar. Nietzsche'nin devam
ederek kültürü " halk arasındaki his birliği" olarak tanımlamasından da
bu durum açıkça anlaşılıyor.69
Tragedyanın Doğuşu'ndan bildiğimiz gibi, "his birliği" bir bütün
olarak cemaate "mitsel bir anayurt" veren tanrılara sahip olmakla ya­
ratılır. Bir başka deyişle "his birliği" ni, toplu olarak cemaat ethosunu
cisimleştiren "anıtsal" şahsiyetler panteonu ortaya çıkarır.
Wagner'in kültür eleştirisini ve kendisinin önceki eserlerini tekrarla­
yan Nietzsche, yukarıdaki standartlara göre modernliğin "kültür" sa­
yılamayacağını, salt yapay bir varlık olan devletin bir araya getirdiği
NIETZSCHE

atomlaşmış bireyler toplamı olduğunu söyler. " Bizim kültürümüz yok,


sadece medeniyetimiz var," diye yazar o dönemki defterlerine;70 kül­
tür yoktur, sadece tesisatçılık ve kolluk kuvvetleri vardır. Bunun sebebi
modernliğin, farklı yaşam tarzlarının "alacalı bir panayırı" , "kaotik bir
yığını" haline gelmesi,71 geçmiş ve yabancı kültür parçalarının salt bir
"ansiklopedisine" indirgenmesidir. 72 (Modernliğin "alacalılık eleştirisi"
dediğim şey buydu.) Tarihin bu kötüye kullanımının başlıca sebebi de
tarihin hayata-zararlı bir tarzda kullanılmasıdır.
Sağlıklı bir şekilde kullanılan tarih sanattır, diye vurgular Nietzsche.
İnsan geçmişe hepçil bir tarzda yaklaşmaz; odak noktalarını, cisimleştir­
dikleri değerler temelinde ve bu değerler açısından ne kadar öğretici ol­
duklarına bakarak seçer. (İngiliz tarihine "Whig" bakışı ya da o zamanki
durum itibariyle Alman tarihine "Hegelci" bakış, "sanatsal" tarihyazımı
biçimleri sayılabilir. ) Ayrıca sağlıklı bir tarih anlatımı, kahramanlarını
yukarıda tartışılan -motivasyon sağlamaları için kaçınılmaz olan- "so­
fuca yanılsamayla" çevrelemek zorunda olması bakımından "sanatsal
olmalıdır: "Tarih ancak sanat eserine dönüştürülmeye dayanabilirse
içgüdüleri belki koruyabilir, hatta canlandırabilir" ,73 Ôğretim Kurum­
larımızın Geleceği Üzerine'de açıklanan, tarihe ve filolojiye esin verici
didaktik yaklaşımın burada yeniden olumlandığına dikkat etmek gerek.
Fakat bu sağlıklı tarih pratiği, modernlikte tarihyazımının değer­
lerden bağımsız bir " bilim" olarak tasavvur edilmesi yüzünden yok
edilmiştir. İki açıdan yok edilmiştir. Birincisi, bilim olarak tarih ista­
tistiklere ve tarih yasalarına indirgenmiş tarihtir. Fakat bunlar insanı
en fazla " sürü hayvanı" olarak gösterebilir. Birey, özellikle de büyük
ve esin verici birey kitlenin içinde kaybolur gider.74 İkincisi, geçmişin
ayrımsız yeniden üretimi yüzünden bilimsel tarih bizim değerler kü­
memizin koca bir alternatif açık büfesinin içindeki bir kümeden ibaret
olduğunu gözler önüne serer. Yazılmamış Beş Kitap İçin Beş Ônsöz'de
Nietzsche'nin dediği gibi, bu durum "nihil admirari" ruhunu doğurur.
" Bizim" ethosumuzu bir yığın başka seçenekle yan yana koyarsak, ta­
rih (genel olarak "kültürel çalışmaları" da buna ekleyebiliriz) bu ethosu
"yapı bozuma uğratır" , üzerimizdeki kayıtsız şartsız otoritesini sarsar.
Roma İmparatorluğu'nda olduğu gibi, modernliğin " kozmopolit tanrı­
lar karnavalı" , modern insanı "gezinen seyirciye" çevirir ki bu insanın
ruh hali de kinik [bkz. Sözlükçe] "dermansızlıktan" ibarettir.75 Doğru
Zamana Aykırı Bakışlar

bir hayata dair doğuştan gelen tasavvurumuza duyduğumuz naif gü­


venden yoksun kalırız, "içgüdülerimize güvenimizi yitirir" ve kendimizi
adayarak eylemde bulunamaz hale geliriz. Postmodern nihilizm artık
gelmiştir.

Yeraltından Notlar

Nietzsche'nin 1 876 öncesi yayımlanmış eserleri üslup bakımından


kesinlikle Alman on dokuzuncu yüzyılı kalıpları içindedir. İster Tra­
gedyanın Doğuşu'nun şiirsel, dithyrambik üslubunu kullansın, ister
Straussiade'nin (Straussçuluk) polemikçi üslubunu kullansın, sözcükler
tumturaklı ve abartılı, cümleler uzun ve ağırdır. Nietzsche'nin kendisinin
1 8 86'da kabul ettiği gibi, Tragedyanın Doğuşu (modern anlayışa göre)

kötü yazılmış, hantal, eziyetli, aşırı imge delisi ve imgeleri karıştıran, duygusal,
zaman zaman efemineliğe varıncaya dek güzelleştirilmiş, temposu dengesiz, man­
tıksal arılığa isteksiz ... tatsızdır.76

Tragedyanın Doğuşu'nda ya da ilk dönem yayımlanan eserlerin


herhangi birinde (tumturaklılığa karşıt olarak) kıvraklık yoktur. Fakat
1 873 yazında başlamak kaydıyla, aleni yüzeyin altında, defterlerinin
mahremiyetinde yeni bir Nietzsche biçimlenmeye başlamıştır; kısa ve
oynak cümleler kullanan, kıvrak vecizeler yazan, duygular bakımından
Almandan ziyade Fransız olan bir Nietzsche. İlk aleni uçuşunu 1 878'e
kadar yapmayacak olmasına rağmen, aforizmacı Nietzsche, defterlerde
kanatlanmaya başlamıştı; ilk başta çoğunlukla başkalarının, yani Goet­
he, Luther, Lichtenberg'in aforizmalarını defterine kaydediyor ama di­
ğer yandan kendi özlü sözlerini de üretiyordu. Hatta bu sözlerden bazı­
ları çağdaşı olan Oscar Wilde'ı da belli belirsiz hatırlatıyordu. Şöyle bazı
örnekler verebiliriz: "Amaç mutluluk olsaydı, hayvanlar birinci gelirdi.
Hayvanlarda siniklik, unutmaktan doğar: Mutluluğa en çabuk giden yol
budur, gerçi çok değerli de değildir. "77 "Düşündüğünden daha zekice
konuşuyor. "78 " Luther: 'Tanrı'nın aklına ağır silahlar gelseydi dünyayı
yaratmazdı'." "Unutkanlık tüm yaratıklara aittir. "79 "Kültürün özeti
-aslında düşman olan pek çok kuvvetin tek bir melodiyi çalmasını sağla-
266 NIETZSCHE

yan sıcaklık ve hava. " 80 " Filozoflar bir polis [şehir-devlet] hayal etseydi,
Platon'un polis'i değil agragopolis (gezinen izleyiciler şehri) olurdu ke­
sinlikle. "81 Böyle devam edebiliriz.
Fakat 1 870'lerin başındaki defterleri okunmaya değer kılan şey sa­
dece kıvraklığın başlaması değildir. O dönem yayımlanmış eserlerde ya
kısaca ele alınmış ya da hiç ele alınmamış meseleler bu defterlerde bu­
lunabilir. Defterlerdeki tartışmaları başlıklara göre ayırarak kısaca sun­
maya çalışacağım.
İdealizme Karşı Gerçekçilik. Nietzsche'nin idealizmi bir hipotez de­
ğil olgu sayması Kant ve Schopenhauer'ın savlarını hala kabul ettiğini
gösterir. İnsan doğal şeylerden ve süreçlerden bahseder, ama hepsi özne­
nin tasarımında barınmaktadır. Beyin düşünmez: Biz (dünya-aşkın özne)
beyni düşünürüz. 82 Duyular da duyu organlarımızın işi değildir. Duyu
organları duyular temelinde yarattığımız varlıklardır.83 Tüm bunlar kar­
şısında, insan Kant'ın tüm idealist savlarını kabul etse bile dünyanın
tam anlamıyla göründüğü gibi olduğu gözleminde bulunabilir. Bir başka
deyişle, insan zihninin yarattığı dünya-hikayesi sevindirici bir rastlan­
tı neticesinde tam da "kendinde" gerçeklikle örtüşebilir. Fakat aslında
bu sevindirici bir rastlantı olmayacaktır, diye ekler Nietzsche. Çünkü
insan böyle bir "şüphecilikle" [bkz. Sözlükçe] yaşayamaz.84 Başka bir
dünyanın varlığına ve bu dünyadan çok farklı bir nitelik taşımasına ihti­
yaç duyarız. Hıristiyanlığın değilse bile Schopenhauer'ın öte dünyasında
" kurtuluşa" ihtiyacımız vardır.
Bilimin Sınırları. Nietzsche 1 873 başlarında Pforta eğitimindeki doğa
bilimleri eksikliğini kapatmaya başladı. Basel Üniversitesi kütüphane­
sinden çok sayıda fizik, kimya ve gökbilim kitabı aldı. ( Bunların en
önemlisi de Hırvat Cizvit Ruggero Boscovich'in ( Rudjer Josip Boskovi )
Philosophiae naturalis Theoria 'sıydı ( 1 758; Doğa Felsefesi Teorisi). Bu
kitapta geliştirilen atom teorisine göre atomik " noktalar" uzaydaki
uzamsız noktalardır ve nedensel güçler onlardan doğar -bunlar modern
bilimdeki "güç alanlarının" öncelidir. ) Fakat doğa bilimlerine bu ilginin
bilimsel materyalizm dünya görüşüne dönüşü temsil ettiği sanılmasın.
Durum tam tersiydi. 1 872-3 notlarına bilimin ve " bilimcinin" sınırlılık­
larıyla ilgili sözler hakimdir. Örneğin bilimcinin en dehşet verici varo­
luşsal problemlerle çevriliyken bir çiçek koparıp içindeki hücre bağlarını
sayan kişi olduğu söylenir. Fakat (Nietzsche'ye göre) Pascal'ın işaret etti-
Zamana Aykırı Bakışlar

ği üzere, bunu çok kaçamak yapar. " Niçin? " ve " Nereye? " gibi varoluş­
sal sorulardan kaçma güdüsüyle hareket eder -bu sorular onun tüylerini
ürpertmektedir ve verecek cevabı da yoktur.85
Fakat felsefenin bilime doğru yaklaşımı onu yıkmak değil "kontrol
etmek", felsefi önvarsayımlarına kulak vererek onu doğru bir bakış açı­
sına yerleştirmektir.86 Kant'ın yaptığı budur. Arı Usun Eleştirisi'nin giri­
şinde, "İmana yer açmak için bilgiyi sınırlandırmalıyım," diye yazarken,
"çok önemli" bir şeye, "kültürel ihtiyaca " cevap veren bir şeye atıfta
bulunmaktadır.87
Darwin'in evrim teorisi, sanat, din ve ahlakta korkunç sonuçlara yol
açsa da (Strauss'un yüzleşmeyi reddettiği sonuçlar), bu teorinin "doğru
olduğunu savunuyorum" diye yazar Nietzsche.88 Peki, bu kabul Kant'ın
idealizminin kabulüyle tutarsız değil mi? Hiç de değil: "İnsan jeolojik ve
Darwinci süreçlerden söz edebilir ... ama (dünya-yaratan) özneyi devre­
den çıkarmak kesinlikle imkansızdır. " 89 Bir başka deyişle, Darwincilik
doğrudur doğru olmasına, fakat sadece belli -insanca- bir bakış açısıy­
la. "Kendinde" gerçekliğin Darwinci (hatta uzamsal ya da zamansal)
olduğunu varsayma hakkımız yoktur, çünkü kendinde gerçeklik bilin­
meyen bir alandır.
Dahi. Farklı zamanlarda "dahi", "özgür ruhlu " , "yüksek tip", "ge­
leceğin filozofu" ve "üstinsan" olarak adlandırılan istisnai birey Nietz­
sche'nin felsefesinin her aşamasında olağanüstü ölçüde önemlidir. Daha
önce de belirtildiği gibi, temel yorum meselesi şudur: Nietzsche bu ola­
ğanüstü bireyin en nihayetinde bütün cemaat için var olduğunu mu dü­
şünüyor, yoksa tam tersine cemaatin olağanüstü birey için var olduğunu
mu? Nietzsche 1 873'teki notlarında "köleliğin zorunluluğu" temasını
ele alarak, "bütünün refahına" bireyin bağlı kılınmasının çoğunlukla
yanlış anlaşıldığını belirtir: Burada devlete ya da güçlü bireylere bağlılık
değil, en yüce bireye, "en üstteki örneğe"; "kuvvetliye" değil "en iyiye"
bağlı olmak söz konusudur. En yüksek tipler "ister ahlaksal bakımdan
en iyiler olsun, ister daha geniş başka bir anlamda faydalı olsun, yara­
tıcı insanlardır; bir başka deyişle insanlığın en saf tipleri ve insanlığı ge­
liştirenlerdir" .90 Faydaya yapılan bu vurgu, bir bütün olarak cemaatin
gerçekten de dahiye tanıdığı ayrıcalıklı var oluştan kendi refahına bir
nevi katkı çıkardığını ima eder (örneğin Bayreuth girişimi için muazzam
miktarda para çıkartılması böyledir).
268 NIETZSCHE

Ôğretim Kurumlarımızın Geleceği'ni tartışırken, cemaatin dahiden


nasıl faydalandığını görmüştük. Buradaki örnek dahiler Sophokles ile
Wagner'dir ve bu "manevi liderlerin" yaptığı şey cemaati cemaat ya­
pan temel ethosu büyük sanat eseri yoluyla dile getirmektir. Bu düşünce,
dahinin eserinde "ulusun etik güçlerinin kendini gösterdiği" şeklindeki
notlardaki ifadede de tekrarlanmaktadır.91
Fakat notlarda dahinin başka bir tarzda daha meşrulaştırıldığını belli
belirsiz hissediyoruz. Nietzsche dünyanın "son hedefinin", nihai amacının
dramatik şiir olduğunu söyleyen Goethe'den alıntı yapar.92 Bunun altında
yatan fikir başka notlarda görülür. "Büyük dahide ... istenç, kurtuluşuna
ulaşır."93 Notlarda zaman zaman belirttiği gibi, gerçekten böyledir, çünkü
dünyanın amacı, yani "ilkel birliğin" dünyayı yaratmaktaki amacı ken­
di estetik algısıdır ve bu da ancak ve ancak sanatsal dehanın görüsüyle
mümkün olabilir.94 Nietzsche'nin bu fikri ne kadar ciddiye aldığı ve Tra­
gedyanın Doğuşu'ndaki Schopenhauer'cı metafizikle denemeler yapmak­
la ne kadar yetindiği açık değildir. Fakat statüsü ne olursa olsun, dehanın
bu şekilde gerekçelendirilmesi -cemaatin işini (ilkel birliğe hizmet eden)
dahiye hizmet etmek yapan gerekçelendirme- tamamen Schopenhauer
metafiziğine bağımlıdır. Benim iddiama göre (daha önce vaat ettiğim iddia
budur) Nietzsche bu metafiziği terk ettikten sonra, cemaatin çıkarlarının
istisnai bireyin çıkarlarından önce geldiği konusunda kafası nettir.
Milliyetçiliğe Karşı Kozmopolitizm. Nietzsche'nin gençliğinin büyük
bir kısmında gururlu ve tutkulu bir Prusyalı, ateşli bir milliyetçi olduğu­
nu biliyoruz. Fakat olgunluk dönemi eserlerinde milliyetçilik karşıtlığıy­
la, Alman değil "iyi bir Avrupalı" olmakla övündüğünü göreceğiz. Bana
kalırsa milliyetçilikten kozmopolitizme geçiş anını 1 873 'teki notlarında
tespit etmemiz mümkündür.
1 872'nin sonundan 1 873'ün başına kadarki dönemi kapsayan def­
terlerde Nietzsche sürekli Almanların Fransız kültürel pratiklerine ba­
ğımlılığından şikayet eder.95 1 873 baharından yazına kadar olan notlar­
da Nietzsche'nin hala "her şeyi kötü taklit eden, soyut Avrupalı" insana
küçümseyerek baktığını görüyoruz.96 Yine de aynı yılın son baharında
şunları yazdığına şahit oluruz:

Esasen kozmopolitizmin yayılması gerek. Ulus devletin keyfi sınırları giderek gi­
zemini kaybediyor ve çok daha korkunç, çok daha kötü görünüyor. Antagonizmalar
aşılamayacak şekilde keskinleşiyor. Heyecan ölüm getiriyor.97
Zamana Aykırı Bakışlar

Bu düşüncelerin altını fazla da kalın çizmemek gerekir -Nietzsche'nin


notları daima doktrinlerin dillendirilmesinden ziyade düşünme deneme­
leridir. Yine de bu not Nietzsche'nin kozmopolitizm lehine bir şeyler
söylenebileceğini, yani savaşı aşmaya yarayabileceğini gördüğü ilk yer
olması bakımından önemlidir.
Neden Felsefe? Nietzsche "Platon-Öncesi" filozoflar üzerine düşü­
nürken, hiçbirinin kitlesel olarak takip edilmediğini gözlemler. Peki, o
zaman nihai iyilik, yani cemaatin kültürel sağlığı bakımından felsefenin
faydası nedir? Felsefe çok farklı şeyler yapabilir: Thales ve Demokritos'ta
olduğu gibi bilimsel "hakikat" hissini kuvvetlendirerek "mitsel olanı
boyunduruğa alabilir", ya da tam tersine Herakleitos gibi yapabilir.
Sokrates'te olduğu gibi her türlü dogmacılığı yerle bir edebilir.98 O yüz­
den, sağduyulu filozof "kültürün hekimi" olma ihtiyacı duyar: Zama­
nının kültürel ihtiyaçlarını teşhis etmeli ve reçetesini yazmalıdır. Bizim
için filozofun görevi "dünyevilikle" (materyalizmle) savaşarak " bilgi
güdüsünün barbarlaştırıcı etkisini sınırlamaktır" , diye devam eder. Gü­
nümüzün kültürel hekimi "kültürün ancak bir sanatın ya da sanat eseri­
nin merkezileştirici öneminden çıkabileceği" bilgisiyle hareket etmelidir.
Temel görevi böyle bir sanat eserine -bir başka deyişle Bayreuth'a- yolu
açmaktır.99
Peki, böyle bir sanat eseri ve kültür günün birinde geri dönerse, o
zaman filozofun görevi ne olacaktır?

Geleceğin filozofu mu? Sanatsal bir kültürün yüksek mahkemesi, hizayı bozanla­
rın hepsine karşı bir güvenlik gücü gibi olmalıdır. 1 00

Sağlıklı bir kültürde, kültürel "hekime" artık ihtiyaç duyulmayan bir


kültürde filozofun görevi mümkün olduğunca uzun süre sağlığı koruyan
kültürel bekçi olmaktır (Nietzsche'nin kariyerinin sonundaki Deccal'da
bu tema yeniden ortaya çıkacaktır).
Dinin Geleceği. "Din konusunda bir tükenme görünüyor -insan
nihayet eski önemli simgelerden yorulmuştur ... yeni bir şeyin" -yeni
bir dinin- " bulunma vakti gelmiştir. " 1 01 Bunu zaten biliyoruz. Çünkü
Tragedyanın Doğuşu ' nda vurgulandığı gibi, Yunanlarınki gibi büyük ve
sanatsal bir kültür aynı zamanda dini bir kültürdür; " sanatsal kültürün"
geri dönüşü a fortiori [daha ziyade] dini kültürün dönüşüdür. Fakat bu
NIETZSCHE

yeni din nasıl bir şey olacak? Schopenhauer'a baktığımızda "dinin ne


derinlikte olması gerektiğini" görüyoruz. Çünkü öyle bir din olmalı ki

(1 ) hem ölümsüzlük teması hem de ölüm korkusu yok olmalı [Schopenhauer'cı


dünya görüşü uyarınca, kişinin ölümsüzlüğünü varsaymaksızın ölüm korkusu aşılma·
lıdır] (2) beden ile ruh ayrımı kalkmalı (3) varoluş çilesinin hafifletici türden düzeltici
önlemlerle aşılamayacağı içgörüsünü barındırmalıdır [Sokratesçiliği aşmalıdır] (4) bir
Tanrı'yla ilişkinin geçip gittiği görülmelidir (5) şefkat [buyurmalıdır] (kişinin kendisine
değil yaşayan ve acı çeken her şeyin birliğine şefkat).

Nietzsche de buna "din artık mümkün olmadığında "kültüre karşı­


imgenin" ortaya çıktığını ekler. 1 02 Bu tamamlayıcı ifade çok önemlidir,
çünkü daha sonra belirteceğim gibi, Nietzsche'nin bütün hayatı ve felse­
fesi her şeyden önce "kültürü" yeniden kuracak yeni bir dini bakış açısı
bulma çabasıdır.
1 1 . Bölüm

Aimez-vous Brahms? *

ietzsche 1 873-4 Noel'ini ve Yeni Yıl'ını Naumburg'da geçirdi.


N "Yine aynı terane" yüzünden hasta olmasına rağmen, Noel he­
diyelerini alınca öyle heyecanlanmıştı ki von Gersdorff'a mektubunda
çocukça bir neşeyle hepsini tek tek saydı: Başka şeylerin yanı sıra büyük
fotoğraflar için yaldızlı bir fotoğraf albümü, Elizabeth'ten çiçekli de­
senler kazınmış ahşap bir mektup kabı, Altenburg Prensesi Therese'den
( babasının eski öğrencisi) Rus malı deri eşyalar ve kocaman bir Raffa­
ello baskısı. 1 Naumburg'dayken Zamana Aykırı Bakışlar'ın ikincisinin
nasıl gittiğine bakmak ve Ritschl'i ziyaret etmek için Leipzig'e kısa bir
ziyarette bulundu. Ritschl onun " kafasını ütülemiş," Wagner'in şiirleri­
nin kötülüğünden girip, Overbeck'in kitabından ve Nietzsche'nin sözde
Fransız yanlısı duruşundan2 (muhtemelen Wilhelm Almanya'sını eleştir­
diği için böyle sanıyordu) çıkmıştı.
Ocak başında Basel'e döndü ve Nisan başına kadar olağan bağırsak
sorunları ve mide bulantısı sorunları devam etti. Gözleri de her zamanki
gibi kötü durumdaydı. Neyse ki hem yetenekli hem sempatik bulduğu
liseli öğrencisi Adolf Baumgartner3 ona asistanlık etmeyi önerdi. Rah­
metli olmuş bir Alsaslı sanayicinin oğlu olan Adolf Nietzsche'yi annesi
Marie'yle tanıştırdı; ileride göreceğimiz gibi ikisi arasında sıcak bir dost­
luk kurulacaktır.

Bunalım, Evlilik ve Okuldan Ayrılış

1 874'ün ilk yarısının büyük bir kısmında Nietzsche yine bunalım­


daydı. Nisan başında fiziksel sağlığının artık "mükemmel" olmasına


Brahms'ı Sever misiniz? François Sagan'ın 1 959 tarihli romanının ve 1 961 yılında
bu romandan çekilen filmin adı-r.n.
NIETZSCHE

rağmen hayattan hiç "tatmin" duymadığını yazar.4 Sonraki ay "tüm


... neşesinin altında yatan derin bir melankoliyi fark ettiğini" belirtir.5
(Neşe, en azından hayatının dışsal niteliği olarak kalmıştı, Basel'deki
sosyal takvimiyse her zamanki gibi doluydu. )
Mektuplarına hakim olan "kara mizah"6 Nietzsche'nin bunalımının
haberini Bayreuth'a kadar ulaştırdı. Dostları endişelenerek onun duru­
munu kendi aralarında tartışmaya başladılar. Cosima da Malwida von
Meysenbug'a gönderdiği bir mektupta, onun Hölderlin'in peşi sıra gidip
delireceğinden korktuğunu yazıyordu. "İçinde Hölderlin'in doğasından
bir unsur taşıdığını" Nietzsche'nin yüzüne söyleyen von Gersdorff yü­
zünden gelmişti bu düşünce aklına.7
Nietzsche'nin ruhsal durum konusunda ne yapılabileceği konusunda­
ki düşünceler, Wagner'in mutabık kalınan teşhise kendisinin kaba saba
cilasını da eklemesiyle 14 Nisan'da yazdığı mektuptaki düzeye ulaştı
sonunda:

Başka şeylerin yanı sıra, Basel akşamlarında yaşadığın erkekçe hayatı [Over­
beck ve Romundt'la birlikte] ben hiç tatmamışımdır ... anlaşılan siz delikanlılar kadın
sıkıntısı çekiyorsunuz: yani diyorum ki ... niye çalmayasınız da alasınız? Acil durum­
larda insan çalabilir. Demek istiyorum ki ya evlenmeli ya bir opera bestelemelisi­
niz ... Aman Tanrım, zengin bir kadınla evlenin! Neden sadece von Gersdorff doğru
düzgün bir erkek olsun ki! ... Siz operanızı yazın, ama sahnelenmesi çok bela bir iş
olacak. -Nasıl bir şeytan sizi sadece pedagog yaptı! ... Artık her gün hamamdayım,
çünkü göbeğimi taşıyamıyorum. Siz de öyle yapın! Ayrıca et yiyin! [Nietzsche ve von
Gersdorff vejetaryen olmayı akıllarından geçiriyorlardı.]B

Bu mektuptan sonra von Gersdorff (önceki yıldan beri mektupla­


rı, çoğunlukla vefasız "oğuldan" ziyade Wagnerlerden yana oluyordu),
Wagnerlerle tartıştığı evlilik öğüdünü içtenlikle desteklediğini yazdı.
"Etrafta birçok kadın var," diyor, ayrıca cömertçe, "doğrusunu bul­
mak da sizin işiniz," diye ekliyordu.9 Nietzsche pek eğleniyordu. Von
Gersdorff'a yazdığı kadarıyla, "Bayreuthlularla bir çöpçatan-komisyo­
nunda bir araya gelip" medeni hali hakkında ne yapacaklarını konuşma­
ları fikrini "sahiden kutsal" bulsa da, böyle "vaat edilmiş topraklara"
doğru bir " sefere" çıkacak durumda hissetmiyordu kendini. Ayrıca von
Gersdorff'un kendisi de bu yönde daha fazla adım atmış değildi zaten.10
Aimez-vous Brahms? 27 3

Wagner'in mektubu kaba olmakla birlikte Nietzsche'nin neden on­


dan uzaklaşmak istediğini de tam olarak gösterir. Wagner'in, kendisinin­
kinden başka hiçbir kişiliği tanımayan, Nietzsche'nin tabiriyle "tiran"
mizacından uzak kalmalıydı. Wagner'in kendisinde cinsel istek uyandı­
ran fiziksel güzellik varsa ( Tristan und lso lde'deki " Liebestod" herhalde
müzik tarihinde cinsel orgazmın en açık çağrışımını içerir), Nietzsche'de
de olmalıdır. Fakat tüm samimi ilişkileri erkeklerle olduğundan hiçbir
çıkış noktası yoktur ve Wagner'in açıkça ima ettiği gibi, cinsel dürtüle­
rinin sapıkça kanallara kaymasına açıktır. Ama gerçekte cinsellik tama­
men konu dışıdır. Wagner'in verdiği tek aklı başında öğüt öğretmenlik
yükünden kurtulmak için zengin bir eş edinmesidir. Çünkü meselenin
kökü buraya dayanmaktadır aslında.
Nietzsche 1 874 Mayıs'ının başında von Gersdorff'a gönderdiği mek­
tupta, "çok iyi durumda olduğunu " ve "her türlü bunalım ya da me­
lankolinin uzaklara ve derinlere" gittiğini yazar. Ayrıca Zamana Aykırı
Bakışlar'ın üçüncüsünün de çok iyi gittiğini ekler. 1 1 Burada anlattıkla­
rı doğru mudur bilinmez, ama tesadüf anlamlıdır. Çünkü Nietzsche'yi
çökerten, üniversite ve gramer okulu öğretmenliği hayatının ayrılmaz
parçası olan birçok farklı iş yapmaktı, "gerçek" işini yapmasını engelle­
yen bir sürü iş yüzünden dikkati dağılmıştı. Bunalımının sebebi bir yan­
dan kendi eğitim eleştirisine göre hakiki eğitim görevini satılığa çıkaran
akademik dünyaya ait olmak istemesi, diğer yandan patlayacak felsefi
kitapların her anlamda özgür yazarı olmak istemesiydi. Bu istek giderek
asıl varlığını tanımlar hale gelecekti. Bir başka deyişle, bunalımının kay­
nağı hakikaten kendisi olamamak, kendi içinden gelen "kendisi olma"
talebini karşılayamamaktır.
Nietzsche üçüncü Bakış 'ın tamamlandığını Ekim'de Malwida von
Meysenbug'a yazdığında, "kişinin işinde adım adım ilerleme kaydet­
mesinin muazzam bir sevinç verdiğini" belirtir -"şimdi ben de on üç
Bakış' ın [o sırada planladığı sayı buydu] üç tanesini tamamlamış bu­
lunuyorum" .12 Tekrarlamak gerekirse, Protestan anayurdunun çalışma
ahlakı Nietzsche'nin içine işlemişti. Mutluluk, "mavi gökteki" mutlu­
luk (anlamlı, hayatın tanımı olan mutluluk) çalışmaktır, der Zerdüşt'te.
Daha doğrusu bir üründür, tek kesin çalışma kanıtıdır. Defterlerine de,
"üretkenlik olmadan hayat değersiz ve katlanılmazdır," diye yazmış­
tır.13 Haziran başında Rohde'ye gönderdiği mektupta şu sözler vardır:
2 74 NIETZSCHE

"Makul ölçüde üretken bir havadayım, bu yüzden de neşeliyim, kız kar­


deşim burada, kısacası mutluluğu bildiğim kadarıyla mutlu birine ben­
ziyorum. " 14
Ama gerçekte profesör olarak kaldığı müddetçe Nietzsche'nin azimli,
Protestan vicdanını tatmin edecek üretimin gerçekleşmesi olanaksızdı:

Üretken bir varlık olarak temelde ne kadar melankolik ve moralsiz olduğumu tah­
min edersin! [diye yazar von Gersdorff'a Nisan'da] Tek istediğim şey biraz özgürlük,
yaşamak ve kendimi savunmak için biraz gerçek hava. Beni hapseden birçok, sa­
yılamayacak kadar çok özgürlük-yokluğu beni öfkelendiriyor. İnsan özgürlük-yoklu­
ğundan, mahpusluğun çilesinden ve ağırlığından bu kadar az kurtulabilirken gerçek
üretimde bulunmak söz konusu olamaz.15

Nietzsche sadece bariz hakikati ortaya koyuyordu: Altısı üniversitede


yedisi Piidagogium'da olmak üzere on üç saat ders vermenin16 (onun
gibi yarı kör bir akademisyen için bile hakikaten korkunç bir yüktü)
yanı sıra, 1 8 74 başından beri dekanlığın gerektirdiği bütün idari görev­
leri de yapıyordu. "Şimdi sırtımda yeni bir mevki var -bu kadarı yeter,"
diye yazıyordu von Gersdorff'a bıkkınlıkla.
Nietzsche'nin bunalımının tekrar eden belirtilerinden biri de defalar­
ca ifade ettiği "okuldan ayrılma" arzusudur. Bu arzusu daima mesleği ile
isteği arasındaki çatışmayı isteği lehine çözme ihtiyacı çevresinde şekille­
nir. 1 874 Şubat'ının başında annesine şöyle yazar: "Küçük bir çiftliğim
olmasını çok istiyorum, o zaman profesörlük cübbemi çiviye asabilirim.
Beş yıldır profesörlük yapıyorum, bence bu kadarı yeter. " 1 7 Sonraki ay,
"kız kardeşim ziyarete geldi, çalışmayla dolu idilik * ve basit bir hayat
için günbegün çok güzel planlar yapıyoruz," diye yazar. ı s Wagner'e
gönderdiği bir mektupta da, "günün birinde üniversitenin bu kendine
has akademisyenlik havasına daha fazla dayanamazsa" Üstadın üzülme­
yeceğini umduğunu belirtip şöyle der: "Her yaz en mütevazı koşullarda
'bağımsız olmayı' düşünüyorum (mütevazı koşullarda yaşayabileceğimi
söylemekten gurur duyarım)" .19
Annesine bir çiftlikten bahsetse de, Mayıs'ta çekilmeyi düşündüğü
yer daha kentsel bir yerdedir.

* Kır yaşamına özgü-r.n.


Aimez-vous Brahms? 27 5

Şahsi kalem ve zaviyem olarak Rothenburg-ob-der-Tauber'i seçtim . . . Orada en


azından her şey geleneksel olarak Alman [altdeutsch]. Tamlığını yitirmiş karakter­
siz, [modern] şehirlerin karışıklığından [yani "alacalı'1 nefret ediyorum. Oysa burada
düşüncelerimi toplayabileceğimi umuyorum, ilerideki yıllar için planlar yapıp gerçek­
leştirebilirim de.20

(Bu pasaj Nietzsche'nin tam zamanlı yazarlık arzusunu açığa vur­


makla kalmaz. Franconia'da Nürnberg yakınındaki küçük bir ortaçağ
kasabası olan Rothenburg, görsel bakımdan modernliğin dokunmadığı
bir yerdi -hala da öyledir. Nietzsche'nin tamamen antik surlarla çevrili
Naumburg'u gibi bu kasaba da, Wagner'in Die Meistersinger'inde kül­
türel birlik, süreklilik ve emniyet mekanı olarak övülen Nürnberg'e çok
benzer. Nietzsche notlarında, "Wagner'in neşesi [Die Meistersinger'de],
en büyük tehlikelerden ve aşırılıklardan anayurdun sınırlılığına geri dönen
birinin emniyet hissidir, " der.21 Bunu söylerken aslında hem kendisinin
hem de Wagner'in geçmişteki cemaate duyduğu özlemi ifade etmektedir:
Heidegger'in deyimiyle sınır, bir şeyin bittiği ama bir şeyin de başladığı bir
yer olduğundan, "surlarla çevrilmeye" ihtiyaç duyan bir cemaattir bu.)

Wagner Bilançosu

Demek ki Nietzsche'nin yaratıcı dehası giderek Basel'deki hayata


yabancılaşıyordu. Özellikle de en az yüzde yüz Prusyalı vicdanıyla gö­
revlerini yerine getirme yeteneğinin ancak ağırlaştırdığı üniversite haya­
tının yüküne yabancılaşmıştı. Ona babası gibi kol kanat geren, ilk başta
üniversiteye atılmasını sağlayan ve iyi günde kötü günde yanında olan
Vischer-Bilfinger'ın 1 784 Temmuz'unda ölümüyle Nietzsche'nin üniver­
siteden soğuma hissi daha da arttı:

Bizim yaşlı Vischer can çekişiyor [diye yazdı Rohde'ye]. Hiç şüphe yok ki Basel­
liler içinde bana en büyük ve en derin güven duyan kişiydi ... Çok şey kaybettim ve
üniversiteye artık eskisinden daha da yabancılaşmış olacağım. 22

Fakat 1 874 başlarından itibaren defterlerinde çok daha travmatik


olabilecek başka bir yabancılaşma göze çarpıyordu: Wagner'e yabancı-
NIETZSCHE

laşma, ya da en azından bu devasa kişiliğin bazı yönlerine yabancılaş­


ma; bu, eninde sonunda Zamana Aykırı Bakışlar'ın dördüncüsü olan
Richard Wagner Bayreuth'ta'nın ( Richard Wagner in Bayreuth, 1 876)
doğuşunu getirecekti.23
1 873'te Nietzsche'nin defterlerinde Wagner eleştirisinin izine bile rast­
lanmadığını önceki bölümde vurgulamıştım. "Üstat" üzerine mahrem
düşünceleri de aleni ifadeleri kadar saygılıydı. Bu yüzden 1 874 başından
itibaren bambaşka ifadelere düzenli olarak rastlamamız şaşırtıcıdır: "bü­
yük bestecilerimizden hiçbiri yirmi sekiz yaşındaki Wagner kadar kötü
besteci değildi ",24 "Bach'tan ya da Beethoven'dan saf bir doğa yansır.
Wagner'in vecitleri çoğunlukla şiddetlidir ve yeterince naif değildir" .25
Böyle ifadelerde asıl irkiltici yön, ezici eleştirellik değildir; o kadar ezici
oldukları söylenemezse de, salt eleştirel olmalarıdır. Demek ki Wagner
artık "Üstat" değildi, yan-dini bir saygı nesnesi olmaktan çıkmış, salt bir
ölümlü olmuştu ve ölümlülüğün pek çok kırılganlığını da taşıyordu. Kı­
sacası, tanrılar katından insanca, hatta pek insanca bir kata indirilmişti.
Şubat'ta Rohde'ye yazılan bir mektupta, Nietzsche'yi Wagner'i eleş­
tirel değerlendirme nesnesine çevirmesine neyin yol açtığı açıklanır.
Nietzsche "mucize" söylentileriyle (ayın sonunda Bavyera Kralı Ludwig
1 00.000 taler bağışlayacaktır, aksi takdirde Bayreuth projesi tümden çö­
kecekti) ilgili olarak şöyle der:

Doğru olmasını umalım. Yeni yılın başından beri [Bayreuth'un] iç karartıcı bir
hali vardı; en sonunda kendimi en tuhaf şekilde kurtardım: Mümkün olan en büyük
gözlemci serinkanlılığıyla projenin çökebilecek olmasının sebeplerini araştırmaya
başladım. Bu süreçte çok şey öğrendim ve Wagner'i de öncekinden çok daha fazla
anladığımı sanıyorum. "Mucize" söylentisi doğruysa benim analizimin sonuçları hiç­
bir şeye zarar vermez. Bir parti verip kutlayalım bu haberi.26

Nietzsche'nin burada yaptığı şey, kendisinin de dediği gibi, son dere­


ce "tuhaftır" . O ana kadar hayatının anlamı olan Bayreuth projesinin
çöküşünden korkarak, muhtemel başarısızlığının sebeplerini analiz et­
meye karar verir -fakat aynı zamanda da projenin başarısız olmamasını
ummaktadır. Adeta fanatik bir futbol taraftarı büyük maçın arifesinde
takımına güvenini kaybetmiş ve yenilgisinin sebeplerini açıklamaya gi­
rişmişti, fakat yine de maçtan umudunu kesmemiştir.
Aimez-vous Brahms? 277

Nietzsche'nin Wagner fenomenini ele alışında gerçekten de yargıla­


yıcı bir serinkanlılık olmasına rağmen, Strauss "suikastiyle" arasında
hiç benzerlik yoktur -keza daha sonraki Wagner suikastleriyle de bir
benzerliği bulunmaz. Bir kere bu, suikast girişimi değildir, çünkü Bayre­
uth projesinin sıkıntılarından çoğu Wagner'e değil, birlikte ve içinde ça­
lışmaya zorlandığı dinleyicilere ve kültüre atfedilir; ikincisi, Wagner'in
zaaflarını sayarken, kuvvetli yönlerinin de hakkını verir. Tartışmanın
genel karakteri bir işletmenin bilanço tablosunu andırır. Nietzsche so­
nuçta onun zaaflarının hemen hemen kuvvetli yönlerine eşit olduğunu
söyler.
Bana göre eleştiriler dört ana noktada birleşmiştir. Bunlardan birin­
cisi Wagner'in doğasının kökünde aktörlük yattığıdır.27 Sanki içsel bir
zorunluluktan kaynaklanıyormuş gibi, dinleyicilerin kulak misafiri ol­
masına müsaade etmek yerine Wagner, her an dinleyici karşısında uya­
nık durur, sürekli olarak azami "etkiyi" üretmenin hesaplarını yapar.
Yani onun müziği, dinleyicileri "duyusal vecdin sarhoşluğuna" atmayı
amaçlayan bir nevi "duygulanım-tablosudur"; amacıysa kışkırtmaktır
-ne pahasına olursa olsun.28 (Yoksa Tristan'daki bariz cinsellik ve ken­
disinde de bir şeyler uyanması yüzünden iffetli papazın oğlu sarsıldı mı,
diye merak ediyor insan. )
İkinci eleştiriye göre Wagner bir "aktör" olmakla kalmaz, özellikle
"tiranlık" yapısına sahip bir aktördür. Eserlerinin her bakımdan "mu­
azzam"29 olmasının sebebi budur -Parsifal beş buçuk saat sürer, Yüzük
(Der Ring) dörtlemesi on yedi saat sürer (araları saymazsak), ayrıca yeni
opera binasının ihtiyaçları Wagner'in daha önce hiçbir bestecinin hayal
bile etmediği ölçekteki orkestra ve sahne kaynakları talebine göre belir­
lenmiştir. Wagner sadece duygulandırmayı değil aynı zamanda alt etme­
yi, sırf eserlerinin boyutlarıyla "korkutmayı" amaçlar.30 Nietzsche'nin
sonraki terminolojisiyle, cisimleşmiş "güç istencidir" . Wagner'in tiranlı­
ğı (siyasi iktidara sahip olmadığı için şükretmeliyiz, diye düşünür Nietz­
sche)31 hem başka bestecilere cevabını hem de toplumsal düşüncesini
etkilemektedir:

[İçindeki] tiranlık kendisinin ve yakınlarının [yani kopyalarının] bireyselliğinden


başka bireyselliğin muteberliğini tanımaz. Brahms'ın ya da Yahudilerin muteberliğini
tanımazsa Wagner için tehlike büyüktür.32
NIETZSCHE

Ya da Nietzsche'nin muteberliğini tanımazsa -"mesafe" ihtiyacı da


buradan doğar. İki sebeple önemli bir nottur bu. Birincisi, burada deği­
nilen Brahms'ın, kısa süre sonra Wagner ile "oğul" arasında acı verici bir
karşılaşmanın konusu olacağını göreceğiz; ikincisi, Yahudilerden bahse­
dilmektedir. Bu not Nietzsche'nin önceki mektuplaşmalarında karşımıza
çıkan nahoş fakat aldırışsız Yahudi karşıtlığının yerine bariz bir Yahudi
karşıtı ifadenin geçtiği ilk yerdir. Bir başka deyişle, Nietzsche'nin Alman
Yahudi karşıtlığını sorgulamaya başlamasının altında Wagner fenome­
nini sorgulaması bulunduğunu gösteriyor.
Wagner'den nefret eden Viyanalı müzik eleştirmeni Eduard Hans­
lick'in desteklediği Johannes Brahms on dokuzuncu yüzyıl sonunda
" klasisizmin'', yani Bayreuth'un romantik "aşırılığına " karşı klasik
"itidalin" bayrağını taşıyordu. Bu da bizi Nietzsche'nin eleştirilerinden
üçüncüsüne, onu kendi özündeki müzikal muhafazakarlığa döndüren
eleştiriye getiriyor: Wagner sıklıkla "ölçü" ve "sınır" tanımaz hale gelir
ama öte yandan Yüzük (Der Ring) ve Meistersinger'in kimi kesimlerin­
de bunları geri kazandığı da belirtilmelidir.33 Yani Wagner'in müziğinde
insan boşuna ölçü çizgileri ve ritmik düzen arar. Bu "ölçü" yokluğu,
diye devam eder Nietzsche, denizin avare " sonsuzluğunu " akla getirir34
(Wagner'in bilinçli olarak bu etkiyi yaratmak istediğini biliyoruz). Dü­
şünür Wagner'in kendi yankısını bulamadığı tek çağ, klasik canlanma,
yani Rönesans çağıdır.35 Bu klasik duyarlılık eksikliği otantik, dürüst,
haşin Alman " kabalığı" olarak tarif edilebilir ama o zaman Alman
müzikal geleneğini yanlış anlarız. Çünkü Alman müziği kesinlikle salt
" köylü geğirtisi" değildir -İtalya'dan ithal ettiği incelik onu korumuş­
tur.36 Yine de "zariflik ve narinlik" (Mozart) ile "diyalektik kesinlik"
( Bach) kazanmış hiçbir şeyi Wagner'de göremeyiz.37
Tragedyanın Doğuşu'nun diline çevirirsek, Wagner'de klasik eksikli­
ği eleştirisi, "Apolloncu" yapıdan yoksun olduğu, saf, "deniz"-benzeri
" Dionysosçuluk" olduğu eleştirisiyle özetlenebilir. Bir başka deyişle,
Wagner'in müziğinin büyük bir kısmı dolayımsız Dionysosçuluktur. Bu
da bizi Nietzsche'nin dördüncü ve son eleştirisine götürür: Wagner'in
sanatı dünyayı "tecelli ettirmek" yerine "aşar". Schopenhauer'cı " uçuş"
sanatı, dünyayı inkardır. Peki, ama böyle bir sanatın, yani "yaşama is­
tencinin" hiçbir ifade bulmadığı bir sanatın faydası nedir? Bu sanat
"dingincilik" dışında hiçbir "ahlaki etki" yaratmaz; Nietzsche'ye göre
bu da tam anlamıyla ahlaki bir etki bile sayılmaz.38
Aimez-vous Brahms? 2 79

Bu eleştiride Tragedyanın Doğuşu'nda dile getirilen bir nokta tek­


rarlanır: Sadece sanat eserindeki Apolloncu, kavramsal unsur cemaatin
temel ethosunun olumlanmasını netleştirerek cemaati " bir araya topla­
mak" gibi hayatı olumlayan bir işlev yerine getirebilir; ancak bir Apol­
loncu, "klasik" eser (Wagner'in daha önceki sanat eseri anlayışının doğ­
ruladığı gibi) "ahlaki" önem taşıyabilir. Bu yüzden, Wagner'in sonraki
eserleri olan Tristan ve henüz bestelenmemiş Parsifal hem teoride hem
de pratikte neredeyse saf Dionysosçu kaldıkları müddetçe, göründüğü
kadarıyla Bayreuth projesinin asıl amacı olan cemaat yaratma işlevini
yerine getiremezler. Bu yüzden, Bayreuth projesinin açıkça ilan edilen
ulusal tiyatro yaratma amacı ile orada sunulacak sanat eserinin niteliği
arasında ölümcül bir çelişki vardır.
Bu düşüncelerin ortaya koyduğu soru şudur: Tragedyanın Doğuşu'nun
benim verdiğim adla "yetenek gösterisine" ne olmuştur? Zira dünya­
yı-iyileştiren Wagner ile dünyayı-inkar eden Wagner'in bağdaşabilirliği
gösterilmiş, kolektif sanat eserinin hem toplumu bir araya getirebileceği
hem de acı ve ölüm karşısında Dionysosçu bir "teselli" vereceği göste­
rilmişti. Ortaya konan bu soruyu cevaplamak zordur. Belki de hangi
operaya bakıldığıyla, hangisinin Nietzsche'nin zihninde en üst mertebe­
de olduğuyla ilgili bir meseledir bu. Tannhaüser ( 1 845), Der fliegende
Hollander ( 1 843; Uçan Hollandalı), Yüzük'ün (Der Ring) birinci yarı­
sı, hatta en çok da Die Meistersinger'i düşünürsek, " bir araya getirici"
Apolloncu mitin bariz şekilde ortada olduğu su götürmez. Fakat bel­
ki de Nietzsche'nin kısa süre önce Tristan'ın derinden duygulandıran
ilk performansını duyması önemlidir. Ne de olsa bu dram-içermeyen
"müzikli dram" "ruhun, kanat açıp özgürleşmesi" tehdidi yaratan bir
eserdi.39 Belki de Nietzsche Tristan'da Wagner'in sanatının gelecekteki
doğrultusunu görmüş, bu yüzden de Tragedyanın Doğuşu'nda üstleni­
len barıştırma işinin lüzumsuzlaştığını düşünmüştü.
***

Yukarıdaki ifadeler ciddi eleştiriler içerse de, başka notlar bunların


etkisini azaltır. Bunun bir sebebi notlarda, eleştiri nesnesi olan benzer
fenomenlere farklı bir "açıdan" da bakılmasıdır. Dolayısıyla, Wagner' de
" klasik " incelik eksikliği, ondaki "kabalık" sorununa başka bir açıdan
yaklaşan bir notta şöyle denir:
280 NIETZSCHE

[Şurası] unutulmamalı: ... Wagner'in sanatı halkın dilini konuşur ve bu da kaçı­


nılmaz olarak soylu şeylerin bile belirgin bir kabalaşmaya maruz kalması demek­
tir. Sanatın uzaktan etkilemesi ve cemaatteki kaosla iç içe geçmesi amaçlanmıştır
Wagner'de: Örneğin "İmparatorluk Marşı" [Kaisermarsch].40

(Bana kalırsa burada örtük bir Yunan tragedyası iması vardır: Aktörler
çoğunlukla otuz bini bulan izleyici kitlesi karşısında açık havada konuştu­
ğundan, repliklerini bağırarak okurlardı.) Nietzsche bu noktada "aktör"
olarak Wagner'le ilgili esasen küçültücü tanımına dönerek aktörün retori­
ğinin "nesnel" denilen sanattan daha dürüstçe olduğunu, zira (hokkabaz
gibi) niyetini gizlemeye, göz bağcılık yapmaya girişmediğini söyler.41
Fakat ana hafifletici çizgi Wagner'in çalıştığı koşulların tersliğinin
vurgulanmasıdır. Yani "sanat-karşıtı" bir çağda ve yerde yaşıyoruz.42
Özellikle tiyatro Wagner'in Almanlara ciddiye aldırtabileceği sanat dalı
değildir.43 Yapmaya çalıştığı şey tiyatroya gidenler "kitlesini" seferber
etmek, böylece bir bütün olarak toplumu "tiyatrokrasi [Theatrokratrie]
haline getirmektir. İtalyan olsaydı (yani insanların operayı ciddiye aldı­
ğı bir yerde yaşasaydı) istediği toplumsal dönüşümü yaratmakta başarı
kazanacağı kuşkusuzdu. Fakat Almanların operaya saygısı yoktur, onu
ithal malı ve "Alman-dışı" sayarlar.44 Yani Wagner toplumun sanata
vereceği önem bakımından devasa taleplerde bulunmaktadır: O, bütün
toplumun yeni bir " Reformasyonunu" yaratma peşindeki bir "Luther
figürüdür" . Ama bugünkü Almanlar böyle amaçları "haddini bilmez­
lik" sayar, yüceliğe uyum gösteremezler.45 Wagner'in takipçileri vardır
gerçekten. Ama onlar Wagner'in ihtiyaç duyduğu sahici "reformcular"
olmaktan uzaktırlar. Onlar sadece yenilikçi etkilerle ilgilenen müzisyen­
ler, sesi pek iyi olmayan şarkıcılar, deha kültüne kapılmış putperestler
ya da eski sanattan ve genellikle hayattan sıkılmış, sadece "sarhoşlukla"
ilgilenen dinleyicilerdir.46 Neticede ikinci bir "Reform" için kesinlikle
olgunlaşmış bir çağda yaşamamaktadır Wagner.
***

Wagner'in olumlu erdemlerine dair Nietzsche'nin anlattıkları, son


derece önemli bir sözcük olan birlik ile özetlenebilir.

Müzik çok iyi değil, şiir ve olay örgüsü de aynı, çoğunlukla salt retorik olan oyuncu­
lukta da pek iş yok. Ama hepsi bir bütün, birlik oluşturuyorlar ve hepsi aynı boyda. Dü­
şünür olarak Wagner müzisyen ve şair olarak Wagner'le tam olarak aynı düzeydedir.47
Aimez-vous Brahms?

Aslında Wagner'in "en büyük gücü" ,

sanatçı olarak dışındaki ve birey olarak içindeki farklılığın birliğini [hissetmesi­


dir] ... Sanatların birbiriyle ilişkisini ve devlet ile toplumun sanatla bağlantısını algıla­
ma kapasitesine doğuştan sahiptir.48

Wagner'in farklılıktaki birlik hissi onu sahici bir "kültür taşıyıcısı"


yapar.49 Öyle ki, fiilen (bir iyimserlik anı),

Almanları tekil, yalıtılmış sanat takıntısından Wagner'in vazgeçirmesi cidden


mümkündür. Tekil vasıfların ve bilgi alanlarının salt eklenmesiyle asla ulaşılamaya­
cak bir kültür [Bildung] birliği manzarasının Wagner sonrasında doğması bile müm­
kün olabilir belki de.so

Bir başka deyişle, Wagner' in tüm kusurlarına rağmen, "deniz" -


benzeri Dionysosçu müziğinin aşırı baskınlığının çoğunlukla Bayreuth
idealini bozmasına ve onunla çelişmesine rağmen, eserinin sonraki etki­
sinden gerçekten bir bütün olarak toplumun "reformunun" çıkacağın­
dan umudu kesmeyebiliriz.
Her halükarda, Nietzsche'nin Wagner fenomenini değerlendirmesi
bu notla sonuca ulaşır. Nisan sonunda Wagnerci Carl Fuchs'a .. yazdığı
mektupta şöyle der:

Birkaç yıl sonra kafa kafaya vermemiz, halk tiyatrosu kurmak için verdiğimiz ken­
di "kültür savaşımız" [Kulturkamp�" (o lanetli sözcük) üzerine düşünmemiz gerek
..

-birkaç isim daha bizimle olduğunda ve üzerine bastığımız zemin bu kadar ince ol-

*
Fuchs, Bayreuth çevresinde doğan ve Nietzsche'nin sıklıkla germesine rağmen nihai
çöküşüne dek dayanan başka bir dostluğu temsil eder. Von Bülow'un eski bir öğrencisi
olan Fuchs org ve piyano çalmanın yanı sıra Schopenhauer'ın müzik felsefesi üzerine
doktora tezi de yazmıştı ve estetik sorunlar üzerine yazılarıyla tanınıyordu. Uzun yıl­
lar Danzig (Gedansk) belediyesinde müzik direktörlüğü yaptı. Nietzsche'nin öldüğü
1900 yılında konser piyanisti Walther Lampe'nin yanı sıra o da Sils Maria yakınında­
ki Sils Gölü'nde bulunan Chaste yarımadasına (Nietzsche'nin gözde mekanlarından
biriydi) Nietzsche için anıt dikme (bkz. Resim 26) sorumluluğunu almıştı. Araların­
daki dostluk esasen mektuplaşmayla yürümüş, sadece üç kez görüşmüşlerdi.
.. .. Kulturkampf tabiri, ilk olarak 1 8 73'te Bismarck'ın Almanya dahilindeki rakip ik­
tidar kaynağı olan Katolik Kilisesi'ni ortadan kaldırmak için evlilik ve eğitim gibi
işlevlerini devlet kontrolüne alması anlamında kullanılmıştı. Nietzsche Katolik pa­
pazlarının dostu olmamakla birlikte, Bismarck'ın Katoliklik karşıtlığına hoşnutsuz­
lukla bakıyor, onun bu karşıtlığını bir Kulturstaat, yarı-totaliter bir devlet kurma
çabasının bir parçası olarak görüyordu.
NIETZSCHE

madığında. O zamana dek hepimiz tek at tek mızrak savaşmalıyız -Bunun için iyi bir
silah yaptım Zamana Aykırı Bakışlarla bir şeyler ortaya çıkana kadar insanların
... ,

kafasına vuruyorum.s1

Demek ki özetlersek, Wagner üzerine düşüncelerinin sonunda Nietz­


sche, onun insanlığı, düşünürlüğü ve sanatçılığı konusunda ciddi çekin­
celere sahip olmakla beraber, Bayreuth idealine, yani "kolektif sanat
eserinin" cemaati bir araya getiren yeniden doğuşu idealine her zamanki
kadar bağlıdır. Burada belirmeye başlayan yarılma Wagner ile "Wagner­
ci ideal" diyebileceğimiz şey arasındadır; bu ideal Nietzsche'nin kariye­
rinin sonuna kadar varlığını koruyacaktır. Wagner'le ilgili çekinceleri
artsa da, göstermeyi vaat ettiğim üzere, "Wagnerci ideali" en sonuna
kadar terk etmeyecektir.

Ev Cephesi, Yeni Yayıncı, Kadınlar

Bu arada ev cephesinde Romundt'un durumu endişe verici olmaya


başlamıştı. 1 874 Ocak'ında Basel'de kalıcı bir felsefe kürsüsü almayı ba­
şaramamış, mesleki geleceği tümden kasvetli bir hal almıştı. (Kürsüyü
Pforta'da Nietzsche'nin hocalığını yapan Max Heinze almıştı. Nietzsche
candan kişisel ilişkilerini sürdürmekle birlikte, onun entelektüel bakım­
dan " kafasız" olduğunu düşünüyordu. )52 Nietzsche felsefe kürsüsünü
almaktaki bu başarısızlığını, tıpkı o kürsünün kendisinden de esirgen­
mesinde olduğu gibi, "Schopenhauer korkusuna" bağladı.53 Fakat başka
sebepler de olabilir, çünkü Şubat'ta yazdığı bir mektupta kendisinin ve
Overbeck'in "kusursuz Romundt" için endişelendiklerini belirtir: "Neşe­
siz bir mistik haline geldi ... netlikten hep uzaktı, hayat deneyiminden de
öyle, şimdi de bütün kültüre karşı acayip bir nefret duymaya başladı. " 54
Mart sonunda Elizabeth geldi ( bkz. Resim 1 7), artık adı " Baumann'ın
Mağarası" olan "zehir kulübesini" yaz boyunca çekip çevirdi. Elizabeth
1 870'ten beri yazları Basel'de ve kışları Naumburg'da geçiriyordu, fa­
kat Franziska'nın bundan pek hoşlanmaması yüzünden Fritz ayarlama
yapmak için diplomasiye ihtiyaç duyuyordu. Elizabeth'in yazdığına göre
Nietzsche kendisi ile annesi arasındaki mücadelenin "Troyalılar ile Da­
nualıların Helen için savaşmasına " benzediğini söylemişti.55
Aimez-vous Brahms?

Mayıs'ta ağabey-kardeş Schaffhausen yakınında Ren Şelaleleri'nin


(Avrupa'daki en büyük şelaleler) yakınındaki beş yıldızlı bir otelde ta­
tili geçirdiler. Elizabeth'in yazdığı kadarıyla bol bol güldüler ve bu neşe
Fritz'in "gerçeklik ile yoğunlaşmış düşünce arasındaki dengeyi yeniden
kurmasını" sağladı. Nietzsche'nin asla tabldot yemediğini, bunun "sü­
rüyü yemlemeye" benzettiğini eğlenerek anlatır. Şişkin gelen hesaba kar­
şılık da vakur bir sözcük oyunu yapar (Elizabeth'in bunu tam olarak
anlayıp anlamadığı belirsizdir): " Kişi sürüden uzakta otlamanın bedelini
daima öder." 56
***

Nietzsche 9 Temmuz'da Chemnitz'deki Ernst Schmeitzner'den fiilen


bir "kafa avcılığı" mektubu aldı. Schmeitzner Alman felsefesi, edebiyatı
ve estetiğinin "en iyilerini" yayımlamakta uzmanlaşan yeni bir yayıne­
vi kurmayı düşündüğünü belirtiyor ve Nietzsche'nin kaleminden çıkan
bir eser istiyordu.57 Fritzsch son iki eserin telifini ödeyemediğinden,
Nietzsche bu davete olumlu cevap verdi. 1 8 Temmuz'da Zamana Aykı­
rı Bakışlar'ın üçüncüsünün bir taslağını gönderdi ve önceki iki Bakış'ı
da sıkıntıdaki Fritzsch'ten almasını istedi. Schmeitzner yıl sonuna kadar
onları da aldı. Wagnerlere "yakın bir yayıncıdan" ayrılması, Nietzsche
ile Wagnerlerin arasındaki mesafenin daha da açıldığını gösterir elbette,
özellikle de Schmeitzner'in onların gözünde (ileride göreceğimiz gibi)
siyaseten şüpheli olması yüzünden.
***

1 874 yılında Nietzsche'nin hayatına iki yeni kadın arkadaş girdi.


Malwida von Meysenbug'la devam eden mektuplaşmalarının yanı sıra,
ikinci Zamana Aykırı Bakışlar'dan çok etkilenen İtalyan soylusu Emma
Guerrieri-Gonsaga'yla kısa ama güzel bir "mektup arkadaşlığı" oldu.
Eski dinin öldüğü ve zaten David Strauss'un açığa çıkardığı " yalanlar"
yüzünden kabul edilemez hale geldiği konusunda Nietzsche'ye hak veri­
yordu; yazdığı kadarıyla Guerrieri-Gonsaga'nın aradığı şey "tamamen
felsefi temeller üzerine kurulmuş bir gelecek diniydi " ,58 Bu konudaki
fikri sorulan Nietzsche cevabın üçüncü Zamana Aykırı Bakışlar'da (az
sonra buna döneceğiz) bulunabileceği cevabını verdi.59
Nietzsche öğrencisi ve asistanı Adolf'un annesi Marie Baumgartner'le
daha sıkı bir dostluk kurdu. Basel'in yakınlarında, Almanya sınırının
hemen üstündeki Lörrach'ta onu ziyaret etmeye başlamıştı. İyi eğitim
NIETZSCHE

görmüş, açık fikirli Marie, Herr Köchlin'le yeniden evlendiği için res­
men Alman olmasına rağmen sadık bir Alsaslı, köken olarak da Mul­
hausen'liydi. Alman kültürüne nazaran Fransız kültürüyle çok daha içli
dışlıydı -Nietzsche'nin Zamana Aykırı Bakışlar'ının üçüncüsünü Fran­
sızcaya çevirmişti. Fransa-Prusya savaşının sonunda Almanların Alsas'ı
ilhak etmesini nefretle karşılamış, buna karşı yazılar yayımlamıştı.60
Nietzsche'nin birinci Bakış'ının giriş kısmında Almanların savaş sonrası
muzafferaneliğinin "Alman Reich'ı uğruna Alman ruhunu yok etme"61
tehlikesi yarattığı fikrine gönülden katılıyordu. Alman emperyalizminin
saldırganlığına karşı çıkan bir Alman ile bir Alsaslı arasında benzerlik
görmüş olmalıydı.
Marie'nin Nietzsche'ye mektuplarında anaçlığın ötesinde bir şeyler
vardır -onu rüyasında gördüğünü yazar- ama ikisi de burjuva gelenek­
lerini aşmayı bir an bile düşünmemiştir. Nietzsche'den on üç yaş bü­
yük olduğundan aralarındaki ilişki onunla Cosima arasındaki ilişkiye
benziyordu; zaten Marie onu kıskanıyordu. Marie candan bir idealist
ve Schopenhauer'cıydı ve Nietzsche'nin 1 876'daki "pozitivist" dönü­
şüne çok üzülen pek çok dostundan biriydi. İnsanca, Pek İnsanca'yla
( " dönüş" ün ilk aleni ifadesi) ilgili olarak ona şöyle yazmıştı:

Bu yeni kitap pek çok noktada şoke etmek, herhangi bir [insan] yakınlığını en­
gellemek için yazılmış gibi duruyor -yine de bütününde varlığınız ve yaptıklarınız
sebebiyle insan sizi sevmeli ... İnsandaki iyiliğe inancımdan asla vazgeçmeyeceğim
... bu imha edilirse geriye nasıl bir mutluluk kalır ki?G2

İnsanca, Pek İnsanca'nın açtığı manevi uçuruma rağmen, Nietzsche


1 8 79'da Basel'den ayrıldığında Marie gözyaşlarına boğulmuştu.
Nietzsche'nin kadın arkadaşlarına biçtiği birkaç rol vardır: salt anne,
Malwida von Meysenbug; kardeş-sevgili, Cosima; anne-sevgili, Marie;
salt arkadaş, Meta von Salis; salt sevgili, Lou Salome; salt kardeş, Eli­
zabeth. Fakat tüm kadın arkadaşlarının (Elizabeth hariç) ortak noktası
çok bilgili, iyi eğitimli olmaları ve okumaya merak duymalarıdır. Bu
yüzden Leipzig'den Fraulein Rubinstein'ın doktora programına yaptı­
ğı başvuru 1 0 Temmuz 1 874'te Basel'in birleşik fakülteler komitesinin
önüne üniversiteye kadınları kabul edip etmeme sorununu koyduğun­
da, Nietzsche'nin kadınları kabul etme yanlısı dört üyeden biri olma-
Aimez-vous Brahms?

sı biyografik açıdan şaşırtıcı değildir. İki saatlik tartışmanın ardından


(Burckhardt dahil) altı üye karşı oy kullanınca ret sonucu çıktı. Fakat
Nietzsche ve kadınları kabul etme yanlısı diğer üç üye buna bozulmuş
olmalıydı, zira itirazlarının açıkça kayda geçirilmesini istediler.63 Nietz­
sche'nin olgunluk dönemi yazıları feminizm karşıtı, hatta kadın düşma­
nı olmakla ünlüdür. Özgürlükçü taleplere en azından kısmen verdiği bu
desteğin nasıl doğduğunu daha sonra sorgulayacağız.

Berggrün

Yaz tatilinin başladığı 1 7 Temmuz'da Nietzsche Romundt'la birlik­


te Berggrün'e gitti. Yolda mola verdikleri Chur'da, Elizabeth'e yazdığı
kadarıyla, önceki yıl Flims'te tanıştığı Fraulein Berta Rohr'la, " nere­
deyse evlenmeye karar veriyordu " .64 Elizabeth bu evliliğe karşı çıkınca
Fritz yeniden aile diplomasisini devreye soktu ve sadece şaka yaptığına
onu temin etti.65 Fakat aynı sıralarda von Gersdorff'a da Berta yü­
zünden Chur'dan ayrılmaya gönülsüz olduğunu yazdığına göre,66 şaka
yaptığı biraz şüphelidir. Hatta Nietzsche'nin aslında eşcinsel olduğu
teorisine karşı, " Bayreuth çöpçatanlık-komisyonunun" bir eş bulması
talimatına uymasının önündeki en büyük engelin Elizabeth'in yarı-en­
sestvari bir kıskançlıkla, aşktan konuşmak şöyle dursun bir kadının
Fritz'e ondan daha fazla yakınlaşmasına bile katlanamaması olduğu
söylenebilir.
Slürgen'e ve Nietzsche'nin nihai yazlık mekanı Sils Maria'ya ya­
kın olan Albula Vadisi'nde (Albulatal) bulunan Berggrün 1 .400 metre
rakımlıdır. Nietzsche ve Romundt burada Hotel Piz Aela'da kaldılar.
Nietzsche tatilini von Gersdorff'a şöyle anlatır:

Burada (Berggrün'de, Baedecker'e bir bakın) ... her gün yüzlerce yolcunun St.
Moritz'e giderken ya da oradan gelirken uğradığı bir otelin tek konuklarıyız. Flims'te
olduğu gibi bir gölümüz yok elbette: Geçenlerde üç saatlik tırmanıştan sonra 6.000
ayak [1 .830 metre] yüksekte bir göl bulduk, neredeyse donuncaya kadar yüzdük ve
ıstakozlar (feuerro� gibi kızarmış olarak sudan çıktık.67

Overbeck'e de şöyle der:


286 NIETZSCHE

İyi bir otelde kalıyoruz, her işimiz hallediliyor ve kazıklanmıyoruz ... Şu ana ka­
dar, Albula köprüsü yakınlarında yalçın dağların arasındaki iki ıssız vadiyi birbirine
bağlayan ve ikisine de tepeden bakan bir kayalık gördük -burada kendime bir kule
yapmak isterdim. Ayrıca yandaki vadilerden birinde kükürtlü bir su kaynağı vardı :
Vetliner şarabı içmemizin yol açtığı önemsiz [her zamanki gibi olağandışı bir teşhis)
kabızlıktan kurtulmak için yanımızda biraz o sudan getirdik.GB

Temmuz sonunda yüksek Alp yaylalarında genellikle olduğu gibi, sis


ve yağmur artar:

Son birkaç gündür korkunç sağanak var, herkes kapalı yerlerde sıkılmış halde
[sehr ungeduldig] -bu ıssız yerde işler böyle. Sadece ben sıkılmıyorum çünkü yeni
eserimi düşünmek ve bitirmeye çalışmakla meşgulüm (Zamana Aykırı Bakışlar'ın
üçüncüsü). Bu işle uğraşırken insan yağmurla artık hiçbir ilgisi olmayan farklı bir yer­
de yaşıyor. 69

Brahms'ın Bayreuth'ta Yasaklanması

Brahms, Wagnerci saflarda istenmeyen adam olmasının yanı sıra,


Nietzsche'nin müzikal ufkunda 1 874 ortasına kadar hiç görünmemişti.
O zamana kadar hala bilinmeyen topraklardaydı. Fakat Haziran'da her
şey değişti. Nietzsche Basel'den Rohde'ye gönderdiği mektupta şöyle di­
yordu:

Hemşeriniz [hem Rohde hem de Brahms, Hamburg doğumluydu) geçenlerde bu­


radaydı; müziğini epeyce dinledim, özellikle de bizzat bestelediği Triumphliedi [Zafer
Şarkısı]. Benim için Brahms'la uzlaşmak çok güç bir estetik vicdan problemiydi.70

Nietzsche Triumphlied'den ( 1 87 1 ) o kadar etkilenmişti ki 1 2 Tem­


muz'da onu tekrar dinlemek için Zürih'e gitti. (Brahms'ın meşhur eserle­
rinden sadece Alman Ağıtı'nın (Ein deutsches Requiem, 1 86 8 ) vaktinde
tamamlandığı düşünülürse, bu tercih göründüğü kadar tuhaf değildir. )
Brahms'ın Lied'i besteleme sebebi Fransız-Prusya savaşındaki zaferi
kutlamaktı. Wagner de Kaisermarsch'ı [İmparatorluk Marşı) aynı amaç­
la bestelemişti. Fakat Wagner'in Hohenzollern hanedanına hiçbir sevgi
Aimez-vous Brahms?

duymamasına ve İmparatorluk Marşı'nı sırf İmparatoru Bayreuth'ta bir


ulusal Alman tiyatrosu projesine çekmek (Wagner bunda başarısız ol­
muştu) için bestelemesine rağmen, Brahms sahiden İmparator'a bağlıydı
ve Reich ile gurur duyuyordu.
Berggrün'den gelen Nietzsche, çantasında saatli bomba gibi tik­
taklayan Triumphlied'in notalarıyla 5 Ağustos'ta Bayreuth'a vardı. Yol­
culuk sonrası her zamanki gibi hastaydı ve Sonne [Güneş] Hotel'de yer
ayırtmıştı. Fakat onun geldiğini duyan Wagner hemen oraya uğrayıp
artık neredeyse tamamlanmış olan Wahnfried'de kalmasında ısrar etti.
Nietzsche kısa zamanda toparlandı ve birlikte geçirdikleri ilk akşam iyi
gitti. Fakat sonraki akşam işler farklı bir hal aldı.
Kötü bir başlangıç yapmışlardı anlaşılan, çünkü Cosima'nın gün­
lüğüne yazdığı kadarıyla, Nietzsche onlara kendisinin ve Overbeck'in
Schmeitzner'in yayıncılık teklifini kabul ettiğini söylemişti. Bu yüzden
de "Sosyal Demokrat [sosyalist] Parti'ye hizmet etmeye" zorlanmışlar­
dı, çünkü kitaplarının yayımlanmasının tek yolu buydu.71 O sıralarda
Wagner ile sosyalistler arasındaki muhabbet azalmış değildi elbette.
Akşam yemeğinden sonra, Viktoryen eşyalarla -Richard'ın piyanosu,
büyük çalışma masası, Cosima'nın daha küçük çalışma masası, tablolar,
büstler, kitaplar, hatıralar ve saksı bitkileri- tıka basa doldurulmuş dev
salonda toplanan konukları (bunların arasında konser piyanisti Paul
Klindworth ve Nietzsche'ye göre büyük bir Wagner sopranosu olan Lilli
Lehmann da vardı) Richard, Götterdammerung'un sonundaki Ren kız­
ları sahnesinin piyano versiyonunu çalarak eğlendirdi. * Hemen ardın­
dan, Cosima'nın yazdığı kadarıyla, Nietzsche elinde Brahms'ın Triump­
hlied'iyle "öne fırladı" .
Bu noktada Wagner'in "tiran" mizacına dair Nietzsche'nin mahrem
düşüncelerini hatırlayalım; "Brahms'ın ya da Yahudilerin muteberliğini
tanımazsa Wagner için tehlike büyüktür" demişti. Buradaki "tehlike"
aşağı yukarı "kendinden başka hiç kimsenin soluk almasına izin ver­
meyen tiranca bir mizaç yüzünden Wagnerci girişimin bütün vaatlerinin
çöpe gitmesi tehlikesi"dir. O yüzden, göründüğü kadarıyla Nietzsche,
Wagner'in karakterini ıslaha çalışıyordu -o sırada altmış bir yaşında

*
Opera ve onunla birlikte Yüzük (Der Ring) dönlemesinin tamamı nihayet üç ay
sonra 21 Kasım'da, yani Wagner'in konuyu ilk kez düşünmeye başlamasından yirmi
altı yıl sonra bitmiş olacaktı.
288 NIETZSCHE

olan Wagner'in kendisinden otuz bir yaş büyük olduğunu düşünürsek


küstahça bir girişimdi bu. Belki de Wagner'i en azından Brahms'ı din­
leme adilliğini göstermeye ikna edemeyince son bir kez oldubitti yap­
mak istemişti. Adeta ültimatom veriyordu: Tiranlık yapmayı kes, yoksa
giderim. Asıl mesele Wagner'in Nietzsche'ye yönelik "tiranlığıydı " el­
bette: Brahms'ı kendine vekil ilan ettiğinden şüpheleniyor insan. Her
halükarda çabası sonuç vermemişti çünkü Cosima'nın yazdığı kadarıy­
la, " R[ichard] müzikte Gerechtigkeit [adillik] sözcüğünü kullanma fik­
rine kahkahalarla gülmüştü" .72
Sonraki öğlenden sonra birisi (kim olduğu belli değildir) piyanonun
başına oturup o sorun yaratan parçayı çalmıştı. Wagner köpürdü, "dos­
tu Nietzsche'nin övdüğü ... bestenin iç karartıcılığından" şikayet etti,
diye yazar Cosima. Wagner'in iddiasına göre bu parça Handel, Men­
delssohn ve Schumann'dan türetilmişti, öte yandan Liszt'in maneviya­
tından da otantik duygularından da yoksundu.73 Günün geri kalanında
Brahms'tan bir daha bahsedilmez. Akşamleyin Auber'in operalarından
birkaç parça çalındıktan sonra Wagner nihayet Brahms'ın şoven parça­
sının ölümünü resmen ilan etmek için Kaisermarsch'ı74 çalar; aynı şeyin
alabildiğine üstün bir versiyonunu çaldığını ima etmektedir.
Wagner'in bu travmatik olayı nasıl algıladığı Elizabeth'in yazılarında
bulunabilir. Wagner ona şöyle demiştir:

Ağabeyin [Triumphliedi içeren] kırmızı kitabı büyük piyanonun üstüne bıraktı,


salona ne zaman girsem o kırmızı nesneyi doğrudan gözümün önünde buluyordum
-resmen köpürüyordum, kırmızı görmüş boğa gibi oluyordum. Nietzsche'nin o kitap
aracılığıyla örtük olarak bana, "Bir bak sadece! İşte iyi iş yapmış olan başka biri,"
dediğini pekala anlayabiliyordum. Neticede o akşam hiddetleniverdim, neredeyse
kendimi kaybedecektim! "Peki, kardeşim ne dedi?" diye endişeyle sordum. "Hiçbir
şey demedi," diye cevapladı Wagner, "sadece kızardı ve bana şaşkınlıkla karışık
sakin bir mağrurlukla baktı." Nietzsche'ninki gibi bir duruş için yüz bin markı feda
ederdim -daima seçkin, daima mağrur!75

Nietzsche hiçbir mektubunda Brahms olayından bahsetmez. Eliza­


beth de Baden-Baden'deki bir parkta otururlarken Brahms'ın Triumph­
lied'inin hikayesini niye hiç anlatmadığını sorduğunu hatırlar: "Lizzie, o
olayda Wagner pek yüce değildi," demiştir Nietzsche.76
Aimez-vous Brahms?

Ayrıca Wagner bu olaydan arkadaşı Hans von Wolzogen'e de bahset­


miştir. Wolzogen'in hatırladığı kadarıyla Wagner şöyle der:

Nietzsche bu müzik hakkında doğru bir görüş edinmek için onu tanımam gerek­
tiğini söyledi. Kabul etmedim ama üzerime gelmeye devam etti. En sonunda ona
çok öfkelendim (kızınca nasıl olurum bilirsin -zavallı Cosima benden çok çekmiştir).
Kabalaştım -Tanrım, kesinlikle öyle yaptım!- Nietzsche fırladığı gibi kapıdan çıkıp
gitti. Evet, ben böyleyim işte -bir daha hiç dönmedıl Şimdi de ... Nietzsche'mi kaybet­
meme vesile olan Brahms'ı sevmem bekleniyor!77

Cosima'nın diplomasisi daha açık bir kopuşu engelledi ve Nietzsche


1 5 Ağustos'a kadar Bayreuth'ta kaldı. Fakat eskiden saygı gören Üstat
ile eskiden saygı duyan konuk arasındaki iplerin gerildiği çok açıktı.
Cosima'nın yazdığı kadarıyla Nietzsche yüzünden Wagner "çok güç sa­
atler geçirmişti. " Başka şeylerin yanı sıra [Nietzsche] Alman dilinin ona
hiç haz vermediğini, onun yerine Latinceyi tercih ettiğini vb. söyledi";
milliyetçi Wagner'in damarına kasten iyice basmıştı.78
Wagner bu olayda Nietzsche'yi "kaybettiği" konusunda haklıdır.
Nietzsche Bayreuth davasını desteklemeyi sürdürse de, Wagnerler Nietz­
sche'nin eserlerini bir yıl daha coşkuyla karşılasa da, ara sıra mektup­
laşmalar devam etse de (Nietzsche 1 8 75'te Wagner hanesine toplam beş
mektup yazmıştır), eski samimiyet bir daha hiç geri dönmedi. Brahms
olayından sonra Nietzsche bir daha Wagnerlerin evinde konuk olarak
kalmadı. Bu olaydan açık savaş ilanına kadar, ilişkileri kişisel olmaktan
ziyade politikti.
***

Bayreuth'taki ziyaret felaketinin üstüne, Nietzsche Basel'e dönüş


yolculuğunda Würzburg tren istasyonunda çantasını çaldırdı. Çantanın
içinde başka şeylerin yanı sıra Yüzük (Der Ring) dörtlemesi librettosu­
nun imzalı bir nüshası da vardı. Olayı von Gersdorff'a anlattığı mektu­
bunda, insan doğasına dair büyük bir keşfi yapmışçasına sözlerini şöyle
bitirir: " Ders: Tren istasyonlarında çantanın başını boş bırakmayacak­
sın, çünkü korkunç ve kurnaz bir yabani çantaları kolluyor olabilir. "79
Elizabeth'in bu olay üzerine dediği gibi, Nietzsche dünyanın hali konu­
sunda biraz naifti.
NIETZSCHE

Zamana Aykın Bakışlar'ın Üçüncüsü:


Eğitici Olarak Schopenhauer

Zamana Aykırı Bakışlar'ın üçüncüsünün tamamlanmış nüshası 1 9


Ağustos'ta Schmeitzner'e gönderildi ve 1 5 Ekim 1 874'te (Nietzsche'nin
otuzuncu yaş gününde) piyasaya çıktı. Nietzsche'nin protokol nüshası
gönderttiği kişiler arasında Wagner, von Bülow, Malwida von Meysen­
bug, Marie Baumgartner, Emma Guerrieri-Gonzaga, Krug (ama Pinder
yoktu ), Rohde ve von Gersdorff vardı. Nietzsche "sadece okurlardan
altı-yedisinin tepkileri önem taşır, " 80 dediği için bu listenin önemi vardır.
(Sadece "birkaç kişi" için yazmanın, hatta "hiç kimse" için yazmamanın
olgunluk eserlerinde önemli bir tema olduğunu göreceğiz.)
Nietzsche üçüncü Bakış'ını daima önemli bir eser olarak gördü.
1 8 82'de eserini Lou Salome'ye tavsiye ederken hemen her şeye yönelik
"temel tavrını" anlattığını söylemişti.81 Eserin konusu Heidegger'in elli
yıl sonra "özgünlük" diyeceği şeydir. İnsanları "birer fabrika ürünü, ...
kamuoyunun hakimiyetindeki sahte-insanlar" gibi gösteren "tembelliği"
aşmakla ilgilidir bu eser. Çoğumuz bu durumda olmamıza rağmen, hiç­
birimiz (en azından Nietzsche'nin istediği okurların hiçbiri) salt "sürü"
tipi olmaktan gerçekten memnun değilizdir. Üstelik kaçabileceğimiz bir
durumdur bu: " Kitlelere ait olmak istemeyen kişinin tek yapması gere­
ken ... vicdanını takip etmektir. Vicdanı ona 'Kendin ol ! Şu anda yap­
tığın, düşündüğün, arzuladığın hiçbir şey sen değilsin"' demektedir.82
Peki, ama insan nasıl bir "ben" olması gerektiğini nasıl keşfedecek?
Freud sonrası psikoterapi tipik olarak "hakiki" benliği ya da "ego"yu
her eşsiz bireyin içine gömülmüş, toplumsal baskı kapağını açıp çıkmak
için çabalayan bir nevi güdü ya da baskı gibi ele alır. Nietzsche bu res­
mi tümden reddeder: " Gerçek doğanız derinlerinizde saklı değil, sizden
ölçülemeyecek kadar yukarıdadır ya da en azından bulunduğunuzu san­
dığınız yerden yukarıdadır. "83 Hakiki benlik, salıverilecek bir baskıdan
ziyade gerçekleştirilecek bir "görevdir" . İnsan, görevini keşfetmek için
" şu ana kadar hakikaten neyi sevdiğini" sormalıdır; bir başka deyişle,
onun "ruhunu göğe yükselten" nedir?"84 Peki, bu nasıl keşfedilecek?
Bu noktada üçüncü Bakış'ın değerlendirmeleri ikincisininkilere yak­
laşmaya başlar. Kişinin hakiki sevgisini ve görevini keşfetmesi için ona
"kendi hakiki benliğinin ... temel yasasını" verecek "muteber bir nesne"
Aimez-vous Brahms?

arayışına girmesi gerekir. İkinci Bakış'ta böyle kahramanlar "anıtsal"


şahsiyetler olarak tanımlanmıştı. Bu üçüncüsünde onlara "eğiticiler" de­
nir.85 Nietzsche'nin amacı aslında anlaşılması zor bir şey söylememekte­
dir. Bir kez daha "rol modelinden" söz etmektedir. Örneğin Hıristiyan­
lar çoğunlukla İsa'yı böyle görürler. Güç bir duruma düştüklerinde, içsel
vicdanlarına uygun olarak nasıl davranmaları gerektiğini düşünürken
çoğunlukla kendilerine şunu sorarlar: " Böyle bir durumda İsa ne ya­
pardı? " Böyle bir şey yapmak İsa'yı Nietzsche'deki anlamıyla "eğitici"
olarak görmektir.
Nietzsche şimdi de filozofun "eğitici" olma imkanına döner. " Filo­
zof" derken düşüncesini hayata geçiren, dolayısıyla takip edilebilecek
bir "örnek" teşkil edebilen bir kişiyi kasteder. Kant büyük bir düşü­
nürdür, fakat bu anlamda "filozof" değildir, çünkü teorisindeki tüm o
ahlaki cesaret çağrılarına rağmen, gündelik hayatında akademik hayatın
basit geleneklerine ödlekçe boyun eğmiş, dine inanmamasına rağmen
(işini korumak amacıyla) inanıyormuş gibi yapmıştır.86
" Eğiticinin" işlevi "kamuoyuna " karşı durup kendi tekil benliğimize
sahip çıkmamızı sağlamak olduğuna göre, her şeyden önce bizzat ken­
disi kamuoyuna aykırı düşmeyi göze alabilmelidir. Sefil bir modernlik
çağında bu özellikle doğrudur. Zira modernliğin en bariz özellikleri: (a)
cemaatin kaybedilmesidir -"atomlar çağında, atomize olmuş bir kaos"
içinde yaşamaktayız; (b) basit materyalizm, "para hırsıdır"; (c) bencil­
liktir, "herkes kendi içinde sadece çıkarcı solucanı hisseder"; (d) birey­
ler medya kontrollü "otomatlara " indirgenmiştir; (e) ahlaki bir boşluk
vardır -Hıristiyanlık antik dünyanın "doğal" değerlerini yıkmıştır ama
şimdi kendisi insanların hayatlarını yönlendirme gücünü yitirmiştir; ( f)
"hız ve acelecilik " vardır, öyle ki, "ebedi " değerlerin ne olduğunu bilsek
bile bu değerlerin hayatımızı yönetmelerine vaktimiz yoktur, ahlaki iti­
dale zaman kalmamıştır.87 Makineleşmiş, atomize olmuş, bezgin, tüke­
tim toplumunun hakim olduğu ahlaki boşluk çağında eğitici, her şeyden
önce çağın ruhuna ayak uyduramayan, "çağa aykırı" kişidir.
Nietzsche'nin 1 876'da aleyhine dönmesine rağmen " ilk ve tek eğiti­
cim" diye tanımlamayı sürdürdüğü Schopenhauer'a geliyoruz nihayet.88
Daha doğrusu yazılarının toplamı olarak "Schopenhauer"a değil, daha
i'.İyade "yaşayan insan" olarak Schopenhauer'a geliyoruz, zira ancak ya­
�ayan bir insan yaşam "modeli" oluşturabilir elbette.89
NIETZSCHE

Nietzsche'nin belirttiği kadarıyla Schopenhauer'ın en çarpıcı kişisel


özelliği tam da bu çetin ve cesur "çağa aykırılığıdır". Kant'ın tersine
o kendisine iş verebilecek akademik profesörler kliğiyle alay etmiş ve
Hegel'in muzafferane iyimserliğinin hakim olduğu bir çağda kaçınılmaz
olarak popülerlikten uzak olan felsefi kötümserliğini yaymaktan çekin­
memişti. Schopenhauer "doğruluk kahramanlığı" göstererek, mutlu bir
hayatın imkansızlığını, insanlığın en yüksek biçiminin " kahramanca ya­
şam" olduğunu kabul etmiştir. Böyle yaşayan kişi, "doğruluğun barın­
dırdığı acıya "90 -bir nevi varoluşsal boruyu çalmanın acısına- katlanır.
Akıntıya karşı yüzen başkalarına, mahkum edildikleri toplumsal
dışlanma çok fazla gelmiştir. Hölderlin delirmiş, Kleist intihar etmiştir.
Fakat Wagner gibi Schopenhauer da mahkum edildiği "yalnızlığa" kat­
lanmasını sağlayan "demirden yapıya" sahiptir.91
Nietzsche sonra da bu idealden nasıl bir "görevler halkası" çıkaca­
ğını sorar. Bunun "pratik faaliyete" yönlendirdiğini, yani hayatımızı
"eğittiğini" nasıl gösterebiliriz?92 Schopenhauer'ın kendisi mevcut top­
lumu eleştiren bir kişi ya da toplumsal reformcu değildi. Modernliğin
başka bir çağdan daha iyi ya da daha kötü olduğunu düşünmüyordu,
zira ona göre tüm çağlardaki tüm insan hayatları eşit ölçüde acı verici ve
değersizdi. Bu yüzden Nietzsche'nin, "Schopenhauer'cı kişinin" "aza­
metinden" pratikte bir şeyler çıktığını göstermenin "zor bir iş" olduğu­
nu, zira Schopenhauer'a bakıp "eylemler dünyasına herhangi bir iştira­
kin" reddini de örnek alabileceğimizi kabul etmesi şaşırtıcı değildir.93
Gelgelelim, düşünsel bakımdan ürkütücü bir pasajda, Schopenhauer'ı
rol modeli olarak benimsemekten pratik görevler çıkarmayı becerir. *
Modelden çıkaracağımız görevler,

yalnız bir kişinin görevleri [değildir]: Aksine insanı dışsal biçimlerden ziyade temel
bir fikir tarafından bir arada tutulan kudretli bir cemaatin ortasına bırakırlar. Bu temel
fikir kültüıdür ve her birimize tek bir görev verir: İçimizdeki ve dışımızdaki filozofun,
sanatçının ve azizin üretimini desteklemek, böylece doğanın kusursuz/aşmasında
görev almak.94

*
Gördüğümüz üzere, Schopenhauer gerçekten de "eyleme iştiraki" reddeder. Hayatın
doğası ve değerine dair en yüce içgörü "erdemden çileciliğe geçişte" cisimleşmiştir.
Nietzsche burada Schopenhauer'ın sistemini ondan daha iyi anladığı, bu sistemden
yapılacak çıkarımların aslında Schopenhauer'ın gösterdiğinden daha farklı olduğu­
nu söylemektedir.
Aimez-vous Brahms? 29 3

Nietzsche bu ürkütücü düşünce sıçramasını desteklemek için "do­


ğanın" "metafizik hedefine . .. kendi öz-aydınlanmasına " ulaşmak için
hem filozofa hem sanatçıya ihtiyaç duyduğunu söyler; burada dra­
matik şiirin dünyanın causa finalis'i [nihai amaç] olduğunu söyleyen
Goethe'nin sözlerini tekrarlamaktadır. Ayrıca Doğa " azize" ihtiyaç du­
yar (Schopenhauer'ın tasavvur ettiği şekliyle), çünkü ancak onun saye­
sinde doğa "kendisinden" nihai "kurtuluşa ulaşabilir".95
Goethe'nin sözlerine daha önceki göndermesinde olduğu gibi, bu tu­
haf düşünce pasajı bizi Tragedyanın D oğuşu 'nda sunulan Schopenha­
uer metafiziği versiyonuna geri götürür. Orada ifade ettiği kadarıyla,
adeta bir savaş sahnesi tablosundaki kişilerden ibaretizdir.96 Bu tablo
tek gerçek varlık, yani "İlkel Birlik", "İstenç" -ya da şimdiki adıyla
"Doğa"- tarafından ve onun için oluşturulmuştur. "İlkel Birlik" in ya­
ratıkları olduğumuza göre, dünya-yaratan çocuk-sanatçının filozof ve
sanatçı tarafından yapılan arıtılmış dünya-resmine kendi doğasını yan­
sıtmasını sağlamakta işbirliği yapmak görevimizdir. Dolayısıyla azizin
ortaya çıkışında da işbirliğinde bulunmalıyız: Çünkü ancak deneyim,
azizin içgörüsü ve "istencin reddinin" zorunluluğu sayesinde İlkel İstenç
inşa ettiği acılar dünyasının "imhası" yoluyla kendisinin ve insanın kur­
tulmasının gerekliliğini görebilir. Ancak azizin içgörüsü ( belki de "ko­
puşu" demeliyiz) sayesinde bir gün dünyanın sona ermesini umabiliriz.
Bu anlaşılması güç pasaj hakkında söylenecek çok bir şey yoktur, çün­
kü Schopenhauer metafiziğinin en karanlık ve iç-çelişkili bölgelerinde
kaybolmuş haldedir. Cevap verilemeyen soru şudur: Dünyanın yaratıcı­
sına karşı niçin bir "ödevimiz" olsun ki, hele Tragedyanın Doğuşu'nun
"İlkel Birliği" gibi sorgulanabilir bir karaktere karşı niye sorumlu ola­
lım? Ama neyse ki Nietzsche çok geçmeden Schopenhauer metafiziğinin
aleyhine dönecek ve daha önce belirtildiği üzere, "Doğa"nın nihai amacı
olarak sanat fikri iz bile bırakmadan kaybolup gidecektir.
Fakat Nietzsche'nin aşağı yukarı aynı sonuca ulaşmak için peşine
düştüğü çok farklı bir düşünce hattı vardır; felsefesi olgunlaştıkça bu hat
daha da belirginleşecektir: "İnsanlık tekil büyük adamların üretiminde
sürekli çalışmalıdır -başka hiçbir görevi yoktur."97 ( "Büyüklüğü" insan
ile hayvan arasındaki farkı azami ölçüde vurgulamak olarak tasavvur
cttiğinden,98 " büyük" birey geistige [maneviyat sahibi entelektüel] bir
kişi olmalıdır, bir başka deyişle aşağı yukarı filozof, sanatçı ya da aziz
294 NIETZSCHE

olmalıdır.) Bunun niçin başta gelen görevimiz olduğunu açıklarken de


bu kez şatafatlı metafiziğe değil biyolojiye başvurur:

Hayvan ya da bitki dünyasından herhangi bir türün gözlemlenmesinden çıkarılabi­


lecek dersleri topluma ve toplumun hedeflerine uygulayası geliyor insanın: Türün tek
kaygısı en iyi tekil örnek, en alışılmadık olan, en güçlü, en karmaşık, en çok meyve
verendir -toplumun hedefi üzerine öğretilmiş hayaller bu kadar sert direniş gösterme­
seydi insan bunu yapmayı çok isterdi! Tür sınırlarına ulaşıp daha yüksek bir tür olma
haddine geldiğinde, türün evrim hedefinin örneklerinin çokluğu ve refahı olmadığını
anlamakta hiç zorluk çekmememiz gerek aslında ... daha ziyade uygun koşulların
şurada burada ürettiği görünüşte dağınık ve rastlantısal olan varoluşlar hedeflenir.

O halde, diye bitirir Nietzsche, insanlık bu büyük insanların var


olabileceği "uygun koşulları" aramalı ve yaratmalıdır. Geri kalanımıza
gelince, "en nadir ve en değerli örneklerin iyiliği için" yaşarsak hayatla­
rımız "en yüksek değerine" ulaşır.99
Nietzsche burada (sosyal) Darwinciliğin bir versiyonuna başvurmak­
tadır -1 873 başında Darwin'in evrim teorisinin "doğru" olduğuna ka­
rar verdiğini hatırlayın.100 Özellikle de Darwinci dilde "rastlantısal mu­
tasyonun" değerine başvurur. Evrim teorisine göre türlerden biri çevre­
nin mevcut durumuna daha iyi uyarlanmış bir mutasyon üretirse "daha
yüksek" bir türe evrilir. Mutasyona uğramışlar başarılı olarak üreyip
geri kalanlar öleceğinden, tür giderek evrimleşir ve mevcut çevrede ya­
şamaya daha iyi uyarlanmış yeni bir tür ortaya çıkar. İnsanlar ve insan
toplumları tıpkı bitki ve hayvanlar gibi biyoloji alemine ait olduğundan,
diye bitirir Nietzsche, aynı ilkeyi topluma uygulamalı ve "şans varoluşla­
rının" , rastlantısal mutasyonların ortaya çıkmasını desteklemek için her
şeyi yapmalıyız. (Bu görüş Wagner'le konuşurken geliştirilmiş olabilir,
çünkü metafor biçiminde Die Meistersinger'de vardır: Hans Sachs tara­
fından eninde sonunda ikna edilen şarkıcı üstatlar Walhter'in ödül alan
şarkısının vahşice yeniliğini kabul etmek zorundadır, Walhter'i loncaya
almaya da mecburdurlar, çünkü hayatın kanunu budur: değiş ya da öl.)
Daha önce belirttiğim gibi, Nietzsche hakkındaki en yaygın yorum
onun "aristokratik bireyci" olduğu yönündedir: Buna göre, sadece " bü­
yük" birey, "üstinsan" değerlidir; geri kalanlarımız onun köleleri olma­
lıdır. Bu yüzden yukarıdaki savların hiçbirinde istisnai bireyin en büyük
Aimez-vous Brahms? 29 5

değere sahip olmadığına dikkat etmek önemlidir. Schopenhauer'cı sava


göre büyük birey "İlkel Birlik"in kendini anlama ve dolayısıyla kendini
dönüştürme aracıdır, bu yüzden de en büyük değer bir bütün olarak
"varlığın" refahı türü bir şeydir. Darwinci savda da büyük birey sadece
bir araç olarak değerlidir, bu sefer de bir bütün olarak toplumun "daha
yüksek" bir duruma evrilmesinin aracıdır.tüt Bu yüzden, üçüncü Bakış
büyük bireyin öneminin altına kalın bir çizgi çekse de, onu kendi başına
bir amaç olarak sunmaz; hiçbir noktada, "sadece üstinsan değerlidir"
doktrinini savunmaz. İleride göreceğimiz üzere, bu desen Nietzsche'nin
olgunluk felsefesi boyunca devam eder. Büyük birey kritik önemdedir
ama sadece bir araçtır.
***

O halde "tek görevimiz" "tekil büyük adamların ", "dahilerin" üre­


timini "desteklemektir". Geriye sadece, aramızdaki dahi olmayan birey­
lerin bunu nasıl yapacağı sorusu kalıyor. Hepimiz onun "geçinme zo­
runluluğundan kurtulmasını" sağlamak için köleliğe mi mahkı1muz? 1 02
Dahi olmayanların hepsi madenci ya da çorapçı mı olacak? Hiç de değil.
"İkinci ve üçüncü dereceden yetenekliler" bile dahinin ortaya çıkışı için
hem "içeriyi " hem "dışarıyı" hazırlama görevine katkıda bulunabilir. 1 03
Muhtemelen buradaki anlayışa göre, genel kültür seviyesi ne kadar yük­
sekse, dahinin ortaya çıkması için koşullar o kadar olgunlaşmaktadır.
Kendisi dahi olmayan ilham verici bir öğretmen dahilik gücü taşıyan
birini gerçek bir dahiye çevirebilir. Fakat dördüncü dereceden yetenek­
lerin madencilik ya da çorapçılıktan başka bir şey yapamayacağını var­
sa ya biliriz.
***

Kari Hillebrand birinci Bakış'a olumlu yorumlar yaparak Nietz­


sche'nin sonsuz minnettarlığını kazanmıştı (Ecce Homo da onu "nasıl '

kalem oynatacağını bilen, tanıdığım son insani Alman" diye anar). 104
Fakat üçüncüye tepkisi açıkça eleştireldi. Augsburg'un Allgemeine Zei­
tung'unda (epeyce adil bir tarzda), " Herr Nietzsche" , diyordu,

belki çok ayrıntıya giriyor ama Schopenhauer'la yaklaşık dokuz yıllık tanışıklığı­
nın onu nasıl etkilediğini ve başka delikanlıları nasıl etkileyeceğini yeterince ayrıntılı
anlatmıyor. Eğitici olarak filozofa odaklanıyor ama onu sürekli takip edemediğimi iti­
raf etmeliyim. 1os
NIETZSCHE

Cosima ise kesinlikle böyle bir zorluk yaşamadığını iddia ediyor ve


Hillebrand'ın yaşadığı güçlüğü de "tümden Hegelleşmiş bir beyne" bağ­
lıyordu. 106 " Bu benim Zamana Aykırı [Bakışım] " sözleriyle başlayan
beş sayfalık bir mektup yazdı Cosima. Özellikle de birinci kısımda otan­
tik bireyselliğe çağrıyı ve " bütün hepsinin parıldamasını sağlayan esrik­
leştirici ateşi" sevmişti. Bu eser ona göre, hayatlarını " büyük bir fikir"
için mücadele edip acılar çekerek geçiren herkesin İncil'i olacaktı,107
Wagner de bizzat dört satırlık bir takdir telgrafı gönderdi:

Derin ve yüce. Kant sunumu son derece çarpıcı ve yeni [Schopenhuer'ın aksine
hakiki bir '1ilozof" olmaması]. Sadece mecnunların tam olarak anlayabileceği cinsten
... Bu sıhhatli zamanların güneşli topraklarına uzun ve derin gölgeler getiresiniz!1 08

Von Bülow esere bayıldı ve "kamuoyu"na ( boyun eğme) ile "kişisel


tembellik" arasındaki bağıntıdan özellikle etkilendi. 1 09 Malwida von
Meysenbug, eseri "hep yanımda taşıyorum; eser benim İncil'im oldu.
Kültürün hedefini daha önce bu kadar güzel tanımlayan kimse olma­
mıştır", diye yazarken, Elizabeth de çok derinden duygulanmıştı. 1 1 0
B u tepkilerin açığa çıkardığı bir nokta, üçüncü Bakış'ın -özellikle
kadın- hayranlarının yarı-dini otantiklik retoriğine tepki vermiş olma­
larıydı: Okuru " sürünün" tembel konformistliğinden dışarı çıkmaya
( Heidegger'in "Onlar'ın diktatörlüğü" ve Sartre'ın " kötü niyet" dediği
şeyden kaçmaya), büyük ve dünyayı kurtaracak bir ideal uğruna her
şeyi feda etmeye çağırıyordu Nietzsche. Bu şekilde tepki vermeyen tek
tanıdığı Emma Guerrieri-Gonzaga'ydı -bu da onun ilginç bir kadın
olduğunu gösteriyor. Eserin çekiciliğine parmak basmasına, "korkunç
dünyadan kaçma hasretindeki" tutkuyu ve "daha yüksek bir hakikat,
güzellik ve sevgi alemine" ulaşma isteğini takdir etmesine rağmen, "do­
ğanın bize" böyle bir aleme ulaşacak "kanatlar vermediğinin" eserde
ele alınmadığına, bu yüzden genel etkisinin bunaltıcı olduğuna dikkat
çeker. 1 1 1
Bakış'a en eğlenceli tepki anonim bir telgrafla gelmiştir: "Anla­
yabildiğin ruh gibisin, ama benim gibi değilsin. [İmza] Schopenhau­
er. " 1 12 (Schopenhauer öleli on beş yıl oluyordu.) Nietzsche'nin eser­
le ilgili son değerlendirmesi de buydu. Ecce Homo'da, eserin aslında
Schopenhauer'ı sadece kendisi için bir "gösterge" olarak kullandığını,
Aimez-vous Brahms? 29 7

gerçekte eserde bahsettiği şeyin "eğitimci olarak Nietzsche" olduğunu


yazar. 1 1 3
Daha doğrusu geleceğin eğitimcisidir. Çünkü eserin gerçekten çarpıcı
olan yönü eserin yüksek idealizmi ile Nietzsche'nin gerçek yaşamı arasın­
daki uçurumdur. Gördüğümüz üzere, Kant eserde otantik bir "filozof"
sayılmaz, çünkü ahlaki cesaret telkin etmesine rağmen, pratikte "üni­
versiteye sadık kalmış, onun düzenlemelerine boyun eğmiştir ... meslek­
taşları ve öğrencileri arasında bir yaşam sürmüş" ,114 üstelik dine inan­
mamasına rağmen inanıyormuş gibi yapmıştır. Cesur Schopenhauer'ın
aksine Kant asla sahip olma potansiyeli taşıdığı "benliğe" tam anlamıy­
la ulaşamamıştır. Fakat hakiki " benliği" çok başka bir şey yapmak is­
terken üniversiteye sadık kalan" (bu pasaj neredeyse açıkça otobiyog­
rafiktir) diğer bir düşünür de Nietzsche'ydi. Bu yüzden Elizabeth onun
"metinde tarif edilen eğitici filozofun" ta kendisi olduğunu söyleyince,
Nietzsche gayet haklı olarak (her zamanki gibi) "saçma sapan" sözler
ettiği cevabını verir. 1 15 Zira 1 874 sonunda von Gersdorff'a itiraf ettiği
kadarıyla, üniversite hayatının yükleri yüzünden uzun zamandır "çağa
aykırı şeyler" düşünmek onun için imkansızlaşmıştır. 1 1 6 Bir başka de­
yişle, "vicdanın" sesi üniversite hayatının mekanikleşen köleliği, "hızı
ve acelesi" yüzünden duyulmaz olmuştur. Gene de bunun eserde gayet
açıkça dile getirilmesi, Nietzsche'ye en azından ortaya koyduğu şeyi
yapma yönünde bir güdü vermiş olmalı.

Evde Noel ve "Dostluğa Övgü"

Nietzsche özellikle zor bulduğu üçüncü Bakış'ı yazarken ciddi mik­


tarda sinirsel enerji harcamıştı. Kitabı bitirdikten ve geneline baktığın­
da gayet olumlu karşılanmasından sonra nihayet karlı bir Noel için
Naumburg'a döndüğünde rahatlayabildi (Noel'i Bayreuth'ta geçirme
davetini yine geri çevirmişti). Felsefi çalışmasına verdiği mola sayesinde
"Dostluğa Övgü"nün (Hymnus an die Freundschaft, 1 874) hem piyano
solo hem de dört elli versiyonunu nihayet bitirebildi. (Bu eserin melo­
disini " Hayata Dua "da (Gebet an das Leben, 1 8 82) yeniden kullanır.
Bu kitabın web sitesinde 1 7. Parça. ) Tamamen enstrümantal olmakla
birlikte bu eserin programını Malwida'ya şöyle anlatır:
NIETZSCHE

Birinci Dize: Prelüd -dostluk tapınağında dostların tören alayına övgü.


İntermezzo: -Sanki acı-tatlı bir hatıra.
İkinci Dize: İlahi.
İntermezzo: Geleceğe dair bir kehanet gibi, en uzak yere bir bakış.
Üçüncü ve Son Dize: Final -dostların şarkısı. 1 17

Nietzsche bu parçayı çok sevmiş, zamanın saf öznel doğasının "açık


bir kanıtı" olarak görmüştü: Sadece on beş dakika sürmesine rağmen
"insan [gündelik] zamanı unutuyor", çünkü bütün bir ömür bu parçada
katediliyor. 1 18 ( Araba kazasından hemen önce "insanın bütün hayatının
gözünün önünden geçtiği" deneyimi düşünürsek ne demek istediğini an­
layabiliriz.)
Nietzsche Naumburg'da bulunduğu sırada Pinder'le Krug'un yeni
eşleriyle tanıştı. Bu karşılaşmalar gençliğindeki bu yakın dostlarından
uzaklaştığını onun gözünde netleştirdi. "Noel'de Krug ve Pinder'i sık­
lıkla gördüm," diye yazar Rohde'ye. "Bu otuz yaşındaki kır sakallıla­
rın tersine sende ve bende sevginin ebedi gençliği var, diyebilirim. " 1 19 3
Ocak'ta yoğun kar yağışına ve soğuğa rağmen tekrar Basel'e gitti.
12. Bölüm

Auf Wiedersehen Bayreuth *

ietzsche 4 Ocak 1 875'te Basel'e döndüğünde, dağ gibi işlerin al­


N tında her zamankinden daha çok ezildiğini hissetti. Üniversite ve
Piidagogium öğretmenliğinin korkunç yüküne ilaveten, budalalık ederek
Schmeitzner'e sonraki beş yılda on Zamana Aykırı Bakış daha yazma
sözü vermişti. Fakat bunları -"gerçek" işini, yani çağın "ruhunu" te­
mizlemeyi- ancak tatillerde ve hastalık izinlerinde üretebileceğini söyle­
mişti von Bülow'a. Kronik hastaların sahte umuduna kapılarak, devam
eden göz problemleri dışında, "Tanrıya şükür" diye yazıyordu bu kez,
"ufukta hiçbir hastalık görünmüyor ve her gün soğuk banyo yaptığım
için büyük ihtimalle bir daha hasta olmayacağım" . 1 Bunu söylediğinde
Ocak'tı! Elizabeth'in dediğine göre Nietzsche, tıpkı ikinci şahsiyeti Zer­
düşt gibi "kışla dalga geçmeyi" seviyordu.2 Malwida von Meysenbug'a
gönderdiği bir mektupta yazdığına göre de o kadar çok mesleki görevi
vardı ki bir günden ötekine "uyuşturulmuş" halde sallana sallana geçi­
yordu. Ölüleri kıskandığını ama hayattan haz aldığından değil, "görevi­
ni" tamamlamak için yaşlanmaya kararlı olduğunu da ekliyordu.3
Fakat Şubat'ta biraz daha neşeliydi. " Bayreuth'un bu yıllarında yaşa­
mak Tyche'nin [şans tanrıçası] bir armağanı," diyordu Rohde'ye. Bay­
reuth Festivali sonraki yıla kadar yapılmayacak olmasına rağmen, Wag­
ner 1 875'te bir dizi ayrıntılı prova planlamıştı. Müzik inanılmaz ölçüde
yeni ve farklı olduğundan, asıl performansa hazırlanmak için provalara
katılmak (biz de bugün kayıtları dinliyoruz) gerektiğinde herkes hemfi­
kirdi. Fakat Nietzsche kaygılıydı,' zira beklentileri o kadar yüksekti ki
kendini bir düşe hazırlıyor gibiydi.4 Hayat "tehlikeli" , diye yazıyordu,
"insan geleceğin huzurunda titriyor. " 5

• Hoşça kal Bayreuth!-r.n.


3 00 NIETZSCHE

Nietzsche'nin üniversite öğrencilerinden birkaçı hayatının bu safha­


sında ona dair anılarını yazmışlardır. Jakob Wackernagel onun ileri dü­
zey öğrenciler için seminerlerini çok ciddiye almasına rağmen,

biz [lisans] öğrencileri onun derslerini pek sevmiyorduk. Jacob Burckhardt'ın


dersleri sebebiyle, yüksek bir ders standardına alışmıştık. Ama Nietzsche'nin dersleri
son derece kuru ve harfi harfineydi, hatırlanacak sözler sadece arada sırada ağzın­
dan çıkıyordu. Örneğin "Platon'a Giriş" dersini özellikle sıkıcı buluyorduk.

Fakat işin insani yanına gelince Wackernagel şöyle devam eder:

İnsan onun yanında olmaktan büyük haz alıyordu. Buradaki [Basel] hayatının
ilk yıllarında gece danslarını da içeren zengin bir sosyal hayatı vardı. Genç kadınlar
onun büyüsüne kapılıyordu. Biz öğrenciler de onların Nietzsche'yle sohbetlerini he­
vesle dinliyorduk. Örneğin bir tanesinin bana anlattığına göre, Nietzsche ona rüya­
sında kendini kamelya olarak gördüğünü söylemişti. 6

Ludwig von Scheffler adlı başka bir öğrenci Nietzsche'nin derslerine


biraz daha olumlu bakar:

Yazılarındaki meydan okuyan tonun kişisel tavırlarıyla bağdaşmadığını gördüm.


Son derece mütevazı, hatta neredeyse boynu bükük bir tarzı olduğunu fark edince
şaşırmıştım. Boyu ortalamanın biraz altındaydı, başı omuzlarının arasına gömülüydü
ve vücudu da tıknaz ama narindi. Pırıltılı gözlükleri ve uzun, sarkık bıyığının arkasın·
daki yüzünde kısa boylu erkeklere çoğunlukla etkileyici bir görünüm veren ruhani bir
bakış vardı ... kürsüye ağır ağır, neredeyse bitap düşmüş halde yürürdü ... hatiplerin
gür sesine sahip değildi, pek çok üniversite hocasının tipik duygulandırıcı (pathos)
özelliği olan, keskin olmasına rağmen temelde etkisiz ses ayarlamaları da yoktu.
Nietzsche'nin sesi ağzından çıktığı gibi, yumuşak ve doğaldı. Bu ses için tek bir şey
söylenebilirdi: Doğrudan ruhu yansıttığı için derhal insanda sempati uyandırıyordu.?

Fakat pek o kadar olumlu bakmayan öğrenci büyük ihtimalle daha


doğruyu söylüyordu çünkü Nietzsche'nin kendisi de bu dönemde sağlı­
ğını ve kuvvetini "gerçek" işine adamak için öğrencilerine "uykuda bile
sürebileceği" " birkaç ulu savaş atı" vermekle yetindiğini Rohde nezdin­
de kabul etmiştir.s
***
Auf Wiedersehen Bayreuth 301

Şubat ayında yıllık Basel Fastnacht [karnaval] eziyeti başladı. E n da­


yanılmaz olanı da sabah yediden akşamın geç saatlerine kadar sürek­
li çalan davullardı. Bu yüzden Nietzsche 1 4- 1 5 Şubat hafta sonunda
Luzern'e kaçtı: " Derin kar ve semavi bir sessizlik buldum," diye yazıyor­
du eve. "Yüksek sesli bir müzik çalarken kocaman genel bir ara vermeye
benziyordu sessizlik; insan sessizliği duyabiliyordu. "9 Ama Luzern'in en
güzel yanı Pilatus Dağı'na yapılan yürüyüşlerdi. Von Gersdorff'a yaz­
dığı kadarıyla onun için özellikle kişisel bir anlam taşıyordu,10 bu an­
lam Basel'e dönüşünden kısa süre sonra Rohde'ye yazdığı bir mektupta
açıklık kazanır: "Bir dağ adamı olmak istiyormuşum gibi geliyor; hayat
tarzım giderek dağ adamlarınınki gibi müstahkem ve içsel olarak ba­
ğımsız hale gelecek. " 1 1 Birkaç yıl sonra Nietzsche'nin gerçekten de bir
"dağ adamı" olduğunu göreceğiz. Basel'in gürültüsünden dağların sessiz
yalnızlığına çekiliş, kendisinin de öngördüğü gibi, gelecekteki hayatının
önden duyulan bir yankısıydı.
Fritz Luzern'deyken Elizabeth de Viyana ve Budapeşte'deki konserler
için altı haftalığına seyahate çıkan Wagnerlerin evini çekip çevirmek üze­
re Bayreuth'a geldi. Franziska bu fikre her yönüyle karşı çıkmıştı. Onun
gözünde Wagner, karşılaşmayı bile reddettiği rezil bir kişiydi. Ama Eli­
zabeth ile Cosima arasındaki yakınlaşma Nietzsche'nin hoşuna gitmişti
-kısa süre sonra birbirlerine sen ( du) diye hitap etmeye başladılar- çünkü
bu yakınlaşma sayesinde hem Wagnerlerle ilişkisini vekaleten koruyor,
hem de Wagner'in boğucu varlığından kaçınması mümkün oluyordu.
Mart ayında iş yükü yüzünden Basel'in sosyal hayatından neredey­
se tamamen elini eteğini çekti.12 "İnsan ne demeye yirmi dört yaşında
profesör olur ki! " diye yakınıyordu birkaç ay sonra: "Son altı yılı" -bir
başka deyişle profesörlük yaptığı dönemin tamamını- "işlerin altında
ezilerek geçirdim " , 13

Biz Filologlar

Mart ayında yine alışılmış göz sorunlarından mustarip olan Nietz­


sche, kendisini ziyaret eden von Gersdorff'a Zamana Aykırı Bakışlar'ın
" Biz Filologlar" adı verilecek muhtemel dördüncüsünü dikte ettirmeye
başladı. Bu projenin notlarında yine "Yunanların" eşsiz konumunun
3 02 NIETZSCHE

(Antik Yunan'ın Batı uygarlığının zirvesi olduğu, o yüzden de tüm ça­


balarımızın bu kültürel ideali yeniden yaratmak olması gerektiği fikri)
-varsa- hangi gerekçeye dayandığı sorununa döner. On sekizinci yüzyıl­
da Goethe ve Winckelmann'dan beri Almanya'da bu kavrama hiç karşı
çıkan olmamış, Alman eğitiminde Yunan filolojisinin önde gelmesi de
buna dayandırılmıştı.
Peki, Yunanların bu sözde ibretlik konumunun gerekçesi nedir, diye
sorar Nietzsche. Onlara niçin rol modelleri gibi davranmalıyız? Onlarda
bu kadar özel olan nedir? Antik dünyaya ilgi temelinde antik Yahudi­
lere, Mısırlılara ya da Perslere de eşit ölçüde bakmamız gerekmez mi ?
Nietzsche'ye göre Yunanların öne çıkışı esasen yanlış idealleştirmelerin,
şu anki gerçekliklerden duygusal bir düşe kaçışın, Hıristiyanlık düşman­
lığının ve Romalıların kültürel sinmişliğinin tekrarının bir bileşiminden
kaynaklanır. O halde Yunanların örnek alınması kesinlikle "çürütül­
müş bir ilke" midir?14 Nietzsche'nin nihai kararına göre aslında öyle
değildir. Yunanlar hakkındaki en önemli mesele, tüm insanlığa açık olan
evrensel doğayı paylaşmalarına rağmen, çocuksu masumiyetlerinin ve
"naifliklerinin ", önemli insani fenomenlerin -devlet, eğitim, cinsellik ve
sanat- eşsiz bir netlikle ortaya çıkmasını sağlamasıdır: "Yunan aşçı baş­
ka aşçıdan daha aşçıdır. " 15 Yunanlar açık ve dürüst insanlardı, çünkü
Hıristiyan ve Hıristiyanlık sonrası insanlığın tersine utançları yoktu.

Yunanların toplu olarak modern insanlıktan daha etik olduğunu söylersem bunun
anlamı nedir? Eylem halindeki ruhlarının bütün görünürlüğü onların utançlarının ol­
madığını gösterir. Vicdan azabı diye bir şey bilmiyorlardı. Sanatçılar gibi daha açık,
daha tutkululardı; bir tür çocuksu naifliği de taşıyorlardı, bu yüzden yaptıkları tüm
kötü şeyler de bir nevi saflık, kutsala yaklaşan bir şey barındırıyordu.1 s

(Albert Camus de Yunan "naifliğini" benzer bir şekilde över ve özel­


likle atletlerin çıplaklığıyla ilişkilendirir.) O halde Yunanlar neticede
özel ilgiye layıktı. Gelgelelim, on sekizinci yüzyıldan beri baskın olan
duygusallaştırılmış, "yaldızlı kağıda sarılmış" , 17 "kısırlaştırılmış" ı s
Yunan imgesine değil, gerçek Yunanlara bakılmalıydı. Yunanların -ve
insanın- doğasındaki "insanca, pek insanca "lığı19 tanımalıyız: "İnsan
ilişkilerindeki irrasyonelliği hiçbir utanç duymadan aydınlığa çıkar­
mak " zorundayız. Ancak bunu yaptıktan sonra "temel ve geliştirilemez
Auf Wiedersehen Bayreuth

olan ile geliştirilebilir olan arasında ayrım yapabiliriz" .20 Üstelik ancak
pek-insanca olanı dürüstçe tanıdıktan sonra onunla makul bir tarzda
uğraşabiliriz. Tıpkı Yunanların kendisi gibi biz de şunu kabul etmeliyiz:

Esriklik, hilekarlık, intikam, kin besleme, iftira gibi arzuların insaniliğini ... böylece
toplumu ve etiği inşa ederken bu arzuları da katmalıyız. [Yunan] kurumlarının bilge­
liği iyi ile kötü, siyah ile beyaz arasındaki ayrımın yokluğunda yatıyordu. Demek ki
kendini gösteren doğa inkar edilmeyip onunla kaynaşılıyor, belli kültler ve günlerle
sınırlanıyordu. Antiklerin tüm özgür-ruhluluğunun [Freisinnigkei� kökünde bu vardı:
İnsanlar doğa kuwetlerini imha ve inkarın değil, ılımlı tahliyenin peşindeydi.21

Nietzsche'nin daha sonra Hıristiyanlığın "kötü"yü ele alışına yönelt­


tiği eleştirinin önemli bir öncelini görüyoruz burada. Daha yerel bağ­
lamda ise örneğin cinselliği ara sokaklardaki randevuevlerine süren iki­
yüzlü Viktoryen namus bekçiliğine de bir karşı çıkıştı bana kalırsa.
"Benim hedefim çağdaş 'kültürümüz' ile [otantik olarak kavranan]
antikite arasındaki husumettir," diye yazar Nietzsche. "Çağdaş 'kültü­
re" hizmet edenler antikiteden nefret etmelidir. "22 Fakat o sırada pratiğe
geçirilen filolojinin sorunu Yunanların temsilini kesinlikle üretken olma­
yan bir tarzda, kültürün mevcut durumunu gerekçelendirmek için kullan­
masıdır. Yani Yunanlar tıpkı Romalılar gibi salt "dekorasyon ve ciladan"
ibaret değildir. Onlara göre kültür hayatın köklerine aitti.23 "Kültürü"
salt pastanın üstündeki süsleme olarak, ahmakça ticaretçilik gerçeğinin
üstüne çekilmiş ince bir vernik olarak gören modernlik, Yunanların en
iyi yönlerini tekrarlamakla övünür. Fakat aslında "dekorasyon" olarak
kültür kavramı zaten çoktan Antik Yunan'ın büyüklüğünden düşüşü
temsil eden İskender-Roma döneminden gelir.24 Nietzsche'nin buradaki
itirazı on dokuzuncu yüzyılın cephe beğenisinedir -birbirine aynen ben­
zeyen binaların üzerine klasik ya da gotik bir süsleme cilası çekilmesine­
dir. Onun eleştirisi Bauhaus'un eleştirisiyle bağlantısız değildir.
Akıl hocası Schopenhauer'la aynı düşmanlığı paylaşan Nietzsche, ta­
rihin kendini övmenin bir biçimi olarak kullanılmasını herkesten önce
Hegel'e atfeder. Modern tarihçilerin hepsi de "başarıya dayalı" bir tarih
yazar, mümkün olan dünyaların en iyisinde yaşadığımızı varsayarlar. Bu
yüzden hayatımızı Yunanlara kadar geriye doğru okurlar, ardından ken­
di (yanlış) yorumlanmış hayatlarını da bizim kendi hayatımıza doğru
NIETZSCHE

okurlar; böylece hem onları hem bizi överler. Bir başka deyişle, modern
tarihçiler gizli teologlardır.25 Nietzsche bu kısırdöngünün tek bir istisna­
sını görmüştür -meslektaşı Jacob Burckhardt.26
***

Burckhardt da Nietzsche gibi Schopenhauer'cıydı (ama Nietzsche'nin


aksine o, yolundan dönmedi) . Kişilik bakımından da pek çok noktada
benzediği Schopenhauer'a insanın temel durumunun acı çekmek olduğu
noktasında katılıyordu. Yine onun gibi tarihin aynı şiddet ve irrasyonel­
lik desenlerini ebediyen tekrarladığını düşünüyordu. Nietzsche'nin on
dokuzuncu yüzyıl tarihçilerinin aklın, hakikatin ve adaletin her seferin­
de daha büyük zafer kazandığı bir tarih anlatmadaki Hegelci kararlı­
lıklarına onu önemli bir istisna saymasının sebebi buydu. Burckhardt
bu görüşü Rönesans'a uygulamasıyla büyük ün kazanmıştır. Fakat aynı
zamanda Yunanlara da uygulamış, tarihsel sezgisini on sekizinci yüzyıl
klasisizminin yaptığı sakin-rasyonel ve mutlu Antik Yunan tablosunu
yapıbozuma uğratmakta, Yunan hayatı ve sanatının vahşi ve irrasyonel
bel altını açığa çıkarmakta kullanmıştı.
Nietzsche de Yunanların hiçbir şekilde Dionysosçuluğun yıkıcı tara­
fına bağışık olmadıklarını vurguladığı Tragedyanın Doğuşu'nda Yunan­
lara dair on sekizinci yüzyıl bakışını yapıbozuma uğratmaya bağımsız
olarak girişmişti elbette. Yine de Tragedyanın Doğuşu da en azından bir
açıdan muzafferaneydi: " Barbarların" aksine Yunanlar Dionysosçulu­
ğun tehlikelerini trajik şenlik yoluyla arıtmayı başarmıştı. Öte yandan,
" Biz Filologlar"ın notlarında Yunan hayatında hala var olan karanlık
bel altı üzerinde çok daha katı bir şekilde durulmuş, "tarihin ne kadar
zalim ve anlamsız olduğunu kavrayamayan kişinin onu anlamlandırma
güdüsünü anlama şansı da yoktur" demekte ısrar edilmişti.27
Nietzsche 1 872'de Burckhardt'ın Yunan kültür tarihi derslerine gir­
mişti ve ortak ilgi alanları konusunda uzun, yoğun tartışmalar yapmış­
lardı. Bu yüzden Burckhardt'ın etkisinin "Biz Filologlar" da hissedildiği­
ni söyleyebiliriz. Fakat Nietzsche bir açıdan da Burckhardt'ın bile Yunan
karanlığına gözünü kaçırmadan bakamadığını düşünmektedir. 1 876
Mayıs'ında Rohde'ye gönderdiği mektupta, Rohde'nin Yunanlar üze­
rine eserinde Yunan hayatındaki "eşcinsel ilişkiden" uzak kaldığından
yakınır. Burada apaçık bir ihmal vardır, çünkü hem Yunan gençlerinin
eğitimi hem de Yunanlardaki Eros kavramı bu ilişkiye dayanır: Yunan-
Auf Wiedersehen Bayreuth

ların heteroseksüel aşk anlayışı, Nietzsche'nin iddiasına göre, yaşlı ada­


mın erkek çocuğa sevgisi modeli üzerine kuruludur. Burckhardt'ın da
aynı şekilde kaçındığını ekler. Derslerinde bu konudan hiç bahsetmez.28
"Biz Filologlar" hiç basılmadı, hatta notlar toplamından ileri gideme-
di. 1 875 Mayıs'ında kırk sayfasını yazmasına rağmen eserin "akmadı­
ğından" şikayet ediyordu.29 Problemin ne olduğu açık değildir. Ama en
muhtemel açıklama uyarınca, halihazırda mesleğinden manevi anlamda
uzaklaştığından, mevcut pratiğe bir kez daha saldıracak enerjisi kalma­
mıştı. Eserin umut verici başlığına rağmen, notlarda Yunanlar hakkında
epeyce şey söylenirken, filolojinin mevcut durumu hakkında pek az şey
söylenmesi dikkat çekicidir.

Bir Yorum, Romundt'a Veda,


Wagner'e Doğum Günü Kutlaması ve Bir Sağlık Krizi

1 Nisan 1 875'te Londra'daki Westminster Review'da ilk üç Zama­


na Aykırı Bakış üzerine uzun bir yorum yazısı çıktı. Benthem ve Mili
tarafından kurulan ve önce George Eliot, sonra da Thomas Huxley'in
( "Darwincilik " sözcüğünü sayfalarında ilk kez kullanan kişi) editöryal
katkılarıyla çıkan bu önemli dergi 1 853'te henüz Almanya'da tanın­
mazken Schopenhauer'ı keşfetmişti. Anonim yorumcu Nietzsche'nin
Schopenhauer'a bağlılığına dikkat çekiyor, Schopenhauer'ın espri anla­
yışını ve insan doğasına dair keskin gözlemlerini kabul etmekle beraber,
Almanya'daki " ontolojik kağıttan şato" yapıcıların en kötülerinden
biri olduğu eleştirisini yapıyordu. Yorumcu Nietzsche'ye döndüğünde
de "pozitif düşüncenin bir biçiminin . . . Almanya'nın çorak ve sersem­
letici metafiziğini eninde sonunda yenmesini" ummaktadır, diyordu.30
Nietzsche yorumcunun "ters şeyler" söylediğini duyar ama İngiltere'de
ciddiye alındığına çok sevinmiştir.31 Yorum önemlidir, çünkü Nietzsche
ve Wagner'in Schopenhauer idealist metafiziğini diriltmesinin o dönem­
deki bilimci, materyalist bakış açısına ne kadar ters düştüğünün altını
çizer. Ayrıca Nietzsche'nin görüşündeki metafizik " kağıttan şatoyu"
gerçekten "pozitif düşüncenin" kısa süre içinde yeneceği konusunda
ileri görüşlüdür.
***
NIETZSCHE

Şubat ayında, Schopenhauer'ın dünyayı-inkar eden yönleriyle Nietz­


sche'ye nazaran çok daha fazla ilgilenen Heinrich Romundt, üniversite­
de felsefe kürsüsü alamadığı için Katolik rahibi olacağını Baumann'ın
Mağarası'ndaki ev arkadaşlarına bildirdi. Hem Nietzsche hem de Over­
beck bunu ihanet olarak gördüler, ama sırf akıldan imana gerilediği için
değil, başka türden bir imana gerilediği için.

Ah, bizim şu güzelim Protestan havamız! Luther'in ruhuna içtenlikli bağımlılığımı


hiç bu kadar çok hissetmemiştim -şimdi bu bedbaht adam tutmuş Luther'in özgür­
leştirici dehasından gelen her şeye sırtını dönmek istiyor. Aklını mı kaçırdı, yoksa
yeterince soğuk banyo yapmadı mı diye soruyorum kendime.32

Protestan olarak yetişmiş insanların çoğu Katolikliğin karanlık iç


mekanlarını, tütsüleri, mumları, kutsal kalpleri, yaldızlı Meryem hey­
kellerini okuryazar olmayan köylüler için ucuz bir tiyatro olarak gör­
meye yatkındır. Protestanların çoğunun gönlünde putkırıcılık yatar.
Nietzsche'nin "Protestan hava" derken şunu kastettiğini düşünüyorum:
estetik sadelik, putlardan uzak durma.
Romundt 10 Nisan'da, varlığını tümden örnekleyen Charlie Chap­
linvari bir tarzda, nihayet Basel'den ayrıldı:

Overbeck ve ben onun seyahat ihtiyaçlarıyla kendisinden çok ilgilendik -o kayıt­


sızlık içinde sürüklenmeyi sürdürdü. Mizacındaki müthiş kararsızlık tam bir komedi
doruğuna ulaştı ve gitmeden bir saat önce gitmek istemediğine karar verdi. Hiçbir
sebep söylemeyince o akşam gitmesini biz sağladık. Dehşetli bir acı içindeydi ve
hayatının en iyi kısmının artık sona erdiğini söyleyip duruyordu. Gözyaşları içinde ba­
ğışlanmak için yalvardı; bu sefalet karşısında ne yapacağımızı bilemedik. Son anda
tam ona özgü bir felaket daha yaşandı. Kondüktör, [kalkmakta olan trenin] kapılarını
kapattı ve bize bir şey daha söylemek isteyen Romundt vagonun cam penceresini
indirmeye çalıştı. Ama pencere çetin ceviz çıktı. Tekrar tekrar denedi ve bu sırada da
derdini anlatmak için boşuna kendine eziyet etti -ama başaramadı. Tren istasyondan
ağır ağır ayrıldı ... bütün bu sahnelerin korkunç simgeselliği ruhlarımız üstüne ... ağır
bir yük gibi çöktü.33

Sonraki gün Nietzsche "otuz saatlik bir baş ağrısıyla ve bol miktarda
safra kusarak" yatağa düştü; bu durum ondaki sağlık sorunlarının strese
Auf Wiedersehen Bayreuth

bağlı olduğunun başka bir göstergesidir. Neyse ki Romundt " Roma'ya


gitme" niyetinden kısa sürede vazgeçti. En sonunda Oldenburg'da lise
öğretmeni oldu ve zaman zaman felsefi denemeler yazdı.
***

Nietzsche 24 Mayıs'ta Wagner'e her zamanki doğum günü kutlama­


sını gönderdi (iki gün gecikmişti). Bu kutlama mektubu, onun yazdığı
en derin mektuptur ve bana kalırsa Wagner'le iletişiminin diğer herkesle
olduğundan daha derin (ileride göreceğimiz üzere Lou Salome hariç)
bir düzeyde sürdüğünü gösterir. "Sizin hayatınızı düşündüğümde," der
Nietzsche,

dramatik bir gidişatı olduğu hissine kapılıyorum: Sanki başka biçimde yaşayama­
yacak bir dramacısınız ve her halükarda ancak beşinci perdenin bitiminde ölebilirsi­
niz. Her şey tek bir hedefe doğru hücum ederken tesadüfler kaybolmuş, belirmekten
korkmuş görünmektedir. Güçlü ilerleyişinizin neticesinde her şey zorunluluk olmuş
ve demirleşmiştir.

Nietzsche'nin olgunluk felsefesindeki merkezi temalardan birinin er­


ken belirişidir bu: Doyurucu, anlamlı hayatlar yaşamak için hayatları­
mızı sanat eserleri olarak, estetik birlikler olarak yaratmalıyız ve olmuş
her şeyi içine dahil etmeliyiz, böylece artık hiçbir şey "tesadüfi" görün­
meyecektir.
Nietzsche mektubun devamında Wagner'e "zavallı Hölderlin"in
şiirleri içinde bulduğu "tuhaf güzellikte bir kehanet"ten bahseder.
Hölderlin'in hayatında "işler tıpkı benim hayatımdaki gibi iyi gitmemiş,
bizim güvendiğimiz ve göreceğimiz şeyi o sadece sezmiştir" der. Sonra
da doğum günü hediyesi olarak şiirin tamamını alıntılar:

Ah, halkın kutsal yüreği, Ah Anayurdum!


Sessiz dünya ana gibi sabırlı
Ve her şeyi bilen, oysa derinliklerinde
Yabancı en iyi yerde.
Düşüncelerinin, ruhunun hasadı,
Kopartırlar üzümlerini, hor görürler seni
Sen, bakımsız bağ, böylece sen
Kafan karmakarışık dolaşır durursun yeryüzünde.
NIETZSCHE

Sen en yüce, en ciddi dehanın Diyarı!


Sen aşkın Diyarı! Şimdiden seninim,
[Ama] sık sık ağlarım öfkeyle, çünkü sen sık sık
Budalaca reddedersin kendi ruhunu.
Şimdi dur ve sessiz kal, neşeli bir iş niyetiyle
Yarattığın bir iş, yeni bir biçim niyetiyle,
Tıpkı senin gibi aşktan doğan
Ve senin gibi iyi olan tek şey.
·
Nerede Delos'un, nerede Olimpia'n,
Ki bulalım kendimizi en yüce şenlikte?
Peki, ama oğlun nasıl kestirebilir sen ölümsüzün
Uzun zamandır kendin için ne hazırladığını'?34

Nietzsche'nin bu şiiri alıntılamasının nedeni yine Wagner'in Yunan


tragedyasının -"en yüce şenliğin"- yeniden doğmasını sağlama projesini
muteber kılmaktır. Biraz şansla Bayreuth projesi Alman halkının [ Volk ]
kalbiyle uyum içinde olur, demeye getirir. Belki de Wagner'e "Yunan"ın
yeniden doğuşunun projesi olduğunu, başka konulara dikkatini verme­
mesi gerektiğini hatırlatmaya çalışmaktadır.
Hölderlin'in en sevdiği tutumlarından biri de "kutsal yas" tutumu­
dur -henüz toparlanmamış Volk'un [halk] ruhu için yas tutmak. Bu
duruş Alman halkının [ Volk] halen kendi hakiki benliğinden uzak ol­
masına şairin "öfkeyle ağlamasında" ifadesini bulur. Bana kalırsa Nietz­
sche'nin Hölderlin'e duyduğu saygı, ileride göreceğimiz üzere, ilk Bay­
reuth Festivali'ne soğuk bakışının aldığı biçimi açıklayabilir: Kendini,
" kutsal yas" duruşunu, olabilecek ama henüz olamayan için yas tutma
duruşunu benimsemiş gibi görmektedir. Hölderlin adeta Nietzsche'nin
Festival'e tepkisini önceden yazmıştır.
Göründüğü kadarıyla Wagner bu mektuba hiç cevap yazmamıştır.
***

Nietzsche 14 Mayıs'ta Schmeitzner' den dostça bir hatırlatma notu aldı:


On tane daha Zamana Aykırı Bakış yazma sözü vermişti, ayrıca dördün­
cüsünün el yazmalarını göndermeliydi ki Haziran'da baskıya geçilebilsin.
Muhtemelen bu yüzden Nietzsche'nin sağlığı ciddi oranda kötüleşti. Son-

.. Yunan mitolojisinde Apollon'un doğum yeri olan tapınak adası.


Auf Wiedersehen Bayreuth

raki bir buçuk ay Elizabeth'in ihtimamına ve teselli edici varlığına rağmen


korkunç göz ağrısı, baş ağrısı ve mide kasılmaları geçirdi; bazı kasılmalar
o kadar şiddetli oluyordu ki safrayla beraber kan da kusuyordu. Dostu
ve arkadaşının rahatsızlığını bir türlü anlayamayan Profesör Immermann
ilk başta ona gümüş nitrat çözeltisi verdi (günümüzde bu madde fotoğraf
kağıdı hazırlamak, saç rengini koyulaştırmak ve siğilleri gidermek için
kullanılıyor) ama işe yaramayınca bu kez yüksek dozlu kinin denedi.35
Van Gersdorff 28 Haziran' da Basel'deki dostuna şöyle yazıyordu: "Tıbbi
tedaviye güvenini sarsmak istemem, ama yine de l[mmermann] senin za­
vallı miden üzerinde bazı şüpheli deneyler yapıyor. "36
Bu arada Cosima onun durumunu bilmesine rağmen Temmuz'da her za­
manki alışveriş listelerinden birini gönderdi. Acaba rica etse Strazburg'dan
( burası Basel'den epeyce uzaktı) "birkaç kilo karamelli şeker, ditto pate
d'abrocots (kayısı ezmesi), bir paket meyveli şekerleme (şurup içinde de­
ğil şeker kaplı olanlardan), bir torba da portakal şekerlemesi"37 alabilir
miydi? Sanki Nietzsche'nin Wagnerlerin ev hizmetini görmekten daha iyi
bir işi yoktu. Nietzsche Derlenmiş Görüşler ve Düsturlar'da ( Vermischte
Meinungen und Sprüche, 1 8 79), gayri şahsilik örtüsü altında, bu tür bir
muamelenin en sonunda nasıl bir tepki yarattığını yazmıştır:

En Acı Hata: -Sevildiğimize inandığımız bir yerde aslında sadece evdeki bir mo­
bilya ve evin sahibi için konuklarının önünde caka satmasına yarayan bir süs olduğu­
muzu fark etmek bizi öyle bir yaralar ki bu durum asla bağışlanamaz.38

Nietzsche sağlık sorunlarını her zamanki metanetiyle karşıladı, hatta


Ağustos'ta başlayacak Bayreuth provalarına katılmamak için geçerli ba­
hanesi olmasına çok da üzülmüyordu belki de. Gençliğinden kalma, ne
kadar korkunç görünürse görünsün her şeyin daha büyük bir iyiliğe katkı
yapacağına yönelik dini inancını sürdürme kararlılığını yansıtan ve sanat
eseri olarak hayat temasını önceleyen bir tarzda Marie Baumgartner'e
yazdığı mektupta hayatı şöyle anlamaya çalıştığını belirtir:

Bu, varlığımın ve kişisel koşullarımın [sağlığının kötülüğü, mesleğinin ona ya­


zacak zaman bırakmaması] zararlı değil, hatta yararlı bir tarzda bağlantıda olduğu
bir sanat eseri. Her proje buna dayanır. O halde anlamı şudur: Ana şeyi reddetmek
zorunda kalmamak için pek çok şeyi reddetmek [örneğin Wagner'le dostluğunu]. Gö­
rüyorsunuz: Cesaretten yoksun değilim.39
3 ro NIETZSCHE

Steinabad'da "Şifa"

Immermann'ın tedavisine rağmen (ya da bu tedavi yüzünden) Nietz­


sche'nin durumu sürekli kötüleşti. Doktor arkadaşı en sonunda ça­
resiz kalarak ona Bayreuth provalarına gitme planlarını tümden rafa
kaldırıp onun yerine "şifa " bulmaya gitmesini söyledi. Bunun üzerine
Nietzsche 1 5 Temmuz'da dört haftalığına bir kaplıca tesisine gitti. Kara
Orman'daki Alman sınırının hemen yukarısında, Bonndorf yakınında
bulunan Steinabad'daki bu kliniği mide uzmanı Dr. Joseph Wiel işleti­
yordu. Dr. Wiel beslenme yoluyla sağlıklı kalınabileceği görüşüne da­
yanan bir yemek kitabı yazdığı için uluslararası üne sahipti. Nietzsche
ona büyük saygı duyuyordu: Kendisi de insanın doğru beslenirse sağ­
lıklı olacağına inandığından, Wiel'e "tıp devrimcisi" diyordu.40 Fakat
o dönemin standartları için bile " şarlatan" daha doğru bir ifade olurdu
-kronik hastaların çoğu gibi Nietzsche de denize düşüp yılana sarılmıştı.
Wiel her sabah erkenden soğuk su lavmanı, neredeyse tamamen etten
oluşan günlük dört küçük öğün yemekle tedaviye başladı. Ayrıca sa­
bahları yemekten önce biraz Carlsbad meyve tuzu, öğlen ve akşam da
bir bardak bordo şarabı veriliyordu. Nietzsche'nin kaplıcaya vardıktan
üç gün sonra Marie Baumgartner'e yazdığı kadarıyla, "su yok, çorba
yok, sebze yok, ekmek yok"tu. En sonunda, yatılı okulda bir kez başına
geldiği gibi, kulaklarına sülük kondu.41 Steinabad'dan ayrıldığı sırada
Wiel'in son tavsiyesi de yemeklerini sadece emaye kapta pişirmesi oldu
(bu kapların yüzeyinin sürekli ufalandığı bilinmektedir).42
Wiel "kronik mide zarı iltihabı ve aşırı mide genişlemesi" teşhi­
si koydu.43 "Zar iltihabı" midenin iç yüzeyinde iltihaplanma olduğu
varsayımına dayanırken, "mide genişlemesi" de hastanın baş ağrılarını
açıklamak için ortaya atılmıştı: "Teoriye" göre midenin genişlemesi kan
akışını engellediği için beyne yeterince kan ulaşmıyordu.44
***

Peki, sağ gözündeki ırsi körleşme dışında Nietzsche'nin hayatının bu


safhasında gerçekten yanlış giden neydi? Von Gersdorff'un kabul etti­
ği üzere,45 Nietzsche'nin migrene çok benzeyen belirtilerden mustarip
olduğu açıktır. Mide bulantısı ve kusma, ışığa hassasiyet ve bitkinlik
klasik migren belirtileridir, üstelik Nietzsche'yi etkileyen duygusal stres,
parlak ışık ve yüksek ses (Basel karnavalındaki davullar) de klasik te-
Auf Wiedersehen Bayreuth

tikleyicilerdir. Peki, ya bağırsak sorunları? Immermann mide ülseri teş­


hisi koymuştu.46 Fakat mide ülserinin ağrısı süt içince genellikle biraz
azalmasına ve Nietzsche de bol bol süt içerek zaman zaman iyileştiğini
söylemesine rağmen,47 bu hastalığa dair gerçek bir kanıt yoktur. Mide
ülseri hipotezinin başka bir sorunu da ülserler genellikle ya iyileşmesine
ya da ölüm gibi ciddi komplikasyonlara yol açmasına rağmen, Nietz­
sche'nin hayatı boyunca ara ara karın ağrısı çekmesi fakat mide soru­
nundan ölmemesidir. Bu da bize gösteriyor ki "hassas bağırsak sendro­
mu" ( HBS) Nietzsche'nin karmaşık tıbbi durumunun karın ağrısı kısmı
için daha akla yakın bir teşhis olacaktır. Mide sorunlarının gidişatına
baktığımızda HBS ile tamamen uyumlu olduğunu görüyoruz: dönem
dönem yoğun ağrıdan sonra hiç ağrı duyulmayan zamanlar, kimi zaman
kabızlık kimi zaman ishal, sıklıkla bitkinlik ve yatak istirahatı ihtiyacı,
beslenme rejimlerinin başarısız olması ve duygusal stresin krizleri sık­
lıkla tetiklemesi.
***

Wiel Ağustos başında "mide genişlemesinin" azaldığını düşün­


dü, ama hastada iyileşme belirtisi olmadığından teşhisini değiştirerek
Immermann'ın mide ülseri teşhisini benimsedi.48 Ama tedaviyi değiştir­
mediğinden Nietzsche'nin durumunun da düzelmemesi şaşırtıcı değildir.
Ancak birçok kötü günün arasında birkaç "iyi" gün geçirebiliyordu.49
Steinabad tesisinin pek az avantajlarından biri de yüzme havuzuy­
du: Sıradan ölümlüler için (yani Pforta şartlarında yetişmemişler için)
çok soğuk olan bu havuzda Nietzsche her sabah saat altıda tek başına
yüzebildiğini söyler.50 Tesisin başka bir avantajı da çevresindeki çam
ormanıydı. Nietzsche loş ormanda yürürken göz ve baş ağrısından ko­
runuyordu. Eski öğrencisi Louis Kelterborn Steinabad'da Nietzsche'yi
ziyaretini şöyle hatırlıyor:

Temmuz ayında güneşli, sıcak bir pazar günüydü ve doğa en güzel mücevherle­
rini takınmış caka satıyordu ... Ama benim için en büyük sevinç kaynağı doğa değil,
beni buyur eden dostumu bir kez daha görebilmekti. Hasta olduğu yüzünden ve ten
renginden hemen anlaşılıyordu, nasıl olduğunu ayrıntısıyla anlattı, tedavinin ayrıntı­
larından da bahsetti, büyük ihtimalle işe yarayacağını düşünüyordu. Kaplıca tesisinin
ve çevresindeki parkın her yanını bana gezdirdi, biraz yüzmemi istedi ama kabul
etmedim. Öğlen yemeğinden sonra çevredeki şahane ormanda birkaç saat yürüyüşe
\ 1 ı. NIETZSCHE

çıktık. Nietzsche daima dinç bir yürüyüşçü olmuştur ve hızlı yürüyüşünün düzenli
vücut hareketleri ona hep iyi gelmiştir. Burada insan harika köknarların tok, baharatlı
kokusunu ciğerlerine çekebiliyor. Patikanın her yeni dönemecinde karşımıza yeni
güzellikler çıkıyor ... her şeyden öte, etrafımızı saran derin sessizlik gerçek bir lütuf.
Bizden başka yürüyüş yapan çok az kişiye rastladık, yolumuzun üstünde köy filan da
yoktu ... Bu yüzden kendimizi her türlü insan faaliyeti ve gürültüsünden uzak hisset­
tik. Dolayısıyla, her zaman olağandışı, üst düzeyde ve heyecan verici olan sohbet
bana iki kat daha derin bir tatmin verdi, ruhumu dinlendirdi.5 1

Acaba ne hakkında konuşuyorlardı? Sağlık ile beslenme alışkanlıkları


ve başka alışkanlıklar arasındaki bağlantıyı konuşuyor olmaları muhte­
meldir. " Hak edinceye kadar sağlığıma kavuşamayacağım," diye yazar
von Gersdorff'a.52 Başka bir mektupta da hasta olanın "makineden"
ziyade "makinist" olduğunu belirtir.53 Suçluluktan ya da "ahlaken"
hastadır, dünyanın kötülükleri üzerinde fazla durduğundan" hastadır.54
Wagner'e gönderdiği, daha önce bahsettiğimiz doğum günü mektubun­
da şöyle der:

Her ikimize de mutluluk diliyorum, her ikimize de sağlık diliyorum ... Asıl söyle­
mek istediğim şu: Bencillik hastalıkta yatar, çünkü hasta daima kendini düşünmeye
zorlanır: Oysa dahinin sağlığı tam anlamıyla yerindeyse, sadece istemsiz kutsama
ve iyileştirmeyi, sırf elini üstüne koyarak yaptığını düşünür. Hasta insan daima bir
alçaktır ... 55

Bu sözler pek birbiriyle tutarlı değildir. Fakat esasen üç fikir ortaya


atılıyor. Birincisi, fiziksel hastalığa psikolojik hastalık yol açar ve tersi­
ne fiziksel sağlık da psikolojik açıdan sağlıklı olmaya bağlıdır. İkincisi,
dolayısıyla fiziksel hastalığın tedavisi daima psikolojik olduğu fikridir
-"kafamızı bir düzene sokmamız" , "her şeyi dert etmememiz" gerekir.
Üçüncüsü, psikolojik hastalık daima "ahlaki" hastalığın -günah- ve
psikolojik sağlık da ahlaki sağlığın -erdem- ürünüdür. Hastalar daima
genel iyiyi eksilten bencillerdir, sağlıklılar da onu artıran özgecilerdir
[bkz. Sözlükçe] .
Göreceğimiz gibi, sağlık ile erdem arasındaki bağıntı Nietzsche'nin
olgunluk felsefesinin merkezi temalarındandır. Ama daha da önemlisi,
nedensellik sırası tersine çevrilmiştir. Burada Nietzsche'nin ana eğilimi
Auf Wiedersehen Bayreuth

psikolojik ve dolayısıyla fiziksel sağlığı (özgecilik olarak tasavvur edi­


len) erdemin ürünü olarak görmekken, olgunluğunda erdemi psikolojik
sağlığın ürünü yapar.
Nietzsche'nin kişinin fiziksel sağlığını onun ahlaki sağlığının ölçü­
sü yapan bu fikri terk etmek için iyi sebepleri vardır. Çünkü tüm fi­
ziksel hastalıkların psikosomatik olduğu görüşü gülünç bir şarlatanlık
olmakla kalmaz ( " Ölüm pozitif düşünmekte başarısızlıktır" vb.), aynı
zamanda Hıristiyan kültürü içinde yetişmiş kronik hastaların özellikle
açık olduğu habis bir gizli teolojiyi cisimleştirir: Hastalığım kendi hatam
olmalı, günahkarlığımın bedelidir o, çünkü -bu kısım daima alçak sesle
söylenir- her şeye gücü yeten, tamamen iyi bir Tanrı vardır ve sebepsiz
yere acı çekilmesine izin vermesi mümkün değildir.
***

Başka bir tartışma başlığı da Bayreuth olmalı elbette. Kendisinin


Wagnerci olmaya ikna ettiği tüm dostlarının bu kökten yeni müzikal
deneyimin provalarının başlangıcı için Bayreuth'a gitmesinden çok hu­
zursuz olan Nietzsche, tek sorunun yokluğu olmadığını biliyordu, daha
ziyade dostları onun yokluğunu Sartrevari bir yokluk gibi algılıyordu.
( Dostum Pierre'le acil bir buluşma için bara giderim, ama o orada de­
ğildir. Ne bardaki şişelerin, ne barmaidin, ne içki içenlerin farkına varı­
rım, der Sartre, sadece ve sadece Pierre'in yokluğunun farkındayımdır. )
Nietzsche, Steinabad'dan yazdığı Rohde'ye kendini mazur göstermek
için "günün dörtte üçünden fazlasını ruhen" Bayreuth'ta geçirdiğini,
" orada bir ruh gibi dolanıp durduğunu" yazar.56 Kaplıcadaki son günü­
nü Overbeck'e yazarken de şunları söyler:

Bayreuth'tan ne zaman bir mektup alsam yarım saat kasılıyorum: Sanki bir anda
ayağa fırlamalı, her şeyi bırakıp size katılmak üzere koşmalıyım. Yürüyüşlerim sı­
rasında sıklıkla orkestranın "altın suyu" sesine benzer bir şeyler duyuyorum; fakat
hemen ardından sınırsız bir yoksunluk duyuyor, adeta mucizevi bir ayartılma hisse·
diyorum. Sizin orada olduğunuzu bilmek -oysa ne kolaydı hiçbirimizin olmaması 57
...

Buradaki " biz" ifadesi Nietzsche'nin Steinabad'da aklında olan baş­


ka bir konuya işaret eder: Bir "çağa aykırı" düşünürler ya da yeni ver­
diği adla "özgür ruhlar" komünü oluşturmak.58 Yon Gersdorff'a şöyle
yazar:
NIETZSCHE

Hala pek çok şeyi öğrenmek için gençlerimizden yararlanabiliriz. Giderek bu or­
tak bir yaşama ve öğrenme varoluşu haline gelecek. Daima etrafta bu tayfaya katıl­
mak isteyen birileri oluyor, örneğin son derece yetenekli ve erken olgunlaşmış (ama
erken acı çekmeye başlamış) öğrenci, [Basel] hukuk öğrencisi [Albert] Brenner.59

Sonraki bölümde göreceğimiz üzere, Brenner aslında ertesi yıl


Sorrento'da, Nietzsche'nin deyimiyle "özgür ruhlar manastırında", ona
katılacaktır.
Nietzsche'nin Kelterborn'la tartışmış olabileceği başka bir konu
da kendi geleceğidir. Müzisyen olarak başarısızlığından yakınan Carl
Fuchs'a gönderdiği bir mektupta Liszt'in bir sözünü hatırlatır: pek çok
kişi başarıdan yoksun kalmaktadır, çünkü "beklemek istememekte" ,
acele etmektedir. Kendisi için de Shakespeare'den (Hamlet) bir alıntı ya­
par "hazır olmak her şeydir":

İnsan ne istediğini kaderin görmesine müsaade etmemelidir ... En derindeki mi­


zacım bir şeyi yıllar boyu barındırıp kendime onu tanıma izni vermemek ama beni
sardığında onu kucaklamaktır; "hazırım" demektir.60

Curt Paul Janz, Zamana Aykırı Bakışlar'daki yüksek idealizm ve insa­


nın "kendisinin ölçülemeyecek kadar yukarısındaki" "hakiki benliği" ha­
line gelmesi talebi ile Nietzsche'nin üniversiteyi bırakmaktaki gönülsüzlü­
ğü arasında kabul edilemez bir uçurum görür. Fakat maaşı dışında hiçbir
geçim kaynağı olmaması ve annesine de para yardımı yapmak zorunda
kalmasının yanı sıra, bana kalırsa, Nietzsche vermesi gereken karardan
kaçmaktan ziyade, doğru anın gelmesi için tetikte ve "hazır" olarak dik­
katle bekliyordu. Marie Baumgartner'e Steinabad'dan şöyle yazar:

İçimde başka başka şeyler büyüyor ve her geçen ay hayatımın misyonunu daha
net görüyor, fakat kimseye söyleyecek cesareti bulamıyorum. Adım adım sessiz ama
çok kararlı bir ilerleyiş var. Gayet uzağa gideceğimi bana lutfeden şey bu. Kendimi bir
dağcı gibi görüyorum --görüyorsun ne kadar gururla konuşabildiğimi. 6 1

***

Nietzsche Steinabad'da kendisi gibi tedavi olanların hiçbirini ilginç


bulmadığından zamanının çoğunu yalnız geçirdi. Fakat ufak tefek top-
Auf Wiedersehen Bayreuth

lu turistik gezilere katıldı: Söylenene göre Almanya'daki en büyük. bira


fabrikası olan Rothaus'a yürüyerek yapılan bir gezide yer aldığı gibi,
bir peynir fabrikası ile domuz çiftliğine de gitti.62 1 2 Ağustos'ta oradan
ayrıldı.

Yeni Ev ve Yeni Dostlar: Paul Ree ve Heinrich Köselitz

Bu arada Elizabeth, Basel'de ikisi için yeni bir ev tutmuştu. Spalentor­


weg 48 adresindeki bu ev Baumann'ın Mağarası'ndan yürüyerek birkaç
dakika uzaklıktaydı. Bu yarı evlilik hayatı ikisinin de işine geliyordu:
zira Elizabeth zaten ağabeyine yarı aşık sayılırdı, Fritz ise Steinabad'da
" şifa" filan bulamamıştı, bu yüzden Basel'e döndüğünde önceki bekarlık
hayatından ve Frau Baumann'ın yemeklerinden başka türlü bir şeye ih­
tiyaç duyuyordu. Overbeck'e yazdığı kadarıyla, hayatta kalması buna
bağlıydı.63 48 numaradaki evde Nietzsche bir katın tamamını almıştı,
Elizabeth ise üst katın bir kısmını kullanıyordu. Naumburg'dan gönde­
rilen mobilyalarla kısmen doldurulabilen toplam altı odanın yanı sıra
bir mutfak, bir mahzen ve bir de hizmetçi-aşçı vardı. Büyük ihtimalle
masraflar boyunu aşmasına rağmen -von Gersdorff'tan yüz taler borç
almak zorunda kalmıştı-64 yeni evinin konforunu çok tatmin edici bu­
luyordu: "Çevremdeki her şey tamamen Nietzschevari ve tuhaf bir ra­
hatlığı var, " diye yazıyordu.65
Yılın geri kalanı bilinen sıkıntıların sıklıkla yeniden boy göstermesiy­
le geçti. Çoğunlukla okuyup yazamıyordu, bu yüzden Elizabeth yüksek
sesle Sir Walter "Skott" (a.b.) romanları okuyarak onu eğlendiriyor­
du66 -hatırladığı kadarıyla hepsini okumuştu. Nietzsche Aralık ayında
bir hesap yaptığında her iki-üç haftalık dönemde otuz altı saati yatakta
geçirdiğini gördü.67 Noel özellikle kötü geçmiş, vermeye alıştığı isimle
"makine" fena çökmüştü. Bu da kendisine yeni bir teşhis koymasına yol
açtı. Tüm sorunlarının tek kaynağı " beyin iltihaph>nmasıydı" : babası
otuz altı yaşında ölmüştü ve kendisi ondan bile genç ölecekti muhteme­
len.68 Sonraki yıl Ocak'ta sağlığının kötüleşmesi yüzünden lise derslerini
bıraktı, bir ay sonra üniversite derslerini de geçici olarak askıya almak
zorunda kaldı.
***
NIETZSCHE

Bu sağlık durumuna rağmen 1 8 75 güzünde Nietzsche'nin hayatında


Wagner'den sonra felsefi açıdan en önemli iki dostluk başladı. Birincisi,
Paul Ree ile samimi ve en nihayetinde travmatik ilişkisi; ikincisi, Hein­
rich Köselitz ile samimiyeti daha az olan ama daha uzun süren dostluğu.
Nietzsche'den beş yaş küçük olan Paul Ree yarı Huguenot'ydu * ama
esasen Yahudi kökenliydi ( bkz. Resim 1 8 ) . Felsefeye yatkındı ve tıpkı
Nietzsche gibi Schopenhauer'cı olarak yola çıkmıştı. Fakat sonra onun
idealist metafiziğini reddetmiş, enikonu bilimsel, "pozitivist" bir bakış
açısını benimsemişti. Darwin'i reddedenlerin onun ( Ree'nin) kitaplarını
okumasına gerek olmadığını söylüyordu.
1 875'te Psychologische Beobachtungen'i [Psikolojik Gözlemler] ya­
yımladı ve Halle' de "Über den Begriff des Schönen (sittlich Guten) in der
Moralphilosophie des Aristoteles" (Aristoteles'in Ahlak Felsefesindeki
Güzel [Ahlaki İyilik] Kavramı Üzerine) başlıklı doktora tezini tamam­
ladı. 1 877'de Der Ursprung der moralischen Empfindungen'i (Ahlaki
Duyguların Kökeni), 1 8 85'te de Die Entstehung des Gewissens (Vic­
danın Doğuşu) ile Die Illusion der Willensfreiheit'ı (İrade Özgürlüğü
Yanılsaması) yayımladı. Ama sonra akademik bir konum bulamayınca
felsefeyi bırakıp tıbba geçti ve 1 890'da doktor oldu. Doğu Prusya'da
ağabeyinin topraklarında özgeci bir tarzda köylüleri tedavi ettikten
sonra, St. Moritz yakınlarındaki yukarı Engardine vadisinde bulunan
Celerina'ya geçti. Orada dağlıları tedavi etti ve neredeyse bir aziz mu­
amelesi gördü. 1 90 1 'de Celerina'nın biraz dışında bir yerde buza basıp
kaydı ve Schlarigna yakınlarındaki En Nehri'ne düşüp boğuldu. Nietz­
sche ile yollarını ayırırken birbirlerine şiddetli suçlamalar yöneltmelerine
rağmen (bkz. 1 8. Bölüm), Nietzsche'nin yirmi yıl sonra manevi yurdunu
bulduğu Sils Maria'nın buradan bir taş atımı uzaklıkta olması ilginçtir.
Ree'nin ölümünün intihar olması mümkün. Kibar ve dürüst yapısına,
fazlasıyla mütevazı mizacına rağmen, Schopenhauer'ın metafiziğini red­
dediyor, fakat insan varlığının değerini ve faziletini küçümsemesine hak
veriyordu. Üstelik Yahudi olmasına rağmen, onu iyi tanıyan Lou Salome
ve sosyolog Ferdinand Tönnies'in de kabul ettiği gibi Yahudi karşıtıydı.
Fransız-Prusya savaşının zaferle sonuçlanmasının ardından, Nietz­
sche'nin nefret ettiği Alman ırkçı şovenizminin yanı sıra bir Yahudi kar-

* Huguenot'lar: 16. yüzyıldaki dinsel Reform hareketi sırasında Fransa'da ortaya çı­
kan Protestan topluluk-r.n.
Auf Wiedersehen Bayreuth 317

şıtlığı dalgası yükselmişti. " Yahudi karşıtlığı (anti-Semitism) " tabirini


ilk kez 1 879'da Wilhelm Marr kullanmış, kendisinin de desteklediği
Yahudi özgürlüğüne siyasi muhalefeti bu terimle tanımlamıştı. ( Cosi­
ma Wagner'in fena halde Yahudi karşıtı olduğunu görmüştük. 1 876'da
Ree'yle ilk karşılaşmasını günlüğüne şöyle kaydetmişti: "Soğuk ve ti­
tiz bir karakteri var, bize çekici gelmedi; daha yakından bakınca İsrailli
olduğu sonucuna vardık" . )69 Theodor Lessing, Der jüdische Selbstha/5
( 1 930; Yahudilerde Kendinden Nefret) adlı kitabında Ree'yi çevresin­
deki Yahudi karşıtlığını benimsemiş ve bunu güçlü bir kendinden nefret
etme güdüsüne çevirmiş kişilere örnek gösterir. En nihayetinde psikana­
list olan ve Freud'un yakın çevresine katılan Lou Salome de Ree'nin ken­
dinden nefret etmesi ile özgeciliği [bkz. Sözlükçe] arasında bir bağ kurar:
Başkalarına özverili bir tarzda kendini adamaya kapılmasını, kendinden
"sevindirici bir kurtuluş" olarak yaşıyordu.70 Ree'nin eşcinsel eğilimle­
rinin ıstırabını çekiyor olması da mümkündür ama kesin değildir.
Nietzsche 1 8 73 Mayıs'ında Romundt sayesinde kısa süreliğine gör­
düğü Ree'ye ilk mektubunu Ekim'de göndererek, imzasız yayımladığı
Psikolojik Gözlemler'i çok beğendiğini ve bilinmeyen alana bir anda nü­
fuz ettiğini belirtti.71 Ree de Paris'ten yazdığı cevapta Nietzsche'ye hep
uzaktan hayran olduğunu ve onu dostu saymak istediğini söyledi.72 Er­
tesi yıl Ree Şubat ayında Nietzsche'yi ziyaret etti, sonraki ay Nietzsche
"yeni kazandığı dostuna" Basel' de tanıdığı herkesten çok farklı birini,
"insanlık" üzerine konuşabileceği birini tanımanın büyük bir zevk oldu­
ğunu yazdı.

Bu ortak ihtiyacı dostluğumuzun temeli kılıp daha sık görüşmeye çalışsak mı?
"Evet," derseniz benim için neşe ve kazanç kayağı olacaktır. O halde, bu temelde
kurulan bir dostlukta ne kadar kişisel açıksözlülük olacağını görelim! Bunu vaat etmek
bana hiç kolay gelmiyor ... Ama açıksözlülüğünüzü hak etmeyi yürekten diliyorum . . .73

Burada değerlendirilen şey iki temele oturan bir dostluk gibi görünü­
yor: "insanlığa" " bilimsel" ilgi ve bir tür "karşılaşım grubuna" * bağlı­
lık, kişisel açıklığa, ruhtan ruha ifşaata adanmışlık.

* Yüz yüze etkileşim yoluyla kendini ifade etme, karşısındakini dinleme, savunma
mekanizmalarını aşma gibi özelliklerin yanı sıra bireysel gelişimin desteklendiği, ge­
nellikle bir lider eşliğinde toplanan grup. Psikolojide terapi amacıyla kullanılan bir
yöntemdir-e.n.
NIETZSCHE

Nietzsche "insanlık hakkında konuşmak" derken ne kastettiğinin ay­


rıntısına, Rohde'ye bir mektubunda iner. Ree'nin Psikolojik Gözlemler'i,
diye yazar, "son derece keskin görüşe sahip bir 'ahlakçının', Almanlar
arasında çok nadir görülen bir hünerin" eseridir74 (her şeyi Katolik tütsü
bulutlarının yumuşaklığıyla görmeyi tercih eden Cosima'nın hoşlanma­
dığı "soğuk titizlik" tam da bununla ilgilidir). Biçim ve içerik bakımından
büyük ihtimalle Schopenhauer'ın çoğunlukla alaycı Yaşam Bilgeliği Üze­
rine Aforizmalar'ından [ 1 998; Aphorismen zur Lebensweisheit, 1 85 1 ] ,
ayrıca on yedinci yüzyıl Fransız aforizmacı La Rochefoucauld'dan (Scho­
penhauer da ona hayrandı) etkilenen Psikolojik Gözlemler, Nietzsche'nin
açıkladığı kadarıyla, "hedefi tekrar tekrar on ikiden vuran hünerli bir
keskin nişancının" eseriydi "ama insan doğasındaki karalığı anlatıyor­
du" .75 Bir başka deyişle "şüphe yorumbilimi" alıştırmasıydı bu eser. La
Rochefoucauld'nun, "Özsaygı dünyanın en zeki adamından daha zeki­
dir" (Schopenhauer da bu sözü alıntılar)76 ve eylemlerimizin hakiki gü­
düleri konusunda sürekli kendimizi kandırmamıza yol açar, şeklindeki
gözlemini takip eden Ree'nin kitabı, amour-propre-(özsaygı) azaltıcı afo­
rizmalardan oluşmuştur: Örneğin "hatipler ve yazarlar genellikle zaten
inanmışları inandırırlar", "Kibir olmasa bilimlerin hiçbiri henüz beşikten
kurtulamamıştı", "Sadece başarılarımızı öven eleştirmenleri muteber sa­
yarız", "İnsan artık sevemediğinde evliliği düşünmeye başlar" vb.
Önemli bir soru şudur; Ree'nin kitabından Nietzsche'nin çok etkilen­
mesi, hatta kısa süre sonra benzer aforizmaları kendisinin de kullanmaya
başlaması üçü tamamlanmış ve dördüncüsünün çalışmaları süren Zama­
na Aykırı Bakışlar'ın yüksek ahlaki idealizmiyle nasıl bağdaşır? Ruhun
"façalı" tarafıyla meşgul olmanın Bakışlar'daki idealizmi gerçekdışı bu­
lup reddetmeye yol açabileceğini öngörsek de, Nietzsche'nin düşünceleri
onu bu yöne itmemişti. Kant ve Schopenhauer'ın metafizik idealizmini
( "Dünya benim tasarımımdır [başka hiçbir şey değildir] " ) reddedecek ve
gerçekçiliği -ya da dostunun etkisini kabul ederek verdiği adla "reelciliği
(reealism) "-77 tercih edecek olsa da, ahlaki idealizmin hayatı boyunca
devam ettiğini göreceğiz. Fakat "Biz Filologlar" da söylediği gibi, faydalı
bir idealizm "yaldızlı kağıda sarılmış" duygusallığa değil, insan doğasına
ilişkin iyisiyle kötüsüyle bir gerçekçiliğe dayanmalıdır. Ancak insan do­
ğasına dair bir gerçekçilik, reelcilik (reealism) bu doğanın değiştirilemez
( "bütünleşik" ) yanları ile değiştirilebilir yanlarını ayırt etmeyi umabilir.
Auf Wiedersehen Bayreuth

Bu yüzden idealizmin beyhude türleri ile faydalı türleri arasında ancak


realizm bir ayrıma gidebilir. Yedi yıl sonra belirteceği gibi:

Bir şeyi gözlemlemeyi kaç kişi bilir? Bunların içinde kaçı kendini gözlemler?
"Herkes kendinden en uzakta durur ... [Hakikaten] neysek o olmak isteriz ... bunun
için dünyadaki tüm yasaları ve zorunlulukları keşfetmeliyiz. Bu anlamda yaratıcılar
olmak için fizikçAeşmeliyiz -halbuki bugüne dek değer-saptaması ve her türlü ideal,
fizik cehaletinde temellendi [ya da Hıristiyanlıkta olduğu gibi] fizikle çelişecek şekilde
inşa edildi. Bu yüzden, yaşasın fizik! Hatta yaşasın bizi fiziğe mecbur kılanlar- [La
Rochefoucauld'cu-Schopenhauer'cı-Ree'ci] dürüstlüğümüz!7B

" Biz Filologlar"ın notlarının Nietzsche, Ree'nin Psikolojik Gözlem­


ler'ini okumasından önce yazıldığını hatırlarsak, Ree'nin Nietzsche'yi
tümden yeni bir doğrultuya götürmesinden ziyade "insanlığa" ilginin
ikisini yakınlaştırması daha akla yakın duruyor.
***

Nietzsche okurlarının kuşaklarca " Peter Gast" * olarak tanıdığı He­


inrich Köselitz ( bkz. Resim 1 9) ondan dokuz yaş küçüktü, Nietzsche'yi
bütün diğer arkadaşlarından (Overbeck hariç) daha uzun süre tanıdı ve
onunla daha kesintisiz bir ilişki kurdu. Asistan olarak paha biçilmezdi
-son dönemde Nietzsche'nin yazdıklarını okuyabilen tek kişiydi- ama
Nietzsche ona asla diğer dostlarına gösterdiği saygıyı ya da samimiyeti
göstermedi, ona asla sen (du) diye hitap etmedi. İlişkileri esasen daima
profesör-öğrenci ilişkisi olarak kaldı. Soylu soplu bir Saksonyalı sanayi­
cinin oğlu olan Köselitz Leipzig'de müzik eğitimi aldı ve opera bestecisi
olmaya çalıştı -fakat başaramadı. İlk başta Wagner ve Schopenhauer'ın
hayranıydı, Tragedyanın Doğuşu'ndan çok etkilenmişti. Doğru bir tes­
pitle bu eserin "İskenderci kültürün güçten düşürücü, içgüdülerden yok­
sun bırakıcı etkilerine karşı müthiş bir itiraz" olduğunu söylüyordu.79
Ayrıca ilk iki Zamana Aykırı Bakışlar'dan da derinlemesine etkilenmiş-

* Nietzsche bestecilikte Köselitz'in kariyerini ilerleteceğini düşünerek bu müstear ismi


uydurmuş ve kullanması için onu ikna etmişti. Almancada " Gast" sözcüğü "konuk"
anlamına gelirken, "Peter" de Latince "taş" anlamına gelen "petra"dan türemiştir.
Bu yüzden isim Mozart'ın Don Giovanni'sinin sonunda Don'u cehenneme taşıyan
"taş konuk"a şaka yollu bir gönderme içeriyor gibi görünmektedir (bu noktayı Ro­
bin Small'a borçluyum). Nietzsche ona "yeni Mozart" gözüyle baktığından, bu eti­
moloji akla yakın görünmektedir.
3 20 NIETZSCHE

ti. Tanışık olduğu Schmeitzner'in teşvikiyle, Köselitz ve arkadaşı Paul


Widemann 1 875 Ekim'inde Leipzig'den Basel Üniversitesi'ne transfer
olmaya ve Nietzsche'nin derslerine girmeye karar verdiler.
"Onunla ilk karşılaştığımızda," der Köselitz ilk tanışmalarının uzun
bir anlatısında,

Görünüşü karşısında şaşkına dönmüştük. Tam bir subay! Kesinlikle "akademis­


yen" değil ... Üstün bir irade izlenimi bırakıyordu [Pforta/Prusya görünüşü]. Kendisine
karşı katıydı, ilkesel meselelerinde katıydı, başka insanlara dair yargılarında ise tam
tersine fazlasıyla cömertti.

Nietzsche bu sıralarda Yalnızlık İlahisi * adlı bir beste yapmıştı. Köse­


litz'e göre bu eser "itaatsiz ve direngen, yumuşak, dolce (hoş) pasajlarla
iç içe geçmiş sert kahramanlıkla doluydu" . Köselitz onun bu eseri piya­
noda çaldığını duymuştu (eserin notaları kaybolmuştur): "Nietzsche'nin
dokunuşları sert değil ama çok yoğundu, çalma tarzı çağrışımlı, çoksesli
ve çok katmanlıydı, hatta orkestra) sesten şurada flütleri ve kemanları,
burada trombonları çıkarabiliyordu."
1 876 Nisan'ında Richard Wagner'le ilgili dördüncü bir tamamlan­
mamış Zamana Aykırı Bakış'ın varlığını öğrenince aralarında daha ya­
kın bir ilişki kurulduğunu belirtir Köselitz. "Eseri çok kişisel ve bu yüz­
den de yayımlanamaz bulan" Nietzsche'yi son üç bölümü de eklemeye
ikna etmiş ve baskıya hazır nüshayı hazırlama işini bizzat üstlenmişti.
Esasen Wagner'in doğum günü için özel bir hediye olarak tasarlanan
eser en sonunda ilk Bayreuth Festivali'nin bir parçası olarak tasarlanmış
bir eser haline geldi.80

Veytaux, Cenevre ve Evlilik Teklifi

1 876 Mart'ı her yılki Basel Fastnacht'ı (karnaval) eziyetini de be­


raberinde getirdi. Köselitz belki de Tragedyanın Doğuşu'ndaki " bar­
barca" ve Yunan Dionysosçuluk tezahürü ayrımını düşünerek bu kar-

* Aynı zamanda Budist metin Sutta Nipata'yı okuyordu. "Gergedan olup yalnız geze­
rim" (KGB 11.5 495) dizesini -Wordsworth'un "bulut"unun ilginç bir çeşitlemesi­
beğenmişti.
Auf Wiedersehen Bayreuth 321

navalı "neşe/iden ziyade barbarca v e yabani bulmuş, bunun dışavuru­


munun da hiç kesilmeyen davullar olduğunu " yazmıştı.81 Nietzsche bu
sefer çareyi Cenevre Gölü üzerindeki Montreaux yakınlarında bulu­
nan Veytaux'ya von Gersdorff'la birlikte bir yolculuk yapmakta buldu
ve orada 6 Mart'tan 6 Nisan'a kadar bir ay kaldı. Her gün nemli ve
rüzgarlı arazide altı saat kadar yürüyordu. Çocukluğunun kahramanı
olan Byron'ın Chillon Mahpusu ( 1 95 8 ; The Prisoner of Chillon, 1 8 1 6 )
adlı şiiriyle ünlenen yakınlardaki Chillon Şatosu'nu gezmek onu çok
etkilemişti.
Nietzsche epeyce toparlanmış bir halde Veytaux'dan Cenevre'ye
geçti. Orada Voltaire'in sürgün dönemini geçirdiği eve bir ziyarette bu­
lunmak istiyordu -bu paradigmadan "Sokratesçi" , "en büyük kahra­
manım " diye bahsetmesi o sıralarda manevi-entelektüel bakış açısında
meydana gelen muazzam değişimlerin bir belirtisiydi.82 Ayrıca Traged­
yanın Doğuşu 'nun Fransızca çevirisini bitirecek olan Kontes Diodati'yle
görüşmek ve Cenevre senfoni orkestrasının müzikal direktörü olan,
Wagner ve Berlioz hayranı Hugo von Senger'e yetişmek de istiyordu.
(Senger, Nietzsche oradayken konuğunun talebi üzerine Berlioz'un Ben­
venuto Cellini ( 1 83 8 ve 1 856) operasına uvertürünü icra etti.)
Fakat kontes aklını yitirdiği için bir akıl hastanesine kapatılmıştı.
Nietzsche'nin ilk kez 1 872'te tanıştığı Senger Tragedyanın Doğuşu'nun
hayranıydı ve önceki Şubat Basel'de Nietzsche'yi ziyaret etmişti. Biraz
nevrotik ve Almanların deyimiyle "etek avcısı"ydı. Piyano dersi verdiği
İngiliz öğrencisi Eliza Vaughan'ı derste öpmüş, karakterli bir kadın olan
Eliza da onu mutsuz bir evliliğe zorlamıştı. O sıradaki piyano öğrenci­
leri arasında ince, sarışın ve güzel Mathilde Trampedach da vardı (bkz.
Resim 20) . Mathilde hocasına aşık olduğunu gizliyordu ama eninde so­
nunda onun üçüncü karısı olacaktı.
Senger bir sabah yanında Nietzsche'yle, Mathilde ile kızkardeşinin
kaldığı Cenevre pansiyonunun kapısında belirdi. " Ne yazık ki, " der
Mathilde, "meşhur adamı göremedik, çünkü havanın kapalı olması­
na rağmen geniş kenarlı bir şapkanın siperliğini iyice indirmişti [yani
yüzü gölgede kalıyordu], hiç şüphe yok ki gözlerinin zayıflığı yüzün­
den yapmıştı bunu." Birkaç gün sonra von Senger iki kızı kendisine ve
Nietzsche'ye bir araba gezintisinde katılmaya davet eder. Mathilde şiir
ve şairlerle ilgili sohbete katılır ve Nietzsche'ye Longfellow'un Excelsi-
3 22 NIETZSCHE

or'unu * bilip bilmediğini sorar. Nietzsche bilmediğini itiraf edince de kız


onun için Almancaya çevirmeyi teklif eder. Mathilde şöyle devam eder:

İki adam halkların özgürlüğü üzerine koyu bir sohbetin ortasındayken kendimi
tutamayıp araya girdim ve dışsal özgürlük peşindeki insanların içsel sınırlılık ve kı­
sıtlılığa pek dikkat etmemesinin çok şaşırtıcı olduğunu, en fazla enerjiyi insani za­
yıflıkların ağırlığından kurtulmanın gerektirdiğini söyledim ... başımı kaldırdığımda
Nietzsche'nin gözlerini bana dikmiş olduğunu fark ettim.

Mathilde onu üçüncü ve son bir kez daha gördü:

Veda etmek için uğradı ve lobide bize ciddi bir baş selamı verdi. Sonra piyanoya
yöneldi [Köln'deki randevuevinde olduğu gibi] ve giderek şiddeti artan fırtınalı his
dalgalarıyla çalmaya başladı, ardından ağırbaşlı armonilere doğru çekildi ve nihayet
bir pianissimo'da kayboldu. Çok geçmeden tek kelime etmeden ayrıldık. Tek hareketi
iyice eğilerek selam vermek oldu.83

Mathilde birkaç gün sonra Nietzsche'den bir mektup aldı (bu mek­
tubu saklamıştı elbette):

Mein Fraulein .. . size soracağım soru karşısında dehşete kapılmamak için kalbi­
nizdeki tüm cesareti toplayın: benimle evlenir misiniz? Sizi seviyorum ve bana zaten
benim olmuşsunuz gibi geliyor. Sevgimin aniliği hakkında diyecek bir şey yok ... Ama
sizin de benim gibi hissedip hissetmediğinizi öğrenmek istiyorum -asla birbirimize
yabancı olmadık sanki. Birbirimize bağlanmanın her ikimizi de tek başımıza olduğu­
*
muzdan daha özgür ve iyi, bir başka deyişle excelsiol kılacağını düşünmüyor musu­
nuz? Benimle yolculuk etmeye, bütün samimiyetiyle daha özgür ve iyi olmaya çaba
gösteren biriyle hayatın ve düşüncenin bütün yollarına çıkmaya cesaretiniz var mı?
Lütfen tüm çekingenliklerinize gem vurun ve kalbinizi özgür bırakın. Ortak dostumuz
Herr von Senger'den başka kimsenin bu mektuptan haberi yok.84

..Amerikalı şair Henry Wadsworth Longfellow'un Ballads and Other Poems ( 1 841 )
adlı şiir kitabında yer alan, ressam ve müzisyenlere esin kaynağı olmuş romantik
şiiri. Ayrıca bkz. sonraki dipnot-r.n.
0 Longfellow'un şiirinin Latince başlığı "daha yüksek" veya -serbest bir çeviriyle­
"daha ileri ve yukarı" diye çevrilebilir. Şiirde, üzerine "Excelsior" yazısı işlenmiş bir
bayrak taşıyarak bir Alp köyünden geçen bir delikanlı anlatılır. Tüm uyarılara kulak
tıkayarak gittikçe daha yukarı tırmanır ve en sonunda kaçınılmaz olarak kara yarı
gömülü, "cansız ama güzel" bir halde bulunur.
Auf Wiedersehen Bayrrntlı \L\

Mathilde'nin güzelliği ve zekasının, ayrıca Ovcrbcck'in k ısa si.irc önce


şahane Ida Rothpetz'le nişanlandığını duyurarak evliliği Nietzsche için
aciliyet haline getirmesinin dışında, bu olağandışı teklifin altında ne yattı­
ğı konusunda muhtemelen sıklıkla tekrarlanan "özgürlük" kelimesi ipucu
verebilir. Mathilde'nin erkeklerin konuşmasına müdahale etme cüreti gös­
termesi yüzünden Nietzsche onu yeni bir tür özgürleşmiş bohem sanmış,
kendisinin de olmayı arzuladığı gibi geleneklere başkaldıran "özgür ruh­
luluğa" şimdiden eriştiğini düşünerek onunla birlikte normal toplumsal
gelenekçiliği aşabileceğini ummuştu. Bu mümkün değildi elbette. Mathil­
de teklifi zarifçe reddetti. Zaten Senger'e aşık olması bir yana, "gen ben­
cildir" teorisinde doğruluk payı varsa, kadınlar hali vakti yerinde kocaları
tercih eder. Nietzsche'nin ise hiçbir zaman öyle olmayacağı apaçıktır.
Nietzsche'nin evlenme teklifinin sebebine dair önceki hipotezlerinden
biri sonraki ay von Gersdorff'a yazdığı bir mektupta da doğrulanmak­
tadır:

Evlenmeyeceğim; neticede bütün "medeni ("burjuva", "banliyölü1 düzene bat­


maktan ve kısıtlanmaktan nefret ediyorum. Hemen hemen hiçbir kadın zaten beni
izleyecek (a.b.] kadar özgür ruhlu olmayacak ... (bekar] Yunan filozoflarının hayatı
bana giderek daha arzulanası bir yaşam tarzı gibi geliyor.es

12 Nisan' da bronzlaşmış, kısa süreliğine sağlığı düzelmiş ve Mathilde


tarafından reddedilmenin görünür bir yarasını taşımadan Basel'e dönen
Nietzsche, önündeki kışı ve baharı ılık İtalyan göğünün altında geçire­
rek sıhhatini koruması için Malwida von Meysenbug'dan bir davet aldı.
( " Hava değişimi" Viktoryenlerin sağlığı bozuk olanlara sıklıkla tavsiye
ettiği bir tedavi biçimiydi.) Haziran'da yedi yıllık çalışmanın ardından
hak ettiği bir yıllık ücretli izni alınca von Meysenbug'un teklifini ciddiye
alma fırsatı doğdu.

Wagner Bayreuth'ta

Nietzsche bu arada Zamana Aykırı Bakışlar'ın dördüncüsü olan


Wagner Bayreuth 'ta'yı ( Richard Wagner in Bayreuth) çıkarmak için ha­
rıl harıl çalışıyordu. Kitap 10 Temmuz 1 8 76'da Schmeitzner'den yayım­
landı. Wagnerler (iki tane), von Gersdorff, Rohde, Ree, Malwida von
NIETZSCHE

Meysenbug, Romundt, annesi, Fuchs, Sophie Ritschl, Krug (ama yine


Pinder listede yoktu), von Senger, Hillebrand, Marie ve Adolf Baumgart­
ner ve dört kişiye daha86 -uğruna yazdığı "azınlığa"- protokol nüshası
gönderilmesini istedi.
Bu eserin sonraki ay başlayacak ilk Bayreuth Festivali'yle çakışma­
sı hedeflenmişti. Böylece olayın anlam ve öneminin açıklanması, başka
bir deyişle Tragedyanın Doğuşu'yla aynı karakterde bir eser üretilmesi
düşünülmüştü, fakat bu sefer Almanlara Çağrı'daki gibi münhasıran
Wagner'e odaklanılacaktı. Nietzsche eseri zorlukla yazdı.87 Bunun başlı­
ca sebeplerinden biri Wagner'e karşı tavrının hayranlıktan müphemliğe
kaymış olmasıydı. Önceki bölümde gördüğümüz üzere, Wagner'le yaşa­
dığı kişisel zorlukların yanı sıra dönemin defterlerinde sanatçıya yönelik
birçok eleştiri vardır (onun bir "aktör" olduğu, ucuz etkiler üretme pe­
şinde bir "tiran" olduğu, müziğinin hayatı "olumlamak" yerine "inkar
ettiği" türünden eleştiriler); Nietzsche hayatının sonraki döneminde bü­
yük bir gaddarlıkla yürüteceği "Wagner'e karşı dava"da bunları temel
alacaktır.
Nietzsche'nin aleni sadakada özel çekinceyi uzlaştırmakta benimsedi­
ği diplomatik açıdan dahice yol, Wagner'in kendi " Beethoven" deneme­
sinin anlatısal yapısını ödünç alarak idealleştirilmiş bir biyografi ortaya
çıkarmaktır. Bu biyografide Wagner'in "yüksek" benliği eninde sonunda
"aşağı" benliğinin hata ve zayıflıklarını yenilgiye uğratır. Böylece aziz­
biyografisi ihtiyacı ile kendi dürüstlüğünün gereklerini birleştirebilmiş,
Wagner'e de en yüce idealine sadık kalması için örtülü bir uyarı yapmıştı.
Nietzsche Ecce Homo'da geriye bakışla gerek Wagner'in gerekse
Bayreuth'un bu ideali gerçekleştirebileceğinden aslında umudu kesmiş
olduğuna işaret eder: o denemede, der, "psikoloji yönünden can alıcı
noktalarda hep kendimden söz açmışımdır -metinde "Wagner sözünün
geçtiği her yerde, hiç çekinmeden benim adımı ya da Zerdüşt adını koya­
bilirsiniz ... Wagner, gerçeğine bir an bile olsun değinmeksizin çizilmiş­
tir" .88 Sonuçta Eğitici Olarak Schopenhauer'daki (2007; Schopenhauer
als Erzieher, 1 8 74) gibi deneme "temelde sadece benden bahseder ...
geleceğe dair benim görüşümü yansıtır" .89 Bir başka deyişle, Wagner'in
"daha yüksek" benliği ve ideali gerçekte onun bile değil Nietzsche'nin
idealidir. Fakat bizim açımızdan bu durum metni daha da önemli kılar.
Çünkü bu sözler bize en azından 1 876'da çizilen yarı-Wagnerci idealin
Auf Wiedersehen Bayreuth

1 8 8 8'de düşünce güzergahının en sonunda Nietzsche'nin ideali olarak


kaldığını gösterir.
***

Bakış, modern tiyatronun durumundan şikayet ederek başlar; tiyatro


canı sıkılan ve işten bitap düşmüş izleyiciler için "konforlu sanat" ,90
ucuz, sürükleyici heyecanlar yaratmaktadır. Ama modern dünyada içsel
bağlantılar o kadar güçlüdür ki bu bağlantıların bir öğesini değiştirmek
toplamını değiştirmek anlamına gelecektir: Tiyatroyu ıslah etmek, "daha
yüksek ve saf sanat" üretmek için ahlakı, siyaseti ve sivil toplumu dönüş­
türmek gerekecektir. Nietzsche'nin iddiasına göre, bu dönüşüm "modern
insanın" hastalığını yok edip yerine yeni ve sağlıklı bir kültür yaratacak­
tır.91 (Televizyonu düşünürsek bu iddia o kadar uçuk görünmeyebilir.
" Daha yüksek, saf" bir televizyon üretmek, gerçekten de BBC'den Lord
Reith'ın inandığı gibi, derinden farklı bir toplum yaratabilir. )
İlk başta Wagner'in -"aşağı" Wagner- kendisi d e modern kültürün
yozlaşmasının ağına düşmüştü, büyük opera bestecilerinden biriydi sa­
dece. Muazzam ihtirasının hedefi ilk başta, "halktan başarıyı sökecek"
şekilde düzenlenmiş boş "yapıntılar" ve ucuz, "hipnotik" "etkiler"
(muhtemelen Yunan agon'unun daha aşağı bir versiyonu) yaratmakta
Meyerbeer gibi rakiplerini yenmekti. Nietzsche hiçbir büyük sanatçı­
nın bu kadar yanlış bir yerden başlamadığı, sanatının bundan daha "iğ­
renç" bir biçimiyle yola çıkmadığı yorumunu yapar.92 ( Önceki bölümde
alıntılanan notta hiçbir büyük besteci yirmi sekizindeki Wagner kadar
kötü değildi, dediğini hatırlayın. ) Ama sonra sosyalist devrimci olmuş
ve yozlaşmış bir toplumun uşağı olarak sürdüğü önceki hayatı karşısın­
da irkilmişti. Müziği bu noktada halkın sesi olur, baskıcı kapitalizmin
yerine başka sistemin geçmesini, yani insanları salt "işçiler"e indirgeyen
sistemin yerine gerçek bir insan cemaati, otantik bir Volk [halk] gelme­
sini amaçlar. 1 84 8 devriminin başarısızlığı beklentilerini boşa çıkarır ve
bir süreliğine Schopenhauer'cı dünyayı-inkar ruhuna girer. Tristan ' daki
"opus metaphysicum"unu, gecenin gizemlerini ve ölümü özleyen umut­
larını yitirmiş bir adamdır. Fakat ondan sonra yeni bir iyimserlik do­
ğar. Bu iyimserlik Die Meistersinger "mucizesinde" dışa vurulmaktadır.
Wagner, devrimci günlerindekinden daha yaşlı ve bilge olmakla beraber
bir kez daha hayatı olumlamakta ve "geleceğin bir noktasında kusursuz­
laştırılacak hakiki bir insan cemaatinin hayatının tohumu ve ilk kayna-
NIETZSCHE

ğını" keşfetme arayışına girmektedir. * Yani Wagner tam olgunluğa eriş­


tiğinde nihayet "hakiki" benliğini bulur, "dithyrambik dramacı", yani
modern tiyatronun pisliğini temizleyerek insanların bir kez daha serpilip
gelişebileceği yeni bir düzen imkanı sunan bir dramacı olmuştur.93
Bunu yalnız yapması mümkün değildir elbette. Ama Wagner zaten
yalnız değildir. "Dostları" (Wagner cemiyetlerinin üyeleri) ona gelmiş­
tir -Die Meistersinger'in yeni iyimserliğinin sebebi budur- kendini feda
eden idealistler grubu. Kolektif sanat eserinin Bayreuth'ta bir araya top­
layacağı Wagner'in "hakiki insan cemaati "nin "tohumu" budur. Katı­
lanların hepsi "çağa aykırı" insanlar, günümüzün sözde "yetişmiş insan­
larının" (elmaslar ve taçlar kalabalığının) çok uzağında olacaklardır.94
Bir rüya, bir ideal görüsü olmadan cesurca eylemde bulunmak
imkansızdır.95 Mesele Wagner'in ütopyacı olması değil, hiçbir "nihai
düzene" inanmamasıydı. Ama geleceğe inancı vardır, çünkü Batılı in­
sanın mevcut bazı özelliklerinin insan doğasının "kemik yapısına " ait
olmadığını, dolayısıyla değişebileceğini düşünür.96 Daha iyi olan bu ge­
leceğin " belirsiz hatları" mevcut "ihtiyacımızın" doğru anlaşılmasından
çıkarsanabilir.97 Peki, bu "ihtiyaç" nedir?
Nietzsche (Wagner'in Oper und Drama'sını ( 1 852; Opera ve Dram)
yakından izleyerek) dilin hasta olduğu gözlemini yapar. Makine toplu­
munda şart olması, "teorik insanın" soyut, kavramsal aleti haline gel­
mesi yüzünden dil asıl amacını, yani hisleri ifade etme, "naif tarzda" ko­
nuşma kapasitesini yitirmiştir. Bugün bildiğimiz haliyle dil, otantik, ruh­
tan-ruha iletişimin aracı olmak yerine bizi dilsizleştirmekte, birbirimize
yabancılaştırmaktadır. (Nietzsche ve Ree'nin birbirine tümüyle "dürüst"
davranma özlemini hatırlayın.) Bilim insanı, dört başı mamur teorik in­
san olan, gerçek hayatı ve aşkı yaşamak isteyen Faust bu çıkmazımızın
kişileşmiş halidir. Wagner'in "dithyrambik" (yani Dionysosçu) müziği
ise bunun panzehiridir. Onun "esrarengiz, hummalı öğesinde ... yüzer­
ken ... artık ["teorik" ] ölçüm standardımız yoktur, sabit ve katı olan her
şey akışkanlaşmıştır"; bu akışkanlık da "insan ile insan arasındaki tüm
yapay yabancılığı ve anlayış yoksunluğunu" aşar. Rousseau'nun "soylu

*
Nietzsche'nin anlatısına göre Die Meistersinger'in, Wagner'in ürünlerinin tacı ve son
durağı olduğunun kabulünü gerektirdiğine dikkat edin. Halbuki görmüş olduğumuz
üzere, deneme aslında Nietzsche'nin idealini ifade ettiğinden, Meistersinger'in Nietz­
sche felsefesinin tacı ve son durağının sanatsal ifadesi olduğu fikri akla gelmektedir.
Auf Wiedersehen Bayreuth

vahşi" temasına da gönderme yapan Nietzsche'ye göre bu bizi "doğa­


ya" döndürür, ama "sevgiye dönüşmüş" bir doğaya. Bu doğaya dönerek
"şahıs üstü neşeyi'' , yani "doğru hissi" yeniden kazanırız.
Fakat "doğru" -bir başka deyişle Dionysosçu- "duygu" salt duygu
değildir. "Dünyada kendine denk bir zorunlu biçim" arar. Yani cema­
at yapısında bir dışavurumu, devleti arar. Tragedyanın Doğuşu'nda alt
başlığındaki sözlerle "müziğin ruhundan" tragedyanın doğduğunun dü­
şünüldüğü gibi, Nietzsche şimdi de bütün cemaatin böyle doğduğunu
düşünmektedir. Wagner'in müziği olağanüstü bir ihtirasla, bize temelleri
müziğe dayalı bir devlet imkanı sunar fiilen.98
Burada yaptığı şey Tragedyanın Doğuşu'nun başlangıcındaki "evren­
sel kardeşlik" pasajını tekrarlamaktır esasen. Dionysos'un "sihri " altın­
da, der orada, insan ile insan arasındaki " bütün katı, düşmanca engel­
ler" kaldırılacak, böylece her kişi "şarkı söyleyip dans edecek'', "daha
yüksek bir cemaatte" komşusuyla "kaynaştığını" hissedecektir. Ben
buna "futbol-kalabalığı" hissi diyorum. " Beethoven'ın coşkulu 'Neşe­
ye Övgü'sünü görünür biçime tercüme edilmiş olarak" hayal etmemizi
isteyerek temelleri müziğe dayanan devlet fikrini orada da öncelemiştir.
(Bu arada, Brahms'ın Triumphlied'i ve Wagner'in Kaisermarsch'ı gibi
yarı politik parçalara tuhaf bir ilgi duymasını da temelleri müziğe daya­
nan devlet fikrinde açıklayabiliriz. İngiliz ve daha sonraki bir kuşaktan
olsaydı Elgar'ın Resmi Tören marşlarına * hayran kalırdı. )
Cemaat y a d a devlet, tek başına "doğru duyguyu" , yani cemaat
duygusunu temel alamazdı elbette. "Tiyatro"nun, "dithyrambik tiyat­
ronun" "Apolloncu" tarafının devreye girdiği yer burasıdır. "Sanat ke­
sinlikle doğrudan eylem talimatı veren ya da bunun için insanı eğiten
bir şey değildir"; oysa Wagner'in eserleri bir eylem çerçevesi verir, çün­
kü "bildiğim en ahlaki müziği"99 temsil ederler, der Nietzsche. ( "Ahlak
hayatın grameridir, " der bu dönemden kalma unutulmaz bir notta.) 100
Yani eserlerindeki karakterler, sonsuz karmaşıklıkta insan eylemi ve ar­
zusu hesabının" esinli " kısaltmasını" verir. Wotan, Sachs, Brunhilde,
Elizabeth ve Senta, bizi gücü ve açgözlülüğün sevgiye yenik düşmesine
tekrar tekrar götüren, müthiş derecede yüceltici rol modelleridir. Kısaca-

* İngiliz besteci Edward Elgar'ın ( 1 85 7·1934), 190 1 · 1 907 aralığında ve 1930'da bes­
telediği beş marş, Pomp and Circumstance (Debdebe ve Şatafat) adıyla anılır-r.n
NIETZSCHE

sı Yüzük (Der Ring) dörtlemesi, " muazzam bir [ahlaki] düşünce sistemi­
dir" ama kavramlarla değil mitlerle ifade edilir. Teorik insana değil onun
" antitezi" olan Volk'a [halk] hitap ettiğinden, Volk'un hep yaptığı gibi
"mitolojik olarak düşünür" . Ahlaken esinlendirici içeriği, tabiri caizse,
söylenmekten ziyade gösterilmiştir. 101
O halde Wagnerci müzik-tiyatronun cevap verdiği tek "ihtiyaç" ce­
maat ihtiyacıdır. Fakat Tragedyanın D oğuşu nda olduğu gibi, Nietzsche
'

aynı zamanda bireyin acı ve ölümü aşma ihtiyacına da cevap verdiğini


düşünmektedir. "Zamanın ve ölümün uyandırdığı korkunç endişeden" ,
hayattaki "ciddi v e stresli" şeylerden kurtarılmaya ihtiyacımız vardır,
der. Bunun için " bireyin kendisinden daha yüce bir şeye kendini adaması
[yani onunla özdeşleşmesi] gerekir -tragedyanın anlamı budur" . 102 Bizi
komşumuzla kaynaştıran Dionysosçu hissin ayrılmaz bir parçasıdır. "Es­
rarengiz ateşten öğede" "yüzdüğümüz" sırada (Tristan'm Liebestod'u)
"sabit ve katı" olan her şey çözüldüğünden, "artık kendimizi bilemeyiz",
bu yüzden de bireyselliğin cezası olan acı ve ölümlülükten kurtuluruz:

En azından birkaç saatliğine, ... özgür doğaya, özgürlük alemine döndüğümüzü


hayal ederiz. Bu görüş açısıyla bakarız ve muazzam hava-yansımalarından görürce­
sine, bizim ve bize benzeyenlerin mücadelelerini, zaferlerini ve yenilgilerini yüce bir
şey olarak görürüz.

Daha önce korkulu ve stresli olanlar şimdi daha ziyade "toptan dene­
yimde tuhaf şekilde yalıtılmış fragmanlar" gibi görünmektedir. Ölümün
kendisi bile "üstün yaşam uyaranı" görünümündedir. Gündelik hayata
döndüğümüz zaman beraberimizde yeni bir tür sakinlik getiririz: "Tra­
jik insana dönüşmüş olarak hayata, tuhaf şekilde teselli olmuş bir ha­
vayla, yeni bir emniyet hissiyle döneriz." 103
Nietzsche Tragedyanın D oğuş u 'nda olduğu gibi, burada da "trajik
etkinin" anahtarı olarak aşkınlığa başvuruyor. Dionysosçu müzik bizi
tekilden evrensele, "kişiler üstü" bakış açısına yükseltir. "İlkel birliğe"
ait olan bu bakış açısıyla stres ve acı etkisini kaybeder, çünkü bunlar
bizim stresimiz ve acımız değildir, ölüm tehdit edici değildir çünkü ölen
biz değiliz. Nitekim acı olmadan kazanç olmadığından, yeninin doğması
için eskinin yıkılması gerektiğinden, hayatın gelişmek için acı ve ölüm
talep ettiğini anlarız, Herakleitos'u büyüleyen hep değişme fenomeni de
Auf Wiedersehen Bayreuth

zaten bununla ilgilidir. Dionysosçu bakış açısıyla, hayatta ölümün beli­


rişini hoş karşılarız.
Wagner Bayreuth'ta buraya kadar Tragedyanın Doğuşu' nda sunulan
Bayreuth yorumunun açıkça devamıdır. Fakat Nietzsche 1 875 Ekim'in­
de Rohde'ye şunları yazar:

Richard W[agner] Bayreuth'ta başlığıyla yazdığım gözlemler ... bitmek üzere.


Fakat kendimden beklediğim standardın çok altında. Bu yüzden bana göre, bugüne
kadar deneyimlediğimiz en zor noktaya yeni bir doğrultu vermekten başka değer
taşımıyor. Ama bu doğrultuyu da ona tam anlamıyla hakim olup eksiksiz bir şekilde
vermeyi başaramadım. 104

Bu sözler gösteriyor ki, birincisi, Wagner Bayreuth'ta kitabında Nietz­


sche Bayreuth'u kökten yeni bir bakış açısından görmeye çalışıyordu; ikin­
cisi, Nietzsche bu konuda pek de başarılı olamadığını düşünüyordu. O hal­
de bu "yeni doğrultu" neydi ve niçin tam anlamıyla başarılı olamamıştı?
Benim hipotezime göre anahtar "hayal" sözcüğünün kullanılmasın­
da, Dionysosçu durumda "özgür doğaya, özgürlük alemine [buradaki
dil Kant'ın "anlaşılabilir" ya da " numenal" özgürlükten bahsetme­
sini anımsatıyor] döndüğümüzü hayal ettiğimiz (wahnen) " iddiasın­
dadır. Nietzsche'nin kullandığı wahnen sözcüğü Wagner'in kullandığı
Wahn'dan türetilmiştir; bildiğimiz gibi Wahn'ın da çeşitli anlamlarının
en bariz olanları " kuruntu" ve "yanılsama"dır. Bu sözcüğün kullanı­
mıyla söylenmek istenen şey şudur: Dionysosçu "yüksekliğin" , "du­
yarlılığın en yüksek kademelerine" yükselmenin psikolojik faydası ne
olursa olsun,1 05 deneyim esasen yanılsamadır, çünkü aslında "özgürlük
alemi" yoktur, bireylerin gündelik dünyasının ötesinde bir metafizik
alan bulunmaz. Nietzsche Tragedyanın Doğuşu'nda asla böyle bir söz­
cük kullanamazdı elbette, çünkü eser Kant-Schopenhauer idealizmini,
insanın Dionysosçu deneyimle özdeşleşmesini sağlayan "ilkel birliğin"
mutlak gerçekliğe sahip olduğunu savunuyordu. Hatta tek gerçeklik bu
olduğundan, gündelik dünya yanılsamadan, "rüyadan" ibaretti. Kısaca­
sı, Tragedyanın Doğuşu 'nda bireylerin gündelik dünyası Wahn' dı Fakat .

burada "antitez" tersine çevrilmiştir. Tristan'ın bestecisinin gözünde za­


man zaman "rüya neredeyse uyanıklığın aktüalitesinden daha gerçek"
olsa da, meselenin aslı Dionysosçu rüyanın sadece bir rüya olduğudur. 106
NIETZSCHE

Bu durum, dördüncü Bakış'ın yazımından önce ya da yazımı sırasın­


da Nietzsche'nin düşüncesinde derin bir değişim yaşandığını gösterir.
Metafizik idealizmi terk ederek gerçekçiliği -doğalcılığı ya da geniş an­
lamda "materyalizmi"- benimsemiş, Westminster Review' daki yorum­
cunun umduğu gibi Nietzsche eninde sonunda "pozitif düşünceye" gi­
den yolu bulmuştur. 1 878 tarihli bir mektupta bu doğrulanır: Bayreuth
Festivali'ne katılmadan önce (dolayısıyla Wagner Bayreuth'ta yayımlan­
madan önce), bir "dönüşüm ve kriz" yaşadığını söyler ( Ree'yle tartış­
maları da bunları hiç şüphesiz hızlandırmıştır): "Aklın, her türlü meta­
fizik hakikat ve sadelik mistifikasyonuyla, yani her şeyde bir mucize ve
absürdlük gören [sözde] akılla savaşı" .107 Fakat pozitivizme dönmesi­
ne rağmen Dionysosçu halin değerine inanmayı sürdürür ve şahsen de
Wagner'in müziğinin "altın suyu"nun müptelası olmuştur. Bu yüzden,
bana kalırsa "yeni doğrultu " Wagner'in Dionysosçu müziğinin önemine
bağlılık ile yeni ve gayri metafizik, hatta "metafizik " karşıtı bir bakış
açısını, yeni bir felsefi dünya görüşünü yeni bir sentezde birleştirme ça­
basını ifade eder. Kısacası burada yapmaya çalıştığı şey, metafiziksiz bir
Dionysosçuluk üretmektir.
Dionysosçuluk ile doğalcılık arasındaki yeni senteze tam anlamıyla
"hakim olamadığını " neden düşünmektedir? Niçin probleme parmak
basamamakla beraber -felsefede sıklıkla olduğu gibi- bir şeylerin doğru
olmadığı hissi yaşamaktadır? Şayet Köselitz tarafından ikna edilmeseydi
eseri bitirmeme ve yayımlamama niyetinde olmasının sebebi neydi?
Belki de şimdi açıklayacaklarımız onu endişelendiriyordu. Metinde
Wagner'in müziğiyle taşındığımız hale dair şu iki şeyin doğru olduğu
gösterilir: Psikolojik bakımdan faydalıdır ve bir kuruntudur. Bu başlı
başına problem değildir, zira kuruntusal hallerin çoğunlukla faydalı et­
kileri olur: Birinin aslında sadakatsiz eşinin sadakatine inanması çoğu
durumda buna örnektir. Fakat asıl sorun Nietzsche'nin denemesinin
yayımlanmasının ve anlaşılmasının bu etkiyi yok etme etkisi yaratacak
olmasıdır. Daha da önemlisi, eserin içeriği Nietzsche için yanılsama­
yı yok eder. Hissettiğim evrensel kardeşlik duygusunun ve hem ölüme
hem acıya bağışıklık duygusunun "ilaçların" yarattığı bir sanrıdan iba­
ret olduğunu bilirsem, Nietzsche bunu bilirse, nitekim Bak ış'ta verilen
adla büyük "efsuncunun" 108 ürettiği ucuz bir numara olduğunu fark
edersem, bana faydası da bir andan daha uzun sürmeyecektir. O hal-
Auf Wiedersehen Bayreuth 331

de tek kelimeyle özetlersek, Nietzsche yeni sentezin başarısız olduğuna


inanıyordu. Dionysosçuluk ile doğalcılık arasındaki sahici bir uzlaşma
yanılsamadan uzak olmalıdır, dolayısıyla kişinin aşkın doğaüstü kimlik
"düşü " olmadan bireyselliğin aşılmasının mümkün olmasını gerektir­
mektedir. Nietzsche'nin daha sonra olgunluk düşüncelerinde sahiden
Dionysosçuluk ile doğalcılık arasında bir senteze ulaştığını, "metafizik­
siz" Dionysosçuluğun mümkün olabileceğini gösterdiğini söyleyebili­
rim. Fakat bunun için daha çok zaman geçmesi, köprünün altından çok
sular akması gerekiyordu. Bana kalırsa dördüncü Bakış uzlaşma olması
gerektiği içgörüsüne dayanmaktadır. Fakat şimdilik Nietzsche bu içgö­
rüye "hakim değildir'', zira uzlaşmayı gerçekleştirmeyi başaramamıştır.
***

Wagner Bayreuth 'ta'nın konu ettiği kişinin ucuz, "tiranca " etkiler
yaratmaktan "dithyrambik dramacı"ya doğru ilerleyişi anlatısında
barınan üstü kapalı eleştiriyi göz önüne alırsak, Nietzsche'nin eserin
Bayreuth'ta nasıl karşılanacağı konusunda son derece gergin olması
şaşırtıcı değildir. Wagnerlere gidecek protokol nüshalara eşlik edecek
mektubu yazabilmek için en az dört müsvedde kullanır.109 Cosima'ya
yaklaşan " büyük ve olağanüstü olay" karşısındaki büyük neşesini ifade
etmekten kendini alamadığını yazar. Wagner'e gönderdiği mektupta da,
eseri yazdıktan sonra kendini Schwaben efsanesindeki atlı gibi hissettiği­
ni belirtir; atlı Bodensee'yi ( Konstanz Gölü) kışın geçmiş olduğunu ama
ne yaptığını ancak karşı yakaya geçtikten sonra dehşetle fark etmiştir
(çünkü buzun üstü karla kaplıdır). Nietzsche kendisine on dört yaşından
beri içeriğini bağrında taşıdığı böyle bir eser üretme cesaretini veren tek
şeyin Wagner'in "Alman özgürlüğüne" bağlılığı olduğunu ekler. Sonra
huzursuz bir ileri görüşlülükle belirtir: "Eserlerim beni nahoş sonuçlara
götürüyor, ne zaman bir eser yayımlasam kişisel ilişkilerimdeki bir şey
sorgulanmaya başlıyor ve insani sempati sarfiyatıyla düzeltilmesi gereki­
yor. " 1 10 ( Burada asıl güçlük ortak bağlılıklara sağlam temel atmış dost­
luklardadır, çünkü fikir değişikliklerine yer yoktur bu ilişkilerde. )
Fakat Wagner'in cevabı güven tazeleyici görünmektedir: "Dostum!
Kitabınız harika! -Benim hakkımda bu kadar şeyi nereden öğrendi­
niz?l l l- Çabuk gelin ve provalarda kendinizi [müziğin] etkisine alış­
tırın. " 1 12 Ayrıca Wagner, Nietzsche'nin eserinin bir kopyasını da Kral
Ludwig'e gönderir. Cosima dört teskin edici satırla cevap verir, böyle-
332 NIETZSCHE

ce Wagnerler bu hediyelere toplam sekiz satırla cevap vermiş olurlar.


Festival'in son dakika hazırlıklarıyla inanılmaz meşguldüler elbette. Yine
de bu sekiz satır gösteriyor ki Nietzsche artık bir zamanlar Wagner'in
Siegfried'e kol kanat germesini istediği oğul-yarısı değildi.
Esere diğer tepkiler de, en azından Wagnerciler arasında, son derece
olumluydu. Malwida von Meysenbug'un yazdığına göre Wagner'le bir­
likte Nietzsche " başka hiç kimsenin, Schopenhauer'ın bile yapamadığı
şekilde insanlığa kutsal amacını gösteriyordu"; ayrıca "ancak bir anne­
nin sevgili oğluna baktığı gibi ona bakmanın mutlu gururunu" kendi­
sine bahşetmesini istiyordu.1 13 Romundt kitabı bir oturuşta bitirdiğini,
hiç elinden bırakamadığını yazıyordu, ayrıca kitap harika bir "yeni dün­
yayı" önünde açmış, "artık saatinin gelmesi gerektiği inancı uyandır­
mıştı" . 1 14 Rohde eseri nişanlısına okuduğunu yazıyor ve pederşahi bir
edayla ekliyordu: " Henüz çok genç ve ben de onu eğitme gereği ve isteği
duyuyorum." 1 1 5

Birinci Bayreuth Festivali

Birinci Bayreuth Festivali'nin programı şöyleydi:

29 Temmuz - 4 Ağustos (1 876): Üçüncü dörtleme provası.


6 Ağustos: Das Rheingoldun kostümlü provası.
7 Ağustos: Die Walküre nin kostümlü provası.
'

8 Ağustos: Siegfriedin kostümlü provası.


9 Ağustos: Götterdammerung'un kostümlü provası.
13, 1 4, 1 6, 1 7 Ağustos: Der Ring dörtlemesinin ilk icrası (yani yukarıdaki dört
opera).
20-23 Ağustos: Der Ring dörtlemesinin ikinci icrası.
27-30 Ağustos: Der Ring dörtlemesinin üçüncü icrası.

Nietzsche sağlığının bozulmasına rağmen 22 Temmuz'da Bayreuth'a


geldi ve 27 Ağustos'a kadar orada kaldı. Sadece 4-12 Ağustos'ta bir ara
vererek Klingenbrunn'a gitti. Edouard Schure (Fransız müzik eleştirme­
ni, okült yazarı, Wagnerci, Nietzsche hayranı, daha sonra da antroposo­
fist ve Rudolf Steiner'in dostu), Nietzsche'nin Bayreuth'taki haline dair
bir tasvir bırakmıştır:
Auf Wiedersehen Bayreuth 333

Hem entelektüel-manevi üstünlüğünden hem de tuhaf görünümünden etkilen­


miştim. Geniş bir alnı, kısa kesilmiş saçları ve Slavlara has çıkık elmacık kemikleri
vardı. Gür ve sarkık bıyığının yanı sıra keskin yüz hatları ona süvari subayı görü­
nümü veriyordu aslında, ama bu görünüme hemen kendini belli eden utangaçlık ve
mağrurluk eşlik ediyordu. Ahenkli sesi ve ağır ağır konuşması sanatçı doğasına işa­
retti. Dikkatli ve düşünceli yürüyüşü tam filozoflara göreydi. Yüz ifadesindeki sükunet
bu kadar yanıltıcı olamazdı. Tek bir yere dikilen, sabit bakışları acı verici düşünce
süreçlerini ele veriyordu. Gözlerinde aynı anda keskin bir gözlemci ve hayalci bir
görücü ifadesi vardı ... Tutkulu anlarda gözleri nemleniyor, düşler içinde kaybolu­
yor ama sonra yeniden atılganlaşıyordu. Biraz geriye çekilip Nietzsche'nin görünü­
münün bütününe baktığınızda, sıklıkla manevi aristokratların özelliği olan güç bela
saklanmış bir küçümseme kendini gösteriyordu. Kostümlü provada ve dörtlemenin
[Yüzük dörtlemesi] ilk üç icrasında Nietzsche hüzünlü ve sıkkın görünüyordu ... Ric­
hard Wagner'in yanında utangaç,· çekingen ve neredeyse hep sessizdi. Provalardan
birlikte ayrıldığımızda ağzından tek bir eleştiri sözcüğü çıkmıyordu; daha ziyade bir
şey kaybetmişlerin uysal hüznünü taşıyor gibiydi. 1 1 6

Schure haklıydı. Nietzsche melankoliye kapılmış, daha önce belirtti­


ğim gibi, Hölderlin'in "kutsal yas " duruşunu benimsemişti. İnsanlar ona
Wagner Bayreuth'ta hakkında soru sorduğunda "o eski meseleyi" tartış­
mak istemediği cevabını veriyor, kitabın daha beş hafta önce çıktığı söy­
lenince de ona beş yıl gibi geldiğini söylüyordu.1 17 24 Temmuz'da artık
daha fazla dayanamadığını söyleyerek Götterdammerung provasından
çıktı1 1 8 -Steinabad'da hayal ettiği "altın suyu"na katlanamıyordu! Bir­
kaç gün sonra müzikten daha çok keyif alsa da, 1 1 9 ertesi gün Elizabeth'e
yazdığı mektupta Bayreuth'a geldiğine "neredeyse pişman" olduğunu
söylüyordu. ( "Pişmanlık için kullandığı Almanca sözcük "Bereut"tu,
yani "Bayreuth" üzerinden bir sözcük oyunu yapıyordu.)120 Nihayet 4
Ağustos'ta artık Bayreuth'a katlanamaz hale geldi, biletlerini başkası­
na vermeye çalıştı ve Klingenbrunn ( "çınlayan pınar") adlı dağ köyüne
doğru yola çıktı. Spiegelau yakınlarındaki bu köy trenle altı saat uzak­
lıkta, Çek sınırındaki Bohemya Ormanı'ndaydı.
Nietzsche neden bu kadar bunalmıştı ? Niçin " bir şey kaybettiğini "
hissediyordu?

*
"Ahlakçılar daima utangaçtır, çünkü eğilimlerini anlar anlamaz başka insanların on­
lara hain ve casus gözüyle bakacağını bilirler" (KK() 72 ) .
334 NIETZSCHE

Bir kere, hava "çıldırtacak kadar sıcak" ve nemliydi; bundan daima


nefret etmişti. Aşırı kalabalıklaşmış kasabanın merkezinde kiraladığı
basık tavanlı daireden de nefret ediyordu. Fakat "çok hoş ve serin bir
bahçesi" olan bir ev kiralayan Malwida von Meysenbug'la vakit geçir­
diği için bu problemlerine çare bulabiliyordu. 121 Sağlığı ideal düzeyi­
nin çok altındaydı elbette. Fakat Bayreuth'tan kaçmasının fiziksel değil
manevi bir "krizden" kaynaklandığını, ama kibarlık edip sıhhatinin
bozulduğunu uydurduğunu sonradan kendisi kabul etmiştir. 122 Ayrıca
kısa süre sonra göreceğimiz gibi, varsayılan rahatsızlıklarından dikkat
çekecek ölçüde çabuk kurtulmuştu. Peki, o zaman bu " krizin" asıl ka­
rakteri neydi?
Curt Paul Janz'a göre, Avrupa soylularının yarısı Bayreuth'a toplan­
mışken, kimse, özellikle de Wagner, anlaşılması güç bir profesöre ilgi
göstermiyordu ve bu da Nietzsche'nin gücenmesine yol açmıştı. Fakat
bu iddia kulağa hiç makul gelmiyor. Wagner onu ihmal etmemişti, ak­
sine Wagnerlerinki de dahil bütün davetleri reddeden Nietzsche'ydi.123
Elizabeth'e bakılırsa, "Wagner onu onurlandırma ve ayrıcalıklı dav­
ranma fırsatlarını asla kaçırmamıştı" , ama Fritz "elinden geldiğince bu
övücü hamlelerden uzak durmuştu, çünkü Wagner'in şamatacı övgüle­
rinden hoşlanmıyordu" .124 Nietzsche'nin kendisi de Bayreuth'taki "acı
hayal kırıklığının" Bayreuth hakkında kafasında taşıdığı ideal ile yaşa­
dığı gerçeklik arasındaki muazzam uçurumdan kaynaklandığını yazmış­
tır.125 Gerçeklikle karşılaşan idealin ( uzun zamandır bunun olacağından
korkuyor, ama her şeye rağmen yanılmış olduğundan umudu kesmiyor­
du), daha sonra ifade ettiği gibi, aslında "(ata morgana" , yani bir serap
olduğu ortaya çıkmıştı.126 İyi ama nasıl?
Bir kere, izleyiciler (en azından kalanlar) Wagner Bayreuth 'ta'da
öngördüğü "çağa aykırı" yetenekli, idealist insan grubu değildi. Onun
yerine sosyete Bayreuth'a akın etmiş, ortalık düklerden ve prenslerden
geçilmez olmuştu. Örneğin Wahnfried'deki düzenli konuklar arasında
Barones von Schleinitz, Barones von Meyendorf, Kontes Usedom ve
İtalyan kabine bakanı Minghetti'nin eşi vardı. Bu insanlar Wagner ko­
nağındaki ve yandaki birahanedeki tuhaf ressam ya da doktorla kay­
naşmanın verdiği "demokratik" histen hoşlanıyorlardı.127 Bavyera Kra­
lı Ludwig de oradaydı elbette; gerçi sadece kostümlü provalara gelmiş,
Auf Wiedersehen Bayreuth 335

Rheingold'u ise tek başına izlemekte ısrar etmişti . .. Yüzük'ün (Der Ring)
ilk tam icrasında Alman İmparatoru geldi ve Wagner'i kucakladı (gerçi
aslında müziği beğenmemişti) . Brezilya İmparatoru ve Weimar Grandü­
kü de geldiler. Grandük tren istasyonunda Franz Liszt tarafından büyük
bir şatafatla karşılandı. Kısacası izleyiciler ne Wagner'in "halkı" ne de
Nietzsche'nin seçkin avangard sanatçılar, toplumsal reformcular ve ken­
dini adamış "dostlar" grubuydu. Nietzsche'nin daha sonraki ifadesiyle,
birkaç istisnayla, "Avrupa'nın avare ayaktakımıydı " .
Elizabeth'e göre, tiyatronun radikal reformunu başlatacağı sanılan
faaliyetin sıradan bir büyük opera festivali olduğu meydana çıkmış­
tı. 128 Fakat daha başlangıçtan itibaren buna zemin hazırlanmıştı elbette.
Nietzsche sekiz biletten (yani iki kişi için bir Yüzük dörtlemesi) kur­
tulmak istediğinde, bunları Baumgartner ailesinden arkadaşlarına 1 00
talere vermek istemişti. Büyük ihtimalle indirimli olan bu miktar bile
bugünün parasıyla 6.000 ABD dolarına denk gelir ki bu kadar para­
yı ancak elit kesim verebilir. Bu girişimin tamamını gerçekçi bir tarzda
düşünürsek, sırf mali açıdan bile yeni " Reform"un baştan başarısızlığa
mahkum olduğu kolayca görülebilir.
Demek ki izleyici kitlesi Nietzsche'nin idealist vizyonundan çarpıcı
ölçüde aşağıda kalmıştı. Peki, ya sanatçının kendisi? Peki, Wagner?
Pek çok kişinin Festival'de yaşadığı güçlüklerden biri de yan-dini bir
olay olması gereken bu etkinliğe uygun ciddiyeti korumak konusunday­
dı. Problem çok sayıdaki sahneleme hatasından kaynaklanıyordu -mi­
nimalist olmayan prodüksiyonlarda bu tehlike hep vardır. İcralardan
birinde Rheingold'un Ren kızları lunaparktaki dönmedolapta atların
üzerinde oturur gibi dönmeye başlamışlar, Siegfried'in korkunç ejder­
hası Fafner de sahneye baş ve gövde olarak çıkmış, boynu gelmemişti.
Anlaşıldığı kadarıyla boyun Londra'daki imalatçı tarafından Bayreuth'a
değil Beyrut'a gönderilmişti. 129 Fakat Nietzsche'yi hayal kırıklığına uğ­
ratan bu değildi. Daha ziyade Wagner'in son derece doğalcı sahneleme
anlayışı onu hüsrana uğratmıştı. "Dekorasyon, doğal manzara dekoru

*
Elizabeth'in yazdığı kadarıyla, izleyiciler olmadan ses çok yankılı çıkınca Walküre
için sıradan halktan insanlar toplanmıştı -çok yanlış bir izleyici kitlesi, "uyumsuz bir
görgüsüzler karışımı'', diye şikayet eder (YN s. 378 ) . Eli1.abeth'in sözleri onun aşağı­
orta-sınıf züppeliğini göstermekle kalmaz, Wagncr'in Fcstival'i halka ait gördüğünü
ve "halk için" tasarladığını bilmediği anlamına gelir.
NIETZSCHE

ve mekanik tertibatı tatmin edici bulmayanlara kesinlikle katılmıyo­


rum," diye yazmıştı daha sonra. Sorun daha ziyade " hayal gücünü ...
epik kökenlerine ters düşen meselelerle bağlantılandırma işinde çok faz­
la gayret ve yaratıcılık kullanılmasıydı'' ,130 bir başka deyişle, eserlerin
mitsel potansiyelini öldüren bir prodüksiyon tarzıydı. (Nietzsche, ömrü
vefa etseydi Wagner'in torunu Wieland'ın 1 950'ler ve 60'larda tasarla­
dığı minimalist prodüksiyonları büyük ihtimalle beğenirdi. )
Nietzsche'nin, sahiden mitsel kişilerin doğalcı tarzda ayrıntılandırıl­
mak yerine tıpkı Yunan tragedyasındaki maskeli kişiler gibi soyut olma­
sı gerektiğinde ısrar ettiğini Tragedyanın D oğuşu 'nda ve ikinci Zamana
Aykırı Bakış'tal 31 görmüştük. Soyut, " Brecht tarzı" bir prodüksiyon
her bireyin kişileri ve çevreleri kendi hayal gücüyle yeniden yaratmasını
gerektirir, bu yüzden de farklı şekillerde kurulmuş bireylerin ortak bir
"uyuşmayla" bir araya gelmesini mümkün kılar. Dolayısıyla "özel efekt­
lerin" doğalcılığına değil minimalist prodüksiyonlara ihtiyaç vardır. (Bi­
rilerinin bilgece belirttiği gibi, özel efektler filmin ölümü demektir. ) Ama
Wagner'in "özel efektler" karşısında mest olduğu açıktır. Nietzsche
Wagner Bayreuth 'ta'da Bayreuth'u savunurken Wagner'in örnek teşkil
ederek arkasında eserlerinin doğru icrasına dair bir gelenek bırakma­
sının elzem olmasını temel alıyordu. Ama işte burada kendi eserlerini
tabiri caizse Spielbergleştiriyordu. Bu durum "Yunan trajedisinin yeni­
den doğuşu" idealinden ne kadar uzaklaştığını, ucuz etkiler üretmenin -
sözde "aşağı" benliğinin- üstünlüğü nasıl ele geçirdiğini göstermektedir.
Doğum günü mektubunda Wagner'e gönderdiği Hölderlin'in "Delos'un
nerede, nerede Olimpia'n", "en yüce şenliğin" nerede soruları, üzücü bir
cevap almıştı: " hiçbir yerde" .132
Fakat aynı mektupta Bayreuth'tan umudu kesmesinin başka bir se­
bebinden daha bahsedilir: Oraya varmasından önce gerçekleşen, "tüm
hakikat ve sadeliğin metafizik mistifikasyonuna" karşı pozitivist dönüş;
Schopenhauer'cı-Wagnerci metafizik aleyhine ve doğalcılık lehine dönüş.
Nietzsche Wagner Bayreuth 'ta'da Wagner'in Dionysosçu müziği ile ken­
disinin yeni doğalcılığı arasında bir sentez denemesine girişmiştir. Fakat
tıpkı Bayreuth gibi bu girişim de tatmin edici değildi. O halde Wagner'i bu
yeni bakış açısına dahil etmeye çalışmaktan vazgeçme zamanı gelmişti. Sa­
vaşçı Nietzsche'nin "akıl" saflarına geçip Wagner'e karşı çıkmasının vakti
gelmişti. Bu yüzden gücünü toplamak için Klingenbrunn'a gidiyordu.
Auf Wiedersehen Bayreuth 337

Bayreuth'a Dönüş ve Bir Flört

Nietzsche Kligenbrunn'da geçirdiği bir haftada, eziyetli yolculuğun


etkilerinden kurtulmak için bir gününü yatakta geçirdikten sonra, İn­
sanca, Pek İnsanca'nın, yani "pozitivist" döneminin başlangıcını sim­
geleyen eserinin üçte birini hayret verici bir hızla yazar. İlk başta eserin
başlığı Saban Demiri'dir -yani yeni tohumlar atmak için eski topra­
ğın kazılmasına yarayan saban demiri. Bu eserde metafizik "Bayreuth
ufku"nun yerini en nihayetinde ve tam olarak karşıtı alır: Nietzsche'yi
on dokuzuncu yüzyılın ana akım eğitimli düşüncesiyle aynı hizaya so­
kan yeni, materyalist, bilimsel, gerçekçi, metafizik karşıtı, Schopenhauer
karşıtı bir "ufuk" . Bu yüzden "yeni" Nietzsche gün ışığına Bayreuth
Festivali sırasında, ama köşesine çekilerek, çıkmıştır. Yine de bir hafta­
nın sonunda tekrar Bayreuth'a döner. Dağların "taze havasını" sevme­
sine rağmen, bir kez daha vadinin " buğuları" içine iner (ikinci benliği
Zerdüşt gibi). Asıl anlaşılmayan nokta neden bu ihtiyacı duyduğudur.
Bir sebebi Elizabeth'in yazdığı kadarıyla, müptelanın uyuşturucuya
ihtiyaç duyması gibi Nietzsche'nin müziğe ihtiyaç duymasıydı. Eliza­
beth, Nietzsche'nin "İpekböceği kozadan çıktıktan sonra eski hapisha­
nesini bir süre beraberinde sürükler, " 133 sözünü alıntılar. İnsanca, Pek
İnsanca'nın " Sanat düşünürün yüreğini ağırlaştırır" başlıklı bir bölü­
münde Nietzsche, görünüşteki konu Beethoven olmasına rağmen, yine
aynı noktaya parmak basar:

Metafiziğe duyulan ihtiyacın ne denli güçlü olduğu ve ondan ayrılmanın insan do·
ğasına ne denli zor geldiği, özgür ruhluda bile metafizik olan her şeyi öldürmesinden
sonra, sanatın en yüce etkilerinin uzun süredir susturulmuş hatta kopmuş metafizik
telini birazcık titretmelerinden anlaşılabilir; örneğin Beethoven'ın Dokuzuncu Senfo·
nlsinin bir yerinde, yeryüzünün üstünde, yıldızlı gökkubbede süzülürken duyumsar
kendisini, yüreğinde ölümsüzlük düşüyle: tüm yıldızlar etrafında parıldıyor ve yeryü­
zü gitgide daha aşağıda kalıyor gibidir. -Bu durumun bilincine vardığında, derin bir
sızı duyar yüreğinde ve yitirdiği sevgilisini -ister din desin adına ister metafizik- geri
getirecek insanı [Wagner] sayıklar. 134

Nietzsche İnsanca, Pek İnsanca'da düşünürün "entelektüel namusu­


nun" "kayıp aşkının" siren çağrısına direnmeyi gerektirdiğini söylerken,
NIETZSCHE

Elizabeth haklıysa Klingenbrunn'da artık direnememişti. Yani devam


eden Dionysosçu coşku ihtiyacına boyun eğmişti.
O halde Nietzsche hala duygusal bakımdan Wagner'in müziğine
bağlıydı. Ayrıca on yıldan uzun süredir hayatının anlamı olan projeye
ve Wagner'in şahsiyetine de hala duygusal açıdan bağlılık duyuyordu:
"Ödevim benden alındığı için hastalanmıştım," diye hatırlar sonra­
dan.135 Nietzsche Bayreuth'taki olayları geriye bakarak sadeleştirirken
neredeyse yanlış anlatmaktadır. Ecce Homo'da yazdığına göre gayet ka­
rarlı olarak Bayreuth'tan ayrılıp Klingenbrunn'a gitmiş, Bayreuth'a bir
daha dönmemişti.136 Ama gerçekte korkunç bir kafa karışıklığı içindey­
di, kalbiyle kafası arasında dehşetli bir çatışmanın içinde kaybolmuştu.
Bir düşünür olarak Bayreuth projesinin değersiz ve başarısız olduğuna
karar vermişti. Ama hemen hemen bütün dostlarını bizzat Wagnercili­
ğe ikna etmiş bir insan olarak projeye duygusal bağlarını koruyordu.
Bayreuth'a ilk vardığında kız kardeşine endişeyle şunu yazmıştı: "Kim­
seye söyleme, ama ikinci dörtleme biletlerinin yarısı, üçüncü dörtleme
biletlerinin de sadece üçte biri satıldı. " 137 Ayrıca Elizabeth nihayet onun
Bayreuth'tan ayrıldığında içini çekerek, gözlerinde yaşlarla, "Ah Lis­
beth, işte Bayreuth böyleydi! " dediğini aktarır.138
Bu yüzden, insani gerçeklik Nietzsche'nin fena halde çatışmalar ya­
şadığıydı. Wagner'in sanatının gerçekte kültürel bir önem taşımadığını,
önceki umutlarının hepsinin "(ata morgana" olduğunu biliyordu. Ama
öte yandan başarılı olacağından da bir türlü umudunu kesmiyordu.
***

Bayreuth'a döndüğünde havada aşk esintileri vardı. Belki de Wag­


ner'in müziğindeki uzlaşım-yıkıcı Dionysosçulukta bulunan örtük ero­
tizmin cesaretlendirdiği Rohde, daha yeni nişanlanmış olmasına rağ­
men, 139 gördüğü her kadına komplimanlarda bulunuyordu. ( Önceki
Eylül'de Tristan'ı Münih'te izlemiş, " beni çok kişisel bir tarzda sarstı ...
hasret dolu bir tutkunun zonklamalarını tam anlamıyla doğrudan his­
settim," diye yazmıştır.)140 Von Gersdorff da bir İtalyan kontesine çıl­
gınca aşık olmuştu. Belki de bu etkinliğin umduğu gibi önemli ve kutsal
olmadığına karar vererek hayatın tadını çıkarmaya başlayan Nietzsche
de yetenekli bir şarkıcı, tutkulu bir Wagnerci olan sarışın ve güzel Lou­
ise Ott'a gönlünü kaptırdı. Alsas yerlisi olan Louise evlenmiş ve Paris'e
taşınmıştı.
Auf Wiedersehen Bayreuth 339

Louise Bayreuth'tan Nietzsche'den önce ayrıldı. (Ecce Homo'daki,


"çekici bir Parisli"nin onu alıkoyma çabalarına rağmen ilk kendisinin
ayrıldığı141 iddiası tümden uydurmadır.) Kız gittikten sonra Nietzsche
ona gönderdiği mektupta, "Bayreuth'tan ayrıldığınızda etrafım karardı,
sanki biri ışığı alıp götürmüş gibiydi," diye yazdıktan sonra, "sizi öyle
kardeşçe bir sıcaklıkla seviyorum ki sırf sizin kocanız diye kocanızı da
seveceğim," diye ekliyordu. 142 Louise'in cevabı ise münasip denilebile­
cek ölçüyü epeyce aşıyordu:

Aramızda hakiki ve sağlıklı bir dostluğun kurulabilmiş olması, vicdanlarımız ya­


saklamadan birbirimizi yürekten düşünebilmemiz ne kadar güzel ... Ama gözlerinizi
hiç düşünemiyorum: O tatlı ve derin bakışlarınızı hala o zamanki gibi üzerimde his­
sediyorum ... Aramızda olup biten her şey sır olarak kalmalıdır. 1 43

Eylül başındaki mektuplaşmalarda ölçü, yeniden öne çıkmaya gayret


etmektedir -Louise ona kendisinin Hıristiyan olduğunu bildirir ve ru­
hun ölümsüzlüğüne inanıp inanmadığını sorar. 144 (Nietzsche inanmadı­
ğı cevabını verir, çünkü önceki yıl defterine aldığı bir notta aklı başında
hiç kimsenin buna inanmadığını yazmaktadır.) 145 Ama Eylül sonunda
Nietzsche'nin aklında hala Louise vardır ve ona bu yeni dostluğun "tıp­
kı yeni bir şarap gibi biraz tehlikeli" olduğunu yazar. 146 Adeta gemi
güvertesinde geçen bu romansta sahici bir erotizm -"terbiye" gereği as­
lında aşka hiç şans tanınmayan Kısa Tesadüfler * filmi tarzı bir erotizm­
serpintisi hissedilmektedir.

*
Akademi Ödüllü ünlü İngiliz yönetmen David Lean'in ( 1 908-1991 ), özgün adı Brief
Encounter olan 1 945 yapımı, bir "yasak aşkı" konu alan filmi-r.n.
13. Bölüm

Sorrento

ietzsche 27 Ağustos 1 876'da Bayreuth'tan Basel'e döndü ve en so­


N nunda İnsanca, Pek İnsanca haline gelecek notlar üzerinde çalışma­
yı sürdürdü. Elizabeth bir yıl onun evine baktıktan sonra Naumburg'a
döndüğünden, Nietzsche de Baumann'ın Mağarası'ndaki eski bekarlık
hayatına döndü. Overbeck yeni eşi Ida'yla Dresden'deydi, bu yüzden
onun boşalttığı odalara Nietzsche'nin gözde öğrencisi Adolf Baumgart­
ner yerleşti. Öğlen yemeklerindeki sohbetlerde de Overbeck'in yerini
Ree aldı.
Malwida von Meysenbug sağlığının düzelmesi için Nietzsche'yi
İtalya'da konuk etme teklifini Bayreuth'tayken tekrarlamıştı. Nietzsche
de önceki Mayıs'ta bir yıllık ücretli izin isterken Güneye -klasik uygar­
lığın anavatanına- yapacağı ziyaretin "akademik" karakterini de (iz­
nin doğası gereği) vurgulamıştı. ! İzni aldı, Malwida'nın davetini kabul
etti ve yanında eski gözde öğrencisi, narin Albert Brenner'i de götürdü
(Brenner on sekiz ay sonra hayata gözlerini kapayacaktı ). 26 Eylül'de
Malwida'ya Ree'yi de getirip getiremeyeceğini sordu, çünkü "hem ince
düşünceli, hakikaten dost ruhunun yanı sıra kafası da son derece berrak
olan Ree'nin yanında olmasından büyük keyif alıyor"du.2
Sorrento'ya doğru yola çıkmadan kısa süre önce aldığı bir telgraf sa­
yesinde, Festival'in gerilimini yaşayan Wagner'in de kendine gelmek için
İtalya'yı seçtiğini öğrendi. Nietzsche'nin bu telgrafı hakaret saymaması
çok güçtür doğrusu:

Lütfen Basel malı iki çift atlet ve donu Çarşamba günü Bologna'daki Hotel
İtalya'ya gönderin. O zamana kadar Venedik'teki Hotel Avrupa'da olacağım. Richard
Wagner.3
342 NIETZSCHE

Bu tavır eski "Üstat" -uşak ilişkisini -tam da Nietzsche'nin kaçmayı


zorunlu gördüğü ilişkiyi- yeniden yaratmaya yönelik ya çok duygusal
ya da nezaketsiz bir girişimdi. Yine de, Wagner'e yönelik yeni eleştirel
duruşunun aşırı şahsi bir kopuşa dönmesini önleme endişesindeki Nietz­
sche bu görevin pek hoşuna gittiğini çünkü ona eski Tribschen günlerini
hatırlattığını yazdı cevaben. Aynı mektupta vaktinin büyük bir kısmını
karartılmış bir odada, gözleri için ( Basel'deki göz hekimi Dr. Schiess'in
talimatıyla) atropin (ölümcül itüzümü) tedavisi gördüğünü, İtalya'da ya
sağlığına kavuşmayı, ya da ölmeyi planladığını da belirtir. Son olarak da
mektubunda Wagner'in Yahudi karşıtlığına çanak tutar: "Lütfen 'soylu
dostuma', muhterem eşinize, Yahudilerin en ağza alınmaz Cermencili­
ğiyle, Bernays'a selam söyleyin. "4

Güneye Gidiş

Nietzsche, varlıklı annesini tatil mekanında ziyarete giden Ree'yi


Montreux'den almak üzere 1 Ekim'de yola çıktı. Oradan Cenevre
Gölü'nün kuzeydoğusuna düşen yakınlardaki Bex'e geçtiler. Bu üzüm
memleketindeki altın yapraklar arasında iki nefis güz haftası geçirdikten
sonra -Ree bu zamanı "dostluğumuzun balayı dönemi" diye adlandır­
mıştı- Brenner'i almak üzere Cenevre'ye doğru yollarına devam ettiler.
Oradan da akşam trenine binip yeni Mont Cernis tünelinden Torino'ya,
sonra da Cenova'ya vardılar.
Birinci sınıf kompartımanda (herhalde Ree ve Brenner uyuyakalmış­
tı) Nietzsche, yolculuk yastığını şişirdiği dikkate şayan bir genç kadınla
(daha sonra Barones von Ungern-Sternberg olacak Isabella von Prah­
len) ve onun biraz daha yaşça büyük arkadaşı Barones Claudine von
Brevern'le sohbete başladı. Gece boyunca işveli bir tarzda konuştular
-yolculukta bir aşk macerası- Isabella'nın deyimiyle " bir düşünceler
cümbüşünün" tadını çıkardılar. Nietzsche'nin bir ara sorduğu imalı " Siz
de özgür ruhlu musunuz? " sorusuna Isabella eşit ölçüde imalı bir cevap
vermiş, özgür ruhlu olmayı canı gönülden istediğini söylemişti.5 Nietz­
sche ve beraberindekiler Cenova'dan bir buharlı gemiye binip üç günlük
yolculuğun sonunda İtalya'nın batı kıyısındaki Napoli'ye geçtiler. Pi­
sa'daki bir turistik molada Isabella ile Nietzsche yine karşılaştılar ve ka-
Sorrento 343

dının hatırladığı kadarıyla bencilliğin e n yüksek kültür biçimi olduğuna


karar verdiler -ama arınmış bir bencillikten bahsediyorlardı, kaba saba
kendi çıkarını düşünmekten değil. Ayrıca Isabella'nın hatırladığı kada­
rıyla Ree, onun Nietzsche'yle zaman geçirmesini kıskanmıştı: "Beni bir
kenara çekti ve aksi yöndeki tüm çabalarına rağmen benim Nietzsche'yi
tehlikeli ölçüde heyecanlandırmamdan hiç hoşlanmadığını uzun uzun
anlattı", o sırada "ciddi bir sinirsel rahatsızlık yüzünden" gereken şey
" büyük bir sükunet ve yalnızlıktı" .6 (Burada Ree'nin eşcinsel eğilimleri
olduğu iddiası insanın aklına geliyor. )
Napoli'de Malwida von Meysenbug onları aldı ve ertesi gün, yani
27 Ekim'de mütevazı bir pansiyon olan Villa Rubinacci'ye (şimdi ar­
tık tanınmayacak şekilde değişip Hotel Eden olmuştur) yerleştirdi. Via
Correale'nin dışındaki bu pansiyonda onlara ikinci ve üçüncü katla­
rı kiralamıştı. Wagnerler Sorrento'ya onlardan önce gelmişti ve tipik
Wagnerci üslupta, yani şehirdeki en iyi otelde Festival'in yorgunluğunu
atıyorlardı. Grand Hotel Excelsior Vittora adlı bu otel beş dönümlük
narenciye bahçesinin içine kurulmuştu, bakımlı yeşil alanları, palmiye­
lerle çevrili yolları, egzotik çiçek tarhları vardı. Denizden yetmiş metre
yükseklikte bir uçurumun tepesindeydi ve bütün Napoli Körfezi'nin pa­
noramik bir manzarasına sahip olduğu gibi, uzaklarda da Vezüv yanar­
dağını görüyordu. Pansiyon otele sadece beş dakikalık yürüyüş mesafe­
sinde olduğundan, oraya varır varmaz Wagnerlere uğradılar.

Malwida von Meysenbug

Nietzsche'den yirmi sekiz yaş büyük olan Malwida dikkate şayan


bir kadındı. Nietzsche onun sabrını pek çok kez zorlamasına rağmen,
hatta delirmeye başladığında ona korkunç kötü davranmasına rağmen
daima sadakatini korumuştu. Ayrıca hayati boyunca Wagner'e de sadık
kaldı, hep onun yakın çevresinde oldu, keza Schopenhauer'a da inan­
cını korudu -bir başka deyişle Nietzsche ve Ree'nin Sorrento'da yok
etmek üzere harekete geçtiği dünya görüşünden hiç vazgeçmedi. Buna
rağmen Nietzsche onun annece tavırlarını takdir ettiği gibi, karakterine
de büyük saygı duyuyordu. Memoiren einer idealistin ( 1 869-1 876; Me­
moirs of a Female idealist; Bir Kadın İdealistin A nı l a r ı ) ? başlıklı otobi-
3 44 NIETZSCHE

yografisini tekrar tekrar okumuş, arkadaşlarına hevesle tavsiye etmişti.


Malwida'nın onun üzerinde ciddi bir etkisi vardı -meşhur "müziksiz
hayat bir hata olur" sözü Malwida'nın Wagner'le alakalı "müziksiz
hayat kimsesizliktir" sözünden türetilmiş görünmektedir.8 Bana kalır­
sa aralarındaki dostluğu, mizaçlarındaki ve hayat hikayelerindeki bazı
benzerlikler de sağlamlaştırıyordu. Bu benzerliklerin en barizlerinden
biri de Güney sevgisiydi. Güneyi sadece fiziksel bir yer olarak değil, aynı
zamanda manevi bir görü, başkalarının yanı sıra Hölderlin ve Cla ude
Lorrain'in görüsü olarak seviyorlardı.
Anılar'da anlattığı kadarıyla,9 Malwida kuzey Almanya'da önemsiz
bir soylu ailenin kızıydı. Çocukken tıpkı Nietzsche gibi aşırı dindardı.
Onun da küçük erkek kardeşi ölmüştü. Hıristiyan metafiziğini Nietzsche
gibi ergenlik döneminde terk etmiş, aynı süreçte Hıristiyan çileciliğinden
[bkz. Sözlükçe] de uzaklaşmıştı: "Duyular ruhun düşmanları değil araç­
larıdır," diye yazıyordu. Fakat Nietzsche'nin aksine Hıristiyan etiğine
-yani Schopenhauer'cı etiğe- tavizsizce, yani "idealistçe" bağlanmıştı:
etik hayatın " hakiki özü" "şefkattir" , diyordu. "Ülküm iyi olmaktır, "
diye devam ediyordu, böylece e n sonunda "şefkat içimdeki bencilliğin
son kalıntılarını da yenecektir". Nietzsche'yi ona hayran eden özellikle­
rinden biri de " ülküsüne" bağlılığındaki mutlak "saflığıydı " . ıo
Malwida Hıristiyan Tanrı'sını reddetmiş olmasına rağmen, Spino­
za'nınkine benzer panteist bir dindarlığı, gizem karşısındaki huşu hissi­
ni korumuştu. "Tanrı benim için artık tek bir şey değildir, bütün evreni
doldurur, şimdi de dünyayı yöneten katı yasalarla birdir. " Malwida tıpkı
Nietzsche gibi kişisel ölümsüzlüğü reddediyordu. Bu ölümsüzlük talebini
"şahsi bir bencillik ... ben'in küstahlığı" olarak adlandırıyordu. Ona göre
ölümsüzlük ancak şahsiliğin aşılmasından ibaret olabilirdi: "Ancak te­
killiğinden tümüyle kurtulmuş bir ruh ölümsüzdür" . ı ı Ayrıca kendisinin
böyle bir özgürlüğü tattığını, "var olan her şeyle birlik bilincini" yaşadığı­
nı da belirtir.12 Nietzsche panteist Tüm'e mistik kapılma olarak ölümsüz­
lük izahını Sorrento döneminde desteklemeyecek olsa da, Zerdüşt'ün za­
manına geldiğimizde göreceğimiz üzere, bu onda merkezi bir fikir haline
gelecektir -bu durum kısmen Malwida'nın gecikmeli tesirine atfedilebilir.
Malwida'nın otobiyografisi kişisel özgürleşmenin, özgürlüğünü ger­
çekleştirmeye -"neyse o olmaya"- çalışan özgür ruhlu bir şahsiyetin
hikayesidir. Erken feminist hareketin kahramanlarından biri olan Malwi-
Sorrento 345

d a -Anılar'ı sonraki özgürlükçüler kuşağının zorunlu okuma listesine gir­


mişti- 1 848 işçi ayaklanmalarını desteklediği için aşırı-muhafazakar aile­
siyle bağlarını koparmıştı. Yani radikal bir demokrat ve sosyalist olmuş­
tu; ilk dönemindeki Wagner'le onu yakınlaştıran da buydu. (Wagner'in
sosyalizmden vazgeçmesi yüzünden tartışmışlardı.) Malwida'nın özgür
ruhluluğunun odağında kadınların özgürleşmesi vardı -ona göre işçile­
rin davası ile kadınların davası birdi. Özgürleşmenin mali bağımsızlık
gerektirdiğini, bunun da eğitimle mümkün olduğunu görmüştü. Dolayı­
sıyla, devrimciliği yüzünden Londra'ya kaçmak zorunda bırakılmadan
önce Hamburg'da bir kadın üniversitesinin temellerinin atılmasında rol
almıştı. Londra'da sürgündeki anarşist-sosyalist Alexander Herzen'in
yakın dostu ve çocuklarının dadısı oldu. Herzen'in kızı Olga'yı da daha
sonra evlat edindi. (Nietzsche'nin "Monodie a deux"yü yazma vesilesi
Olga'nın Gabriel Monod'la evlenmesiydi. ) Malwida'nın insanlara anne­
lik etmeye büyük ihtiyacı olduğu açıktı -sadece Nietzsche'ye değil, ba­
zen Avrupa'daki her genç feministe kol kanat geriyormuş gibi görünür.
Nietzsche'nin çöküşünden sonra, gelecekteki Nobel ödülü sahibi Roma­
in Rolland'la da benzer bir anne-oğul ilişkisi kurmuştu.

Villa Rubinacci

Malwida'nın Attanosio ailesinden kiraladığı Villa Rubinacci'deki


iki katlı daire 27 Ekim 1 8 76'dan 7 Mayıs 1 8 77'ye kadar altı ay Nietz­
sche'nin evi olacaktı. Nispeten konforsuz olan üst katta fedakar Malwi­
da ve onun sadık, becerikli hizmetçisi-aşçısı Trina kalıyordu (Trina ora­
dayken Nietzsche'ye risotto * pişirmeyi öğretti). Alt kat toplu faaliyetler
için geniş bir yemek ve oturma odası ile Wagner'in deyişiyle "üç oğla­
nın" yatak odalarından oluşuyordu. Villa, portakal ve nefis limoncello
likörü yapmakta kullanılan (hala da öyledir) limon ağaçlarıyla çevrili
yüksekçe bir yerdeydi. Vezüv'ün sağladığı zengin volkanik toprak saye­
sinde yoğun tarımın yapılabildiği bu yörede zeytin bahçeleri ve bağlar
da vardı. Nietzsche limon ağaçlarının gölgesinde uzun yürüyüşlere çı­
kıp düşüncelere dalmayı çok seviyordu. Malwida'ya anlattığı kadarıyla

*
İtalyan pirinç yemeği. Bu yemeği özel hale getiren, pirinçlerin nişastalarını salmaları
sonucu oluşan kremamsı sosudur-r.n.
NIETZSCHE

özellikle bir ağacın gölgesinde muhakkak aklına yeni fikirler geliyordu.


Villa'nın arkasında da çam ağaçlarıyla -"güneyin durgunluğunu ve gü­
nortası sessizliğini dinleyen, dinledikçe derinleştiren çamlar" l 3- kaplı
tepeler vardı ve onların ötesinde de güzelim Sorrento Körfezi uzanıyor­
du. Napoli Körfezi'ne bakan ön balkondan batıda Capri, kuzeydoğuda
ise Nietzsche oraya geldiğinde aktif olan Vezüv görünüyordu. Bu kara
ve deniz manzaralarından bazıları Zerdüşt'te tekrar ortaya çıkar.
Malwida'nın (kendi deyimiyle) " küçük kolonisi" sabah 6:30'da her­
kes kalkınca hareketleniyor, sonra da -Nietzsche'nin ısrarıyla- kısa bir
yürüyüşe çıkıyordu. Brenner eve gönderdiği mektupta, "İnsan tek ba­
şına olsa katlanılmaz bulacağı şeyleri 'kışlada' yapabiliyor," diyordu.
(Nietzsche uykusuzluk çektiğinden genellikle çok daha erken kalkıyor­
du -geceleyin aklına gelenleri kaydetmek için yatağının başucunda bir
yazı tahtası bulundururdu.) Hep beraber 7:30'da kahvaltı ediliyordu.
Nietzsche 9:00'dan lO:OO'a kadar Brenner'e dikte yaptırıyordu -o sıra­
da gözleri öyle kötüleşmişti ki normalde sayfalarca yazdığı mektupla­
rın yerini birkaç kartpostal almıştı. Ortak yenen öğle yemeğinden sonra
çevrede başka yürüyüşlere ve gezintilere çıkılıyordu. Kimi zaman evin
arkasındaki tepelerden yukarı çıkıyor, Malwida'nın hatırladığı kadarıy­
la "alımlı kızların" tarantella * oynadığı çiftlik evlerinin bulunduğu yere
gidiyorlardı. Bazen eşeklere biniliyordu; bu gezintilerde Brenner'in kötü
biniciliği ve yerlerde sürünen uzun bacakları eğlence kaynağı oluyor­
du.14 Daha uzun gezintilere çıktıkları da oluyordu: Tepelerden üç saatlik
yürüyüşle Sorrento Körfezi'ne ya da Pompeii'ye * * gidiyorlardı (Nietzsche
Şen Bilim'de bu şehrin modern ziyaretçilerinden ziyade Romalı sakin­
lerini kastederek, "zararsız bir görgüsüzlük" tabirini kullanır. ) 15 Bazen
de Capri ya da Ischia'ya kayıkla gidiyorlardı. Akşam yemeğinden son­
ra "koloni" sakinlerinin çeşitli projeleri tartışılıyor ya da başkalarının
yanı sıra Voltaire, Montaigne, Diderot, Burckhardt, Ranke, Thucydides,
Herodotus, Calderon, Cervantes, Michelet, Turgenyev, Renan, İncil,
La Rochefoucauld, Stendhal okumaları yapılıyordu. Ayrıca Platon'un
Yasalar'ından ya da Burckhardt'ın Yunanlar üzerine derslerinde Adolf
Baumgartner'in aldığı notlardan parçalar okunuyor ve mekanın klasik-

* Adını Taranto kentinden alan, bazen trampet ya da kastanyet, bazen de şarkı eşliğin­
de oynanan neşeli bir İtalyan dansı-r.n.
* * Pompei komünü sınırları içinde yer alan, Napoli yakınlarında bulunan yıkıntı halin­
deki antik Roma kenti-r.n.
Sorrento 347

çisi olarak Nietzsche metinlerle ilgili yorumlar yapıyordu. (Günümüzde


böyle akşamların katledilmesinde televizyonun büyük payı olsa gerek. )
Noel Arifesi'nde ortak oturma odası, ışıklandırılmış portakal ağaçla­
rından (herhalde saksıda) bir bahçeye çevrildi, her yana demet demet
gül ve kamelya kondu, tavana Çin fenerleri asıldı. Ree'ye hediye olarak
bir ayna verilirken -insan güdülenmesinde kibrin bir faktör olduğunu
vurgulamasına gönderme yapıyordu- Brenner'e bir ipek şemsiye, Nietz­
sche'ye ise Türk fesi sandığı bir Sorrento takkesi verildi.
Nietzsche daha sonra İnsanca, Pek İnsanca haline gelecek malzeme
üzerinde çalışıyordu. Oraya geldiklerinde kitabın adı artık Saban Demiri
olmaktan çıkmış, yeni bir başlıkla beşinci Zamana Aykırı Bakış olarak
planlanmıştı -bu arada Ree de ertesi yıl basılacak olan Ahlaki Duygula­
rın Kökeni üzerinde çalışıyordu. Nietzsche'ye gönderdiği protokol nüs­
hasının başına kendisinin eserin babası, Nietzsche'nin anası olduğunu
yazmıştı. Nietzsche de eserin el yazmasını kendi yayımcısı Schmeitzner'e
tavsiye etmiş, " büyük ihtimalle ahlak felsefesi tarihinde bir dönüm nok­
tasını temsil edecek çok yeni ve kesinlikle sağlam bir yöntem" kullandığı­
nı belirtmişti.16 Alfred Brenner Tutuşan Kalp adlı kısa romanı üzerinde,
Malwida ise Phaedra adlı romanı ve Yaşlı Bir Kadının Mirasından Duygu
Durumları-Görüntüler başlıklı inceleme derlemesi üzerinde çalışıyordu.
Bakış açılarındaki farklılıklara bakılırsa, bu kadar iyi geçinmeleri her­
kesin dostluğu fikir farklılıklarından ayırabilme yeteneğinin ödülü olsa
gerek. Gelgelelim, akşam tartışmalarında keskin görüş ayrılıkları kendini
gösteriyordu. Hem Ree hem Nietzsche, "tarihsel felsefe" adını verdikleri
ve felsefeyi "doğa bilimlerinin" bir dalı haline getirdiğini düşündükleri
yeni bir soruşturma yöntemi kullandıklarını iddia ederken,17 Malwida
Duygu Durumları-Görüntüler' de Schopenhauer'ın iddialarını savunuyor,
bilimsel yöntemin, kendi paradigmatik soruşturma alanı olan fizikte bile
kendi temellerini açıklayamadığını -yerçekimi ve manyetizma gibi temel
kuvvetlerin doğasını izahtan aciz olduğunu- hele aşk, maneviyat ve sa­
natsal deha gibi fenomenleri kapsamasının söz konusu bile olmadığını
öne sürüyordu.ıs Bu görüşleriyle tutarlı olarak, Ree'nin felsefi sorunları
yeni ele alış tarzının Nietzsche'yi aşırı etkilediğini düşünüyordu:

Dr. Ree'nin katı bilimsel ve gerçekçi bakış açısı, o zamana dek (Nietzsche'nin]
her yanına içsel bir şiirsellik ve müzikallik sinmiş sanatsal yaralısıyla tümden yeni bir
NIETZSCHE

ilişki kurmuştu. Ona neredeyse çocuksu bir şaşkınlıkla karışık haz veriyordu. Buna
sıklıkla dikkat çektim, Ree'nin kişiliğine büyük saygı duymakla ve Nietzsche'yle dost­
luğundaki fedakarlıkta özellikle kendini gösteren mizacının iyiliğini kabul etmekle bir­
likte onun bakış açısını paylaşmadığımı şaka yollu uyarılarla belirttim. 1 9

Daha sonra Ree'nin bencilliği savunmasından (işin burasını yanlış


anlamıştı) Lou Salome'ye bahsederken, Ree'nin kendi karakterinin "te­
orilerinin en parlak çürütülüşü" olduğunu söylemişti. Ree'nin ve model
aldığı Fransızların üslubundaki aforizmalar ve Nietzsche'nin de bu üslu­
bu kullanmaya başlaması konusunda da, bazı aforizmaların parlak ol­
duğunu, ama dünya görüşünün dehşet verici dönüşümünü açığa vuran
çoğu aforizmanın açıkça nahoş olduğunu düşünüyordu.20 Nietzsche'nin
defterlerinde o dönemden kalmış aforizmalara bakınca insan "Yazı için
kör bir adam neyse dünya için Schopenhauer odur"21 gibi sözlerden
hoşlanmayacağını tahmin edebiliyor. Keza başka sözler de onun için can
sıkıcıydı:

İnsan hayalinin bağrında korku vardır. Dindarlığın son biçimi tümden karanlık,
açıklanamaz alanı olumlamaktır; bu alanda ... dünya-bilmecesi saklı olmalıdır.22

Bu söz doğrudan Malwida'nın kendi dinsel mistisizminin bir eleş­


tirisiydi. Diğer yandan Malwida şu sözü beğenmiş olmalı: "Sosyalizm
tüm insanların eşit olduğu ve hepsine adil davranılması gerektiği kara­
rına dayanır: Ahlakın en yüksek biçimidir. "23 Nietzsche'nin kariyerinin
tamamında sosyalizme öfkeyle saldırmayan sözler sadece bu dönemde
sarf edilmiştir ve Malwida'nın geçici ılımlılaştırıcı etkisini yansıtıyor ol­
malıdır. " Bilge kişi kendi için yasa kabul ettikleri dışında adet, görenek
tanımaz,"24 sözü Malwida'ya çekici gelmişti herhalde, zira ailesinin ve
sınıfının uzlaşımlarından kendini kurtarmak için verdiği mücadeleyi
onaylıyordu. Keza "Özgür ruh insanlığın geleceği için yaşar, öyle ki es­
kilere ağır basacak yeni yaşam-imkanları icat eder,"25 sözündeki idea­
lizm de onu çekmiş olsa gerek. Malwida ile Nietzsche'nin birleştiği te­
mel nokta yeni bir kültür biçimi keşfetme ihtiyacıydı. Ayrıldıkları temel
nokta ise bu biçimin karakteriydi.
***

Wagnerler Sorrento idilinin ilk on gönünde köşeyi dönünce iki da­


kika uzakta olduğundan sürekli birbirlerine gidip geliyorlardı. Şimdi
Sorrento 3 49

manevi düşmanlık içindeki iki adama kendini adamış olan Malwida,


bu ziyaretlere Nietzsche'nin hiç karşı çıkmadığını, ama Wagnerlerle bir­
likteyken halinde " başka vakitler hiç görülmeyen zorlama bir doğallık
ve neşenin" baş gösterdiğini fark etmişti.26 5 Kasım'da, belki de en bü­
yük ve en üretken sanatçı-filozof dostluğunu -Nietzsche'nin deyimiyle
"yıldız dostluğu"-27 yaşamış iki kişi arasındaki son buluşma gerçekleşti.
Wagner'in son operası Parsifal üzerinde çalışmak için Bayreuth'a dön­
mesi gerekiyordu, ayrıca kısa süre sonra Royal Albert Hail' da sekiz kon­
serlik bir seri için Londra'ya gidecekti. (Cosima orada George Eliot'la
sıcak bir ilişki kurdu; onun Yahudi karşıtı, Eliot'un ise tutkulu bir Ya­
hudi karşıtı-karşıtı olduğunu düşünürsek bu durum hayli şaşırtıcıdır. )
Nietzsche "Üstat"ın ezici varlığından kaçma ihtiyacı duymasına rağ­
men, her zaman olduğu gibi, açık bir kopuştan kaçınarak ilişkiyi mek­
tupla koruma çabasını sürdürdü. Wagnerlerin ayrılışından bir ay sonra
Cosima'ya gönderdiği çenebazca bir mektupta, Schopenhauer'dan gi­
derek "ayrıldığını " ve onun felsefesinin tüm "dogmatik" temel ilkeleri
karşısında "aklın" yanında durmaya başladığını itiraf etti.28 Cosima ona
uzun ve dostça bir cevap yazdı, ama biraz kaygı verici bir edayla, " fi­
lozofumuz" dediği Schopenhauer'a itirazlarını duymak istediğini belirt­
ti.29 Bu mektup kesinlikle sonuncusu değildi. Sonraki yılın 22 Ekim'inde
yazdığı başka bir mektupta, Doktor Otta Eiser diye birinin -az sonra
daha ayrıntılı değineceğiz- Yüzük dörtlemesi eleştirisini gönderdiği için
Nietzsche'ye teşekkür ediyordu.
Wagner'le son buluşmasından birkaç gün sonra Nietzsche "son bü­
yük filolog"3 0 Ritschl'in ölümünü haber aldı. Bir haftadan kısa süre bir
süre içinde iki baba kaybetmişti.
***

Nietzsche 1 8 77 başını bilinen kör edici baş ağrıları ve istifralar yüzün­


den çoğunlukla yatağa düşmüş olarak geçirdi. Artık umudunu kesmiş
bir halde Basel'deki göz hekimi Dr. Schiess'a danıştı ve o da Napoli'de­
ki üniversite kliniğinde Profesör Schrön tarafından muayene edilmesini
ayarladı. Schrön beyin tümörü fikrini reddetti, sinir ağrısı olabileceğini
ve bu durumun birkaç yıl sürüp sonra aniden kaybolabileceğini söyle­
di. Tedavi olarak ne önerdiği bilinmiyor, sadece cinsel boşalma tavsiye
etmişti; anlaşılan Nietzsche Napoli randevuevlerine birkaç ziyaretle bu
sorunu halletti.31
3 50 NIETZSCHE

Nisan başında Ree tutucu Basel'e nazaran Darwinci düşüncelerinin


daha kabul edilebilir olacağını düşündüğü Jena'ya gitti, Brenner de üni­
versitenin yaz döneminin başlamasından önce Basel'e döndü. Nietzsche,
Ree'yi çok özlüyordu: " Ree'nin olmadığı Ree'nin odasından daha ıssız bir
yer olamaz ... bir daha sizi kaybetmeme izin vermeyin," diye yazıyordu
uzaktaki dostuna.32 Malwida'yla baş başa kalınca sohbetler yine evlilik
planlarına döndü. Malwida çeşitli adaylar önerdi, Elizabeth de mektupla
aynı şeyi yapıyordu -Olga Herzen'in kız kardeşi Natalie üzerinde durul­
du. Görünüşteki sebep Nietzsche'nin mali bakımdan Basel'deki işinden
bağımsızlaşmasını sağlamaktı -başarılı aday, Malwida'nın özlü ifadesiyle
"hem iyi hem zengin" olmalıydı. Ama Schrön'ün tavsiyelerini düşünür­
sek, Nietzsche'nin bu planlar konusunda fena halde arayışa girmesinin
"tıbbi" sebepleri de olabilir. Temmuz ayında yazdığı bir mektupta, sokak­
tan birini bulması gerekse bile güzden önce evlenmek zorunda olduğu­
nu belirtiyordu.33 "Tıbbi" kaygıların da bir sebep olduğu fikri, İnsanca,
Pek İnsanca' da insanın düzenli cinsel boşalıma ihtiyacı olduğu şeklindeki
dürüstçe açıklamayı tekrar tekrar yapması sebebiyle daha da güçleniyor
-buradan yola çıkarak, iyi bir evlilik cinsel çekimden (her halükarda ka­
çınılmaz olarak azalır) ziyade dostluğa dayanmak zorunda olduğundan,
evlilikte "istisnaların", "metreslerin" hoş görülmesi gerektiği sonucuna
varır.34 Ama tüm evlilik planları alışıldığı üzere duman olup uçtu.
Nietzsche'nin evlenmek istemesinin başka bir sebebi de giderek ken­
disini yalnız hissetmesi, en eski ve en yakın dostlarından giderek uzaklaş­
ması olabilir. Overbeck artık evliydi ve Sorrento döneminde Nietzsche
ne Rohde'yle ne de von Gersdorff'la iletişime geçmişti. Von Gersdorff'a
1 876 Temmuz'undan sonra gönderdiği ilk mektup 1 8 87 Aralık'ının
sonunda yazılmıştı -üstelik bu mektupta sadece von Gersdorff'tan
Malwida'ya tacizkar mektuplar göndermeyi bırakmasını istiyordu.35
(Von Gersdorff bir İtalyan kızla kötü giden aşk ilişkisi için Malwida'yı
suçluyordu. ) Paul Deussen bir mektupla beraber, kendisinin yeni ha­
zırladığı, Schopenhauer felsefesini de ele alan kitabı Die Elemente der
Metaphysik 'inin ( 1 8 77; Metafiziğin Unsurları) bir nüshasını da gönder­
mişti. Nietzsche ona teşekkür etti ve kitabında Schopenhauer felsefesini
net ve kapsamlı bir şekilde sunmasını övdü. Fakat böyle bir kitabı çok
daha önce almış olmayı dilediğini de ekledi, zira " kitabın, benim artık
doğruluğunu savunmadığım her şeyin güçlü bir toplamı" . Mektubu bi-
Sorrento 351

tirirken de, muhakemelerinin " farklılığı yüzünden acı vermemek için"


başka bir şey söylemeyeceğini yazdı.36 Deussen 1 8 83'te kargacık burga­
cık bir not dışında başka mektup almadı. Bu dostlukların kaybı önemli
bir meseleydi, çünkü "sen " (du) dediği hemen herkesi kaybetmişti -nispi
samimiyetlerine rağmen Ree'yle asla "siz"in (Sie) ötesine geçmediler.
Fakat Ree'nin yokluğunu kısmen telafi eden başka bir dostluk baş­
ladı. Nietzsche'nin hayranı olan yazar ve ressam Baron Reinhart von
Seydlitz, başka şeylerin yanı sıra Münih'teki Wagner Cemiyeti'nin baş­
kanıydı. Nietzsche lirik tasvirleriyle onu ve çekici Macar eşini güneye,
Sorrento'ya çekmişti: " Rüzgarın alabildiğine yumuşadığı korunaklı por­
takal bahçeleri arasındaki yürüyüşler, insan ancak yukarıdaki çamların
dalgalanmasından dış dünyadaki ( buradaki hayatımızın gerçekliği ve
imgesi dışındaki -her iki anlamda) fırtınaların varlığını anlayabiliyor"37
-bu parantez içindeki söz hem fiziksel durgunluğu hem de psikolojik
sakinliği anlatıyor olmalı.

Rosenlaui: Nietzsche ve Sherlock Holmes

Nietzsche 1 877 Mayıs'ının başında üç gününden birini korkunç baş


ağrılarıyla yatakta geçiriyordu. Ayrıca aşırı sıcak ya da soğuğun sağlık
problemlerini azdırdığını düşündüğünden, yazın yaklaşması oradan ay­
rılmasını kaçınılmaz kılıyordu. 8 Mayıs'ta von Seydlitzler ona Napoli'ye
kadar eşlik etti, Cenova'ya giden gemiye bindirip çantaları ile kitap­
larının güvenli bir şekilde yerleştirilmesini sağladılar. Kuzeye yolculuk
sertti, bu yüzden Nietzsche korkunç baş ağrılarının yanı sıra şiddetli
deniz tutması da çekti; mide bulandırıcı kokulardan ve diğer yolcula­
rın korkunç bir iştahla "tıkınmalarını" izlemekten uzak kalmak için üç
günlük yolculukta sekiz kez yer değiştirdi. Cenova'dan Basel'e doğru ya­
vaş yolculuğunda ilk durağı İsviçre'nin St. Gallen eyaletinde, Liechtens­
tein sınırına yakın Bad Ragaz'dı. Sorrento'da kalmasının asıl sebebi olan
iyileşme umutları boşa çıktığından, bu kaplıca kasabasında yine "şifa "
arıyordu. Orada kaldığı üç buçuk haftalık sürede -zengin bir kadınla ev­
lenirse- profesörlüğü bırakmaya az çok karar vermişti ama daima pra­
tik düşünen Overbeck'in ziyaretinde bu kararını ertelemeye ikna oldu.
Bad Ragaz da sağlığına iyi gelmeyince Nietzsche daha serin, daha
yüksekte bir yere ihtiyacı olduğunu düşündü. 1 1 Haziran'da başka bir
3 52 NIETZSCHE

kaplıca kasabası olan Rosenlaui'ye (kelimesi kelimesine, "gül çığı" ) geç­


ti. Meiringen'in yukarısındaki bir Alp vadisinde olan bu kasaba deniz
seviyesinin 1 .300 metre yukarısındaydı. Zug yakınlarında kız kardeşiyle
geçirdiği iki haftayı saymazsak, geriye kalan üç buçuk aylık izin süresini
Rosenlaui'de geçirdi. Çevredeki Alp Dağları ve vadideki sık çam orma­
nı, " burayı benim sevdiğim bir doğa haline getiriyor" , diyordu. Ayrıca
Rosenlaui'de en azından bir süreliğine sağlığı düzelmişti. Hastalığı nük­
sedince daha da yükseğe çıkması gerektiğini hissediyordu.38
Kayak sezonu bittiğinden Nietzsche ilk başta kendini Hotel Rosen­
laui'nin tek konuğu olarak buldu ve odayı ucuza tuttu. Tabldottaki yi­
yeceklerden uzak durarak daha da fazla tasarruf etti. Aslında günde iki
öğün yiyordu ve Malwida'ya başka insanlardan daha az yiyeceğe ihtiyaç
duyduğunu söylüyordu.39
Rosenlaui'den Overbeck'e gönderdiği mektupta İnsanca, Pek
İnsanca'nın iyi gittiğini yazmıştı: " Her gün altı ile sekiz saat yürüyor ve
üzerinde düşündüğüm meseleleri daha sonra çabucak ve tam bir kesin­
likle kağıda döküyorum. "40 Bu çalışma tarzı hayatının geri kalanında
da aynen devam etti: Saatlerce yürüyerek düşünüyor, daima yanında bir
defter taşıyor, sonra da kısa sürede yoğun bir şekilde yazıyordu. Bu tarzı
gözlerinin durumu yüzünden benimsemişti: "Günde yaklaşık bir buçuk
saat görebiliyorum ... Daha uzun süre okur ya da yazarsam aynı gün çok
kötü ağrım oluyor."41 Tüm olgunluk eserlerindeki aforizmatik üslup salt
bir edebi tercih değil -bir keresinde felsefi sorunlara soğuk duşa yaklaşır
gibi yaklaştığını söylemişti: çabuk gir, çabuk çık-42 gözlerinin durumu
yüzünden bir gereklilikti. Daha doğrusu gereklilik olduğuna inanıyordu.
Zira biri Basel'deki Schiess ve diğeri Napoli'deki Schrön olmak üzere iki
doktor, ayrıca bir süre sonra üçüncü bir doktor, gözlerini ne kadar çok
kullanırsa tam körlüğe o kadar yaklaşacağını söylemişlerdi. Bu iddia
çok yanlış olsa da, gözlerini günde bir buçuk saatten fazla kullanırsa acı
çekmesi gerektiğine inanmış olabilir ve bu da sahiden acı çekmesine yol
açmıştır ya da en azından ağrısını artırmıştır -tersine bir plasebo etkisi
diyebiliriz buna.
Girdiler daima çıktıları geciktirdiğinden, Nietzsche'nin İnsanca, Pek
insanca üzerinde çalışma hızı büyük ihtimalle yanında sadece şu üç ki­
tap bulunmasından da kaynaklanıyordu: Mark Twain'in yeni bir kita­
bı -"Alman zekiliğine nazaran onun çılgınlığını daha çok seviyorum" ,
Sorrento 353

diye yazıyordu Ree'ye- Platon'un Yasalar'ı ve Ree'nin yeni çıkmış Ahlaki


Duyguların Kökeni. "Sizi bir buzulun dibinde okuyan ilk kişiyim kesin­
likle," diye yazıyordu dostuna, "İnsan doğasını sorgularken hayatın çok­
lu eziyetleri için merhametle karışık küçümseme ve alaycılıkla (kendisi de
kesinlikle dahil) hareket eden bir kitabı okumak için doğru yerdeyim."43
Nietzsche Rosenlaui'de alışılmış bol mektuplaşma düzeyine geri dön­
müştü. Mektuplarından bazıları umutsuzca işi bırakma kaygılarıyla il­
gilidir. Marie Baumgartner'e yazdığı kadarıyla, " Basel'deki varlığımın
alacakaranlığına" dönmekten ürküyordu. Filolog olmaktan "daha yo­
ğun ", "daha yüce bir görevi" olduğundan emindi ve akademisyen ola­
rak sürdürdüğü gayri otantik hayatından kurtulmak istiyordu. " Kendi­
mi arzuluyorum," diyordu ona.44 Ama her zaman olduğu gibi "kendisi
olmak" evlilik projesiyle bağlantılıydı. Yine de, o ana kadar değerlen­
dirilen tüm adayların boş hayal olduğunu umutsuzlukla fark etmişti.
Özellikle de Natalie Herzen, aday olarak dikkate alınmaması gerektiğini
açıkça ortaya koymuştu.
Louise Ott'un eş adayı olmadığı barizse de, Nietzsche'nin içinde onun
için hala bir ateş yanıyordu. Hamile kaldığını öğrenince şöyle yazmıştı:

Geçenlerde (yani hayalinde] gözlerinizdeki karanlığa baktım. -"Neden kimse


bana öyle gözlerle bakmıyor?" ıstırapla haykırıyorum. Ah, bu çok korkunç! -Neden
hiç şakıdığınızı duymadım? ... Dünyada bir yerde benim için bir ses olmalı.45

(Bu mektuptaki erotizm Zerdüşt'te "hayatın" Zerdüşt'ün şarkı söy­


lediği bir kadın olarak kişileştirilmesine kadar uzanır: " Bu yakınlarda
gözlerine baktım, ey yaşam! Ve onlarda, sanki bir bilinmezin derinlikle­
rine gömülür gibi oldum. " )46
***

Nietzsche Rosenlaı.:ii'deyken " Zincirlerinden Kurtulmuş Promethe­


us" (Der Entfesselte Prometheus, 1 876 ) adlı şiirin bir nüshasını aldı. Bu
şiiri yazan kişi Viyana'daki küçük bir Nietzsche hayranları çevresinden
(onların coşkusu en sonunda Freud'a kadar ulaşacaktı} Yahudi bir hay­
ran olan Siegfried Lipiner'di. Şiir acı çekerek kurtuluşa erişmeyle ilgiliy­
di. (Lipiner daha sonra Gustav Mahler'in yakın bir dostu oldu ve kıs­
men Tragedyanın Doğuşu'ndaki trajedi fikirlerini aktararak Mahler'in
eserlerinin metinlerinde ciddi tesirler yarattı -üçüncü senfoni Zerdüşt'ün
3 54 NIETZSCHE

"Sarhoş Şarkı" bölümünün ortamında geçer [bkz. Resim 26] .) Ree ve


Rohde'nin bazı Yahudi karşıtı tasvirleri sebebiyle Nietzsche Lipiner'in
Yahudi olduğunu öğrenmişti: Ree onu pek de iştah açıcı olmayan bir
adam" diye tanımlarken, Rohde de onu "tanıdığım en çarpık bacaklı
Yahudilerden biri, fakat sempatik değil diyemem, hortlak gibi Yahudi
suratında utangaç, duyarlı bir ifade var," diye anlatıyordu.47 Nietzsche
şiire bayıldı, Rohde'ye gönderdiği mektupta, "bu şair tam bir "dahi"
değilse ben dahi nedir bilmiyorum ... şiirin tamamı şahane, adeta ken­
dimi ilahilik katına yükselmiş buldum," diyordu.48 Lipiner'in kendisine
de Ağustos sonunda şöyle yazmıştı: "Atalarınız üzerinden Yahudilerle
aranızda herhangi bir bağlantı konusunda durumunuz nedir, bana dü­
rüstçe söyleyin. Bu atalardan gelen gençlere büyük umut bağlamama yol
açacak öyle çok şey gördüm ki son zamanlarda. "49
Bana kalırsa Nietzsche'nin Yahudi karşıtlığı reddiyesini tamamladığı
belirleyici an budur. Daha bir yıl önce hala Wagner'in Yahudi karşıtlı­
ğına çanak tutmaya hazır olduğunu düşünürsek, Ree'yle arkadaşlığının
ve Lipiner'e hayranlığının, Wagner ne düşünüyorsa aynen onu düşün­
me ihtiyacını artık duymamasıyla birleşerek, etrafında siyasi bir kuvvet
olarak toplanmaya başlayan hareketi en sonunda açıkça reddetmesine
yol açtığını söyleyebiliriz. Göreceğimiz üzere en koyusundan bir Yahu­
di karşıtıyla evlenen kız kardeşinden kopuşuna zemin hazırlayan da bu
olmuştu.
***

Goethe'nin 1 780'lerde kaldığı tarihi oteli, harika şelaleleri, yürüyüş


yolları, Eiger, Mönch ve Jungfrau dağlarının harika manzarasıyla Ro­
senlaui Vadisi İngiliz turistlerin gözde mekanıydı. Bu turistlerden biri
de Sir Arthur Conan Doyle'du. Yakınlardaki Reichenbach Şelaleleri'nin
çarpıcılığından öyle etkilenmişti ki "Son Problem'"de ( 1 89 1 ) Sherlock
Holmes'u o şelalelerin üstüne göndermişti. Holmes baş düşmanı Pro­
fesör Moriarty'ye sarılmış olarak orada ölmüştü ( fakat daha sonra in­
sanların talebi üzerine Holmes'u tekrar canlandırdı). Nietzsche orada
Doyle'la karşılaşmadı ama Londra'daki University College'da felsefe
profesörü olan, ( bugün hala) prestijli felsefe dergisi Mind'ın editörü Ge­
orge Croom Robertson'la tanıştı. Croom Robertson'ı " son derece sem­
patik" buldu ve ondan duyduğu haliyle İngiliz felsefesinin durumundan
çok etkilendi. Mind için Ree'ye şöyle yazıyordu:
Sorrento 355

Tüm büyük İngilizler katkı sunuyor; Darwin (Vll. Sayı'da "Bir Bebeğin Biyografik
Taslağı" başlıklı nefis bir incelemeyle katkı koymuş), Spencer Taylar ve başkaları.
Bildiğin gibi bizim Almanya'da buna benzer ya da bunun kadar iyi bir yayınımız yok.50

Nietzsche ayrıca Croom Robertson'u Ree'nin yeni kitabını okumaya


ve dergisinde tartışmaya ikna ettiğini de ekler -editör bu sözünü tutarak
kısa bir yorum yazacaktır. Croom Robertson evine döndükten sonra
Nietzsche'ye gönderdiği bir mektupta Zamana Aykırı Bakışlar'ın Wil­
helm Wundt tarafından yakın dönem Alman felsefesiyle ilgili bir araştır­
mada zikredildiğini ve metnin yakında Mind'da çıkacağını yazar. Henüz
Nietzsche'nin bakış açısındaki büyük değişimi yakalayamayan Wundt
şöyle yazmıştır:

Bu alanda kötümser hattın önde gelen bir temsilcisi de Baselli Profesör Fried­
rich Nietzsche'dir. Nietzsche'nin Zamana Aykırı Bakışlar ın ı n peş peşe yayımlanan
kısımları büyük ilgi çekti. Nietzsche'nin ve onun yolunda ilerleyen diğerlerinin yazı­
larında kötümser hava, dinsel mistisizmle yakından ilişkili bazı fikirlere coşkulu bir
adanmayla tuhaf bir şekilde birleşir. Bu kötümserler tarikatı Richard Wagner'e ve
onun müziğine tutkuyla tapınmaktadır. Büyük bestecinin kendisi de Schopenhauer'ın
müziğin doğasına dair derin görüşleri sebebiyle onun yolundan gitmektedir ve [muh­
temelen Wagner'in] coşkulu hayranları istenç'in Nibelungen'de [Yüzük] kozmolojik
bir ilke olarak kendini gösterdiğini ilan etmişlerdir.5 1

Tekrar Basel'de

Nietzsche 1 877 Eylül'ünün başında yine Basel'de -"hayatımın en


büyük laneti"--52 dediği derslere dönmenin korkusu içindeydi, ayrıca
ücretli izninin [sabbatical] felsefi "ganimetini"53 kaybetmekten de çe­
kiniyordu. Ücretli izin yılında ruhsal ve fiziksel durumu çok kötüleş­
mişti: Ida Miaskowski Basel'deki ilk günlerinde müzik ve dans partneri
olan neşeli adamı neredeyse tanıyamayacaktı. Yine Elizabeth'in bakı­
mında Gellerstrasse 22'deki yeni daireye taşındı. Yeniden öğretmenli­
ğe başlama fikrinden nefret etse de, İsviçre'ye döndüğü için mutluydu.
Malwida'ya yazdığı kadarıyla, İtalya'da, Capri'de yaşayıp yaşayama­
yacağını görmek istemişti. Ama ne yazık ki diyordu, " İ talya cesaretimi
azalttı, sinirlerimi gerdi ... İsviçre'de ben, daha fazla 'benim'; etiğimi de
NIETZSCHE

'ben'in buharlaşması değil gelişimi üzerine kurduğumdan şurası açık ki


Alpler'de yenilmezim, yani yalnızken ve kendimden başka düşmanım
yokken" .54
Ders vermeye başlamasıyla İnsanca, Pek İnsanca üzerinde çalışama­
yacağı korkuları boş çıktı. Köselitz'in hem asistan hem de moral verici
olarak yanında bulunması sayesinde, ikisi birlikte Sorrento döneminin
"ganimetini" yayımlanabilir bir hale getirmek için sıkı çalıştılar. İşler
hızlandı; kitap yıl sonunda neredeyse bitmişti.

Sarsıcı Bir Olay: Dost Doktor ile Doktor Dost

Nietzsche Rosenlaui'de kaldığı sırada hem kendisinin hem de


Wagner'in coşkulu bir hayranı olan Frankfurtlu doktor Otta Eiser'le
tanışmış ve ondan etkilenmişti. Eiser ona bazı tıbbi tavsiyeler vermiş
ve ayrıntılı bir muayene için Frankfurt'a gelmesi için baskı yapmıştı.
Nietzsche Ekim'in ilk haftasında Frankfurt'a gitti. Orada sadece Eiser
değil, Dr. Gustav Krüger adlı göz hekimi de onu muayene etti. İkisinin
birleşik teşhisine göre Nietzsche'nin baş ağrıları ve mide bulantıları kıs­
men her iki gözdeki kaynağı belirsiz retina hasarından, kısmen de "aşırı
zihinsel faaliyet" kaynaklı "merkezi organda (yani beyinde) hassasiyete
yatkınlıktan" kaynaklanıyordu.55 Bu ikinci sahte-bilimsel teşhis aslında
Basel'de lmmermann'ın verdiği, "ne kadar aptal olursan kendini o ka­
dar iyi hissedersin" öğüdünün bir tekrarıydı. Eiser hiçbir türden beyin
tümörü olmadığını söyledi56 -Nietzsche'nin korkusu hep babasının " be­
yin yumuşaması" hastalığını miras almış olmaktı; modern tarama tek­
nolojisinin yokluğunda bunu bilecek durumda olamazdı zaten. Eiser'e
göre Nietzsche'nin durumu tedavi edilemez ama idare edilebilirdi. Mavi
camlı gözlükler, baharatlı yiyecekler, şarap, kahve ve çaydan kaçınma,
sakin bir yaşam ve kışın soğuk banyo gibi "kahramanca şifaların" hep­
sinden vazgeçmek ( Eiser'in tek akla yakın öğüdü de buydu zaten) . Fakat
öldürücü darbe, Nietzsche'nin kör olmamak için yıllar boyu okumayı ve
yazmayı bırakması gerektiğinin bir kez daha söylenmesiydi.
Nietzsche 1 0 Ekim'de Cosima'ya her yerde hazır ve nazır Eiser'in
Yüzük üzerine yorum yazısını (sonraki yıl Wagner'in gösteri dergisi
Bayreuther Bli:itter'de yayımlandı) tavsiye ettiği, yukarıda bahsi geçen
Sorrento 3 57

mektubu yazdı. Mektubun devamında "Sert kararlarına boyun eğmez­


sem, yani yıllar boyu hemen hiçbir şey okumamayı ve yazmamayı kabul
etmezsem, körlüğün kaçınılmaz olduğunu" söyledi üç doktor (Schiess,
Schrön ve Krüger) diye yazıyordu. Ayrıca "korkunç bir tercihte" bu­
lunması gerektiğini ama bunu yapabilecek cesarete sahip olduğunu da
ekliyordu -yani çalışmayı sürdüreceğini ima ediyordu.57
Nietzsche'nin içine düştüğü çıkmazı Cosima'dan öğrenen Wagner, bu
can sıkıcı teşhisi koyan doktorlardan birinin Eiser olduğu sonucuna var­
mıştı. Bunun üzerine 23 Ekim'de Eiser'e yazdı ve Nietzsche'nin dertleri­
nin kökündeki sebebe dair kendi teşhisini ona bildirdi. Hasta, "bir dost
doktordan ziyade doktor bir dostun sözünü dinleyecekti büyük ihtimal­
le" . Wagner'e göre Nietzsche'nin dertlerinin sebebi "mastürbasyondu "
(artık espri malzemesi olmuştur ama eskiden mastürbasyonun insanı
kör ettiği sanılıyordu) ve Nietzsche'nin "düşünce tarzındaki değişim . . .
"doğaya aykırı zevk v e eğlence düşkünlüğünden, oğlancılık belirtilerin­
den" kaynaklanıyordu.58 Nietzsche'nin hiç vakit kaybetmeden evlenme­
si gerekiyordu. Bu son "teşhis" Wagner'in daha önce Nietzsche'yi erkek
dostlarıyla fazla samimi olmaması için uyardığı zamandan beri mevcut­
tu ki Wagner, kendisinin böyle bir uyarıya muhatap olmasını gerektiren
herhangi bir kabahatinin asla olmadığını ekliyordu. Bir keresinde bir
arkadaşına şöyle yazmıştı Wagner:

En kusursuz gerçeklikte aşk, ancak farklı cinsiyetler arasında mümkündür; insan­


lar ancak erkek ve kadın olarak hakikaten sevebilirler ... bunu sadece sevgi biçim­
lerinden biri olarak görmek, eşit durumda başka sevgiler de varmış gibi davranmak
hatadır ... sadece erkek ile kadının (duyusal ve duyu-üstü olarak) birleşmesiyle in­
sanlar var olur.59

Yani gerçek sevgi cinsellikten ayrılamaz. Nietzsche erkek dostlarını


seviyordu. Dolayısıyla, Nietzsche sapıktı.
Hasta-doktor mahremiyetini koruma kaygısını hiç taşımadığı anlaşı­
lan Eiser, uzun bir mektupla Wagner'e cevap verdi:

[Doğaya aykırı zevk ve eğlence düşkünlüğü] hipoteziniz konusunda, araştırma­


larımda böyle bir kabulü gerektirecek doğrudan bir zemin göremedim, ama gözlem­
lerinizi reddettiğimi söyleyemeyeceğim. Mastürbasyonun etkisinin varlığı aleyhinde
NIETZSCHE

hastanın kendi ifadeleri söz konusudur. Nietzsche cinsellik durumundan bahsederken,


hiçbir zaman frengiye yakalanmadığına beni temin etti, ama aynı zamanda kuwetli
cinsel heyecan ve anormal tatmin hisleri yaşadığını da reddetti ... Öğrencilik yılların­
dan kalma belsoğukluğu enfeksiyonundan bahsetti -ama aynı zamanda tıbbi öğütler
neticesinde kısa süre önce İtalya'da cinsel ilişkiye girdiğini de belirtti. Bu ifadelerin doğ­
ruluğundan şüphe etmek için bir sebep yok, ayrıca bunlar en azından hastanın normal
cinsel tatmin yetisine sahip olduğunu gösteriyor ... evlilik meselesine gelince ... iflah ol­
maz bir mastürbasyoncunun hiç yapmayacağı şekilde bu fikre bağlanmış görünüyor.sa

Daha önce gördüğümüz üzere, Nietzsche katı gerçekten başka bir


şey söylemekten şiddetle kaçındığından, Eiser de Wagner'e tapan bir kişi
olarak onun teşhisine karşı çıkmak yerine desteklemeyi tercih edeceğin­
den bu bilgilerin doğruluğu kesin gibidir. ( Randevuevlerini ziyaret mese­
lesinin, Nietzsche'nin 1 8 8 9' da delirmesinin frenginin son aşamasından
kaynaklandığı yönündeki geleneksel hikayeyi desteklemesine rağmen,
frengi enfeksiyonu ihtimaliyle açıkça yüzleşmesi ve bu ihtimali reddet­
mesi de hikayeyi yalanlıyor. )
Hasta-doktor mahremiyetinin daha d a fazla ihlal edilmesi neticesin­
de Wagner-Eiser mektuplaşmasının hem varlığı hem de içeriği çok geç­
meden duyuldu. 1 878 'deki Bayreuth Festivali'nin başlıca dedikodu mal­
zemesi, orada olmayan Nietzsche'ydi -mastürbasyon yüzünden körle­
şiyordu, İtalya'da fahişelere gidiyordu ve öğrenciyken zührevi hastalığa
yakalanmıştı- bu dedikodular bir şekilde Nietzsche'nin kulağına kadar
gitti. Nietzsche 1 8 83 Şubat'ında Wagner'in ölümünü duyduktan sonra
Overbeck'e yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Wagner tanıdığım açık
ara en dolu adamdı ve bu anlamda son altı ayda yokluğunu korkunç bir
şekilde çektim. Ama aramıza adeta ölümcül bir hakaret girdi. "61 Daha
sonra bu olaya " intikam amaçlı feci bir hainlik" diyordu. Hangi konu­
dan bahsettiği ise 1 88 3 Nisan'ında Köselitz'e gönderdiği bir mektupta
açıklanır: "Wagner kötücül fikirlerle doludur -ama (doktorlarımla bile)
mektuplaşmasına, düşüncelerimdeki değişimin doğaya aykırı zevk ve
eğlence düşkünlüğünün, oğlancılık belirtilerinin sonucu olduğuna inan­
dığını dillendirmesine ne demeli?"62 İleride göreceğimiz üzere, Nietz­
sche'nin aklının başında olduğu son yıllar, Wagner'e takıntı düzeyinde
zehir zemberek saldırılarla doluydu. Dost doktor ve doktor dostla ilgili
berbat olayın bu saldırıların hem kuvvetine hem niteliğine katkı yaptığı
neredeyse kesin sayılır.
14. Bölüm

İnsanca, Pek İnsanca

ietzsche 1 878'de yılbaşı günü imzalı Tristan notaları nüshasını


N Köselitz'e, Die Meistersinger notalarını ise Köselitz'in dostu ve
kendisinin de öğrencisi Paul Widemann'a armağan etti. Wagnerleri gü­
verteden süpürmeyi düşündüyse bile başarılı olamamıştı, zira ertesi gün
Wagner'den son operası Parsifal'in tamamlanmış librettosunun bir nüs­
hası geldi. Nietzsche von Seydlitz'e şöyle yazıyordu:

İlk okumada izlenimim: Wagner'den ziyade Liszt [Katolik], Karşı-Reform'un ruhu­


nu taşıyor. Antik Yunan'a, evrensel insanca metinlere alışkın olan benim kulağıma
bu eser Hıristiyanlık dönemiyle sınırlıymış gibi geliyor. Saf psikolojik fantezi, et yok,
ama çok fazla kan var ... Dili yabancı bir dilden çeviri gibi. 1

Liszt ve Karşı-Reform konusundaki meseleyi anlamak için El Gre­


co'nun kemiksiz, etsiz, hayaletimsi, neredeyse arşa yükselmiş aziz ve
şehitlerini aklımıza getirebiliriz. Wagner bu tepkiyi öngördüğünden,
gönderdiği nüshayı, "Kilise Encümeni Üyesi Richard Wagner'den sevgili
dostu Friedrich Nietzsche'ye" diye imzalamıştı. Nietzsche bu kendi ken­
dini küçümseyen şakayı anlamayı inatla reddetti. Ecce Homo'da geriye
bakarken, "Wagner'in sofu olması inanılmayacak şey," der.2
İnsanca, Pek İnsanca birkaç gün sonra tamamlandı ve Schmeitzner'e
gönderildi. Kitabın Mayıs'ta, Nietzsche'nin birinci baskıyı adadığı ge­
çici kahramanı Voltaire'in yüzüncü ölüm yıldönümü hatırasına çıkarıl­
ması planlanmıştı. Nietzsche kitabın nasıl algılanacağı konusunda çok
endişeliydi. " Kişisel sebeplerle" -Wagnerleri ve Wagnerci dostlarını üz­
memek için- kitabı müstear isimle çıkarmak istedi ( Ree'nin Psikolojik
Gözlemler'i de öyle çıkmıştı}.3 Schmeitzner tanınmış bir yazarın adının
ticari değere sahip olduğu gerekçesiyle bu isteği reddetti. Nietzsche geri
adım attı ama yine de kitabın yayım hazırlıklarının gizli tutulmasında
NIETZSCHE

ısrar etti. Ree'ye bile haber verilmeyecekti.4 Hiçbir uyarı olmadan kita­
bın çıkması kesinlikle bomba etkisi yapacağı için, Nietzsche'nin karışık
güdüleri varmış gibi duruyor, adeta dünyayı sarsmayı hem istiyor hem
istemiyordu. Her şeyden önce de, Wagnerleri sarsmayı hem istiyor hem
istemiyordu. Yılın başında, hala kitabın müstear isimle yayımlanmasını
planladığı sırada, Wagnerlerin protokol nüshasına eşlik edecek bir mek­
tup taslağı yazmış ama hiç göndermemiştir:

[Size bu eseri göndererek] sizin ve soylu eşinizin ellerine sırrımı güvenle teslim edi­
yor ve onu koruyacağınızı varsayıyorum. Kitabın yazarı benim: İnsanlar ve şeyler hak­
kındaki en içten duygularımı açığa çıkardım ve ilk kez düşüncemi sınırlar içinde tuttum.
Yaşadığım feveranlar ve ıstıraplar sırasında bu kitap bana teselli oldu. Müstear isimle
çıkmak zorunda, çünkü önceki eserlerimin etkisini bozmak istemiyorum, şahsıma karşı
yapılan aleni ve kişisel tacizlerin önüne geçmek istiyorum (sağlığım buna müsait de­
ğil), son olarak da zeki dostlarımın, kişisel şefkatleri yolları tıkamadan aydmlık kafayla
eseri tartışabilmesini istiyorum ... Bir kaleyi fethetmiş, bu yolda yaralansa da burca
çıkıp bayrağını dikmiş bir subay gibi hissediyorum kendimi ... Benimkine benzer bir
zihne sahip kimseyi tanımasam da, kendimi bireysel değil kolektif olarak -hem tek ba­
şıma hem birçok olmanın verdiği tuhaf bir ruh haliyle- şövalye arkadaşlarının ardından
geldiğinden, hatta var olduklarından emin olamayan bir bayraktar gibi hissediyorum.s

On dokuzuncu yüzyıl yayıncılarının bilinen verimliliğiyle kitap tam


zamanında 7 Mayıs'ta çıktı. Ama yazarın akademik konumunun ka­
pağa yazılmaması anlamlıdır. Protokol nüshaları Köselitz, Paul Wide­
mann, Rohde, Ree, von Seydlitz, Malwida, Lipiner, Romundt, Mathilde
Maier (Wagner bir zamanlar onunla evlenmeyi düşünmüştü),6 Marie
Baumgartner, Cari Fuchs, Hillebrand, Croom Robertson, Eiser, De­
ussen, von Bülow, Burckhardt, Overbeck, Gabriel Monod, Elizabeth,
Wagnerler (her birine bir nüsha), Basel Üniversitesi Kütüphanesi ve altı
kişiye daha gönderildi.

Pozitivizme Dönüş

Daha önce gördüğümüz üzere, Nietzsche ilk olarak 1 876 yazında, bi­
rinci Bayreuth Festivali'nin kısa süre öncesinde "tam anlamıyla bilincine
vardığı" bir "dönüşüm ve kriz" yaşamıştı. Bu dönüşümün sonucunda
İnsanca, Pek İnsanca

"hakikatin ve sadeliğin her türlü metafizik mistifikasyonuna" karşı "ak­


lın yanında" saf tuttu.7 Daha sonra bunu "pozitivizme" dönüş olarak
tanımladı. 8 İnsanca, Pek İnsanca bu dönüşün ürünü ve kaydıdır.
Kant'ın metafizik idealizminin Schopenhauer (ve Wagner) versiyonu
doğanın "rüya"-dünyasının "ötesinde" ya da "ardında" bir fizik-ötesi,
doğaüstü bir dünyanın varlığını gerektirir; bu dünya Schopenhauer'ın
ifadesiyle, "şeylerin fenomenal görünüşünün" ötesindedir.9 Nietzsche'nin
pozitivizme dönüşü, her şeyden önce metafizik idealizme sırt çevirme­
si anlamına gelir. Bu dönüş metafizik sözün "kaldırılmasıdır" . ı o Nietz­
sche'nin pozitivizmi her şeyden önce metafizik gerçekçiliğe -ya da "re­
elciliğe ( reealism) " - dönüştür. ı ı Doğanın "ardında" hiçbir şey yoktur,
doğadan başka hiçbir şey yoktur. Bu yüzden, pozitivizme göre, doğa bili­
minin erişimi dışında hiçbir şey yoktur, ilkesel düzeyde bilimin bilebildiği
şeylerden başka bilinebilir hiçbir şey yoktur. Peki, Nietzsche niçin metafi­
zikten materyalizme, doğalcılığa dönmüştür?
Burada önemli bir olgu Nietzsche'nin sonradan belirttiği gibi, Schopen­
hauer'ın, Wagner'in ve Tragedyanın Doğuşu'nun "romantizminin" da­
ima neo-romantizm olmasıdır. Gerçek romantik hareket aşağı yukarı
on dokuzuncu yüzyıl başında bitmiş, yerine bilim ve teknolojinin ruhu,
Darwin, demiryolları ve küresel elektronik iletişim geçmişti: Türlerin
Kökeni ( 1 970, 1 9 84; The Origin of Species) 1 859'da yayımlandı, Basel'e
ilk tren yolu 1 844'te, Naumburg'a 1 849'da yapıldı, telgraf 1 832'de, te­
lefon 1 876'da icat edildi. Auguste Comte 1 830'larda * "pozitivizm fel­
sefesini" ortaya attı ve pozitivizm eğitimli sınıfların ağırlıklı bakış açısı
haline geldi. Tarihe Hegel'in penceresinden, insanlığın bebeklikten ol­
gunluğa doğru gelişiminin bir hikayesi olarak bakan Comte insanın " üç
çağından" bahsediyordu: dinsel, metafizik ve bilimsel, yani "pozitif" .
Pozitivizmle birlikte insanlık en üst gelişim derecesine ve tam olgunluğa
ulaşıyordu.
Pozitivizm, kabaca bir ifadeyle "Sokratesçilik" tam da Tragedyanın
Doğuşu'nda saldırılan, Nietzsche'nin ilk döneminde tepki gösterdiği
şeydi. Gördüğümüz üzere, Wagner'le birlikte kendisinin de "çağa aykı­
rı" olduğunun bilincindeydi, akıntıya karşı, eğitimlilerin görüşüne karşı
yüzüyordu: Örneğin David Strauss'un hoşgörülü materyalizmine karşı


Nietzsche Tan Kızıllığı'nda Comte'u "bu yüzyıldan Almanların ve İngilizlerin hiçbir
rakip gösteremeyeceği büyük ve dürüst Fransız" diye anar.
NIETZSCHE

çıkmıştı. Fakat İnsanca, Pek İnsanca'da savaşmayı bırakır, yani hiç de­
ğilse bu tür bir "çağa aykırılığa " son vermiştir.
1 8 88 'de geriye dönüp baktığında, 1 8 76-S 'de pozitivizme dönüşü­
nü ve o dönemki ruh halini yeniden inşa etmesini, "hakiki dünya (yani
Kant-Schopenhauer'ın 'kendinde şeyi" ) artık ... lüzumsuz bir fikirdi
-dolayısıyla .. kaldıralım gitsin " , diye anlatır.12 Burada hiçbir kanıt­
.

tan bahsedilmediğine dikkat edin. Nietzsche hiçbir noktada metafizik


idealizmin çürütüldüğünü, doğalcılığın kanıtlandığını iddia etmez. Po­
zitivizme dönüş daha ziyade bir karar meselesidir, doğalcılık ve bilimin
her yerde bulunma potansiyelinin tanımlayıcı önvarsayım olduğu yeni
bir "araştırma programı" benimseme kararıdır. Nietzsche'nin İnsanca,
Pek İnsanca'da yaptığı şey Darwinci çağın ruhunun boyunu anlamak
için üstüne giymek, bu bakış açısını yüzde elli değil yüzde yüz elli be­
nimseyerek daha iyi bir topluma giden yolu görüp göremeyeceğimizi
anlamaktır: Göreceğimiz üzere, Nietzsche pozitivist bakış açısının yüze­
yinin altında önceki metafizik-dinsel bakış açısının büyük bir kısmının
kaldığını, gizlendiğini ama ortadan kalkmadığını algılamıştır.
O halde, Nietzsche reelci (reealist) bir "ufuk" uğruna Schopenhauer'cı
ufuktan vazgeçmeye karar vermiştir -bunu da geçici olarak, hakiki bi­
limin talep ettiği temelde yapmıştır: "İnanan insanlar, bilim insanı de­
ğildir," diye yazar; " bilimsel ruh" tüm inançlara -tutarlılık gereği do­
ğalcılık da buna dahildir- "sakıngan bir şerh" koymayı da daima be­
raberinde getirir. 13 (Pozitivizmden Nietzsche'nin olgunluk felsefesine
geçiş -ileride göstereceğim üzere- bir kez daha " ufukların" değişmesini
gerektirecektir -bir bakıma romantik ve pozitivist ufuklar üçüncü bir
ufukta sentezlenecektir. Thomas Kuhn'un bilim tarihindeki gelişmeleri
"paradigma değişmeleri" olarak açıklaması Nietzsche'nin entelektüel
kariyerine bire bir oturur. )
Nietzsche'nin paradigmasını pozitivizme çevirmesi de İnsanca, Pek
İnsanca başlığını açıklıyor. Göreceğimiz üzere, kitabın ana başlıkları
Kant-Schopenhauer geleneğinde metafizik açıklama gerektirdiği düşü­
nülen din, sanat ve ahlaktır. Nietzsche'nin stratejisi aslında bunların hiç­
birinin metafizik açıklama gerektirmediğini, çünkü hepsinin tamamen
"insanca" açıklamalara müsait olduğunu göstermektir. Ecce Hom o 'da
dendiği gibi, " başlık anlatıyor: 'sizin ideal [gayri tabii] şeyler gördüğü­
nüz yerde ben insanca, hatta pek insanca şeyler görüyorum" . 14
İnsanca, Pek İnsanca

Daha önce belirtildiği üzere, Nietzsche'nin stratej isi metafiziği çürüt­


mek değil, metafizik dünyanın "lüzumsuz" bir hipotez olduğunu göster­
mektir. Örneğin Freud'u ele alalım. İnsanlar niçin Tanrı'ya inanır? Bir
açıklama şöyle olabilir: -Güneşe inanmaya benzer bir sebeple- Tanrı
vardır ve insanlar onun varlığını deneyimler. Ama Freud'un açıklaması
şöyledir: Çünkü insanların bir baba figürüne ihtiyacı vardır, Tanrı'yı uy­
dururlar. Bu yüzden Freud'un açıklaması din için "pek insanca "dır, çün­
kü eğer doğruysa dini inancı açıklamak için "Tanrı hipotezine" ihtiya­
cımız olmadığını gösterir. Benzer şekilde, Darwin'in "tehlikeli fikri " din
için "pek doğaldır" : doğal ayıklanmanın tamamen doğal mekanizması
çerçevesinde dünyadaki "akıllı tasarımın" ortaya çıkışını açıklayarak,
Tanrı hipotezinin fazlalık kalacağı başka bir yol daha gösterir.

Özgür Ruhluluk: Nietzsche ve Hayat Reformu Hareketi

Kitabın başlığının hikayesi böyledir. Gerçi altbaşlığı daha da ilginçtir:


Özgür Ruhlular İçin Bir Kitap . .. Nietzsche bir ara kitabın başlığını Öz­
gür Ruh yapmayı da düşünmüştür.
Nietzsche'ye göre kitaplar -en azından onun kitapları- yanlış ellerde
"tehlikelidir" . Bu yüzden daima sayıca "çok az" olan çok seçkin bir kit­
le için yazar. 1 5 Kendi kendisine yönelttiği "anlaşılmazlık" suçlamasına
karşı da, yola devam etmek için "masumiyetlerinden" başka bir şeyleri
olmayan "her iki cinsten kızkurularını" yozlaştırmak istemediğini söy­
ler. Bu yüzden sadece "dostlarının" anlayacağı şekilde yazmaktadır. 1 6
Göreceğimiz üzere -içtenlikle sevdiği- farklı farklı "kızkurularına " ken­
di kitabını okumamaları için sıklıkla ya/varmıştır. O halde altbaşlığın
işlevlerinden biri adeta bir sağlık uyarısında bulunmaktır: sadece "özgür
ruhlular için" -en azından sadece potansiyel özgür ruhlar için. Altbaşlık
adeta "kısıtlı bir kitleye yöneliktir" uyarısıdır.
Peki, kitabın potansiyel özgür ruhlu kişilerde ne gibi bir etki yapma­
sını bekliyordu ? Çoğu insan para için kitap yazar. Akademisyen olanlar

*
Bu kitap Türkçe'ye, İnsanca, Pek İnsanca - Ôzgür Tinli/er İçin Bir Kitap başlığıyla
çevrilmektedir (örneğin bkz. Mustafa Tüzel çevirisi - İş Kültür Yayınları, 2012). Eli­
nizdeki kitap, bir düşünürün biyografisi olduğu ve bir felsefe kitabı olmadığı için,
esas olarak felsefe camiasında kullanılan "tin, tinli" terimi yerine, metnin bütününde
"ruh, ruhlu" terimi tercih edilmiştir-ç.n.
NIETZSCHE

yükselmek ya da kürsü sahibi olmak için yazarlar. Ya da en iyi durum­


dakiler ilgi çekmek ve öğretmek için yazarlar. Ama Nietzsche bunların
hiçbirine benzemez. Kavrayışlı Lou Salome'nin deyişiyle, "eğitmek için
değil düşünceleri değiştirmek için" [Er will nicht lehren sondern bekeh­
ren] yazmaktadır.1 7 Rohde'ye gönderdiği bir mektuptaki ifadesiyle, tüm
kitapları uygun kişileri davasına kazanmak için tasarlanmış "yemler ve
ayartıcı seslerdir. " 1 8 Wagner' den uzaklaştırmak istediği Reinhart von
Seydlitz'e kendini gayet açık bir dille sunmuş, "her korsan gibi insanları
çalma peşinde" olduğunu belirtmiş, "ama onları çalıp köle yapmak de­
ğil benim çevremde özgür kılmak" istiyorum demiştir. 19
İlk döneminde bu dava Wagner'in kültürel yenilenme programıydı.
Şimdi ise pozitivizm yoluyla yenilenmeydi. Dava farklıydı, ama insanla­
rın düşüncesini değiştirme arzusu aynen duruyordu. Peki, ama davasına
katılacağını umduğu bu potansiyel " özgür ruhlular" kimlerdi ? Özgür
ruhluluk nedir?
***

Nietzsche şöyle yazar: "Özgür ruhlu kişi, kökeni, çevresi, sınıfı ve


mesleği temelinde ya da çağının baskın görüşü temelinde beklenenden
farklı düşünen kişidir."20 Demek ki özgür ruhlu insan, Nietzsche'nin
daha sonra "sürü-tipi" diyeceği "zincirli ruhtan" farklı düşünen -dola­
yısıyla farklı davranan- insandır.21 Özgür ruhlu insan çağındaki akıntı­
ya karşı yüzer, bir başka deyişle "çağa aykırıdır" . " Özgür ruhlu" "çağa
aykırı ruhlunun" halefi olan kavramdır.
On dokuzuncu yüzyılın sona erdiği on yıllarda "özgür-ruhluluk" ha­
vası hissediliyordu. Düşünen insanlar Viktoryen, Wilhelmci toplumun
boğucu ve çoğu durumda ikiyüzlü uzlaşımlarından bıkmış usanmıştı.
Almanca konuşulan bölgelerde bir süredir gelişmekte olan karşı-kültürü
tanımlamak için 1 8 98'de "Lebensreform Bewegung", "Hayat Reformu
Hareketi" terimi kullanılmaya başladı.
Hayat reformcuları, -"kurtulmak" istedikleri- şu altkümelere kar­
şıydı: bireyleri anonim, yalnız "atomlar" haline getirerek yalıtan büyük
şehir; insanları salt aletlere ( bugün kullandığımız ifadeyle "insan kay­
naklarına" ) indirgeyen ve hayatı insanlıkdışı bir hıza ulaştıran modern
sanayi teknolojisi; hayatın tüm veçhelerini kapsayan "totaliter" bürok­
ratik devlet; yerleşik din (hayat reformcuları "özgür-düşünürlerdi" ); al­
kol; orta sınıf "materyalizmi" (tüketimcilik); tüm biçimleriyle, özellikle
İnsanca, Pek İnsanca

de duyguları, cinselliği ve kadınları bastırmasıyla "Viktoryen" ahlak.


Hayat reformcuları şunlardan yanaydı: geleneksel köy hayatının top­
lumsal dayanışması (pek çok Afrika köyünde hala bir kişi açsa herkes
açtır); geleneksel çalışma pratiklerinin "yabancılaşmamış" karakteri
(Nietzsche geleneksel zanaat ekonomisinde bir el sanatı ürününü satın
almanın bugün bizim bir tabloyu satın alırken bahşettiğimize benzer bir
"ayrıcalık bahşettiği" gözlemini yapar);22 doğada ve doğanın ritimleriy­
le uyum içinde yaşamak; doğal iyileşme ve meditasyon; çıplaklık (F[reie]
K[öperliche] K[ultur] (Özgür Bedenli Kültür) bu hareketin bir parça­
sıydı); gevşek, dökümlü giysiler; güneş banyosu; vejetaryenlik; panteist
ve/veya pagan yönlerde ilerleyen yeni bir dini maneviyat; dans; barış;
"serbest aşk"; kadınların özgürleşmesi. Ayrıca gençlik; yüzyılın ortasına
kadar gençler olduklarından daha yaşlı görünmeye çalışıyor, babaları ve
büyük babaları gibi giyiniyorlardı (Nietzsche bu pratiği daha uzun süre
devam ettirmişti), halbuki hayat reformcuları gençliği övüyor, sağlıksız
ve hayatı baskı altına alan kültürün zincirlerinin en az etkili olduğu,
kırılmasının en kolay olduğu dönemin gençlik dönemi olduğunu söy­
lüyorlardı. Sadece ]ugend (genç) diye bilinen akım oluşturucu, kültürel
bir haftalık dergi yeni bir tasarım stiline Jugendstil adının verilmesine
yol açmıştı; bu da art n ouveau nun .. Almancadaki karşılığıydı. Hayat
'

reformu hareketinde önemli bir damar da Wandervogel -"Kuş Gibi


Özgür"- hareketinden doğan Jugendbewegung'tu ( Gençlik Hareketi).
Wandervogel (Göçmen Kuş) gençleri tıpkı İzciler gibi hafta sonları or­
mana gider, kamp ateşleri yakar, şehrin kirinden pasından kaçmanın
neşesine dair şarkılar söylerlerdi. ( Daha sonra kendilerini Hitlerjugend
( Hitler Gençliği) tarafından gasp edilmiş buldular. ) Hayat reformcuları
her şeyden önce neşeyi imleyen " beni rahatsız etme" anlamında bir ha­
yata kendilerini adamışlardı: Dickensvari şehrin kasvetli bunaltıcılığının
sunduğundan daha fazla Lebensfreude, yani yaşama sevinci istiyorlardı.
Kentsel ana akımın atomlaşmış hayatından kaçmak isteyen hayat re­
formcuları çoğunlukla "çemberin dışına çıkmaya", kırda çeşitli komün­
ler kurarak bir cemaat hissini yeniden kazanmaya çalışıyorlardı. Komün
fikri hayat reformu hareketinin odağındaki mesele haline gelmişti. Ör-

*
Zarif dekoratif süslemelerin öne çıktığı, kıvrımların ve hitkisel desenlerin sıkça kul­
lanıldığı, Avrupa'da 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl ha �ında etkili olan, farklı bölgeler­
de farklı adlarla anılan, Yeni Sanat da denilen sanat a k ı ı ı ı ı-r. n .
NIETZSCHE

neğin Nietzsche'nin hayran olduğu bir Rus filozofu olan African Spir
( 1 837-90), aday toplama umuduyla yayımladığı bir "rasyonel yaşama
cemaati" planı yapmıştı. * Önerdiği yirmi iki maddelik anayasada, örne­
ğin, herkesin birbiriyle "sen" (du) diye konuşması, alkol ve kumardan
uzak durulması, yemeklerin ortak yenmesi, akşamların da tartışmala­
ra, derslere, söylevlere, müziğe ya da oyunlara adanması vardı (mesela
Sorrento'da olduğu gibi) .23 Yeni bir ortak hayat tarzına doğru hayat
reformu dürtüsü çoğunlukla yurt dışına göçle sonuçlanıyordu -Gü­
ney Afrika ya da Güney Amerika'ya gidiyorlardı. Elizabeth'in 1 8 8 6'da
Paraguay'da Nueva Germania (Yeni Almanya) kolonisini yaratmaya
yönelik başarısız girişimi, bana kalırsa, hayat reformu dürtüsünün fela­
ketvari ve yozlaşmış bir versiyonuydu.
En meşhur Lebensreform (Hayat Reformu) komünü Maggiore Gölü'nün
kıyısında, Ascona'daki Monte Verita'ydı. 1 900'de kurulan bu komü­
nün kahramanları Tolstoy ve Nietzsche'ydi. Burası yirminci yüzyılın ilk
yirmi-otuz yılında karşı-kültür mensubu, "özgür ruhlu" kişilerin ilgi
odağı oldu: başkalarının yanı sıra, D. H. Lawrence, Cari Jung, lsadora
Duncan, Max Weber, Martin Buber, Stefan George, James Joyce, Walter
Gropius ve Herman Hesse. 1 960'ların "hippi" hareketi ve bugünkü Ye­
şillerin kökeninde bu hayat reformu hareketi bulunmaktadır.
Nietzsche "hippi" değilse de -daha önce görüldüğü gibi dimdik du­
ruşu, meşhur bıyığı ve özdisiplin, soğuk banyo, hızlı yürüyüş merakı
yüzünden Prusyalı süvari subayı sanılıyordu- hayat reformcularına pek
çok bakımdan yakındı. Bu yüzden örneğin alkol24 ve tütüne karşı po­
lemiklere girişmiş, vejetaryenliği denemişti ve "alternatif" tıbba merak­
lıydı. Büyük, sanayileşmiş şehrin "bezdirici'',25 atomize yaşantısından
nefret ettiği gibi -İnsanca, Pek İnsanca' da modern hayatta her şeyi "va­
gon penceresinden bakar gibi"26 gördüğümüzden yakınır- totaliter, bü­
rokrat, Bismarckçı devletten de nefret ediyordu.
Üstelik Nietzsche kırsal Naumburg'da yetiştiğinden içten içe hep
"küçük kasaba çocuğu" kalmıştı: "küçük bir kasabada yaşamayı dile­
riz" diyordu açıkça.27 Hayatının sonunda evim demeye en çok yaklaştı-

* Spir, Kırım Savaşı'nda birlikte savaştığı arkadaşı Tolstoy gibi, izin verilir verilmez
mülkündeki serfleri özgür bırakmıştı. Nietzsche, Spir'in, Denken und Wirklichkeit
( 1 8 77; Düşünce ve Gerçeklik) adlı eserindeki teorik felsefesinin açıklamasını oku­
muş ve hayran kalmıştı, fakat onun komün planlarını bilip bilmediği kesin değildir.
İnsanca, Pek İnsanca

ğı yer İsviçre Alpleri'ndeki küçük bir köy olan Sils Maria'ydı. Sağlığına
uygun iklimde yaşamak için yılın yarısını şehirlerde geçirmesi gerektiğini
hissettiğinde bile bu şehirlerin köye benzeyen kısımlarını aramış -mesela
Cenova'nın (bugüne dek) ıssız kalmış bölgesi- buraların küçük kasa­
balarla paylaştıkları özellikleri övmüştür -mesela Torino'nun biçimsel
homojenliği. İnsanın şehrin bezdirici yaşamına uyması yerine doğaya
yakın ve doğayla uyum içinde yaşaması gerektiğini, insanın "taşra du­
yarlılığına" sahip olması gerektiğine inanıyordu:
İnsan hayatının ufku boyunca, dağın ve ormanın çizgileri gibi katı ve sakin çizgiler
çekmemişse, en içindeki istenç huzursuzlaşacak, dengesizleşecek ve hırslanacaktır;
şehirde yaşayanın doğası tam da böyledir: kendisi asla mutlu değildir [dolayısıyla]
başkalarına da mutluluk vermez.2B

Nietzsche dünyadaki en güzel yerlerden birinde göller ve ormanlar


arasında yaşamayı seçti: dostu Meta von Salis'in yazdığı kadarıyla,
"yeryüzündeki ayrıcalıklı yerleri keşfetmekte çok gelişkin, apaçık bir ye­
teneğe sahipti " . "Et in arcadia ego (Arkadia'da bile ben varım)" başlıklı
bir pasajda cennetin, Yunan kahramanlarının bulunduğu bir Poussin
peyzajı * olduğunu yazmıştır.29
Nietzsche en azından teoride " serbest ilişki"yi yararlı buluyordu. Ev­
liliğe karşıydı (en son başvurulacak mali bir kaynak değilse), güzel ama
evli Louise Ott'a da "özgür ruhlu" biri olarak tıpkı şarap gibi onun
için çok "tehlikeli" olduğunu söylemişti30 ve göreceğimiz üzere, Lou
Salome'yle "çılgınca" ("de facto" ) bir evlilik yaşamak istiyordu. Tıp­
kı hayranı Isadora Duncan gibi dansı faydalı görüyordu (Basel'deki ilk
günlerinde baloları ne kadar sevdiğini hatırlayın) -ama gerçek anlam­
daki dansın yanında manevi "dansı" da faydalı görüyordu; İşte Böyle
Dedi Zerdüşt'te bu dansın "yerçekimi ruhunu" yendiğini söyler. Ayrıca
gençliğe de güveni vardı: eserlerim daima "gençlik" içindir, diye yazar.31
Üstelik 1 882'deki çarpıcı bir fikir değişikliğine kadar kadınların özgür­
leşmesinden yanaydı ve unutmayın ki Basel Üniversitesi'ne kadınların

* "Arkadia'da bile ben varım" anlamında Latince bir deyim. Pastoral peyzajlarıyla
ünlü ve klasik döneme düşkün Fransız ressam Nicolas Poussin'in ( 15 94-1665) iki
tablosunun başlığında geçer. Arkadia, genellikle deniz kenarında yerleşmiş olan Eski
Yunan'da Peloponez'in dağlık iç kısmındaki bir yerleşimdir ve temiz, saf, duru bir
hayatı simgeler. Poussin, bu deyimi taşıyan resimlerinden birinde, Arkadia manzara­
sı önünde çobanları çizmiştir-e.n.
NIETZSCHE

kabulü için savaş vermişti. Son olarak ve her şeyin ötesinde, Nietzsche
neşeyi faydalı buluyordu, hayatı neşeli bir tamlıkla sürdürmek anlamın­
da "hayata" inanıyordu: felsefesinin tüm amacının eskilerin sahip oldu­
ğu ama Hıristiyanlığın yok ettiği "neşelenme" yetisini yeniden kazan­
mak, yeni bir "neşe tapınağının" temellerini atmak olduğunu yazmıştı.32
O halde Nietzsche hayat reformu hareketinin bir mensubu ve temsil
ettiği karşı-kültürün bir sözcüsü olarak görülebilir: Wagner'e gönderdiği
mektupta kendisini " bireysel olmaktan ziyade kolektif düşünen biri"
olarak gördüğünü hatırlayın. Bana kalırsa, İnsanca, Pek İnsanca'daki
özgür ruh kavramının formülasyonu, onun gördüğü şekliyle hayat re­
formu hareketinin ruhunu dillendirme yönünde bir girişimdi.
Hareket, insanın katılacağı ya da katılmayacağı kurallardan oluşmu­
yordu elbette. Daha ziyade gevşek bir inançlar ve idealler kümesiydi; öyle
ki, belli bir birey bazılarına katılabilirdi ama kesinlikle hepsine katılmak
zorunda değildi. Yani farklı bireyler harekete farklı "ivmeler" kazandı­
rabilirdi. İnsanca, Pek İnsanca'nın kazandırdığı "ivme" pozitivizmdir;
zaten bu eseri Aydınlanma kahramanı Voltaire'e, "o büyük ruh özgür­
leştiriciye" ithaf etmesi bunu açıkça gösteriyor.33 Wagner müziği, dua,
astroloji, spiritüalizm ya da kristallerin gücü gibi "havai" şeylerle değil,
aklın mahkemesinde kendi gerekçesini sunamayan her eski batıl inancı
amansızca temizleyen "gerçekçi" bilimsel aydınlanma sayesinde hayat re­
formu gerçekleştirilecektir. Nietzsche, defterlerine şu hayalini not etmiştir:

Koşullanmamış olmak isteyen insanların birlikteliği, taviz vermeyen ve yıkıcı ola­


rak tanınmak isteyenlerin birlikteliği. [Bu birlikteliğin insanları-r.] her şeyi eleştirir ve
hakikat uğruna kendilerini feda ederler. Kötü ve yanlış gün ışığına çıkartılır.34

***

Nietzsche'nin kahramanından burada "yıkıcı" diye bahsetmesi, öz­


gür ruhun tümden "olumsuz" mu olduğu sorusunu gündeme getiriyor.
İnsanca, Pek İnsanca Nietzsche'nin Rohde'yle dostluğuna fiilen öldü­
rücü darbeyi indirdi. Rohde kitaptan nefret etmiş ve içinde dostuna ait
tanıdık bir şey görememişti. Özgür ruh fikrinin "salt olumsuz, kısır bir
kavram" olduğunu düşünüyordu.35 Bu eserden epeyce ilham alan Mic­
hel Foucault da aynı şeyi düşünüyormuş gibi görünür. Fakat her ikisi de
yanılmaktadır.
İnsanca, Pek İnsanca

Şen Bilim' deki anahtar sözcüklerden biri (eserin ilk dört bölümü hata
Nietzsche'nin pozitivist dönemine yakındır), "Ancak yaratıcılar olarak
yıkabiliriz"di.36 Ayrıca Nietzsche İnsanca'nın 1 886'daki ikinci baskısı­
nın girişinde özgür ruhu eski kesinliklerin hepsini yıkarak yarattığı "çöl­
de" "sinsice dolanmak" isteyen, "hastalıktan" mustarip bir kişi olarak
tarif eder.37 Nietzsche'ye göre yıkma daima yapmanın başlangıcıdır
-onu Nazi olarak okumaktan sonraki en ciddi hata, onu salt bir "yapı­
bozumcu" olarak okumaktır.
1 876 Nisan'ında Romundt'a gönderdiği mektupta, "akıntıya karşı
yüzmeye devam edelim ... Tek bir şeye hakkını veririm: ahlaki özgürlük
ve boyun eğmezlik," der. Ama sonra hemen ekler: " Her türlü mecalsizlik
ve şüphecilikten nefret ediyorum. Gündelik kendini ve başkalarını yük­
seltme ihtiyacı yoluyla, gözlerinin önündeki saflık fikriyle -daima bir ex­
celsior olarak- bir yaşam diliyorum kendime ve dostlarıma." 38 "Excel­
sior", yani "daima daha yükseğe" sözcüğünün, Mathilde Trampedach'a
evlilik teklifinde gönderme yaptığı şiirin başlığı olduğunu görmüştük.
Bu teklifte kendisini tıpkı Longfellow'un dağcısı gibi, "daha özgür ve
daha iyi olmak için samimiyetle çaba harcayan" biri olarak tarif etmişti.
Ayrıca buradaki mesele, "daha iyiliği" oluşturanın ne olduğuna dair bir
anlayış olmadan "daha iyi" olma çabası harcanamamasıdır.
Demek ki Nietzsche'nin bahsettiği özgür ruhluluk eski "inançları"
yapıbozuma uğratmayı, onlardan "özgürleşmeyi" istiyordu. Fakat sırf
pozitif bir ideal için özgür olmak istiyordu. Bu yüzden, insanca, Pek
İnsanca'yı incelerken başlıca görevimiz eski kültürün metafizik batıl
inançlarının yıkılmasıyla ulaşılmak istenen pozitif idealin ne olduğunu
sormaktır.

Özgür Ruhlular Manastırı

Gördüğümüz gibi, insanca, Pek İnsanca bilinç-yükseltici bir alıştır­


madır. Nietzsche gibi ana akım kültür dışında ya da başka hayat reformu
versiyonları dışında, hareketin Nietzsche'deki versiyonuna uygun ola­
rak düşünme potansiyeline sahip olanları " baştan çıkarmaya" yönelik
bir "yemdir" . Ama Nietzsche'nin aklında buna ilaveten daha özgül bir
şey daha vardır. Yaygın bir bilinç-yükseltmenin yanı sıra, tıpkı African
3 70 NIETZSCHE

Spir gibi "rasyonel" yaşamaya dayalı bir komün -bence en nihayetinde


komünler ailesi- kurmayı da istemektedir.
Yani Nietzsche yer yer "özgür ruhlar manastırı " , "Eğiticinin oku­
lu" ,39 "ideal koloni" , "modern manastır" gibi adlarla andığı bir yapı
kurmak istemektedir. Malwida, Ree ve Brenner'le Sorrento'da paylaş­
tığı hayatı böyle bir komünün ilkörneği olarak görüyordu.40 Malwida,
Sorrento'da komün fikrini tartıştıklarından bahseder. Birlikte geçirdik­
leri akşamlar öyle huzurlu ve ahenklidir ki, şaka yollu olarak Sorren­
to hanesinin "ideal aileyi temsil ettiğini" söylemiştir. Bunun üzerine bir
plan gelişmeye başlar:

Her iki cinsiyetten yetişkinler için bir nevi misyon evi; en soylu manevi hayatı ser­
bestçe geliştirebilsinler, sonra da yeni bir manevileşmiş kültürün tohumlarını ekmek
üzere dünyada dolaşsınlar diye ... Nietzsche ve Ree derhal öğretmen olarak hizmet
vermeyi teklif ettiler. Ben de pek çok kadın öğrenci çekebileceğimi düşünüyordum ...
böylece kadınların kurtuluşunun en soylu temsilcileri olabileceklerdi.41

Daha da erken dönemde Nietzsche'nin aklında "çağa aykırı",


Bayreuth'tan ilham alan ruhların örgütlü, toplumsal birlikteliği fikri
vardı. 1 870'te Rohde'ye yazdığı bir mektupta, yazılarının amacının in­
sanları ana akım öğretim kurumlarından uzaklaştırarak "yeni Yunan
akademisini" kuracak yeni bir tür "manastıra" çekmek olduğunu söylü­
yordu.42 Daha önce gördüğümüz üzere Nietzsche, eğitimin ya insanları
statükonun kopyaları halinde kemikleştirme ya da daha yeni ve sağlıklı
kültürel ufuklara doğru özgürleştirme gücüne derinden inanıyordu. Bu
yüzden yeni bir akademi, bir tür yatılı "özgür üniversite"43 fikri, hakim
kültüre karşı bir direniş hücresinin, yeni bir kültürün tohumlarını yetiş­
tirmesi fikrine dayanır.
Nietzsche önerdiği bu komün için en çok "manastır" terimini kulla­
nır, çünkü bu terim fiilen düşüncesindeki tüm damarları kapsamaktadır.
Bir kere, insanların mevcut toplumdan "özgürleşeceği" -"çemberin dı­
şına çıkacağı'', ayrılacağı- bir yer olacaktır. Tıpkı Hıristiyan manastırı
gibi, mevcut koşullarda "dünyayla artık hiçbir işi kalmamasını isteyen­
ler" için bir yer olacaktır.44 İkincisi, Hıristiyan manastırında olduğu gibi
insanların çileci bir tarzda, "büyük bir sadelikle" yaşayacağı bir yer ola­
caktır.45 Modern, orta sınıf ana akımının materyalizmi reddedilecekti.
İnsanca, Pek İnsanca 371

Üçüncüsü, manastır bir öğrenme yeri olacaktı -ortaçağda akademisyen­


lerin hemen hepsi keşişti. "Manastır" hayatının odağında zihnin hayatı
olacaktır: "iş" esasen okuma, tartışma ve edebiyat, sanat, bilim, felsefe
eserleri üretme olacaktır. .. Dördüncüsü, Hıristiyan manastırında nasıl
dua, kurban ve ibretle insanlığın kurtarılması için çaba harcanıyorsa,
Nietzsche'nin manastırında da insanların "kurtuluşu" için çalışılacaktı
(Tanrı değil Akıl sayesinde elbette): manastırın üyeleri "insanlığın eğitici
ve lider(ler)i" olacaktı.46 Zamana Aykırı Bakışlar'dan bildiğimiz kada­
rıyla "eğitici'', örnek bir kişidir, rol modelidir. O halde özgür ruhlular
komünü, hiç değilse kısmen örnek olarak önderlik edecektir: En sonun­
da genellikle toplumu "kurtaracağını" umdukları yaşam tarzının timsali
olarak önderlik edecek, mevcut ıssızlığından yeni ve "daha yüksek" bir
kültüre doğru "işaret direklerini " dikecektir. Manastır ideali yer yer ya­
yımlanmış eserlerde de yer alır. Nietzsche 1 879'da manastırı şöyle anlatır:

Yetişkinler için dersler ve meditasyon; bunlar günlük, zorunlu değil ama adet ge­
reği herkes katılır: kiliseler en kıymetli buluşma yerleri olacak, çünkü hatıra bakımın­
dan çok zenginler: her gün adeta insan aklının ulaşılmış ve ulaşılabilir şerefine şenlik:
öğretmen idealinin yeni ve daha eksiksiz bir çiçeklenişi, yani rahibin, sanatçının ve
hekimin, bilgili insan ile bilgi insanının [yani Nietzsche] kaynaşmış hali ... hayalim
budur: tekrar tekrar aklıma gelir ve geleceğin örtüsünü bir köşesinden kaldırdığına
kesinlikle inanıyorum.47

insanca, Pek insanca: Metafiziğe Saldın

İnsanca'nın temel amacının metafizik dünyayı inancın hem açık hem


gizli biçimlerini bulup yıkarak yeni, metafizik-sonrası, "rasyonel" bir
kültür inşa etmeye hazırlanmak olduğunu görmüştük. Yine belirtildiği
gibi, Nietzsche metafiziğe inancın ortaya çıktığı üç temel alan tespit eder
-din, sanat ve ahlak. Sonra da her alanda metafizik inancın kökenleri-

1 875 yazından kalma bir notta şöyle denir: "Zamana Aykırılar Cemiyetinin Tüzüğü.
Her daire, her kişi faaliyetlerine dair yazılı bir rapor verecektir. O.R.G.B.N." (KSA
8 5 [97] .) Bu kısaltma öngörülen çekirdek üyelerin isimlerinin baş harflerini temsil
eder: neredeyse kesin olarak, Overbeck, Rohde, von Gersdorff, Brenner ya da Baum­
garther ve Nietzsche'nin kendisi. Bu cemiyetin kısmi bir ilkörneği de Nietzsche'nin
çocukluğundaki Germania Cemiyeti'ydi elbette.
372 NIETZSCHE

nin, bu inancın hakiki nedenleri olamayacağını göstermeye girişir. "Ta­


rihsel" (daha sonra "soykütüksel" ) diye adlandırdığı felsefe yapma yön­
temini kullanır.48 Rasyonel gerekçelere sahip bir inancın iyi nedenlere
sahip olması gerektiğinden, belli bir inancın böyle nedenleri olmadığını
göstermek onu "çürütmektir" -katiyetle yanlış olduğunu göstermek an­
lamında değil, rasyonel bir varlığın, yani Nietzsche'nin hedeflediği oku­
run bu inancı, savunduğu inançlar kümesinden atması gerektiğini gös­
termek anlamında. Nietzsche ve Ree'nin kullandığı "tarihsel" yöntem,
bana göre, şu soruya yaratıcı ve etkili bir cevaptır: Metafizik inançların
yanlışlığının kanıtlanamayacağını düşünürsek, onların rasyonel bir eleş­
tirisini nasıl inşa edebiliriz?
Din. İnsanlar dinsel metafizik dünyasına niçin inanır? Nietzsche'nin
yaklaşımı matadorun değil pikadorun [boğa güreşi öncesinde boğayı
yoran atlı-r.] yaklaşımıdır: tek bir öldürücü darbe indirmek yerine, dini
inanca katkı yapan çok sayıda sebep tespit eder ve hepsinin çürütülebi­
leceğini tek tek, sabırla gösterir. Örneğin dini inanç insanı mutlu etse de,
bunun hiçbir şekilde inancın doğruluğunu gerektirmediğini gösterir.49
Bu fikir, standart bir Eleştirel Düşünce'ye Giriş dersinden sonra zikre­
dilmeye değmezmiş gibi görünebilir, ama Nietzsche aslında mutluluktan
bilinçdışı hakikat çıkarımının "pek insanca" ve pek yaygın bir hata ol­
duğu gözleminde kesinlikle haklıdır. Onun da işaret ettiği gibi, insanlar
gündelik hayattaki pek çok konuda amansızca mantıklı ve en sağlam
şekilde rasyonelken -örneğin mali yatırımlarda- iş " büyük" , varoluş­
sal sorunlara gelince aniden rasyonel beyni tarafsızlaştırıyorlar. Hatta
derin ve teselli edici bir anlam bulma arzusu, hüsnükuruntuya, örneğin
astroloji, reenkarnasyon, karma, uzaylılar ya da Hıristiyan cennetine
inanmaya yol açıyor.50
Demek ki Hıristiyanlık, "daha sonra aydınlatabilmek için kalbi ka­
rartmalıdır" .51 Biz Hıristiyanların kendi "ilk günahımıza " inancımız,
hakikati bildirmek değil rahiplerin gücünü artırmaya yönelik dini beyin
yıkamanın sonucudur. Bir tür güven hilesine kurban gideriz. Aynı şey
azizlerin ve mistiklerin çileci uygulamaları için de geçerlidir: Böyle uç
noktada özvarlıklarına hakim olduklarına göre hayati bir bilgiye sahip
olduklarına kolayca inanırız. Ama gerçekte böyle bilgileri yoktur. Böyle
pratiklerin pek insanca kökeninde yine statü ve güç hırsı vardır.52 (Bura­
da Nietzsche'nin olgunluk felsefesinin merkezi kavramlarından biri olan
İnsanca, Pek İnsanca 373

"güç istenci"nin ilk parıldayışını görüyoruz.) Dini inancın çürütülebilir


kökenlerinden biri de patolojik durumların yanlış yorumlanmasıdır.53
Örneğin (Nietzsche'nin aforizmaları çoğunlukla benim burada yaptı­
ğım gibi kişinin kendi örneklerini bulmasına davetiye çıkarır), "her gün
Tanrı'yla konuştuğunu" söyleyen adam büyük ihtimalle aşırı-faal "üst­
ben" rahatsızlığından mustariptir. Yine demek ki Hıristiyanlığın meta­
fizik-etik sistemi sıkıntıyı azaltma işlevi görebilir: "İçerideki düşmana" ,
bilhassa cinsel şehvete karşı verilen savaş, hayatı daha ilginç kılar. İnsan
saldırganlığının boşalma kanallarının azaldığı bir dünyada Hıristiyanlık
yeni bir savaş biçimi icat etmiştir.54 Ama yine burada da sıkıntıdan-te­
selliden hakikate giden yol, mutluluktan hakikate giden yoldan daha
sağlam değildir elbette.
Dini inancın çürütülebilir kökenlerini bulmanın başka bir yolu da
spekülatif antropolojiden geçer. Dinin tarihöncesi kökenleri ilkel in­
sanlığın doğanın işleyişini anlama çabasında yatar. Nietzsche'ye göre,
insanların ilk başta doğal nedensellik anlayışı yoktu. Her şey insan-bi­
çimci tarzda düşünülüyordu: fırtına tanrının öfkesiydi, bahar yağmu­
ru tanrının cömertliğiydi. İnsan başka insanların davranışlarını kontrol
etmek istiyorsa onlara hizmette bulunmalı, armağanlar vermelidir. Bu
yüzden ilkel insan tanrılara hoşlarına gidebilecek şeyler sundu; bir başka
deyişle, kurbanlar ve eğlendirici cinsellik, şiddet, savaş gösterileri. Bu
yüzden de "dini kültün" kökeni doğaya düzen getirme yönündeki ilkel
girişimdedir.55 Artık animist * değiliz elbette. Ama yine de tanrılara inan­
cın kuşaklar boyunca hiç düşünmeden korunması, "ilkel insanlığın bir
parçasının içimizde devam ettiğini " göstermektedir.56 Tanrılara inanma­
yı sürdürdüğümüz ölçüde, ilkel -yani hükümsüz- bilimin bir parçasına
bağlılığımız büyük ihtimalle bilinçdışı bir tarzda devam ediyor demektir.
Son bir nokta. Nietzsche "metafizik dünya" diye bir yerin olabile­
ceğini kabul eder. "Her şeye insan kafası yoluyla şahit olduğumuza ve
bu kafayı kesip atamadığımıza göre" , bu ihtimali göz ardı edemeyiz.
Kant'taki insan zihninin "gözlüklerini" kaldıramayacağımızdan, "ken­
dinde" gerçekliğin nasıl olduğunu kesin bir tarzda bilemeyiz. Gelgelelim,
"sadece tutku, hata ve kendini kandırma" , metafizik dünyayı "değerli,
korkunç, zevkli" yapmış, sonra da Tanrı, melekler ve göçmüş ruhlarla

* Var olan tüm nesnelerin birer ruh tarafından yönetildiğine inanan kişi-r.n.
3 74 NIETZSCHE

doldurmuştur. İnsan bu inançların itibarsız kökenlerine maruz kaldığın­


da, " bunların çürütülmüş olduğunu " söyler -inançların yanlış oldukları
değil, rasyonel inanca değer olmadıkları, rasyonel gerekçeden yoksun
oldukları gösterilmiştir.57
***

Sanat. Söylenmesi gereken ilk şey, görünenin aksine, Nietzsche'nin


"sanat"a saldırdığında sanatın tamamına saldırmadığıdır. Göreceğimiz
üzere, İnsanca'nın inşa edeceği düşünülen yeni dünyada bazı sanat tür­
lerinin aslında önemli bir yeri vardır. Nietzsche "romantik" sanata, me­
tafizik sanata, dünyayı aşmakla ilgili sanata saldırır. Bir başka deyişle,
asla adını anmasa da, Wagner'in sanatına saldırmaktadır. Nietzsche'nin
burada kurtulmak -yasaklamak- istediği şey, Tragedyanın Doğuşu'nda
"Dionysosçu" sanat, "metafizik teselli" sanatı dediği sanattır. Korumak
istediği ise "Apolloncu" sanat, yani bize görünüşlerin ["ardında" değil]
içinde neşeyi aramayı öğreten" sanattır.58
"Sanat," (metafizik sanat) der Nietzsche, "dinler pençelerini gevşe­
tince başını kaldırır. " Eğitimli insanların Hıristiyan metafiziğini olumla­
ma ya utanacakları Aydınlanma sonrası dünyada, dini duygular ve ruh
halleri sanatta tadılmaya devam edebilir. "Sanat doktrinel sorumluluk
olmadan dini duygu sunar" dememiz de mümkündür. Ne tür duygu­
lar? "İnsanlar" (örneğin Schopenhauer), der Nietzsche, " Raffaello'nun
Madonna'sının bakışındaki bütünsel ve kesin müjdede" kendini göste­
ren kurtuluşun kesinliğinden bahseder. " Fakat aynı duyguyu müzikte
daha da şiddetli yaşayabilirler: bildiğimiz gibi, "Beethoven'ın Doku­
zuncu Senfoni'sinden bir pasajın, [bir insanı] gönlünde ölümsüzlük dü­
şüyle yeryüzünden kalkıp yıldızlı gökkubbede uçma hissiyle doldurması
mümkündür" .59
Bu pasajın konusu Nietzsche'dir elbette; çağının manevi durumunun
temsilcisi olarak Nietzsche. On dokuz yaşındayken, Hıristiyanlık inan­
cını kaybetmiş olmasına rağmen, tüm büyük müzik parçalarını hala dini
karakterde gördüğünü, "cennetin aniden parıldadığı" , "ilahinin belli
belirsiz sezildiği" bir duygu yarattığını düşündüğünü hatırlayın. Ayrıca
" Beethoven'ın Dokuzuncu Senfoni'sindeki pasajın"daki son bölümün
açıkça "Neşeye Övgü" olduğuna dikkat edin -Tragedyanın Doğuşu'nun
başında Dionysosçu aşkınlık anı olarak tanımlanan da tamamıyla böyle
bir övgüdür.
İnsanca, Pek İnsanca 375

Peki, bu yanlışsız ve otobiyografik gözlemlerin metafiziği yerle bir


etmekle ne ilgisi var. Nietzsche özgür ruhlu kişinin "ister din ister me­
tafizik adı verilsin kayıp aşkı için" bir kez daha "iç geçirmesinin" ne
kadar kolay olduğunu böyle deneyimlerin gösterdiğini söyler. Bu dene­
yimler "metafizik ihtiyacın" kuvvetle devam ettiğini göstermektedir.60
Daha önce belirtildiği gibi, burada Schopenhauer'ın "İnsanın Metafiziğe
İhtiyacı" başlıklı bölümüne gönderme yapılmaktadır.61 Schopenhauer
bu bölümde din ve metafiziğin başlıca işlevinin acı ve ölümü yenmek,
ölümlü varlığımızın acısını telafi edecek evrensel bir insan ihtiyacı olan
ölümsüzlük teminatını vermek olduğunu yazar. Nietzsche ise bu dene­
yimlere ve basit yarı-inançlara sahip olduğumuz sürece geri düşeceğimi­
zi, gerçek anlamda ya da henüz tam özgür ruhlu olamadığımızı düşünür.
En azından "entelektüel dürüstlüğümüz" sınanmaktadır.62
Bununla bağlantılı bir pasajda Nietzsche halihazırda tartıştığımız mü­
zikal duyguyu temel alan metafizik inançların kıvrak bir "tarihsel" ya­
pıbozumuna girişir. İnsanı nihai gerçekliğin bağrına taşımanın yanı sıra
bir şekilde kendini doğrulayan "derin duygularımız" vardır. Fakat bu
duyguların derin gibi gelmesinin tek sebebi, derin saydığımız bazı düşün­
ce gruplarını sezemediğimiz bir şekilde canlandırmasıdır -Hıristiyanların
tefekkür konusu sayılan ölüm, yargı, cennet ve cehennem, "ilk ve son
şeyler" (İnsanca'nın Birinci Ana Bölüm'ünün başlığı) gibi düşünceler.
Yine de, "derin bir düşünce her metafizik düşünce gibi hakikatten çok
uzak olabilir". Duygudan düşünceyi çıkarsadığımız zaman da "geriye
sadece kuvvetli duygu kalır ve bunun da bilgiyle hiçbir ilgisi yoktur" .63
Bir başka saldırı hattı da metafizik sanatçıyı dolandırıcı olarak sunar.
(Lou Salome'nin işaret ettiği gibi, burada adı verilmeyen hedef Wagner
kültüdür. )64 Bu tipten sanatçılar romantik anlayışı ve "dahi" kültünü
teşvik eder; "adeta görünüş pelerinindeki bir delikten" öbür tarafı göre­
bilen, dolayısıyla "insan ve dünyaya dair kesin ve belirleyici bir şey ile­
tebilen" bir kişi olarak büyük sanatçı fikrini" savunurlar.65 İnsan doğa­
sındaki bir ilahilik unsuru için mücadele ediyormuş gibi görünseler de,
aslında sanatları için azami prestij yaratma (örneğin böylece Bayreuth
için para toplama) mücadelesi veriyorlardır.
Dahi kültünü canlandırmada kullanılan tekniklerden biri sanat
eserinin "oluşumuna " dair tüm işaretleri gizlemek, höylece ancak bir
tanrının ulaşabileceği kusursuzluğa gelişigüzel doğaçlamayla ulaşıldığı
NIETZSCHE

görünümünü vermektir. Örneğin Paestum'daki tapınağın * karşısında


(Nietzsche Sorrento'dan etrafa yaptığı gezilerden birinde bu tapınağı zi­
yaret etmişti) insan " bir sabah tanrı oyun olsun diye burayı inşa etmiş
olmalı" duygusunu yaşar. * * Aslında Beethoven'ın defterlerine kısacık bir
bakış bile sanatçıyı büyük yapanın göksel bir yetenek ya da "Müzlerin" * * *
( "müziğin" kökeni) esininden ziyade çalışkanlık ve beğeni olduğunu
görmeye yeter: " Bütün büyük sanatçılar büyük işçilerdir, sadece [mal­
zemenin] icadında değil, reddinde, elenmesinde, dönüştürülmesinde,
düzenlenmesinde yorulmaksızın çalışırlar. "66 Kısacası, "deha" , onda
dokuz alın teri, onda bir esindir.
Sadece sanatçılar dahi kültünü desteklemez, biz izleyiciler de onlar­
la suç ortaklığı yaparız -bunların hepsi de pek insanca kibir hissinden
kaynaklanır. Kendimiz oturup bir Shakespeare oyunu yazamadığımız
için, bu oyunların mucizevi bir kaynağı olduğunu düşünerek kendimi­
zi kandırırız. Böylece kibrimizi kurtarırız, çünkü, Goethe'nin sözleriyle,
"yıldızlara imrenmeyiz" . O yüzden birine ilahi muamelesi yaptığımız­
da (bir şarkıcıya "diva" dediğimizde ya da bir besteciye Maestro -veya
"Üstat"- dediğimizde), "onunla rekabet etmeye gerek yok" demek isti­
yoruzdur aslında.67
***

Ahlak. Kant'ın ve daha ayrıntılı olarak da Schopenhauer'ın dillendir­


diği haliyle Hıristiyan ahlakı iki fikre dayalıdır. Birincisi, erdem, özge­
cilikten [bkz. Sözlükçe] -Nietzsche'nin tabiriyle "gayri bencillik"- mü­
teşekkildir. Kendimizi kıyaslamamız gereken ideal de İsa'dır, yani saf,
özgeci, evrensel sevgi paradigmasıdır. İkinci fikir, özgürlük ve sorum­
luluktur. Hıristiyan ahlakçılarına göre eylemlerimiz bizim özgür ter­
cihlerimizdir: Alışılmışın dışında davranmış olabiliriz. Dolayısıyla tüm
eylemlerimizden sorumluyuz, "hesap verebilmemiz gerekir" . Nietzsche

* Yunan kolonicilerin bugünkü Napoli'nin güneyinde kurdukları yerleşimde bulu­


nan ve İÖ 500'lere tarihlenen Hera, Poseidon ve Athena tapınakları. Dünyadaki en
iyi durumdaki Yunan tapınakları arasındadır-e.n.
** Mozart'ın "Jüpiter Senfonisi" (Jupiter-Sinfonie) Nietzsche'nin savına daha iyi
bir örnek teşkil eder. Senfoniye bu ismin verilmesi, ancak bir tanrının böyle çaba
harcamadan kusursuzluğa ulaşabileceği hissini yaratmasından kaynaklanır. Daha
doğrusu bu hissi yaratacağı iddia edilir. Senfoninin ismini Mozart değil, ürünü
satmakla ilgilenen müzik menajeri Johann Solomon koymuştur.
*** "Musalar" veya "mousalar" olarak da adlandırılan ve Yunan mitolojisinde müzik,
şiir, tragedya gibi sanatlara esin veren dokuz ilham perisinin ortak adı-e.n.
İnsanca, Pek İnsanca 3 77

bu fikirlerin bileşiminin insanların psikolojik sağlığı için yıkıcı olduğuna


inanır. Zira "gayri bencil" olmamız gerektiğini hissederiz, hatta gayri
bencil olabileceğimize inanırız, ama zamanın büyük bir kısmında öyle
olmadığımızı biliriz, suçluluk duyarız ve kendimize saygımız azalır.68 Bu
yüzden bizi Hıristiyan ahlakının pençesinden kurtarmak Nietzsche'nin
hayatını adadığı ödevlerin merkezine oturur.
Buraya kadar meselenin metafizikle ilgisi yok. Fakat Hıristiyan ahla­
kı Schopenhauer'ın ellerinde çabucak metafizik yükün altına girmiştir.
Schopenhauer, tıpkı Kant gibi, doğal dünyadaki olayların istisnasız ne­
densel yasalara uyduğuna inanır. Dışarıdaki tek şey doğa olsaydı özgür­
lük diye bir şey de olamazdı. Fakat gerçekte metafizik idealizm sayesin­
de doğanın salt "görünüş" olduğunu biliyoruz. Bu görünüşün ardında
da "kendinde şeyin" "anlaşılır" dünyası vardır. Özgürlüğün zeminini de
burada buluruz: Kant'ın gösterdiği üzere, nedensellik görünüşlerin " bi­
çiminden" başka bir şey olmadığı için, "kendinde" benin belirlenmemiş
olması, özgür olması gerekir. Dolayısıyla, doğadaki istisnasız nedensel
determinizme rağmen, eylemlerimiz için sorumluluk duymakta ve ey­
lemlerimiz ahlaki yeterliliğe ulaşamadıkları zaman suçluluk hissetmekte
kesinlikle haklıyız.
Schopenhauer buraya kadar sırf Kant'ı tekrar etmiştir:69 Doğal
varlıklar olarak tam anlamıyla koşullandırılmış olsak da, "anlaşılır"
varlıklar olarak özgürüz. Fakat haklı olarak belirttiği gibi, şeylerin bu
şemasının nasıl işlediğinin ayrıntıları Kant'ta derin bir sır olarak kalır.
Schopenhauer'ın katkısı bu ayrıntıları vermektir. Şema şöyle işler: "Gö­
rülür" doğa dünyası tren sistemi gibidir: Trenlerin nereye gittiği kesin­
likle kontrolüm dışındadır. Fakat hangi trene bineceğim tamamen bana
bağlıdır. Yani herhangi bir doğal varlığın karakteri ya da doğasıyla ta­
mamen aynı şekilde işleyen belli bir karakterle doğarım. Taşların dav­
ranışı nasıl bütünüyle doğasının yanı sıra, içinde bulunduğu koşullarca
belirleniyorsa (taşı suya atarsanız yüzmez, batar), benim davranışım da
karakterimle birlikte içinde bulunduğum koşullarca belirlenir. Klepto­
mansam [çalma hastası-r.] ve hoş bir şey görürsem onu çalarım. Fakat
nasıl bir karakterimin olduğu -nasıl bir karaktere "bindiğim "- tama­
men "anlaşılır" ben'e bağlıdır, gerçek benliğimin "anlaşılır" bir özgür
tercih eyleminin sonucudur. Dolayısıyla, tüm eylemlerim nedensel ola­
rak belirlenmişse de, aynı zamanda özgür ve sorumluyum.70
NIETZSCHE

Ahlakın Schopenhauer'ın ellerinde ikinci kez metafizik yük altına gir­


mesinin özgecilik ihtimaliyle ilgisi vardır. Daha önce gördüğümüz üzere,
Schopenhauer'a göre insan davranışının normu bencilliktir. Bu görüşün
temelinde sadece benim olan acı ve hazzı hissetmem yatar, yani kişinin
naif ve doğal dünya deneyimi ışığında bakıldığında başkaları duygusuz
robotlardan farklı görünmez. O halde bireylerin doğal dünyası mutlak
olarak gerçekse, özgecilik ne açıklanabilir ne de gerekçelendirilebilir. Fa­
kat özgecilik nadir de olsa vardır. Bunun tek muhtemel açıklaması da,
özgeci kişinin "Maya perdesinin" ardında her şeyin Bir olduğu meta­
fizik içgörüye sahip olduğudur. Bu içgörüye sahipsem başkasının acısı
en az kendi acım kadar " benim" olur. Schopenhauer'a göre, bu yüzden
ahlaki erdem, tıpkı sanat gibi, "dahilik" meselesidir; bir kez daha "gö­
rünüş pelerinindeki delikten öbür tarafı görmek"le alakalıdır.
O halde Nietzsche'ye göre metafizik nosyonlar, "mitolojik canavar­
lar" ahlaka "payanda olmak" üzere iki şekilde çağırılırlar. * 71 Şematize
edersek Schopenhauer'ın savı şöyledir: ( 1 ) Özgeci davranma özgürlü­
ğümüz var, öyleyse özgeci davranmalıyız. (2) Sadece bir doğal dünya
varsa bu şekilde davranmak iki nedenle imkansızdır. (3) O halde doğa­
üstü, metafizik bir dünya olmalıdır. Nietzsche'nin metafiziğe doğru bu
güzergahı yapıbozuma uğratması ( l )'e saldırı biçimini alır. Saldırı iki
uçludur. Birincisi, herhangi bir türden özgürlüğe inanmak için bir neden
yoktur. İkincisi, özellikle bizlerin özgeci olma özgürlüğümüzün bulun­
madığını öne sürer.
***

Nietzsche'nin özgürlük eleştirisi basittir: Evrensel nedensel determi­


nizm doğru olduğuna göre, her şey, özellikle de her insan eylemi zorunlu
olarak geçmişteki olayların "matematiksel şekilde hesaplanabilir" bir

*
Nietzsche sanat yoluyla metafiziğe gidiş güzergahını yapıbozuma uğratırken pek
çoğumuzun paylaşmasa bile duygudaşlık kurabileceği bir eğilime saldırmaktadır.
Fakat güzergahı ahlak üzerinden eleştirirken, sadece Kant ve Schopenhauer felsefe­
sine batmış olanların paylaştığı bir güzergahı hedef almaktadır. Sadece çok özel bir
birikime sahip olanların seçtiği bir güzergahla Nietzsche'nin uğraşmaması gerekti­
ğini düşünen varsa, bir kere onun çok özel bir kitleye yazdığını: öncelikle kendisine
yazdığını -İnsanca, "kendimi doğamda bana ait olmayandan kurtardığım" eserdir
(EH III İPİ 1 )- ikincisi de birikimleri kendisininkine çok benzeyen on dokuzuncu
yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Almanlar için yazdığını bir daha hatırlatmak gerek.
Seçilmiş, öncelikli okur kitlesinin de o sırada ya da daha önce Wagner-Schopenhauer
dünya görüşüne batmış olduğu neredeyse kesindir.
İnsanca, Pek İnsanca 379

sonucudur. İnsan gereken her şeyi bilseydi dünyanın mevcut durumuna


bakarak gelecekteki her eylemi öngörebilirdi. 72 Nietzsche evrensel ne­
densellikten dolaysız olarak özgür iradenin yokluğunu çıkarır.73 (Nietz­
sche'nin burada evrensel nedensel determinizmle uyuşan önemli bir öz­
gürlük türü olabileceği fikrine vakit ayırmadığına dikkat edin. Sonraki
eserlerinde bu konudaki düşünceleri değişecektir. )
Evrensel nedensel determinizme neden inanmalıyız? Nietzsche bu­
nun doğruluğuna dair doğrudan bir sav ortaya atmaz. Bu, daha ziyade
İnsanca'nın giriştiği bilimsel araştırma programının temel aksiyomudur.
Nietzsche onun yerine ilkeyi dolaylı olarak savunmak için muhtemel
saydığı (günün gereğince kuantum mekaniğinden ziyade Newtonculuk­
tan gelen) tek itiraza -insan özgürlüğünün varlığı iddiasına- saldırır.
İlk başta her şeyin özgür iradeyle ortaya çıktığı düşünülüyordu, der
Nietzsche: örneğin açlık sadece ortaya çıkıyordu; kendi kendine. İlkel
insan bir sebep göremediğinden, sebebin olmadığını varsayıyor ve her
şeyin kendi özgür iradesiyle ortaya çıktığını düşünüyordu. Tarihönce­
sinin bu kısmı olmadan da yapabiliyoruz artık -kendimize baktığımız
anlar hariç. Fakat artık ilkel düşüncenin bu son yadigarından kopma­
nın, insanlığın çocukluktan entelektüel yetişkinliğe son adımı atmasının
vakti geldi. Bir insanı zararlı eylemleri yüzünden ahlaksızlıkla suçlamak,
sağanağı bizi ıslattığı için ahlaksızlıkla suçlamakla birdir.74
Peki, tam bilimsel doğalcılığa bu adımı atmaktan bizi alıkoyan nedir?
Hıristiyanlığın bizim yararımız için değil kendi gücünü artırmak için ta­
sarladığı kültürel beyin yıkamasıdır.75 Özgür irade, rahiplerin bizi ken­
dilerine bağımlı kılmak için uydurduğu bir şeydir. ( Bu iddiaya birazdan
geri döneceğim.) O yüzden özgür iradeye inancın enikonu itibarsız bir
kaynağı vardır ve bu inanç her rasyonel varlık tarafından terk edilmeli­
dir. Dolayısıyla, Schopenhauer'ın egzotik metafiziğine ihtiyaç yoktur. Bu
metafizikle açıklanacak ve meşrulaştırılacak etik, "sahte bir etiktir" .76
***

Şimdi de özgecilik [bkz. Sözlükçe] ahlakına, Schopenhauer'ın ah­


lak felsefesinde dillendirildiği haliyle, Zerdüşt'ün tabiriyle "komşu
sevgisi" nin Hıristiyan etiğine Nietzsche'nin saldırısına dönelim. Gördü­
ğümüz üzere Schopenhauer'ın erdemden metafiziğe doğru güzergahı kı­
saca şöyle bir argümana dayanır: Doğalcılık doğru olsaydı tüm eylemler
bencilce olurdu. Fakat nadir de olsa sahici özgecilik vakaları vardır. Bu
NIETZSCHE

yüzden doğalcılık doğru olamaz, metafizik bir dünyanın varlığı zorunlu­


dur. Dolayısıyla, metafiziğe doğru bu güzergahı tıkamanın en bariz yolu
bencillik normunun istisnaları olduğunu reddetmektir. .. Nietzsche'nin
stratejisi budur. Bencillik sadece norm değildir, evrensel bir kuraldır. Bir
başka deyişle, buradaki strateji "psikolojik bencilliği" -tüm insan ey­
lemlerini özçıkarın güdülediği doktrinini- savunmaktır.77
Nietzsche aslında belli bir psikolojik bencillik biçimini olumlar: psi­
kolojik hazcılık [bkz. Sözlükçe] . Buna göre, tüm eylemler özçıkarın yanı
sıra belli bir özçıkar görüşü tarafından güdülenir (daha sonra bu görüşü
şiddetle reddeder}: Çıkarımız sadece hazzı yaşamakta ve acıdan uzak
kalmaktadır: "her durumda'', der Nietzsche, "kendini tatmin edebilen
tek arzu kendi hazzımı arzulamamdır" . 78
Nietzsche'nin buradaki tezi savunma tekniği görünüşteki özgeci ey­
lem ya da duyguları açıklamaktır. Bu yüzden, örneğin "merhamet" ger­
çekte güçlülük hissinin kendini göstermesidir.79 Az önce ATM' den [para
çekme-yatırma aygıtı-r.] çektiğim 200 doları kaldırımdaki dilenciye ve­
riyorsam, sebebi hayattaki kendi üstün konumumun tadını çıkarmak
istememdir. Ayrıca doğruluk da, dürüstlüğün ya da adaletin kendini
göstermesinden değil, yalan söylemenin çok fazla zeka ve iyi bir bellek
gerektirmesinden kaynaklanır; bu yüzden insanların genellikle doğruyu
söylemesinin sebebi yakalanma korkusudur.80 Bu böyle devam eder gi­
der, görünüşteki özgeciliğin altında yatan pek insanca güdülerden pek
çoğu ayrıntılı çözümlemelerle gözler önüne serilir.
Fakat böyle vakaların bir araya getirilmesindeki sorun, en iyi koşul­
da, halihazırda Schopenhauer'ın da kabul ettiği bir konuma, yani sadece
insan davranışında bencilliğin genel kural olduğu anlamına gelmeleridir.
Hiçbir vaka bileşimi bunun evrensel kural olduğunu gösteremez. Ayrıca
sağduyu bize evrensel kuralın yanlış olduğunu göstermektedir. İnsan­
lar kimi zaman sonraki yaşama inanmasalar da, toplumsal misilleme
korkusu duymasalar da savaşlarda kendilerini feda edebilmektedirler.
Ayrıca insanlar bazı şeyleri görevleri olarak gördüklerinden de yapabil­
mektedir. Nietzsche yeterli zaman verilirse bu vakalarda da bencilce bir

.. Kişinin kendi hakiki, metafizik benliğinin tüm diğer metafizik benliklerle özdeşliğinin
doğruluğuna dair bir içgörü olarak erdemi açıklamasının, fenomenal özgeciliği me­
tafizik bencilliğe indirgediğine işaret etmek daha başarılı bir sonuç verebilir. O halde
fenomenal bencilliğin "ahlaki değeri" yoksa, metafizik bencilliğin de olmamalıdır.
İnsanca, Pek İnsanca

güdü keşfedebileceğini iddia edebilir elbette, ama soru şudur: Nereden


biliyor? Keşfedilecek böyle bir güdünün zorunlu varoluşu tamamen te­
melsiz, hatta irrasyonel dogmatizmdir -tam da Aydınlanma'nın, bilimsel
bakış açısının aşması gereken şeydir. Nietzsche'nin kitabında Rohde'nin
nefretini kazanan şey bilhassa dogmatizm olmuştu.
Nietzsche belki de bunu kabul ettiği için a priori, kavramsal bir psi­
kolojik bencillik argümanı üretmek gibi çaresizce bir hamleyle durumu
kurtarmaya çalışır:

Şimdiye dek bir insanın, hiçbir kişisel güdü olmadan ve sadece başkaları için bir
şeyler yaptığı görülmüş değildir; kendisiyle ilişkili olmayan, yani içsel bir zorunluluk
içermeyen bir şeyi nasıl yapabilecekti ki? Ego, nasıl olur da egosuz davranabilirdi?B1

Burada öne sürülen argüman şudur: eylem istek ya da eksikliğin, "iç­


sel bir zorlantının" yol açtığı bedensel bir harekettir; bir başka deyişle,
bir tercihtir. O halde gerçekleştirdiğim her eylem tercihlerimden birini
tatmin eder. Özçıkarım da tercihlerimden oluşmuştur. Bu yüzden her
eylemde özçıkar söz konusudur. Fakat daha önce işaret edildiği gibi,
tüm tercihlerin özçıkarcı olduğu düşüncesi yanlış görünmektedir. Savaş­
ta ölen adam özçıkarını yurt sevgisine feda etmiştir. Felsefi eğitimi ol­
mayan Nietzsche'nin en sağlam yönü, teknik mantık parçalama değildi.

Metafizik Neden Yapıbozuma Uğratılır?

Nietzsche metafiziği yapıbozuma uğratmasında ciddi bir dezavantaj


olduğunu kabul eder; artık bu dezavantajı soruşturmayı tamamlamış
bulunuyoruz. Özellikle Hıristiyanlığın kaybının trajik bir yönü vardır
-bu süreç zaten işlemektedir, fakat İnsanca'nın yapıbozumcu programı
sürecin daha da hızlanmasını hedefler. Zira Hıristiyanlık aslında Batı
medeniyetinin en güzel ürünlerinden sorumludur -Nietzsche büyük ihti­
malle burada başka şeylerin yanı sıra diğer Saksonları, Bach ve Handel'i
düşünmektedir.82 Üstelik insanın kendine ebediyet perspektifinden bak­
masını mümkün kılan bir geçmişin "ağır soluklu istirahatı" " bu çağın
telaşlı süreksiz varoluşuyla" taban tabana çelişir.83 Bu yüzden soru, me­
tafizik dünyada imanı yıkmanın amacının ne olduğudur. Bu girişimi de­
ğerli kılan bir şey var mıdır, varsa nedir?
NIETZSCHE

Nietzsche soruyu kendisi gündeme getirir: "felsefemiz ... trajedi ol­


mayacak mı ? Doğruluk, yaşama, daha iyiye düşman olmayacak mı? " 84
Defterlerinde bu yöndeki kaygılarını dile getirmiştir. Kaygısı özellikle de
insan özgeciliği fikrini en azından Nietzsche açısından yıkmak üzere ta­
sarlanmış "psikolojik gözlem" programıyla ilgilidir. La Rochefoucauld
ve "Psikolojik Gözlemler'in yazarı" (yani Ree), "daima Schwarze'yi vu­
ran hünerli keskin nişancılardır" . Schwarze "on ikiden" demektir. Ama
aynı zamanda "siyah" anlamına da gelir. Demek ki burada iki şeye bir­
den işaret etmektedir: Ree'nin insan doğası üzerine aforizmalı "gözlem­
leri" daima hedefi bulur. Ama bir o kadar da insan doğasının karanlık
tarafının altını çizer -Heine'nin ifadesiyle insanlığın "gece görüşünü"
sunar. Aynı şey kendi "gözlemleri" için de geçerlidir. Birkaç örnek verir­
sek: "Suya düşen bir insanın ardından, bir o kadar daha isteyerek atlanır
suya, buna cesaret edemeyen kimseler varsa orada."85 "Konuşacak konu
bulmakta sıkıntı çektiklerinde, arkadaşlarının gizli olaylarını ifşa etme­
yen çok az kişi vardır."86 Bu tür aforizmalarda bir "ah! " faktörü vardır.
Nietzsche'nin ifadesiyle bizi "ahlaki otopsi masasına" koyarlar, "neşter­
ler ve pensler" sadece isabetli değil aynı zamanda "zalimce" kullanılır.87
Defterlerde bu "zalimliğin" etkisine dair endişeler dile getirilir... Nietz­
sche "iyiye inancın", "bencilce olmayan eylemlere" inancın, toplumsal
güveni artırdığını kabul eder. Fakat tersine inanmak da insan toplumunu
"daha zayıf, güvensiz" yapacaktır. Hiç şüphe yok ki keskin nişancının hü­
nerine hayran olabiliriz, ama yine de "insanlığın çıkarları uğruna alçalma
ve şüphe yaratma amacı taşımamalarını umuyoruz" .88 O halde onlarsız
daha iyi durumda olmaz mıyız? (Ree'yle ilişkisinin üzerinden bir gölge
geçmekte olduğuna dikkat edin. Nietzsche burada hem Ree'nin karakteri
hem de Nietzsche'nin kendi eserlerindeki tesirine bir soru işareti koyuyor.)
Nietzsche'nin bu şüpheyi reddetme yöntemi tam anlamıyla tutarlı
değildir -bana göre bunun sebebi de, kendisinin temelde yapıcı, hayatı
olumlayıcı itkisi ile Ree'nin dünyayı-inkar edici nihilizme yatkınlığı ara­
sında alttan alta yürüyen bir mücadele olabilir. Yani şüpheye iki farklı
şekilde tepki vermiştir.

.. Abartılabileceğine dair endişeler de vardır. Nietzsche bir özeleştiri hattının başında


şöyle der: "Utanç verici bir köken bulma sanatını öyle geliştirdin ki ... diş fırçalamayı
tartışmak alçaltıcı geliyor" (KSA 8 42 [29) ). Büyük ihtimalle Freud'un değil ama
belki Bili Clinton'un diyeceği gibi, "kimi zaman bir puro sadece bir purodur" .
İnsanca, Pek İnsanca

Birinci tepkiye göre, yapıbozumcu programı Hıristiyanlığın icat et­


tiği "mitsel canavarların" öldürülmesi için gerekli olsa da, "psikolojik
gözlemin insana yararlı mı zararlı mı olduğu belirlenemeyebilir" . Fakat
şurası kesindir ki, diye devam eder, psikolojik gözlem varlığını sürdür­
melidir, çünkü insan refahıyla ilgili "nihai hedefleri hiçe sayan" bilim
"onsuz yapamaz" .89 Bu da bariz bir soruyu doğurur: Neden bilim? Ni­
çin ne pahasına olursa olsun hakikat istenci?
Aynı meselenin -hakikate karşı insan mutluluğu- dinle bağlantılı
tartışmasında Nietzsche, en azından kısa vadede dinin yok edilmesinin
insanlarda daha fazla acıya yol açacağına karar verir, çünkü bilim ke­
sinlikle benzer bir teselli sunamaz. O halde, Byron'ın Manfred şiirinde
dediği gibi (Nietzsche'nin bahtsız Manfred Tefekkürü (Manfred-Medi­
tation, 1 872) de buradan esinlenmişti),

Hüzün bilgidir: en çok bilenler


En derin yastnı tutmalıdır vahim doğrunun,
Bilgi Ağacı, Yaşam Ağacı değil ki.

Gelgelelim, diye devam eder, insan yapıbozum işine sıkı sarılmalıdır,


çünkü insan [Hıristiyanlıkla], " bilginin günümüzde ulaştığı düzeye göre,
kesinlikle entelektüel vicdanını iflah olmaz bir biçimde kirletmeden ve
kendine ve başkalarına teslim etmeden ilgilenemez. "90
"Maço ahlak" diyebileceğimiz bu ahlak pozitivizmin tipik eşlikçisi­
dir. Aynı ahlak başka bir pozitivist eser olan Albert Camus'nün Sisyphos
Söyleni'nde [ 1 9 8 3 , 1 98 8 ; Le Mythe de Sisyphe, 1 942] de ortaya çıkar;
Kierkegaard'un " inanç sıçramasına" saldıran Camus'nün gerekçesi, bu­
nun "felsefi intihar" , "insan onuruna" yakıcı bir hakaret niteliğindeki
"ruh sakatlanması" olduğudur. Gerçek insanlar, "hakikat şövalyeleri" , *
sızlanarak dine ya da Wagner müziği gibi dinin yerine koydukları şey­
lere dönmezler, çünkü onlar tıpkı ebediyete dek kayayı dağın zirvesine
doğru iten Sisyphos gibi acıya katlanabilirler.

* Nietzsche Tragedyanın Doğuşu 'nda Schopenhauer'ı insan varoluşunun sefaletini dü­


rüstçe kabul ettiği için över ve ondan "Dürer' deki anlamıyla", "hakikat ... şövalyesi"
diye bahseder (BT 20). Kastettiği resim Dürer'in "Şövalye, Ölüm ve Şeytan"ıdır (Rit­
ter, Tod und Teufel, 1 5 1 3). Nietzsche bu eserin hir baskısına sahipti ve Malwida'ya
söylediği kadarıyla eserden çok etkilenmişti (KGB il. 5 4.16).
NIETZSCHE

Nietzsche bazı pasajlarda "maço ahlak"ı savunan birtakım söz­


ler eder. "İnsanın" tanımı "akıllı hayvan", "insanın özü"yse akıl ol­
duğundan, insanın din ve sanatta cisimleşen batıl inançlardan sıyrılıp
Aydınlanma rasyonelliğinin bilimsel bakış açısının yüksek mertebesine
çıkması onun "tedrici insanlaşmasını" temsil eder. Yani, "insanın en
yüksek düzeydeki güçleri olan akıl ve bilim"in geliştirilmesi ( Hegelci ya
da Comte'çu) insanlığın bebeklikten tam yetişkinliğe doğru, ayırt edici
güçlerinin tam gerçekleşmesine doğru tedrici ilerleyişini temsil eder.91
Buradaki argüman göründüğü kadarıyla şöyledir. İnsanın özü rasyo­
nelliktir. Dolayısıyla kayıtsız şartsız hakikat peşine düşmek (yani tüm­
den rasyonel bir varlık olmak) insanın özünün en tam gelişmişlik dü­
zeyidir. Bu yüzden ne pahasına olursa olsun hakikatin peşine düşmek
gerekir. Fakat argüman bir kez böyle konunca zayıflıkları barizleşiyor.
Birincisi, "akıllı hayvan" olarak insan tanımı çok eskiyse de aslında son
derece keyfidir. Çünkü rasyonellik hayvan dünyasında sadece insanlara
özgüyse, örneğin din, sanat, siyaset ve kahkaha da insanlara özgüdür. O
halde "insanı" "sanatsal hayvan" , "dindar hayvan" , "siyasal hayvan"
ya da "mizah duygusu olan hayvan" diye tanımlamamız da eşit ölçüde
mümkündür. Ama bunu bir yana bıraksak bile, argümanın kendisinde
rasyonellikle ilgili kötü bir hata vardır. Yani rasyonellik (aslında hiç de
kulağa doğru gelmeyen bir biçimde) bizi diğer hayvanlardan ayıran bir
yeti olarak görülüyorsa, araçsal rasyonellik yani istenen amaca ulaşmak
için etkili yolların hesaplanması kastediliyor demektir. Fakat bu anlamda
rasyonellik her ne pahasına olursa olsun hakikate kendini adamayı ge­
rektirmez. Örneğin dini kaybetmek gerçekten uzun vadede bizi mevcut
halimizden daha büyük bir sefalete sürükleyecekse, mümkünse onu ko­
rumaya çalışırız. Nietzsche bu noktayı görmemiştir, çünkü tam rasyonel­
lik ile saf rasyonelliği, saf rasyonel varlığın bilme arzusu dışında arzusu
olmayan saf düşünür olarak tasavvur edildiği rasyonelliği birbirine karış­
tırmaktadır. Adeta bedensiz bir beyindir bu. Ama insanlar böyle değildir.
***

Fakat Nietzsche'nin "maço ahlakla" oyalanması basit bir oyalanma­


dan başka bir şey değildir gerçekten de. Çünkü ana silahı -kesinlikle en
iyi silahı- ilk başta eski metafizik kültürün eksisine artısına bakıldığında
insanların refahına ciddi zarar verdiğini öne sürmek, ikincisi de en azın­
dan orta ve uzun vadede Aydınlanma aklı ve biliminin doğru düzgün
İnsanca, Pek İnsanca

konuşlandırılması şartıyla bizi daha üst düzeye çıkaracağını, insanların


eski kültürdekinden çok daha gönençli hayatlar yaşayabileceği "yüksek"
bir kültür üreteceğini iddia etmektir. Bana kalırsa, eski, Hıristiyan kül­
türün insan sağlığına ciddi zarar verdiğini göstermek için üç temel çizgi
izlemektedir. Bunlardan birincisi kendinden nefretin desteklenmesiyle,
ikincisi dinin gerçek acı çekme sebeplerine hitap edememesiyle, üçüncüsü
de Hıristiyan etiğinin toplumsal refahı artırma yeteneksizliğiyle ilgilidir.
Kendinden-nefret. Hıristiyanlık, "insani olan her şeye şüphe düşür­
me amacına hizmet etmekle kalmaz, insani olanın ezilmesi, cezalandırıl­
ması ve çarmıha gerilmesinde de rol oynar," der Nietzsche. Her şeyden
önce de cinselliği çarmıha germektedir elbette. ( Cinsel boşalma eksikliği,
Nietzsche'ye göre, cinsel fantezi yaratır, bu yüzden Hıristiyan azizleri pek
çok "kirli" fantezi kurmuş, sonra da bunları itiraf edip kendilerini daha
da çok cezalandırmışlardır.) Hıristiyanlığın bizden ahlaki talebi, yapısı
gereği karşılanamaz bir taleptir ki burada amaç bizim kendimizi "müm­
kün olduğunca günahkar" hissetmemizdir -böylece Kilisenin günah ba­
ğışlama gücüne, dolayısıyla rahiplere daha bağımlı oluruz. Tekrarlarsak ,
Hıristiyanlık "kalbi yük altına sokar k i ... sonradan [kısmen] yükü hafif­
letebilsin" . Bunu yapmanın başlıca yolu da örnek alınması imkansız rol
modelleri yaratmaktır. (Jimmy Carter'in sözleriyle, hiçbirimiz "kalben
aldatmadan" edemeyiz, hiçbirimiz en azından küçük bir şeyler öldür­
meden hayatta kalamayız.) Hıristiyan kendini Tanrı'yla (ya da İsa'yla)
kıyaslar, böylece Tanrı fikri yok olup gittikten sonra bile, "vicdanın sızı­
sı ... suçluluk duygusu" kaynaklı " bunalım hissi" kalır. Hıristiyan, Don
Kişot gibidir, kendi cesaretini küçümser, çünkü kafası ortaçağ şövalyelik
çağındaki kahramanların "mucizevi işleriyle" doludur.92
Kendimizi ağza alınmayacak ölçüde günahkar hissetmemizi sağlama
stratejisi özgür irade sahibi olmamızı gerektirir elbette -aksi takdirde
günahkarlığımız bizim değil yaratıcının hatası olacaktır. Özgür irade­
nin, dolayısıyla ahlaki sorumluluğun reddi bu yüzden Nietzsche için çok
önemlidir: Asıl intikam suçun reddidir. Bu yüzden özgür iradenin kaldı­
rılması, tuhaf bir şekilde Hıristiyanlığın kendisini taklit ederek kurtarıcı
olacaktır. "İç karartıcı, korku verici rüya" yok olur ( Fritz'in babasının
kilisesindeki şövalye heykeli karşısında hissettiği dehşeti hatırlayın) ve in­
san gözlerini açtığında bir kez daha kendini "cennette" bulur.93 İnsan öz­
gür irade mitinden kurtulunca kayıp "masumiyetini" yeniden kazanır.94
NIETZSCHE

Acının Sebepleri. Nietzsche'ye göre, bazı acı türlerinde insan ya acı­


nın "duyarlılığımız üzerindeki etkilerini değiştirir" , ya da acının sebebi­
ni ortadan kaldırır. Hıristiyanlık birincisini yapar -dünyevi bahtsızlığı­
nız Tanrı'nın sizi cezalandırması ama böylelikle sizi aklında tuttuğunu
ve onun (sert) sevgisine mazhar olduğunuzu göstermesidir. Hıristiyanlık
"uyuşturur" (Marx'ın ifadesiyle "kitlelerin afyonudur" ), ama böyle­
likle insanı acısının sebebini ortadan kaldırmaya çalışmaktan alıkoyar.
İnsan ağrı kesici alırsa dişçiye gitme isteği azalacaktır.95 Nietzsche de
aynı türden bir bakışla, nasıl mucizelere inancın ortadan kalkmasıyla
birlikte tıp bir bilim olarak geliştiyse, eğitimin de ( burada kastettiği
teknik eğitimdir) ancak Tanrı'ya inanç yok olunca ciddiye alınacağını
düşünür.96 Ancak ilahi yardım fikrinden vazgeçersek kişisel gelişim fi­
lizlenebilir.
Acı çekmemize yol açan pek çok şeyi -ölümün kesinliği, hayatın reka­
betçi yapısı- bilimin ortadan kaldıramayacağı şeklinde bir itiraz gelebilir
elbette; o halde bir nevi din vesilesiyle "duyarlılığımızın değiştirilmesi"
varlığımızın sürmesi için daima zorunlu olacaktır. Nietzsche buradaki
duruş noktasının zayıflığını hissettiği için lafı dolandırır. Bir taraftan bi­
limin ilerlemesi sebebiyle "acımasız, altedilemez alınyazısının alanı gide­
rek daralmaktadır -rahipler ve trajedi yazarları için durum kötüdür" ;97
bu da bilimin nihai amacının insanı ölümsüzleştirmek olduğu anlamına
gelebilir. Fakat diğer yandan, bilimin amacının daha mütevazı olduğunu
belirtir: "olabildiğince az acı, olabildiğince uzun yaşam, yani bir nevi
ebedi saadet" .98 Fakat "daha uzun" yaşam hiç de "ebedi" yaşam değil­
dir, dolayısıyla ölüm problemi devam etmektedir. Nietzsche'nin olgun­
luk felsefesinde kabul ettiği üzere, buradaki duruş noktası tatmin edici
değildir. Ölüm hakkında derin ve ciddi bir şey söylemek gereklidir -tıpkı
Tragedyanın Doğuşu'nda olduğu gibi.
Etik. Hıristiyanlık ortaya çıkmadan önce, der Nietzsche, "iyi ve "kö­
tünün" ölçütü adetlerdi ve adetler de toplumsal faydayı temel alıyordu.
Ölçüt buydu işte, kişinin güdülerinin " bencilce" mi yoksa "gayri ben­
cilce" mi olduğu değil. Kişi her zaman adetlere boyun eğiyorsa "iyi" bir
insandı, bunu isteyerek mi yoksa istemeyerek mi yaptığının bir anlamı
yoktu. Demek ki Hıristiyanlık öncesi ahlaki yargıların temelinde eylem­
lerin sonuçları vardı. Eylemler faydalıysa kimse sizin güdülerinizi ince­
lemeye zahmet etmiyordu. (Kant'a bakılırsa, dürüstlüğün ticari açıdan
İnsanca, Pek İnsanca

gerekli olduğunu düşündüğü için dürüst olan dükkancı ahlaki itibarı


hak etmez, ancak ahlaklı olmayı görevi olarak görürse ahlaki bakımdan
hayran olunacak bir kimsedir. Nietzsche haklıysa, Hıristiyanlık öncesin­
de kimse bu ikisi arasında bir ahlaki fark görmeyecektir. )
Toplumsal fayda gerçekten de ahlakın tek rasyonel temelidir. Ayrıca
Nietzsche'nin iddiasına göre, genel olarak toplumun refahı için "öte­
kilerin yararına merhamet dolu heyecanlar ve eylemler" yerine herke­
sin kendi "en büyük yararını" araması daha hayırlıdır. Kaba bireylerin
kendi iyiliklerine dair kaba anlayışları hiçbir şekilde genel refahı artır­
mayacaktır elbette. İhtiyaç duyulan şey kendi "en yüksek avantajımızı"
anlayacak şekilde işlenmemizdir.99 Bu yüzden Nietzsche psikolojik ben­
cilliği olumlamakla birlikte bir tür "etik bencilliği" de olumlar: "aydın­
lanmış benciller" olmamız yetmez, aynı zamanda olmamız da gerekli­
dir -Pisa'yı gezerken Nietzsche ile Isabella von Prahlen bu konuda fikir
birliğine varmıştı. Mutluluğumuzu en iyi şekilde artıran şeylerin peşinde
olmalıyız -görünüşte artıranların değil, gerçekten artıranların.
O halde Nietzsche'nin iddiasına göre, bir bütün olarak toplumun
refahını en çok artıran şey Hıristiyan özgeciliği [bkz. Sözlükçe] değil
aydınlanmış bencilliktir. Peki, neden buna inanmaktadır? Bu konuda
ipuçları sadece "en yüksek iyinin" peşine düşmek ile "içimizdeki kişisel­
liği işlemeyi", "kendimizi tam bir kişi yapmayı " özdeşleştirmesidir.100
Aklında ne olduğunu anlamak için burada başka metinlere de bir göz
atmak gerekiyor.
Nietzsche kariyerinin tüm safhalarında tekrar tekrar kişinin Aufga­
be'sinden, yani "görevinden" ya da "misyonundan" bahseder. Eğitici
O /arak Schopenhauer' da kişinin " hakiki benliği " kişinin "çok yukarı­
sına" yerleştirilmiş bir "görevle" özdeşleştirilir. Zerdüşt'te kahraman
" Ne önemi var ki mutluluğun? ... Ben eserimin peşindeyim yalnızca"
dediğinde hayvanları şu cevabı verir: "Gök mavisi bir mutluluk deni­
zinde yüzmüyor musun? " Böylece onun kendisini tanıdığı kadar hay­
vanların da onu tanıdığını kabullenmek zorunda kalır.101 Burada işin
içine kısmen "mutluluk paradoksu " olarak bilinen şey de karışır: İnsan
parmaklarının nereye gittiğini düşünmeyi bıraktığında piyano çalmak
ya da klavye kullanmak kolaylaştığı gibi, mutluluk da doğrudan mutlu­
luğu hedefleyerek değil, kişinin kendini mutluluğa ulaşmaktan başka bir
işe kaptırmasıyla mümkündür.
NIETZSCHE

Nietzsche 1 877 Temmuz'unda Sorrento'dan Basel'e dönüş yolculu­


ğu sırasında Malwida'ya gönderdiği bir mektupta, profesörlük hayatı­
na yabancılaşmış ve tekrar ders vermek zorunda kalacağı için ürkmüş
olmasına rağmen, "faydalı olma hissinin kaybolmasına dayanamadığı"
için döndüğünü yazmıştı. "Baselliler dışında da faydalı olduğumu his­
settiren kimse yok." 102 ( Kısa süre sonra fikrini değiştirecek, " serbest"
bir yazar olarak insanlığa daha faydalı olduğuna karar verecektir.)
Nietzsche'nin tüm yazılarında bu temel (ve bana göre doğru) bir tema­
dır: Kendini tam anlamıyla yetiştirmek, bütünlüklü bir insan olabilmek
için insanın hayatı birleştirici bir "göreve" -Sartre'ın diliyle "temel bir
projeye"- ihtiyacı vardır; bu proje onun daha ikincil projelerine birlik
ve tutarlılık verir. Üstelik bu görev başkasını-düşünmekten kaynaklan­
malı, başkasına-faydalı olmalıdır. Hakikaten tatmin edici bir insanca
yaşam sürmenin, tabiri caizse "profesyonel" olmaktan geçtiğini söyler­
sek onu daha anlaşılır kılabiliriz. İnsan izleyicisiz aktör olamaz, hastasız
doktor olamaz, müvekkilsiz avukat olamaz. Ayrıca iyi bir iş yaptığını
hissetmiyorsa, izleyicilerine ya da hastalarına faydalı olduğunu hissetmi­
yorsa aktörlükten ya da doktorluktan doyum sağlayamaz. Bana kalırsa
Nietzsche de benzer şekilde sahici mutluluğun başkasına-yönelik, hayatı
tanımlayan -hayata "anlam veren"- bir göreve sahip olmakla ve bu gö­
revi yerine getirince iyi bir şey yaptığımız hissi duymakla, yani sık kul­
landığımız bir tabirle "katkı yapmakla" ilgili olduğunu savunuyordu. O
halde etkisiz Hıristiyan merhametiyle içini çekmek ya da Kantçı görev
bilinciyle dişini sıkmak yerine hakikaten aydınlanmış bencillik sayesinde
kişinin içinde yaşadığı cemaatin refahına üretken bir şekilde bağlanması
mümkün oluyordu.

Nietzsche'nin Yüksek Kültürü

Şimdi de nihayet İnsanca'nın en önemli, yapıcı tarafına geliyoruz.


Nietzsche'ye göre yeni, "aydınlanmış" , tamamıyla Hıristiyanlık sonrası
bir topluma ihtiyacımız vardır. Peki, bu toplum neye benzeyecek?
Nietzsche, "kıyaslamalar çağında" yaşıyoruz, der. Yeni seyahat ve
iletişim teknolojileri sayesinde -demiryolları, telgraf ve muhtemel hava
gemileri-103 artık geçmişin kapalı, sızdırmaz ulusal kültürlerinin mah-
İnsanca, Pek İnsanca

pusları değiliz. Onun yerine Wagner'in "kağıttan kültüründe", geçmiş


ve farklı kültürlerin fragmanlarından oluşan koca bir "çokseslilik" için­
de yaşıyoruz. Daha önce Nietzsche'nin modern kültürün bu "panayır
alacalılığından" hoşlanmadığını görmüştük, fakat burada modern kül­
türün iyi tarafına bakmaktadır. Modernliğin ( bugün kullandığımız ta­
birle) "çok-kültürlü" karakteri bize kıyaslama, karıştırma ve eşleştirme
temelinde yeni bir kültürü bilinçli olarak seçme fırsatı veriyor. 104 Peki,
neyi seçeceğiz?
Birincisi, yeni kültür modernliğin tüm nahoş özelliklerinden arındı­
rılmalıdır elbette. Örneğin (Goethe'nin Sihirbazın Çırağı [Der Zauber­
lehrling, 1 797] masalındaki gibi) akılsızlık "komedisinden" uzak dur­
malıdır: İnsanlar hayatlarını kolaylaştırmak için makineler icat etmekte
fakat sonuçta kendi teknolojilerinin sınai (ya da elektronik) köleleri, salt
" büyük makineyi ısıtmak için malzeme" haline gelmektedirler; bu da
daha sonra " başlı başına bir amaç" olmaktadır. t os İkincisi, yeni çağda
kültür " kültür araçları" tarafından tehdit edilmeyecektir. 106 Nietzschc
burada her şeyi kontrol eden " büyük" devlete karşıtlığını ifade etmekte­
dir. Gerek Bismarck'ın Prusya'sında, gerekse sosyalizm geldiğinde orta­
ya çıkacak "totaliter" devlete karşıdır. Burckhardt'ın İtalyan Rönesansı
( Geschichte der Renaissance in Italien, 1 878) anlatısından 107 etkilenen
Nietzsche istisnai bireyin ortaya çıkması için belli bir düzeyde toplumsal
anarşinin zorunlu olduğunu düşünür. Her şeyi kontrol eden bir devlet,
salt "sürü" tipleri, robot gibi, Orwellvari konformistleri doğuracaktır:
"Devlet bireyleri birbirlerine karşı korumak için akıllıca bir kurumdur:
devletin ıslah edilmesi abartılırsa, sonunda birey devlet sayesinde zayıf­
latılmış, hatta ortadan kaldırılmış olacaktır -yani devletin başlangıçtaki
amacı, temelli boşa çıkacaktır. " 108
Yine en azından Prusya modernliğinin aksine zorunlu askerlik olma­
yacaktır, çünkü zorunlu askerlik en cesur ve en iyileri, tam da toplumun
"iyi ve bereketli bir zürriyet" için ihtiyaç duyduğu tipleri öldürmenin en
garantili yoludur. Öncelikle onlar ölürler çünkü doğaları gereği en teh­
likeli liderlik konumlarına doğru çekilirler,109 Nietzsche bu bağlamda
Yunanlardan bahseder, ama hiç şüphe yok ki Bismarck'ın savaş mey­
danlarında ölen Pforta mezunlarını da düşünmektedir. (Kısa süre sonra
da daimi orduların tümden kaldırılması gerektiğine karar verdiğini gö­
receğiz. )
3 90 NIETZSCHE

Yine modernliğin çılgınca hızının, faaliyet ve üretim (modern üni­


versitelerde kullandığımız tabirle "çıktılar") takıntısının aksine, yeni
kültürde "aylaklık " çok değerli olacak, "vita contemplativa" [düşünsel
hayat] için bol miktarda yer ayrılacaktı. Faal insanlar "üretken yara­
tıklardır", sürü tipleridir: Düşünmekten ziyade eyleme geçtiklerinden,
içinde bulundukları ve eylemlerini biçimlendiren kültürde yanlış giden
bir şeyler olabileceğini düşünme şansları yoktur. Ancak düşünürler, sta­
tükoya meydan okuma, eşsiz bireyler -bir başka deyişle "özgür ruhlar"­
haline gelme şansına sahiptir. 1 1 o

Kültürel Evrim Teorisi

Nietzsche'nin "aylaklık" savunusu özgür ruhluların önemi sorusunu


gündeme getiriyor. Tam olarak niçin onları bu kadar değerli görüyor?
İnsanca'nın temel amacının ikinci bir " Reform", yeni bir kültüre doğru
paradigma kayması olduğunu görmüştük. t 1 1 Üstelik bu kitap "özgür
ruhlular için"dir. O halde bu paradigma kaymasının gerçekleşmesinde
özgür ruhlar ana unsurdur. Peki, bu nasıl ve niçin böyledir?
Nietzsche "zincirlenmiş" ruhların akıldan ziyade alışkanlıkla hareket
ettiğini düşünür. İnsan karşılaştırmalı din dersinden sonra derin düşün­
celere dalması neticesinde Hıristiyan olmaz, şarap içilen ülkelerde do·­
ğanlar nasıl şarap içmeye alışık olurlarsa öyle Hıristiyan olur. 1 12 (Dinle­
rin coğrafi kümelenmeleri Nietzsche'nin genel düzeyde haklı olduğunu
gösteriyor.) Zincirlenmiş ruhlular özgür ruhluları tehlikeli sayar, çünkü
cemaat yararını en fazla artıracak şeyin yerleşik "iman" olduğunu düşü­
nürler. Fakat tam da geleneksel pratikleri akla değil imana dayandığın­
dan bazen yanılırlar. Bir mecaz yaparsak, cemaat kendisini bir ormanda
bulabilir ve yolunu kaybedebilir. Özgür ruhluların -ya da "dahinin"­
faydalı olabileceği yer burasıdır. Buradaki "dahi" tabirinin "mitolojik
ya da dini tatlar taşımadığına " dikkat edilmelidir: özgür ruhlu kişi ya
da dahi kimi zaman " başka kimsenin bilmediği yeni bir yol keşfetmesi"
anlamında "özgündür" . 1 1 3
Nietzsche bir bakıma sapkınca bir tavırla b u süreci " bozulma" yo­
luyla "yüksek kültüre" doğru "ilerleyiş" olarak gösterir. "Tarih," der,
İnsanca, Pek İnsanca 391

bize, bir halkın [ Volk] soyunun en iyi biçimde, ancak yaşayanların çoğunluğunun
alışılmış ve tartışılmaz ilkelerinin eşitliği sonucunda, yani ortak inançlarından doğan
bir ortaklık duygusuna sahip olduklarında sürebileceğini öğretir.1 14

Dolayısıyla cemaatin korunması zincirlenmiş ruhluların daima "ku­


ral", özgür ruhi uların ise "istisna" olmasını gerektirir. 1 1 5 Gelgelelim,

bu güçlü, aynı türden, karakterli bireyler temelinde kurulmuş bu cemaati bekleyen


tehlike, kalıtım yoluyla yavaş yavaş artan ve artık her türlü istikrarlılığı bir gölge gibi
izleyen aptallaşmadır. Bu tür cemaatlerde manevi ilerleme daha çok bağımsız, çok
daha güvenilmez ve ahlaki açıdan [yaygın ahlaka göre] daha zayıf bireylere bağlıdır.
Yeni şeyleri ve genel olarak çeşitli şeyleri deneyenler onlardır. Bu türden sayısız kişi,
zayıflıkları yüzünden çok belirgin bir etkide bulunmadan ölürler; ama genel olarak,
hele ki soyları yürümüşse, gevşetici bir etkide bulunurlar ve bir topluluğun istikrarlı
unsurlarında zaman zaman bir yara açarlar. Yeni bir şey tam da bu yaralı ve zayıf­
lamış noktadan topluluğun bütününe adeta aşılanır, ama bir bütün olarak cemaat,
bu yeniyi kanına alacak ve onu özümleyecek kadar güçlü olmalıdır. Bir ilerlemenin
gerçekleşmesi gereken her yerde sapkın yaradılışlar büyük önem taşırlar. Büyük
çapta her ilerlemeden önce, kısmi zayıflama gerçekleşmelidir. En güçlü yaradılışlar,
türü sabit tutarlar, daha zayıf olanlar ise, onun kendini geliştirmesine yardımcı olurlar.

Nietzsche zincirli ve özgür ruhların tip sıfatıyla eşit değerde olduğunu


açıkça göstermek için pasajın sonunda şöyle der: Sürekli gelişme ve ıslah
edici aşılama, sadece sağlam temellere dayandırılmış ve güvencelenmiş
bir kalıcılıkta olanaklıdır. Elbette tüm kalıcılığın en tehlikeli yoldaşı olan
otorite, buna karşı direnecektir." 1 1 6 B u yüzden baskı ve direniş, gericilik
ve reform yalıtılmış çalkantı dönemlerini değil sağlıklı bir toplumdaki
kalıcı ( "agonistik") gerilimi, kalıcı dinamiği temsil eder.
İlk kez tohumlarını Zamana Aykırı Bakışlar'ın üçüncüsünde gör­
düğümüz bu kültürel evrim açıklaması neticesinde, özgür ruhlu kişiyi
"gelişigüzel mutasyon" olarak tanımlamak son derece doğal hale gelir
-Nietzsche burada "sakatlanma " sözcüğünü kullanır. 1 1 7 Tragedyanın
Doğuşu'ndan bildiğimiz üzere, bir cemaat ancak ortak cemaat "imanı­
na" sahip olması sayesinde varlığını sürdürebilir ve büyüyebilir. Fakat
böyle bir iman, sürekli değişen çevrenin yarattığı zorluklara cemaatin
cevap vermesini engellediği zaman "aptallığa " dönüşebilir. (Örneğin
392 NIETZSCHE

bazı insanlar Batı demokrasisi denen "imanın" küresel ısınma sorunu­


nu çözmekten aciz olduğunu öne sürmektedir. ) Dolayısıyla sağlıklı bir
toplumun yol göstericilere ihtiyacı vardır; yani sağlıklı toplum yerleşik
yapma tarzını reddeden ve yeni bir yaşam biçimini müjdeleyen, "eskilere
ağır basacak yeni yaşam imkanları icat eden" kişilere gerek duyar. 1 18
Bu toplumsal evrim anlatısı saf (sosyal) Darwinciliktir. Ama Nietz­
sche bunu tuhaf bir şekilde Darwinciliğe itiraz olarak sunar (tartışma­
sındaki çarpık unsur da budur), ama hatırlarsanız beş yıl önce, 1 873'te
Darwinciliğin "doğruluğunu" savunuyordu.1 19 Toplumsal evrime katkı
"tam da zayıf doğaya sahip olanlardan" geldiği için, "varoluş mücade­
lesi, bir insanın, bir ırkın ilerlemesinin ya da güçlenmesinin açıklana­
bileceği biricik bakış açısıymış gibi görünmüyor bana ... Herhangi bir
noktasında ufalanmış ve zayıflamış olsa bile, yine de güçlü ve sağlıklı
bir yapı demektir halk. " 1 20 Bu gerçekten çok zayıf bir itirazdır ve Nietz­
sche'nin Darwin'i sadece ikincil kaynaklardan okuduğu şüphesini güç­
lendirir. Darwincilik sadece en iyi adaptasyon sağlayan türlerin en çok
hayatta kaldığını savunur. En sağlıklı ya da en güçlü türlerin içsel örgüt­
lenme sistemini en iyi koruyan tür olarak tanımlandığı bir "en güçlünün
ayakta kalması" anlayışı Darwincilik değildir.

Rasyonel Yaşam: Kölelik, Ceza, Ötenazi, Soyantımı, Çevrecilik

Toplumun geleceğini yönlendirmenin emanet edildiği, düşünen özgür


ruhlu kişinin "aylak" olması, geçimini sağlama ihtiyacından kurtulması
anlamına gelir. Bunun da bir bedeli vardır elbette. Birilerinin "aylak"
olabilmesi için diğerleri onlara bakmalıdır. O halde rasyonel bir toplum
hiyerarşik olacaktır. Fakat böyle bir hiyerarşi sömürü anlamına değil, kol
emeğine dayalı işlerin bu işlere katlanabilenlere yaptırılması anlamına ge­
lir sadece.121 Bu da Nietzsche'nin hoşgörülü bir tür köleliği savunduğunu
gösteriyor: makine toplumunun Dickensvari dünyasında acımasızca sö­
mürülen on dokuzuncu yüzyıl sanayi işçisine nazaran antik köle (Dioge­
nes .. de bunlardan biriydi) genellikle daha mutlu ve emniyetli bir yaşam
sürüyor, daha az çalışıyordu, derken Nietzsche muhtemelen haklıdır.122

*
Kendine yeterlilik ve sadelik ilkesini benimsemiş çileci düşünür Diogenes (İÔ 4 1 2-
320), toplumun bütün yerleşik kurallarına karşı çıkmaktan yanaydı. Ona göre her
türlü yerleşik kural insanın doğallığına aykırıydı-r.n.
İnsanca, Pek İnsanca 393

Daha önce işaret ettiğim üzere, kölelik ihtiyacı savı çamaşır makinesi
tarafından çürütülmüş görünmektedir. Fakat Nietzsche aslında 1 877'de
bunun farkına varmıştır, çünkü defterlerinde "makineler onların işini
yapmazsa" daima bazı kişilerin "zor ve sert işleri" yapmak zorunda
kalacağını yazmıştır,123 O halde Nietzsche'nin " ütopyasında " köleliğin
muhakkak gerekli bir özellik olmadığını görüyoruz. 1 24 Sanayi köleliğin­
den tiksindiğini, "makinenin köleleri" olmaya karşı bizi uyardığını da
düşünürsek, İnsanca adlı eseri döneminde "köleliği" en fazla koşulla­
ra bağlı ve geçici bir gereklilik olarak savunduğu sonucuna varabiliriz.
(Daha sonra " bir açıdan köleliği" savunmak için farklı bir zemin keşfe­
derek fikrini değiştirecektir. )
***

Özgür irade var olmadığına göre, "suçlulara karşı işlediğimiz suç,


onlara alçak muamelesi yapmamızdır" . 125 Yani suçluda "suç" olma­
dığından, eylemleri kendi çevresinin ve kalıtımın zorunlu bir sonucu
olduğundan, misillemede bulunarak, faile "hak ettiği cezayı" vermek
söz konusu olamaz. Cezanın tek işlevi caydırıcılıktır -fakat caydırıcılar
cephanesine idam cezasını da eklemenin hiçbir meşru yanı olamaz.126
Kişinin kendisinin seçtiği ötenazi antik dünyada olduğu gibi rasyonel
toplumda da kabul görecektir. Dini engelleri kaldırmamız, beden denen
"makinenin" en sonunda tamamen çökmesini beklemek yerine "özgür
ölümü" 127 tercih etmemiz "aklın bir zaferi olacaktır" ,128
Yine "insanların ıslahı" (soyarıtımı), beslenme ve eğitim konuların­
da daha bir sürü rasyonel seçenek olacaktır... Böylece " bir bütün ola­
rak dünyayı [daha] ekonomik bir biçimde yönetmeyi" öğreneceğiz. 129
(Nietzsche çevreyi koruma ihtiyacını şimdiden görmüştür. 1 8 82'deki
defterlerinde küresel ısınmayı önceden görmesi hayret vericidir: "Or­
manların korunması ... gerekir. Şurası kesinlikle doğru: Ormanların ke­
silmesi ve açılması yüzünden yeryüzü ısınmaktadır" .)130 O halde genel
olarak Nietzsche'nin "yeni, bilinçli kültüründe" akıl, geleneği yenecek­
tir. Bu "rasyonel" reformlara ilaveten Nietzsche'nin randevuevlerini te-

*
Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine'de iddia edildiği gibi, kitleler için yüksek
eğitimin basitleştirilmesi sona erecektir; yüksek okullar sahiden yüksek okul olacak­
tır; "elitist" (ya da "meritokratik" ) kurumlar olarak kültürel sağlığımızın gerekle­
ri doğrultusunda yaratıcı özgür ruhların yetiştirilmesine ayrılacaktır. Nietzsche'nin
kültürel evrim teorisi ile eğitimde "elitizm" anlayışının birbirini desteklediği artık
açıklığa kavuşmuş olmalı.
394 NIETZSCHE

reddütsüz desteklemesinde de insan yirminci yüzyıl Hollanda ve İskan­


dinavya'sının ruhunu hissediyor.

Yüksek Kültürde Din ve Sanat

Nietzsche'nin retoriği insanda İnsanca'nın her türlü din ve sanata sal­


dırdığı izlenimini yaratıyorsa da, bu izlenim yanıltıcıdır. Gerçekte sadece
metafizik biçimlere kapıyı göstermektedir.
Nietzsche ilk keşfin neşesinin ardından bilimin aslında hayata bir ke­
yif katmadığını yazar -bilim karşısındaki yeni coşkusunu düşünürsek
bu ifadesi şaşırtıcıdır- hatta " bilim, insanlığın hemen hemen tüm insan­
lığını borçlu olduğu o en büyük hazzın kaynağı olan metafiziği, dini ve
sanatı itham etmekle bizi giderek daha çok hazdan mahrum eder". Bu
yüzden "daha yüksek bir kültür insana çifte bir beyin, adeta iki beyin
odacığı vermeli, biri bilimi, biri de bilim-olmayanı duyumsaması için. "
"Sağlığın" bunu şart koştuğunu söyler. Böyle yapılmazsa, "yanılsama,
yanılgı, fantastik, haz verdikleri için geri dönecek ve hakikat diyarından
bilimi sürüp çıkaracaklardır" .131 Bu da bilimsel bakış açısı ile sanat­
sal-dini bakış açıları arasında "dans etmeyi" mümkün kılan "kuvvet ve
esnekliğin" işaretidir, diye sözlerini sürdürür.132 O halde yüksek kültür
"o kadar büyük bir kültür yapısı" inşa etmelidir ki hem bilim hem de
bilim-olmayan "zıt yerlerde de olsa içinde barına bilsinler" . * 133 O halde
hem din hem de sanat "rasyonel" toplumda rol oynayacakmış gibi gö­
rünüyor neticede. Peki, bu roller nelerdir? Defterlerinde bilimin araçları
keşfedebileceğini, ama amaçları belirleyemeyeceğini yazması da bu ko­
nuda bir ipucu verir.134 İlk önce dini, sonra da sanatı tartışacağım.
Nietzsche " dini kültün" kökenini tartışırken, tarihöncesi insanlığın
doğal nedensellik anlayışından, doğada insanların ya da üstinsanların
özgür iradelerinden bağımsız bir düzen anlayışından uzak olduğu için
animizme yöneldiğini söylemişti. Doğa kuvvetlerinin gücü karşısında

* Nietzsche'nin pozitivizme dönüşünü tam da Tragedyanın Doğuşu'nda reddettiği


"Sokratesçiliği" doğrulamak gibi görmenin ayartıcılığına kapılmamak zordur. Fakat
bunun aşırı basitleştirme anlamına geldiği artık görülebiliyor olmalı. Zira Sokra­
tesçilik bilimin her türlü insan ihtiyacını karşılamaya yeterli olduğunu -"varlığı"
bilebilir, "hatta düzeltebilir"- onaylarken, Nietzsche'nin pozitivizminde bu yeterlilik
reddedilir. Nietzsche'nin pozitivizmi bilimcilik değildir.
İnsanca, Pek İnsanca 395

dehşete kapılmış, güçlü inanları nasıl yatıştırıyorsa b u kuvvetleri de öyle


yatıştırmaya çalışmıştır. Yine de tartışmanın sonunda Yunan dininin,
Olimposlular dininin bundan farklı olduğunu, daha "soylu" kökenler­
den geldiğini ve korkudan doğmadığını söyler. Homeros dönemindeki
Yunanların animist tanrıları yatıştırmasına gerek yoktu, çünkü onlarda
moira, yani kader anlayışı vardı, tanrıların bile üstünde, onlardan ba­
ğımsız bir nedensel düzene inanıyorlardı.135 (Wagner bu fikri Yüzük'te
cisimleştirir: "kaderi"-ören Nornlar, * Wotan'ın bile kontrolü dışındadır.)
Yunan dininin "soyluluğu" temasını sürdüren Nietzsche, Yunanla­
rın kendi tanrılarını Yahudi ya da Hıristiyan modelindeki gibi efendi­
ler olarak değil, "kendi kastlarının en başarılı örneklerinin yansıması
gibi görüyorlardı adeta " . Onları akrabalar olarak (ölümlülerle sık sık
çiftleştiklerine de işaret edebilirdi), " kendi varlıklarının karşıtı olmayan
bir ideali" temsil eden bir aristokrasi olarak görüyorlardı.136 Yunanla­
rın kendileriyle tanrıları arasındaki ilişkiye dair görüşleri şuydu: " biri
daha seçkin, daha güçlü ve biri daha az seçkin olmak üzere iki kastın
birlikte yaşaması düşünülebilir; ama her iki kast da, kökenleri gereği,
bir biçimde birliktedirler ve aynı türdendirler, birbirlerinden utanma­
ları gerekmez." 137 Yunan heykeltıraşlığı da böyle anlaşılmalıdır: Tapı­
naktaki heykel insanlarla tanrıları birlikte şereflendirir, bir bakıma tan­
rı olarak insanı şereflendirdiğini de söyleyebiliriz.138 Demek ki Yunan
dini "insancıl" bir dindir; Michelangelo'nun kaslı kahramanlarının (El
Greco'nun kassız kahramanlarının tersine) dinidir, Sovyetlerin askerleri
ve işçileri yüceltmesinin dinidir.
Olimpos dininin gayri "metafizik" olduğuna dikkat edin. Tanrılar
doğaüstü bir dünyada değil, bizimle "yan yana" aynı dünyada yaşarlar.
Nietzsche Tragedyanın Doğuşu'nda şu iddiada bulunur: "Sanat ve ce­
maatin, mit ve ahlakın temelleri zorunlu olarak ayrılmaz bir şekilde iç
içe geçmiştir. " Sonra da buna dinsel mitin "cemaat ve kültürün birliğini
tesis ettiğini'', bir "halkın karakterinin ... soylu çekirdeği olduğunu" ek­
ler. 139 Olimpos miti, bir rol modelleri panteonu oluşturarak ( bu model­
lerin pek insanca nitelikleri insanların onlardan korkmak yerine onlarla
özdeşleşmesini sağlıyordu), Yunanlara iyi bir Yunan olmanın, doğru bir
şekilde yaşamanın ne olduğunu göstermiştir.


İskandinav mitolojisinde tanrıların ve insanların ka<lcrini iiren kader tanrıçaları. Yu­
nan mitolojisindeki Moiralara benzerler-e.n.
NIETZSCHE

Bu -Wagnerci- tema İnsanca'da yeniden doğrulanır. İlk olarak Home­


ros tarafından dillendirilen ortak din olmasaydı antik Yunan da olmazdı:

Yunan kültürlerindeki en büyük olgu, Homeros'un çok erkenden panhelenik olu­


şudur ... Homeros, merkezileştirmek suretiyle her şeyi aynı kademeye getirmiş ve
daha önemli bağımsızlık içgüdülerini ortadan kaldırmıştır ... Tüm büyük tinsel güçler
... ezen bir etkide de bulunurlar; ama elbette, insanları ezenin Homeros olması ile
Kutsal Kitap olması arasında fark vardır. 140

Nietzsche Tragedyanın Doğuşu'nda antik Yunan'da miti öldürenin


"Sokratesçilik" -hayatı güzelleştirip geliştirmek için bilimden başka bir
şeye ihtiyaç duyulmadığı görüşü- olduğunu ve bu görüşün şimdi mo­
dernlikte de aynı şeyi yaptığını öne sürer. Cemaat ancak paylaşılan bir
dinsel mitle var olabildiğinden, modernlikte cemaatin kaybının sebebi
Sokratesçiliktir. Daha önce gördüğümüz üzere Nietzsche İnsanca'da
"canlı bir cemaat hissine " 141 Tragedyanın Doğuşu'ndaki kadar değer
vermeyi sürdürür, modernliğin "alacalı" kültürel kaosunu aşılması gere­
ken bir şey olarak görmeye devam eder. Yunanlara tereddütsüz hayran­
lığının yanına bunları da koyduğumuzda, kafasındaki yüksek kültürde
Yunanların dinini örnek alan bir şeyler istediği açıklık kazanır. Ne de
olsa Yunanların dini gayri metafizik olmasına rağmen ancak dinin yerine
getirebileceği şu görevi yerine getirir: Bir cemaat yaratmak ve o cemaati
korumak. Nietzsche'ye göre dinin yapması gerekenlerin, sosyolog Emile
Durkheim'ın dinin ne olduğuna dair anlayışına tıpatıp uyduğuna dikkat
etmek gerek. Durkheim "din"i "kutsal şeylerle ilişkili inançlar ve pratik­
lerin birleşik sistemi ... onlara inanan herkesi ... tek bir ahlaki cemaatte
birleştirir" diye tanımlıyordu.142 Nietzsche'ye göre de dinin meselesi tam
olarak bu "ahlaki cemaat"tir.
***

Nietzsche şöyle der: "Her şeyden önce sanat binlerce yıl boyunca her
biçimdeki yaşamı ilgiyle ve zevkle görmeyi ve duygularımızı sonunda
[Goethe'nin sözleriyle] 'nasıl olursa olsun, yaşam iyidir' diye bağıracak
düzeye getirmeyi öğretmiştir." 143 Burada aklında "Apolloncu" sanat,
yani bize doğal dünyanın "ardında" değil içinde neşeyi bulmayı öğreten
sanat vardır. Bu da yüksek kültürden metafizik sanat temizlense bile
Apolloncu sanatın kalacağını gösterir.
İnsanca, Pek İnsanca 397

" Yunan" tarzı bir din korunacaksa bu gerçekten de şarttır. Zira ge­
rek tarihin gerekse, gördüğümüz kadarıyla Tragedyanın D oğuşu 'nun
gösterdiği üzere, sanat ile din "zorunlu ve ayrılmaz bir şekilde iç içe
geçmiştir" . Nietzsche sonraki yıl İnsanca, Pek İnsanca'ya "ek" olarak
yayımladığı Karışık Kanılar ve Ôzdeyişler'de (20 1 3; Vermischte Mei­
nungen und Sprüche, 1 879 ) bu konuyu daha da açar. Sanat "geleceğe
yön göstermeye" adanmalıdır, der. Sanatçının " ulusların ve toplumların
daha iyi gelişeceği bir dünyanın" planlarını çizmesine gerek yoktur -bu
planları çizmek düşünürün, Nietzsche'nin işidir. Sanatçı onun yerine,

eskiden sanatçıların tanrı imgeleri üzerinden şiiri sürdürmeleri gibi, güzel insan
imgesi üzerinden şiiri sürdürecek ve modern dünyamızın ve gerçekliğimizin ortasında,
bu dünyayı hiçbir yapay reddetme ve ondan vazgeçme olmadan, güzel büyük ruhun
hala olanaklı olduğu, şimdi bile hala uyumlu, dengeli durumlara eklemlenebildiği, onlar
sayesinde görünürlük, kalıcılık ve örnek oluş kazandığı ve böylece taklit ve kıskançlık
doğurarak geleceği yaratmaya yardımcı olacağı durumların kokusunu alacaktır. 1 44

Geleceğin "iyi şairi", diye ekler Nietzsche, "sadece gerçekliği" tasvir


edecek, geçmişteki şairlerin sevdiği "hayali, boş inanca ait, yarı dürüst,
yok olmaya yüz tutmuş konulardan" -bir başka deyişle metafizik konu­
lardan sakınacaktır. Fakat "her gerçekliği de" tasvir etmeyecektir elbet­
te, "seçilmiş gerçekliği tasvir edecektir! " 145 Rol modellerinin yaratılma­
sı -Zamana Aykırı Bakışlar'ın ikincisindeki "anıtsal" şahısların yaratıl­
ması- Apolloncu sanatın, tek kelimeyle "gözbağcı" güçlerini, aynı anda
soylunun öne çıkarılıp soysuzun örtülmesini (yüksek hakikatin çıkarı
için "yalan söylemeyi" ) gerektirir.
Bu da bizi Wagnerci romantizme karşı pozitivist başkaldırının tam
ortasında tekrar Wagner'e getirir, yani ilk dönem Wagner'deki cemaat­
"toplayıcı" sanat eserine, Wagner Bayreuth'ta'da tasarlandığı haliy­
le "ideal " Wagner'e geri döneriz. Nietzsche döneme ait defterlerde
Wagner'den kopuşunun kesinlikle mutlak olmadığını açıkça belirtir:
"On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında -kabul etmek gerekir ki iyi
ve içgörü sahibi insanların tarzıyla olmasa da- Wagner, sanatı önem­
li ve ihtişamlı bir fenomen olarak bilince çıkarmıştır" . 146 Ve yine şöy­
le der: "Keşke Wagner başka türlü düşünebilseydi: Ama bu durumda,
Wagner'den daha iyi Wagnerciler olmak bizim climizdedir. " 1 47
NIETZSCHE

Küreselleşme

Nietzsche çoğunlukla çarpıcı gelecek içgörüsüyle, prenslik hanedanla­


rının ve onların müttefiklerinin ulusal düşmanlıkları yapay yoldan koru­
maya çalışmasına rağmen, ulaşım ve enformasyon teknolojisinin ulusal
farkları yavaşça ama geri dönülemez biçimde kaldırdığını, karışık bir
"Avrupalı insan" ürettiğini yazar. Bu süreci buyur etmeli ve "kendimizi
sadece iyi bir Avrupalı ilan etmekten korkmamalıyız. " * Buyur etmekle
kalmamalı, bu süreci küresel boyutlara genişletmeye de hazırlıklı olmalı­
yız: " bütün yeryüzü kültürünün uyanışını iyi Avrupalıların eline bırakıp
yönetimi onların büyük ödevi sayarak olayların şimdilik uzak görünen
durumunu önceden hazırlayabilirler. " 148 Peki, birincisi, niçin birleşik bir
Avrupa kültürü haline gelmeye; ikincisi, Avrupa cemaati küresel cemaat
haline gelsin diye bu kültürü küreselleştirmeye neden ihtiyacımız var?
Ekonomik faaliyetler göz önüne alınan noktalardan biridir. Şimdi ol­
duğu gibi o zaman da moda olan "serbest ticaret" teorisi "naif" oldu­
ğundan, "insanlığın ihtiyaçlarına" en iyi şekilde cevap vermek için dünya
ekonomik faaliyetini bir ölçüde planlamak, "ekümenik [yani onu evren­
selleştirmeye yönelik-r.] hedefler" saptamak zorunludur.149 (Bu düşünce­
nin kapsamını küresel ısınmaya, hatta 2008-9 mali krizine kadar genişle­
tebiliriz. Sorun küresel olduğundan ancak küresel işbirliği çözüm getirebi­
lir.) Fakat Nietzsche'nin her şeye ağır basan kaygısı savaşa son vermektir.
Kalıcı küresel barış rüyası en azından Roma İmparatorluğu'na, Pax
Romana'ya ( Roma Barışı * * ) kadar geri gider. Kant "Uluslar Arasında
Kalıcı Barış" için yol gösterecek bir risalede bu rüyayı görmüş, İngiliz
İmparatorluğu Pax Britannica (İngiliz Barışı * * * ) hayalleri kurmuş, Birin­
ci Dünya Savaşı'ndan (sözde "tüm savaşları sona erdirecek savaştan " )

* HH 475. Nietzsche odaksa! nesnesi olarak daima "Avrupalı"dan bahseder, ama


bizim bugün "Batılı" derken kastettiğimiz anlamda bir "Avrupalı"dır bu. Şöyle
yazar: "Coğrafi olarak ... Amerika da buna bağlıdır; orası bizim kültürümüzün bir
yavru vatanıdır. Öte yandan kültürel 'Avrupa' kavramı coğrafi Avrupa'nın tümünü
kapsamaz; ancak Grek-Roma, Yahudi-Hıristiyan kültürüne sahip olan ve bir de
onların geçmişine bağlı olan halkları ve etnik azınlıkları kapsar. "(GG 2 1 5 ) .
** Roma İmparatorluğu'nda İ Ö 27- İS 1 80 arasında yaşanan barış dönemine verilen
ad-r.n.
*** Böyle bir dönem gerçekten de yaşandı. İngiltere İmparatorluğu'nun 1 8 1 5 Waterloo
Savaşı'nın bitimiyle başlayıp (Fransa-Prusya savaşlarıyla etkisi azalmasına rağmen)
denizlerdeki egemenliği sayesinde Birinci Dünya Savaşı'na kadar sürdürdüğü nispi
barış dönemine bu ad verilir-r.n.
İnsanca, Pek İnsanca 399

sonra da bu rüya ilk olarak Milletler Cemiyeti'nin, ardından Birleşmiş


Milletler'in yaratılmasına yol açmıştı.
Fransa-Prusya savaşının ölüm tarlalarındaki deneyimlerin pekiştir­
mesiyle Nietzsche de bu dünya barışı rüyasını paylaşmaya başlamıştı
-Hıristiyanlıkla ve özellikle Noel ruhuyla yakınlığını hiç kaybetmediğini
belirtmiştik: "Başlarının üstünde semanın aydınlandığını gören ve "dün­
yaya barış, insanlara mutluluk" sözlerini duyan çobanların yaşadığı de­
neyimi, bütün insanların tecrübe edeceği" çağı özlüyordu. Bu çağ henüz
gelmedi, diye de ekliyordu, çünkü "hala bireylerin çağındayız" , bireysel
halkların ve ulusların çağında. 1 5 0
Kalıcı barış rüyası niçin küresel cemaati, birleşik bir küresel kül­
türü gerektirir? Çünkü göründüğü kadarıyla Nietzsche'nin iddiasına
göre, emperyalizmi bir yana bırakırsak (Avrupa, "yeryüzündeki toplam
kültürün" yönetimini eline alırsa öncelikle sona erecektir), savaşın te­
melinde askerileşme yatar. Askerileşme uluslar arasındaki paranoyaya
dayanır; bu paranoya da "biz" ile "onlar" arasında mutlak bir ayrımı
baştan varsayar. Nietzsche, savaş temelde "medeniyetler çatışmasıdır"
der gibidir. Bu yüzden, ancak kendini bir tür dünya hükümetiyle ifade
eden küresel bir kültür, askerilikten arınma umudu doğurabilir; "gerçek
barışa giden" tek muhtemel yol da budur. 1 51
Dünya barışı başlarsa, insanlığın doğuştan gelen saldırganlığı ve "ru­
hun yerkabuğu misali sarsılmaları", gerilim, heyecan ve savaşın görkemli
deneyimlere ihtiyacı gibi meselelere ne olacağı sorunu ortaya çıkıyor el­
bette. Bu bir kültür sorunudur -savaş daima "kültürün melezleşmesini"
temsil eder.152 Bildiğimiz gibi, kültürel çözüm kötü Eris'in yüceltilerek iyi
Eris haline getirilmesi, savaşın yerini "rekabetin" almasıdır. Bu durum çok
ya da az üretici biçimlere girebilir. Romalılar Pax Romana'da "hayvanlara
eziyet, gladyatöre dövüş, Hıristiyanlara zulüm"e alışmıştı, günümüzde ise
"genel olarak savaşa tövbe etmiş gibi görünen" İngilizler "tehlikeli keşif ge­
zileriyle, denizcilikle, dağa tırmanışlarla" -tehlikeli sporlarla uğraşıyor.153

Özgür irade Problemi

Nietzsche'nin "yüksek" kültürü gerçekten yüksek midir? Bu kül­


türde şimdikinden daha güzel yaşamlar sürecek miyiz gerçekten? Pek
400 NIETZSCHE

çok açıdan öyle yaşamlar süreceğimizi düşünüyorum. Fakat iki önemli


meseleyi gündeme getirmek gerek. İnsan hayatı, özgür irade inancı ol­
madan gerçekten güzelleşebilir mi, ayrıca bir tür metafizik ya da benim
tabirimle "aşkınlık" inancı olmadan güzelleşebilir mi?
Özgür iradeye inanmadan, Nietzsche'nin tartıştığı radikal anlamda­
ki özgürlüğe sahip olduğumuz inancı olmasaydı hayat neye benzerdi?
Nietzsche özgür iradenin boş propagandadan ibaret olduğunu, kendi­
mizi günahkar hissedelim diye rahipler tarafından uydurulduğunu öne
sürer. Ama bu yaklaşım kesinlikle tek mümkün yaklaşım değildir. Jean­
Paul Sartre "yaşam-dünyası"nın, insanların yaşadığı, hareket ettiği ve
gündelik varlıklarını sürdürdükleri dünya-anlayışının "fenomenolojik"
tanımlamasının merkezine radikal özgürlüğü koyar, üstelik kendisinin
rahiplerle hiçbir alakası yoktur. Sartre radikal özgürlüğün merkeziliği
görüşünü "Varoluşçuluk"un slogan tarzında tanımında özetler: "özden
önce varoluş" . Önceden belirlenmiş hiçbir "özümüz" ya da karakte­
rimiz olmaksızın var oluruz. Biyoloji ve tarihin dayattığı sınırlar çer­
çevesinde (bir buçuk metre boyundaysam profesyonel bir basketbolcu
olmayı, on üçüncü yüzyılda doğduysam astronot olmayı seçemem),
karakterimizin nasıl olacağı tamamen bize, belirlenmemiş seçimimize
bağlıdır. Ayrıca insan, Sartre'ın haklı olduğunu kendisi de hissedebilir:
En azından radikal öz-belirlenim ihtimalinin bulunmadığı bir varoluşa
tahammül edilemez, en baştan itibaren önceden belirlenmiş bir karakte­
re hapsedilmiş halde geçen bir ömür yaşamaya değmez. Bu din sonrası
çağda bile özgürlük -Nietzsche'ye göre- "yanılsamasına" bu kadar gay­
retle tutunmamız bunun böyle olduğunun bir göstergesidir.
Nietzsche bu problemi ( 1 8 86'da genişletilmiş İnsanca, Pek İnsanca'ya
dahil edilecek olan) Gezgin ile Gölgesi'nde ( 1 996, 20 1 2; Der Wanderer
und sein Schatten, 1 8 79) ele alır. Ona göre sadece kafası karışmış olan­
lar özgür iradeden vazgeçilmesini tehlikeli bulabilir. İnsanlar burada
bir tehlike görmektedir, çünkü "İslami kaderciliğe" , kaderi mücadele
etmemiz gereken ama daima bize üstün gelecek bir güç olarak somut­
laştırma hatasına düşmüşlerdir. Buradan da tüm eylemlerin beyhude ol­
duğu, çünkü geleceğimizin çoktan belirlenmiş olduğu gibi moral bozucu
bir sonuç çıkartırlar. Nietzsche bunun bir hata olduğuna işaret etmekte
haklıdır. Bu bir hatadır, çünkü
İnsanca, Pek İnsanca 401

sen, acınası korkak adam, evet sen, olan her şeye hükmeden tanrıların bile üs­
tünde, amansız bir moira'sın [kader]; sen orada olan bütün nesneler için mutluluksun,
lanetsin, sen güçlülerin vurulduğu bağsın; sende insanın bütün geleceği önceden
belirlenmiş: kendine bakıp bakıp titremenin bir yararı yok sana. 1 54

Bir başka deyişle, determinizm insanın eylemlerini boşa çıkarmaz,


çünkü bu eylemler geleceği yaratan sürece aittir. Dışsal bir kuvvet ola­
rak kader tarafından ezilemeyiz, çünkü biz adeta kaderin içinde duru­
ruz. Ama o zaman da " biz"in kim olduğu sorusu gündeme gelir. "Ka­
der" bensem, kendimi normalde yaptığım gibi kısa bir zaman aralığıyla
özdeşleştirmek yerine, evrenin tüm tarihiyle ve tüm geleceğiyle özdeş­
leştirmem gerekir. Özgür iradenin kaldırılması hayatı illaki değersiz kıl­
maz. Ama kişisel kimlik konusunda kökten yeni bir anlayış gerektirir
-normal ben anlayışı aşılmalıdır. Göreceğimiz üzere, olgun Nietzsche bu
yeni anlayışı kabul eder ve över.

insanın Meta'fizik ihtiyacı Üzerine

Nietzsche'nin Beethoven'ın müziğinin uyandırdığı " ölümsüzlük rü­


yasını" tartışırken kabul ettiği gibi, "metafizik ihtiyaç" her şeyden önce
başlıca korkumuz olan ölüm karşısında teselli ihtiyacıdır. Ölümün son
olmadığı teminatı, metafizik bir alemde varlığımızın devam edeceği
inancı tüm dinlerin soruna getirdiği bir çözümdür. Bu yüzden Nietzsche
acil bir soruyla yüz yüzedir: " Rasyonel" ve metafizik sonrası toplum,
ölüm karşısındaki teselli ihtiyacımıza nasıl cevap verecek?
Nietzsche'nin bu soruna çözümü tatmin edici değildir. Stratejilerin­
den biri konuyu mümkün mertebe görmezden gelmektir -sorundan ka­
çınmaktır. Ölüm sorunuyla cepheden yüzleşen Tragedyanın Doğuşu'nun
aksine, İnsanca'da konunun zikredildiğini görmek için bile çok iyi bak­
mak gerekir. Konuya temas edilen yerler de genellikle kısadır, yüzeysel ve
kaçamaklı bir tavır vardır (yukarıdaki ötenazi tartışmasında olduğu gibi).
Nietzsche ölümün "çok önemli bir şey olduğunu" sanmaya (von
Gersdorff'a gönderdiği bir mektupta ölüm için "dünyanın en büyük
saçmalığı" der),1 55 anlamı büyük bir köprünün geçildiğini düşünme­
ye bizi itenin sadece batıl inanç olduğunu öne sürer. 1 56 Fakat ölümü
NIETZSCHE

önemli bulmamızın tek sebebinin bir dünyadan diğerine bir köprünün


geçildiğine inanmamız olduğu fikri çok yanlıştır. Sonraki hayata inansak
da inanmasak da, ölümün anlamı çok büyüktür, çünkü hayatın sonu­
dur, çünkü en temel, biyolojik olarak programlanmış dürtümüz hayatta
kalma istencidir. Bu yüzden ölüm en temel arzumuzun reddedilmesi­
dir. Kaçınılmazlığı karşısında bir teselli olmadan, Martin Heidegger'in
tabiriyle "iyi bir ölümle" ölmeyi öğrenmeden, yaşamlarımız (Zamana
Aykırı Bakışlar döneminde Nietzsche'nin kabul etmeye gönüllü olduğu
gibi), bastırılmış bir endişeyle dolacak ve ölüm karşısında tam anlamıyla
güzelleşemeyecektir. Daha önce belirttiğimiz gibi, Nietzsche dinin insan
ıstırabı karşısında "duyarlılığımızı değiştirdiğini", halbuki yapmamız
gerekenin ıstırabın sebebini ortadan kaldırmak olduğunu düşünmek­
tedir. Dinin karşıladığı ihtiyaçlar, Nietzsche'ye göre, "değişmez değil­
dir: zayıfiatılarak kökleri kurutulabilir bu ihtiyaçların" . 157 Fakat ölüm
böyle değildir. Ölüm ve ölümden nefretimiz "değişime uğramaz" . Bu
yüzden ölüme yönelik başlıca duyarlılığımızı bir şekilde değiştirmemiz
elzemdir. İnsanca'nın yapması gereken de metafizik olmayan bir değiş­
tirme tarzı aramaktı. Aramaması bir kusurdur ve bu kusur sonraki eser­
lerde giderilecektir.
111

GOÇ E B E
15. Bölüm

Gezgin ile Gölgesi

1 878 Mayıs'ında İnsanca, Pek İnsanca'nın çıkışı Nietzsche'nin sağ­


lığının daha da bozulmasıyla aynı zamana denk geldi. Mart ayında
sağlığı öyle bir hal almıştı ki sonunda gramer okulundaki bütün öğret­
menlik yükümlülükleri kaldırılmıştı. Evvelden hayran olduğu Siegfried
Lipiner'den gelen tuhaf mektup da sağlığı için pek iyi olmamıştı muhte­
melen: Mektupta Lipiner "canımın içi" l diye hitap ettiği Nietzsche'nin
hayatını onun ellerine teslim etmesini talep ediyordu, Nietzsche haklı
olarak "akıl almaz bir münasebetsizlik" diye nitelemişti bunu.2 Keza
kökten yeni düşünce çizgisine tepkiler de sağlığına iyi gelmemiş olsa
gerek.

İnsanca, Pek lnsanca'ya Tepkiler

Nietzsche kitaba gelecek tepkiler konusunda gerginlik yaşamakta


çok haklıydı. Herhalde tek olumlu tepki Burckhardt'tan gelmişti. Nietz­
sche'nin, klasik beğenisine hep nahoş gelen Wagner'den nihayet kurtu­
lup "iyileşmesine" sevinmiş, eseri "görkemli bir kitap" olarak nitelemiş­
ti.3 Rusya'da kitap hemen yasaklandı. Ama geriliminin asıl sebebi olan
Bayreuth'un tepkisi çok daha ciddiydi.
Schmeitzner'in yazdığına göre Wagner " [Nietzsche'nin] önceki eser­
lerinin bıraktığı keyifli izlenim kaybolmasın diye" sadece birkaç sayfa
okuduğunu iddia ediyordu.4 Ama bu durum Bayreuther Blatter'in Ey­
lül sayısında karşı ateş açmasına mani olmamıştı: "Kamu ve Popüler­
lik" başlıklı makalesinde Nietzsche'nin adını doğrudan zikretmese de,
sözde Mensliches und Unmenschliches [İnsanca ve Gayri İnsanca] adlı
bir kitabı alaya alıyordu. Cosima'nın tepkisi daha hırçıncaydı: Ree'yi
NIETZSCHE

suçluyordu -"Birkaç önemli cümleye bakmam yetti ve kitabı bir yana


koydum ... Bu üzücü kitap için ne desek az! Nihayet İsrail içine Dr.
Ree kılığında girdi, gayet düzgün, gayet serinkanlı haliyle Nietzsche ta­
rafından aynı anda hem yakalandı hem boyun eğdirildi, ama gerçekte
onu kurnazlığıyla yendi, Yahuda [antik Yehuda Krallığı'nın kurulduğu
Yahudiye olarak da bilinen bölge-r.] ile Almanya ilişkisinin bir mikro­
kozmosu gibiydi" . Elizabeth'e kalırsa, Cosima'nın tepkisi Wagner çev­
resinin tepkisini temsil ediyordu: "Yahudi karşıtlarının teorisine göre,
ileri görüşlü ve dürüst bir Aryan olan Nietzsche'yi yoldan çıkarıp ona
kılı kırk yararcasına sözler ettiren zararlı Yahudi kaynak, Ree'nin ta
kendisiydi. " Sonra da zaman zaman pırıltısını gösteren bir içgörüyle,
kitabın temel yapıcı doğasının sezgisiyle ekler: "İnsanlar kitabın altında
yatan sıcak insancıllığı hiç görmediler" -bu insancıllığın, Ree'nin yavan
görüşlerinin tam zıttı olduğunu Elizabeth görmüştü.5
Yahudi karşıtlığına kapılmamış olanlar bile bu eseri Ree'nin kötü ni­
yetli tesirinin ürünü olarak görüyordu. Reinhardt von Seydlitz "kitap­
taki her şeyin fazlasıyla reel (reeal) " olduğunu söylemişti (muhtemelen
"reelcilik (reealism) " terimi buradan çıkmıştı),6 Rohde sıcak banyodan
(Nietzsche'nin romantik döneminin "sıcaklığından" ) çıkıp buzdan bir
odaya girmiş gibi hissediyordu kendini. Nietzsche'nin ruhunun yerine
Ree'nin ruhunun geçtiğinden yakınıyor ve Nietzsche'nin önerdiği "he­
sap sorulamazlık" fikrinin ahlaki hoşnutluk anlamına geldiğini, Nietz­
sche'nin bizzat bu tür bir bencillikle mücadele ettiği için sahiden bunu
savunuyor olamayacağını belirtiyordu.? Nietzsche'nin eski sadık öğren­
cisi, iyi dostu Marie'nin oğlu Adolf Baumgartner bile kitaptan nefret
etmiş, daha önce gördüğümüz üzere, insan kalbinin karmaşıklığını " bir­
kaç formüle" indirgeme girişiminden hiç hazzetmemişti.
Malwida von Meysenbug da kitabı beğenmemişti, ama hoşnutsuzlu­
ğunu derin ve kehanetvari bir tarzda ifade etmişti: " Felsefenizde pek çok
evreden geçeceksiniz," diye yazmıştı, zira

Ree'nin aksine analiz için doğmamışsınız: sanatsal yaratıcılığınızı kullanma­


ya ihtiyacınız var ve her ne kadar mücadele etseniz de dehanız sizi Tragedyanın
DoğuşLlyla aynı yere götürecek, sadece orada artık metafizik olmayacak ... Ree'nin
aksine neşterle kolları bacakları ayırıp, sonra da işte bir araya getirilince insan bu
oluyor diyemezsiniz.a
Gezgin ile Gölgesi

Malwida'nın öngörüsünün, tam da Nietzsche'nin felsefesinin bittiği


yeri -Tragedyanın Doğuşu'ndaki temel konum, eksi metafizik- gösterdiği
kanaatindeyim. Fakat Malwida da İnsanca'nın Ree'den aşırı etkilendiği
yönündeki genel kanıyı paylaşıyordu. Nietzsche bu suçlamayı bir şakayla
geçiştirmeye çalıştı ve Ree'ye gönderdiği bir mektupta "yeni yazdığı kitap
için" onu kutladı.9 Fakat aslında, benim (ve Elizabeth'in) belirttiğim gibi,
eserdeki yapıcı ruh, Ree'nin, bana göründüğü kadarıyla, olumsuz kafa
yapısına temelden terstir. İleride göreceğimiz üzere, Ree ile Nietzsche'yi
kıyaslamakta herkesten daha iyi bir konumda olan Lou Salome de esasen
bu yargıya varmıştır. Ona göre Ree "soğuk, yolundan sapmaz, açık seçik
bir mantık sahibi, bilimsel bir düşünürdü ", onun "haşin tek yanlılığı"
"Nietzsche'nin sanatsal, felsefi ve dini ruh zenginliğinin" tam karşıtıydı.
( Ree'nin "daha keskin bir zihni" olduğunu da eklemesi ilginçtir; muh­
temelen doğruyu söylemektedir: Daha önce de belirttiğim gibi, teknik
felsefi analiz Nietzsche'nin en iyi olduğu alan değildi. ) 10
***

Dönem biter bitmez Nietzsche Basel'in sıcağını ve nemini bırakıp Ei­


ger ve Wetterhorn eteklerindeki Berner Oberland'da bulunan yüksekteki
Grindelwald'a gitti. Tekrarlanan baş ağrısı, göz ağrısı ve kusma nöbetle­
ri arasında ders vermeye çalışmanın gerilimi ve "gerçek" işini yapama­
manın ıstırabı bir araya gelince çok kötü olmuştu. 1 878 Temmuz'unun
sonunda Marie Baumgartner'e yazdığı bir mektupta, "Dağlardayım, en
büyük yalnızlığa, bir bakıma kendime vardım," derl 1 -bir başka deyişle,
"gerçek" benliğini oluşturan "gerçek" görevini yapmaya gitmişti. Ne
yazık ki Grindelwald'daki üç hafta sağlığına hiç iyi gelmedi. Annesinin
Naumburg'da kiraladığı Weingarten 1 8'deki evi nihayet satın alabilme­
sinden duyduğu sevinci ifade etmek üzere eve yazdığında, deniz seviye­
sinden iki bin metre yukarıda olmanın sağlığına iyi gelmediğini kabul
eder, hatta dağ havasından "neredeyse şüphe etmeye" başlamıştır. 12 Şu­
rası açık ki seyrek dağ havasının durumunu iyileştireceği teorisini test
ediyordu. Dağ havası işe yaramayınca deniz seviyesinden sadece beş yüz
metre yükseklikteki lnterlaken'e indi ve birkaç hafta orada kaldı.
Eylül ortasında akademik hayatının son dönemi olacağını henüz bil­
mediği güz dönemine başlamak üzere Basel'e dönen Nietzsche, Bachlet­
ten Strasse l l 'de yeni bir daireye taşındı. Şehrin hemen dışındaki yarı
kırsal, biraz demode bir banliyöde bulunan evi, "tıbbi" gerekçelerle
NIETZSCHE

yaptığı uzun, yalnız yürüyüşlere devam etmek için seçmişti. Sonunda İn­
sanca, Pek İnsanca'nın il. cildi olarak yayımladığı iki eserden birincisini
burada tamamladı.

Kanşık Kanılar ve Özdeyişler

"Özgür ruhlar için" olan eserin bu "eki" 1 878 Aralık'ının sonunda


bitti ve sonraki yılın Mart'ında yayımlandı. Nispeten zayıf başlığın ve
İnsanca, Pek İnsanca'ya ek olarak yayımlanmasının gösterdiği üzere, bu
eser ana metne girmemiş parçaların nispeten gelişigüzel bir derlemesiy­
di. Eserin daha önemli kesimlerini zaten tartışmış olduğum için burayı
kısa tutacağım.
Karışık Kanılar ve Özdeyişler (20 1 3; Vermischte Meinungen und
;
Sp üche, 1 879) genel anlamda ana eserle aynı teorik bakış açısını pay­
laşır: "metafiziğin" reddi, doğalcılık ve evrensel nedensel determinizm,
bunun sonucunda bireyin, çarpıcı bir imgeyle, "oluşun zorunlu dalgala­
nışında tek, zavallı bir dalgadan" 13 ibaret olarak, büyük nedenler ve so­
nuçlar okyanusunda salt bir şapırtı olarak anlaşılması. Dolayısıyla, daha
önce olduğu gibi, özgür irade reddedilir -"iradenin özgür olmadığını" 14
kabul etmemizi engelleyen tek şey kibirdir- ayrıca ahlaki sorumluluk
da reddedilir: Bir "günahkara " dair açıklama yapılacaksa, bir "dalga "
değil bütün "oluşun dalgalanması" düşünülmelidir.15 Yine daha önceki
gibi Nietzsche hala psikolojik hazcılığı [bkz. Sözlükçe] olumluyor gö­
rünmektedir -bir erdemin ancak deneyimlendiğinde haz veriyorsa ka­
rakterimizde sabitleşeceğini söyler.16
Nietzsche bu çerçevede özgür ruhluluğun nasıl geliştirileceğine dair
tavsiye niteliğinde bir gözlemler derlemesi sunar. Örneğin: gazetelerde
okuduğunuz her şeye inanmayın,1 7 en iyisi hem sanatı hem şarabı ge­
reksiz kılan bir "içsel ateşe" sahip olmaktır,18 geleneksel ahlaka uyan
birey "çoğunluğun isteğini kendi kendine kabul ettirir" 1 9 vb. Aforiz­
malardan bazılarında otobiyografik izler vardır: Daha önce belirtildiği
üzere, psikolojik gözlem yapanın çekingen olduğunu, çünkü insanların
bu yatkınlığını fark eder etmez onu "casus ya da hain" sayacağını bildiği
şeklindeki sözü, pek çok tanıdığının bahsettiği kendi sosyal çekingenli­
ğine bir içgörü sağlar.
Gezgin ile Gölgesi

Karışık Kanılar'daki önemli bir değişim de insan doğasına dair " bi­
limsel" gözlemin değerini, insan hayatı için sonuçları ne olursa olsun
onaylamadaki, benim tabirimle, " maço ahlakın" gözden kaybolmasıdır.
Nietzsche artık "koşulsuz hakikat arayışının" faydası açıkça görüldü­
ğünden, zaman zaman yol açtığı ufak tefek zararları kabul etmek zorun­
da olduğumuzu söylemektedir.20 Bir başka deyişle, hala kayıtsız şartsız
hakikatin peşine düşmeyi savunmakla beraber, bunun sebebi, genel bir
politika olarak insan hayatının güzelleşmesinde en büyük faydayı sağla­
ması olmuş gibi görünmektedir. Bu yüzden Nietzsche artık "hakikatin"
hayattan" daha değerli olduğu fikrini reddediyor, bilgi arayışının hayat
mahkemesinde kendini haklı çıkarmak zorunda olduğunu kabul ediyor
görünmektedir.
İnsanca'dan ayrıldığı başka bir nokta da "psikolojik gözlemleri"
mutlak saymanın hata olduğunun kabulüdür, çünkü bu gözlemler ancak
yaklaşık olarak doğru olabilir ve çoğunlukla en fazla on yıl geçerlilik­
lerini korurlar.21 "Maço ahlaktan" kopuşunda olduğu gibi bu kopuşta
da Nietzsche'nin kendisini entelektüel bakımdan Ree'den uzaklaştır­
maya başlamasının işareti olduğundan şüpheleniyorum. Ree kasvetli
Schopenhauer'cı bakış açısıyla insan doğasına dair "kara" gözlemlerini
ebediyen geçerli olarak sunarken, Nietzsche'nin yapıcı ve daha iyimser
ruhu, insanlığın karanlık tarafının yok olmasının ya da en azından biçim
değiştirmesinin mümkün olduğunu savunur.

Basel'den Ayrılış

1 878 sona ererken Nietzsche'nin sağlığı o kadar kötüleşti ki kari­


yerinde ilk kez üniversite derslerini iptal etmeye başladı. Artık mesle­
ği ile arzuları, "amir" ile "tanrıça ve aşık" arasındaki gerilimin sürekli
kafasına takılması da fiziksel durumuna pek iyi gelmemiş olsa gerek.22
Hepsinin üstüne bir de buza basıp düşmüştü, parmağı şişmişti ve bir
türlü iyileşmiyordu.
Sonraki yılın başı art arda gelen baş ağrısı ve kusma nöbetleriyle
geçti. Tek bir nöbet dokuz gün sürüyordu, gözleri ise artık neredeyse
işe yaramaz hale gelmişti. Sonuçta kendisinde şiddetli bir "Basel fobisi"
410 NIETZSCHE

(kendi tabiri) gelişti.23 Dondurucu soğuk ile nemli sıcak arasında sürek­
li değişen iklimiyle Basel'in onu sağlığından yoksun bıraktığına, orada
daha fazla kalırsa canından olacağına karar verdi.24
Mart ayında her zamanki gibi yüksek Alpler'e taşınmaya çok kork­
tuğundan -Overbeck'e kargacık burgacık yazısıyla gönderdiği bir kart­
ta "karla kaplı bir mezar gibi görünüyorlardı" demişti25 -Cenevre'deki
bir kaplıcada " şifa " aradı. Ama sağlığında bir düzelme olmadı. Basel'e
döndüğünde onu gören Elizabeth ağabeyini zar zor tanıdığını hatırlar:
" Erken yaşlanmış, yorgun bir adam olmuştu" . Elizabeth katı sağdu­
yusuyla onun durumunu Basel'in iklimine değil çileci beslenme tarzına
bağladı: "Sadece meyve, bisküvi [Zwieback] , sakatlara özel hazırlanan
sebze çorbaları, her gün bir mezecinin özel hazırladığı soğuk etle besle­
niyordu. Ağabeyimin bu sefer Diogenes'i örnek almaya çalıştığına hiç
şüphe yoktu ... bir filozofun ihtiyacını giderecek asgari noktayı bulmaya
çalışıyordu. "26 (Nietzsche'nin başkalarından daha az yiyeceğe ihtiyaç
duyduğu iddiasını hatırlayın. )
B u koşullar altında bunalan ve gözlerini günde sadece yirmi dakika
kullanabileceğini hisseden Nietzsche nihayet profesörlükten ayrılmaya
karar verdi. Basel ve yaptığı iş onu öldürüyordu: "Ergo: Academia de­
relinquenda est'" • .27 Bu yüzden üniversitenin yönetim konseyinin baş­
kanına göndermek için 2 Mayıs 1 879'da bir mektup dikte ettirdi ve
tüm akademik sorumluluklarından affını istedi. Bu talebi göz hekimi
Profesör Schiess ve patolog Profesör Massini tarafından da desteklendi.
Her ikisi de onun konumunu sürdüremeyeceği raporunu verdi. Talebi
kabul edildi ve ona hem iyi gününde hem kötü gününde destek olan Ba­
sel tereddütsüz bir cömertlikle yıllık bin frank emekli aylığı bağladı. Çok
geçmeden buna belediyenin Gönüllü Akademi Birliği'nin vereceği maaş
da eklenecekti ( bu arada, Ôğretim Kurumlarımızın Geleceği derslerini
bu dernek için verdiğini hatırlatırım). Her iki maaş da ilk başta altı yıl
süreyle verilecekti; böylece normal üniversite ücretinin üçte ikisini ga­
rantiye almış oluyordu. Aklı başında geçen hayatının geri kalanında bu
maaşlar (daha sonra bu altı yıl uzatılmıştı) Basel'de sadık Overbeck'in
denetiminde olacaktı.


"O halde: Akademiyi terk etmeli"-r.n.
Gezgin ile Gölgesi 41 1

St. Moritz

İhtiyaçlarına kıtı kıtına yeten bu maaşı fırsat bilen Nietzsche, Engadin


vadisinin kuzeydoğu ucundaki kaplıca ve "şifa" merkezi St. Moritz'e ta­
şınmak için uzun zamandır yaptığı planı gerçekleştirdi ve 2 1 Haziran' dan
1 6 Eylül'e kadar orada kaldı. Boydan boya göller zinciriyle kaplı Engadin
2.000 metre yüksekliktedir ve İsviçre'nin Alp vadilerinin en yükseğidir.
Fakat kasabanın merkezi ( bugün de olduğu gibi) çok kalabalık ve burada
hayat çok pahalı olduğu için, kasaba merkezine yaklaşık bir saatlik yürü­
me mesafesinde bulunan bir evin bir odasını tutabildi.
Nietzsche o süreçten en son çöküşüne kadar olan süreçte yurdum de­
meye en çok yaklaştığı yer olan vadiye hemen uyum sağladı. Vardıktan
sonra Overbeck'e, "Artık Engadin'i elime geçirdim, burası adeta benim
bir parçam, çok fevkalade bir yer. Bu yeryüzü parçasına bağlandım,"
diye yazar.28 Ormanın içinden geçen patikaları çok sevmişti -"sanki be­
nim gibi neredeyse-kör tipler için açılmış"- havayı da (muhtemelen hak­
lı olarak) "Avrupa'da olanın en iyisi" diye tanımlıyordu.29 Elizabeth'in
Basel'de gözlemlediği gibi, antik filozofların kendini tedavi etmeye yöne­
lik çileci pratiklerine devam ediyordu: "Yaşama ve yeme kurallarım antik
bilgeleri utandırmazdı," diye yazıyordu Temmuz'da Overbeck'e. "Her
şeyde çok basit ama son derece hassas 50 ölçüte göre hareket ediyorum. "
Fakat hiçbir işe yaramadı: "Burada d a başka yerlerde olduğum kadar
hastayım ve son sekiz günü yatakta geçirdim." Gene de "St. Moritz'in
benim için doğru yer" diyordu, yani kendini buna inandırmıştı.30

Sağlık ve Epikuros

Nietzsche Gezgin ile Gölgesi'ni (Der Wanderer und sein Schatten) St.
Moritz'de tamamladı (kitabın başlığı, "Gezgin" ile "Gölgesi" arasında­
ki bir diyalogla başlayıp bitmesinden kaynaklanır). Aslında düşünülen
başka bir başlık da " St. Moritz, 1 879'da Düşünce Pasajları"ydı.31 Ki­
tabın tamamı kurşunkalemle, yürüyüşe çıktığında yanına aldığı altı cep
defterine yazılmıştır. 1 1 Eylül'de el yazmaları Köselitz'in baskıya hazır
bir nüsha hazırlaması için Venedik'e gönderildi ve Schmeitzner'den 1 8
Aralık'ta çıktı.
41 2 NIETZSCHE

Kitabın ilk baskısında İnsanca, Pek İnsanca'yla bağlantılı olarak su­


nulmadığına dikkat etmek gerek. Daha baş sayfasında ana başlığı İnsan­
ca, Pek İnsanca olan ve kendisini "ek" olarak sunan Karışık Kanılar ve
Ôzdeyişler'in aksine Gezgin tamamen bağımsız bir eser olarak sunulmuş­
tur. Karışık Kanılar'la birleştirilerek İnsanca'nın genişletilmiş ikinci bas­
kısının ikinci cildi haline getirilmesi ta 1 8 86'dadır. Bu eserin 1 886'da di­
ğerlerine eklenmesi, onun da önceki iki kitabın metafizik karşıtı, doğalcı
kabullerini paylaşan "pozitivist" bir eser olduğunu gösterir -Nietzsche o
sırada geçmişteki eserlerini dönemlerine göre bölmeye çalışıyordu. Fakat
bu durum İnsanca'da savunduğu felsefenin doğasına ve amacına yönelik
anlayışını Gezgin'de önemli bir şekilde değiştirdiğini gözlerden saklar.
Bu değişikliği anlamak için iki olguyu vurgulamak gerek. Birincisi,
Nietzsche Gezgin'i yazdığı sırada sağlığı hakikaten çok fena durumday­
dı. Frankfurt'taki kötü şöhretli Eiser'e şöyle yazar:

Varlığım korkunç bir yük. Manevi-ahlaki alanda son derece öğretici testler ve
deneylerle uğraşmasam uzun zaman önce kaldırır atardım bu yükü ... tam da bu has­
talık ve neredeyse toptan mahrumiyet sırasında -bu neşe, bu bilgi susuzluğu beni
şehitlik hissini ve umutsuzluğu yendiğim yükseklere çıkarıyor. Bütüne bakarsan daha
önce hiç olmadığım kadar mutluyum: ama yine de! Her gün saatlerce bitmek bilmez
ağrı çekiyorum, deniz tutmasına çok benzeyen anlatması zor bir his içindeyim. Bir
değişiklik varsa o da çok feci nöbetler (en sonuncusu yüzünden üç gün üç gece kus­
tum -ölümüme susadım.) Okuyamıyorum! Nadiren yazabiliyorum! İnsanlarla tema­
sım yok! Müzik dinleyemiyorum! Yalnızlık ve tek başıma yürüyüşler, dağ havası, süt
ve yumurta diyeti. Tüm içsel iyileşme yolları faydasız ... Tek tesellim düşüncelerim
ve bakış açılarım.32

Gezgin'i yazdığı sırada sağlığının ömründeki en düşük düzeye indiği­


ni Ecce Homo'da da belirtir.

O zaman (1 879) Basel'deki öğretim görevimden ayrıldım; o yazı St. Moritz'de,


kışı da -yaşamımın en güneşsiz kışını- Naumburg'da bir gölge gibi geçirdim. En
berbat dönemim bu yıl oldu işte: "Gezgin ile Gölgesi" bu arada yazıldı. Hiç şüphe yok,
o sıralar biliyordum gölgeler nedir.33

***
Gezgin ile Gölgesi

Gezgin'in anlaşılmasında önemli olan ikinci olgu, Nietzsche'nin bu


eseri yazdığı sırada Atinalı filozof Epikuros'la (İÖ 341 -270) giderek
artan bir muhabbet ve yakınlık hissetmesidir. İnsanca, Pek İnsanca'da
çok kısaca bahsedilen, Karışık Kanılar ve Özdeyişler'de sadece hürmet
edilen Epikuros Gezgin'de yaşamış olan "en büyük adamlardan biri"
haline gelmişti.34 Dönemin defterleri ve mektupları Epikuros'un "arın­
mış kahramanlığına "35 ve "mutluluk bahçesine"36 sıcak göndermelerle
doludur. (Epikuros'un Atina'da takipçileriyle buluştuğu ve onlara ders
verdiği bir bahçesi vardır. Bu yüzden onun okulu " Bahçe" diye bilinir. )
Nietzsche dönemin mektuplarında v e defterlerinde kendisine "Epikuros
bahçesini yenileme"37, Epikurosçular [bkz. Sözlükçe] tarzında "filozof­
ça " yaşama görevi verir.38
Nietzsche her ne kadar Epikuros'a özellikle yakın olduğunu hisset­
se de, antik dünyanın başka filozoflarına karşıt olan Epikuros'a değil,
genel olarak antik felsefenin temsilcisi olan Epikuros'a ilgi duyuyordu.
Nietzsche'yi etkileyen fikirler antik filozoflar arasındaki farkları göste­
ren ayrıntılardan ziyade onları birleştiren fikirlerdi. Bu yüzden, antik
felsefenin birbiri içinde erimesinden ya da homojenleşmesinden bah­
sedebiliriz. Daha İnsanca'da kinikler [bkz. Sözlükçe] (modern anlam­
daki 'kinikler' değil, aşırı stoacılar) ile Epikurosçular arasındaki farkın
sadece "mizaç farkı" olduğunu yazar,39 Karışık Kanılar'da ise stoacı
Epiktetos'la birlikte Epikuros'a, kaybolmuş tek bir " bilgeliğin" ambarı
muamelesi yapar.40 Gezgin'de ise sofist Hippias'ın da bu tek bilgeliği
paylaştığı söylenir,41 hatta Tragedyanın Doğuşu'nda yerin dibine soku­
lan Sokrates de Gezgin'de hayret verici bir şekilde rehabilite edilir:

İşler yolunda giderse, İncil'den ziyade Sokrates'in hatırlanmaya değer şeylerinin


ahlak ve akla kılavuz olarak ele alınacağı bir zaman da gelecek ... türlü bilgece ya­
şam davranışlarının yolları Sokrates'e geri götürülüyor; aslında bu yollar, gerçekte
değişik yaradılışların yaşam tutumlarıdır. Hepsi de usla, alışkanlıkla doğrulanıp belir­
lenerek bütün doruklarıyla yaşamdaki sevince, kişisel öze yöneltilmiştir.42

***

Genel olarak antik felsefenin ve özel olarak Epikuros felsefesinin üç


özelliği Gezgin'in anlaşılması için önemlidir. Birincisi, Pierre Hadot'nun
harika Philosophy as a Way of Life'ının ( 1 995; La Philosophie comme
NIETZSCHE

maniere de vivre, 2002; Yaşam Tarzı Olarak Felsefe)43 son zamanlarda


bize hatırlattığı gibi, felsefenin nihai amacı ve meşruluğu antik dönemde te­
orik olmaktan ziyade pratikti. Felsefenin amacı özellikle kişinin "filozofça"
yaşayarak eudaemonia'ya, yani mutluluğa nasıl ulaşabileceğini gösteren bir
"bilgelik" yapısı vermekti. Bütün antik felsefe mutçuydu [bkz. Sözlükçe].
Nietzsche'nin özel ilgi alanındaki Helen döneminde (İÖ 323'te İsken­
der'in ölümü ile İÖ 1 46'da Roma'nın Yunanistan'ı ilhakı arası dönem)
tüm farklı felsefe okulları, yani kinikler, stoacılar, Epikurosçular, şüp­
heciler [bkz. Sözlükçe] ve diğerleri belli bir mutluluk tasavvuruna sa­
hipti: Mutluluğu her şeyden önce ataraksiya [bkz. Sözlükçe], bozulmaz
sükunet, sakinlik, ruh huzuru olarak düşünüyorlardı. Daha da özel ola­
rak -belki de dönemin düzensiz durumu sebebiyle- felsefe en iyi haliyle
belirsiz ve genellikle düşman kader karşısında sükunetini koruma bil­
geliğini keşfe yönelmişti: Terslikleri nasıl aşarız, ne olursa olsun ruhsal
huzurumuzu nasıl koruruz?
Antik felsefenin ikinci önemli özelliği teorinin pratiğe, mutluluğa
erişme amacına hizmet etmesidir. "Felsefe" sözcüğünün ta kendisi bunu
gösterir: felsefe philo-theoria, teori sevgisi değil philo-sophia, bilgi-sev­
gisiydi (bana kalırsa bugün de öyle olması gerekir). Bunun anlamı fel­
sefe ve amacı için teorinin gereksiz olduğu değildir kesinlikle. Örneğin
Epikuros'a göre dünyamız, sonsuz boşlukta yaratılmış bir dizi dünya­
dan sadece birisiydi ve bu olgu üzerine tefekküre dalmak insani işlerin
ruh huzurumuzu bozma yeteneğini azaltıyordu. Fakat bu durum insanın
mutluluğu için muhtemel bir anlam taşımayan teorik soruların, uygun
tabirle felsefenin bir parçası olmadığı anlamına gelir.
Tüm antik filozofların üçüncü önemli ortak özelliği bir tür çileciliktir
[bkz. Sözlükçe] . Kişinin kaderi ne kadar kötü olursa olsun, mutluluğu
garantilemek için tüm Helenistik filozoflar aynı stratejinin versiyonla­
rını önermişlerdir. Madem acı arzunun tatmin olmamasıdır, o halde (a)
gereksiz olan (b) gerçekleşeceği belirsiz olan arzuların (mesela zengin­
lik, güç ya da şöhret arzusu) hepsinden vazgeçmek, en azından bunlara
"yansız bakmak" önerilir.
Bu yüzden özellikle Epikuros, pozitivist dönemindeki Nietzsche gibi
insanların en yüksek amaç olarak hazzın peşinde koştuğu ve koşması ge­
rektiğini düşünmekle beraber, hazzın garantilendiği bir hayata ulaşmak
için iki tür "tevazuyu" savunur (Lathe biosas! -Mütevazı yaşa!- sözünü
Gezgin ile Gölgesi

düstur edinmiştir). İnsan öncelikle duyusal iştahlarının tatmininde müte­


vazı olmalıdır: Nietzsche Epikuros'un tavsiyesini "duyusal hazlara sıklıkla
dalmaktansa maneviyatın ve ruhun sevincini ara" diye tarif eder.44 İkin­
cisi, insan toplumsal ihtirastan çekilme anlamında mütevazı olmalı, pazar
yerinde aleni yaşamaktansa bir "bahçede" mahrem yaşam sürmelidir: "Bir
bahçecik, birkaç incir, birazcık peynir, üç dört gönüldeş: işte Epikuros'un
bolluğu ... " der Nietzsche.45 Epikuros huzurlu ve hoş yaşamak için bir
nevi çileciliği savunsa da, onun keyifli bir yaşama ulaşma aracı olarak çile­
ciliği -buna "mutçu çilecilik" de diyebiliriz- ile Schopenhauer'cı dünyayı
inkarın ifadesi olarak çilecilik arasındaki ayrıma dikkat etmek önemlidir.
Bu "filozofça" yaşamı sürdürmek kolay değildir elbette, çünkü hem
özdisiplin, tutkuların akılla disiplin altına alınması, hem de kendilik­
bilgisi, kişinin gerçekte hangi tutkuları ve arzuları olduğunun bilgisini
gerektirir. Nietzsche'nin defterlerinde ifade ettiği kadarıyla, mutlu bir
yaşam "alışkanlıklar yerine zeminler, dürtüler yerine niyetler" koyma­
mızı gerektirir; bu hedeflere ulaşmak için de "inancın yerine bilgiyi"
koymak gerekir. 46
***

Gezgin'in asıl arka planını oluşturan iki olgu arasındaki bağlantıyı


görmek bu noktada mümkün hale gelir: Nietzsche'nin sağlık durumu
ve Epikurosçu dönüş. Helenistik felsefenin mutçu olduğunu, terslik­
ler karşısında sükunete ulaşmanın yollarını aradığını görmüştük. Ama
Nietzsche'nin karşısına hep terslikler çıkıyordu: Gördüğümüz üzere, be­
densel "ıstırabı"47 l 879'da en kötü noktaya ulaşmıştı. Bir başka deyişle,
bedensel durumu, Yunan felsefesinin aşmak üzere tasarlandığı düşman
kaderin ta kendisiydi. Bu da onu Epikuros terapisiyle tedavi edilecek
örnek vaka haline getirmişti. Filologluğa başladığı günden beri beynine
kazınan derin antik felsefe bilgisiyle, Epikuros gibi birine yüzünü çevir­
mesi neredeyse kaçınılmazdı.
Nietzsche gençliğinde acının tesellisini dinde bulmuştu. Wagnerci
döneminde yarı-dinsel sanatta teselli bulmuştu; hatırladığı kadarıyla
çokça "sanata ihtiyaç duyan" bir insandı.48 Ama 1 879'da ne dinde ne
de sanatta teselli bulabiliyordu. Üstelik çektiği acı on dokuzuncu yüzyıl
tıbbının hafifletemediği bir şiddete ulaşmıştı. Demek ki dinin, sanatın ve
tıbbın başarısız olduğu yerde manevi, felsefi "kendi kendine doktorluk"
tek seçenek olarak kalmıştı.49
NIETZSCHE

1 879'daki defterleri Gezgin'in ortaya çıktığı dönemde halin böyle ol­


duğunu gayet açıkça ortaya koyar. " Hıristiyanlığın tesellisi" artık "an­
tikalaştığından" , diye yazar, "antik felsefenin sunduğu teselli yolları bir
kez daha yeni bir ışıltıyla öne çıktı" .so Yine doğrudan kişisel bir tarzda
-defterlerindeki bazı pasajlar felsefi düşünce taslaklarına benzediği gibi
günlüğü de andırmaktadır- "tüm antik filozofların 'merhem' kutularına
ve ilaç şişelerine ihtiyacım var" ,sı diye yazar; bu da onu kendisine yöne­
lik bir buyruğa götürür: "Antik ol! " sı
Nietzsche sadece kendisi için kaygılanmamaktır elbette. Antik fel­
sefenin üslubunu ve içeriğinin büyük bir kısmını kendini tedavi etme
amacıyla benimsemesinin emsal olmasını amaçlamaktadır; başkaları da
yaşadıkları özel terslik ne olursa olsun kendilerine terapiyi uygulayabil­
sinler diye onlarla iletişim kurmak istemektedir. Aksi takdirde defterle­
rinin mahremiyeti içinden Gezgin'in çıkmasının hiçbir anlamı olamaz.
1 1 Eylül'de Köselitz'e baskıya hazırlanacak el yazmasının yanında gön­
derdiği mektupta şöyle der:

35'inci yılımın sonuna geldim, ömrün yarısında "ölümle kuşatılmışım''.* Sağlık


durumum yüzünden aniden ölme ihtimalini düşünmeliyim ... bu yüzden kendimi yaşlı
biri gibi hissediyorum, ama diğer yandan hayatımın eserini verdim ... Aslında hayata
dair gözlemlerimi şimdiden sınadım: Gelecekte çok kişi bunu yapacak. Uzayıp giden
ve acı veren sefalet ruhumu ürkütmedi, hatta hiç olmadığım kadar neşeli ve iyilik dolu
görünüyorum. Bu yeni duruma nasıl geldim? Birkaç istisnayla çoğu beni bezdiren in­
sanlar sayesinde değil. Bu yeni el yazmasını iyi oku, sevgili dostum, sonra da sefalet
ya da baskıdan izler görüp görmediğini sor kendine. Bence bulamayacaksın ve bu
da zayıflık ve tükenmişliğin değil, yeni bakış açısının gizli kuwetlerinin işaretidir.53

Epikuros felsefesinin "gizilgüçlerini" kendisi üzerinde başarıyla "sına­


yan'', Eiser'e mektubunda tarif ettiği .... korkunç kaderine rağmen mutlu­
luğa ulaşmış olan Nietzsche şimdi bu gizilgüçleri okurlarına iletmeyi iste-

"' On beşinci yüzyıldan bir ilahide dedia vita in morte sumus, "ömrün yarısında ölü­
mün içindeyiz", ya da Luther'in çevirisiyle "ölümle kuşatılmışız" diye bir dize vardır.
* * Eisner'e yazdığı mektupta "düşünce ve perspektiflerini", "teselliler", olumlu haz­
lar olarak betimlediğini gözden kaçırmamalı. Helenist felsefedeki bir temaya göre,
düşman kader zihnin hayatından muaf tutulamadığına göre, entelektüel arzu (en
azından bazıları) tatmine yönelik bir kararsızlık oluşturmadığı için mutçu çileciliğin
gereklerinden muaf olamaz.
Gezgin ile Gölgesi

mektedir: "Acı çekenlerin Engadin'in dağ havasına geldiğini görüyorum,"


(yani St. Moritz sağlık merkezine) diye yazar. "Ben de hastalarımı kendi
dağ havama gönderiyorum," 54 diye devam eder, diğer bir deyişle onları
Epikuros felsefesinin "destansı-idilik "55 havasına göndermektedir.56

Gezgin ile Gölgesi

Gezgin ile Gölgesi'nin kendisine döndüğümüzde ve yukarıdaki arka


plan üzerinden baktığımızda Epikuros felsefesinden ne kadar çok etki­
lendiğini gözden kaçırmak imkansızlaşır.
Her şeyden önce, Epikuros'ta felsefenin mutçuluk [bkz. Sözlükçe],
kişisel özgürlük amacı taşımasının açıkça olumlandığını ve benimsendi­
ğini görürüz. Bu kişisel yönelim Gezgin'i pozitivist öncellerinden ve ol­
gunluk eserlerinden ayırır, zira bu eserler genellikle insanlığın refahıyla
ilgilense de bireysel mutluluk tekniklerine ya çok az yer ayırır ya da hiç
yer ayırmaz. Nietzsche şöyle der:

Aklımız başımızdaysa ilgilenmemiz gereken tek şey gönlümüzde sevince yer ver­
mek olmalı. Durun diye ekledi biri, akıl baştayken en iyisi bilge olmaya bakmalı.57

Bir başka deyişle, mutluluk ağaçta yetişmediğine göre, philosophia,


filozofun bilgeliğinin rehberliğinde geliştirilip yaygınlaştırılmalıdır. Üs­
telik ileride göreceğimiz gibi Nietzsche'nin mutluluk kavrayışı ile Epi­
kurosçu ataraksiya [bkz. Sözlükçe] özdeş değilse de, birinci ikinciyi en
azından önemli bir unsur olarak içinde barındırır. Bu yüzden, evvelden
gördüğümüz gibi, "gönüldeki sevinç" , "kalbin yatışması'', "idilik ruh
hali" ve "Epikuros'un mutluluk bahçesi"nin yanı sıra "ruhun teselli bul­
ması " 58 da mutlu kişiye uygulanabilir olması gereken sıfatlardır.
***

Felsefenin amacının mutluluğu artıracak bilgeliği sağlamak olması,


Gezgin'e saf teorik felsefe paradigması açısından bakınca orada olma­
ması gereken içeriğin büyük bir kısmının varlığını açıklar. Yani eserin
büyük bir kısmı büyük metafizik, epistemoloji, hatta etik sorularıyla
alakasızdır, onun yerine gayet açık bir şekilde Lebensweisheit, "yaşam­
bilgeliği" ya da bugün vereceğimiz adla "yaşam-koçluğu "yla ilgilidir.
NIETZSCHE

Nietzsche'nin yaşam koçu olarak öğütleri iki türlüdür: Kendinizle uğ­


raşırken mutluluğunuzu nasıl artıracağınıza dair öğütler; başkalarıyla
uğraşırken mutluluğunuzu nasıl artıracağınıza dair öğütler.
Kişinin kendisiyle ilgili öğretisini şöyle belirtir: genellikle "en
yakındaki"lere "iyi komşu" olmak, "her yanımda barışı" yaşamak ve
"bana en yakın olanların hepsine iyi niyetle yaklaşmak "tır.59 Burada­
ki karşıtlık Hıristiyan metafiziğinin "en uzak şeyleri " olan cehennem,
cennet, ölüm ve yargı konusundadır.60 "En yakın şeyler" beslenme ve
sağlıkla ilgili olduğundan, Nietzsche'nin burada on dokuzuncu yüzyıl
Alman materyalizminden etkilenmiş olması mümkündür ( 1 866'da Fri­
edrich Lange'nin Materyalizmin Tarihi'ni ( 1 98 8; Geschichte des Mate­
rialismus, 1 866) okuyarak bu materyalizmle tanışmıştı). Alman mater­
yalizminin ruhu Feuerbach'ın meşhur "insan ne yiyorsa odur", sözüyle
özetlenebilir: Daha tam bir ifadeyle, "insanların durumunu iyileştirmek
istiyorsan onlara günaha karşı nutuk atacağına daha iyi yiyecek ver. İn­
san ne yiyorsa odur. "
Uzun yumurtaların daha lezzetli olduğunu, fırtınaların bağırsaklara
iyi geldiğini, yemek zamanı odaklanarak konuşmanın ya da dinlemenin
sindirime zarar verdiğini insanlar fark etmiyor, diye yakınır Nietzsche.
İnsanlar bu mütevazı, gündelik şeylere dikkat etmiyorlar, halbuki bunlar
birikince büyük önem kazanıyor, zira "hemen bütün fiziksel ve psikolo­
jik kırılganlıklarımız" bu dikkat eksikliğinden kaynaklanıyor:

... Bir günü bölümlere ayırırken, sosyal ilişkilerde kime ne kadar zaman ayırma­
nın daha keyifli olacağını saptarken ya da iş ve eğlence, buyurma ve itaat etme,
sanatı ve doğayı hissetme, yeme, uyuma ve düşünme anlarında ... bize neyin yararlı
ve neyin zararlı olduğunu bilmemek; gündelik olayların küçüğünü büyüğünden ayı­
ramayıp onlar üzerinde gözlem yapmada başarısız olmak -birçok insan için dünyayı
"gözyaşları vadisine" dönüştüren işte budur.61

Defterlerinde " En Yakın Şeyler Öğretisi" başlığı altında "gün tasa­


rımı (günü vakitlere bölüp kullanma), yemek, arkadaşlık, doğa, yalnız­
lık, uyku, çalışma, eğitim ... hava ve atmosfer koşullarından yararlan­
ma, sağlık, siyasetten uzak durma" diye ayırır.62 " Havanın kullanımı"
Nietzsche'nin bir sonraki kitabı Tan Kızıllığı 'ndaki bir sözle açıklana­
bilir belki; "ruh huzuru" evdeki ortamın havasına bağlıdır:63 Modern
Gezgin ile Gölgesi

dünyanın karmaşıklıklarıyla uğraşılan telaşlı bir günün ardından, Ala­


in de Botton'un Mutluluğun Mimarisi'nde (2007; The Architecture of
Happiness, 2006) dediği gibi, insan belki de basit, ferah, serin ve sakin­
leştirici ev ortamına ihtiyaç duyuyordur belki de.
Nietzsche toplumun mayın tarlalarında dolaşıp başkalarıyla uğraşır­
ken de kendisine ve bu arada bize bir dizi tavsiyede bulunur. Postacı
insanın hayatına kabaca müdahalenin temsilcisi olduğundan, mektuplar
sadece haftada bir kez açılmalı ve ardından banyo yapılmalıdır.64 ( Bunun
güncellenmiş versiyonu da sabah ilk iş e-postalara bakmaktan sakın­
mak, hatta başka insanlar gününe hakim olmasın diye birçok e-postayı
silmek şeklindeki ofis bilgeliği olurdu. ) Gerçek bir dinleyici olmaya ça­
lışmak, yani kendi cevabını oluşturmaya çalışmak yerine söyleneni din­
lemeye odaklanmak gerekir.65 Çok çalışıp eve eli boş dönmenin acısını
duyanlardan uzak durulmalıdır.66 İnsan ödünç aldığı şeyi fazlasıyla iade
etmelidir ki hem alacaklı kar ettiği için memnun kalsın hem de insan ilk
başta borçlu olmanın aşağılanma hissinden kurtulabilsin ( bu öneri He­
siodos'tandır).67 En cömert kişinin az önce çok onurlandırılmış ya da az
önce karnını doyurmuş kişi olduğunu unutmamak gerekir, vb.68
***

Demek ki Gezgin için felsefenin amacı mutluluktur. Kitabın Epiku­


ros felsefesini hem onaylayıp hem benimsediği ikinci alan da, iğnenin
başında kaç melek dans eder türünde, hayatımızda hiçbir pratik anlamı
olmayan soruları felsefeden kovmasıdır:

Geç antikçağın ruh yatıştırıcısı olan Epikuros, günümüzde bile hala çok en­
der rastlanan, maneviyatın sakinleştirilmesi için nihai ve en uçtaki kurumsal so­
runların çözümünün hiç de gerekli olmadığı şeklindeki o harika kavrayışa sahipti.
"Tanrı korkusu"yla inleyenlere, '1anrılar varsa bile biz onları ilgilendirmeyiz" demek
yetiyordu ona: tanrılar var mı, yok mu gibi nihai bir soru hakkında verimsiz ve uzaktan
tartışmalar yapmak yerine.ss

Epikuros'a göre, tanrılar var olsalar da insan işleriyle ilgilenemezler,


çünkü ilgilenselerdi tanrı olma kavramının ta kendisine ait olan keyif
hali bozulurdu. (Tanrılar asla korku filmine gitmez. ) O halde ilahi ga­
zaptan korkmamıza gerek yoktur: Tanrılar varsa bizimle ilgilenmezler,
yoksalar zaten bizimle hiç ilgileri olmaz. Nietzsche'nin buradan çıkar-
4 20 NIETZSCHE

<lığı ahlak dersi, cevapları hayatımızda bir değişikliğe yol açmayacak


teorik sorulara karşı "kayıtsız" kalmamız gerektiğidir:

Ben şu soruları kastediyorum: İnsanın amacı nedir? İnsan Tanrı ile nasıl barı­
şacak? ... ister idealist, ister maddeci, isterse gerçekçi olsunlar, felsefi dogmacıların
sorularına az da olsa biz de ilgi duyuyoruz. Onların her birinin ya da hepsinin amacı
bizi, tam ve mükemmel bir insan hayatı [için] inancın da, bilimin de gerekli olmadığı
hükmüne yönlendirmektir. 70

Nietzsche pasajın sonunda "en yakın" dünyanın, doğa dünyasının


ötesinde bir "karanlıklar diyarı" olduğunu kabul eder, ama bununla ka­
famızı yormamız gerekmediğini söyler. Bir başka deyişle, Kant'ın iddia
ettiği gibi, "en yakındaki" dünyanın salt "görüntü" olma ihtimalini,
ötesinde çok farklı karakterde "kendinde" bir gerçeklik yatabileceğini
bir kez daha kabul eder. Fakat Kant'ın bu görüşü doğru olsa bile ha­
yatımızda kesinlikle bir fark yaratmayacağından, Arı Usun Eleştirisi'ni
okumamıza gerek yoktur.
Fakat tıpkı Epikuros gibi Nietzsche de teorik bilginin kesinlikle fel­
sefe için anlamsız olmadığını, ruh huzuruna giden önemli bir güzergah
olabileceğini kabul eder. Bu yüzden, Epikuros'un zaman ve mekanın en­
ginliğinde insani işlerin sönüp giden önemsizliği üzerinde tefekküre da­
larak sükunete ulaşma öğüdüne paralel olarak, Nietzsche de insanlığın
kendisine "varoluşun hedefi ve amacı" muamelesi yapmasına "alaycı bir
kahkaha" atmayı öğütler. Bize gökbilimciler gibi olmayı önerir: " Ger­
çekten de dünyadan uzak bir ufka sahip gökbilimciler, dünyadaki yaşam
damlasının, muazzam varoluş ve yok oluş okyanusunun genel karakteri
açısından bir önemi bulunmadığını ... anlatırlar. " Bu kadar uzun mesa­
feli bir görüş, geleneksel kendini-yüceltmenin bizi "kendini, orman var­
lığının hedefi ve ereği olarak gören karınca" gibi yaptığını anlamamızı
sağlar.71 Nietzsche burada metafizik sonrası, pozitivist bir " ufkun" iyi­
leştirici etkilerine işaret etmektedir: Dünyayı Tanrı'nın tetikte ve gazaplı
gözlerinin önünde insan dramının oynandığı bir sahneden ibaret görme
fikrinden vazgeçtiğimiz zaman, kendini-yücelten insanın "dünyanın ko­
medyeni" 72 olduğunu, Sartre'ın Tragedyanın D oğuşu ' ndan devraldığı
dille, "absürd" olduğunu görebiliriz.73 Bu da dertlerimizi küçültmemize
ve ataraksiyaya [bkz. Sözlükçe] ulaşmamıza yardımcı olur.
Gezgin ile Gölgesi 42 1

İnsani işlerde "gökbilimcinin" ufkuna erişmek gelip giden bir şeydir


elbette. Dolayısıyla, sükuneti korumak için bir nevi tefekkür pratiği ya
da manevi alıştırma olarak sürekli tekrarlanması gerekli olacaktır; Nietz­
sche buna manevi "jimnastik" adını verir.74 Bir diğer alıştırma da ölüm
üzerine tefekkürdür. Ölümün kaçınılmazlığı dolayısıyla, der Nietzsche,
"her yaşama biraz daha tatlı, güzel kokulu, hoppalık [leichtsinn -keli­
mesi kelimesine 'zihin hafifliği'] damlaları karıştırılmış olmalı " .75 Yine
bu da bana Sartre'daki "absürdlüğün" iyileştirme amacıyla kullanılması
gibi görünüyor: Ölümün tüm projelerimizi kaçınılmaz olarak kesintiye
uğratacağını, engin oluş okyanusunda salt bir "dalga " olduğumuzu ve
yakında yok olacağımızı bilmek takıntıyı -mesela ofis politikalarına ka­
fayı takmaya yatkınlığımızı- yenmelidir. Manevi sağlık, absürdü ve do­
layısıyla bir nevi stoacı mesafeyi daima aklımızda tutmamızı gerektirir,
demektedir Nietzsche.
Ruhun sükunetine sadece tek kaynaktan tehdit gelir elbette: arzu ve he­
yecan, "tutkular" . O halde hem Epikuros'a hem Nietzsche'ye göre dingin­
lik özdisiplin gerektirir, akıl "tutkuları yenmelidir" ,76 kişi ruhunu disip­
lin altına alıp rasyonel bir hayat planına sağlam bir şekilde tutunmalıdır.
Daha önce gördüğümüz gibi, Epikuros gerçekleşeceği belirsiz tüm "ge­
reksiz" arzuların yarı-çileci elenmesini savunmaktadır, Nietzsche de öyle:

Zorunlu ihtiyaçların [insani ihtiyaçların] yetersiz düzeyde de olsa elden geldiğince


kendi kendine giderilmesi, ruhsal ve kişisel özgürlüğe giden yoldur. Kişinin ihtiyaç­
larını başkalarının karşılamasına izin vermesi ise ... onu özgür olmamaya alıştırır.
Sofist Hippias içine ve dışına giydiği her şeyi kendi elleriyle yaptı; bu davranışıyla, en
yüksek düzeydeki özgürlüğe giden yolu tarif etmiştir.77

Kendine hakim olmak, söylenmesi yapılmasından daha kolay bir şey­


dir elbette. Bu yüzden, Nietzsche "gökbilimcinin" bakış açısını benimse­
yip ölümlülük üzerine tefekküre dalmak gibi manevi alıştırmaların yanı
sıra düzenli olarak nefsine hakim olma pratikleri tavsiye eder:

En gerekli jimnastik. Küçük çapta kendine hakim olmanın eksikliği yüzünden,


-

büyük çapta kendine hakim olma yeteneği ufalanır. Hiç olmazsa bir kez küçük bir
şeyden yoksun kalınmayan her gün, kötü kullanılmıştır ve sonraki gün için tehlikedir:
kişi kendinin efendisi olma keyfini sürmek istiyorsa bu jimnastik kaçınılmazdır.7B
4 22 NIETZSCHE

Kendini tanımadan kendine hakim olmak mümkün değildir elbette;


bu yüzden doğru "psikolojik gözlem" , Gezgin'de de en az pozitivist ön­
cellerindeki kadar büyük değer taşır. Fakat Nietzsche'nin böyle gözlem­
lerin değerini açıklamasında artık belirleyici bir adım atılarak "reelcilik
(reealism) " fesatlığından, Ree'nin insan doğasına yönelik "küçültücü"
"horgörüsü ve alaycılığından" , ayrıca kayıtsız şartsız " bilimsel" hakikat
peşinde koşmayı kendi başına bir amaç sayan "maço" fikirden uzaklaşıl­
mıştır. Ahlakın "açımlanması" -bunu yapanlar asla küçük bir azınlıktan
fazlası olmamalıdır- başlı başına bir amaç olduğu için ya da "karayı
[ya da turnayı gözünden-r.) vurmanın" sadistçe neşesi için onaylanamaz,
"ancak daha iyi bilgi, yargı ve hayat uğruna " onaylanabilir.79 Ruhun gö­
rünürdeki büyüklüğünün ardında "kendilerininkine benzeyen bir değer­
sizlik" olduğunu göstermek isteyen "önemsiz" ve kinik [bkz. Sözlükçe]
ahlakçıların aksine ( bu noktada insan Lou Salome araya girmeseydi bile
Nietzsche ile Ree arasındaki kopuşun kaçınılmaz olduğunu görebiliyor),
kendisi gibi ahlakçılar ruhun "yüce ve saf" hallerinin, "hakikaten iyi er­
kek ve kadınların" "varlığını reddetmez", ama kökenlerini ve karmaşık­
lıklarını sergileyerek bu halleri "açıklamaya" çalışır. 8 0 Bir başka deyişle,
Nietzsche'nin insani üstünlüğe dair "psikolojik gözlemlerinin" amacı
gerçeği açığa çıkarmaktan çok, derinlemesine-psikolojik analiz yapmak­
tır. Bu analizler önemlidir, çünkü tutkularımızı işleyip onlara hakim ol­
mamız, böylece iyi ve mutlu ruh durumlarına ulaşmamız için her türlü
sahte duygusallığı aşmamız, bu durumların gerçekte ne olduğunu net
olarak anlamamız önemlidir. Tüm antik filozofların ısrarla belirttiği gibi,
ancak insan "kendini tanıyorsa" iyi ya da mutlu olmayı umabilir.

Walden 1ki'nin inşası

Felsefesi Epikuros'unkinin bire bir tekrarı olsaydı Nietzsche, Nietz­


sche olmazdı elbette. Epikurosçu "mütevazı yaşam" buyruğundan ay­
rıldığı önemli bir nokta, kültürün yenilenmesi kaygısı, yeni bir toplum
inşa etme misyonudur -bu inşa doğrudan siyasi eylemle değil küçük
çaplı "manevi liderliğin" sessizce kullanılmasıyla gerçekleşecekti. Bildi­
ğimiz gibi, Nietzsche'nin tasavvur ettiği mutluluğun temel öğelerinden
biri hayatı birleştirici bir "görev", hayatı tanımlayan bir anlamdır ve
Gezgin ile Gölgesi

kültürel yenilenme de -bütün kitaplarını yazdığı süre boyunca- onun


kendi yaşam-görevidir. Geniş anlamda siyasi olan bu ihtirasın haşmeti
Epikurosçu dikkat çekmeme öğüdünün, Epikuros'un siyasetten "içeriye
göç" tavsiyesinin tam tersi gibi görünüyor bana . .. Nietzsche şöyle der:

Tutkularına egemen olan insan, dünyanın en verimli toprağını ele geçirmiştir:


ormanın ve bataklıkların sahibi olmuş bir kolonyalist gibi. Bastırılmış tutkuların top­
rağına iyi tinsel yapıtların tohumunu ekmek de sıradaki en acil görevdir. Tutkula­
ra egemen olmak yalnızca bir araçtır, hedef değil; böyle düşünülmezse, boş kalan
verimli toprakta her türlü yabani ot ve diken hemen bitiverir ve çok geçmeden her
zamankinden daha çok delicelerle dolar üzeri.61

Bana kalırsa bu bir Epikuros eleştirisidir: Tutkulara felsefenin ver­


diği kılavuzlar doğrultusunda rasyonel hakimiyeti araçtan ziyade amaç
olarak gören Epikuros'tur. Mutluluğun kendisi dışında bir "hedef" ge­
rektirdiğini göremeyen odur. Mutluluk, Epikurosçu ataraksiya [bkz.
Sözlükçe] ötesinde bir şey olmalıdır; hayatı tanımlayacak bir görev ge­
rektirir. Hatta hayatı tanımlayan bir görev yoksa ataraksiya da olamaz.
Nietzsche'nin kendi görevi de yeni bir kültür inşa etmek, benim tabirim­
le "Walden İki'yi inşa etmek"tir.
Gezgin, Walden İki'nin planını yapmak bakımından hem İnsanca'da
ortaya atılan temaları ayrıntılandırmış, hem de kendi başına yeni ve çar­
pıcı fikirler ortaya atmıştır. Birincisiyle başlayalım.
***

İktisat. Yeni dünyada "makine kültürünün" tehlikelerinden kaçını­


lacağını biliyoruz. İçinde bulunduğumuz çağda zanaat ekonomisinin
üretim karakterindeki gururu yitirdik, ayrıca satın almanın tesis ettiği
"bireylere ayrıcalık bağışlama" niteliğini de yitirdik. İşçiler "isimsiz ve
kişiliksiz köleliğe" zorlandılar. Bu gidişle, çalışanlara yatıştıracak düze­
yin üstünde "yüksek bir ücret" ödememe, işçinin işinden aldığı tatmini
yeniden kazanma isteği gibi durumlar baş gösterecektir.82 Burada Nietz­
sche'nin neredeyse çağdaşı olan William Morris'in bir yankısı görül­
mektedir. Nietzsche sosyalizmin amansız bir karşıtı olmasına rağmen,

.. Epikuros Midilli Adası'nda ders veriyordu, ama felsefesi hakim anlayışa ters düş­
tüğü için tanrılara saygısızlıkla suçlandı ve canını kurtarmak için kaçmak zorunda
kaldı. Böylece siyasetle dolaylı bile olsa alaka kurmamanın en iyisi olduğuna inandı.
NIETZSCHE

bu tip sözler onun on dokuzuncu yüzyıl sosyalizminin tüm damarlarına


hoşgörüsüz yaklaşmadığını göstermektedir. Bu sözler, en azından Gez­
gin açısından, Nietzsche'nin sadece istisnai bireyin refahına değer verdi­
ğini düşünmenin yanlışlığını da göstermektedir.
Nietzsche de kapitalist özçıkara başvurarak aynı sonuca ulaşır. Ücret
düzeylerinin belirlenmesiyle işçilerin sömürülmesi engellenebilir, çünkü
sömürülmesi verimini azaltacak ve bütün olarak toplumdan yabancılaş­
mış bir sınıf üreterek toplumsal huzursuzluğa yol açacaktır.83 ( 1 848 işçi
ayaklanmalarının Nietzsche'nin belleğinde canlı olduğunu hatırlatalım. )
Diğer yandan Platon'un ve sosyalistlerin özel mülkiyeti kaldırma ni­
yeti insan doğasına dair doğru dürüst bilgiye sahip olmamaktan kaynak­
lanmaktadır. Özel mülkiyetin kaldırılması hatadır, çünkü insanlar sadece
sahip olabileceklerinin peşindeyken ve sahip olduklarının bakımını ya­
parken işlerine düşkün olur. Gelgelelim, zengin ile yoksul arasındaki bü­
yük uçurum kıskançlığa ve toplumsal huzursuzluğa yol açtığından, mu­
azzam miktarda zenginliğin özel kişilerde toplanmasından kaçınılmalı­
dır. Böyle zenginlikler yaratan işletmeler ve özellikle de bankalar devletin
mülkiyetinde olacaktır.84 Bu pasaj iki konuyu açıklığa kavuşturuyor: en
azından Gezgin bağlamında Nietzsche'nin "sosyalizm karşıtlığı" aslında
komünizm karşıtlığıdır, ayrıca üretim ve mübadele araçlarının kısmi mil­
lileştirilmesini öneren sosyal-demokrat ideali aslında desteklemektedir.
Son bir kayıt düşelim: Serbest piyasada ürünleri uzmanlar değil sade­
ce tüketiciler değerlendirdiğinden ve onlar da sadece görünüşe bakabile­
ceğinden, ürünlerin kalitesini korumak için güçlü bir tüketiciyi koruma
kurumuna ihtiyaç vardır.85
Sanat ve Karakter. Nietzsche'nin yeni dünyasında sanat ve yaşam
hem havası hem tasarımı bakımından genellikle "romantik" değil "kla­
sik" olacaktır. * Bütün büyük sanatlar ve "ahlaki öneme" sahip her insan,
"kişinin aslında sahip olduğundan fazla duygu gösterme" yönündeki ro­
mantik (Wagnerci) arzusunun tam karşıtına sahiptir, der Nietzsche. " Her
büyük sanat ... duyguları yakalamayı ve sonuca ulaşmalarına izin ver­
memeyi" ister. Büyüklüğün "tevazusu" , duyguların "kendilerini olduk-

*
1 879 Eylül'ünde Ree'ye gönderilen bir mektupta Nietzsche'nin kendi romantik dö­
nemine dair eğlenceli bir yorum vardır: "ilk Beş Kitabıma Dair. Bir zamanlar A ve
O'yu düşündüm / Bilgeliğim içimde durur; / Artık öyle düşünmüyorum: / Sadece
ebedi Ah! ve Oh! / Gençliğim içimde durur" (KGB 11.5 879). Bu " beş kitap" Traged­
yanın Doğuşu ve dört Zamana Aykırı Bakış tır elbette.
'
Gezgin ile Gölgesi

!arından daha ayık göstermelerini" gerektirir.86 Tekrarlamak gerekirse,


"Arkadia, Helen kahramanlarının dolaştığı bir Poussin manzarasıdır. 87
Savaş ve Barış. Bildiğimiz üzere, madem özgür irade yoktur, "gazap
ve ceza " "mantıksal günahlardır"; bir gün geldikleri hayvanlar alemine
geri döndürüleceklerdir. Fakat bu "günahları" aşma yeteneğine sahi­
biz, bu yüzden günün birinde silinip gidecekler.88 (Bu kesime "Walden
İki'nin İnşası" adını vermemin sebebi buydu -B. F. Skinner'in Walden
İki'sinde [ Walden Two, 1 948] de öfkenin ortadan kalkacağı düşü kuru­
lur. Nietzsche'ye göre meşru cezanın -sürgün, hapis- yasayı çiğneyene
zarar vererek mahrum kaldığı cemaatin avantajlarını "hatırlatma" me­
selesi olmasının,89 Skinner'in "işlemsel koşullanma" inancına benzedi­
ğine dikkat edin. )
Nietzsche uluslar arasındaki düşmanlıktan bahsederken, ordu değil
"savunma gücü"ne sahip olunan ve "silahlı barış" diye anılan barışın hiç
de gerçek barış olmadığını, çünkü komşusunu kötüleyerek gelecekteki
savaşın tohumlarını ektiğini söyler. Hakiki barış, "yeryüzünde barışın,
tüm insanlığa karşı iyi niyetin"90 olduğunu hakikaten söyleyeceğimiz
zaman, ancak en güçlü ulusun gönüllü olarak silahsızlandığı, karşılıklı
nefret ve korkuyla yaşamaktansa yok olmanın daha iyi olduğunu an­
ladığı zaman mümkündür.91 (Nietzsche bugün yaşasaydı, herhalde bir
Nükleer Silahsızlanma Kampanyası'nı desteklerdi. )
Bildiğimiz haliyle insandaki saldırganlık asla tam olarak silinemez
elbette. Bu yüzden "Yunanların basiretinden '', jimnastik ve sanat yarış­
malarıyla siyasi düzeni tehdit etmeden "zafer ve şan dürtüsünü" boşalt­
ma yöntemlerinden ders almalıyız.92 Saldırganlık yüceltilmelidir. Kötü
Eris'in yerine iyi Eris geçirilmelidir. Dünya Savaşı'nın yerine Dünya Ku­
pası başlatılmalıdır.

Kadınlar

Nietzsche'nin Walden İki'sinin buraya kadar tartışılan yönleri bir


ölçüde İnsanca, Pek İnsanca'dan tanıdık gelecektir. Fakat burada yeni
olarak kadınlara dair söyledikleri, Nietzsche'nin baştan sona şiddetli bir
feminizm karşıtı olduğu, hatta kadınlardan nefret ettiği yönündeki po­
püler Nietzsche tablosunu yeniden değerlendirmeyi gerektirir.
NIETZSCHE

Birkaç alıntı: " Birçok kadının ruhunda kurban olmak vardır ve


kocası onu kurban etmeyi reddederse artık hayattan keyif alamaz. " 93
" Kadınların erkek zihni hakkında ne düşündüklerini, onlar için süslenip
boyanırlarken en son vurgulayacakları şeyin yüzlerinin düşünsel nite­
likleri oluşundan anlayabiliriz. " Kadınlar yüzlerine "şehvet yüklü bir
duygusallık ve akıl kıtlığı" görüntüsü vermeyi tercih ederler. " Erkeklerin
entelektüel kadınlardan korktuğuna öyle inanmışlardır ki (erkeğin reh­
berliğine ihtiyaç duyan "aptal sarışın" imajına bürünürcesine) kendile­
rindeki zihinsel keskinliği kasten yalanlayıp bile bile ileriyi görememekle
ünlenmeye çalışırlar. "94 Fakat kadınlar da, kendi aralarında "erkek gibi
budala" sözünü kullanırlar. Gerçekten de budalalık yakıştığı yerdedir:
"Budalalık, kadındaki kadınsı olmayandır. "95
Bu tür sözler bana kalırsa doğru düzgün okunduğunda "hedefi on
ikiden vurmakla" kalmamakta, kadınların on dokuzuncu yüzyılın erkek­
egemen toplumundaki mücadelesine son derece sempatik yaklaşmakta­
dır. Daha doğrusu bana çarpıcı ölçüde duygudaşça görünüyorlar -Nietz­
sche'nin kişiliğinin en dikkat çekici özelliklerinden birinin bu olduğunu
belirten çoktur. Bu sözlerle hedeflenen kadınlar değil, onları değersiz rol­
lere zorlayan erkek kültürüdür. Ayrıca kadınların Basel Üniversitesi'ne
kabulü için mücadelesiyle tutarlı olarak, kadınları en azından erkekler
kadar entelektüel bakımdan yetenekli gördüğü açıktır -entelektüel ye­
teneklerini kullanmalarının engellenmesi, daha iyi ve daha akıllıca ta­
sarlanmış bir dünya projesi bakımından trajik bir kayıptır. Bu yüzden,
ileride göreceğimiz üzere, aklı başında geçirdiği son on yılda eşlik etmeyi
seçtiği insanların çoğunun kadın olması da şaşırtıcı değildir.
Köselitz, baskıya hazır nüshayı hazırlamak için Gezgin'in el yazması­
nı okuduktan sonra, o dönem alışkanlık edindiği üzere bazı değişiklikler
önerdi:

"İnsanlık içinde kendine nasıl bir hak yaratacağını anlayan evcil hayvan kadın­
dır," demişsiniz. Kadınların evcil hayvanlara benzetilmesi hem size yakışmaz hem
de felsefi değil; erkekler ne kadar kadınsa kadınlar da ancak o kadar hayvandır. Ka­
dınlar bilhassa entelektüel meselelerde erkeklerin mümkünse örnek alması gereken
avantajlara sahiptir.96

Nietzsche şöyle cevap verir:


Gezgin ile Gölgesi

Bu konuda beni uyardığınız için çok teşekkürler. Kadınları alçaltma görüntüsü


vermek istemiyorum, pasajın tamamını çıkarıyorum. Başlangıçta sadece erkeklerin
insan sayıldığı. .. kadınların da insan sayılmasının büyük bir ahlaki ilerleme olduğu
doğrudur. Benim -ya da bizim- kadınlara dair görüşümüz "evcil hayvan" sözüyle
yan yana gelmemelidir. -Ben [seyahatname yazarı, Sir Henry Veel] Huntley'in ilkel
kabilelerdeki kadınların durumuna dair tasvirlerine göre yargıda bulunuyordum.97

Bu görüşü o çağda daha tipik olan Schopenhauer'ın görüşüyle kıyas­


layabiliriz:

Kendileri çocuksu, önemsiz ve ileriyi göremeyen [yine "ileriyi görememe"!] tipler


oldukları -tek kelimeyle, hayatları boyunca ergin çocuklar olarak kaldıkları- gerçe­
ğinden yola çıkarsak, kadınların ilk çocukluk çağımızda bize bakıcı ve mürebbiye
olmaları yeterlidir; onlar çocuk ile gerçek anlamda insan olan erkek arasındaki bir tür
geçiş aşamasıdır.98

Köselitz ile Nietzsche arasındaki mektuplaşmada iki adama da hak­


kını verelim. Nietzsche'nin feminizm karşıtı, hatta " kadın karşıtı" oldu­
ğu görüşü kesinlikle sonraki felsefesinde zemine sahiptir elbette. " Kadın
sorununa " dair görüşlerini değiştirenin ne olduğu sorusuna da yakında
geleceğiz.

Nietzsche Demokrat mıdır?

Nietzsche'nin Walden İki'sinde demokrasi de olacak mıdır? Gez­


gin'deki çeşitli sözler, bunun olacağını gösteriyor gibidir.
Nietzsche "demokrasi" sözcüğünü çoğunlukla kültürel bir fenomene
gönderme yapmak için kullanır: En alt kültürel ortak paydada herkesin
eşitlenmesi, "kitle" kültürünün yaratılması. Bu tür bir "Demokratikleş­
meye" daima karşı olmuştur. Fakat siyasi bir sistem olarak demokrasi
konusunda Gezgin'in tavrı farklıdır. Bu yüzden, günün Avrupa'sında si­
yasal demokrasinin gelişimi üzerine yorum yaparken, gözlemi öncelikle
siyasal demokrasinin kaçınılmaz olduğudur, çünkü demokrasi karşıtları,
yani " [gerici] devrimci ruhlar" bile demokratik yöntemler kullanarak
demokratik kurumları kuvvetlendirmişlerdir. İkincisi, bunun istenen bir
NIETZSCHE

gelişme olduğunu söyler gibidir, zira "Avrupa'nın" siyasi "demokratik­


leşmesi", "modern zamanların kavramları arasında yer alan, sayesinde
kendimizi ortaçağdan ayırdığımız" ve " üzerine bütün geleceğin inşa edi­
lebileceği " . . . temelleri sağlayan şu " heybetli koruyucu ölçü kuralların­
dan" biridir. Demokrasinin gelecek için "koruyucu" bir temel sağlama
gerekçesi, "verimli kültür alanlarını çılgın, başıboş sellerin bir gecede
yeniden yok etmesini imkansızlaştırmasıdır". Demokratik kurumları
kurarak "barbarlara, zararlı öğretilere, gövdece ve ruhça köleleştirilme­
ye karşı taş barajlar, koruyucu duvarlar" inşa ederiz.99 Ayrıca, "demok­
ratik kurumlar, eskiden kalma öğretilerle, tirancıl arzularla savaşmaya
yarayan tecrit edici düzenlemelerdir. Böylesi bir durum hem çok yararlı,
hem de çok da can sıkıcıdır" . ı oo Bu da geleneksel Churchillvari anlayı­
şa yakın bir demokrasi savunusudur: Demokrasi tüm başarısızlıklarına
rağmen tiranlığa karşı bir kaledir.
Fakat Walden İki'nin demokratik bir devlet olacağına karar ver­
meden önce, Gezgin'deki sözlerin İnsanca, Pek İnsanca'daki "din ve
hükümet" başlıklı 472. Kesim'inde yürütülen uzun ve karmaşık tartış­
manın karşısına konması gerekir. Özetle, buradaki argüman şöyledir:
Geleneksel, "koruyucu" (yani "ataerkil", demokratik olmayan) devlet
iki sebeple esasen dine bağımlıydı: hükümdarın meşruluğunun onaylan­
ması ( "kralların ilahi hakları" ) ve hükmedilen kesimin onayı. İlahi yetki
geleneksel devleti bir hürmet nesnesine çevirmiş, böylece onu toplumsal
düzen için " büyük bir kuvvet" haline getirmişti. Fakat demokrasinin
gelişi devlete saygıyı azaltır, çünkü artık "tek egemen iktidar odağı"
" halk" olmuştur. Bu yüzden demokrasi "devletin çürümesine" yol açar.
Bu durum toplumsal anarşi tehdidi yaratsa da, bu durum mutlak bir
dehşet olarak görülmemelidir, çünkü tarih, insanlığın yeni toplumsal
örgütlenme biçimleri yaratmadaki verimliliğini göstermektedir. Örne­
ğin devletin geleneksel işleri "özel müteahhitlere" devredilebilir ( bura­
da Nietzsche'nin ileri görüşlülüğü bir daha ortaya çıkıyor). Gelgelelim,
demokratik devletin çöküşünün ardından insanlığın süreceğine yönelik
bu genel inanç, demokratik devletin ölümü için fiilen çaba harcamamız
gerektiği anlamına gelmez. Tam tersine, demokratik devletin "bir süre
daha" ayakta kalmasını beklemeliyiz. Gezgin bize bunun sebebini de
söyler elbette: Demokratik devletin çöküşü pekala tiranlığa yol açabilir
( Hitler ve Mussolini'nin tiranlığına) .
Gezgin ile Gölgesi

Nietzsche'nin pozitivist dönemindeki demokrasi görüşünün ne ol­


duğunu saptamak kolay değildir. Ama bazı şeyler açıktır. Demokratik
devlet en iyi devlet biçimi değildir, çünkü "devletin çürümesine" yol
açar. Sadece şimdilik en iyi biçimdir, çünkü insan doğasının mevcut du­
rumu sebebiyle demokrasinin kalkması büyük ihtimalle tiranlığı geti­
recektir. İleride göreceğimiz üzere, Nietzsche'nin olgunluk felsefesinde
uğraşılan meselelerden biri de demokrasi yerine tiranlık değil de başka
bir tür devlet gelmesi için (en azından bazı) insanların nasıl olması ge­
rektiğidir. Demokrasinin ölümünün lanetten ziyade lütuf olması ıçın
koşullar nasıl olmalıdır?
***

Gezgin'e en içgörülü tepki, hatırlayacağınız gibi İnsanca, Pek İnsan­


ca karşısında dehşete kapılan Rohde'den geldi. Nietzsche'ye gönderdiği
mektupta, kitap, diyordu, "sakin ruhunun altında nasıl bir cefanın yat­
tığını bilen herkese acı veriyor, ama 'gölge sohbetinin' seni tüm kişisel
şeylerin çok üstüne çıkarmasından hepimiz gerçekten memnun olmalı­
yız"; böylece eser okura da çok sayıda ibret verici "hastalık karşısında
zaferler" sunuyor. tül Rohde bu arada Overbeck'e gönderdiği mektupta
da şöyle der: " Reelikteki dogmacı düzeyi azalmış . . . Nietzsche kendine
daha serbestçe bakıyor ve zorlama bir özgür ruhlulukla [İnsanca'da]
bastırdığı kendi varlığını geri kazanıyor . . . Nietzsche, Wagnerciliğin sı­
cağını takip eden Ree'ciliğin soğuk rüzgarını ciddi ölçüde yenmiş. " 102
Bu yorumlar bana temeli bakımından doğru görünüyor.

Naumburg, Riva, Ven edik, Marienbad, Stresa

1 879 güzünün yaklaşmasıyla birlikte Nietzsche'nin St. Moritz'deki


üç ayı sona erdi. Belki de çarpık bir alışkanlıkla soğuğa meydan okuma­
yı bırakmasını farklı doktorların öğütlemesinden etkilenerek Engadin'in
soğuk kışının Basel'in sıcak yazı kadar sağlığına kötü geleceğine karar
vermişti. Bir başka deyişle, iklimsel aşırılıklar sağlığına özellikle kötü ge­
liyordu. Böylece aklı başında geçirdiği son dokuz yıl devam edecek olan
bir desen ortaya çıktı: Yazları yüksek vadilerde, kışları deniz seviyesinde­
ki sıcak yerlerde geçirecekti. Sonraki yıl bu sıcak yerleri Fransız ve İtal­
yan riviyeralarında aramaya başlasa da, o sırada en sıcak yer (küçük bir
430 NIETZSCHE

farkla) Naumburg'du. Nietzsche 1 8 80 Şubat'ına kadar Naumburg'da


kaldı. 1 7 Eylül'de Chur'a giden trene binmiş, indiği yerde Elizabeth'le
buluşmuştu -Elizabeth'in o sırada okumayı yarıladığı George Eliot'un
Middlemarch'ını * tartıştılar- oradan da Naumburg'a doğru yola çıkıp
20 Eylül'de şehre varmışlardı.
Nietzsche'nin Naumburg'daki projesi, kendi deyişiyle " rasyonel [bir]
... kış kürü programı" uygulamaktı. " Kür" fikrinin ardında da bir son­
raki kitabı olan Tan Kızıllığı 'nda fiziksel ve manevi bunalım için en iyi
çareye dair verdiği öğüt yatıyordu:

Gerçek ya da mecazi anlamda bol miktarda uyku. O zaman insan sabahına geri
kavuşacaktır. Hayat bilgeliğindeki (Lebensweishei� marifet, her türlü uykuyu uygun
zamana yerleştirmeyi bilmektir. 1 03

"Kış istasyonuna" vardıktan sonra Overbeck'e gönderdiği mektupta,


programın ardındaki "ana düşüncenin" mecazi uyku olduğunu söyler:
" Hiç durmayan içsel çalışmamdan kaçarak mümkün olduğunca dinlen­
mek, kendi halimden çıkıp toparlanmak, hem de yıllardır yapmadığım
bir şekilde. " 1 04 Bu noktada "ne kadar aptallaşırsa" o kadar iyi olacağını
söyleyen Immermann geliyor aklımıza. Ya da Shakespeare'in uyku bü­
tün kaygılarımızı dindirir sözünü * * düşünüyoruz.
Nietzsche kendi Epikurosçu felsefesinin etkisiyle daha önceki
Temmuz'da sağlığını ve moralini toparlama planlarına başlamıştı. O
sıradaki planı, şehir surlarının, annesinin Weingarten sokağının sonun­
daki evine yakın kısmındaki bir kulede bulunan tek bir odayı beledi­
yeden kiralamaktı. Kulenin yakınlarındaki meyve ve sebze bahçesinin
bahar ve yaz aylarında bakımını yaparak geçimine katkı sağlayacaktı.
Bir başka deyişle, kelimenin tam anlamıyla "Epikuros'un bahçesinde"
yaşamayı planlıyordu. 2 1 Temmuz'da annesinden odayı (gayet düşük
miktara) yılda on yedi buçuk talere altı yıllığına resmen tutmak istediği­
ni belediyeye bildirmesini istedi. Sebze bostanına bakmak, diye devam
ediyordu,

* Kitap beş yıl önce 1 874'te basılmıştı. O sırada Almancaya çevrilmiş olduğunu kabul
etmeliyiz, zira Elizabeth kesinlikle İngilizce okuyamıyordu.
** Shakespeare'in Macbeth (2006; Macbeth, 1 606) adlı oyunun ikinci perdesinin ikinci
sahnesinde, İskoç General Macbeth'in eşine söylediği söz-r.n.
Gezgin ile Gölgesi 43 1

tam istediğim bir şey ve hiçbir şekilde istekli bir "bilgeye" layık olmadığı söylene­
mez. Basit ve doğal bir yaşam tarzını sürekli daha çok istediğimi biliyorsun, sağlığı­
mın düzelmesi için daha iyi bir tedavi olamaz. İnsanın kafasını yormadan vaktini alan
ve vücudunu yoran bir işe ihtiyacım var. Babam da bir keresinde benim bahçıvan
olacağımı söylememiş miydi?1 0S

Kısacası, Nietzsche'nin planı Epikuros'un "göze batmadan yaşa "


öğüdüne uymak, en azından bir süreliğine entelektüel "uyku" haline
geçmekti. Neticede bu plan boşa çıktı, çünkü oda başkasına kiralanmış­
tı. "Görevini" bırakmaktansa uçmayı tercih edecek olan Nietzsche de
bu kira sözleşmesinden kurtulduğu için aslında biraz rahatlamıştı (bu
arada sözleşmeye göre kulede çamaşır asmak ya da meyhane açmak da
yasaktı). 106
Naumburg'da Nietzsche'nin sağlık durumu düzelmedi. Aslında kış
soğuğunun başlamasıyla en kötü seviyeye indi. 1 8 80 Ocak'ında Dr.
Eiser'e gönderdiği ve daha önce alıntıladığımız mektuba göre, ağrı, mide
bulantısı ve krizler o kadar şiddetliydi ki bazen bilincini kaybediyordu.
Aynı zamanda "kahramanca" , Epikurosçu bir edayla Malwida 'ya acil
vasiyetini bildirmişti:

Bunun son [mektubum] olacağına şüphe yok! Hayatımın korkunç ve amansız iş­
kenceleri sonuma susar hale getirdi beni; bazı belirtilere göre, kurtarıcı bir beyin felci
umut bağlanacak kadar yakın görünüyor. İşkence ve mahrumiyet bakımından son
birkaç yıldaki hayatım herhangi bir çilecinin hayatıyla boy ölçüşebilir ... Gelgelelim,
aynı yıllarda ruhumu arıtıp parlatmada çok mesafe katettim -artık bunun için dine ya
da sanata ihtiyacım yok ... Hayatımın eserini tamamladığıma inanıyorum ... Hiçbir
acı beni hayata, bildiğim anlamda hayata yalancı tanıklık etmeye ayartamadı, hiçbir
zaman da ayartamayacak.107

Fakat ölüm düşündüğü kadar yakında değildi. Bunun üzerine bir kez
daha iklim ile sağlık arasındaki ilişkiyi düşünmeye başladı. Naumburg,
hatta genel olarak kuzey Avrupa ona çok kötü geliyordu. Bu yüzden
1 3 Şubat'ta kuzey İtalya'nın Trentino-Alto Adige bölgesindeki Guarda
Gölü'nün kuzey kıyısındaki Riva'ya gitti. Karla kaplı Dolomites'in etek­
lerine sığınmış olan Riva bir ağaç ve çiçek vahasıydı. Kaldığı Seevilla
otelinin (bugün Hôtel du Lac et du Pare) geniş arazisi gölün kıyısına
43 2 NIETZSCHE

kadar uzanıyordu. Nietzsche artık aklı başında döneminin geri kala­


nındaki göçebelik yurduna girmişti. Daha önce de hep hareket halin­
de olmasına ve kendini yurtsuz bir "gezgin" gibi göstermeyi sevmesine
rağmen, bundan böyle gerçekten tam anlamıyla bir "göçebe" olacaktı;
zaten kendini öyle görüyordu: 108 Yani hareketli olmakla birlikte, bu ha­
reketi belirli bir alanda belirli bir kalıba uyacaktı. Nietzsche'nin zaman
zaman iş ya da görev gereği Leipzig ya da Naumburg gibi başka yerlere
de gitmesi söz konusu oluyordu, ama artık bu alan belirlenmiş oldu;
kuzeyde İsviçre Alpleri'nin güney vadilerinde, güneyde ise denizde bi­
tiyordu: ya Adriyatikte (Venedik) ya da Akdeniz'de ( Cenova ve Nice).
Nietzsche Riva'da Tan Kızıllığı'nın notlarını almaya başladı. Ama
bir ay devam eden soğuk ve nemli havada sağlığı hiç düzelmeyince dos­
tu Köselitz'in yurt edindiği Venedik'e taşınmaya karar verdi. Orada
Temmuz başına kadar kalacaktı. Venedik'te ebedi sağlıklı olma arayışı
içinde, sözde tıbben " bunaltıcı" iklimin baş ağrılarına gerçekten iyi ge­
lip gelmeyeceğini görmek için "son derece gerekli bir deneye" girişti. 109
(Venedik bataklık lagünü, sivrisinekleri ve karışık kanallar labirenti yü­
zünden on dokuzuncu yüzyıl boyunca insanın kolayca ölümcül hasta­
lığa yakalanabileceği bir yer olarak görülmüştü.) Birkaç hafta Campo
San Canciano yakınında, işçi sınıfı semti olan Cannaregio'daki dar bir
sokak olan Calle Nuova 5256 numarada Köselitz'le birlikte kaldı. Ora­
dan da Venedik'in ada mezarlığı San Michele manzaralı birkaç sokak
ilerideki kendi dairesine geçti.
Nietzsche Venedik'i çok sevdi. Ferah ve şık dairesini, St. Mark Meyda­
nı'ndaki huzur verici güvercinleri, İtalyan kahvesinin dünyadaki kahvele­
rin en iyisi olduğunu keşfettiği açık hava kafelerini, ılık ilkyaz güneşini,
gözlerini koruyan loş sokakları, deniz havasını ve denize girmeyi seviyor­
du. Uzun zamandır ilk defa uykuları biraz düzene girdi ve hem sağlığı hem
de görünüşü iyileşmeye başladı.110 Tan Kızıllığı üzerine çalışmalarını ge­
çici L'Ombra di Venezia [Venedik'in Gölgesi] başlığıyla sürdürüyordu.1 1 1
Fakat Köselitz'le ilişkileri gerilimsiz değildi. Köselitz bir yandan bir
arkadaşına gönderdiği mektupta Nietzsche'nin "en ciddi anlamda bir
aziz olduğunu ... dünyada eşi benzeri bulunmadığını, yeryüzünde ondan
önce o tür bir insan yaşamadığını ve bir daha da yaşamayacağını" söy­
leyebiliyordu. 1 1 2 Fakat diğer yandan kendi bestecilik işine devam etmek
istiyordu. Nietzsche'nin dostu, asistanı, genel moral yükselticisi rolünü
Gezgin ile Gölgesi 433

oynadığı için kendi işleri durma noktasına gelmişti. Ama sonra " benden
başka dayanağı olmayan bu zavallı adam " dediği Nietzsche'ye birazcık
vakit ayırmayı çok gördüğü için kendini azarlıyor, "tam bir piç" ol­
makla suçluyordu. Yine de Nietzsche'nin gecenin bir vakti aklına gelen
bir şeyi yazdırmak için onu uyandırmakla kalmadığını, aynı zamanda
başka zamanlarda da Chopin çalmasını, onunla birlikte denize gitmesini
istediğini yazmaktan kendini alamıyordu: "çoğunlukla akşam olduğun­
da bir bakıyorum ki kendim için hiçbir şey yapmamışım. İşte o zaman
sinirleniyor ve Nietzsche'nin canı cehenneme diyorum" . 1 1 3 Daha sonra
aynı arkadaşına bıkkınlıkla şöyle yazmıştı: "Son birkaç haftayı neredey­
se kör bir adamın, yazdığı neredeyse okunmaz bir el yazmasından en az
iki yüz sayfalık bir kitabı [Tan Kızıllığı] hazırlayarak geçirdim -başın
ağrıyor mu diye sorsana! " 1 14
Nietzsche'nin mektupları da dostunda yarattığı gerilime duyarsız ol­
madığını gösterir. Sırf dostluğunu korumak için bile olsa Venedik'ten ay­
rılmak zorunlu hale gelmişti -zaten Temmuz' da bu şehir ona fazla sıcak
ve sivrisinek dolu bir yer haline gelmeye başlamıştı. Bohemya'daki Ma­
rienbad kaplıca merkezi (şimdi Çek Cumhuriyeti'ndeki Marianske Laz­
ne) tavsiye edilince, Temmuz ve Ağustos'u oradaki Hotel Ermitage'da
geçirmeye karar verdi. Fakat bu iyi bir hamle olmamıştı. Orada ne in­
sanları ne de yemekleri sevdi. Hava nemliydi ve eski Tribschen günle­
rinin anıları depreşmişti. Wagner'den kopuşu için Köselitz'e, "yaşama
ve düşünme yolumun gerektirdiği en zor fedakarlıktı" diyordu. Aynı
mektupta (Brahms meselesini gayet güzel unutarak), Wagner'le kişisel
ilişkisini ilk kez çarpıtmaya başlamıştı; sonraki anlatılarında da bu çar­
pıtma devam edecekti: "Aramızda tek kötü söz söylenmemiştir, " diye
iddia ediyordu. 1 15
Anlamadığı bir dille çevrelenen Nietzsche kendini Marienbad'da ta­
mamen yalıtılmış hissediyordu. Tek parlak nokta orman ve insanların
onu Polonyalı sanmasıydı. 1 1 6 (Sonraki yazılarındaki başka bir fantezi de
Polonyalı olduğudur. ) Gecenin bir yarısı kaldığı otelin bahçesinden kaz­
ma sesleri gelince anlık bir telaş oluşmuştu. Sabahleyin polisin bir sahte
para basma makinesini topraktan çıkardığı ve otelin sahibini de hapse
götürdüğü ortaya çıktı . 1 1 7 Yöre halkı Nietzsche'den "İsviçreli hüzünlü
profesör" diye bahsediyordu, otelin diğer müşterileri de onun "aşırı ses­
siz" olduğunu, neredeyse sadece çocuklarla konuştuğunu söylemişti . 1 1 8
434 NIETZSCHE

Hiç şüphe yok ki Marienbad'ın sefaletinden sonra biraz anne sev­


gisinin onu toparlayacağı umuduyla Eylül'ü Naumburg'da geçirdikten
sonra tekrar güneye indi ve bu kez Maggiore Gölü'nün güneybatı kıyı­
sındaki Stresa'da konakladı. Fakat "kışın dondurucu esintisiyle" şimdi­
den titremeye başladığı için burayı "yeterince güneyde bulmamıştı" , 119
Yeniden Tan Kızıllığı üzerinde çalışmaya başladı, bu sefer de İnsanca,
Pek İnsanca için kullanmayı düşündüğü Saban Demiri başlığını bu eser­
de değerlendirmeye niyetlenmişti. Stresa'da istediğinden daha uzun süre
konaklamak zorunda kaldı -14 Ekim'den 8 Kasım'a kadar. Kız kardeşi­
nin Naumburg'dan gönderdiği bir sandığı burada sabırsızca beklemişti.
Bu sırada yazdığı bir not, güz vakti Maggiore'nin rüzgarsız, nemli ve
soğuk pusunun yarattığı ruh halini göstermektedir:

İnsan yaşlanıyor ve ne kadar ünlü bir isim taşırsa taşısın bir yerden tam anla­
mıyla tatmin olmak benim için güç. Lago Maggiore'nin güz sonundaki solgun güzel­
liği, tüm hatlarını ruhanileştiren ve kırları neredeyse hayale çeviren güzellik beni hiç
büyülemiyor, ama onun yerine hastalıklı bir hüzünle konuşuyor benimle -böyle bir
hüznü doğadan başka yerlerden tanıyorum. 120

Nihayet ertesi gün sandık geldi ve Nietzsche de kışı geçirmeye karar


verdiği Cenova'ya geçebildi.

Cenova, Recoaro ve Sils Maria

Nietzsche birkaç kötü başlangıçtan sonra Cenova'nın Brignole de­


miryolu istasyonundan yirmi dakikalık yokuş yukarı yürüyüş mesafe­
sindeki Salita della Battistine 8'e yerle�ti. Yürüyüş yolunu Elizabeth'e
her zamanki matematiksel titizliğiyle anlatıyordu:

Evet, çok yürünüyor! Ayrıca tırmanılıyor! Zira küçük çatı katıma varmak için 1 64
basamak çıkmam gerekiyor ve evin kendisi de dik bir saraylar sokağının epeyce
yukarısı nda. 121 Çok dik olan ve uzun bir merdivenle biten bu sokak çok sessiz ve
taşların arasında bitmiş otlar var. 122

Evi iyi seçmişti, diğer kiracılar hoş insanlardı ve sempatik ev sahi­


besi Signora Settima Stagnetti de Nietzsche'nin aşçılık repertuarına
Gezgin ile Gölgesi 43 5

(Sorrento'da risotto yapmayı öğrendiğini hatırlayın) enginar ve yumur­


tayla yapılan bir Cenova yemeği eklemişti. 123 Evin bitişiğindeki Villeta
Dinegro adlı parkta bir koru vardı, şahane yürüyüş yollarından yuka­
rı çıkınca bütün şehrin ve limanın çarpıcı bir manzarası görülüyordu.
Tek sıkıntı çatı katında ısıtma tertibatı olmamasıydı. Nietzsche bu sessiz
kuytu için şöyle diyordu: " kendimi o kadar evimde hissediyorum ki,
temel ihtiyaçlarım nedeniyle temas ettiğim herkesin yüzünde dostluk ve
sohbetinde hoşluk var sanki" . 124 Ev sahibesi de onun diğer kiracılarla
iyi geçindiğini Elizabeth'e doğruluyor, başkalarının neşelerini ve keder­
lerini paylaşmasından dolayı "il piccolo santo" ( küçük aziz) diye bilin­
diğini belirtiyordu. 125
Nietzsche Cenova'da yalnız ve kimsesiz yaşamaya kararlıydı -yaşa­
mını Epikuros "tevazusunda " sürdürecekti. Yayıncısına yazdığı kada­
rıyla, "felsefi yaşıyordu" .126 "Kimseye nerede olduğumu söylemeyin,"
diye tekrar tekrar buyuruyordu mektuplaştığı birkaç kişiye:

Buradaki tüm çabalarım [diye yazıyordu Overbeck'e] ideal bir çatı katı yalnızlığı
geliştirmeye yönelik, kaldı ki -çektiğim onca acının bana öğrettiği kadarıyla- doğa­
mın zorunlu ve en basit talebi bu çabamın başarıya ulaşması ... Uzunca bir süre için
yanımda kimse olmadan, kimsenin dilini anlamadığım bir şehrin ortasında yaşamalı­
yım ... Yüzyıllar hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi yaşıyorum, ne tarihi ne de gazeteleri
umursuyorum. 1 27

Kısacası, Nietzsche Zerdüşt'ün bir dağdaki mağarada on yıllık yal­


nızlığında yansımasını göreceğimiz derin bir yalnızlığa çekiliyordu (buna
"tekbencilik terapisi" de diyebiliriz). Ree onu Naumburg'da ziyaret et­
mişti, fakat Nietzsche bu ziyaretin aşırı uyarıcı olduğuna karar vermişti.
Şimdi dışsal uyarıcıları ortadan kaldırarak fiziksel ve zihinsel ahengini
yeniden kazanmaya çabalıyordu:

Benim için ahenkli olan bir hayatı keşfetmek için yine bir denemeye giriştim [diye
yazıyordu eve], bu sefer sağlığa giden yolun da bu olduğuna inanıyorum: Bugüne
kadar izlediğim tüm yaşam-yolları sağlığımı kaybetmeme yol açtı. Kendi doktorum
olmak istiyorum ve bu da benim için kendi derinliklerime sadık kalmam ve yaban­
cı hiçbir şeyi dinlememem gerektiği anlamına geliyor. Bu yalnızlığın bana ne kadar
iyi geldiğini anlatmaya kelimeler yetmez. Bunun size sevgimi azalttığını sanmayın!
Onun yerine münzevi-varlığımın sır kalmasına yardım edin! Ancak bu şekilde kendi-
NIETZSCHE

mi her anlamda ilerletebilirim (ve sonuçta belki başkalarına da faydalı olabilirim). İşte
yılda 1 0.000 geminin yanaştığı bu büyük, canlı liman şehri -bana huzur ve kendim­
için-olma hissi veriyor. Mükemmel bir yatağı olan bir çatı katı: basit, sağlıklı gıda, ba­
şım için hayati olan deniz havası, şahane bir kaplamaya sahip yürüme yolları, ayrıca
Kasım için çok hoş bir ılık hava (ama ne yazık ki bolca yağmur). 1 28

Nietzsche'nin sağlığı Venedik'teki kadar iyi değildi, ama yine de


Cenova'ya yoğun bir sevgi duyuyordu. Kolomb'un yeni dünyayı keşfet­
mek üzere ufka doğru yelken açtığı bu şehir, Batı kültürü için yeni bir tan
kızıllığı arayışını simgelemeye başlamıştı -artık yürüyen projenin başlığı­
nın Tan Kızıllığı olmasına karar vermişti. Yine büyük ölçüde Cenova'da
yazılan Şen Bilim 'de , şehre ayrılmış bir kesim vardır. Bu kesimde Ceno­
va "yeniye duydukları susuzlukla eskisinin yanına yeni bir dünya ko­
yan" bir halkın yurdu olduğu için övülüyordu.129 Oturduğu yerden beş
dakika yürüme mesafesindeki Strade Nuova'daki * barok sarayları çok
beğeniyordu, rekabetçi -"agonistik"- bireyselliğin, biçimin kapsayıcılı­
ğı altında birleşerek burayı kaostan ziyade "rekabet" memleketi haline
getirmiş olmasını seviyordu.130 Günde altı ila sekiz saat yürüyebilmeyi,
kışın kısalığını (iddiasına göre sadece bir ay sürüyordu) ve "hemen her
gün deniz kıyısındaki uzak kayaların üzerinde güneş altındaki kertenkele
gibi oturmayı ya da yatmayı, sessizlik içinde ruhun maceralarıyla meşgul
olabilmeyi" seviyordu.131 Ayrıca Cenova'nın denizine karşı mistik bir
sevgi geliştirmişti; böylece panteist bir bütünselliğe kapılıp gidebiliyordu:

İ şte deniz, burada şehri unutabiliriz ... Her şey durgun! Deniz orada solgun ve
pırıltılı uzanıyor, konuşamıyor. Gökyüzü, sonsuz sessiz akşam oyununu kırmızı, sarı
ve yeşille birlikte oynuyor, konuşamıyor. Küçük kayalar ve kaya şeritleri en ıssız yeri
bulmak için denize yuvarlanıyor; bunların hiçbiri konuşamıyor. Aniden üzerimize çö­
ken bu korkunç sessizlik hem güzel, hem tüyler ürpertici, bu sırada insanın gönlü
kabarıyor ... Konuşmaktan nefret etmeye, hatta düşünmekten nefret etmeye baş­
ladım; ... Ah deniz, ah akşam! ... İ nsana insanlığı bırakmayı öğretirsiniz! İ nsan size
teslim mi olsun? Sizin şimdi olduğunuz gibi solgun, pırıltılı, suskun, heybetli mi olsun,
kendinden çıkıp mı dinlensin? Kendinden mi yükselsin?132

*
Peter Paul Rubens, Strada Nuova'nın güzelliğinden öyle etkilenmişti ki buranın sa­
raylarının mimari çizimlerini 1 622'de iki ciltlik I Palazzi di Genova (Cenova Sa­
rayları) adlı eserde yayımlamıştı. Bugün Via Garibaldi diye bilinen Strada Nuova,
Dünya Mirası alanlarından biridir.
Gezgin ile Gölgesi 437

Nietzsche 1 8 8 1 Mart'ında Tan Kızıllığı 'nı esasen bitirmiş ve el yaz­


masını Schmeitzner'e göndermişti. Köselitz'e gönderdiği mektupta, bu
esere hakim ruhlar, "Cenovalı üç koruyucu meleğim, Kolomb, Mazzini
ve Paganini" diyordu.1 33 Düzeltmeleri halletmek için buluşma yeri ola­
rak Cenova ile Venedik'in yaklaşık olarak ortasında kalan Recoaro'yu
seçtiler. Nietzsche oraya 3 Mayıs'ta vardı ve iki ay kaldı.
Garda Gölü'nün kuzeyindeki Dolomites'te bulunan Recoaro başka
bir kaplıca merkeziydi. Nietzsche meşhur Recoaro sularından içebildi
( bu su bugün şişede bulunabiliyor). İki arkadaş Fonti Centrali'den pek
uzak olmayan şık ama gösterişsiz Alberto Tre Garofani otelinde kaldı­
lar. Orada ellerinin altında piyano da olmalı, çünkü Nietzsche ilk kez
burada Köselitz'in müziğini doğru düzgün tanıyabildi, özellikle de ko­
mik operası, Şaka, Kurnazlık, İntikam'ı (Scherz, List und Rache) dinle­
di. Onun "tüm yaşayan besteciler içinde eşi bulunamayacak birinci sınıf
bir besteci" (yani Wagner'den üstün) olduğuna karar verdi. Köselitz'in
müziği, "neşesi, zarafeti, maneviyatı ve zararsız eğlenceden masum yü­
celiğe kadar geniş duygu aralığıyla ",134 "tam benim felsefemin ait oldu­
ğu müzik" , 135 diyordu Nietzsche.
Nietzsche'nin sağlığı başka pek çok yerde olduğu gibi Recoaro'da da
kötüye gitti. Ilık Adriyatik havasının serin Alp havasıyla çarpışmasının
yarattığı fırtınalar onu altüst etti; orman gölgelerinin yokluğu da gözle­
rine kötü gelmişti. Temmuz'da her gün korkunç nöbetler geçiriyordu.
Bu yüzden Engadin'e dönmeye karar verdi. Trenleri kaçırması yüzünden
kabusa dönen St. Moritz yolculuğundan sonra kendine gelmesi bir hafta
sürdü. Buradaki çok yüksek fiyatlar ve yörede yaşayanlardan birinin
şans eseri tavsiyesi nedeniyle yola devam etti ve daha yukarıdaki küçük
bir tarım köyü olan Sils Maria'ya ulaştı. Köyde bir dükkanın üstünde
nispeten ucuz bir oda buldu. Oturduğu iki katlı ev bir çam ormanın
kenarındaydı ve köy muhtarı Herr Durisch'e aitti. Böylece Nietzsche 4
Temmuz 1 8 8 1 'de, ondan sonraki başka yerlere nazaran manevi yurdu­
nun merkezi olacak yeri keşfetmişti.
1 Kari Ludwig Nietzsche (Nietzsche'nin babası).
Fotoğraf:Klassik Stiftung Weimar, GSA
2 Franziska Nietzsche (Nietzsche'nin annesi),
[Goethe und Sebiller - Archiv] 1011324.
yaklaşık25 yaşında. Fotoğraf: GSA 101/31.1.

3 Nietzsche'nin doğduğu Röcken'deki papaz evi. Arkasında babasının kilisesi. Fotoğraf: yazar.
4 Weingarten 18; Franziska Nietzsche'nin Naumburg'daki evi. Fotoğraf: yazar.

6 Friedrich Ritschl, Nietzsche'nin Leipzig'deyken


çok sevdiği profesör. Fotoğraf: GSA 101/392.

ı Nı,·tzsche 17 yaşında. FotoRraf: GSA 101/1.


7 Paul Deussen, yaklaşık 19 yaşında.
Fotoğraf: GSA 101/133.

8 Nietzsche, 24 yaşında, askeri üniformasıyla.


Fotoğraf: GSA 101/9.
~ Arthur Schopenhauer, "üstadınuzın semavi 10 Franz Overbeck. Fotoğraf: GSA 101/362.
ınıııi": Jules Luntenschütz. Yağlıboya
\ı lıopenhauer-Arşivi, Universitatsbibliothek,
l ı .ıııkfurt a.m.

11 Wagnerlerin Tribschen, Luzem'deki evi. Fotoğraf: yazar.


12 Richard ve Cosima Wagner, Mayıs 1872, Bayreuth'a taşınmaları sırasında.
Fotoğraf: (F. Luckhardt) Richard Wagner Museum, Bayreuth.
13 Nietzsche ve arkadaşları: Erwin Rohde (solda) ve Cari voo Gersdorff, Ekim 1871.
Fotoğraf: GSA 101/41.
14 Wahnfried, Wagnerlerin Bayreuth'taki evi. Fotoğraf: yazar .

Kuruntulanm burada WAHNFRIED ...olsun bu evin adı.


huzura erdi ... (Kuruntu-Huzuru)
15 Bayreuıh'ıaki Şenlik Evi (Fesıspielhaus). Fotoğraf: yazar.

1tı Malwida von Meysenbug. 17 Elizabetb Förster-Nietzsche


hııoğraf:GSA 101/293. (Nietzsche'nin kız kardeşi), yaklaşık
30 yaşında.
Fotoğraf: GSA 101/160.
18 Paul Ree. Fotoğraf: GSA 101/385.

19 Hcinrich Köselitz ("Peter Gast").


Fotoğraf: GSA 101/214.
20 Mathilde Trampedach.
Fotoğraf: GSA 101/452.

21 Sils Maria'daki Durisch evi. Nietzsche'nin odası sağ üstte, arka tarafta. Fotoğraf: yazar.
22 Nietzsche'nin Durisch evindeki odası. Fotoğraf: yazar.
23 "Bengi dönüş" ("ewige Wiederkehr") fikrinin ilk kez Nietzsche'nin aklına geldiği yer
olan, Silvaplana Gölü kıyısındaki "haşmetli, piramit biçimli kaya". Fotoğraf: yazar.

24 Lou Salome, 1882. "Salome macerası"nın


yaşandığı yıl. Fotoğraf: GSA 101/92.
25 "Kadınlara mı gidiyorsun? Karbacmı unutma." Lou Salome, Paul Ree ve Nietzsche,
Luzem, Mayıs 1882. Fotoğraf: Uules Bonnet) Wikimcdia Commons.
26 Nietzsche'nin Chaste yarımadasındaki anıtı. Üzerindeki yazıt Zerdüşfün "Sarhoş
Şarkı"sından alıntıdır. Yazıt 1900'de Cari Fuchs ve Walther Lampe tarafından dikildi.
Fotoğraf: yazar.

ı' llnıı von Schimhofer. 28 Meta von Salis-Marschlins. Karakalem çizim:


ı f: özel koleksivon. IW. Allersl Riitisches Müzesi. Chur.
29 Silvaplana Gölü, Sils Maria manzarası. Fotoğraf: yazar.

30 Weimar'daki Nietzsche Arşivi. Binanın eski adı Villa Silberblick'ti. Fotoğraf: yazar.
31 Nietzsche: Mayıs 1899. Ölümünden kısa süre önce. Fotoğraf: GSA 101/37.

32 1930'1ar: Elizabeth Förster-Nietzsche ve Şansölye Adolf Hitler. Fotoğraf: GSA 72/1596.


16. Bölüm

Tan Kızıllığı

1881 Temmuz'unda basılan Tan Kızıllığı bir Cenova kitabıydı. Ha­


zırlık taslakları bir buçuk yıl önce Riva'da başlayıp, Venedik ve
Stresa'da devam etmesine rağmen, kitabın kendisi Cenova'da varlık ka­
zandı: "Hemen her cümle Cenova yakınındaki kaya keşmekeşi arasında
düşünülmüş, takip edilmiştir. " ı Bu kitap Nietzsche'nin pozitivist döne­
minin tamamlandığı eserdir.

Yavaş Okunacak Bir Kitap

İnsanca, Pek İnsanca'da olduğu gibi, Tan Kızıllığı da açıkça potan­


siyel ve fiili "özgür ruhlulara" hitap ediyordu. Kitap, "düşünürler top­
luluğuna" , yani " biz maceracılara ve göçmen kuşlara [ Wandervögel]"
sesleniyordu;2 mevcut gelenek ve göreneklere direnen, bu yüzden de ana
akımın "suçlular, özgür düşünürler, ahlaksız kimseler" diye suçladığı,
"yasadışı [ Vogelfreiheit] ilan ettiği" kimselere yönelikti.3 İnsanca'da ol­
duğu gibi Nietzsche bir hayat reformu hareketinin toplandığını hisseder:
Kendilerini mevcut töre ve yasalarla bağlı görmeyen kimseler "halen ...
örgütlenmenin ve kendilerine bir hak sağlamanın ilk çabalarını göster­
mekteler. "4 Eski ahlakın çöküşü nedeniyle, "yaklaşan yüzyılın, insan­
ların silah taşımayı zorunlu göreceği kadar tehlikeli bir yüzyıl haline
gelmesi mümkün olmakla" birlikte bu hareketi cesaretlendirmek ve
yönlendirmek arzusundadır.5 Onun gözlemine göre, o sırada Avrupa'da
"artık Tanrı'ya inanmayan ... belki de on ile yirmi milyon insan var­
dır" -bunlar " birbirlerine bir işaret vermelidir" ki "Avrupa'da" örgüt­
lü " bir güç olabilsinler. " 6 Bu tartışma in hoc signo vinces ( "bu işaretle
440 NIETZSCHE

yeneceksin" .. -Constantinus haçtan bahsediyordu) başlığı altında ger­


çekleştiğinden, Nietzsche büyük ihtimalle düz anlamıyla "işareti" kas­
teder: biz özgür ruhlar adeta bir karşı-haçla, bir nevi yaka rozeti ya da
logoyla birbirimizi tanıyabilmeliyiz. ( Tragedyanın Doğuşu 'nun birinci
baskısının kapağındaki zincirlerini kıran Prometheus resmi olabilirdi
mesela. )
Tan Kızıllığı özgür ruhlar için olduğundan -daima çoğunluğu değil,
azınlığı oluşturduklarını hatırlayın- kitabın yine "az sayıda insana" yö­
nelik olduğunu düşünebiliriz. Bu durum evlilikle ilgili yorumlarda ken­
dini gösterir. Nietzsche'nin genel olarak evlenme yanlısı olduğu açıktır,
çünkü "türün ıslahı", yani soyarıtımı geleceğe dair umutlarının önemli
bir kısmını oluşturur: Örneğin Yahudi sertliği ve zekasının Avrupa aris­
tokrasisinin en iyi unsurlarının idealizmi ve liderlik nitelikleriyle melez­
lenmesini istemektedir.? Fakat öte yandan Tan Kızıllığı'nın başlıca okur­
larının evlenmesinin uygunluğu konusunda derinden şüpheler vardır.8
Görünüşe bakılırsa bazı özgür ruhlar evlenecektir, zira geleceğin kusur­
suz insanlarının " üremesi " için bugünkü kusursuz insanların çoğalması
gerekir, ama Nietzsche'nin az ve başlıca takipçileri, tıpkı kendisi gibi,
evlenmeyecektir. Daha doğrusu Nietzsche böyle düşünmektedir.
Tan Kızıllığı ne tür bir kitaptır? Nasıl kullanılması amaçlanmıştır ?
Nietzsche'ye göre b u kitap " bir seferde okunmak y a d a başkalarına
okumak için değil, başvurmak içindir, özellikle gezintide ve seyahat­
lerde, insan başını onun içine sokup sokup kaldırabilmeli ve etrafında
bilinen hiçbir şey bulamamalı" .9 Bir başka deyişle kitap bir teorik tez
gibi değil, manevi bir kaynak gibi düşünülmüştür -örneğin İncil gibi
tasarlanmıştır. Anında okunup bitirilmeyen, tefekkür ve derin düşün­
meye yönelik bir metin fikrini, bu kitabın 1 886'daki ikinci baskısının
Önsöz'ünde görüyoruz. Nietzsche bu kitabın, sadece "yavaş okuma"
kitabı olduğunu, "lento" (yavaş) okunması gerektiğini yazar. Bu amaçla
ve "her şeyin aynı anda yapılmasını isteyen" bu çağın "ter döktüren
hızıyla" savaşmak için, kasten aceleci okuru "umutsuzluğa sürükleye­
cek" bir tarzda yazdığını söyler. ı o Kitapta düşüncenin daha kısa ya da


Hıristiyanlığı kabul eden ilk Roma İmparatoru 1. Constantinus'un (İS 280-337),
Rorna'da imparatorluğunu ilan eden Maxentius'a karşı giriştiği seferde (İS 3 1 2 )
gökyüzünde gördüğü haç işaretinin ardından duyduğunu öne sürdüğü söz-r.n.
Tan Kızıllığı 44 1

uzun aforizmaların içine sıkıştırıldığından, içeriğin bir bulmacayı yavaş


yavaş çözercesine anlaşılmasından bahseder. Amaçlanan sonuçsa, kita­
bın yaşama geçirilmesinin yazar için olduğu kadar okur için de gerekli
olduğudur. Bana kalırsa aynı şey görünüşteki yapısal eksiklik için de
geçerlidir. Kitaptaki " bilinç akışıyla" yazılma görüntüsü İnsanca'dakin­
den bile daha fazladır: Beş "kitabın" başlıkları yoktur ve birinin bitip
öbürünün başlamasının hiçbir açık sebebi yoktur. Fakat bence aforizma
üslubunun sebebi neyse, bunun sebebi de odur: Bir yapı vardır, ama onu
bulmak için emek vermek gerekir, yanlış türden okur, yani "aceleci"
okur bu emeği sarf etmeyecektir.*
O halde Tan Kızıllığı tefekkür gerektiren bir metindir. Fakat Doğulu
anlamdaki zekanın eylemin dışına çıkarıldığı bir tefekkür değil, tam tersi­
dir: Eserin temeli aklın kullanımı, hatta tutkuyla kullanımıdır. Nietzsche
Platon'un diyaloglarının "her satırında" hissedilen yeni keşfedilmiş akıl
yürütme sanatının "sarhoş ediciliğini" yorumlar ve "felsefenin bugün ya­
pılışındaki" akla karşıtlığın yüceltilmesine karşı çıkar. 1 1 (Bugün olsaydı
"akıl-merkezciliğe" yapılan eleştiriler onun sempatisini kazanamazdı. )

Mutluluk

Nietzsche'ye göre Alman ahlakı, örneğin Kant'ın kategorik buyru­


ğu ( " Sadece evrensel yasa olmasını isteyeceğin düsturlar doğrultusunda
hareket et" ) "kayıtsız şartsız itaat" ahlakıydı, "antik dönem ahlakı" ise
çok farklıydı:

Bütün bu Yunan düşünürleri öğrencisine ahlakçı olarak seslenen beden eğitimi


öğretmenine benzer: "Gel! Beni takip et! Kendini benim disiplinime bırak! O zaman
belki bütün Helenler önünde ödül kazanacak kadar ilerlersin". 12

Peki, ödül neydi ? Nietzsche'nin bize anlattığına göre, İÖ üçüncü yüz­


yılda felsefe kamusal bir rekabet meselesi haline geldiğinde muhalefetin
kafasını karıştırmak için mutlu görünmenin bir mükafatı vardı. Sonuçta

* Fakat öte yandan bir zorunluluktan erdem çıkarmak da söz konusu olabilir. Nietz­
sche'nin incelikli duyarlılığı, yani kendi tabiriyle "çeyrek-tonlara" ayarlı duyarlılığı
hiçbir zaman büyük ölçekli yapılara iyi oturmamıştı (KGB III. 5 960).
442 NIETZSCHE

{bir nevi ters nedensellikle) insan mutlu oluyordu.13 Kiniklerden [bkz.


Sözlükçe] bahseder; onların da başlıca rakipleri stoacılar, Epikurosçu­
lar [bkz. Sözlükçe], Aristotelesçiler ve Platonculardı. Demek ki rekabet
konusu olan ödül, mutluluktu. Bildiğimiz gibi, tüm Helenistik okullar
felsefenin amacının mutluluğa ulaşmak olduğu konusunda hemfikirdi.
Gezgin ile Gölgesi'nde yaptığı gibi yine Helenistik modeli izleyen
Nietzsche, Tan Kızıllığı'nda manevi "jimnastik" öğretmeyi, amacı mut­
luluk olan bir ruh terapisi uygulamayı tasarlar. Kitabın amacı, der, sade­
ce "sürekli ve güçlü bir dürtüyü akla aktarıyor . . . bir dürtüyü ılık güne­
şe, açık ve rüzgarlı havaya, güney bitkilerine, deniz havasına ... aktarı­
yor" .14 Ecce Homo'da belirttiği gibi, Cenova'da yazılan kitap mekanın
ruhuyla, yani güneyli mutluluğuyla doluydu. Neticede "hiçbir kötülük"
içermez {Ree'nin "on ikiden" vurmaktan aldığı sadistçe keyif yoktur) . *
Onun yerine, tıpkı yazarı gibi bu kitap da "kayaların arasında güneşle­
nen bir deniz hayvanı misali güneşin altına yayılmış yatar" .15 Bu yüzden
kitap, mutluluğu dışarı vurur. Ayrıca mutluluk bulaşıcı olduğundan, ki­
tap mutluluk da yayar.
Geri kazandığımız mutluluk Hıristiyanlığın karanlık gökyüzünde
uzun zamandır bizden esirgenen mutluluktur elbette. Kitaba bu yüzden
Tan Kızıllığı denmiştir -çeviri bakımından doğrudan {benim de tercihim
olan) * * Şafak da denebilirdi, çünkü akla "yeni bir çağın şafağı "nı getiri­
yor. Uzun süren bir yokluğun ardından güneş ışık saçmaya başlamıştır
{kitabın Almanca adı Morgenröthe karşılığı Gündoğumu bile kullanıla-

* Şu iddia bana doğru görünüyor: İnsanca'daki kötülük gerçekten kaybolmuştur (ama


derin psikoloji çeşnisi durmaktadır). Nietzsche dönemin defterlerinde Ree'nin ve La
Rochefoucauld'nun karanlık tarafa düşkünlüğünde temelden yanlış bir şeyler oldu­
ğunu nihayet fark etmiştir. "Şu ana kadar insanları yüceltenler de vardı yerin dibine
batıranlar da, ama her ikisi de ahlaki açıdan yola çıkıyordu. La Rochefoucauld ve
Hıristiyanlar insanı çirkin buluyordu: Bu ahlaki bir yargıdır, farklı türden bir ahlak
bilinmiyordu! Ama biz insanı ne iyi ne de kötü olan bir doğanın parçası olarak gö­
rüyoruz" ( KSA 9 6 [382] ) . Ree'nin "psikolojik gözlemlerinin" ardındaki zehrin -ve
karakterini belirleyen umutsuzluğun- Hıristiyan metafiziğini reddetmesine rağmen
kendini Hıristiyan ahlakından kurtaramamaktan kaynaklandığını Nietzsche artık
görebiliyordu. Onun psikolojik gözlemleri ancak Hıristiyanların "ışık" kavramına
örtük bağlılıkla insan doğasındaki "karanlığı" açığa çıkarma olarak yaşana bilir ve
öyle sunulabilirdi.
*" Bu kitabın yazarı Julian Young burada, İngilizce çevirilerde, Nietzsche'nin Morgen­
röthe'sinin bazen Dawn bazen de Daybreak olarak adlandırılmasını yorumlayıp
kendi tercihinin Dawn (Şafak) olduğunu belirtiyor. Nitekim adı Daybreak (1997)
olan İngilizce çeviriye gönderme yaparken de Dawn'ı kullanıyor-r.n.
Tan Kızıllığı 44 3

bilirdi) . Aslında kitabın vecizesinde biz okurlara "henüz gelmemiş nice


tan vakti var" denmesinden anlaşılıyor ki Nietzsche'nin aradığı şey tek
bir yeni çağ değil, her biri öncekinin üstünde yükselen sonsuz sayıda
yeni çağlar,16 giderek yükselen bir dizi "yeni tan kızıllığı"dır.
***

O halde Tan Kızıllığı teorik bir inceleme değil, tıpkı antik dönem
felsefeleri gibi mutluluğu amaçlayan bir manevi terapidir. Epikuros'un
ruhu önceki kitaplarda olduğu gibi Tan Kızıllığı'na da hakimdir. Bu du­
rum aforizmalardan üçte birinin tamamen teorik içerikten yoksun olup,
daha çok "hayat-bilgeliği" alıştırması niteliği taşımasını açıklar.17 Bu
alıştırmalar yaşama sanatına, mutlu bir yaşamın nasıl sürdürüleceğine
dair " bol bol uyuyun" ve "yağcılara güvenmeyin" türünden son derece
somut öğütlerden oluşmaktadır.
Bu durum Nietzsche'nin bir kişiye yönelik "doğru" felsefenin baş­
ka birine yönelik "doğru" felsefeden farklı olabileceğini söylemesini de
açıklamaktadır. Belli bir tıbbi rejim nasıl her hastaya uymuyorsa, felse­
feler de belki herkese faydalı unsurlar taşırlar, ama kişiden kişiye farklı­
laşmak zorundadır. Antik dünyadakilerin inandığı gibi, hangi felsefenin
kişiye en iyi geleceği, neticede bireysel "mizaçla" ilgili bir meseledir. 1 8
Nietzsche'nin iddiasına göre felsefe temel olarak "kişisel perhiz için bir
içgüdüden ibarettir"; farklı felsefeler farklı "kişisel dürtülerin" ifade­
leridir. " Dalgalı kıyıdaki kayalıklar üzerinde" kanat çırpan şu kelebek
için de "hiç kuşkusuz bir felsefe kurulabilirdi: yine de o, benim felsefem
olmazdı. " 1 9

Teorik Çerçeve

Önceki bölümde vurguladığım gibi, felsefenin amacını bilgi artıran


"teoriden" ziyade mutluluk artıran " bilgelik" olarak koyan Epikurosçu
anlayış kesinlikle teoriyi felsefeden dışlamaz. Yalnızca anlamsız teoriyi,
sırf teori olsun diye yapılan teoriyi dışlar. Tan Kızıllığı'nda açık bir teo­
rik temel vardır.
Birincisi, eserde Kantçı/Schopenhauer'cı idealizm şiddetle reddedilir.
Platon ve Schopenhauer'ın "görünüşler örtüsü" denilen örtünün arka­
sında keşfetmek istedikleri şey "var olmak değildir". Nietzsche'ye göre
444 NIETZSCHE

basitçe "hiçbir şey"dir" .20 Bu yüzden "kendinde şey"den vazgeçilir. İki


tane değil bir tane dünya vardır. Üstelik bu dünya kesinlikle doğa dün­
yasıdır, hatta özellikle Darwin'in doğasının dünyasıdır. (Adı hiç zikredil­
mese de, Tan Kızıllığı'nda Darwin'in yeniden gözde olduğu görünmek­
tedir: Şimdilik İnsanca, Pek İnsanca'nın zayıf çürütme girişimi de bu
kitapta tekrarlanmaz.) Bu yüzden Nietzsche insanın sözde ilahi kökenle­
rine giden kapının önünde artık maymunun durup sırıttığını onaylar bir
tarzda şunu belirtir:21 Darwin insanın insanca - pek insanca (daha doğ­
rusu hayvanca - pek hayvanca) kökenlerini göstererek metafiziği yıkar.
Ayrıca Nietzsche'ye göre, bugün evrimi inceleyen herkes "gözün oluşu­
mundaki amacın görme olmadığını" bilir . . . görme, "daha çok rastlan­
tının (raslantısal mutasyonun) görme organını oluşturmasından sonra
ortaya çıkmıştı" . "Bu türün tek örneğidir" diye devam eder Nietzsche,
" ... ve insanların 'niyetlerini' gözlerinden okumak mümkündür! "22
O halde Tan Kızıllığı'na doğalcılık hakimdir: Tek bir doğa dünyası
vardır ve insan da bu dünyada evrilmiş bir organizmadan başka bir şey
değildir. Ayrıca esere rasyonalizm de hakimdir: Bu tek dünya hakkında
bilgi edinmenin en inanılır yolu "akıldır", daha doğrusu doğa bilimidir.23
Nietzsche tıpkı İnsanca'da olduğu gibi doğalcılığın nedensel deter­
minizm gerektirdiğinin ve determinizmin de "özgür irade" yokluğunu
gerektirdiğinin belli olduğunu düşünür: özgür iradenin gerçekleştirdiği
hiçbir eylem yoktur, diye açıkça belirtir.24 Dolayısıyla bu da ahlaki so­
rumluluğun yokluğu demektir.25 ( Bu sorumluluk yoksa yasaları çiğne­
yen insanları cezalandırmanın hasta insanları cezalandırmaktan farksız
olduğu sonucuna varır yine. Suçlular gerçekten de zihinsel olarak hasta­
dır, bu yüzden suçlular, cezalandırılmak yerine tedavi edilecek vakalar
olarak görülmelidir. )26
Tan Kızıllığı'nın teorik çerçevesinin son unsuru psikolojik bencillik­
tir: "Tanımlandığı gibi başkası için ve sadece onun adına yapılan ey­
lemler ahlaksal ise, o zaman ahlaksal eylem yoktur. "27 Ayrıca Nietzsche,
İnsanca'daki kadar göze çarpıcı olmasa da, hazcı bencillik versiyonunu
savunmaya devam ediyor gibi görünmektedir. Bunun işaretlerini çeşitli
yerlerde görüyoruz,28 ama en sağlam kanıtı, Nietzsche'nin yazılarında
"güç istenci" ilk kez önemli bir yerde görünmesine rağmen, aslında güç
istencinden değil güç duygusundan [Machtgefüh[j -bir başka deyişle bir
haz biçiminden- bahsediyor olmasıdır.29
Tan Kızıllığı 445

O halde özetlersek, Tan Kı zıllığı 'nın teorik çerçevesi ilk kez İnsanca' da
gördüğümüz üç aksiyomatik doktrinden oluşmaktadır: doğalcılık, deter­
minizm ve psikolojik bencillik/hazcılık [bkz. Sözlükçe] . Tan Kızıllığı 'nı
hala Nietzsche'nin pozitivist dönemine ait saymayı makul kılan da budur.

Hıristiyan Metafiziğinin Eleştirisi

Nietzsche, Tan Kızıllığı'nın pozitivist öncellerinde yaptığı gibi, "ken­


dinde şeyden" vazgeçip doğalcılık yönünde doğrudan bir argüman
sunmaz. Onun yerine Hıristiyan doğaüstücülüğünün eleştirisi yoluyla
dolaylı olarak doğalcılığı destekler; bu eleştirinin yeni bir mutluluğun
"tan kızıllığı" için esas nitelikte bir giriş olduğuna inanmaktadır. Daha
önce olduğu gibi, eleştirilerinden bazıları "soykütüksel" karakterdedir,
bunlarda "tarihsel yöntemi" kullanır. Tanrı'nın var olmadığını kanıt­
layarak dinsel inancı doğrudan çözmeye çalışmanın yerini bu yöntem
almıştır, der: "Vaktiyle Tanrı'nın olmadığı ispatlanmaya çalışılıyordu,
bugün Tanrı'nın olduğu inancının nasıl ortaya çıkabildiği ve bu inancın
ne ile ağırlık ve önem kazandığı gösteriliyor. Böylece Tanrı'nın olmadığı
konusunda karşı ispat gereksiz oluyor. "30 Bir başka deyişle, Tanrı'ya
inanmaya yol açan sebeplerin, gösterilmesi beklenen sebepler olmadığı­
nı, -yanlış da olmadığını- ama irrasyonel, inanılmaya değmez sebepler
olduğunu göstermeye çalışır.
Nietzsche'nin araştırması Hıristiyan inancının ilk baştaki kökenle­
riyle ilgilidir. O zaman da bu araştırmanın şimdiki inananlara ne anlam
ifade edeceği sorusu gündeme geliyor. Atalarımızın inançlarının zemini
ne kadar şüpheli olsa da, bugünkü inananların inanç zemini çok daha
iyi değil midir? Bana kalırsa Nietzsche'nin tartışması İnsanca'daki şu
ifadeyle bağlantılı olarak anlaşılmalıdır: Bir dini benimseyen hemen her­
kes, şarap içilen ülkelerde doğanların şarap içmeye alışık oldukları gibi,
üzerinde düşünmeden o dini benimsemiştir.31 Örneğin Nietzsche'ninki
gibi bir ailede, Saksonya'nın bir parçasında doğduğunuz gibi basitçe bir
yeryüzü, cennet ve cehennem "coğrafyasına" doğmuşsunuzdur. Siyasi
inanç gibi dini inanç da akıl temelinde benimsenmek yerine genellikle
miras alınır. Bu yüzden Hıristiyanlığa ilk inananların nasıl bir episte­
molojik otoriteye sahip olduğuna bakmak anlamlıdır. Zira bir mesajın
NIETZSCHE

askerler arasında iletilmesinde olduğu gibi, örtük olarak, modern döne­


min inananlarının inanç zemini ilk inananlarınkinden daha iyi olamaz.
Fakat aslında bu zeminlere baktığımız zaman hiçbir epistemolojik otori­
teye sahip olmadıklarını görürüz.
Örneğin İncil, sözde sarsılmaz hakikatin ilahi esinli kaynağıdır, ama
gerçekte Yahudi şeriatından nefret eden Pavlus tarafından derlenmiştir.
Doğasındaki pek insanca unsurlardan dolayı şeriata göre yaşayamayıp
hüsrana uğrayan bu fanatik ve ıstırap içindeki kişi, adeta yeni kuralları
olan yeni bir oyun icat ederek eski şeriatı yok etmeye çalışmıştır. Günah
işlemek hala mümkün olmakla beraber, Pavlus Yahudi şeriatına karşı
bir daha günah işlemeyi imkansızlaştırmıştır.32
Benzer şekilde, Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu'nda tüm diğer
rakip dinleri elinin tersiyle itip hızla yayılmasının da, hakikatla ya da ka­
nıtların gücüyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu din, Nietzsche'nin deyişini biraz
modernleştirirsek, etkin "pazarlama teknikleri" sayesinde yayılmıştır.
"Dini yayanlar"33 (yani "satış temsilcileri" ) gönüllü şehitlik gibi dra­
matik satış teknikleri kullanarak34 dinleyicilerini kandırıp cennet, yer­
yüzü ve cehennem üçlemesini kabul ettirmiş, böylece onlara hem sopa
hem havuç sunabilmişlerdi: İnanmayanları ebedi lanetlenme tehditle­
riyle korkutabiliyor, inananlarıysa ebedi saadet vaatleriyle baştan çıka­
rabiliyorlardı.35 Nietzsche defterlerinde Hıristiyanlığın bir nevi "panik
salgınıyla" yayıldığını, çünkü dünyanın çok yakında sonunun geleceği
kehanetinde bulunulduğunu da ekler.36 Demek ki genel olarak Hıristi­
yanlığın gücü hiçbir zaman hakikatle alakalı olmamıştır. Akıl ve hakikat
açısından bakarsak, daha ziyade Pavlus'un öç alma arzusu ve sofistike
pazarlama teknikleri yüzünden "pudenda origo (utanç verici bir kö­
ken) "37 söz konusudur. Hıristiyanlık tek kelimeyle "yutturmacadır " .
Nietzsche İnsanca'd a "tarihsel yöntemi" metafizik inancı eleştirmede
kullandığı tek yöntem olarak gururla sunmuştu. Fakat şimdi "tek başı­
na bilgiyi doğuran bilimsel yöntemlerin" var olmadığını kabul eder.38
Yöntemsel çoğulculuğuna uygun olarak başka eleştiri yöntemleri de kul­
landığını görürüz -iki ek yöntemi daha olduğunu söyleyebilirim. "Ta­
rihsel" yaklaşım, ne (a) geleneğe yaslanmayan ama "dinini değiştirme
deneyimi" yaşayan "yeniden doğmuş" Hıristiyanla, ne de (b) düşünür
Hıristiyanla ilgilenir. Düşünür Hıristiyan da düşünme yoluyla inancın
yolunu akılla bulmuştur, örneğin dünya "akıllı tasarım" sergiliyorsa bir
Tan Kızıllığı 447

tasarımcısı olmalıdır, ya da " büyük patlamaya" bir şey yol açmış olma­
lıdır. Yani tarihsel yöntemin "Tanrı'nın var olmadığına dair karşı-kanıt"
ihtiyacını "fuzulileştirdiği" , her durumda doğru değildir.
Nietzsche'nin kullandığı birinci ek eleştirel yöntem "içsel anti-teolo­
ji", yani Hıristiyan dogması içindeki çelişkilerin aranması olarak adlan­
dırılabilir. Nietzsche örneğin şu retorik soruyu sorar: İlk günah doktrini
doğruysa, tastamam aşağılık varlıklarsak nasıl olur da birinin, özellikle
de Tanrı'nın bizi sevdiğini varsayabiliriz?39 Tamamen sevgi dolu ve tam
anlamıyla güçlü bir Tanrı, nasıl olur da niyetini açıkça belirtmez, diye
yine sorar Nietzsche: Tanrı, niyetinin ne olduğuna dair binlerce yıllık
çekişmeye nasıl müsaade eder? Bu durumda sevgi duyan bir tanrıdan
ziyade zalim bir tanrı olmaz mı?40 Ama bu iğnemelerden daha da önem­
lisi (zira herhangi bir hünerli Cizvit çok ter dökmeden bunlara cevabı
yapıştırabilirdi), Nietzsche'nin sözlerinin "tarihsel yöntemdeki" gibi kö­
kenlere değil, Hıristiyan inancının sağlıksız sonuçlarına, yani korku ve
suçluluğa yönelik olmasıdır.
Nietzsche Hıristiyanlığın korku konusunda güneşi örttüğü gözlemini
yapar: Hakikaten inananın hayatı "cehennem korkuları" yüzünden daima
"karanlıktır" . "Ah, günahı keşfeden dinler ne kadar da çok gereksiz za­
limlik getirdiler! "4 1 Yine zulüm ve korku temaları konusunda, Hıristiyan­
lığın ölüm döşeğini bir "işkence odasına" çevirdiğini iddia eder.42 Burada
neredeyse elle tutulur bir otobiyografi öğesi vardır: Babasının Röcken'deki
kilisesine dair hatıralarında neye "gotik" tonlama dediğimi hatırlayın.
Nietzsche'nin pozitivist dönemindeki ölüm tartışmaları basmaka­
lıp görünebilir. Ama şunu kabul etmek gerekir ki onun gözünde "ke­
sin [endgültig] ölüm fikrini" " bilimin yeniden fethetmesi" ,43 modern
düşüncenin ruhun ölümsüzlüğünü başından atması sahiden cehennem
ve lanetlenme korkusundan kurtulma anlamına geliyordu (on dokuzun­
cu yüzyılın çoğu inananlarının hala hissettiği bir korkuydu bu) . Kant'a
göre Tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük "pratik aklın esasları ", ahlakın zo­
runlu önvarsayımlarıydı. Nietzsche bunların her birini reddeder ve her
reddediş bir özgürleşmedir.44
Hıristiyan inancının ölüm korkusunun yanı sıra bir diğer etkisi de
suçluluktur, yani kaçınılmaz olarak doğal, hayvani varlık koşullarımızın
telafi edilemez suçluluğu, "vicdan azabıdır" .45 Antik dünyada ilah olan
Afrodit ve Eros, Hıristiyanlıkta "şeytani hayaletlere" çevrilmiştir -sü-
NIETZSCHE

rekli yeniden ortaya çıkan duyguların şeytanileştirilmesi de dehşet verici


Hıristiyan zalimliğinin bir diğer eylemidir.46 Buna ilaveten, Yunanlarda
sahici bir talihsizlik anlayışı varken, adil bir Tanrı'sı olan Hıristiyanlık
her talihsizliği bir cezaya çevirir.47

Hıristiyan Ahlakının Eleştirisi

Nietzsche Hıristiyanlığı bir bütün olarak görür: metafizik ile ahlak


birbirinden ayrılamaz. Metafizik, yani Tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük,
Hıristiyan ahlakının emirlerinin anlam kazanması için zorunlu olan ceza
ve ödülün arka planını oluşturur. Nietzsche burada Schopenhauer'ı ta­
kip ederek Kant'ın "kategorik buyruk" fikrini -her türlü ceza ya da
ödülden bağımsız bir emir- anlamsız bulur: Emirler ancak arzu edilen
amaçlara giden yolların tarifi olarak anlamlı olabilir;48 bu amaçlar da
örneğin ebedi saadete ulaşmak ve ebedi işkenceden kaçınmak olabilir.
Gelgelelim, eski alışkanlıklardan kurtulmak kolay değildir. Hıristiyan
metafiziği kendi başına ölmekteyse de, nice kuşaktır içinde bulunduğu­
muz Hıristiyan ahlakı yaşamaya devam etmekte ve önümüze uyulması
imkansız erdem standartları koyarak özsaygımızı yıkmaktadır. Bu yüz­
den bağımsız olarak eleştirilmeye ihtiyacı vardır.49
Schopenhauer kendi etiğinin Hıristiyan etiğinin özünü yakaladığını
iddia eder ve Nietzsche de bu konuda onunla hemfikirdir. Dolayısıyla,
Schopenhauer erdemi basit bir özgecilik [bkz. Sözlükçe] niteliğine indir­
gediğinden ve bu özgecilik de kötümserlikle birleşip Mitleid'a (bu sözcük
hem "merhamet" hem "acıma" anlamına gelir) dönüştüğünden, Nietz­
sche Hıristiyan etiğinin merkezinde merhametin olduğunu düşünür. Mer­
hamet konusunda esasen iki şey söyler: Birincisi, merhamet aslında gizli
bencilliktir; ikincisi, aslında muhatabına yararı değil zararı vardır.
Daha önce gördüğümüz üzere, Nietzsche'nin psikolojik bencillik fik­
rine göre, şefkatli eylem " başkasının ve sadece başkasının adına" 50 icra
edilen bir eylem olarak görülüyorsa hiç gerçekleşmemiş demektir. As­
lında sözde şefkat başkasının çıkarlarından değil, daima kişinin kendi
çıkarlarından kaynaklanır. Nietzsche'nin tanımladığı çıkarlar arasında
en çok öne çıkan "güç duygusudur" . Sadaka vermek ya da yoksullar
evini ziyaret etmek bana hoş bir üstünlük duygusu verir.51 Fakat şefkatli
Tan Kızıllığı 44 9

eylemin görünüşte hizmet edebileceği başka çıkarlar da vardır. Örneğin


boğulan bir adamı kurtarmak için "hiç düşünmeden" suya atlıyorsam,
bilinçdışımda kendi şerefimi düşünüyorumdur.52
Nietzsche'ye göre Schopenhauer'cı özgeciliğin var olmadığı iddiası
niçin önemlidir? Bana kalırsa iki şeyden ötürü. Birincisi, " 'olmalıdır'
ifadesi 'olabilir' anlamına da geldiğinden" 53 -bir şeyi yapabilir ya da bir
şey olabilir durumda değilsek onu yapmak ya da o olmak yükümlülü­
ğünde de olamadığımızdan- psikolojik bencillik eğer doğruysa bizi Hı­
ristiyan ahlakının taleplerinden kurtaracaktır. İkincisi, şefkat ahlakının
yapmamız için bizi yüreklendirdiği eylemler, görünüşte şefkatli eylemler
olduğundan, bu eylemlerin muhataplarına zarar verir.
Merhametten kaynaklanan eylemler muhatabına iki şekilde zarar ve­
rir. Birincisi, merhamet eden kişide nasıl hoş bir duygu yaratıyorlarsa,
merhamet edilen kişide de nahoş bir güçsüzlük ve aşağılık hissi yaratır­
lar.54 Defterlerde bu konu, içgörülü bir tarzda geliştirilerek şu gözlem
yapılır: "Komşumuza sadece onu bir sınıfa (hasta, mahkum, dilenci,
sanatçı, çocuk) soktuğumuzda ona yardım edebiliriz ve bu yüzden onu
aşağılamış oluruz. Bireye yardım edilemez. " 55
İkincisi, bir duygu olarak merhamet, sahiden iyiliksever eylemlerin
gerçekleşmesinin yolunu tıkar. Nietzsche ilk önce tüm dünyanın acısıyla
duygudaşlık kuran Schopenhauer azizini değerlendirir. Böyle bir duygu­
daşlık bizi yıkardı, der: Afrika'daki tüm acılarla gerçekten duygudaşlık
kursaydık, "merhamet felsefesi gereğince" ortadaki tüm acıyı sırtımıza
alsaydık, bu durum sahiden iyiliksever eylemlere geçme kabiliyetimizi
elimizden alacak bir psikolojik çöküşe yol açardı56 -Tragedyanın Do­
ğuşu'ndaki ifadesiyle "ruhun tüm kanatlarını sökerdi" . * 57 O kadar ev­
rensel olmayan düzeylerde de Mitleid "yardımsever eli ... felç eder", der
Nietzsche. "Hayırseverlikleri başka uluslarınkinden daha verimli olan"
Yahudiler, gözü yaşlı duygusallığa özellikle kapılmazlar.58 Cerrah hasta­
nın durumunu düşünerek ağlamaya başlarsa neşteri titreyecektir: "Kişi
ancak kendisi acı çekmeden ötekinin acısını bilebilirse tıpkı bir doktor
gibi onun için harekete geçebilir. " 5 9

* Bu nokta aslında Schopenhauer'dan alınmıştır. Daha önce gördüğümüz gibi, Schopen­


hauer'a göre "erdemden çileciliğe geçişi", sevgiden dünyayı-inkara geçişi üreten şey
evrensel şefkattir. Aradaki fark Schopenhauer bunu iyi bir şey olarak görürken
Nietzsche'nin tam zıddını düşünmesidir.
450 NIETZSCHE

İkinci eleştiri çizgisi Nietzsche'nin aslında merhamet/şefkat duygu­


sunun ortaya çıkışını reddetmediğini açıkça gösterir. Bu çok şaşırtıcıdır,
zira inandığı psikolojik bencillik fikriyle çelişmektedir. Bu problemle
başa çıkabilmek için de sempati ya da empati hissettiğimiz zaman (em­
pati ya da duygudaşlık sözcüğünün Schopenhauer'daki anlama daha
yakın olduğu gözlemini yapar),60

böyle bir görünüşte bize verilen ve çok değişik türlerde olabilecek acıyı [Leio]
merhamet [Mit·leio] diye adlandırmak yanıltıcıdır, çünkü o acı, her koşulda karşı­
mızda acı çekenin serbest olduğu bir acıdır: Nasıl onun acıları ona aitse, bizimki de
sadece bize aittir. Ama merhamet eylemini yaptığımızda kendimizden uzaklaştırdığı­
mız işte sadece bizim bu acımızdır.61

O halde dilenciye para vermemin sebebi bu kez sadece üstünlük hissi


yaşama isteği değil (ya da sadece o değil -Nietzsche merhametin zengin
ve "çok sesli " bir fenomen olduğu gözlemini yapar),62 senin acı çektiğini
görmenin bana acı vermesidir. Nietzsche bu durumda da kendi acımı
hafifletmek üzere benim eylemde bulunduğumu iddia eder.
İşler burada kesinlikle karışıyor. Senin refahını arzulamasam, ken­
dimden başkasının refahına tamamen kayıtsız olsam senin acı çektiğini
görmek bana acı vermeyecektir ve bu yüzden de ortada hafifletilecek bir
şey olmayacaktır. O halde Nietzsche kabul etmese de, insanların duygu­
sal dünyasının ayrıntılarına inildiğinde, teorik bakımdan savunduğu psi­
kolojik bencillik çökmektedir. Kimi zaman eyleme geçmemize yol açan
sahici şefkat duygusu varsa psikolojik bencillik fikri doğru olamaz.
Peki, o zaman Tan Kızıllığı'nın "merhamet ahlakı" eleştirisinden
hangi geçerli noktalar çıkıyor? Birincisi, görünüşte şefkatten kaynakla­
nan eylemler gerçekte öncelikli güdüleri bakımından çoğunlukla bencil­
cedir: Hatta çoğunlukla "kurbanlara" karşı üstünlük hissini yakalama­
ya yöneliktir. İkincisi, içimizde köpürüp artan sempati duyguları, sahici
iyilikseverliği olsa olsa engelleyecektir. Bir başka deyişle, etkili sevgi,
sert sevgidir. Fakat Nietzsche'nin Hıristiyan ahlakı eleştirisinin hedef­
lediği evrensellik sorunu, kafası çalışan bir Hıristiyanın her iki noktaya
da katılmakta biraz zorluk çekmesidir. Bu da bize gösteriyor ki aslında
Nietzsche'nin -bir romancının yetkin ve incelikli içgörüsüyle- vurduğu
hedef aslında Hıristiyan ahlakı değil, "yaptığı iyi işleri'', "güzel hisleri '',
Tan Kızıllığı 451

kendi "güzel ruhunu" riyakarca kutlayan orta sınıftan, misafir odası tipi
kadınlardır.63 Defterlerinden birindeki, " Kan görmeye dayanamamak
-ahlaki mi bu ? "64 sorusu da aynı hedefe yönelik görünmektedir. Şa­
yet bu doğruysa, Nietzsche'nin kimi zaman bilinçli kimi zaman bilinçsiz
olarak asıl hedeflediği şey burjuva, Viktoryen toplumda hayli yaygın
olan -kaldı ki Dickens da bunun fazlasıyla farkındaydı- ahlaki narsi­
sizm fenomenidir. Nietzsche'nin saldırdığı şey "her ne pahasına olursa
olsun ahlaken uyarılmış görünme susuzluğudur"65 (çağdaş postmoder­
nizmin töz yoksunluğunu saklamak için sıklıkla beslediği bir görünüm­
dür bu). Saldırı etkin ve meşrudur. Fakat her kafası çalışan Hıristiyanın
da güvenerek destekleyeceği işte böyle bir saldırıdır.

Hıristiyanlığa Karşı-ideal

Nietzsche'nin sadece Hıristiyan metafiziğini değil, Hıristiyanlığın


hala ayakta olan kısmını, yani ahlakını da reddetmemizi istediğini gör­
müştük. Hıristiyan dünya görüşünü toptan reddetmeliyiz. Bildiğimiz
gibi, Hıristiyanlığın yerine koyacağımız dünya görüşünün de önvarsa­
yımları * doğalcılık, determinizm (dolayısıyla irade özgürlüğü ve ahlaki
sorumluluğun reddi) ve psikolojik bencilliktir. Peki, ama böyle bir bakış
açısıyla nasıl yaşayacağız? Özgür ruhlular eski, Hıristiyan tarzın yerine
ne gibi bir yeni yaşam tarzı benimseyecektir?
Bir kere, etik benciller olmamız gerek. Yani psikolojik bencillik doğ­
ruysa, daha önce belirtildiği gibi, ancak yapabileceklerimizi yapmaya
yükümlü olabileceğimize göre, özçıkarımıza göre hareket etmemizi dü­
rüstçe destekleyen ahlak kurallarını benimsemeliyiz.
Fakat "yapılmalıdır" sadece "yapabilmeyi" değil "yapamamayı"
da içerir. Nietzsche bunu kabul eder: Herhangi bir ahlak kuralları

*
Tan Kızıllığı nın alt başlığı "Ahlakın Vorurteile'si Üzerine" genellikle "Ahlaksal Ön­
'

yargılar Üzerine" diye çevrilmektedir. Fakat Vor-urteile kelimesi kelimesine "yargı


öncesi" anlamına geldiğinden, "Önvarsayımlar" ve "Yerleşik Fikirler" gibi alternatif
çeviriler de yapılabilir. Defterlerdeki şu yorumda en iyi çeviriyi görüyoruz: " [ahlakın]
bilinen önvarsayımlarını paradoksal bulmayan kişi henüz yeterince düşünmemiş de­
mektir" (KSA 9 3 [72]). Altbaşlığı bu tarzda düşünürsek Tan Kızıllığı'nın yapısı daha
açık olacaktır. Bu eser Hıristiyan ahlakının "önvarsayımlarına" -Tanrı, özgürlük ve
ölümsüzlük- bir saldırıdır ve onların yerine kendi "önvarsayımlarını" koymak iste­
mektedir -Nietzsche'nin bunlara da "önyargı " demeyi tercih etmeyeceği aşikardır.
452 NIETZSCHE

kümesinin başlıca emirleri, cemaatin ayakta kalması ve gelişmesi açı­


sından başlıca başarısızlıkların nerede olduğunu gösterir.66 (Zerdüşt
insanların ahlak kurallarının onlar için "ihtiyaç duyulan ve zor" olan­
ları açığa çıkardığı gözlemini yapar. )67 Sadece Yahudiler, dünyanın en
iyi nefret eden bu halkı, düşmanını sevme emrini icat edebilirdi.68 O
halde Nietzsche'ye göre, psikolojik bencillik hakikati karşısında bile
yapamayabileceğimiz bir şeyler olmalıdır. Yapamayacağımız şey haki­
ki çıkarımızın nerede yattığını kabul etmek olabilir. Bu yüzden Tan
Kızıllığı'nın büyük bir kısmı (Pisa'da Isabella von Prahlen'le sohbetin
konusu da), asıl özçıkarımızın doğasını, aydınlanmış bencilliğin karak­
terini belirlemekti.

Kendi Kendini Yaratma

Aydınlanmış özçıkara göre eylemde bulunmanın ilk şartı bir benliğe


sahip olmaktır. Ama benlik -çelişen arzular kaosunun karşıtı olarak bö­
lünmez benlik- doğuştan elde edilen bir şey değildir. Keşfedilen bir şey
değil, bir bakıma yaratılması gereken bir şeydir. Dönemin defterlerinde
Nietzsche şöyle yazar:

Şunu ya da bunu ardımızda bırakarak veya onu unutarak hakiki benliğimizi bu·
lacağımız varsayımı efsaneden ibarettir. Bu yolla kendimizi tekrar sonsuza dönmüş
olarak buluruz. Onun yerine kendimizi yaratmalıyız, tüm unsurlarımızı biçimlendir­
meliyiz -işimiz budur. Daima bir heykeltıraş olmalıyız! Ü retken bir insan olmalıyız!
Bilgiyle değil pratikle bunu yapmalıyız ve böylece kendimiz [rol] model[i] olmalıyız!
[Kendini] tanıma bir yöntem olarak en iyisidir.69

Fakat bu kendi kendini yaratma buyruğunda, yani en azından gö­


rünüşe göre Nietzsche'nin irade özgürlüğünün yokluğunu savunması­
nın bu yeni yolunda bir problem vardır. Argümanını aşağıdaki çizgiler
içinde sunuyormuş gibi görünür (ve çoğunlukla da öyle değerlendirilir) .
Eylemlerimizin hakiki nedenleri konusunda gerçek fikirlerimiz yoktur,
çünkü eylemlerimiz bilinç düzeyinin altında gerçekleşir. Bu yüzden na­
sıl rüyalarımızdan sorumlu değilsek eylemlerimizden de değiliz. 70 Ço­
ğunlukla bu nedenleri tarif edecek dilden bile yoksun kalırız -"nefret" ,
Tan Kızıllığı 453

"sevgi" ve "arzu" gibi sözcükler eylemlerimizi genellikle yönlendiren


ılımlı ve orta durumları değil, sadece uç durumları tasvir eder. 71 Bu yüz­
den, eylemlerine istencinin yol açtığını düşünen bir kişi "güneş benim
isteğimle doğuyor" diyen, doğduğu zaman da bunun istenci sayesinde
gerçekleştiğini düşünen kişi kadar hatalıdır.72
Bu pasaj ve diğerleri bizi, salt bilinçdışının omzunda giden yolculara,
hayatımızın salt gözlemcilerine indirgiyormuş gibi görünür ilk bakışta.
Fakat Nietzsche iki sebeple böyle bir şey söylüyor olamaz. Bir kere bu
zaten hata olarak tanımlanan "İslami kaderciliğin" olumlanması an­
lamına gelecektir. İkinci sebep ise, "kendi kendini yaratma" temasının
ta kendisidir; Nietzsche aslında, göreceğimiz üzere, kim olacağımız ve
dolayısıyla ne yapacağımız konusunda bize bir hayli kontrol hakkı ta­
nımaktadır.
O halde bana kalırsa yukarıdaki sözler örtük bir "çoğunlukla" ya da
"genellikle" ile başlıyormuş ve Freudcu (ya da Schopenhauer'cı veya La
Rochefoucauld'cu) bir noktaya işaret ediyormuş gibi okunmalıdır: ço­
ğunlukla içimizdeki "dürtüler" ve duygular adlı çıngıraklı yılan yuvasını
ya çok az anlarız ya hiç anlayamayız, çoğunlukla güdülerimiz konusun­
da kendimize söylediklerimizin, eylemlerimizin gerçek nedenleriyle gü­
neşin doğuşunun gerçek nedenleri kadar alakası vardır ancak. O halde
bu sözlerin amacı, bana kalırsa, bir görev tanımı yapmaktır: Hayatları­
mızın kontrolünü elimize alacaksak -"başarısız benlikler" (ya da "eski­
benlikler" ) yerine " benlikler" olacaksak- bunun önşartı, Epikuros'un
vurguladığı gibi, "kendini tanımaktır" , kendi doğalarımızı anlamaktır.
Kendimizi tanımak da La Rochefoucauld-Schopenhauer-Ree geleneği­
nin sunduğu tereddütsüz, duygusallığa düşmeyen "psikolojik gözlem­
ler" sayesinde mümkündür. Örneğin Tan Kızıllığı'nda yakınıldığı gibi,
"güdülerimizin" gerçekte ne olduğunu genellikle bilmediğimizden, han­
gilerinin "beslenerek" güçlendirileceği, hangilerinin beslenmeyip sola­
rak öleceği şansa bırakılmıştır.73
Diyelim ki iyi bir kendini tanıma düzeyine ulaştık, içimizde işleyen
"güdüleri" iyi bir şekilde anladık. O zaman "kendi kendini yaratma"
görevine nasıl devam edeceğiz? Hatta nasıl devam edebiliriz? Determi­
nizm gerçeğini düşünürsek, "Ne yapma özgürlüğümüz vardır?" diye so­
rar Nietzsche.
Önemli bir pasajda bu sorulara şöyle cevap verir:
4 54 NIETZSCHE

İ nsan, bir bahçıvan gibi dürtülerini idare edebilir, her ne kadar pek az kimse bili­
yorsa da, öfkenin, merhametin, kılı kırk yarmanın, kibirliliğin tohumlarını çardaktaki
güzel bir meyve ağacı gibi verimli olacak ve yarar getirecek şekilde ehlileştirebilir;
insan bunu bir bahçıvanın iyi ya da kötü zevkine göre yapabileceği gibi aynı zamanda
Fransız ya da İ ngiliz ya da Hollandalı ya da Çinli tarzıyla da yapabilir; insan doğayı
da kendi haline bırakıp, sadece orada burada biraz süsleme ve temizleme yapabilir;
nihayet insan hiçbir bilgisi olmadan ve üzerinde düşünmeden bitkileri doğal teşvikler
ve engellerle büyümeye ve aralarında mücadele etmeye de bırakabilir. Bütün bunları
yapmakta serbestiz: Ama bunların bizim için serbest olduğunu kaç kişi biliyor? Ço­
ğunluk kendine, gelişmesi tamamlanmış gerçekler gibi inanmıyor mu? En büyük filo­
zoflar karakterin değişmezliği öğretisi ile damgalarını bu önyargıya basmadılar mı?74

Bu pasaj, "karakterin değişmezliği" doktrinini allayıp pullayarak


sunan Schopenhauer'a eleştirel bir gönderme gibi görünse de, aslında
"karakter edinme" görüşünün bir tekrarıdır. Örneğin Nietzsche kendini
"yontmaktan" ya da kendi " bahçıvanlığını yapmaktan" (ya da bahçe
düzenlemesini yapmaktan da diyebiliriz) bahsederken, istenmeyen gü­
düleri cansızlaştırmak için kendini onları uyaran yer ve kişilerden uzak­
laşma meselesi olduklarını gösterir.75 Bu da Schopenhauer'ın "dünyada
'karakter' denen şeyi" edinme konusunda söylediklerinin kelimesi keli­
mesine aynısıdır.76
Ama Nietzsche'nin determinizme bağlılığı ve "özgür iradeyi " red­
detmesi onu tam da bu kendi kendini yaratma "özgürlüğünü" ya da
daha doğru bir tabirle kendini yetiştirmeyi reddetmeye götürmez mi,
diye karşı çıkılabilir. Götürmez. Determinizm sadece bahçıvan tipi bir
insan olup olmayacağımın ve ne tür bir bahçıvan tipi olacağımın önce­
den belirlenmesini gerektirir. "Bir dürtünün şiddetiyle mücadele etmeyi
istemek, bizim gücümüz dahilinde değil: ne herhangi bir yöntemin se­
çilmesi, ne de bu yöntemle başarıya ulaşılıp ulaşılamayacağıyla alaka­
sı var. "77 Gelgelelim, Nietzsche kendini "yetiştirme" yoluyla "kendine
hakim olmayı"78 açıkça savunduğundan ve "bitkilerin büyüyüp kendi
aralarında mücadele etmesine izin vermeyi" onaylamadığından (kendini
"tek bir adam" yapıncaya kadar başka hiçbir şey yapamazsın şeklindeki
Platoncu tema Nietzsche'nin düşüncesinin tamamını kateder), okurları­
nın " bahçeci" tipler olmasının önceden belirlendiğini varsayar, kitabının
okunması da onların bahçıvanlığa yatkınlıklarını harekete geçiren bir
Tan Kızıllığı 45 5

uyaran olacaktır.79 Üstelik bu makul bir önvarsayımdır, zira yatkınlıkla­


rı olmasaydı kitabı okumazlardı. En azından, okumayı anlamlı bulacak
"mükemmel okurlar" olmazlardı.80
Nietzsche " bahçecilik" temasını sürdürerek "kendi kendini yaratma"
ifadesinin yanıltıcı olabileceğini vurgular. Ruhun ideal durumu, der, "ve­
rimliliktir"; manevi "gebeliktir", bir " fikre" ya da "eyleme" "gebe ol­
maktır" (bunun karakterini birazdan tartışacağım). Fakat gerçek gebe­
likte olduğu gibi, "kendini oluşturmak" bir "ortaya çıkarmadır" (tıpkı
heykeltıraşın mermerin içinde uyuyan figürü "ortaya çıkarması " gibi),
" 'istemek' ile 'yaratmak' gibi ölçüsüz konuşmalar bizim işimiz değil! " 8 1
Bu yüzden Nietzsche'deki kendi kendini yaratmayı, Tanrı gibi yoktan
var etme (ex nihilo) olarak düşünmek hata olur. Tekrarlamak gerekirse,
kendi kendini yaratmak, kendini yetiştirmektir.
Nietzsche kendini yetiştirmenin çok çalışma gerektirdiğinin altını çi­
zer (onun daha çocukluğundan beri "Protestan çalışma etiğine" bağ­
lı olduğunu görmüştük). Hıristiyanlara ( bazılarına) dair daha anlam­
lı şikayetlerinden biri de onların manevi bakımdan tembel oldukları,
"kusursuzluğa giden daha kısa bir yol bularak" "ahlakın taleplerinin
getirdiği yükten" kaçtıkları konusundadır: yeniden doğmayla "kurtulu­
şa" sıçramak "tükenmişlerin ve umutsuzların" seçeceği bir yoldur.82 En
iyi ihtimalle kulaktan dolma bilmesine rağmen Kierkegaard'un "inanç
sıçraması"nı eleştirmek için bu sözü sarf etmiş olması mümkündür.
Fakat zorlu yolları seçemeyenler sadece Hıristiyanlar değildir. Ken­
dini bencil ilan edenler bile salt bir " sahte bencilliği" hayata geçirmek­
tedir, zira "çoğu insan 'egoizm' hakkında ne düşünürse düşünsün, ne
söylerse söylesin, yine de yaşamı boyunca egosu için hiçbir şey yapmaz"
çünkü aslında egosu filan yoktur. Onun yerine kendisine yönelik sandığı
toplumsal olarak inşa edilmiş bir "kurgu" uğruna eylemde bulunur.83
Örneğin parlak kağıtlı dergiler bana asıl istediğimin hızlı arabalar, hop­
pa kadınlar, golf ve balık tutmak olduğunu söyler. Ben de bütün enerjimi
kırkında emekliye ayrılıp ne istiyorsam onu yapmanın keyfini yaşamak
isterim. Ama ne yazık ki hızlı arabaların, hoppa kadınların, golfün ve
balık tutmanın sıkıcı olduğunu kısa sürede fark ederim, zira bu "imal
edilmiş" arzulardan hiçbiri benim gerçek arzularım arasında değildir.
Nietzsche "kendi üzerinde çalışmanın", kişinin doğasında bulunan
ama dışavurmayı istemediği veçheleri budamasının altı kipini tespit
NIETZSCHE

eder: insan bir güdünün tatminini en sonunda güdü kayboluncaya ka­


dar reddedebilir (örneğin sigarayı bırakabilir), bu veçhesinin dışavuru­
munu belli zaman ve yerlerle sınırlayabilir (antik ve modern karnaval­
lar),84 güdüsünü bulantı yaratacak kadar çok dışa vurabilir (Nietzsche
bunun riskli olduğuna dikkat çeker, çünkü böyle jokeyler çoğunlukla
boynunu kırar), güdüyü acı verici bir düşünceyle ilişkilendirir, mesela
Hıristiyanlar kötülük fikriyle cinselliği ilişkilendirir (kaçınma terapisi),
sürekli tatmin veren rakip bir güdü geliştirebilir, son olarak da çileciler
gibi bütün beden sistemini zayıflatarak, o güdünün tüm diğer güdülerle
beraber şiddetini kaybetmesini sağlar.85
Bunlar kendini yetiştirme teknikleridir. Daha ileri bir teknik tavsi­
yesi de ( bunlar Nietzsche'nin bir sonraki kitabı olan Şen Bilim'de daha
çok öne çıkar) sanatçıları örnek almaktır; kişinin bilhassa "zayıflıkla­
rı" -yani benliğin ana planına uymayan güdüleri- bağlamında kendi
karakterini nasıl işleyeceğini sanatçılardan öğrenmesi gerekir. Onlardan
kurtulamıyorsak -illaki bazı giderilemez güdüler vardır, der Nietzsche­
onları "sanatçılar gibi kullanmayı" öğrenmeliyiz. Örneğin Beethoven'ı
inceleyip, onun kendi doğasındaki "kaba, inatçı, sabırsız" unsurları
kullanarak bizi erdemlerine "kurt gibi acıktırmasını" taklit etmeyi öğ­
renmeliyiz.86 Zayıflıkları kullanmanın başka bir stratejik yolu da, ka­
rakterimizi insanileştirmektir: Kendimizi fazlasıyla kusursuz, fazlasıyla
yaklaşılamaz hale getirmemek için küçük bir "budalalığımızın" olabile­
ceğini belirtir Nietzsche.87
Peki, bu tür tekniklerle nasıl baş edeceğiz? Bu teknikleri kullanırken
hangi ilkelere uyacağız? En genel ilke, insanın hayatını tek bir tanımlayı­
cı güdü etrafında örgütlemesinin ideal olduğudur. Gezgin ile Gölgesi'nde
belirtildiği gibi ( Cezanne'ın ressamlara daima doğada bir "küp, koni ve
küre" keşfetme talimatını yansıtır şekilde), manzaralar "tüm çeşitlilikle­
ri altında basit bir geometrik şekle" sahip değillerse hoşumuza gitmezler.
Nietzsche'ye göre aynı şey insanlar için de geçerlidir. Haz verici bir ka­
rakterin ve hayatın "matematiksel bir tabanı" olacaktır.88
Napolfon'da ve "antik dönemin insanlarında " olduğu gibi, hayatın
ideal biçimi düz bir çizgidir (ruhun ideal biçiminin de piramit olduğu­
nu keşfedeceğiz) : " bir güdünün kusursuz bir tutarlılıkla tepeden tırnağa
işlenmesi" neticesinde insan hayatı "tek bir motifte yaratıcı bir şekil­
de "gelişip çeşitlenir" .89 "Birlikte çokluk " 90 Nietzsche'nin toplum ve
Tan Kızıllığı 457

ruh üzerine tüm düşüncelerinin parolasıdır: Malwida von Meysenbug


onun şu sözlerini kaydetmiştir: "Tüm yaşamlar içinde en çok kıskandığı
Mazzini'nin yaşamı, yani tek bir fikre [İtalya'nın birliği] mutlak yoğun­
laşmanın bireyin içinde güçlü bir alevle yandığı bir yaşamdı. " 9 1 Öyleyse
insan, kimi zaman bir güdünün kimi zaman öbür güdünün hakimiyeti
ele geçirdiği ürpertici bir (Platon'un deyişiyle, "demokratik" ) kaos yeri­
ne Platon'un Devlet'indeki "tek adam" olmalıdır. Peki, ama nasıl? Kişi­
nin hayatını tanımlayan motifin nasıl bir karakteri olmalıdır?
Tan Kızıllığı'nın temel hedefinin mutluluk olduğunu hatırlayalım:
Hıristiyanlığın kara bulutlarını uzaklaştırarak güneşli manzarayı gözler
önüne sermektir burada hedef. Nietzsche okurlarına tek kelimeyle nasıl
mutlu olunacağını gösterme arzusundadır. Nihai kaygısı bütün olarak
"kültürdür" elbette -kültürümüz onun okurlarının ve okurların halefle­
rinin çabaları sayesinde mutlu, ya da en azından daha mutlu bir kültür
olmalıdır. Fakat şimdilik bu kaygıyı ben bir kenara koymak istiyorum.
Kültür kaygısı bir yana bırakıldığında soru şudur: Yaşamı tanımlayan
hangi ilke kişisel mutluluğa kapı açar?

Mutluluk Paradoksu

Nietzsche şu sorunla ilgili bir uyarı yapar: "Birey ne ölçüde mutluluk


isterse istesin, ona mutluluğa giden yolu gösterecek bir reçete verilme­
meli. Çünkü bireysel mutluluk başkalarının bilmediği kişisel kanunlar­
dan çıkar, dışarıdan gelen reçeteler onu sadece engelleyip köstekler. " 92
Bireysel mutluluğun koşulları, tıpkı bireysel sağlığın koşulları gibi o
kadar değişkendir ki bu konuda sunulacak hiçbir genel reçete yoktur.
Fakat Nietzsche somut bir mutluluk "reçetesi" vermese de, nasıl mutlu
olunacağı konusunda nispeten soyut nitelikte çok şey söyler.
Düşüncesindeki doğrultunun ipucu, insanlığın geleceği için kendini
" feda etmenin" feda filan olmayıp, "mutluluğun olumlu anlamda artı­
rılması" olduğunu söylemesinde bulunabilir.93 Burada, daha önce kısaca
değindiğimiz mahut "mutluluk paradoksundan" bahsetmektedir: Dene­
yim gösteriyor ki doğrudan mutluluğu amaçlamak ters etki yapmakta,
"mutluluk peşine düşmenin" ta kendisi mutluluğu erişilemez kılmakta­
dır. ( " Umutsuz ev kadınları" devamlı acı çeker.) Bunun sebebi mutlulu-
NIETZSCHE

ğun ancak mutluluk dışında bir faaliyete tutkuyla bağlanmak olmasıdır,


bu bağlanma mutluluğun değil, o faaliyetin sonucuna odaklanmamızı
gerektirir. Mutluluk hedefi, demektedir Nietzsche ( bana kalırsa haklı ola­
rak), ancak dolaylı olarak takip edilebilir, çünkü mutluluk felsefi tabir­
le başka bir şeye tutkuyla bağlanmanın "yan ürünüdür" : İnsanın önem
verdiği şeyi iyi yapması -ya da en azından bu ümidi taşımasıdır. Nietz­
sche'nin bunu söylemek istediği, Zerdüşt'ten daha önce alıntıladığımız
pasajda açıkça ortaya konmuştur. Nietzsche'nin ikinci benliği, "ne önemi
var mutluluğun, ben eserimin peşindeyim yalnızca" demesi karşısında
hayvanlar, "gök mavisi bir mutluluk denizinde yüzmüyor musun? " der­
ler; bu da Zerdüşt'ü, hayvanların gizli stratejisini tahmin etmesine acıyla
gülümseyerek öyle olduğunu kabul etmeye zorlar. 94 Mutluluk "çalışma­
nın" yan ürünüdür. İyi ama ne tür bir "çalışma" ? Bu soruya cevap ver­
meden önce bir anlığına konudan sapıp Nietzsche'nin mutluluk anlayı­
şında örtük olarak bulunan, önceki bölümde özetlenen fakat tam olarak
ele alınmayan görünüşteki bir çatışmaya göz atmak istiyorum.

Destansı-/dilik

Gezgin ile Gölgesi'ni tartışırken, 1 870'lerin sonundaki Nietzsche'yi


Helenistik dönem yaşam filozoflarıyla, hepsinden önce de Epikuros'la
ilişkisi içinde değerlendirmek gerektiğini söylemiştim. Söz konusu filo­
zofların "bilgeliklerinin" hedefi, ana unsuru ataraksiya [bkz. Sözlükçe] ,
dinginlik olan bir mutluluğa erişmekti. Yine belirttiğim gibi, b u Helenis­
tik mutluluk anlayışının büyük bir kısmı Gezgin'de kendini yine göste­
rir: Örneğin kendimizi insani meselelerin ciddiyetinin üzerine çıkarıp bu
ciddiyeti "komik" bulmak ve böylece ruh huzurumuzu korumak için,
ölümün kaçınılmazlığı üzerine tefekküre dalmaya, zaman ve mekanın
sonsuzluğundaki sıfıra yakın önemsizliğimizi düşünmeye cesaretlendiri­
liriz. Bu Helenistik mutluluk anlayışı dönemin defterlerinde daha da çok
öne çıkmıştır. Bu defterlerde örneğin "neşenin üç yüzü", "yükselme"
(insan ciddiyetinin üzerine), "aydınlanma" (muhtemelen entelektüel
hazlardan alınan keyif) ve "huzur" (ruh huzuru) olarak sayılır. Fakat en
iyisi dördüncüsüdür: "bir içindeki üç" , yükselme, aydınlanma ve huzur
üçlüsünün bir birlik içinde toplanmasıdır.95 Kısa süre sonra Nietzsche
Tan Kızıllığı 459

"yükselme" fikrine dönerek " [manevi] yüzme ve uçma . . . duygusunu"


"en yüksek iyi" olarak adlandırmaya meylettiğini yazar. 96 Fakat tüm bu
ataraksiya-merkezli mutluluk resimlerinin sorunu, çok pasif görünme­
leri, bir davaya tutkuyla bağlanma fikriyle pek uyuşmamalarıdır. Bun­
lar Zerdüşt'ün "işiyle" uyuşmadığı gibi, Nietzsche'nin kendisinin Batı
kültürünün yenilenmesine tutkuyla bağlanmasına da uymaz. O halde
Nietzsche'nin mutluluk anlayışının içinde saklı -bir çelişki-, pasif ile ak­
tif arasında bir çelişki yok mudur?
Görünüşün aksine ben bir çelişki olmadığını düşünüyorum. Gezgin
döneminden kalma başka bir notta St. Moritz civarındaki yaz manzara­
sından bahsederken Nietzsche şöyle der:

Önceki akşam Claude Lorrain· tarzı kopuşa öyle kapılmıştım ki en sonunda göz­
yaşlarına boğuldum. Hala bunu yaşayabiliyor olmak! Yeryüzünün böyle bir şeyi ken­
disinin sergileyebileceğini asla tahmin etmezdim; bu tür manzaraları iyi ressamların
icat ettiğini düşünmüştüm. Destansı-idilik, şimdi benim ruhumun keşfi oldu.97

Bu notun teması Gezgin'in "Et in Arcadia ego" (Arkadia'da bile ben


varım) başlıklı, daha önce alıntıladığımız pasajda yeniden ortaya çıkar.
Burada "Arkadia" klasik mitolojinin pastoral cennetidir. Nietzsche cen­
nete dair fikrinin Helenik kahramanlarla dolu Poussin ya da Claude Lor­
rain manzarası olduğunu söyler. Kafasındaki idealin, tıpkı onlarınki gibi,
" bir ve aynı anda destansı ve idilik" bir duygu olduğunu da ekler.98 Bu­
rada pastoral manzaralar ile destansı -"epik" de diyebiliriz"- dramala­
rın, umumiyetle Antik Yunan ve Roma mitolojisinden alınan temalarda
görünüşte paradoksal birleşiminden bahsetmektedir. Bu yüzden, örneğin
bir Claude tablosunun hakim havası dinginlikken ve hakim sahne pas­
toral cennetken -figürler genellikle doğanın yanında küçülmüştür- konu
irkiltici başlıklarla gösterilir: "Apollon'un Öküzünü Çalan Merkür",
"Europa'nın Kaçırılışı", " Filolarını Ateşe Veren Troyalı Kadınlar" vb.
Destansı-idiliğin ilk izini İnsanca, Pek İnsanca'da, Nietzsche'nin " sa­
natçının ve filozofun mutluluk vizyonundan" bir tür "dingin galeyan",
aktif "yüzerlik" diye bahsetmesinde görüyoruz.99 Bana göre bu durum
Nietzsche'nin "destansı-idiliğinin" Martin Heidegger'in Gelassenheit


Bu adla anılmakla birlikte asıl adı Claude Gellee ( 1600-1682) olan, ideal manzara
resminin en önemli temsilcilerinden sayılan Fransız ressam-r.n.
NIETZSCHE

["sükunet"] dediği şeye, yani aynı anda aktif olan dinginliğe, her türlü
sanat ya da zanaatta ustalıkla el ele giden dinginliğe yakın bir şey oldu­
ğunu gösteriyor. Nietzsche İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de bu dinginliğin
her sanatçının en yüksek yaratıcılık anlarının karakteri olarak gördüğü
"zorunluluk", çaba gerektirmeyen akış, bilinçli tercihin yokluğu oldu­
ğunu belirtir, 1 00 Örneğin konser veren bir kemancının dingin rahatlığını
düşünün, bu hal aynı zamanda yoğun bir konsantrasyon, üstün bir beceri
halidir. Bana kalırsa Nietzsche çok haklıdır: dinginlik ve faaliyet -"des­
tansı" faaliyet dahil- karşıt şeyler değildir, tek bir halde birleşebilir.

Hoşgörülü Bencillik

Tekrar konumuza dönersek, karşımıza çıkan soru şudur: Ne tür bir


"iş", ne tür bir "görev" -"destansı" ya da başka türlü- yan ürün olarak
mutluluğa erişilen hayatı tanımlamalıdır? Olumsuz yönde Nietzsche'nin
eski, Hıristiyan şefkat, kendini düşünmeme, " başkalarına öncelik ver­
me", "kendinden dışarı bakarken" başkalarının sıkıntılarına "dikkat ke­
silme" ahlakını kaldırmak istediğini görmüştük.101 Kariyerinin geri kala­
nında da yapacağı gibi provokatif bir tarzda buna basitçe "ahlak" deme­
yi adet edinmiştir. (Başka kullanımlarından ayırt etmek için sözcüğün bu
kullanımı faydalı bir şekilde "kötü anlamda 'ahlak"' olarak tırnak içine
alınmıştır. )102 Onun yerine "bencilliği", yani münhasıran özçıkara göre
eylemde bulunmayı savunur. Peki, ama bu sadece kötü anlamda ahlakın
değil, bildiğimiz ahlakın da kaldırılmasına tekabül etmez mi? Nietzsche
kısa süre sonra kendisine -provokatif bir tarzda- "ahlak tanımaz" deme­
ye başlayacaktır. Fakat o zaman derhal sorma ihtiyacı doğuyor: Bencilli­
ğin bu şekilde savunulması onu sırf polemik olsun diye değil, gerçekten
bir ahlak karşıtı, yani ahlak karşıtı bir düşünür yapmaz mı?
Ahlak nedir? Nietzsche ahlak kuralının "göreneğe itaatten ... başka
anlama" gelmediğine işaret eder. 103 (Sittlichkeit, yani ahlak Sitte'den,
yani görenekten geldiği için, Almancada bu neredeyse bir totoloj idir. )
Göreneğin amacı ahlaki cemaatin refahını sağlamaktır -Nietzsche buna
toplumsal "fayda" der. 104 Peki, ama bu fiilen ahlak gibi bir şey -"kötü
anlamda" ahlak- talep etmez mi? Nietzsche'nin bencilliği hayata rehber­
lik eden bir ilke durumuna yükseltmesi tam da ahlaki kaos ve toplumsal
Tan Kızıllığı

çöküşe davetiye çıkarmak değil midir? Alan Bloom'un The Closing of


the American Mind'ı ( 1 987; Amerikan Zihninin Kapanışı) gibi eserlerin
ruhuyla hareket ederek, şimdiki çağın -kamusal, müşterek alanımızın
atomlaşarak "My Space" ( benim alanım) haline geldiği ve dostluk daya­
nışmasının bencilce "şebekeleşme" manipülasyonları içinde eriyip gittiği
bir çağın- ahlaki çöküşünü en azından kısmen Nietzsche'nin bencilliği
onaylamasının tesirine atfedemez miyiz gerçekten?
Nietzsche kendisinin etik bencillik biçiminin toplumsal çöküşe yol
açacağı, toplumsal "faydaya" sahip eylemin kaybolmasına sebebiyet ve­
receği suçlamasını büyük bir endişeyle reddeder. Hatta belki de güç bir
geçiş sürecinin ardından bir bütün olarak toplumun, eski Hıristiyan öz­
geci merhamet kuralı yerine onun reçetesine uyarsa daha iyi, daha mutlu
olacağını göstermek ister. Bu yüzden de şunu vurgular:

Kendiliğinden anlaşılacağı gibi -deli olmamam önkoşuluyla- [Hıristiyan kodu


altında] ahlaksız denilen birçok eylemin engellenmesi ve bunlara karşı mücadele
edilmesi gerektiğini inkar etmiyorum, keza ahlaklı olduğu ifade edilen şeylerden
birçoğunun yapılıp, teşvik edilmesi gerektiğini de inkar etmiyorum -ama şimdiye
...

değin olduğundan farklı sebeplerden. 1 os

Yani Hıristiyan ahlakının icra edip onayladığı toplumsal bakımdan


faydalı pek çok eylem yeni " bencil" ahlakta da devam edecektir -ama
farklı güdülerle devam edecektir. Peki, niçin böyle olacak? Nietzsche­
ci bencil, niye kendini bir bütün olarak cemaatin refahını desteklerken
bulsun?
Bana kalırsa Nietzsche'nin cevabının temel biçimi onun cinsellikle
ilgili görüşünde özetlenmektedir: " Bir insanın kendisi zevk alırken baş­
ka bir insana iyilik yapması" ne kadar da "yardımsever bir düzenleme­
dir" , 106 Köselitz'e gönderdiği bir mektupta, "İnsan başkasını sevmeyi
bırakırsa kendini doğru düzgün sevmeyi de bırakır, bu yüzden başkasını
sevmeyi bırakmaması tavsiye edilir ( benim deneyimime göre ) '', der.107
Ayrıca defterlerinde bariz bir şekilde popüler bir tekerlemeyi tekrarla­
yarak " Başkasını neşelendiren kendini de neşelendirir [Freude machen
selber Freude macht] " lafını asla unutmamamız gerektiğini söyler, 108
Nietzsche'nin burada göstermek istediği şey, kişinin kendi mutluluğu
için gereken hayat-odağının aynı zamanda bir bütün olarak cemaatin
NIETZSCHE

uzun vadeli refahını destekleyen odak olduğudur. Bunu "tesadüf şartı"


olarak adlandırabiliriz. Gösterilmek istenen şey, kişinin kendi mutlulu­
ğunu aydınlanmış olarak aramasının, bir bütün olarak cemaatin mutlu­
luğunun desteklenmesiyle çakıştığıdır; yani insan ( bugünün feci jargo­
nuyla) "sıfır toplamlı oyuna" girmemiştir, onun yerine "iki tarafın da
kazandığı bir durumdadır" .
Nietzsche en azından bazı bencillik biçimlerinin çakışma şartlarını
yerine getirdiğini açıkça belirtir. Kendi rehberlik misyonunu, hayatını
tanımlayan "görevini", yani Horst Hutter'ın deyimiyle "dünyaya ne­
zaretini" 109 insanlığı daha iyi bir geleceğe götürecek "eğiticilik" diye
tanımlar;l l O "tinin [ya da 'ruhun'] doktoru" olacak,1 1 1 bu ruh çağının
karmaşa ve sıkıntı içindeki durumuna nezaret edecektir. 1 12 ( 1 877'de
Viyanalı [elbette Freud'un şehri] Macar bir soylu kadının, onun eser­
lerini dini şüpheyle kafası karışmış insanlara danışmanlık yapmakta
kullandığını duyunca çok gururlanmış ve mutlu olmuştu . ) 1 1 3 Açıkça
kendi psikolojik durumunun idealleştirilmiş bir tanımlamasını yaparak,
insanın hayatını bu tür bir misyon çerçevesinde tanımlamasına daya­
nan "ideal bencilliği " tarif eder. Mektuplarında buna "kutsal bencillik"
adını verir. 1 14 "İdeal bencillik" , mutluluğun en yüksek formu, manevi
"gebeliktir" : Bir "kendini vakfetme halinden . . . gurur ve kibarlıktan ...
huzursuz ruhlara yayılan bir rahiyadan" oluşur. Bir "fikre" gebe olmak
ve "verimliliğimizin sona erişi güzel olsun diye hep halletmek, korumak
ve ruhu sakin tutmak ... herkesin yararı için".115 ( Burada kişinin "mis­
yonunun" "idilik-destansılığı" ile bir nevi Madonna-benzeri dinginlikle
bileşimine dikkat edin.)
Nietzsche'nin burada "gebelik" , yani kendi durumunda kültürü ye­
nileyici yazılara gebeliği, dediği şey, başka bir kesimde "boşaltılmak
isteyecek" kadar " dolu olmak" diye adlandırdığıyla aynıdır. 1 1 6 Aynı
fikir "mutluluğun ilk etkisinin" "güç hissi" olmasını, "kendini dışa vur­
mak isteyen bir" duygu olmasını tanımlayan bir kesimde yine ortaya
çıkar. 1 1 7 (Pek çok yaratıcı insanın paylaştığı bir duygudur bu. Örneğin
İris Murdoch bir arkadaşına gönderdiği mektupta, "en kötü anımda bile
içimde sonsuz bir canlılık" hissediyorum der ve canlılığı "neşe" diye
tanımlar. ) 1 1 8 Nietzsche b u "gebeliğe" ideal bencillik der ki bana kalırsa
bunun ilk sebebi seçme okurlarının -yeni kültürün özgür ruhlu müjde­
cilerinin- hedefleyeceği mutluluğun bu olması, ama ikincisi de çakışma
Tan Kızıllığı

şartını yerine getirmesidir. Nietzsche ve çekmeyi umduğu "takipçiler"


kendilerinin -ve Murdoch'un- "neşesini ", düşünmekte ve eyleme geç­
mekte, taşmakta, "herkesin yararına" doğurmakta bulacaklardır.
Nietzsche başka türden bir " bencillik" daha olduğunu kabul eder
elbette. * "İdeal" ya da "kutsal" bencillik "aşırı doluyken ve boşaltıl­
mak isterken" -"armağan vermekteyken"- diğer bencillik " boştur ve
doldurulmak ister" , 1 1 9 Zerdüşt'ün diliyle, "açtır" . Mektuplarda kedi­
lerle bağdaştırılır. Lou Salome'ye gönderdiği bir mektupta, "İnsanda en
nefret ettiğim şey artık sevemeyen kedi-bencilliğidir; hiçbir şeye bağlı
değildir: tüm kötülüklerden daha kötüdür," der,120 Bu yüzden onun, ay­
dınlanmış bencilliğin "herkesin yararını" desteklemekle çakıştığı görü­
şünün asıl güçlüğü, vermektense alan " boş" bencilliğin, "her şeye hırsı­
zın gözüyle bakan" 121 bencilliğin aydınlanmamış olduğunu göstermek­
tir. Müthiş zengin uyuşturucu baronu, sapık cinsel zevkleri olan rahip
ya da nihilist terörist, yakalanmayacak kadar zeki olmak kaydıyla, niye
kendi (ama standart olmadığını kabul etmek gerekir) en iyi çıkarlarını
tatmin etmesinler?
Nietzsche bu soruya dolaysız cevabını ortaya koymasa da, bana ka­
lırsa cevap şöyledir, ya da en azından şöyle olmalıdır: Nietzsche kendisi
gibi "eğiticilerin", "onuru, kendi gözlerinde" ve "onların hayatının gö­
revine" saygı duyanların gözlerinde bulduğunu söyler.122 Ayrıca, gör­
düğümüz üzere bir bütün olarak insanlığa fayda sağlayan " bir fikre"
"gebe" olmanın muazzam onurundan bahsetmişti. "İnsan bu kendini
vakfetme halinde yaşamalıdır," diyordu.123 Bana kalırsa bunun anlamı,
insanların (sosyo-biyolojik bakımdan açıklanması pek güç olmayan se­
beplerle), ancak şu ya da bu şekilde bir bütün olarak toplumun refahına
"katkı yaptıklarını" düşündükleri zaman kendilerine saygı duyacak bir
yapıya sahip olduğudur. (Abraham Maslow'un bize temel bir "özsaygı
ihtiyacı" atfederken benzer bir şey söylediğini sanıyorum. ) Bunun işaret­
lerinden biri uyuşturucu baronlarının, teröristlerin, hatta belki de kimi
zaman sapık rahiplerin, düpedüz psikopat değillerse, eylemlerini başka­
larına faydalı olma çerçevesinde akılcılaştırmaya çalışmasıdır: Uyuştu-

* "Bencilce" eylem, kendi çıkarlarımın peşine düştüğüm, başkasının çıkarlarına zarar


verdiğim eylemdir (kısaca ifade edersek). O halde "müşvik bencillik" diye bir şey
aslında mümkün değildir. Nietzsche'nin gerçekte bahsettiği şey müşvik özçıkardır.
Fakat "bencil" sözünü, "ahlakı" reddetmesiyle aynı amacı taşıyan bir provokasyon
olarak kullandığını düşünüyorum.
NIETZSCHE

rucu baronu her şeyi "ailesi için" yapmaktadır, terörist Büyük Şeytan'ı
yeryüzünden silme derdindedir, rahip de (Platon'un Lysias'ı gibi) Eros'un
rehberliğinde gezinen elinin aynı zamanda eğitici bir el olduğunu iddia
edebilir. Nietzsche'nin burada söylemeye çalıştığı şey, bence, insan haya­
tının rehberi olarak yıkıcılığı gerçekten kabul ediyorsa, insan gerçekten
kendini örneğin yuva yıkıcı ve mutluluk bozucu (emme fatale olarak
tanımlıyorsa içten içe kendinden nefret etmemesinin mümkün olmadığı­
dır. Tıpkı Nietzsche'nin Hıristiyanı gibi, " boş" bencil hayatını "vicdan
azabının" karanlık göklerinin altında geçirir.
Nietzsche'nin bencilliğinin doğru okunması buysa, yine felsefesinin
temelde cemaatçi karakteri ortaya çıkıyor dernektir. Nietzsche kendi­
si gibi bir düşünür, "tin doktoru" olmanın başlıca hazlarından birinin,
insanın cemaat üzerinde "saklı" bir "egemenlik" uygulayarak "güç his­
sini" yaşama ihtiyacının karşılanabilmesi olduğunu söyler. 1 24 Bunun
sebebi, her ne kadar pek farkında olmasalar da, "pratik insanların"
"şeylerin hissedile bilirliğine" dair anlayışlarını " biz düşünürlerden" al­
rnalarıdır.125 Daha önce de belirtildiği üzere, pratik insanlar amaçları
ve değerleri düşünemeyecek kadar eyleme kapılmışlardır: Hiç kimse bir
bankere faaliyetinin amacını sormaz. Amaçların değerlendirilmesi vita
contemplativa'nın (düşünsel hayat) alanıdır,126 Bu yüzden, pek de bariz
olmayan bir şekilde, Nietzsche gibi düşünürler cemaatin "manevi lider­
leridir" , gizli " filozof krallardır" . Herkes bu tip bir gücü kullanamaz
elbette. Fakat herkes hayattaki kendi uzmanlığı ve konumuna uygun
şekilde, bir bütün olarak cemaatin refahına katkı yapabilir ve böylece
hem özsaygısını sağlama alır hem de kendine özgü güç hissini: Bir başka
deyişle kendi mutluluklarına ulaşırlar. Demek ki neticede Nietzsche'nin
kendi "ideal bencilliğine" dair portresi, sadece hedef kitlesi olan düşün­
celere dalmış, manevi liderler için değil, herkes için bir idealdir.

Somut Tavsiye

Tan Kızıllığı'nın hedefinin "yaşam-bilgeliği" vermek -özellikle de


nasıl mutlu bir yaşam sürüleceği bilgisini vermek- olduğunu vurgula­
mıştım. Fakat şu ana kadar aldığımız tavsiyeler çok soyunu: Bir bütün
olarak topluma faydalı yaşamı-tanımlayıcı temel bir projenin hükmün-
Tan Kızıllığı

de birleşik bir benlik olarak kendi kendini yarat ( " kendi bahçe düzen­
lemeni yap " ) . Fakat Nietzsche pek çok kesimde aforizmalarla yüklü bir
tarz kullanır -nasıl mutlu olunacağına dair gayet somut tavsiyeler verir;
bu tavsiyeler tekil durumlarla az çok alakalı olabilir. Bu danışmanlıklar
üç başlık altına toplanabilir: kendine bakmak, başkalarının dünyasında
gezinmek, başkalarını etkilemek.
Kendine Bakmak. Bu başlık altında örneğin ne sessiz kalabildiğimiz
ne de bizim için gerçekten önemli meseleleri konuşabildiğimiz sosyal
çevrelerden kaçınmamız söylenir127 (çoğunlukla hısımların bulunduğu
ortamın sorunu budur), ayrıca "küçük insanların" 128 (ofis siyaseti) kö­
tülüğünden kaçmak için bol miktarda yalnızlığa ihtiyacımız olduğu da
eklenir. Başka kesimler Nietzsche'nin kaygılarının psikoterapi ile yoga­
nın kesişiminde durduğunu gösterir. Örneğin bedenen ve ruhen kronik
hastalıkların genellikle tek bir travmadan değil uzun zamana yayılan
kötü alışkanlıklardan kaynaklandığını söyler. Örneğin az nefes almak
akciğer enfeksiyonlarına yol açabilir ve bunun tek tedavisi de düzenli
olarak yere yatıp çeyrek saatlerde çalan bir saat kullanarak çeyrek saat
boyunca derin derin nefes almaktır. Benzer şekilde, insan çevresiyle so­
run yaşıyorsa suçun kendi alışkanlıklarında olup olmadığını düşünme­
lidir. Her iki koşulda da tedavi ağır ağır gerçekleşmelidir. 129 Yine hem
gerçek hem metaforik uyku, bunalımın en tedavi edicisidir: "Yaşam bil­
geliğindeki marifet, her türlü uykuyu uygun zamana yerleştirmeyi bil­
mektir. " 1 3 0 Daha önce gördüğümüz gibi, 1 879'daki Naumburg kulesi
projesinin ardında yatan tavsiye de buydu.
Toplumu İzlemek. Bazı bölümler de insan doğasındaki, zarar gör­
mekten kaçınmak için tetikte olmayı gerektiren bazı yönlerle ilgilidir.
Örneğin: Başını okşamayagörün, köpek hemen üstünüze çıkar -"tüm
diğer yağcılar gibi " . 1 3 1 Çok fazla cinsel ilişkinin genç evli kadınlarda ya­
rattığı alışkanlık, kocaları yaşlanıp halsizleşince baştan çıkarılmalarını
sağlayabilecek ciddi bir unsura döner.1 32 '"Kadın düşmanımızdır' -kim
erkek olarak erkeklere böyle söylerse, sadece kendisinden değil, tatmin
araçlarından da nefret eden başıboş dürtünün sesi duyulur." 133 (Bu da
Nietzsche'nin aforizmalarından bazılarının akrostiş niteliğinin iyi bir ör­
neğidir. Kadın düşmanının gerçekten Hıristiyanların cinsel arzuyu şey­
tanlaştırmasının etkisinde olduğunu anlamak için epeyce iyi düşünmek
gerekir: Nietzsche'nin kendi kadın düşmanlığı ününü düşünürsek ilginç
NIETZSCHE

bir gözlemdir bu. ) Fanatik bir davacı " bütün masumiyeti ile bir cinayetin
ve caninin mağduru olan kişinin kendiliğinden iyi karakterli olmak zo­
runda olduğunu, ya da iyi olduğunu kabul ediyor -ve kendine böyle yol
veriyor, yani: içini dışarı yansıtıyor-" 134 muhtemelen iyi bir karaktere
sahip olduğundan şüphe etmek için iyi bir sebep vardır. (Kamusal bir
kişinin gizli bir günahı açığa çıktığında başına üşüşülmesini düşünebiliriz
burada.) Yaşlı filozoflarla tartışmaya zahmet etmeyin, çünkü onlar sahici
entelektüel güçlüklerle değil bir "tapınak" inşa etmekle ilgilenirler. 135
Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme. İlk iki kategorideki düsturlar
herkesin çıkarına olabilir. Fakat bu üçüncü kategoridekilerin özellikle
Nietzsche'nin hedef kitlesine, yarının "eğiticileri" olacak özgür ruhlula­
ra yönelik olduğunu düşünüyorum. Nietzsche bu kişilere örneğin şunla­
rı önerir: Mevki sahibi insan başkaları hakkında nezaketen hatırlanması
gerekenleri belleğinde tutsa, onlar hakkında sadece iyi şeyleri hatırlasa
iyi eder, çünkü böylece onları hoş bir bağımlılık halinde tutacaktır. 136
(Politikacıların herkesin adını ve onları son gördüğünüz o büyük anı ha­
tırlama yeteneği gibi.) Yine "yaşadığı çağın peygamberi ve mucize işçisi"
olmak -bir "guru" olmak- için insan diğerlerinden ayrı yaşamalıdır ki
en sonunda "insanlığın biz olmadan ilerleyemeyeceği . . . çünkü bizim
gayet açık şekilde insanlık olmadan gayet güzel yaşayıp gideceğimiz"
inancı ortaya çıksın. 137

Teorik Çerçevenin Durumu

Helenistik modeli izleyen Tan Kızıllığı'nda nihai hedefin teorik " bil­
giden" ziyade pratik " bilgelik" olduğunu vurgulamıştım. Fakat yine
gördüğümüz üzere, Nietzsche "doğru" teorik bakış açısını -doğalcılık
ve pozitivizmin temel kabullerini- benimsemeyi sahici mutluluğun, pra­
tik bilgeliğe ulaşmanın temel bir önşartı olarak değerlendirir. Bu da Tan
Kızıllığı 'nın teorik çerçevesinin epistemolojik durumu sorusunu günde­
me getiriyor.
Her bilgi iddiası en iyi ihtimalle Versuch, yani bir "deney" ya da
"girişimdir" , der Nietzsche.138 Bu da onun kendi teorik çerçevesini -
doğalcılık, nedensel determinizm, psikolojik bencillik- bir "deneyden"
öte görmediğini, kesin bilgi saymadığını gösterir. Tan Kızıllığı ' nda tüm
Tan Kızıllığı

bilgi girişimlerimizin "gerçek dünyaya tamamıyla kaçış, sığınak ve sız­


ma yolu olmayan" bir "hapishaneyi" temsil eden (zihinlerimizin eleğin­
den geçerek Kant'taki gibi oluştuğu açık) bir "ufukla" sınırlı olduğunun
vurgulanması da bu izlenimimizi destekler. Ufuklarımız farklı olsaydı
dünya kendini bize farklı bir tarzda açardı. Buradan da tüm sözde bilgi­
lerimizin "hata " olduğu sonucu çıkar. 1 39
Nietzsche "hata" derken "gerçekdışılık" demek istiyorsa böyle bir
sonuç kesinlikle çıkmaz elbette. Dünya-resmimizin öznel olarak meyda­
na geldiğini, başka bilişsel varlıkların dünya-resminden farklı olduğunu
varsaysak bile, karıncanın dünya-resminin aksine bizim dünya-resmimiz
dünyanın gerçek haline tekabül ediyor olabilir yine de. Nietzsche defter­
lerinde bunu kabul eder: "Dünyanın bizim gördüğümüz dünyaya ben­
zeme olasılığı öznel faktörlerin kabulüyle ortadan kalkmaz." 140 Fakat
aslında daha önce gördüğümüz üzere, Nietzsche neredeyse hiçbir zaman
"gerçekdışılık" anlamında "hata " demez. Bu sözcük daha ziyade Wag­
ner'deki Wahn anlamında, yani "kanıtlarını gördüğümüzün ötesine ge­
çen" , "epistemolojik hakikat garantisi olmayan" anlamında kullanılır.
Nietzsche kimi zaman "hatanın" kaçınılmazlığını tiksindirici sayma
eğilimindedir: Bazen Cenova denizinin (gerçekliğin sonsuzluğunun bir
metaforu) onunla konuşmayı sessizce reddetmesini kötücüllük sayar ve
"konuşmaktan, evet, düşünmekten nefret ettim. Çünkü her sözcüğün
arkasında hatayı, hayali, kuruntuyu [ Wahn] gülerken duymuyor mu­
yum ? " 141 Fakat bu geçici bir ruh halidir. Daha tipik olarak, "hatanın"
kaçınılmazlığını, insan " bilgisinin" "örümcek ağında" gerçeklik "deni­
zini" 142 kesin olarak yakalayamamızı heyecan verici bulur:

Oluşum okyanusunun ortasında, sandal büyüklüğünde küçük bir adada uyandık


biz serüvenciler ve göçmen kuşlar [ Wandervöge�; kısa bir süre etrafımıza bakındık:
Mümkün olduğunca hızlı ve meraklı, çünkü bir rüzgar bizi o kadar hızlı alıp götürür,
ya da bir dalga adacıktan sürükleyip atar ki, geriye hiçbir şeyimiz kalmaz ... böylece
neşeli kanat çırpmalar ve cıvıldaşmalar arasında bilginin ve tahmin etmenin tatlı anı­
nı yaşarız ve ruhumuzla okyanusa doğru serüvene çıkarız, okyanusunkinden hiç de
az olmayan bir gururla. 1 43

"Hatadan" kaçamıyor oluşumuz gerçekte daha iyidir, çünkü aksi


takdirde " serüven" ihtimali olmaz, seyahatin "neşesi" kalmazdı. "Ha-
NIETZSCHE

tasız" bir dünyada, Tanrı'nın bize gerçekliğin "entelektüel sezgisini"


(hiçbir zihinsel elekten geçirilmemiş bilgi) bahşettiği bir dünya taham­
mül edilemeyecek ölçüde klostrofobik, yani kapalı yer korkusu üreten
bir yer olurdu. Nietzsche Tragedyanın D oğuşu ' nda hakikat arayışının
hakikatin ta kendisi olduğunu söyleyen Gotthold Lessing'den alıntı ya­
par;144 bana göre kendi hakim hissiyatı da budur ve öyle kalmıştır.
"Hatanın" kaçınılmazlığındaki ısrarının iki farklı şekilde temellendi­
rilebileceğine dikkat edin. Belli bir önermenin gerçeğe tekabül ettiğini öne
sürerken asla tam bir gerekçe gösteremeyeceğimizi söylüyor da olabilir;
yorumdan bağımsız bir gerçeklik fikrinin anlamsız olduğunu, bu yüz­
den düşünce ile gerçeklik arasındaki karşılıklılık fikrinin yanlış olduğunu
da söylüyor olabilir. "Kantçı" görüş ile "postmodern" görüş arasında
bir seçimin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz: Kantçı görüş bir şeyin
doğru olduğunu bilme iddiasını tam olarak gerekçelendirme ihtimalini
reddeden epistemolojik bir tezdir, postmodern görüş ise her türlü hakikat
ihtimalini reddeden bir metafizik tezdir (ya da " felsefi mantık" tezidir) .
Şimdiye kadar yapılan alıntılar Nietzsche'nin postmodernist olmadı­
ğını gösteriyor -en azından henüz değildir. Tan Kızıllığı en ufak bir iro­
niye yer vermeden dışarıda bir gerçeklik olduğunu -"gerçek bir dünya"
olduğunu- belirtir ve bilgilerimiz ışığında bizim dünya-resmimizin bu
dünyaya az çok doğru olarak tekabül ettiğini söyleyebiliriz. 145 Defter­
lerdeki başka sözler de Nietzsche'nin metafizikten ziyade epistemolojiye
odaklandığını açıkça gösteriyor. Örneğin "mevcut felsefi görüşümüzün
yeniliği ... hakikati bilmediğimize inanmamızdır. Daha öncekilerin hepsi
'hakikate sahipti', şüpheciler bile" .146 Bu türden sözler, ne kadar eri­
şilmez olursa olsun "hakikat" diye bir şeyin önvarsayıldığı anlamına
geliyormuş gibi görünüyor.
Nietzsche'nin hatanın kaçınılmazlığındaki ısrarı, güya kendi kendi­
ni çürüttüğüyle ilgili o eski soruya yol açmıştır: doğru olduğunu iddia
etmiyorsa, niye onun felsefesiyle ilgilenelim? Fakat "hata" derken "sah­
teliğin" kastedilmediği bir kez anlaşıldıktan sonra bu problemin kaybol­
duğunu düşünüyorum. Nietzsche'nin söylemeye çalıştığı şey kesinlikle,
W. V. Quine'nin yüz yıl sonra gözlemin "teoriyle yüklülüğü" ve tüm
insan bilgisinin " ufka" -bağlı karakteriyle ilgili söylediği şeydir sadece.
"Şu ya da bu teorinin bakış açısında durmaktan ve bunun için de döne­
min en iyi teorisini aramaktan daha iyisini yapamayız," der Quine.147
Tan Kızıllığı

Quine "en iyi teori" derken "azami güçteki teori"yi kasteder: Azami
sayıda yaşanmış fenomeni en etkili şekilde açıklayan ve öngören teori.
Peki, ya Nietzsche "en iyi teori "yle ne kasteder? Kendi teorik çerçevesi­
nin rakiplerininkinden daha iyi bir teori olduğunu niçin düşünmektedir?
Özellikle de pozitivist dünya görüşünün, yerini alacağı Hıristiyan -ya
da daha genel olarak metafizik- dünya görüşünden daha iyi bir teori
olduğunu niçin düşünür?
Buna verebileceği cevaplardan biri iki dünya görüşünün sonuçlarıyla
ilgilidir: Hıristiyan dünya görüşü bizi dünyamızın durumu karşısında
bunaltır ve pasifleştirirken, pozitivist dünya görüşü bizi iyimser ve aktif
kılar. Fakat Nietzsche bir inancın mutluluk üretme eğiliminin doğru­
luğuyla ilgisi olmadığına pek çok kez işaret etmiş, üstelik bunu alaycı
bir tarzda yapmıştır. Bu yüzden insanın hakikati önemsediğini ve bilgi
"deneyiminin" illaki son söz olmamakla beraber en azından Hıristiyan
rakibininkinden daha doğru olduğunu düşünüyor. Peki, nasıl olur da
böyle bir şey öne sürmek isteyebilir?
14. Bölüm'ün başında Nietzsche'nin yaşadığı çağdaki pozitivist ba­
kış açısında -1 8 70'lerin ortasına kadar direndiği bakış açısında- onu
etkileyenin teknolojik güç ve açıklama verimliliği olduğunu belirtmiş­
tim: demiryolları, telgraf, telefon, ayrıca Darwin'in "Tanrı hipotezinin"
lüzumsuzluğunu göstermesi gibi. Pozitivist dünya görüşü kendisinden
öncekiyle kıyaslandığında inanılmaz bir güç ve verimlilikte bir teori
öneriyordu. Nietzsche'yi, "bu da kesinlikle doğruluğunun bir kanıtıdır"
derken hayal edebiliriz. Yani dünyanın doğası konusunda kökten ya­
nılan varlıklar daha üreyemeden ölme eğilimindedir. Tam tersine çevre
üzerindeki güçleri sayesinde ayakta kalıp güçlenenler büyük ihtimalle
hakikate daha yakındır.
17. Bölüm

Şen Bilim

Sils Maria'da İlk Yaz

""Tlz n Kızıllığı'nın yayımlanması neredeyse tam olarak Nietzsche'nin 4


1. Temmuz 1 88 1 'de Sils Maria'ya varışına denk geldi. Nietzsche bura­
da 1 Ekim'e kadar kalacaktı. Böylece hayatının geri kalanındaki desen
de belli olmuştu. İleride göreceğimiz üzere "Salome meselesiyle" alakalı
travmatik olayların normal hayatını kesintiye uğrattığı 1 8 82'yi saymaz­
sak, 1 8 8 8 sonunda tamamen çökene kadar her yıl yaklaşık üç yaz ayını
Sils'te geçirecekti.
Sils Maria'daki (hala) küçük köy, Sils Gölü ile Silvaplana Gölü arasında
kalan toprak parçasına kurulmuştur; Engadin vadisinin yukarı tarafında,
2.000 metre yüksekliktedir. Vadinin üstünde her yönde Alpler yükselir. En
nefes kesici dağ olan Corvatsch Dağı'nın etekleri köyden yürüyerek sade­
ce on dakika uzaktadır. Nietzsche daha ilk görüşte Sils'e sevdalanmıştı:
Manzaranın ihtişamı, köylülerin zor ve sade hayatı, ormanların düşünceli
gölgeleri, göllerin turkuaz berraklığı, çevrelerindeki düz yürüyüş yolları,
sadece sığırların ve kilise çanlarının bozduğu dingin sessizlik ve "fiziğin­
ötesinde", dünya işlerinin üstünde ve ötesinde olma hissi.
Tek küçük penceresi bir köknarın gölgesinde kalan, koyu renkli, ışığı
emen çam kerestesiyle kaplı Nietzsche'nin odası Durisch'in evinin ikinci
katındaydı. Tek bir ispirto lambasıyla aydınlanan oda loş ve sobasızdı
(bkz. Resim 2 1 , 22). Nietzsche bu odada her gün sabah beşte kalkar,
bütün vücudunu soğuk suyla yıkar, bir saat kadar düşündükten sonra altı
buçukta iki çiğ yumurta, küçük ekmekler, çay ve anasonlu galetayla kah­
valtı ederdi. Üç-dört saat -havaya ve sağlığına göre- yürüyüş ve düşün­
meden sonra et ve makarnadan oluşan öğlen yemeğini yer, zaman zaman
bir bardak da bira içerdi. Hiç değişmeyen yemeğini kaldığı yerden yüz
metre uzaktaki Alpenrose Oteli'nde yer, öğlen kalabalığından kaçınmak
47 2 NIETZSCHE

için de daima on bir buçukta oraya varırdı. Üç ya da dört saatlik başka


bir yürüyüşün ardından altı buçukta yediği akşam yemeği -yine her gün
aynıydı- çay, iki çiğ yumurta ve (yöre köylülerinin başlıca besinlerinden)
polenta ve anasonlu galeta yiyordu. Anlaşılan Nietzsche bu yaz hemen
hiç meyve ya da sebze yememişti; bunun zaten hep şüpheli sindirimine
korkunç etkileri olması muhtemeldir. Akşamları tıpkı Cenova'da yaptığı
gibi yediden dokuza kadar karanlıkta sessizce oturuyor, böylece "manevi
güçlerini" koruduğuna inanıyordu. Ardından yatıyordu.!
Nietzsche Sils'e "kurtarıcı-mekanı" olarak bakıyordu: "Daha önce
hiç görmediğim kadar sakin ve yoksul hayatımın 50 şartından hepsi ye­
rine geliyor ... beklenmedik ve hak edilmemiş bir armağan" .2 Duruma
bakılırsa bu tuhaf bir yargıdır, çünkü sağlığının muhakkak "aylar boyu
berrak gökyüzü" gerektirdiğine karar vermişti zaten3 -bulutların eksik
olmamasıyla ünlü dağ tepelerinde en son beklenecek şey her gün berrak
gökyüzüyle karşılaşmaktı. Gerçekten de Sils'teki ilk yazda bulutlar hiç
eksik olmadı. Temmuz sıcak geçti, sürekli fırtına çıkıyordu. Nietzsche
atmosferdeki elektriğin nöbetlerini tetiklediğini düşünüyordu; bu yüzden
her fırtınayla birlikte bitkin düşürücü bir baş ağrısı ve mide bulantısı
nöbetiyle yataklara düşmesi şaşırtıcı değildir. Ağustos, Engadin standart­
larına göre daha çok soğuk geçti ve sobasız odasında mayasıl ağrısı çek­
meye başladı. Eylül de çok kötüydü, kah yağmur yağıyor, kah fırtına
çıkıyor, kah kar yağıyordu. Nietzsche eve gönderdiği bir mektupta Sils'in
karının Haziran'a kadar erimeye başlamadığını, Temmuz ve Ağustos'ta
bile yağabildiğini, bu yüzden Cenova'daki pek çok kış gününün Sils'teki
yaz günlerinden daha ılık olduğunu yazmıştı.4 Medeniyetin merkezine
çok uzak olduğundan, eskisi gibi annesine alışveriş listesi göndermeye
başlamıştı. Başka şeylerin yanı sıra ondan Alman sosisi, ispirto lambası
için fitil, fırça ve tarak, çörek, iğne ve iplik (anlaşılan yemek yapabildiği
gibi dikiş de dikebiliyordu) istemişti. Ama her şeyden önce sıcak tutan
eldivenler ve çoraplar istiyordu,5 çoraplar gelmeyince dokunaklı bir tarz­
da, " Çok üşüyorum: çorap! Bir sürü çorap! " diye tekrar yazmıştı.6
Nietzsche kendi kendine doktorluk etme çabalarını sürdürdü, çekti­
ği dertlerin güç teşhis edilen bir beyin sorunundan kaynaklandığına ve
kendi durumunu her doktordan daha iyi bileceğine inanıyordu. 7 Ayrıca
durumunu düzeltmenin anahtarının iklimin sağlık üzerindeki etkilerinde
yattığını düşünüyordu -gittiği her mekanın yeni bir sağlık "deneyimi"
Şen Bilim 473

olduğunu yazıyordu Elizabeth'e.8 Pierre Foissac'ın Meteoroloji (Meteo­


rologie, 1 859; De La Meteorologie, 1 923) üzerine eserini okumuştu. Bu
kitap başlığının aksine aslında hava basıncının ve atmosferdeki elektri­
ğin insan bedeni üzerindeki etkileriyle ilgiliydi, ama Nietzsche bu "bili­
min" henüz bebeklik döneminde olduğunu üzülerek gördü.9
Katı günlük rejimine rağmen (ya da bu rejim yüzünden) sağlığı her
zamanki gibi kötüydü. Sıklıkla günler boyunca mide bulantısı yüzünden
hiçbir şey yiyemiyordu. 1 0 Bütün yaz boyunca, "ölüm omuz başımdaydı"
diye yazar Eylül sonunda Köselitz'e: Sadece on günü tahammül sınırları
içinde geçirmişti ve nöbetler en az Basel'deki kadar kötüydü (orada bu
nöbetler yüzünden profesörlüğü bırakmıştı elbette). 1 1
Nietzsche hiçbir başarı elde edememesine rağmen kendine doktorluk
etmenin faydasına inanmayı sürdürdü: "İnsanlar iyi bir doktor olduğu­
mu söyleyecek -üstelik sadece kendim için değil," diye ekliyordu, yeni
çıkan Tan Kızıllığı'ndan bahsederken.12 Burada kastettiği şey, Sils'e yer­
leşmesinin kendi ruh doktorluğu bakımından büyük başarı olduğudur.
Epikurosçu felsefenin öğrettiği gibi, bedensel acı, ruhun üstüne yüksele­
cek, hatta hoş karşılanıp üretken bir hayata çevrilebilecek düşman ka­
derdir: " Kuvvetlenmenin ve kuvvetlice kanat çırpmanın pek çok yolu
var: azla yetinme ve acı da bunlardandır, bunlar bilgelik tasarrufuna ait
yollardır," diye yazar Marie Baumgartner'e. 1 3 Önemli olan ruh sağlığı­
dır ve Nietzsche Sils'in ruh sağlığına iyi geldiğini fark eder. "Oehlerlerin
en sevimlisi" olan dayısı Theobald'ın kendini Salle'ye atıp intihar ederek
ölümünün ardından annesini teselli etmek üzere gönderdiği mektupta,
kendine dönerek şöyle der: "'Bunalımda' sözcüğünün bu kadar alakasız
olduğu başka biri daha yoktur ... [beden] sağlığından çok daha ağır me­
seleleri dikkate almalıyım. " 14

Bengi Dönüşün Ortaya Çıkışı

Bu "daha ağır meseleler" felsefi düşüncelerdi elbette. Bunlar fokur fo­


kur kaynarken başka hiçbir şey son tahlilde önemli değildi. Üstelik ger­
çekten kaynıyorlardı da. "Şimdi, sevgili dostum," diye yazar Köselitz'e
14 Ağustos'ta (son çöküşünde görülen bazı davranışları uğursuzca ön­
ceden sezmişti adeta ),
474 NIETZSCHE

Ağustos güneşi tepemizde, yıllar gelip geçiyor, dağlarda ve ormanlarda her şey
daha sessiz daha huzurlu oluyor. Düşünceler bugüne kadar hiç görmediğim tarzda
ufkumun üstüne çıktı -onları dile getiremiyorum ... duygularımın yoğunluğu hem titre­
meme hem kahkaha atmama yol açıyor ... dün yürürken ... duygusallıktan değil coş­
kudan gözyaşları döktüm, ağlarken bir yandan şarkı söyledim, saçma sapan laflar
ettim, tüm diğer insanlardan önce yepyeni bir hayalle doldum. 1 s

Sözünü etmeyi reddettiği düşünceler (insanın aklına Yahudilerin


Tanrı'nın adını zikretmemesi geliyor) "aynının bengi dönüşü" ana dü­
şüncesinin (insanın hayatının ve kozmosun bütün tarihinin en ufak
ayrıntısına kadar ebediyete kadar tekrarlanacağı fikrinin) barındırdığı
düşüncelerdir. * Bir başka deyişle, zamanın döngüsel olduğu düşünce­
sidir bu. Bengi dönüş İşte Böyle Dedi Zerdüşt'ün merkezi konusudur
ve daha önce belirttiğim gibi, Nietzsche'ye göre aklına gelen en önemli
düşüncedir. Olgunluk felsefesinin kalbini oluşturan iki ana temadan bi­
ridir -diğeri de "güç istencidir" . O halde burada, 1 8 8 1 Ağustos'unun
başında Nietzsche'nin pozitivist döneminin sona erişi ile olgunluğunun
başlaması arasındaki birleşme noktasında duruyoruz.
Nietzsche, düşünceler düşüncesinin aklına gelişini Ecce Homo'da
şöyle hatırlar:

Zerdüşfün öyküsünü anlatmama geldi sıra. Yapıtın ana kavramı olan bengi-dö­
nüş düşüncesi, erişilebilecek o en yüksek olumlama ilkesi, 1 881 yılı Ağustos'una
rastlar: Bir kağıt parçasına karalanmıştır, altında şu yazılıdır: "İ nsan ve zamanın
6.000 ayak ötesinde". O gün Silvaplana Göl'ü kıyısındaki ormanlarda yürüyordum;
Surlei yakınlarında, haşmetli, piramit biçimli bir kayanın dibinde mola verdim [bkz.
Resim 23). Bu düşünce orada geldi bana. 1 6

Sonraki yıllarda Nietzsche yanında birileriyle (Sils'ten yarım saat yü­


rüme mesafesindeki) piramit biçimli kayanın yanından geçerken, adeta
kutsal bir yere giriyormuş gibi sessizleşecektir. Ona göre düşüncenin ge­
lişi bir ziyaret niteliğindeydi.

*
Nietzsche'nin "dönüş" için kullandığı Wiederkunft sözünün dinsel çağrışımları var­
dır. Hıristiyanlar Mesih'in Wiederkunft'undan, yani "ikinci gelişinden" söz ederler.
Daha sonra bengi dönüş ile Nietzsche'nin gençliğindeki Hıristiyan sofuluğu arasında
önemli bir devamlılık durumu olduğunu göstereceğim.
Şen Bilim 475

Nietzsche her zamanki gibi hafızasına güvenerek kendini yanlış alın­


tılar. Aslında defterine başlık olarak "Aynının Dönüşü: Taslak " yazmış,
sonra başına sayı koyarak beş noktayı not etmiştir. Ardından alta "Sils­
Maria'da Ağustos başı, deniz seviyesinin 6.000 ayak [ 1 . 828 metre-r.] yu­
karısı ve tüm diğer insanlardan çok daha yüksekte! " notunu düşer ve
ondan sonra da beş noktadan dördü üzerine uzun bir yoruma geçer.17
Notlar o kadar şifrelidir ki neredeyse hiç anlaşılmaz -Köselitz'e gönderdi­
ği mektupta, bu notları yazarken "saçma sapan" laflar ettiğini söylemesi
şaşırtıcı değildir. Fakat görece berrak bazı noktalar su yüzüne çıkmıştır.
Birincisi, bengi dönüşün doğruluğu hiçbir yerde ifade edilmez. Tartış­
manın biçimi daha ziyade şöyle görünür: diyelim ki bengi dönüş doğru
olsun, doğruyu kabul etmenin varoluşsal sonuçları ne olurdu? Bu ko­
nuda kararsız görünmektedir. Bir taraftan "kayıtsızlık" tavrının ortaya
çıkabileceğini düşünür: Hayatın en nihayetinde hiçbir amacı ve anlamı
olmadığını, son yargının gerçekleşmeyeceğini, öbür dünyada ya da yer­
yüzünde cennete girilmeyeceğini, genellikle "tarihin sonunun" olmadı­
ğını gören insan, hayatı absürd bir "oyundan" ibaret görebilir. Nietz­
sche'nin bunu iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi saydığı açık değildir.
Bir taraftan, oyundan "estetik keyif almaktan" bahseder; bu da aklımıza
Gezgin ile Gölgesi'ni tartışırken "absürdün terapi amaçlı kullanımı"nı
getiriyor: varlığımızın anlamsızlığı üzerine tefekküre dalarak stresi azal­
tacak, Epikuros tarzında hayatın üstüne "yükselmeyi" ve böylece ruh hu­
zuruna ulaşmayı sağlayacak bir manevi "jimnastik" yapmak. Ama diğer
taraftan, bengi dönüş hakikatinin "yine de yaşamak isteyip istemediğimiz
sorusunu" gündeme getireceğini söyler. Fakat bengi dönüşe çok farklı
bir tepki de "hatalarımızın" ve "alışkanlıklarımızın" "sonsuz bir önem"
kazandığı "yeni bir yerçekiminin" ortaya çıkmasıdır. Bu da bengi dönüşe
Milan Kundera'nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nde (Nesnesitelna
lehkost byti, 1 984) verilen tepkiyi gösteriyor gibi: İnsan bir sonraki ha­
reketinin ebediyete dek tekrarlanacağına inanırsa, sonuçta her eylemine
inanılmaz bir önem -"ağırlık", "çekim"- atfedecektir. Bengi dönüşe bu
tür bir tepki verilirse, sonuçta her türlü korkaklık, taviz ve kaçınma orta­
dan kalkacaktır. İnsan inanılmaz bir yoğunlukla yaşamaya başlayacaktır.
Piramit biçimli kayanın yanında yazılan notta bengi dönüşe verilen
farklı muhtemel tepkilerin tuhaf yanı, hiçbirinde bengi dönüşün niçin
" [hayatı] olumlamanın en üstün formülü " olduğuna dair bir fikir veril-
NIETZSCHE

memesidir. Hayata "kayıtsız" olmak hayatı inkara daha çok benzerken,


hayatını aşırı yoğunlukta yaşama kararı da hem hayatın olumlanması
hem inkarıyla uyuşmaktadır. (İnsan en iyisinin hiç doğmamak olduğunu
düşünebilir, ama bir kez doğduktan sonra da hayatı en yoğun şekilde ya­
şamaya karar verebilir. ) Kısacası, notun fiili içeriği bengi dönüşün niçin
hayatı-olumlamakla bağlantılı olduğuna dair hiçbir ipucu vermez.
Bir ihtimal bengi dönüş ile hayatın-olumlanması arasındaki bağlantı
aylar sonra Nietzsche'nin aklına gelmiştir. Ama ben, notta herhangi bir
şekilde geçmemekle beraber, bu bağlantının 1 8 8 1 Ağustos'unda aklına
gelmiş olduğunu düşünüyorum. Tahminime göre, aklına gelmesini sağ­
layan şey Spinoza'yı keşfiydi.
***

1 8 8 1 Haziran'ında bir ara "içgüdüleri" 1 8 Nietzsche'ye on yedinci


yüzyılın Portekizli-Yahudi-Hollandalı büyük filozofu Baruch Spinoza
hakkında bilgi edinmesini söyledi. Neticede her zamanki gibi ikincil kay­
naklarla kısayolu tercih ederek Overbeck'e Temmuz başında gönderdiği
mektupta, Kuno Fischer'in Modern Felsefe Tarihi'nin ( Geschichte der
neueren Philosophie, 1 8 54-77) Spinoza'yla ilgili birinci cildini Sils'e yol­
lamasını istedi. ( 1 866'da Kant üzerine bilgi edinmek için de bu altı ciltlik
eseri kullanmıştı. ) 30 Temmuz'da artık coşkulu bir Spinozacı olmuştu:

Kesinlikle afallamış durumdayım [diye yazar Overbeck'e], tam anlamıyla aklım ba­
şımdan gitti! Bir selefim varmış. Hem de ne selef! Spinoza'yı hemen hiç bilmiyordum
... Bütünüyle benim gibi eğilimleri olması -bilgi sayesinde en güçlü duyguyu üretme
eğilimi var- bir yana, bu muazzam ve yalnız düşünürün beş merkezi noktasında ken­
dimi onun öğretisinin içinde keşfettim: irade özgürlüğünü, amacı, dünyanın ahlaki dü­
zenini, bencil olmayanı, kötülüğü reddediyor ... Özetle, sıklıkla yüce dağlarda olmak
gibi beni nefessiz bırakan teklik hissim artık en azından bir ikilik hissi oldu. 1s

Spinoza panteistti. Tanrı ayrı bir dünya-yaratıcısı değil dünyanın ta


kendisidir. "Tanrı" ve "doğa" bir ve aynı bütünselliğin farklı veçheleri­
dir sadece. Bu yüzden bir Spinozacı, "kötülüğü" reddetmek zorundadır:
dünya ilahiyse içinde kötülük olamaz. Spinoza'nın felsefesinin, basitçe
Etika (2004; Ethica Ordine Geometrico Demonstrata, 1 677) adı veri­
len büyük eserinde cisimleşen amacı, insanı ilahi bir dünyanın sevgisiyle
mutluluğa ulaştırmaktır.
Şen Bilim 477

Nietzsche on dokuzuncu yüzyıl Amerikan mıstıgı ve Üniteryen


Ralph Waldo Emerson'u çocukluğundan beri severdi. Sils'teki ilk yazın­
da Emerson'u tekrar okuyordu. O sırada üzerinde çalışmakta olduğu
Şen Bilim 'in ilk baskısının giriş sayfasında Emerson'dan şu alıntı vardır:
"Şair ve bilge için her şey dost ve kutsaldır, tüm deneyimler kazançlı,
tüm günler kutsal, tüm insanlar ilahidir. " Bu bir Spinozacının pante­
ist, dünyayı olumlayıcı vizyonudur -onu Spinoza'ya götüren "içgüdü"
Emerson'un selefi olduğunu düşünmesi olabilir hatta.
Demek ki 30 Temmuz 1 8 8 1 'de Nietzsche artık Spinozacı olduğunu
ilan ediyordu. Hemen sonrasında -"Ağustos başında"- bengi dönüş
fikri piramit biçimli kayanın yanında aklına gelmişti. Bu yüzden ben­
gi dönüş fikri aklına geldiğinde zihninin Spinoza-Emerson panteizmiyle
epeyce meşgul olduğunu varsayabiliriz. Bu varsayımda bulunursak ben­
gi dönüşün -bengi dönüşü arzulamanın- mümkün olan en yüksek hayat
sevgisinin ifadesi için "en yüksek formül" olmasının niçin gerektiği ilk
kez açıklığa kavuşacaktır. Şayet her şey ( bir şekilde) "kazançlı'', "kut­
sal" ve "ilahi" yse, insan hiçbirinden uzaklaşmak istemeyecektir. Bengi
dönüşün de eğer doğruysa sağlama aldığı şey budur. Daha doğrusu, za­
manın ve geçiciliğin kaçınılmaz olduğu bir dünyada mümkün mertebe
kalıcı mevcudiyete yaklaşmayı o garantileyecektir.

Cenova' da İkinci Kış

Nietzsche 2 Ekim'de, kış yaklaşırken Cenova'daki Salino della Bat­


testine'deki eski yerine döndü ve 1 8 82 Mart'ının sonuna kadar orada
kaldı. Rahatsız bir yokuş aşağı yolculuğun yorgunluğunu attıktan sonra
Overbeck'e gönderdiği kartta hissettiği sevinci anlatıyordu:

Bir kez daha şehrimdeyim ... bildiğim modernlikten en uzak ama yine de ha­
yatın dolup taştığı şehrim -kesinlikle romantizmden uzak ama yine de bayağının
tam karşıtı. Artık burada yerel koruyucu meleklerim Kolomb, Paganini ve Mazzini'nin
korumasında hayatımı sürdürebilirim. Üçü bir arada bu şehre çok iyi elçilik ediyor.20

Yeni ufukların ve tan kızıllıklarının kaşifi Kolomb'un Nietzsche'nin


kahramanı olduğu açıktır, ayrıca Nietzsche'nin Mazzini'ye de tek bir
NIETZSCHE

şeye kafayı taktığı -bütün hayatını tek bir İtalya'yı birleştirme fikrine
adadığı- için hayranlık duyduğunu zaten biliyoruz. Peki, ama keman si­
hirbazı (kimilerinin esinini şeytandan aldığından şüphelendiği) Niccolo
Paganini niçin Nietzsche'nin kahramanıydı?
Nietzsche bu sıralarda Köselitz'in müziğine giderek daha çok ilgi du­
yuyordu. Wagner'in besteleme üslubuna sırt çeviren Köselitz'e hayran­
dı. Onun ( "Peter Gast'ın " ) komik operası Şaka, Kurnazlık ve İntikam,
Nietzsche'ye göre "öylesine neşeyle ışıldıyordu"21 ki ona "yeni Mozart"
demek haksızlık olmazdı.22 "Carlsbad [maden suyu] hasta mide için
neyse," diye yazar, " Köselitz de hasta ruh için odur. "23 Paganini'nin
hafif, hatta havai keman ustalığı gösterilerinde hayranlığını kazanan da
muhtemelen ağır, Alman, metafizik, kuzeyli ciddiyetin yerine güneyin
parlaklığının ve zarafetinin dışa vurulmasıydı. Şen Bilim'in önsözünde
bu hafiflik beğenisinden söz eder: " Biz nekahet evresindekilerin teatral
tutku çığlığına ... bütün o romantik [Wagnerci] gürültü patırtıya" değil
" bulutsuz göğe parlak bir alev gibi uzanan dalgacı, hafif, uçucu, ilahi
rahatlığa ulaşmış, ilahi yapaylıktaki sanata ihtiyacı vardır. "24
Sağlığı hala arzu ettiğinin çok gerisinde olmasına rağmen, Nietz­
sche artık kararını vermişti: "sadece deniz üstünde yaşayabilirim. "
Cenova'da hastalığına rağmen yaşamasının "insani bir ihtimali" vardı,
halbuki o "Engadin, Marienbad, Naumburg ve Basel'de işkence çeken
bir hayvan gibiydim"25 der. Bir kez daha İtalyan yemeklerine merak sar­
dı: Alman Stollen'inin Cenova pane dolche'sinin (ağır, yumuşak ekmek
hamurundan yapılan bir tür Noel çöreği) soluk bir taklidi olduğunu id­
dia eder.26 Kaldığı evde odalarını değiştirmiş olsa gerek, çünkü artık
"yüksek tavanlı çok parlak bir odam" var "moralime çok iyi geliyor" .
Ayrıca okumasını da kolaylaştırıyordu: Gözleri o kadar zayıflamıştı ki
sıklıkla tökezliyor ve bir şeyleri kırıyordu; Cenova'nın geniş ve düz kal­
dırım taşlarının emniyetli bir yürüyüş yüzeyi sağladığını görünce rahat­
lamıştı.27 Aslında gözleri öyle kötüleşmişti ki el yazısını kendisi bile oku­
yamıyordu ve bir daktilo edinmek için ciddi adımlar atmıştı.28 (Ticari
açıdan başarılı ilk daktilo 1 867'de icat edilmiş, ilk Remington 1 873'te
piyasaya çıkmıştı. )
Beethoven'ın sağırlığı nasıl onu müzik dinlemeyi bırakıp kendi için­
deki kaynaklara dönmeye zorladıysa, Nietzsche'nin "yarı-körlüğü" de
onu kitaplarından kurtulmaya karar vermesine yol açmıştı. Kitapları
Şen Bilim 479

Zürih'te Ida Overbeck'in annesinin evinde depolanmaya gönderildi:


"yarı kör hayvanlar kitabı ne yapacak? " diye sorar Nietzsche.29 Oku­
mayı bırakmasıyla birlikte Şen Bilim'in yazımı hız kazanır -bu aşamada
kitap Tan Kızıllığı'nın 6-lO'uncu kitapları olarak tasarlanmıştır.30

Carmen, St. Januarius, Ree ve Saralı Bernhardt

Nietzsche'nin Cenova'ya taşınarak Sils Maria'daki fena yazdan daha


iyi bir iklime kavuşacağı umudu suya düşmüştü. Deniz seviyesinde bile
1 8 8 1 'in bitiş ayları olağandışı ölçüde soğuk, ıslak ve berbattı. Fakat
Kasım'ın sonunda neşelendirici bir durum ortaya çıktı:

Yaşasın be arkadaş! [diye yazar Köselitz'e] Nihayet tekrar iyi bir şey, François
Bizet'den (o da kim?) bir opera: Carmen [a.b.] ... esprili, kuwetli, yer yer çok doku­
naklı. Otantik bir Fransız komik opera yeteneği, Wagner yüzünden yolunu şaşırma­
mış, H[ector] Berlioz'un gerçek bir öğrencisi. Böyle bir şeyin mümkün olabileceğini
hiç düşünmemiştim! Fransızların dramatik müziğe yaklaşımı daha iyi görünüyor. Üs­
telik temel bir noktada Almanlardan bir baş öndeler: Onlarda tutku hiç de yıpranmış
gibi görünmüyor (oysa mesela Wagner'de bütün duygular yıpranmış görünüyor).3 1

Sonraki ay başka bir performansa katıldı ve o zaman yeni keşfettiği


bu bestecinin öldüğünü öğrendi. ( Bizet otuz altı yaşındayken 1 875'te,
Carmen'in ilk sahnelenişinden kısa süre sonra ölmüştü. ) Nietzsche yı­
kılmıştı:

Bizet'in öldüğünü duymak ağır bir darbe oldu [diye yazıyordu Köselitz'e].
Carmen'i [a.b.] ikinci kez dinledim -yine birinci sınıf bir kısa roman izlenimi edindim,
*
sanki Merimee'nin elinden çıkmıştı. Öyle tutkulu ve zarif bir ruh ki! Bana göre bu
eser İspanya'ya bir seyahate değer -tamamıyla bir güney eseri ... bu arada çok kötü
hastaydım, ama Carmen sayesinde toparlandım.32

Nietzsche çarpıcı Celestine Galli-Marie'yi, yani operanın daha


ilk performansında Carmen rolüyle özdeşleşen şarkıcıyı dinleme şan-

*
Aslında libretto Merimee'ye aitti, onun aynı adlı kısa romanından alınmıştı.
NIETZSCHE

sını bulmuştu. Onun hoşuna giden şey Carmen'in sıcak, bu dünyaya


ait, "güneyli" şehvetiydi, yani Wagner'in metafizik kasvetinin (Nietz­
sche'nin gözünden bakarsak) tam karşıtıydı -o kasvet, yakında ilk kez
sahnelenecek Parsifal'de doruğuna ulaşmıştı.33
1 882'nin başlamasıyla beraber havalar da ciddi şekilde değişti.

Adeta bahar geldi: İ nsan sabahları dışarı çıkıp gölgede bile oturuyor ve soğuk­
tan donmuyor. Ne rüzgar, ne bulutlar ne de yağmur! Yaşlı bir adam Cenova'da daha
önce hiç böyle bir kış görmediğini söyledi. Deniz sakin ve kendi derinlerine batmış
gibi. Şeftali ağaçları çiçek açıyor! - ... Askerleri en hafif keten üniformalarla görüyo­
rum. Ben de yürüyüşlere Engadin yazlarında olduğu gibi ince giyinerek çıkıyorum.34

Yöredeki meyve yetiştiricileri ani bir donla ürünün mahvolmasın­


dan korkuyordu, ama erken bahar devam etti, bir ay sonra Nietzsche
düzenli olarak denize girmeye bile başlamıştı.35 Ocak havası (ayrıca
Baltimore'dan bazı hayran mektupları)36 onu adeta saadete sürüklemiş­
ti: "Her günün başında ve sonunda 'Hiç bu kadar güzel hava görmüş
müydüm?' diye soruyorum kendime. Sanki benim için hazırlanmış taze,
hep yumuşak bir hava. " Hatta havanın bu halini görünce Şen Bilim'in
dördüncü ve aslında son kitabını bu aya ithaf etmeye, " St. Januarius"
( Ocak ayına adı verilen aziz) başlığı kullanmaya karar vermişti.
Januarius erken dönem Hıristiyan şehirlerindendi. Nietzsche'nin
Sorrento'da kaldığı sırada ziyaret ettiği Napoli'deki Katedral'de bu şe­
hidin kanıyla dolu olduğu söylenen bir şişe vardı. Bazı şenlik günlerinde
bu kanın mucizevi bir şekilde tekrar akışkanlaştığı iddia edilirdi. Nietz­
sche iV. kitaba şöyle bir şiirle başlar:

Yanan mızrak/arınla
Ruhumun buzlarını eriten sen
Okyanusa doğru gönder
En büyük umudun ve amacın özlemiyle:
Daha sağlıklı yükselir
Kaderinde özgür, en tutkun: -
Senin mucizendir ganimeti
O güzel Januarius'un.
Cenova, Ocak 1882.
Şen Bilim

Tek kelimeyle, kış buzunun erimesiyle birlikte Nietzsche kendi kanı­


nın da tekrar akmaya başladığını hissetmektedir. Yeni bir dünyayı olum­
la formülü aklına gelir: Amor (ati -"kader sevgisi" , meydana gelen her
şeyin sevgisi- fikri Yeni Yılı'nın kararı haline gelir.37
Ree'nin yanında bir Danimarka daktilosuyla beş haftalık bir ziyaret
için 4 Şubat'ta gelişi heyecanına heyecan katar. Daktilo yolda hasar
görmüştür, yerel bir zanaatkar tarafından tamir edilir, sonra da Nietz­
sche bu aletle on üç harf yazar. Fakat daktiloyu hem " saldırgan", hem
de "küçük bir hayvan gibi değişken huylu" bulduğundan, Mart sonu­
na doğru, alet ruhunu teslim edince kızmaktan ziyade rahatlar. Her
halükarda bu büyük, bodur ve kalın alet onun gezgin yaşam tarzına
uygun değildi.
Ree o sırada Elizabeth'e gönderdiği mektupta Nietzsche'yi 1 8 82'de
Basel'deki ilk karşılaşmalarından beri daha önce hiç bu kadar iyi ve
yüksek moralli görmediğini yazar.38 Varışından bir gün sonra Nietzsche
onu sahile götürmüştür ve orada sıcak güneşin altında " bir çift deniz­
kestanesi" gibi yatmışlardır.39 Bir sürü kahkaha ve şamata içinde -gerçi
Nietzsche nöbetlerinden birinin başlamasında bu şamatayı suçlu bulur­
Köselitz'e göndermek üzere daktiloyla aptalca maniler döktürdü. Mese­
la biri şöyleydi:

Glattes Eis ein Paradeis [doğru Almancası Paradies]


Für Den der gut zu tanzen weiss

(Kabaca çevirisi, "Dümdüz buz olur cennet / Akıllıca dansı becere­


ne" ) .40
"Denizkestanesi" gezintilerinden birinin amacı da meşhur Saralı
Bernhardt'ı görmekti. Fakat kötü bir geceye denk gelmişlerdi:

İ lk performansa katıldık. Birinci sahneden sonra ölü gibi yıkılıp kaldı. Utanç verici
bir saatlik bekleyişin ardından oynamaya devam etti ama üçüncü sahnenin ortasında
sahnedeki bir kan şişesini kırdı. Bu tahammül edilemez bir izlenim yaratıyordu, çünkü
o tür bir hastayı canlandırıyordu (genç Dumas'nın Kamelyalı Kadın'ını [veremli kadın
kahraman]) -Gelgelelim, ertesi akşam ve sonraki akşam muazzam bir başarı kazan­
dı, Cenova'yı ''yaşayan en büyük sanatçılardan" biri olduğuna inandırdı. Görünüşü ve
tavırları bana Frau [Cosima] Wagner'i hatırlattı.4 1
NIETZSCHE

(Bu yıkılış Bernhardt'ta kalıcı bir hasar bırakmamış olsa gerek, çün­
kü 1 923 Mart'ına kadar ölmedi. Nietzsche'den sadece bir hafta sonra
doğmuş, ondan yaklaşık çeyrek yüzyıl daha uzun yaşamıştı. )
Başka bir "kestanevari" kaçışı d a Mart başında Monte Carlo'ya
yaptıkları üç günlük gezi oldu. Tutuculuğundan hiçbir şey kaybetme­
yen ve zaten Fransız Riviyera'sındaki her şeyin fiyatı karşısında afalla­
yan Nietzsche'nin gazinoda hiç işi yoktu, ama Dostoyevski kalıbından
çıkma iflah olmaz bir kumarbaz olan Ree'nin vardı. Annesine yazan
Nietzsche'nin iddiasına göre Ree "en azından kaybetmemişti " ,42 fakat
Roma'daki Malwida von Meysenbug'u ziyaret etmek için ayrıldığı za­
man tren parasını Nietzsche'den ödünç aldığına göre bir hayli para kay­
betmiş olmalı.
Daha ciddiyetli bir düzeyde Ree'nin ziyareti Nietzsche'nin zihnini
açıkça bilimsel meselelere çevirmişti, çünkü Mart ayında Köselitz'e Co­
pernicus ve Ruggero Boscovich'e"" , "eğitimsiz gözün bakışının en büyük
iki muarızına" hayranlığından bahseder. Boscovich, diye devam eder,
"atom teorisini nihai sonucuna kadar öğretmiştir"; bu sonuca göre
"madde var olmamaktadır" . Yani fizik baştan sona tutarlı olarak "sa­
dece kuvvetin"43 -çekim, elektromanyetizm ve benzerleri- "mevcut ol­
duğu" sonucuna ulaşır.

Messina

Nietzsche 1 8 82 Mart'ının sonunda aniden Cenova'dan ayrılıp Sicil­


ya'daki Messina'ya gitti ve Nisan'ın ilk üç haftasını orada geçirdi. Bu ani
ayrılış hava ısınmaya başlar başlamaz yüksek dağlara çıkmasını gerekti­
ren yerleşik deseni bozmuştu. Nietzsche'nin Messina'da geçirdiği zaman
konusunda dört kısa posta kartı dışında bilgi verecek bir şey yok. Bu
kartlardan birinin üzerinde Homeros'un Sicilya'yı "dünyanın kenarı" ve
"mutluluğun oturduğu yer" diye tanımlaması alıntılanmış.44 Görünüşte

*
Ruggero Boscovich ( 171 1-89) Dalmaçyalı keşiş, matematikçi ve gök bilimci. Nietz­
sche ilk önce 1 8 73'te Basel Üniversitesi kütüphanesinden onun Philosophiae Natu­
ra/is Theoria'sını ( 1 758; Doğa Felsefesi Teorisi) almıştı, ama sonra birkaç vesileyle,
Pforta eğitimindeki doğa bilimi eksikliğini giderme programının bir parçası olarak
kitabı tekrar tekrar okumuştu.
Şen Bilim

şaşırtıcı Messina tercihi ve orada geçen zaman konusunda somut bilgi


eksikliği Joachim Kohler'in Zarathustras Geheimnis: Friedrich Nietz­
sche und seine verschlüsselte Botschaft ( 1 989; Zarathustra's Secret: The
lnterior Life of Friedrich Nietzsche, 2002; Zerdüşt'ün Sırrı: Friedrich
Nietzsche'nin İç Dünyası ) adlı tezinin çekirdeğini oluşturur. Bu kitaba
göre Nietzsche'nin "iç dünyası"nın " sırrı" onun eşcinsel olmasıdır (Şok!
Dehşet! ... Kitap satışlarında artış! ! ) .45 Görünüşe bakılırsa, Messina'dan
pek uzak olmayan Taormina'da bir eşcinsel sanatçılar kolonisi vardır.
Fakat Kohler'in tezinin hilafına Nietzsche'nin Taormina'ya gittiğine
dair en ufak bir kanıt bile yoktur. Sicilya'da kalışına dair tek bildiği­
miz, sabah uyandığında pencereden palmiyeleri görmekten keyif aldığı
ve Messina yerlilerini dost canlısı bulduğudur. Yine de şu soru cevapsız
kalıyor, "iç dünyasının sırrı" uğruna gitmediyse niye oraya gitmişti ?
Curt Janz gizli "mıknatısın" Wagnerlerin Sicilya'da bulunması oldu­
ğunu öne sürer; Nietzsche tesadüfmüş gibi yaparak onlarla karşılaşmayı
ummaktadır. (Gerçekten oradaydılar, ama Nietzsche vardığında oradan
ayrılmışlardı.) Fakat bu hipoteze dair de hiçbir kanıt yoktur. Aslında
bana kalırsa Nietzsche'nin Messina'yı ziyaretinde gerçek anlamda bir
giz yoktur, çünkü mektupları bu ziyaretin sebeplerine dair son derece
akla yakın açıklamalar sunmaktadır.
Nietzsche'nin hayatında sağlığın en merkezi yerde durduğu hatırlan­
malıdır. Her gittiği yeri bir sağlık "deneyimi" olarak görüyordu, ayrıca
önceki yaz Sils'te hava çok korkunçtu.46 Overbeck'e Messina'dan şöyle
yazmıştı: "Akıl kazandı: -dağlarda kaldığım son yaz berbat geçtiğinden
ve bulutların yakınlığı daima durumun kötüleşmesine yol açtığından,
geriye sadece yazı deniz kıyısında geçirmenin nelere yol açacağını gör­
mek kalıyor. "47 Şaşırtıcı olan, dağlardan vazgeçmesi değil, sadece ber­
rak gökyüzünün zihnini temizlediğine inanmasına rağmen daha önce
deniz kıyısına inmemesidir. İlave bir sebep de -emekli aylığının yaşama­
sına ancak yettiğini hatırlarsak- yoksul Güney'de " fiyatların şaşırtıcı
düşüklüğüydü". 48
Yine de, Cenova zaten deniz kıyısındaydı, niye orada kalmadı? Be­
nim tahminime göre daha güneye giderse daha berrak bir gökyüzü bu­
lacağını düşünüyordu. Önceki yaz Sils'ten Overbeck'e yazdığında "aylar
boyu berrak gökyüzünün" sağlığı için temel şart olduğunu belirtmiş, bu
yüzden Avrupa'dan göçmek zorunda kalabileceğini de eklemişti49 -bel-
NIETZSCHE

ki de Meksika'ya yerleşirdi.50 1 882 Mart'ında -yani Messina'ya gitme­


den üç hafta önce- Elizabeth'in arkadaşı ve müstakbel kocası Bernhard
Förster'in Güney Amerika'da bir koloni kurmayı planladığını duymuş, bu
haberlerle kendisinin devam eden "özgür ruhlular manastırı" rüyasını bir­
leştirerek Meksika yaylalarında bir koloni kurma hayallerine dalmıştı.51
Ama Sicilya "sağlık deneyi" işe yaramadı. Nietzsche üç hafta son­
ra "en büyük düşmanı " Sirocco .. tarafından kovuldu52 -nihayet gizli
"sırrını" ! yaşama fırsatı bulan birini caydırması pek beklenemez doğ­
rusu. Fakat Messina'dayken Ree'nin Roma'dan gönderdiği mektup­
ta Malwida'nın yanında genç, parlak ve güzel bir Rus kadının -Lou
Salomf-- kaldığını ve onunla tanışmak için "sabırsızlandığını" okuması
da oradan ayrılmasıyla alakalı olsa gerek.53 Nietzsche'nin bu çağrıya
tepkisinin de "gizli sır" hipotezine başka bir darbe indirdiğini göreceğiz.

Messina /dilleri

Nietzsche Messina'dayken yazdığı sekiz şiiri, Messina İdilleri (Idyllen


aus Messina)54 başlığıyla 1 8 82 Mayıs'ında Schmeitzner'in yeni dergisi
Internationale Monatschrift'te yayımladı. Schmeitzner'den giderek uzak­
laşıyor ve dergisinin de Wagnerci, milliyetçi ve Yahudi karşıtı olacağın­
dan şüpheleniyordu. {Haklıydı -dergi 1 883'te "Yahudilere Karşı Genel
Savaş Dergisi" alt başlığıyla çıkmaya başladı.) Yine de ilk editör yazısının
kozmopolit tonlaması karşısında hem sevindi hem şaşırdı. Schmeitzner'in
niyetleri hilafına Bruna Bauer ulusal hasımlıkları aşma ve "manevi yur­
dumuz" diye nitelendirdiği birleşik bir Avrupa'yı kurma ihtiyacından
bahsediyordu. Editörün yazısında " benim düşüncemle ne kadar uyum­
lu" dediğini görünce hayrete düşen Nietzsche dergiyi yanlış yargıladığına
kanaat getirdi ve bu yüzden Schmeitzner'e şiirlerini teslim etti.55 Bu şiir­
lerin nispeten ilginç olanları üzerine birkaç yorum yapacağım.
Prinz Vogelfrei {Bir Kuş Kadar Özgür ya da Serseri Prens -bu sözcük
her iki anlama da gelir) denizin çok üstünde hedefi, limanı, korkuyu,
övgüyü ve suçlamayı unutarak uçan bir kuşun "davetiyle" onunla bir-

.. Büyük Sahra Çölü'nde oluşan ve Akdeniz'i geçerek Güney Avrupa'ya ulaşan kuru ve
sıcak rüzgar. Çölden kum da getirir-e.n.
Şen Bilim

likte ilk kez uçmanın kutlamasıdır. Defterlerdeki " yüzme ve uçmayı" ,


"Epikurosçu "yükselmeyi" "en yüksek iyi" olarak kabul etme eğilimini
hatırlatır bu.56 Ayrıca zorlu düşünme işine verilen arayı da över: "adım
adım" düşünme çoğunlukla tökezlerken, çaba harcamadan rüzgarda sü­
zülmek çok daha keyiflidir. Son olarak, düşünmek yalnızlık gerektirir­
ken, yalnızken şarkı söylemek "aptalcadır" .
Keçi Çobanının Şarkısı. Aşkından hastalanan şair "karın ağrısıyla"
yatarken "kız orada ışık ve gürültünün içinde dans etmektedir". "Ses­
sizce yola koyulup gelecekti. Bekliyorum "köpek gibi" ben onu şimdi,
-Ne gelen var, ne giden, nerede kaldı? "Nasıl yalancı olabilir bu kadar? "
" Koşuyor mu her erkeğin ardında ? Benim keçimin de böyle huyu var " .
"Nereden bulmuşsun b u ipek eteği? " Nasıl "dağıtıyor, nasıl zehirliyor
aşk, sevgiliyi beklerken" . " Bu aşk beni yiyip bitiriyor ama, cehennemin
yedi kat dibinde sanki / Bir lokmacık koyamıyorum ağzıma / Elveda sev­
gili soğanlarını [a.b.], hadi ! " İnsanın bunu Nietzsche'nin ürpertici önse­
zi yeteneğinin (ya da alternatif olarak edebi rolleri sahnelemeye yatkın­
lığının) bir örneği olarak göresi geliyor, çünkü Lou Salome'yle başlamak
üzere olan trajik aşk öyküsünü gayet eksiksiz bir şekilde anlatmaktadır.
Küçük Cadı. "Şöyle der: Sofu olmanın ne zararı var / Güzel görünsün
bedenciğim de. / Biliriz Tanrı kadını sever, / En azından, kadıncık şirinse.
/ Kuşkusuz Tanrı hemen affeder, / Dokunmaz garip keşişçiğime. / Benim­
le olmaya hep can atar, / Diğer birçok keşiş gibi hem de. / Kilise baba­
ları değil gri / Sebep: Kıskançlık para darlığı / ... Herkes beni affeder" .
Vereceğinden fazlasını öneren bir sevgilinin şarkısı yine Nietzsche'nin
deneyimindeki Lou'nun bir ön-yankısıdır.
Gece Sırrı. Ne afyon ne vicdan rahatlığı şairin uyumasına yetmekte­
dir, bu yüzden ılık sahile iner, orada bir adam (görünüşe göre kendisi) ve
bir gemi bulup denize açılır. "Bir saat mi geçti, hatta iki mi, / Bir yıl mı
yoksa ? Öyle birdenbire / Tüm fikrim, duygularım gidiverdi / Batmışken
sonsuz bir tekdüzeliğe, / Dipsiz bir uçurum açılıverdi / Önümdeydi o:
-Oluverdi işte! " Yine de "hiçbir şey olmamıştır" . Kan yoktu. "Uyuduk
biz sadece / Tümümüz de güzel güzel uyudu! " Freud'un "okyanus his­
sini" , bireyselliğin çözülmesini, Tüm ile kaynaşmayı kapsayan bir rüya
gibi görünüyor bu şiir.
Kuş Yargısı. Gençken serinletmek için kendimi, / Oturdum ben bir du­
manlı ormanda, / Tik sesi duydum, uzak bir tik sesi, / Zarif, ölçülü, uygun
NIETZSCHE

"tak" ardında. / Çıldıracaktım neydi bu ses neydi, / Aradım hep aradım


da vazgeçtim, / Sonunda karşısında şair gibi / Tiktaklarla konuşmayı seç­
tim. / Ben de ne dizeler düzdüm anlayın, / Hece hece dans ettiler az sonra.
/ Bir güldüm bir güldüm ki sormayın / Gülmem sürdü tam on beş dakika.
/ Sen bir şair ha? Şair, böyle sessiz? / Üşüttün mü kafayı yoksa bir an?
/-"Evet efendim, bir şairsiniz siz"/- Omuz silkip, söylendi ağaçkakan.
Diziyi hafif yürekli bir notla bitirdiği için kendi kendini baltalayan bir şiir.
Nietzsche 1 8 8 7'de İdiller'in (Idyllen aus Messina) gözden geçirilmiş
bir versiyonunu Şen Bilim'in ikinci baskısına ek olarak yayımladı ve der­
lemenin başlığını da "Prens Vogelfrei'ın Şarkıları" [Lieder des Prinzen
Vogelfrei] olarak değiştirdi. Ecce Homo'da bu şarkıların "büyük ölçüde
Sicilya' da yazıldığını, gaya scienza'nın açıkça Provensal anlayışını, yani or­
taçağ Provans kültürünün karakteristiği olan "ozan, şövalye ve özgür ruh"
birliğini akla getirdiğini yazar.57 Şiirlerin "kuş gibi özgür" ozan tarafından
yazılması, kaygısızlıktan uzaklaşma ihtiyacına açıklık kazandırmaktadır.

Şen Bilim

Nietzsche'nin bir sonraki kitabı Şen Bilim'in (Die fröhliche Wissens­


chaft) altbaşlığı -daha doğrusu başlığın çevirisi- la gaya scienza'dır.
Nietzsche başlığın kendisiyle ilgili şöyle der:

Çoğu insan için zeka, biçimsiz, kasvetli, gıcırtılı ve çalıştırması zor bir makinedir;
makineyi çalıştırmak istediklerinde ... buna "işi ciddiye almak" derler ... kahkaha ve
şenlenmenin olduğu yerde düşüncenin işe yaramadığını [kabul ederler] -bu ciddi
hayvanın her türlü "şen bilime" karşı önyargısı budur. Peki, o halde bunun bir önyargı
olduğunu kanıtlayalım. sa

Düşünmek eğlenceli olabilir; ciddi bir eğlence!


Gördüğümüz üzere, Nietzsche eserin dördüncü ve (aslında) son kitabı­
nı 1 882 Ocak'ında yazmıştı. 21 Nisan civarında Messina'ya gittiğinde bu
kitap da neredeyse bitmişti, ama bir sonraki bölümde anlatılacak olay­
lar yüzünden çalışması kesintiye uğradı. Kitap 1 8 Mayıs ile 15 Haziran
arasında Elizabeth'in yardımıyla Naumburg'da tamamlandı: Elizabeth el
yazmasını iflas etmiş bir Naumburg'lu işadamına dikte ettirmiş, böylece
Şen Bilim

hazırlanan basıma hazır kopyaya Nietzsche bakmış ve gerekli yerlere mü­


dahale etmişti.59 Bauer'in Internationale Monatschrift'teki editör yazısı
Nietzsche'nin yayımcısıyla ilgili rahatsızlığını geçici olarak giderdiğin­
den, kitap Ağustos sonunda Schmeitzner'den çıktı. V. Kitap çok sonra,
1 887'de eklendi ve yer yer değinilse de bu bölümde tartışılmayacak.

Ana Argüman

Şen Bilim akla gelebilecek hemen hemen her şeyi içermektedir. Fakat
aforizmalarla formüle edilmesine rağmen dikkati çekecek hatta özenli
bir sistematiğe sahip merkezi bir argümanı vardır. Ama bu ana argüma­
na dönmeden önce, Nietzsche'nin tüm eserlerinde olduğu gibi, gündeme
getirilmesi gereken ilk soru bu kitabın kim için yazıldığıdır.
İleride göreceğimiz üzere, Zerdüşt'ün Önsöylev'inde kahramanımız
pazar yerinde bir sabun sandığının üzerine çıkıp "yeryüzünün anlamı
olarak" "üstinsanı" öğütleyerek dünyadaki görevine başlar. İzleyenler
karşılarında zırvala yan bir soytarıdan başka bir şey görmez ve yüzüne
karşı kahkaha atarlar. Uzun içsel arayışlar, Zerdüşt'ü misyonunu farklı
bir şekilde gerçekleştirmesi gerektiği sonucuna ulaştırır, özellikle de me­
sajını iletmenin yeni bir yolunu bulmalıdır. "İnsanlara değil yoldaşlara
söz söylemesi " gerektiği "içgörüsünü" edinir.60
Burası kısmen otobiyografiktir. Nietzsche'nin ilk beş kitabı, yani
" Bayreuth" eserleri genel olarak dünya için (elbette mürekkep yalamış
olanlar için) yazılmıştı, dönemin kültür savaşlarına katkı amacı taşı­
yorlardı. Bazıları hakikaten tamamen ya da kısmen boş laftı -örneğin
"Almanlara Çağrı" nın Wagner Cemiyeti tarafından faydasız görülmesi­
nin sebebi buydu. İnsanca, Pek İnsanca'da genel olarak "insanlar" için
yazmayı bıraktığını, artık açıkça ve sadece "özgür ruhlar için" yazdı­
ğını görmüştük. Şen Bilim'in hedef kitlesi de aynıdır. Kendisini ve seç­
me okurlarını dar bir çember içine alarak, " biz", der, mevcut adetlere
uymak istemiyoruz, "yeni, eşsiz, kendi yasasını koyan" bireyler olmak
istiyoruz.61 "Takipçiler" istemektedir, ama Nietzsche'ye bile "hayır" di­
yebilecek kadar "özgür ruhlu" olmalıdırlar: Bunu yapamayan takipçiler
düşman başına, der. 62 O halde yine "özgür ruhlar için" bir kitap var
karşımızda, İnsanca, Pek İnsanca'dan beri tüm kitaplarında olduğu gibi
NIETZSCHE

Nietzsche'nin " dostlarından"63 oluşan aynı seçme kitle için yazılmış bir
kitap. Şimdi de onlara hitap eden ana argümana dönelim.
Şen Bilim'in merkezi argümanı bana göre üç aşamaya bölünebilir.
Birincisi, gelişen bir "kültür" ya da " halk" olmanın ne anlama geldiği­
ni genel olarak anlatır, genel bir kültürel " sağlık" teorisi geliştirir. Za­
mana Aykırı Bakışlar'ın üçüncüsünde ilk kez nüve halinde belirdiğini
gördüğümüz bu kültürel evrim teorisi tüm diğer eserlerden daha faz­
la Şen Bilim'de ayrıntılı olarak ele alınır. İkincisi, kitapta mevcut çağın
sağlıksız durumunu teşhis ve teşhir etmek için genel bir teori kullanılır.
Son olarak da kültürümüzün sağlığını geri kazanmak için hangi yöne
ilerlemesi gerektiği fikri genel teoriden türetilir. Sonra da bu genel hatla­
rın gerçekleşmesi halinde, gelecekteki dünya, kitabın hedeflediği özgür
ruhluların hayatlarını tanımlayan görevi oluşturan ideal olarak sunulur.

Kültürel Evrim

Kültürel sağlıkla ilgili genel teorinin arka planında Darwincilik vardır.


Nietzsche'nin Darwin konusundaki ikinci elden bilgilerinin Lange'nin Ma­
teryalizmin Tarihi kitabından geldiğini görmüştük. Genel olarak "hayat,"
der Nietzsche, "ölmek isteyen bir şeyin sürekli dökülmesi" , yani "eskinin
ve zayıfın" dökülmesi olarak tanımlanmalıdır.64 Bir başka deyişle, reka­
betçi ve en azından potansiyel olarak düşman bir çevrede "en uyumlunun
ayakta kalmasıdır" . Nietzsche bu teoriyi insan toplumuna uyguladığı için
"sosyal Darwinci" olarak görülebilir: insan toplumlarını genel olarak or­
ganizmalarla aynı yasalara uyan organizmalar olarak ele alır.
Bireyler ve insan toplumları da dahil olmak üzere tüm organizmalar
ayakta kalma mücadelesinde zafer kazanmayı amaçlar: "Türümüzün
özünü oluşturan şey ... insan ırkının korunması için ne gerekiyorsa onu
yapma içgüdüsüdür. " 65 Nietzsche sağlıklı bir cemaatin ayakta kalma­
ya " uygun" olabilmek için karşılaması gereken iki ana koşul tanımlar.
Bunlardan birincisi "evrensel bağlayıcılıktaki . . . inançtır" ,66 bazen aynı
zamanda "ahlak" ya da "görenektir" . Cemaati cemaat yapan, sosyal
organizmanın verimli bir hayatta kalma makinesi işlevi görebilmesini
sağlayacak şekilde bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen bir inanç­
tır bu. Dolayısıyla, büyük çoğunluğun bağlı olduğu böyle bir inancın
Şen Bilim

kaybı, "insanlığın üzerinde dolaşmış ve hala dolaşmakta olan en büyük


tehlikedir" . 67 Ortak inancın toplumsal yapıştırıcılığı olmazsa, toplum
kolektif eylem kapasitesini yitirir, gerek içsel çözülmeyle gerekse daha
başarılı bir toplumun sömürgeleştirmesiyle yıkılmaya müsait hale gelir.
Cemaatin -ya da " sürünün"-68 ortak inanca uyumunu korumanın
başlıca yolları toplumsal dışlamanın az ya da çok kaba biçimlerinden
oluşur. Dışlamayı etkili kılan şey bireyin temel cemaat ihtiyacıdır. " En
güçlü insan bile . . . yetiştiği çevredeki kişilerin soğuk bir bakışından ya
da alaycı bir ifadesinden korkar. Aslında neden korkmaktadır? Yalnız
kalmaktan. "69 Nietzsche bunu bireydeki " sürü içgüdüsü" olarak adlan­
dırır.70 O halde "sürü içgüdüsünün" iki veçhesi vardır. Cemaat için bu,
bireyi uyumlulaştırmak için baskı yaratan içgüdüdür. Birey için de, bu
baskıya boyun eğme içgüdüsüdür.
"İnanç" ya da "ahlakın" temel etkisi, bireyleri cemaatin "hizmet­
lilerine"71 ya da "araçlarına "72 çevirmektir. Doğası icabı "sürü tipi"
olanlara bunun bir zararı yoktur. Fakat daha nadir olan diğer bireyler
için durum bu değildir: Potansiyelleri yönünde gelişip sürü içgüdüsüne
kapılmaları halinde, bu bireyler ölümcül bir yara alır. Ve paradoksal bir
biçimde cemaat de bundan zarar görür.
Ortak inanç, ortak ahlak, cemaatin kalıcılaşmasını sağlar -"kalıcılık
yeryüzünde en başta gelen değerdir" .73 Fakat kimi zaman bunu yapma
gücü azalmaya başlar. Azalmanın sebebi değişimdir, cemaatin kendini
içinde bulduğu insani ve doğal çevredeki değişikliklerdir. (Geleneksel
mülkiyet anlayışları, örneğin kişinin kendi toprağında canı ne isterse
yapması, hatta ağaçlarını da kesebilmesi küresel ısınma çağında cemaa­
tin refahını fena halde zedeleyebilir.) Çevresel değişim ortak ahlakta de­
ğişiklikler gerektirebilir, cemaatte temel "uyuşma yasaları" bakımından
değişme kapasitesine ihtiyaç duyulabilir. Darwinci bir dünyada kural
şudur: ya değiş ya öl.
Bu tür değişikliklerin failleri " sürü " tipi olmayanlar, mevcut norm­
lara uyum sağlama baskısına direnenler, mevcut ahlakın zincirlerinden
kendilerini kurtarabilenlerdir; yani "özgür ruhlardır" . "Avrupa'nın pek
övülen daimi dönüşüm kapasitesi" bu tür "hoşnutsuzlara " bağımlıdır.
Öte yandan Nietzsche'nin iddiasına göre Çin'de büyük ölçekli hoşnut­
suzluk yüzyıllar önce ortada11 kalkmış, değişim kapasitesi de onunla be­
raber yok olmuştur.74 (Dolayısıyla Çin'in önce Avrupa devletleri sonra
49 0 NIETZSCHE

Japonya tarafından sömürgeleştirilme ve ezilmesi de büyük ihtimalle


bundan kaynaklanmaktadır. )
Özgür ruhlular "ikinci" ya da " birinci sınıftan" olabilir. 75 İkinci sı­
nıftan olanlar mevcut uzlaşımlara sadece "hayır" diyecek, ama başka
açılardan anlam taşımayan yaşamlar süreceklerdir. Nietzsche'nin asıl
okurları olan birinci sınıf özgür ruhlar ise "geleceğin tohumlarını taşır­
lar, manevi koloniciler, yeni devletlerin ve toplumların biçimlendiricileri­
dirler " . 76 Kolomb gibi yeni "topraklar" ve ufuklar keşfederler. İkisi ara­
sındaki temel fark yaratma ile yıkma arasındaki farktır. İkinci sınıftan
olanlar sadece mevcut normları ihlal eder, birinci sınıftan olanlar "yeni
kişilikler ve değerler yaratarak" ,77 "eskisine ağır basacak yeni yaşam­
imkanları" yaratırlar.78 Bunların pek çoğu nüfuz ya da toplumsal fayda
eksikliğinden bertaraf olurken, cemaatin eski inançların ve göreneklerin
artık işe yaramadığı yeni bir çevreye başarıyla uyarlanmak için en bü­
yük umudu bu yeni yaşam biçimlerinden birinin hem nüfuz yaratması
hem de tam cemaatin ayakta kalmak ve tekrar ileri atılmak için ihtiyaç
duyduğu biçim olmasıdır. ( Kendi kazağını ören, araba kullanmayı red­
deden, asla uçmayan ve kendi yeldeğirmeniyle elektrik üreten eksantrik
biri, birdenbire kendini "kaçık" değil rol modeli olarak bulacaktır belki
de: Nietzsche'nin diliyle "idealin Argonot'u" * ve " büyük sağlığın" müj­
decisi olarak tanınacaktır.)79
Daha önce belirtildiği gibi, Nietzsche'nin merkezi içgörüsü hem "sürü
içgüdüsünün" hem de özgür ruhluluğun bir cemaatin gelişiminde esas
nitelikte olduğudur. Sürü içgüdüsü bireyleri bir arada tutarak kolektif ve
özellikle de kendini koruyucu eyleme yetenekli, uyarlanabilir bir birlik
olmasını sağlar. Özgür ruhluluk ise -sağlıklı bir toplumda ancak azınlı­
ğın özelliği olabilir-80 ortak inancın uyarlanabilir kalması için değişmesi
gerekecek gün için hazırlanır. O halde Nietzsche'nin içgörüsü bazılarının
trajik bulabileceği bir şekilde sağlıklı bir toplumun daimi bir dinamik
gerilim halinde var olacağı anlamına gelir. Reform kuvvetleri ile gerici
kuvvetler arasındaki az çok açık ve şiddetli gerilim, geçici bir toplumsal
hoşnutsuzluğu temsil etmez, tersine ortak sağlığın vazgeçilmez bir koşu­
ludur. Tüm çatışmaların silinip gideceği, "tarihin sonundaki" bir cennet
yoktur. "Savaş ve barışın ebedi tekrarına" uyum sağlamalıyız.81

* Yunan mitolojisinde zenginlik ve iktidarın simgesi olan Altın Post'u aramaya çıkan
denizciler-r.n.
Şen Bilim 49 1

Şu Anki Halimiz

Nietzsche'nin merkezi argümanındaki ikinci aşama genel teorının


mevcut durumumuza uygulanmasıdır. Batı modernliği hakkındaki en
merkezi olgu "Tanrı'nın ölümüdür" -bu resmen ilk kez Şen Bilim'de
ilan edilir.82 Bir açıdan Hıristiyan inancının bu terk edilişi memnuni­
yetle karşılanmalıdır. Zira Hıristiyanlık mutsuz bir insanlık yaratmış­
tır. İnsani olan her şeyi "süsleyen ve ilahileştiren"83 Yunanların aksine,
Hıristiyanlık temelde kendinden utanan bir insanlık üretmiştir (Cennet
Bahçesi'nden kovuluşun pek çok görsel temsili bunu açıkça göstermek­
tedir).84 Bu durum bizi sadece mutsuz değil, aynı zamanda tehlikeli
yapmıştır. Kendimizden nefret etmeyi öğreterek, bizi başkalarına karşı
nefret dolu eylemlere yatkın hale getirmiştir.85
Bu, Nietzsche'nin Avrupa toplumundaki sekülerleşmeye tepkisinin
aşina olduğumuz yanıdır. Fakat Tanrı'nın "ölümünün " kötü yanına dair
keskin duyarlılığı o kadar dikkat çekmemiştir genellikle. Hıristiyanlığın
kusurları ne olursa olsun, Avrupa kültürünü iki bin yıl boyunca koru­
yan "evrensel bağlayıcılıkta bir inanç" sağlamıştı. Fakat şimdi gitmiş,
bizi "inanç"sız durumda bırakmıştır. Özgür ruhların (ikinci sınıf) istis­
na değil kural haline geldiği modern Batı'da toplumsal olarak bağlayıcı
inancın kaybolması "insanlığın geleceğinden bahsederken pek az güven
duyabileceğimiz" anlamına gelir.86 Nietzsche Beşinci Kitap'ta Tanrı'nın
ölümünün " bütün Avrupa ahlakımızın" çöküşüne yol açacağını öngö­
rürken, sanki yirminci yüzyıldaki dünya savaşları, hatta nükleer savaş
içine doğmuş gibidir.87
O halde modernlik, çürüme, "yozlaşma " halindedir: Eski inanç gi':­
miş, bizi her biri kendi bencilliğinin peşinde ikinci sınıf özgür ruh 1.Jlar
kaosuyla baş başa bırakmıştır. Fakat yine de tamamen enseyi karartmak
için bir sebep yoktur, zira özgür ruhlular arasında büyük ihtimalle "ge­
leceğin tohumlarını taşıyanlar" vardır: neticede yozlaşma " bir halkın
güzünü tasvir için kaba bir ifadeden başka bir şey değildir" .88 Bu tohum
taşıyıcılardan nasıl bir gelecek ummalıyız peki ?
Tanrı'nın ölmekle kalmadığını, aynı zamanda biz modernlerin onu
beşeri bilimlerimiz ve doğa bilimlerimizle "öldürdüğümüzü" "delinin"
(hiç de deli değildir elbette) ilan ettiği meşhur pasajda Nietzsche bu ya­
pılanın "kefaretini ödemek " zorunda olduğumuzu söyler.89 Kültürel
49 2 NIETZSCHE

sağlığın genel teorisinde bunu doğrudan açıklar: Cemaatimizi koruyan


inancı imha etmenin kefaretini ödemeliyiz. Bu kefareti ödememizin tek
yolu da hem modernliğin koşullarına uyarlanabilecek hem de Hıristi­
yan önceline nazaran daha mutlu bir insanlık üretecek yeni bir inanç
bulmaktır. Nietzsche'nin seçilmiş okurlarına biçtiği misyon budur. Yeni
inanç ancak yaratıcı özgür ruhlulardan çıkabileceği için, Nietzsche'nin
delisi, seçilmiş olanlara hayatlarının temel görevini bildirmektedir.
Peki, ama "inançtan" ne anlamalıyız? Nietzsche'nin aklındaki anlam
kelimenin geleneksel dini anlamına ne kadar yakındır? Ölü Hıristiyanlık
inancının yerine geçeceğini düşündüğü yeni inancın içeriğinde ne ola­
caktır? Bu soruları cevaplamak için bir kez daha Nietzsche'nin umduğu
geleceğe bakışına dönmemiz gerekiyor.

Nietzsche'nin Geleceği

Nietzsche'nin "delisi" Hıristiyanlığı yıkmanın tek "kefaretinin" yeni


"şenlikler" ve " kutsal oyunlar" inşa edebilmek olduğunu söyler.90 Bu
da onun umduğu geleceğin iki özelliğine işaret ediyor. Birincisi, Nietz­
sche'nin "inancı" kullanma tarzı "dinden" hiç de uzak değildir, tabii
her dinin kalbinde cemaatin kutsal bir mekanda şenlik havasında topla­
nıp doğru tarzda yaşama anlayışının olumlanarak yeniden hatırlanması
olduğunu düşünürsek . . . İkincisi, yeni inancın esini Yunanlar olacaktır
-çünkü "kutsal oyunlar" elbette ki Olimpiyatlardır, Zeus'a adanmış
şenlik faaliyetleridir.
Bu yüzden, kısacası "Yunan tragedyasının yeniden doğuşu" temasına
ve Wagnerci ideale tekrar dönmüş bulunuyoruz. Wagner'in kendi sana­
tının Batı'yı kurtarabileceği düşüncesi tabii ki artık tamamen reddedil­
miş olsa da -"esrikleşme" sanatı, "haşhaş içme ve betel * çiğneme"91 en
son ihtiyaç duyduğumuz şeydir- Yunan şenliklerinin canlandırılmasıyla
Batı'nın mevcut yozlaşmasından kurtarılması yönündeki Wagnerci ara­
yış hala Nietzsche'nin kılavuz yıldızıdır ve düşünme yetisi son bulana
kadar öyle kalacaktır.92

* Güney ve Güneydoğu Asya'da yetişen ve yaprakları çiğnendiğinde sakinleştirici bir


etki yaratan bir sarmaşık türü-e.n.
Şen Bilim 493

O halde biliyoruz ki, birincisi, Nietzsche'nin seçme okur grubunun


ulaşmaya çalışacağı gelecekteki toplum (bu bakımdan tıpkı geçmişteki
Hıristiyan toplumu gibi) birleştirici merkezini yeni bir "inançta" , din
ile ahlakın birliğini sağlayacak ve kutsal şenliğe odaklanan bir inançta
bulacaktır. İkincisi, Yunanların yol gösterici ideal olarak anılması göste­
riyor ki, yeni dinin ortaçağ kilisesine yapısal ve kurumsal benzerlikleri
olsa da, içerik bakımından çok farklı olacaktır: Hıristiyan kötülemesi
yerine, insan övülecek, böylece suçluluktan ve kendinden nefretten bir
kez daha kurtulmuş bir insanlığın yaratılmasına destek verilecektir. Bu
iki nokta dönemin defterlerindeki anlaşılması güç ama önemli bir girdi­
de özetlenmiştir:

Ahlaka ihtiyacımız kalmadığı gibi -dine de ihtiyacımız kalmadı. "[Hıristiyan]


Tanrı'yı -tek eski dinsel biçim- seviyorum", ideal -yaratıcılaşmış- saf Tanrı- İ nsan'ın
sevgisine dönüşmüştür. Ahlak şarttır: Yoksa neye göre eylemde bulunacağız? Ne
de olsa eylemde bulunmak zorundayız. Ne yaparsak yapalım değerini belirlemek
zorundayız ... Ahlak hayatın şartıdır, "Yapmalısın"dır.93

(Bu notta "ahlakın" ilk önce "kötü anlamda", sonra da kötü olma­
yan anlamda kullanıldığına dikkat edin. )
***

Umulan dini şenliğin daha ayrıntılı izahı Şen Bilim'in sanat tartışma­
sında bulunur. Modern dönem öncesindeki hemen her sanatın az çok
doğrudan dini sanat olduğunu hatırlatan Nietzsche şöyle der:

Daha yüksek bir sanat olan şenlik sanatını yitirmişsek, bütün bu sanat eserlerimi­
zin sanatının ne anlamı olacak! Eskiden tüm sanat eserleri, insanlığın büyük şenlik
yolu üzerinde sergilenirdi, daha yüksek ve mutlu anların anısı ve anıtı olarak. Şimdi
sanat eserleri zavallı, tıkanmış, hasta insanları insanlığın ıstırap yoluna kısa şehvet an­
ları için çekmek amacıyla kullanılıyor; onlara küçük bir sarhoşluk ve delilik sunuluyor.94

O halde geleceğin sanatı yeni "inançla" bağlantılı olmalıdır. Nietz­


sche'nin onayladığı sanatçılar "hiç durmadan yücelttiği - başka hiçbir
şey yapmadığı" için geleceğin inancının yaratılmasına destek olurlar.95
Kabaca söylersek, Antik Yunan'daki "Apolloncu" sanatçılar kendi tan­
rılarını ve kahramanlarını yüceltirken, Hıristiyan sanatçılar da kendi
494 NIETZSCHE

aziz ve şehitlerini yüceltiyordu, demek ki geleceğin sanatı " yaşamı sür­


dürmeyi sağlayacak resimler" ,96 kolektif olarak yeni inancı somutlaştı­
ran rol modelleri yaratacaktır. Nietzsche'nin İnsanca, Pek İnsanca'da
ifade ettiğini gördüğümüz gibi, geleceğin sanatı "yaratıcı biçimde güzel
bir insan imgesi geliştirecek'', bu imgeyi "model statüsüne" yükseltecek­
tir; "böylece, kıskançlık ve örnek alma dürtülerini uyararak geleceğin
yaratılmasına yardımcı olacaktır" .
Şen Bilim sanatın gücüne büyük vurgu yapar: Sanatın "yumuşak"
gücü, zorla değil çekimle his, düşünce ve eylem yaratma gücü. Kimi za­
man bu güç şüpheyle ilgilidir: "Şair pek çok yalan söyler" ama şiirsel
retoriğin aklı geçersiz kılma gücü sayesinde bundan zarar görmez.97
Gerçi Nietzsche'ye göre sanatın gücü yeni "şenliğin" kuruluşunda temel
unsurlardan biridir. Her şeyden önce de müziğin Orpheusçu gücü:

"Düşüncelerimi benden öğrenip kendi diliyle söyleyebilecek bir usta besteciye


susadım," dedi yenilikçi, talebesine, "Böylece insanların kulaklarına ve yüreklerine
daha iyi nüfuz ederim. İ nsan müziğin nağmeleriyle başkalarını her türlü yanlışa ve
her türlü doğruya ayartabilir: Bir nağmeyi kim çürütebilir?" "O halde çürütülemez sa­
yılmak mı istiyorsun?" dedi talebe. Yenilikçi cevapladı: "Filizin ağaç olmasını istiyo­
rum. Ağaç olmanın öğretilmesi için uzun süre inanılması gerekir; inanıldığı için de
çürütülemez sayılmalıdır .. 9B
.

Yeni inancın ve şenliğin esasen genellikle sanatın özellikle de müziğin


gücüne bağımlı olmasının sebebini görmek güç değildir. Tanrı öldüğü,
cehennem korkusu ve cennet umudu ortadan kalktığı için, cemaati ya­
ratan ve koruyan ahlak artık gücünü ve otoritesini doğaüstü bir yargıç
ve ahlak uygulayıcısından alamaz. O halde yeni inancın ahlakı yeni bir
otorite kaynağı bulmalıdır. Artık kendini tehdit ve ödülün "sert" gü­
cünde temellendiremeyeceğinden, "yumuşak" güce -zorlamaya ihtiyaç
duymayan güce- sanatın gücüne yüzünü çevirmelidir.
Nietzsche'nin "yeni inanç" kavramı (Wagner'in hala cuk oturan di­
liyle) "geleceğin sanat eserinde" sürdürülür ve güçlendirilir. Hıristiyan­
ların insanı değersizleşmesinin yerine "Yunan" ilahlaştırmasını geçiren
bu inanç ve sanat kulağa çok soyut gelmektedir. Fakat aslında Nietzsche
yirminci yüzyılın ilk yarısının ruhunu çok iyi tahmin etmiştir. Nietz­
sche'nin fikirlerine benzer şekilde esinlenmiş inanç ve sanatı kavramak
Şen Bilim 49 5

için yirminci yüzyılın ilk yarısındaki Sovyet sanatında askerlerin, işçi­


lerin ve çiftçilerin nasıl yüceltildiğini hatırlamak yeterlidir -komünist
ütopyanın nihai varış noktasını da kapsayan bir "inanç"tır bu; Fernand
Leger'in .. anıtsal yüzücü ve bisikletçilerini esinleyen de bu inançtır. Veya
" bağlılık" yönünü değiştirirsek, Leni Riefenstahl'ın Aryan-insanlığı-yü­
celten filmlerinin Nürnberg "festivalinde" gösterilmesini ve 1 936'daki
"kutsal oyunları" da gözümüzün önüne getirebiliriz.99 (Nazilerin Nietz­
sche'ye sahip çıkması, düşüncelerinin felaket düzeyinde çarpıtılması an­
lamına gelse de, Nietzsche ile Naziler arasındaki sahici benzerlikleri ve
süreklilikleri de kabul etmek gerekir, aksi takdirde ona nasıl ve neden
sahip çıktıklarını açıklayamayız.)
***

Sağlıklı bir toplumda ortak inancın yanı sıra (Nazizmin aksine) (ya­
ratıcı) özgür ruhluluğun dengeleyici kuvvetinin de barındığı, hatta bes­
lendiği hatırlanmalıdır; böylece eski inanç uyarlanamaz hale geldiğinde,
toplumun değişen koşulları karşılayacak şekilde yaşam tarzını değiştir­
mesi en azından umulabilir. Bu da Nietzsche'nin sağlıklı bir gelecek viz­
yonunun ikinci veçhesini oluşturuyor.
Şen Bilim'in 329. Kesim'inde Nietzsche'nin daha önceki tüm eserle­
rinde yer alan modernlik eleştirisi özetlenir. Hepsinden öte "Amerikalı­
ların," der Nietzsche,

altına hücumu ve soluksuz bir hızla çalışması ... şimdiden eski Avrupa'ya yayılı­
yor ... İ nsan şimdiden durağanlıktan utanıyor; uzun süreli durup düşünme neredeyse
insanlara vicdan azabı veriyor. İ nsan elinde bir saatle düşünüyor, tıpkı finans sayfa­
larını okurken yemeğini yiyen biri gibi ... her türlü biçim işçilerin acelesiyle yok ediliyor
... insanın artık törene zamanı ve enerjisi yok ... iş giderek tüm vicdan rahatlığını
kendi yanına çekiyor; neşe arzusu, şimdiden kendine '1oparlanma ihtiyacı" diyor ...
"insan sağlığını ona borçlu" -kırda gezmeye giderken yakalanan biri böyle diyor.
Çok geçmeden, vita contemplativa [düşünsel hayat] (yani fikirlerle ve dostlarla bir
yürüyüşe çıkma) arzusuna kendimizi bırakmayacağımız bir noktaya gelmemiz de
mümkündür .. . 100

*
1 900'lerde birkaç büyük kübist ressam arasında sayılan Fransız ressam Leger ( 1 88 1 -
1 955), sonraları soyut resimler yerine, hem halkın birlikteliğini hem de çağın tekno­
lojisini öne çıkaran, kalın kontürlü, çarpıcı renklerde resimler yaptı. İkinci Dünya
Savaşı boyunca ABD'de yaşayan Leger, 1 945'te Fransa'ya döndü ve Fransız Komü­
nist Partisi'ne katıldı-r.n.
NIETZSCHE

İşin esprisi son cümlededir. Çünkü "Amerikan hızının" yarattığı en


ciddi tehlike derin düşünmenin yok olmasıdır.
Bunun en büyük tehlike olmasının sebebi yeni bir gelecek ihtimalini
derin düşünen tipte insanların (bir başka deyişle yaratıcı özgür ruhlula­
rın) yaratacak olmasıdır:

Yüksek düzeydeki insanlar kendilerini, alt düzeydekilerden, ... bakarken düşün-


meleriyle ve ölçülemez kadar fazlasını duymalarıyla ... ayırırlar ... Yüksek düzeydeki
insan ... kendi doğasının düşünüp taşınan bir doğa olduğunu söyler, bu yüzden de
aynı zamanda hayatın fiili şairi ve süregiden yazarı olduğu gerçeğini görmezden gelir.
Hiç şüphe yok ki bu dramanın aktöründen, eylem adamı denen kişiden çok farklıdır;
ama salt bir izleyiciden ve sahnenin önündeki festival ziyaretçisine daha da az ben­
zer. Şair sıfatıyla, kesinlikle vis comtemplativa (düşünüp taşınma gücüne] sahiptir ...
ama diğer yandan ve her şeyden öte, görünüşler ve genel inanç ne doğrultuda olursa
olsun, eylem adamının yoksun olduğu vis creativa'ya [yaratıcı güce] da sahiptir. He­
nüz orada olmayan bir şeyi gerçekten ve sürekli olarak yapanlar biziz, düşünen-yeni­
fikirlere-açık-olanlarız: sürekli büyüyen bütün bir değerlendirmeler, renkler, ağırlıklar,
perspektifler, ölçüler, olumlamalar ve olumsuzlamalar dünyasını biz yaratırız. Mucidi
olduğumuz bu şiir pratik denen insanlar [aktörlerimiz] tarafından sürekli içselleştirilir,
talim edilir, ete kemiğe ve gerçekliğe tercüme edilir, hatta basmakalıplaştırılır ... ama
dünyayı yaratmış olan biziz .. 101
.

Düşünüp taşınan, yaratıcı özgür ruhların "piyes yazarı" olarak yazdı­


ğı metni biz diğerlerinin yaşaması son derece Almanlara has bir geistige
Führung'u [manevi liderlik], "sürünün" manevi "çobanı" olmayı akla
getiriyor.102 Görünüşün aksine aramızdaki gerçek liderler failler değil
düşünenlerdir ama bunlar yine de (aklı bulutlarda profesörler değildir­
ler) dünyanın gerçeklerini "algılayabilirler". Bir başka deyişle, gerçek
liderler kelimenin en geniş anlamıyla filozoflardır. Nietzsche'nin sağlam
bir şekilde savunduğu üzere, hakiki liderlik manevi-entelektüel lider­
liktir: Zerdüşt'ün güzel sözleriyle, "güvercinin pençesinde gelen düşün­
celer dünyayı yönlendirir" .103 Ortak değer ve görüşlerdeki değişimler
"hoc est ridiculum, hoc est absurdum [bu gülünçtür, bu saçmadır] diye
ilanda bulunan güçlü ve nüfuz sahibi bireyler" 104 vesilesiyle gerçekleşir
1 872'deki Öğretim Kurumlarımızın Geleceği derslerine kadar geri giden
bir tema da buradan kaynaklanır: Örneğin üniversiteleri salt iş yaşamı-
Şen Bilim 497

na hazırlanmaya yönelik kurslara çevirerek manevi-entelektüel hayatı


öldürürsek, içinde yaşadığımız dünyada meydana gelen değişikliklere
daha başarılı tepki vermemizi sağlayacak "eğiticilerin" ortaya çıkma ih­
timalini de öldürürüz ... Bu kaderden kaçmak için yeni kültürümüz "ace­
lecilikle" ve işe, üretime, kara aşırı değer verilmesiyle savaşacak şekilde
örgütlenmelidir. Bu yeni kültürün, uygun kimselerin düşünüp taşınabil­
dikleri bir yaşam sürmesine müsait olacak şekilde örgütlenmesi de ge­
rekir. Örneğin mimarlık ve bahçecilik, düşünüp taşınmayı beslemelidir:

Bir gün, muhtemelen de yakında, öncelikle büyük şehirlerimizde bir şeylerin eksik
olduğunu kabul etme ihtiyacı hissedeceğiz: düşünmek için sessiz ve geniş yerler -
yağmurlu ya da fazla güneşli [Cenova ya da Torino gibi] havalar için uzun ve yüksek
tavanlı sıra kemerler, bağırış çağırış ve araba gürültüsünün gelmediği yerler ... düşü­
nüp taşınmanın ve kenara çekilmenin yüceliğine ifade kazandıracak koca bir binalar
ve siteler kompleksi .. Kendimizi taşlara ve bitkilere tercüme etmek isteriz; bu geçitler
.

ve bahçelerde yürürken kendi içimize yolculuklara çıkmak isteriz. 1 05

***

Nietzsche'nin gelecekteki toplumunda manevi liderliğe değer verilir.


Fakat liderlik, ya da onun deyimiyle "rütbe sıralaması" hayatın tüm
veçhelerine -örneğin erkek ile kadın arasındaki ilişkilere- nüfuz eden bir
ilkedir. Bu amaçla liderliğin bağlaşığı itaatin ezilmeyle aynı şey olmadığı­
nı göstermek için epeyce sayfa harcar. Nietzsche'nin burada altta yatan
tezi, insanların farklı olduğu şeklindeki bariz hakikattir, yani " başlı ba­
şına sağlık [ya da mutluluk] " diye bir şey olmadığı, birine besin olanın
diğerine zehir olduğudur. 106 Bazı insanlar liderlikten keyif alır, ama di­
ğer pek çoğunda "itaat dürtüsü" vardır ki bu da başkasının "emrinde"
olunca olumlu anlamda bir "keyif" yaşamalarına yol açar. 107 Örneğin
pek çok kadın,

birinin emrine girmekte fazladan bir kuwet ve haz bulur; tam da birinin emrine
girebilecekleri her alana doğru baskı yapar, buralara dair son derece hassas duygu-

*
Bana kalırsa Nietzsche'nin eğitim felsefesinde, bugün bizim "hiç yoktan" araştırma
-tabirin en geniş anlamıyla- dediğimiz araştırma yönünde örtük bir talep vardır.
Şurası açık ki tüm araştırmalar mevcut hedeflere bağlı kalırsa, teknik ya da kültürel
anlamda yeni hedeflerin ortaya çıkma ihtimali kalmaz. Yetenekli araştırmacıların
diledikleri gibi hislerini takip etmelerine izin verilmelidir.
NIETZSCHE

lar gösterirler. Özellikle bazı alanlarda iyi gelişmemiş erkeğin emrine giren kadınlar
kendilerini bu alanda onun işlevine dönüştürür, onun kesesi, siyaseti ya da sosyalliği
bile olurlar. 1 00

( Burada Cosima Wagner'i düşündüğü neredeyse kesindir. Richard'ın


ölümünü duyduğunda Cosima'ya yazdığı bir mektupta onun için "her
fedakarlığı yapmakla" gurur duyabileceğini söyler. ) 109 Liderlik ile takip­
çilik arasındaki baskıcı olmayan ilişkinin temel şartı liderlerin kendile­
rini takipçiler arasında meşrulaştırmalarıdır. Bu yüzden, fabrika sahibi
işçilerine çoğunlukla "hilekar bir kan emici köpek" gibi görünürken, as­
keri lider çoğunlukla saygı görür. Buradaki önemli nokta liderin bir tür
soyluluğu olması, takipçilerden "daha üstün bir ırktanmış" gibi görün­
mesidir. "Yığınlar temelde her çeşit köleliğe boyun eğmeye hazırdırlar,
yeter ki üstlerindekiler sürekli olarak daha yüksekte oldukları, doğuştan
emir verme gücü taşıdıkları konusunda kendilerini haklı göstersinler
-kibar davranışlarla. " 1 1 0
Nietzsche'nin buradaki örnekleri şüphe uyandırabilir. Nietzsche'nin
zamanında yetenekli kadınların genellikle bir erkeğin "emrine girmeleri­
nin" sebebi neredeyse hiçbir zaman liderlik etmekten ziyade takip etmeye
içsel yatkınlık değil, resmi eğitimden ve dolayısıyla bağımsız gelir edin­
me imkanından mahrum kalan kadınlara dönemin kültürünün başka
seçenek bırakmamasıdır. Yine de Nietzsche'nin söylemeye çalıştığı şey,
yani itaatin baskıyla aynı şey olmaması kesinlikle doğrudur. Bir futbol
takımının kaptanı (çoğunlukla) önderlik ettiği kişilere baskı yapmaz, bir
yaylılar dörtlüsünün lideri de öyle. (Michel Foucault'nun itaatin daima
baskı anlamına geldiğini düşünmesi, hiç futbol oynamadığını ya da bir
yaylılar dörtlüsünde çalmadığını gösteriyor. ) Nietzsche'nin gelecekteki
toplumunun her türden liderler ve takipçiler içermesi -provokatif bir
dille "efendiler" ve "köleler" içermesi- başlı başına bir itiraz noktası
oluşturmaz. Aslında "rütbe sırası" bulunan bir toplumun umumiyetle
bu sıranın olmadığı toplumlardan daha mutlu olduğu noktasında da
haklı olabilir aslında. Alexis de Tocqueville'in Amerika'ya dair gözlem­
lerinde işaret ettiği gibi -Alain de Botton bu noktayı sonradan tekrar
kullanır- insanın toplumdaki konumu eşittir hayattaki konumuysa, en
azından "statü endişesinden" kurtulmuş demektir.
Şen Bilim 499

Sanat Eseri Olarak Hayat

Şen Bilim'in daha ünlü pasajlarının çoğunda toplumsal hayattan zi­


yade birey tartışılır -Nietzsche'nin az sayıdaki seçilmiş bireylerle ilgi­
lenen ama bütün olarak toplumun refahıyla ilgilenmeyen "elitist" ve
" bireyci" bir filozof olduğu yönündeki geniş kabul gören yorum böyle
ortaya çıkmıştır.
Eserde güçlü bir " bireyci" unsur barındığını inkar etmiyoruz: Nietz­
sche kitabın büyük bir kısmında seçilmiş okurlarına nasıl bir gelecek
toplumu için çalışacaklarını değil, burada ve şimdi nasıl tatminkar, mut­
lu hayatlar süreceklerini anlatır. Fakat aynı zamanda seçilmiş okurların
yaratıcı özgür ruhlular, yani "geleceğin tohum taşıyıcıları ve kolonicile­
ri" olma potansiyeli taşıdıkları da hatırlanmalıdır. Okurlarının eşsizliği­
ne vurgu yapma sebebi budur; tekrarlamak gerekirse, bu yüzden " biz"
"yeni, eşsiz ve kıyaslanamaz" olmak isteriz,1 1 ı yani yeni, cemaati koru­
ma potansiyeline sahip yaşam biçimlerinin cisimleşmeleri olmak isteriz.
(Mutluluğa en iyi şekilde ortak ahlakın "araçları" olarak ulaşabilecek o
büyük çoğunluk için bir kişisel gelişim kitabı yazıyor olsaydı, eşsizlikle
ilgili tüm bu lafları kaldırırdı zaten. ) Bu yüzden okurlarına nasıl mutlu
olunacağına dair tavsiyeler vermesi ile nihayetinde onun için en önemli
kaygılar olan cemaat kaygıları arasında bir bağlantı olmalı.
Bana kalırsa bağlantı, örnek ya da model olma fikrinde yatıyor -bu
fikir Nietzsche'nin ısrarla "özgür ruhlar kolonisi" kurma arzusunun da
altında yatar (hatta pek çok durumda, on dokuzuncu yüzyılda Alman­
ların uzak diyarlarda gerçek anlamda koloniler kurma yönündeki genel
girişiminin altında da yatar). Nietzsche'nin seçilmiş okurları "hazırlık
niteliğinde insanlardır" , onların daha yüksek bir insan varlığı biçiminin
" işaretleri" olduğunu söyler. Onların " kendi festivalleri, kendi işgünle­
ri, kendi yas dönemleri olan ... daha verimli, mutlu insanlar" 1 12 haline
gelmeleri gerektiğini söyler -"hayat reformu" hareketiyle yakınlığını
burada bir kez daha görmekteyiz. Ayrıca " taşan, insanlarla ve şeyler­
le haberleşen bir kendi kendine yeterlilik" sahibi olmalıdırlar. 1 13 Bu da
bana kalırsa sanat nasıl "kıskançlık ve taklide yol açarak" yeni yaşam
biçimlerini göz alıcılaştırarak güçlendiriyorsa, yaratıcı özgür ruhların
yaşamlarını da güçlendirecektir. Yaratıcı ruhlar "eğiticilerimiz", yeni
kültürün ilham veren rol modelleri olacaklardır. Fakat bunu ancak sağ-
5 00 NIETZSCHE

lık ve mutluluklarını göstererek, etraflarına saçarak yapabilirler. ( Bura­


da Dalay Lama'nın .. kendi neşe saçan kişiliğinin öğretileri için açık ara
en iyi reklam olduğunu düşünebiliriz.) Demek ki kısaca ifade edersek,
bireysel mutluluk tartışması neticede Nietzsche'nin daha baskın toplum­
sal kaygılarının içine yedirilmiştir. Seçilmiş "hazırlık niteliğinde insanla­
rın" örneklediği mutluluk yeni kültürü var etmenin önemli bir aracıdır.
Peki, o zaman Nietzsche'nin seçilmiş okurları nasıl mutlu olacak ?
***

Önceki bölümde gördüğümüz üzere, benlik basitçe keşfettiğimiz bir şey


değildir. Benliğin yaratılması gerekir: en baştan yaratılmaz, basitçe sahip
olduğumuzu keşfettiğimiz dürtüler kümesinin "heykel gibi biçimlendiril­
mesi", "budanması", "düzenlenmesi" , " bahçe gibi güzelleştirilmesi "yle
yaratılmalıdır. Bu yüzden, mutlu olmak için ilk önce ne olacaksak o hale
gelmek için "heykeltıraşlık" yapmalıyız. Tan Kızıllığı'nda kendi heykeli­
ni biçimlendirmekle ilgili bazı tavsiyeler görmüştük. Şen Bilim'de daha
ayrıntılı bir anlatı vardır. Bu eserin yaptığı katkının özünde kişinin kendi
hayatını sanat eseri haline getirmesi fikri vardır.
Kendimizi heykel gibi biçimlendirerek sahici kişiler olabilmemiz için,
diye yazar Nietzsche, "sanatçıları örnek almalı" ama onlardan daha bil­
gece davranmalıyız. Zira "sanatın bitip hayatın başladığı yerde onların
hassas güçleri genellikle durur" -büyük sanatçıların berbat hayatlar ya­
şaması tipiktir- " kendi hayatlarımızın şairleri olmak isteriz" . 1 14
Sanatçılardan, "özellikle de tiyatro sanatçılarından" öğrenmemiz ge­
reken şey, "her gün rastladığımız sıradan insanda gizli olan kahramanı"
tanımak için kendimizi " basitleştirilmiş ve yüceleştirilmiş gibi" görmek­
tir. Maharetli bir romancı ya da oyun yazarı eserin "kahramanı" olan
karakterin ( Elizabeth Bennett, V. Henry) tutarlı ve inanılır bir portresini
çıkaracak şekilde olayları nasıl seçiyor ve sergiliyorsa, biz de olmaya
karar verdiğimiz "kahramanı" ortaya çıkaracak şekilde kendi hayatı­
mızın hikayesini kendimize anlatmalıyız. Bunu yapmak için kendimizi
"geçmiş ve bütün bir şeymiş gibi belli bir mesafeden" nasıl gözlemleye­
ceğimizi sanatçılardan öğrenmeliyiz, aksi takdirde "ön plandan başka
bir şey" olmayız.1 1 5

*
Asıl adı Tenzin Gyatso (d. 1 935) olan ve Dalay Lama'ların 14'üncüsü sayılan,
1 950'den bu yana görevde olan Tibetli ruhani lider-r.n.
Şen Bilim 50 1

Çoğunlukla kendi yaşamımıza o kadar "yakınızdır" k i ağaçlara bak­


maktan ormanı göremeyiz. Bilhassa bu telaşlı modernlikte hayatlarımız
bir olaydan ötekine savrulup durur -geçen hafta müdürün masasında
olması gereken rapor, eşle kahvaltıda kavga, çocuğun okuldaki kötü
davranışı, bankada karşılıksız çıkan çek, akşam yemeği için gereken
alışveriş, daima geç kalınan tren. Sonuçta bunlar kapsayıcı bir teması
olmayan olaylar silsilesinden ibarettir. Tutarlı bir benlik haline gelmek
için daha az eyleme ve daha çok düşünmeye ihtiyaç vardır: bir süre için,
en azından vita contemplativa'ya {düşünsel hayat) ihtiyaç duyarız.
Nietzsche'nin düşüncesinin daha kolay kavranması için somut bir
örnek verebiliriz. Başarılı bir Paris bankeri, ama aynı zamanda ressam
olan Gauguin'i düşünelim. Hayatı genel tutarlılıktan yoksun, acı ve­
rici ve karmakarışık bir olaylar yığınıdır. Hayatının "kahramanının"
kim olacağına karar vermek için kendini tüm olaylardan uzaklaştır­
malı, "' [kendini] sahneye koyma' sanatını öğrenmeli" ,1 16 kendi hayat
hikayesine karar vermelidir. Örnekleme bakımından sadeleştirirsek iki
seçeneği vardır. Birinci hikayeye göre yetenekli bir ressamdır. Burju­
va konforuna ve kısıtlamalarına korkakça sarıldığından şu ana kadar
gerçekten istediği yaşamı sürdürememiş, Nietzsche'nin "neysen o ol "
buyruğuna uyamamıştır. 1 17 İkinci hikayede {gerçek hayatta reddettiği
hikaye elbette) ise mali piyasaları zekice yönlendirmekte, küçük ama
dikkatleri çekmemiş bir şekilde yetenekli olduğu ressamlığın bohem ha­
yatına romantik bir arzu duyarak kendine acı çektirmektedir. Her iki
hikayede de Gaugin'in hayatına nasıl devam ettiğinin anlatıldığına dik­
kat edin. Bu hikayelerden herhangi birine kendini adaması tutarlı ve
belirleyici bir eyleme yol açacaktır. Seçim yapamamasının sonucu ise
koşulların kurbanı olarak kalması demektir; otantik, somut bir insan
yerine salt olayların geçtiği yer olarak kalacaktır.
Edebi bir "kahraman" olmak her şey değildir elbette. Leydi Mac­
beth, III. Richard ve Kral Lear hep merkezi karakterler olma bakımın­
dan "kahramandır", fakat amaç mutlu bir kişi olmaksa, tutarlı bir ben­
lik olmaktan fazlası gereklidir. İnsan anlatmaya karar verdiği hayattan,
olmaya karar verdiği kişiden haşlanmalıdır.
" Hoşlanmak" Nietzsche için çok zayıf bir sözcüktür elbette. Ona
göre mutluluk idealini tam olarak yaşamak için kişi hayatını sevmeli­
dir, vecit içinde sevmelidir, hatta hayatın her şeyini sevmelidir. Nietz-
NIETZSCHE

sche'nin 1 882'nin Yeni Yıl'ındaki kararı, Şen Bilim'in iV. Kitap'ının da


başlangıcıdır:

Şeylerde neyin güzellik için zorunlu olduğunu görmeyi, giderek daha çok öğren­
mek istiyorum. Amor fati [kader sevgisi]: bundan böyle benim sevgim bu olsun! Çir­
kinliğe karşı savaş açmak istemem ... Başımı çevirip uzağa bakmak tek yadsımam
olsun! ... günün birinde sadece Evet-diyen olmak isterim! 1 1 B

İnsanın hayatındaki tüm olgular geçmişte kaldıkları için değiştirile­


mez olmaları bakımından "zorunlu"ysa, ideal mutluluk kişinin yaptığı
ve başına gelen her şeyi mutlak olarak sevmesinden ibarettir. Bunun an­
lamı da -tek bir "olumsuzlama" bile amor fati' nin başarısızlığı olaca­
ğından- tek kelimeyle, kişinin " bengi dönüşü" sevebilmesi gerektiğidir.
Diyelim ki, der Nietzsche, bir " iblis" kulağınıza fısıldıyor:

Şimdi yaşadığın ve geçmişte yaşamış olduğun bu hayatı yine ve sayısız kez


tekrar yaşamak zorundasın; üstelik yeni hiçbir şey olmayacak, hayatındaki her acı ve
her sevinç, her düşünce ve iç geçirme, ağza alınmayacak kadar küçük ya da büyük
her şey sana geri dönecek -hatta şu örümcek, ağaçların arasındaki ay ışığı, hatta
bu an ve ben,

"kendinizi yere atıp dişlerinizi gıcırdatır ve iblisi lanetler misiniz" ,


yoksa tersine şöyle diyebilir misiniz: "Sen bir tanrısın ve bugüne dek
daha ilahi bir şey duymadım. " 1 1 9 Ancak bu ikinci cevabı verebilirseniz,
Nietzsche'nin sıkı kriterine göre mutluluk idealine uygun olabilirsiniz.
Peki, insanlar hayatlarındaki her şeyi nasıl sevecekler? Çoğumuz ge­
nel olarak hayatlarımızı bir kez daha yaşamak isteriz kesinlikle, ama
ikinci hayatımızdan çıkarmak isteyeceğimiz anlar -evladın ölümü, evlili­
ğin bitmesi, bir saat boyunca ders verdikten sonra pantolon fermuarının
açık olduğunu fark etmek- hepimizin aklına gelecektir. Hepimiz ikinci
hayatımızda sansürlemek, "iptal etmek" isteyeceğimiz şeyler hatırlarız
muhakkak, değil mi?
Nietzsche, (kendisi gibi) "doğaçlama ustası" piyanistlerden öğrenme­
miz gereken şeyin başka ellerde kötü bir hata olabilecek bir şeyi bütü­
nün güzelliğine dahil edebilme yeteneği olduğunu söyler. 120 Yani hayat­
anlatımızı yeni zaruretler karşısında değiştirme esnekliğine sahip olma­
lıyız. Yani hayatımızın herhangi bir noktasında "olayları yorumlama ve
Şen Bilim

düzenleme becerimizi" kullanmak zorundayız. Adeta içlerinden geçen


"takdirişahsi"yi keşfedebilmek için hayatlarımızın "kahramanını" inşa
etme yönündeki "edebi" becerimizi kullanabilmeliyiz. Şunu gösterebil­
memiz gerekir:

başımıza gelen her şey [nasıl] daima en iyi sonuçlara yol açar. Her gün ve her
saat hayat bu önermeyi tekrar ve tekrar ispatlamaktan başka bir şey istemez gibidir;
ne olursa olsun -iyi ya da kötü hava, bir dostu kaybetmek, bir hastalık, iftira, bir
mektubun gelmemesi, bilek burkulması, dükkanda bir bakış, bir karşı-sav, bir kitabın
açılması, bir düş, bir sahtekar- o anda ya da çok yakında ıskalanmaması gereken
bir şey olduğunu gösterir. 121

Bir başka deyişle, hayat-anlatımızın sonsuza dek tekrarlanmasını iste­


yebileceğimiz temel bir parçası gibi bir şeydir bu. Kişinin hayatını anlatır­
ken hiçbir şeyi dışarıda bırakmak istememesi, söylemesi yapmaktan kolay
bir şeydir elbette. Fakat Nietzsche'nin hemen herkesçe bilinen bir cümlesi
-"beni öldürmeyen şey beni güçlendirir-122 önemli bir tekniğe işaret eder:
Travmatik bir olayı "ders çıkarılacak" bir şeye ya da başka şekilde "bü­
yüme" deneyimine çevirmemiz ya da çevireceğimize inanmamız gerekir.
O halde Nietzsche'nin mutluluk ideali budur -bengi dönüşü arzula­
mak, yani amor fatidir. Hayatlarımızı bütünsel bir benlik haline getirmek
için "heykeltıraş gibi biçimlendirme" girişimimize, başımıza gelen her
şeyin -başımıza geldiğini hatırladığımız her şeyin- "en iyisi için" olma­
sı kılavuzluk etmelidir. Bu ideale çok azımız, hatta pek azımız uyabiliriz
-Nietzsche'nin kendisi de uymuyordu, en azından 1 8 82 Ocak'mda uy­
muyordu, çünkü amor (ati sadece Yeni Yıl' da aldığı bir karardan ibaretti.
Fakat bu, idealin eleştirisi değildir: İnsanların hemen her zaman bir şeyi
ıskalaması idealin doğasında vardır. Nietzsche'nin düşüncesi büyük ihti­
malle, hayatımızın sindirilmemiş travmaları olan dönemleri ne kadar azsa
ideale o kadar yaklaşacağımız, o kadar mutlu olacağımız şeklindeydi.

Gerçeklik, Hakikat ve Bilgi

Şen Bilim ' deki bazı pasajlar neyin var olduğu ve bizim neyi bile­
ceğimiz hakkındaki geleneksel, " büyük" teorik sorularla ilgilidir. Ör­
neğin bir pasajda, felsefesinin pek çok veçhesini eleştirmesine rağmen
NIETZSCHE

Schopenhauer'ın "ölümsüz [yani zamandan bağımsız olarak doğru]


sezginin düşünselliği doktrininden ... ve idrakin araçsal doğasından"
bahseder.123 Tüm deneyimlerimiz idrakin süzgecinden geçer, öyle bir
elenir ki pratik amaçlar için donanır -"araçsaldır" . Schopenhauer tek
bir amaç olduğunu, bu amacın da hayatta kalmak olduğunu düşünür,
ama Nietzsche daha sofistikedir: Pek çok " dürtümüz" olduğunu ve bun­
lardan her birinin gerçekliğin "tek yanlı" bir görünüşünü sunduğunu
kabul eder,124 yani dünyaya dair tek yanlı bir "perspektif" 125 ediniriz:
Hüküm giymiş adama ölüm evi gibi görünen bina, suç-bilimciye suç
okulu, mimarlık tarihçisine de on dokuzuncu yüzyıl Gotik'inin iyi bir
örneği olarak görülecektir.
Nietzsche dünyayı gördüğümüz çeşitli yolların ardında bir "bilinme­
yen X" olarak "kendinde şey"in bulunduğunu reddeder. 126 Kantçı ide­
alizm kesinlikle kapı dışarı edilir. Çeşitli dünya-görünümlerimiz "rüya "
değildir: Rüyaların sahte temsiller olmaları gibi gerçekliğin sahte temsil­
leri değildirler. Fakat öte yandan bu perspektiflerden birinin eşsiz doğru­
lukta olduğunu söyleyip onu ayrıcalıklı kılamayız, özellikle de "sadece
[doğa bilimleri] önünde gerçekliğin örtüsünün kalktığını" iddia eden
"temkinli" bilimsel "gerçekçinin" görüşü ayrıcalıklı değildir.127 Dünya
üzerinde eşsiz biçimde hakikati yakalayan hiçbir perspektif yoktur.
Bu da bize Nietzsche'nin konumunu anlamak için iki muhtemel yol
bırakıyor. Birinci ihtimal evvelki bölümde "postmodernizm" dediğim
şeyi savunduğudur: farklı pratik amaçlara hizmet eden sayısız dünya
yorumlarımız vardır, ama herhangi birinin gerçekliğe tekabül ettiği fik­
rinin bir anlamı yoktur. Dünya yorumlarımız gerçekliği yalanlayamaz,
ama doğrulayamaz da. İkinci ihtimale de "çoğulcu gerçekçilik" diyo­
rum.128 Buna göre tıpkı Spinoza gibi Nietzsche de gerçekliği çok yönlü
saymaktadır, bu yüzden farklı perspektiflerin gerçekliğin farklı yönlerini
açığa çıkardığını -doğru olarak açığa çıkardığını- düşünmektedir. Bu
perspektiflerin her biri bir hakikati açığa çıkarır, ama hiçbiri başlı başına
hakikati açığa çıkarmaz. Karşımdaki bina hem ölüm evi hem suç okulu
hem de neo-Gotik mimarinin iyi bir örneği olabilir. Bina kesinlikle bazı
şeyler değildir elbette: uzaylıların yerleşim birimi ya da film seti değildir
örneğin. Peki, bu tanımlamaların yanlışlığını nasıl belirleyeceğiz? Nietz­
sche "tüm bilgilerin yüce tutarlılığı ve iç bağlantılılığı"ndan129 bahse­
derken şu fikri ortaya sürer: Hüküm giymiş adamın, suç-bilimcinin ve
Şen Bilim

mimarlık tarihçisinin perspektifleri birbiriyle tutarlıdır: kolektif olarak


nesnenin tutarlı ve tamamlanmış bir resminin ortaya çıkmasına yardım­
cı olurlar. Fakat binanın film seti ya da uzaylıların yerleşim birimi oldu­
ğu fikri, kesinlikle bu görece tamamlanmış resimle tutarlı değildir. Bu
yüzden büyük ihtimalle yanlış olduklarına karar verebiliriz.
Şen Bilim'in hakikat ve bilgi tartışması yüksek bir metafor düzeyinde
gerçekleşir ve postmodernizmi mi yoksa çoğul gerçekçiliği mi savundu­
ğuna karar vermek güçtür. Benim eğilimim Nietzsche'yi bir çoğul gerçek­
çi olarak okumak yönünde, fakat bu aşamada konumunun ne olduğu
konusunda kendi kafasının da çok net olmaması ihtimal dahilindedir.
Kariyerinin neredeyse sonunda yazdığı Ahlakın Soykütüğü'nü tartışırken
bu mesele yeniden karşımıza çıkacak. Esasen Nietzsche'nin nihai duru­
şuyla ilgilendiğimizden, daha ayrıntılı tartışmayı oraya bırakıyorum.
Son bir nokta. Hakikat ve bilgiyle ilgili yaptığımız tartışma "ana ar­
güman dediğimiz" meseleden, yani özgür ruhlu kişinin kültürel sağlığı
desteklemedeki rolünden kopuk gibi görünebilir. Fakat bunun kesinlikle
doğru olmadığını düşünüyorum. Özgür ruhlunun rolünün, şeylere "yeni
isimler ve değerlendirmeler" tedarik ederek kültürel değişimi destekle­
mek olduğunu hatırlayalım. 130 Örneğin çevreyle ilgili bilimin yaptığı
budur: Daha önce "orman" ve "kereste kaynağı" olarak bilinen yer
"karbon gömülümü " adını alır, böylece onunla ilgili "değerlendirme­
mizi" ve tavrımızı güçlü bir biçimde değiştirir. Bir başka deyişle kültürel
değişim perspektif kaymalarıyla gerçekleşir. Bu da dünyaya erişimimizin
perspektife bağlı olduğunda, hatta sonsuz sayıda mümkün perspektif
olduğunda ısrar etmeyi Nietzsche'nin gözünde müthiş önemli kılar. 1 3 1
İşler başka türlü olsaydı kültürel değişim imkansızlaşırdı.
18. Bölüm

Salome Macerası

Lou Salome

26 Nisan 1 8 82'de ya da ona yakın bir tarihte Nietzsche Roma'daki


San Pietro Bazilika'sında genç bir Rus'la buluştu. Bu güzel ve zeki
Rus, hayatının en travmatik olaylarından birine yol açacak ve entelek­
tüel bakışında önemli bir değişiklik yaratacaktı. Buluşmayı ayarlayan
Paul Ree, yakınlardaki bir sırada oturmuş notlarını okur gibi yapıyor­
du ama sonradan açığa çıkacak sebeplerle buluşmanın gidişatına ku­
lak kesilmişti. Messina şiirleri (Idyllen aus Messina) bu gidişatın pek
de düz olmayabileceğini gösteriyorsa da, aynı zamanda Nietzsche'nin
zaten sevdaya sevdalandığını, yalnızlık hayatından kurtarılmaya hazır
olduğunu da gösteriyordu. Böylece Nietzsche güzel Rus'u neredeyse ke­
sinlikle önceden hazırlanmış bir Romeo ve Juliet yankısıyla selamladı:
"Hangi yıldızlar bizi burada bir araya getirdi? " diye sordu. (Yeni bitir­
diği Şen Bilim'de Wagner'e farklı "yıldız yörüngelerinin" onları ayırdığı
düşüncesiyle veda ediyordu: l burada ise tersini söylüyordu. )
B u alametli giriş cümlesini duyan kişi Ree'den o n bir yaş, Nietz­
sche'den on altı yaş genç olan yirmi bir yaşındaki Lou Salome'ydi (bkz.
Resim 24) . On dokuzuncu yüzyıl sonu St. Petersburg'undaki Alman
yanlısı havanın (hem Çar 1. Nikolay'ın hem de 11. Aleksandr'ın eşleri ve
anneleri Almandı) etkisiyle Çar'ın ordusunda general rütbesine yüksel­
tilmiş bir Baltıklı Alman'ın kızıydı Lou. Yakışıklı ve hoşgörülü babasını
seviyor, endişeli ve baskıcı annesi Louise'den ise hiç hazzetmiyordu.2
Annesi esasen Rus kanından olmakla beraber Ree gibi yarı Fransız Pro­
testan soyundandı.
Altı çocuğun en küçüğü olan Lou'nun beş ağabeyi vardı. Bu erkeksi
evde büyüdüğü için dönemin standartlarına göre "erkekçe" görülen ni­
telikler -zeka, kararlılık, cesaret ve amaç netliğine sahip olma gibi- ge­
liştirmişti. Sıklıkla delirttiği annesi onun "inatçı ve her şeyi kendi yoluyla
5 08 NIETZSCHE

yapmaya kararlı" olduğunu düşünüyordu. Ree ona "yüksek komutan


Fraulein Lou" diyordu ve Nietzsche de onu "kartal kadar keskin göz­
lü ve aslan kadar cesur" ama aynı zamanda "el değmemiş bir genç kız
kadar mahcup" olarak tanımlamıştı.3 Köselitz onun "kahramanca " bir
karaktere sahip olduğunu, yüzünü antik Roma' dan aldığını söylüyordu.4
Serflerin özgürleştiği devrimci zamanlarda doğan Lou, kadınları ne­
redeyse değişmez kaderleri olan "çocuk-kilise-mutfak" rolünden kurtar­
maya kararlıydı. Her şeyin ötesinde kadınlara temel eğitimin ötesinde
bir şey öğretilmemesiyle mücadele etme azmindeydi. İlk dinsel şüpheleri
neticesinde Alman Reform Kilisesi'nde kabul ayinini reddederek ölmek­
te olan babasını hüsrana uğratmıştı. Bunu telafi etmek için St. Peters­
burg' daki Hollanda Reform Kilisesi'nin papazı aşırı-liberal Hendrik
Gillot'un vaazlarına katılmaya başladı. Onun modernleştirilmiş teizmi­
nin büyüsüne kapıldı ve Rus entelektüellerinin yeni ortaya çıkan ateiz­
minin panzehirini bu teizmde buldu. On sekiz yaşındayken ona kendini
öğrenci olarak kabul ettirdi. Gillot ona Fransız ve Alman edebiyatının
yanı sıra Doğu dinini ve felsefesini de öğretti.
Gillot ondan yirmi beş yaş büyüktü ve neredeyse onun yaşında iki
kızı vardı. Ama bu Lou'ya aşık olmasına, karısını terk edip onunla ev­
lenmeyi teklif etmesine engel olmadı. Lou onu reddetti. Bu da hayatının
geri kalanının büyük bir kısmındaki deseni belirledi. Ciddi temas kur­
duğu hemen her erkek onunla evlenmek istedi (en azından yatağa atmak
istedi), fakat Lou'nun onlardan istediği şey bağlanmaksızın entelektüel
uyarımlarından faydalanmaktı. Lou'nun erkeklerle aynı bağımsızlığa
sahip olma arzusu her evlilik teklifini reddetmesine yol açtı. Evliliğin
cinsel ilişki anlamına geldiğini ve güvenilir doğum kontrol yöntemleri
olmadığından bunun da çocuk doğurmasına ve geleneksel kadın rolüne
hapsolmasına yol açacağını biliyordu. Anılarında Ree'ye "aşk hayatı­
nın ömür boyu kapalı" olduğunu söylediğini yazar, bu karar "asla diz­
ginlenemez özgürlük susuzluğunun" getirdiği bir zorunluluktur. Nietz­
sche'nin hayatından çıktıktan sonra en sonunda dilbilimci Friedrich
Cari Andreas'la (fırtınalı nişanlılıkları sırasında adam kendini kalbinden
bıçaklamış ama ana damarı ıskalamıştı) evlenmesine rağmen, bu evliliği
bile cinsel ilişkide bulunmama şartıyla kabul etmişti.
1 8 80'de verem belirtileri göstermesi üzerine annesiyle beraber sert
Rus kışından kaçmasına izin verildi. Zürih'e yerleştiler ve oradaki üni-
Salome Macerası

versitede Hegel, Hinduizm, Konfüçyüsçülük ve Sokrates öncesi Yunan


filozoflarıyla ilgili dersleri dinleme izni aldı. Bir Kadın İdealistin Anı­
ları (Memoiren einer idealistin) adlı eseriyle Lou'nun kafa yapısındaki
kadınların gözünde kahramanlaşan Malwida von Meysenbug'la tanış­
ma hevesiyle 1 8 82 Şubat'ında yine annesinin eşliğinde Roma'ya var­
dı. Malwida'nın Via Polvereiera 6'daki, Colosseum'a bakan salonunda
toplantılara katılmaya başladı. Cenova'da Nietzsche'yi ziyaretinden,
tüm parasını Monte Carlo'da kumarda kaybetmiş olarak dönen Ree,
Malwida'nın çevresindeki nispeten sıkıcı, orta yaşlı hanımlarla mukaye­
se edilince Lou'nun gözüne cesur ve "özgür ruhlu" görünmüştü.

Nietzsche Roma'da

Ree'nin Lou'ya ilgisi ilk başta salt entelektüel görünüyor. Ona başka
açıdan baktığında ise kafasında kendisinden ziyade Nietzsche vardı an­
laşıldığı kadarıyla. Roma'daki ilk haftasında yazdığı (şimdi kayıp olan)
bir mektuba Nietzsche 21 Mart'ta Cenova'dan şöyle cevap vermişti:

Bir anlamı olacaksa Rus kıza benden selam söyle. Böyle bir ruha şehvet [/üstem]
duyuyordum. Hatta yakında onu avlamaya çıkacağım --önümüzdeki on yıla dair plan­
larım düşünülürse buna ihtiyacım var. Ama evlilik bambaşka bir mesele -en fazla iki
yıllık bir evliliğe rıza gösterebilirim; bu da sadece sonraki on yılda yapmam gereken­
lerle ilişkili.5

Buradan anlıyoruz ki Ree hem zeki bir asistan hem de muhtemel bir
eş olarak Lou'yu önermişti. Nietzsche'nin onu geçici, yarı zamanlı bir
aşık olarak kabul etme ihtimalini havaice gündeme getirmesinin yakın­
da feci sonuçları olacaktı.
Bir ay sonra, 20 Nisan'da Ree ikili değil üçlü bir ilişki teklif eder:

Rus ... enerjik ve inanılmayacak kadar zeki bir yaratık, son derece tuhaf, hatta
çocuksu özellikleri var ... Kitabımı [büyük ihtimalle Die Entstehung des Gewissens,
1 885; Vicdanın Doğuşu] anlattığım konuşmaların bana çok faydası var, çünkü din­
leyiciler arasında hiçbir şeyi kaçırmayan şu genç Rus da var. Hatta son derece sinir
bozucu bir tarzda bir sonraki aşamayı da, tüm bunların amacını da biliyor gibi. 6
5 10 NIETZSCHE

Ree'nin yazdığına göre kız üçünün bir yıllığına birlikte yaşamasını is­
tiyordu (elbette iffetli bir şekilde). Bunu muhtemelen Cenova'da, yanla­
rında daha yaşlı bir kadınla, belki Malwida'yla, adap gereği onun evin­
de yapabilirlerdi:? fiilen bir "özgür ruhlar manastırı" , Lou'nun elbette
hakkında çok şey duyduğu Sorrento'nun yeniden yaratılması. Önerilen
yer olarak daha sonra Cenova'nın yerini Viyana, ardından da Paris aldı.
Fakat Malwida "özgür ruhluluğun" ucuz dedikodu malzemesi yarat­
mak anlamına gelmediğini düşündüğünden, bu fikri duyunca afalla­
mıştı. "Kaderle oynamak tehlikelidir, " dedi onlara öngörülü bir tarzda;
"insan bu yüzden talihsizliklere maruz kalabilir ve gerek yaşandığı za­
manda gerek geriye bakıldığında saf, temiz ve güzel kalabilecek olanlar
uyumsuz ve bulanık hale gelebilir" -tam da böyle oldu.
Planların değiştirilip ikili ilişkiden üçlü ilişkiye geçilmesi elbette
Lou'nun isteğinin sonucuydu -ayrıca Ree ve Nietzsche'nin uzun zaman­
dır umut ettiği " Sorrento'ya Dönüş" ve entelektüel komünün yeniden
kuruluşu fikrine gayet uygun düşüyordu. Fakat Ree'nin Nietzsche'ye
söylemediği şey, artık ona Lou'yu tepside sunmak niyetinde olmadığı,
zira aradan geçen zamanda kendisinin de ona aşık olduğuydu. Nietz­
sche'nin gelişi öncesinde Roma sokaklarında baş başa akşam yürüyüş­
leri (dönemin standartlarına göre rezillikti) uyuyan duygusal hayatını
uyandırmıştı. Annesi aracılığıyla ona evlilik teklifinde bulundu. Lou tek­
lifi kibarca geri çevirdi elbette; ona cinsellik yaşayamayacağını ve "ağa­
bey kardeş" gibi birlikte yaşamaları gerektiğini söyledi. Fakat Ree'nin
tavrındaki değişikliği saklaması işin ta başında bir dalavere olduğunu
göstermektedir. Ayrıca onun ve Lou'nun daima Nietzsche'nin bir adım
önünde olduğu, aslında Nietzsche'nin onların kuklası olduğu anlamına
da gelir. Ona entelektüel ateş gücünden dolayı ihtiyaç duyuyorlardı, ama
ikisi de çok farklı sebeplerden onun Lou'ya aşık olmasını istemiyordu.
Nietzsche 24 Nisan civarında Messina'dan Roma'ya geçti. Alışıldığı
üzere seyahat yorgunluğundan yatağa düştükten sonra Lou'yla San Piet­
ro'daki tarihsel olmasını umut ettiği ilk karşılaşmaya hazırdı. Lou daha
sonra ilk izleniminin "derin bir iç dünyaya" sahip "yalnız" bir adam
olduğunu yazmıştır. Nietzsche ona "çok kibar", " sosyal formalitelere ve
özenli giyinmeye" düşkün, fakat öte yandan "neredeyse kadınsı bir yu­
muşaklık ve hamiyetli bir temkin" sergiliyormuş gibi görünmüştü. " Bir
erkeğin neyi görünür kıldığından," diyordu Nietzsche'nin kendi sözleri­
ni ona karşı kullanarak, "neleri sakladığını merak edebilir insan" . s
Salome Macerası 51 1

Nietzsche altı yıl önce Mathilde Trampedach'a gösterdiği aynı ola­


ğandışı patavatsızlıkla derhal ona evlenme teklif etmeye karar verdi
( " iki yıllığına" filan değil basbayağı evlilik) . Ree'nin hislerini hiç bilme­
diğinden, en iyi dostundan kendi adına teklifte bulunmasını istedi. Ree
bu teklifi birkaç gün sonra muhtemelen derin bir utançla Lou'ya iletti.
Lou bir ayda aldığı ikinci teklifi de reddetti elbette. Yine kibarlık ederek
evlenirse rahmetli babasından kalan küçük emekli aylığından mahrum
kalacağını, böylece mali bağımsızlığını kaybedeceğini bildirdi. Nietzsche
bu gerekçeyi kabullenmiş görünüyor. Çünkü zaten kendini ancak geçin­
direbiliyordu, kabullenmemek gibi bir şansı pek yoktu.

Sacro Monte ve "Kırbaçlı" Fotoğrafın Gizemi

Mayıs başında kötü dengelenmiş üçlü, yanlarında Lou'nun annesi


Louise'le Luzern'e doğru yola çıktılar ve oradaki ilk haftalarının büyük
bir kısmını Orta San Giulio'da geçirdiler. Orta Gölü'ne doğru çıkıntı
yapan küçük bir yarımadadaki Orta kasabası daima karla kaplı Monte
Rosa'nın eteklerinde, kuzey İtalya'nın Piemonte eyaletindeki Maggiore
Gölü'nün hemen batısındaydı. İdilik bir hava vardı, gölde tekneyle gezdi­
ler, manastır adası San Guilio'yu ziyaret ettiler ve bülbüllerin ötüşüyle bü­
yülendiler. Nietzsche bu eski kasabanın loş sokaklarını çok sevmiş olmalı.
Bir gün Louise'le Ree'nin gözünün önünden bir şekilde kaçmayı
başaran Nietzsche ve Lou, Orta'nın arkasında kalan ve Assisili Aziz
Fransisko'ya adanmış bir tepe olan Sacro Monte'ye doğru yürüdüler.
Sacro Monte'ye bu adın verilmesinin sebebi çevresindeki spiral şeklinde
yirmi küçük ibadet şapeli bulunmasıydı ( bugün burası bir dünya mirası
alanıdır). Bu şapellerin her birinde Aziz Fransisko'nun hayatından bir
sahneyi gösteren gerçek boyutlarda toprak figürlerden yapılmış canlı bir
üç boyutlu tablo vardı. Burada muhtemelen azizin doğruluk çağrısının
verdiği esinle hararetli bir olay yaşandı. Nietzsche Şen Bilim'de yeni ke­
sin şeklini verdiği bengi dönüş sırrını muhtemelen açığa vurdu. Muh­
temelen bir kucaklaşma ve bir de öpüşme yaşandı. Yıllar sonra (artık
Nietzsche'nin dünya çapında bir yıldız olduğu dönemde) Nietzsche'nin
onu öpüp öpmediği sorulduğunda Lou kayıtsızca " artık hatırlayama­
dığını" söylemişti. Tepede her ne yaşandıysa iki sonucu oldu. Birinci-
NIETZSCHE

si, Nietzsche kendi adına bir yara aldı: sevdaya duyduğu sevda gerçek
sevdaya dönüştü. Daha sonra Lou'ya şöyle fısıldamıştı: "Monte Sacro9
-hayatımın en hoş rüyası; sana borçluyum onu. " 1 0 İkincisi, grubun di­
ğer üyeleriyle planlanan saatten epeyce sonra buluşmaları yüzünden Lo­
uise sinirlenmiş Ree de somurtmaya başlamıştı.
Grup Orta'dan ayrılırken bir hafta sonra tekrar Luzern'de buluşmaya
karar verdiler. Nietzsche Overbecklere uğrayabilmek için yolundan sa­
pıp Basel'e uğradı. Orada yalnızlığından kurtulma arzusundan bahsetti
ve görünüşte çok canlı ve sağlıklı olması Franz'ı hayretler içinde bırak­
tı. Nietzsche Mayıs'ın 1 3'ünden 1 6'sına kadar kaldığı Luzern'de, o ve
Lou Tribschen'e Nietzsche açısından nostaljik bir ziyarette bulundular.
Lou onun duru gölün kıyısında melankolik anılar arasında kaybolmuş
bir halde uzun süre sessizce oturduğunu hatırlar. Başını eğip yumuşak
kumları bir sopayla karıştırırken orada Wagner'le geçirdiği günlerden
bahsetmişti ağır ağır. Lou ona baktığında ağladığını görmüştü.
Nietzsche bir seferinde de Luzern'in belediye parkı " Aslan Bahçesi"nde
Lou'yla yalnız kalma fırsatı buldu. Lou'ya göre, Ree'nin yeterince ikna
edici bir iş çıkaramadığını hisseden Nietzsche evlenme teklifini bizzat
tekrarlamış fakat yine aynı gerekçeyle reddedilmişti.
Üçlü Luzern'deyken Jules Bonnet'nin fotoğraf stüdyosunda o kötü
şöhretli "kırbaç" fotoğrafı çekildi (Resim 25 ) . Fotoğrafta Ree ve Nietz­
sche'nin "at" olarak koşulduğu küçük bir arabanın içindeki Lou elin­
deki leylak dalından "kırbacı" gösteriyordu. Bu tableau vivant'ı [canlı
tablo-r.] ayarlayan Nietzsche'ydi. Onun yüksek morali Ree'nin daimi
fotoğraf çektirme nefretine baskın çıkmıştı. Üç ay sonra Ree'ye yazanı ı
Lou, gerçek hayatta olduğu gibi fotoğrafta da Nietzsche'nin yüzünün
tamamen anlaşılmaz olmasına rağmen Ree'nin yüzünün hemen kendini
ele verdiğini söylemişti. Bütün karakteri kolayca yüzünden okunabili­
yordu -gözlerinden ve alnından şiddetli gözlem gücü ve zekası, ağzının
hafifçe sarkışından bitkinliği ve hayatı hafife alması çıkartılabiliyordu.
Lou aslında başka bir fotoğrafı kastetse de, gözlemleri Luzern fotoğ­
rafındaki iki "atın" zıt görünümüne cuk oturmaktadır. Ayrıca Ree'nin
neden fotoğrafının çekilmesinden nefret ettiğini de açıkça gösterir.
(Nietzsche'nin arkadaşı Resa von Schirnhofter de bir o kadar keskin
bir gözlemde bulunarak, iki atın arabayı farklı yönlere çekiyormuş gibi
göründüğünü söyler. )
Salome Macerası 513

Zerdüşt'teki meşhur sözü -"Kadınlara mı gidiyorsun? Kırbacını


unutma"- düşünülürse, Nietzsche'ye atfedilen kadın düşmanlığına sa­
distçe bir renk verme yönünde pek çok spekülatif girişim olmuştur. Fa­
kat Luzern fotoğrafında "kırbacı tutanın" Lou olması bu tip yorumları
boşa çıkartıyor gibidir. En mantıklı yorum Curt Janz'dan1 2 gelmiştir:
ona göre bu fotoğrafta Wagner'in Yüzük (Der Ring) dörtlemesindeki
Fricka'ya gönderme yapılmış olması büyük bir ihtimaldır (özellikle de
fotoğraf Tribschen'den yürüyerek yarım saat mesafede çekildiği için).
Fricka'nın gerçekten bir kırbacı, atların çektiği bir arabası vardır, ayrı­
ca neredeyse daima kocasının, yani sözde üstün ama gerçekte çok kılı­
bık tanrı Wotan'ın iplerini elinde tutar. Nietzsche'nin tableau vivant'ı
düzenlemekteki amacı, bana kalırsa, hem kendisinin hem de Ree'nin
Lou'ya köleliğinin ironik bir ifadesini yaratmaktır. Eğer bu doğruysa
artık Ree'nin Lou'ya hislerinin kendisinin hisleriyle aynı olduğunu fark
etmiş olmalı -fakat öte yandan ikisinin de Lou'nun gözünde aynı sevi­
yede olduğu gibi bir yanılgı içinde bulunduğu da fotoğraftan anlaşılıyor.

El Altından Çevrilen İşler

Ziyaretçiler 1 6 Mayıs'ta Luzern'den ayrılıp farklı yönlere gittiler: Ree


kuzey Almanya' da bulunan Stibbe'deki aile evine döndü, Lou Zürih'teki
çalışmalarına devam etmeye gitti. Nietzsche'nin temel duruşunun ifadesi
olarak tavsiye ettiği Eğitici Olarak Schopenhauer'ın bir nüshasını yanı­
na almıştı.13 Nietzsche ise sadece birkaç saat önceden telgrafla haber
vererek Basel'deki Overbecklerin evine yüksek bir moralle konuverdi.
Anlaşılan düzenlerini bozduğunu fark etmeden heyecanlı bir gevezelikle
onları gece yarısından sonraya kadar ayakta tuttu. Teninin sağlıklı rengi
ve genel sıhhatliliği karşısında bir kez daha hayrete düştüler. İki gün son­
ra Naumburg'daki annesinin evine ulaştı ve 24 Haziran'a kadar burayı
üs olarak kullandı.
Ree en iyi dost olmanın kuralları şöyle dursun, dürüstlüğün gerek­
lerini bile bir yana atarak Lou'nun kalbini kazanmak için gizlice, el
altından, uzun mesafeli bir savaş başlattı. Mektuplarında Lou'ya sen
(du) demeye başladı, halbuki Nietzsche hiçbir zaman resmi "siz"den
(Sie) öteye geçmemişti. "Sana sen (du) demek bana büyük keyif veri-
5 14 NIETZSCHE

yor, " diye yazıyordu ona Mayıs sonunda. Ayrıca ona "sevgili, sevgili
Lu" diye kendi uydurduğu takma adla sesleniyor, " burnunda tüttüğü­
nü" zira dünyada ondan başkasını sevmediğini yazıyordu. Annesinin
Lou'yu az çok evlat edinmesinin iyi bir fikir olduğunu yazıyor, bunun
nedenini de şöyle anlatıyordu: " benim ailemle ve benimle birlikte olaca­
ğın için Nietzsche uzun süreliğine senin onunla, bilhassa sadece onunla
olma fikrini reddetmek istediğini daha iyi anlayacaktır. " "Evlat edinme"
planını Nietzsche'ye haber vermemesinin nedenini, "eğer bunu duyarsa
seni ondan uzak tutmak için bir manevra yaptığımı düşünecektir muh­
temelen" (ki zaten böyle bir manevra yapıyordu) diye açıklıyor ve bu
yüzden "heyecanlanıp öfkelenebileceğini" düşünüyordu. Anlık bir vic­
dan azabıyla, "Nietzsche'yle ilişkilerimde tam anlamıyla açık ve dürüst
olmadım, özellikle de hiç yoktan bir genç kadın ortaya çıktığından beri "
der Ree, ama sonra hemen aşkın zaptedilmez taleplerinden bahsetmeye
girişir: "Ama dürüst olmak gerekirse ona karşı duruşum asla sana karşı
duruşum gibi olmadı. " Lou'ya "para hikayesinden" -Monte Carlo'da
kumarda kaybettiği para- bahsetmemesini tekrar tekrar hatırlatır. Daha
önce belirttiğim gibi, bunlar Lou'nun gözünde ona Dostoyevskivari bir
cazibe katıyordu. Fakat bir şeyler saklama meselesi (aslında Nietzsche
kumar kayıplarını biliyordu, çünkü Ree'ye Roma'ya gitmesi için tren
parasını o borç vermişti) kesinlikle Lou'yu yaramaz çocuklar gibi Nietz­
sche'ye karşı tezgah kurmaya çekme amaçlıydı, böylece Nietzsche de
katı ve sıkıcı öğretmen rolüne giriyordu.14
Bu arada Nietzsche de Naumburg'dan Lou'ya aşk mektupları yaz­
maya başlamıştı. Ree'nin mektuplarından daha onurlu ve çok daha
utangaç olan bu mektuplar aynı zamanda daha fazla kendini kandırır
bir tarzdaydı. "Tamamen yalnız kaldığımda," diye yazar 24 Mayıs'ta,
"sıklıkla, hem de çok sıklıkla senin adını söylüyorum -hem de büyük
bir sevinçle. " Ama aynı mektupta cömertçe şöyle de denir: "Ree her
bakımdan benden daha iyi bir arkadaştır: Bu farka dikkat et! " 1 5 Ayrıca
annesine menage a trois ( üçlü ilişki) ile ilgili tek kelime etmediğini ekler
(zira bu fikri tam bir rezalet olarak değerlendirecekti) . 1 6 Ida Overbeck'e
şöyle yazar: "Ree ile ben cesur ve onurlu dostumuza aynı hisleri besli­
yoruz ... bu konuda birbirimize kesinlikle güveniyoruz. " 17 Bu cümlede
hem Ida'yı hem kendisini şunlara ikna etmeye çalıştığını görüyoruz: (a)
Ree ile dostluğu zarar görmemişti ve (b) ikisi de Lou'nun gelinlik çağ-
Salome Macerası

da olduğunu bilmelerine rağmen, Köselitz'e yazdığı kadarıyla, erkeğin


içindeki "vahşi hayvan" "kafesinden başını çıkarsa da" (a.b.),18 zihnin
daha yüksek yaşamının çıkarına vahşi hayvanı kesinlikle kontrol altında
tutacaklardı.
Mayıs sonunda Nietzsche'nin hem kendisinin hem de Ree'nin sadece
bekarlara has bir "özgür ruhlar için manastır"la ilgilendiği yolundaki
resmi hikayeyi koruma çabaları çatırdamaya başladı. Lou'nun Bedin
üzerinden Stibbe'deki Ree'nin ailesinin yanına yolculuk etmeyi planla­
dığını duyunca Nietzsche kendisinin de Berlin'e giderek ormanlık (göz­
lerine güneş girmesin diye elbette} Grunewald banliyösünde onunla
buluşmak istediğini yazar: "dürüst olmak gerekirse, en kısa zamanda
sizinle tamamen yalnız kalmayı çok ama çok arzuluyorum". * " Benim
gibi yalnızlar," diye devam eder, " başkalarına yavaş yavaş alışırlar, en
değerli gördüklerine bile." 1 9 Aynı mektupta ormanda-baş başa-kalma
yönündeki başka bir öneri de Naumburg'dan çok uzak olan Thuringian
köyünde Elizabeth'in eşliğinde buluşmaktır. Üçünün sonbaharda kal­
ması için de Viyana'yı önerir.20 ( Entelektüel bakımdan ileri Viyana'yı
sevmiş olmalı, çünkü "son kitabı" Şen Bilim'in son işlerini de bitir­
dikten sonraki on yılını Pforta eğitiminden kalan boşluğu kapatmak
için bilimsel konuları çalışmaya ayırma niyetindeydi. ) Bir hafta sonra,
Lou'nun okumakta olduğu ve derinlemesine etkilendiği Tan Kızıllığı'yla
ilgili olarak şöyle yazar:

Benim de çevremde tan kızıllıkları var ama hiçbiri basılı değil. Daha önce hiç
inanmadığım bir şey, en derin mutluluklarım ve acılarıma bir dost bulmak artık bana
mümkün görünüyor --gelecekteki tüm hayatımın ufku üzerinde altın bir imkan bu.
Sevgili Lou'nun cesur ve derin sezgili ruhunu her düşündüğümde duygulanıyorum. 21

"İki yıllık evlilik" meselesinin ölmüş ve gömülmüş olduğu burada


açıkça anlaşılıyor. Nietzsche Lou'yla ömür boyu birliktelik -evlilik- pe­
şindedir. Görünüşe bakılırsa, nihayet kendi Cosima'sını bulduğunu dü­
şünmektedir.

.. 16 Haziran'da gerçekten Naumburg'dan bir günlüğüne Berlin'e geçti. Hep nefret


ettiği bu büyük şehirde Lou'yla buluşmayı başaramadı. Grunewald ormanlarının
çerçöp ve günübirlikçilerle dolu olduğunu görünce afallamıştı.
516 NIETZSCHE

Nietzsche Tautenburg' da

Nietzsche 25 Haziran'da toparlanıp Tautenburg'a geçti ve 27 Ağustos'a


kadar orada kaldı. Jena'nın dokuz kilometre doğusundaki bu köy
Naumburg'un da yirmi kilometre güneybatısında kalır ve Saale Nehri
üstündeki daha iyi bilinen Dornburg köyü ve şatosundan bir saat yü­
rüme mesafesindedir. Tautenburg 300 kişinin yaşadığı renkli bir köydü
(hala da öyledir) . Köy, adını aldığı eski Tautenburg şatosundan geriye
kalan tek şey olan kulenin koruyucu bakışı altında ormanlık tepeler ara­
sında at nalı biçimli bir alana yerleşmiştir. Saale vadisi boyunca devam
eden demiryolu 1 875'te Dornburg'a uzatıldığından beri, Tautenburg je­
na'daki şehirlilerin saf orman havası soluyup kent hayatının stresinden
uzaklaşabilecekleri bir tatil mekanı olarak bilinmeye başlamıştı.
Tautenburg'un tatil mekanı olarak bilinmeye başlaması büyük ölçü­
de enerjik ve ileri görüşlü papazı Hermann Stölten sayesinde olmuştu.
Stölten hemşerilerinin manevi ihtiyaçlarını olduğu kadar bedeni ihtiyaç­
larını da gidermek istiyordu. Bu amaçla papaz evine ücretli konuklar
almaya başlamıştı.
Daha önce Tautenburg'u ziyaret eden Elizabeth birkaç yıldır Nietz­
sche'yi yazları buraya çekilmesi için ikna etmeye çalışıyordu. Biyografisi­
ne göre burayı beğenmiş ve çevredeki ormanın gözlerine sunduğu gölge
nedeniyle ağabeyine önermişti. Fakat bu cazibenin altında gizli bir amaç
yatıyordu. Elizabeth ve annesi, Stölten'in Nietzsche'yle kendi düzeyinde
konuşabileceğini ve böylece onu Hıristiyan inancına geri döndürebileceği
fikrine kapılmışlardı.22 Bu fikir çok da aptalca değildi -Stölten Leipzig'de
sadece teoloji değil aynı zamanda mantık ve felsefe de okumuştu- ama
Nietzsche'nin bilgili ve artık son derece gelişmiş Hıristiyanlık eleştirisiy­
le savaşacak entelektüel ateşgücünden yoksun olduğunu hemen anladı.
Yine de Nietzsche'nin kişiliğinden çok hoşlanmıştı; "bu kadar manevi­
yatlı ve donanımlı" bir adamın "yazılarına böyle bir zehrin girmesini"
anlamasının imkansız olduğunu söylemekle yetindi. Stölten'in cömert
zihninde insan olarak Nietzsche'nin yazılarının önüne geçtiği açıktır, zira
1 8 82 Eylül'ünde Nietzsche'yi Tautenburg'u Güzelleştirme Cemiyeti'nin
onur üyesi yaptı23 -bu Nietzsche'nin aldığı tek şeref payesi oldu.
Güzelleştirme Cemiyeti Nietzsche'nin mektuplarında da boy gösterir.
Temmuz başında Elizabeth'e gururla bildirdiği kadarıyla, sırf o yürüyüş-
Salome Macerası 5 17

lerinde kullansın diye ormanın içine ve çevresine beş sıra yerleştirilecek­


ti. Bu sıralara toplu olarak "Şen Bilim" adı verilecekti (Tautenburg'da
Nietzsche bu kitabın son düzeltmelerini yapıyordu). 1 1 Temmuz'da sı­
raların yerleştirildiğini, fakat sayılarının ikiye düştüğünü yazar. "Sıra­
lara iki plaket koyma sözü verdim . . . Birine 'Ölü Adam. F. N.' [" Ölü
Adam" ormanda Nietzsche'nin yürümeyi sevdiği kısma verilen tuhaf
isimdi], diğerine 'Şen Bilim. F. N.' yazılacak. " Annesinden bu plaketleri
yaptırmasını, "şık ve güzel olmalarını" , kendisini "onurlandıracak bir
şey olmasını" sağlamasını ister.24
Bu hikayenin tamamında bir tuhaflık vardır.25 Cemiyetin asıl üyeleri
olan çiftçiler o sıralarda dar bir entelektüel çevre dışında tanınmayan
birine meşhur bir filozof muamelesi neden yapsınlar ki? Büyük ihtimalle
aslında sıraları ilk başta Nietzsche önermişti ve iki tanesi yerleştirilince­
ye kadar herkesin başının etini yemişti, sonra da annesini ve kız karde­
şini etkilemek için gerçeği süslemişti.

Elizabeth, Lou'ya Karşı

Lou'nun Bayreuth'a bir ziyaretin ardından Tautenburg'da Elizabeth eş­


liğindeki Nietzsche'ye katılması kararlaştırılmıştı. Ree, Lou ve Wagner'in
(sofu İsviçre'de Cosima'yla açıkça günahkar bir yaşam sürdürdüğünü
hatırlayalım) aksine, Nietzsche " Avrupa'daki dedikoduların konusu"
olmamayı çok önemsiyordu.26 Lou'yu Tautenburg'a çekmek için yem
olarak onun "hocası" olmayı teklif etmişti. Böylece Lou onun manevi
"mirasçısı" olacaktı. Ayrıca kitaplarının hiçbirinde bulunamayacak ezo­
terik meseleleri açma sözü de vermişti. Artık Elizabeth'e bu ziyareti an­
latmaktan, Lou'nun planlanan "manastıra" hazırlık olarak sıkıştırılmış
bir kurs için Tautenburg'a geleceğini açıklamaktan başka seçeneği yoktu.
Temmuz ortasında üçlü ilişki teklifi sırrını Köselitz'e açtı, resmi hikayeyi
korumaya çalışarak Köselitz'e "lütfen aşk macerası lafını ilişkimizden
çok uzak tutma onurunu ikimize bağışla" diye yazdı.27
Elizabeth 24 Temmuz'da Leipzig'de Lou'yla buluştu ve Wagner'in
Parsifal'inin ilk performansı (ayın yirmi altısında Hermann Levi tarafın­
dan yönetilmişti) için Bayreuth ziyaretinde ona eşlik etti. Nietzsche bu
etkinlikten epeyce uzak dursa da, kız kardeşini "biraz Parsifal'e hazır-
518 NIETZSCHE

lamak" için kısa süreliğine Tautenburg'dan Naumburg'a geçti. Mayıs'ta


piyano redüksiyonunu inceledi. Eserin dinselliği konusunda Elizabeth'i
uyarmak bakımından, "Çocukken Oratoryo'mu yazdığımda tam da bu
türden müzikle uğraşıyordum" dedi. Köselitz'e ise eski eserini çaldığı za­
man "hava ve ifade özdeşliğini olağanüstü" bulduğu yorumunu yaptı.
Oratoryo'sundaki "kralın ölümü" pasajının "tamamen Parsifal tarzı" ol­
duğunu iddia ediyordu. "Wagner ile ne kadar yakından alakalı" oldukla­
rını "bir kez daha" görmek onu şoke etmişti.28 1 Ağustos'ta "yaşlı sihir­
bazın yine müthiş bir başarı kazandığını" duyduğundan ve Cosima'nın
Elizabeth ile Lou'yu özel olarak davet ettiğinden bahsediyordu.29
Elizabeth ve Lou, Bayreuth'ta ilk başta birbirlerini sevmiş gibi yaptılar
ve kısa sürede senli benli oldular. Ama bir hafta sonra dostlukları açıkça
savaşa dönüştü. Elizabeth ağabeyinin kusuru nedeniyle Bayreuth'ta tam
anlamıyla hoş karşılanmamıştı. Üstelik otuz altı yaşındaydı, kocası yok­
tu, az eğitim görmüştü, biraz rüküştü ve kasaba zihniyetinin tutukluğu
vardı üstünde. Lou ise genç ve güzeldi, zekiydi, opera için toplanan ulus­
lararası zenginler takımının yanında gayet rahattı. Wagner çevresindeki
erkekleri hiç çaba harcamadan büyüledi ve Wagner'in yakın çevresine
hemen giriverdi. Eserin dekoru için çalışan ve Cosima'nın bir portresini
yeni bitiren ressam Paul Joukowsky'yle flört etti ve spiritüalizm üze­
rine tartıştı; Wagner'in çocuklarının özel hocası Heinrich von Stein'la
felsefe üzerine tartıştı ve Nietzsche'nin sonraki dostlarından Resa von
Schirnhofer'e göre "şaşırtıcı bir diyalektik ustalık" gösterdi " . (Ree, onu
von Stein'ın Schopenhauer'cı metafiziğiyle savaşmaya hazırlamak için
"tüm nedenlerin deneyle doğrulanması gerektiği " şeklindeki pozitivist
düsturu kullanmasını söylemişti. )
Naumburg'un ve dar kafalı annesinin kısıtlamalarından kaçmak için
çırpınan Elizabeth, kendisinin hiç rahat edemediği ve zaten kabul de
edilmediği Bayreuth'un iç halkasına adeta vals yaparak giren rakibinin
serbest ve rahat tavırlarını dehşetli kıskanmıştı. Lou'nun "eğlenceli"
"kırbaç" fotoğrafını etrafta dolaştırıp her iki adamı da kontrol ettiği­
ni ima ederek yarattığı dedikodular karşısında da dehşete kapılmıştı.
( Resa von Schirnhofer de fotoğrafı insanlara göstermenin " uygunsuz"
kaçtığını düşünmüştü.) Elizabeth öfke içinde bu rezil kızla daha fazla
başa çıkamayacağını ve Bayreuth'u terk edeceğini bir telgrafla ağabe­
yine bildirdi.
Salome Macerası

Sonra olup bitenlerin kayıtlarından bir kısmı eksiktir ( büyük ihtimal­


le Elizabeth tarafından yok edilmiştir), fakat Elizabeth'in biraz gerçek
ve bol bol uydurmayla Lou'nun Bayreuth'taki davranışlarını kötülediği
açıktır. Nietzsche'yi canevinden vurmuş görünen de, Wagnercilerin gö­
züne girmeye çalışan Lou'nun sürekli onların düşmanı Nietzsche'yi alaya
aldığını iddia etmesiydi anlaşılan. "Kız kardeşim" Lou'nun Bayreuth'ta
" beni aşağılamasına ... dair yüzlerce hikaye anlattı," diye yazar sonra­
dan.30 Sonuçta Nietzsche Viyana'daki komün projesini iptal etti31 ve
yalnızlar gibi kendini kurtarmak için her şeyi yapan bir kuşun geçip
gittiğine, kendisinin onu "yüce dünyayı" simgeleyen bir kartal sandı­
ğına ama "tüm dünyanın" bunun bir kuruntu olduğunu ispatlamaya
çalıştığına dair aşırı duygusal bir şeyler mırıldandı. Bu da "aldanmanın"
mı yoksa "aldanmamanın" mı daha iyi olduğuna dair genel düşüncelere
yol açıyordu.32
Fakat şüphelerinden hızla kurtuldu. Elizabeth'in zehrinden arın­
dıktan sonra 4 Ağustos'ta Lou'dan gelen (kayıp) bir mektuba cevaben
kartal sandığı kuşun kartal olduğunu yazdı. İlk başta planlandığı gibi
Tautenburg'a gelmesini söyledi: " Sana acı çektirdiğim için çok acı çeki­
yorum. Buna birlikte daha iyi katlanırız. " 33

O Öyle Dedi Bu Böyle Dedi

Bir şekilde yaralar sarıldı ve Tautenburg projesi tekrar gündeme gel-


di. 6 Ağustos'ta Lou ve Elizabeth birlikte yola çıktılar ve Tautenburg'a
varmadan önce Jena'da geceyi Nietzschelerin aile dostu Gelzerlerde ge­
çirdiler. Fakat burada şiddetli bir tartışma çıktı.
Tartışmanın arka planında şu vardı: Ree kesinlikle Nietzsche'nin iki
yıllık "evlilik" teklifini -dönemin diliyle "metreslik" fikrini- Lou'ya an­
latmıştı. Nietzsche'nin kendisi de Luzern'deki Aslan Bahçesi'nde tek­
lifini yenilemiş ve bunu gerçek evliliğe giriş gibi sunmuş olabilir. Neti­
cede dönemin sanat çevrelerinde bilinmeyen bir uygulama da değildi
zaten -Wagnerler Siegfried'e böyle bir durumdayken sahip olmuşlardı.
Ree'nin Sorrento döneminde Nietzsche'nin fahişelere gittiğini de Lou'ya
söylemiş olması mümkündür. Başka bir arka plan unsuru ise -Nietzsche
ile Lou'nun hemfikir olduğu bir noktaydı bu- Nietzsche'nin " bencil"
5 20 NIETZSCHE

olduğuydu. Hatta Lou yeni okumayı bitirdiği Tan Kızıllığı'ndan derinle­


mesine etkilendiğine göre kendisini de " bencil" olarak görüyordu (zaten
durumun böyle olduğu da açıktı), çünkü bu eserin temel tezine göre her­
kes bencildi elbette. Ama kritik soru şudur: Lou'nun gözünde Nietzsche
ne tür bir bencildi ? Elizabeth eşliğinde Bayreuth'a gitmeden bir ay önce
Hamburg'dan Nietzsche'ye gönderdiği mektupta şöyle diyordu:

Malwida gibi insanların bakış açısından Ree'ye nazaran daha nahoş şeyler söy­
lüyor olmanıza rağmen, sizin eserlerinizi Ree'nin eserlerinden daha çok sevmelerinin
sebebini anladım. Ree'nin bencili ... kendisine '1ek amacımız rahat ve mutlu bir ha­
yattır" derken, siz -bir yerlerde- "mutlu bir hayat olmadan yaşanacaksa yine kahra­
manca bir hayat kalır geriye" diyorsunuz.34 Bencilliğin bu son derece farklı temsilleri
yazarın kendi içsel dürtülerini bir bakıma dışa vurduğu gibi yazarlar arasındaki farkı
da belirliyor. Bu farklı bakış açıları iki farklı kişide cisimleşirse, birine Ree tarzı bir
bencil, diğerine ise kahraman damgası vuracaktır.35

Bu sözler, Lou'nun Tan Kızıllığı'ndaki vermeye ihtiyaç duyan, ben­


dini aşan -buradaki ifadesiyle- "kahramanca" bencillik ile sadece alan
"aç" bencillik arasındaki ayrımı ve eserin içinde örtük olarak bulunan
idealize edilmiş otoportreyi anladığını gösteriyor. Daha sonra hüsrana
uğrayan aşkı nefrete dönen Nietzsche, Lou'ya "artık sevemeyen kedi­
bencilliğini" atfedecektir.36 Ama Lou kendi bencilliğini, yapabileceğini
hissettiği önemli işi yapmak için erkeklerin dünyasında eşit muamele
görme ihtiyacını, burada Nietzsche'nin bencilliğini tanımladığı gibi, ve­
rici, "kahramanca" bencillik olarak görürdü muhakkak.
Gelzerlerdeki tartışma Elizabeth'in Nietzsche'yi bir "aziz" ve "çile­
ci" diye övmesiyle başlamış görünüyor. Bu işin dozunu biraz kaçırmış
olmalı (yarı-ensest sahipleniciliğinin bir yansıması), çünkü en sonunda
Lou'nun sabrı taşmış ve "iki yıllık evlilik" teklifiyle ilgili eteğindeki taş­
ları dökmüştü. Olaydan sonra arkadaşı Frau Gelzer'e gönderdiği mek­
tupta Elizabeth, Lou'nun öfkesinden bahseder:

"Ortak ev planımızı en pis çamurlara ilk sürükleyen kimdi, bu işi evlilik çerçeve­
sinde düşünen ilk kim oldu?" [diye soruyordu Lou.] "Senin ağabeyindi!" Bir kez daha
vurgulamak için de devam etti: "Evet, o kirli metreslik fikrini ilk ortaya atan kişi senin
soylu, saf ruhlu ağabeyindi!" Tartışma akşamın geç saatlerine kadar böyle sürüp gitti.
Salome Macerası 521

Elizabeth'in mektubunda iddia edildiği kadarıyla, daha sonra


Tautenburg'da -görünüşe bakılırsa tartışma birkaç hafta daha sönme­
mişti- Lou şöyle demişti: "Ağabeyinle ilgilendiğimi ya da ona aşık oldu­
ğumu bir an bile düşünme; onunla aynı odada uyuyabilirim ve aklıma
hiçbir kötülük gelmez. "37 Bu iddianın doğru olma ihtimali yüksektir,
çünkü Lou o sıralarda artık (kendine göre) yaşlı adamların onu yatağa
atmaya çalışmasından iyice bıkmış olmalı.
Elizabeth'in iddiasına göre Lou'nun Gelzerlerde Nietzsche'ye bir di­
ğer yakıştırması da bencillikti: Frau Gelzer'e yazdığı mektubuna göre
"haşmetli [yani "kahramanca"] tarzda" , annesine söylediği kadarıyla
"bayağı bencil" anlamında.38 Elizabeth'in felsefeye pek kafası basmı­
yordu elbette, Nietzsche ile Lou'nun farklı bencillik biçimleri arasında
yaptığı önemli ayrımı görme kabiliyeti yoktu (bu ayrım Hıristiyan ah­
lakının bencillik ile özgecilik [bkz. Sözlükçe] arasındaki ayrımını kendi
tarzında yeniden ortaya koyar aslında). Fakat Lou'nun artık kendisiyle
ilgili entelektüelliğin-ötesinde tasarıları fark etmiş, onu kendi standart­
larıyla yargılayarak kendi "kahramanca " idealinden adi ve son derece
"aç" bencilliğe düşmekle suçlamış olması kesinlikle mümkündür.
Elizabeth'in sinirden kusma nöbetleri geçirmeye başlamasıyla Je­
na'daki tartışma bir anda kesilmişti.

Lou Tautenburg'da

Bu arka plan ve dedikoduların Nietzsche'nin kulağına hiç şüphesiz


daha da renklenerek gittiği -" [Lou] Jena'da tüm karakterimi ve istencimi
suiistimal etti" diye yazacaktı Nietzsche daha sonra-39 göz önüne alındı­
ğında, Tautenburg projesinin devam etmiş olması insana inanılmaz geli­
yor. Lou 7 Ağustos'ta Elizabeth'le birlikte papaz Stölten'de kalmak üzere
Tautenburg'a geldi. Stölten'in evi Nietzsche'nin kaldığı yere sadece birkaç
dakika yürüyüş mesafesindeydi. Durumun güçlüğüne rağmen 26 Ağustos
1 882'ye, yani Şen Bilim'in çıktığı güne kadar orada kaldı. Kitabın Lou'nun
bakışları altında son biçimini almasını Nietzsche iyiye işaret saymıştı.
Nietzsche ve Lou gölgeli ormanda uzun yürüyüşlere çıkıyor (hiç şüp­
hesiz arada meşhur sıralarda oturmak için duruyorlardı), saatler süren
yoğun, felsefi tartışmalara dalıyor ve birlikte aforizmalar kaleme alıyor-
5 22 NIETZSCHE

)ardı. Elizabeth tüm bu faaliyetlerin dışındaydı. Zamanın büyük bir kıs­


mında ondan tamamen ayrılıyor, refakatçilik rolünü lafta bırakıyorlar­
dı: Lou günlüğüne tam bir günü Nietzsche'yle geçirdiğini yazar:

Sessiz ve karanlık çam ormanında sincapların arasında, güneş ışığı dalların arasın­
dan sızarken baş başa çok güzel bir gün geçirdik. Elizabeth Dornburg'daki [şato] bazı
tanıdıklarını ziyarete gitmişti. Köy hanında ben şapkam başımda çıkagelince ve Nietz­
sche de yanında Elizabeth olmadan görününce, kocaman dalları olan ıhlamur ağaçla­
rının altındaki o sıralarda oturanlar bizi en az sen ve ben kadar birbirimize ait saydılar.

Buradaki "sen" Ree'dir. Lou onun kıskançlığını dizginlemek için


olağandışı bir tarzda ayrıntılı bir Tautenburg günlüğü tutmuştu. Onu
tamamen kendine ait kılma planlarının bozulmasını önleyemeyen Ree,
Tautenburg'a gitmeyi kabul ettiğinden beri Nietzsche'nin onu nişanlısı
saydığı konusunda 4 Ağustos'ta Lou'yu uyarmıştı.40 Bu yüzden Nietz­
sche'nin haberi olmadan Ree Tautenburg'da olup biten her şeyi "görebi­
liyor" , bir kaçamak olmamasını kendince garanti ediyordu.
Günlükteki41 acımasızca dürüst nesnellik -kimin okuyacağını düşü­
nürsek- Tautenburg'daki hayata dair bazı kesitler sunuyor bize. Lou'nun
yazdığına göre Nietzsche sürekli onun kaldığı yere uğruyor, kimi zaman
da elini öpüyordu. Lou bir ara yatağa düştüğünde (çok kötü soğuk almış­
tı ve hatırlayın, veremden şüphe ediliyordu), Nietzsche ona kısa notlar
yazmış ya da yatak odasının kapısından konuşmuştu. Nietzsche "ruh hali
çok değişken bir adam", diye yazıyordu, ayrıca orada kaldığı ilk günlerde
zaman zaman "fırtınalı duygularla" karşılaşmıştı. (Nietzsche'nin kendisi
de "ilk beş günde filan biraz drama yaşandı" diye yazmıştır.)42 Fakat
öte yandan çok da eğlenmişlerdi. Elizabeth'le dalga geçmek için -genel­
likle "öbür dünya"yla birlikte spiritüalizmin de daha ciddiye alınması
gerektiğini düşünüyordu hiç şüphesiz- Nietzsche onların yanına gelir gel­
mez "hayaletlerin kapıya vurduğunu" duymuş gibi yapıyorlardı. Ayrıca
Nietzsche, Ree'nin fotoğraflarından birini sarmaşık dallarıyla süslemişti
(tıpkı "kırbaç" fotoğrafı gibi çok da hoş çağrışımları olmayan başka bir
şaka). Lou kendisi ile Nietzsche arasında derin bir entelektüel yakınlık
olduğunu belirtir ( bana göre haklıdır da). "Sık sık lafı birbirimizin ağzın­
dan alıyoruz" -hatta tartışmaları bütün gün sürüyor, akşam da devam
ediyordu. Nietzsche akşamları gözlerini korumak için lambayı kırmızı
Salome Macerası

bir kumaşla örtüyordu. Onun zekasına olan saygısı artınca "hocası"


olma planını tamamen bir yana bırakmıştı; Zerdüşt'ün "takipçilerine"
dediği gibi, ona bağımsızca yaratmasını ve asla öğrenci gibi davranma­
masını söylemişti. Kimi zaman aralarındaki iletişim, ikisi birlikte " uçuru­
ma" -ya da bir tahminle Tanrı'nın terk ettiği dünyaya- bakarken üçüncü
kişinin anlayabileceği türden sözcüklerin ötesine geçiyorlardı.
Bu görüş ortaklığına rağmen Lou aralarında bir "gölge" olduğunu
söyleyerek hiç şüphesiz Ree'yi rahatlatıyordu. "Doğalarımızın derinlik­
lerinde," diye yazıyordu, "aramızda dünyalar var. " Nietzsche'nin doğa­
sında "pek çok karanlık zindan ve gizli mahzen var, bunlar kısa bir ta­
nışıklıkta yüzeye çıkmıyor, ama onun özünü oluşturabiliyor" . Bu "gizli
mahzenler ... günün birinde düşman bile olabilecekleri" duygusunu ve­
riyordu Lou'ya. Burada müstakbel bir Freudcu psikanalistin şu çok ba­
sit bir olguyu aşırı-psikanalistleştirmesinden şüphe edebiliriz: Nietzsche
onunla yatmak istiyordu, fakat o Nietzsche'yle yatmak istemiyordu.

Acıya

Lou ile Nietzsche ilişkisinin en çarpıcı yönü sahiden de uzun süreler


boyunca saf düşünce alemine yükselebilmeleri, tüm kişisel tutkuları bir
yana bırakıp saf zihinler olarak birbirleriyle ilişki kurabilmeleriydi. Lou
günlüğünde Nietzsche'nin bu tür bir yükselme kapasitesinden bahseder:
" Sen elinde saatle" çalışırken, der Ree'ye, Nietzsche tıpkı Lou gibi işi­
ne kafayı takmıştır. "İşiyle alakalı olmayan her duygu ona bir nevi sa­
dakatsizlik gibi geliyor. " "Sen kalbini beynine gömüp -haşmetli tarzda
bencil- Nietzsche kadar ayrılmaz ölçüde onunla bağlantılı kalamazsın,"
diye sözlerini sürdürür. ..

*
O dönemdeki herkes için "haşmetli tarzda bencil" paradigması Wagner'di elbette.
Bana kalırsa Lou'nun burada büyük bir içgörüyle işaret eniği nokta, Nietzsche'nin
ihtirasının boyutları ve hem kendisini hem de yakınındaki en sevdiklerini bu ihtirasa
feda etmeye hazır olması bakımından "haşmetli" bencillikte Wagner'den hiç de aşağı
kalmadığıdır. Nietzsche'yle ilgili problemin bir yönünün Wagner'le paralellik göster­
diğini düşünmektedir -dehasının "tiranca" doğası yüzünden, çok büyük bir ağaçtır ve
gölgesinde başka hiçbir şey yetişmez. Sadece aralarındaki sürekli cinsel gerilim değil,
Lou'nun entelektüel bağımsızlığa ihtiyaç duyması da Nietzsche'den kopmasını gerek­
tiriyordu. Her iki anlamda da, her bakımdan daha küçük ve yumuşak başlı bir adam
olan Ree'nin daha tatmin edici bir eşlikçi olacağını düşünüyordu Lou.
NIETZSCHE

Peki, Nietzsche ile Lou kişiselliği aştıkları bu sohbetlerde nelerden


konuşuyorlardı? Ida Overbeck Şen Bilim'deki nükteli aforizmalardan
bir sonraki eseri olan Zerdüşt'ün " dinsel" ve "peygambervari" ifade
tarzına doğru radikal dönüşümün Lou'yla münasebetinden kaynaklan­
dığı yorumunu yapar. "Sonradan kocama anlattığı kadarıyla tartıştıkla­
rı tek mesele dindi," der.43
Lou da tıpkı Nietzsche gibi ergenlik sırasında Hıristiyan Tanrı'sına
inancını yitirmişti. Ama ondan daha erken ilerlemiş, sadece Hıristiyan
doğaüstücülüğünü değil, günlüğünde açıkça yazdığı kadarıyla, genellik­
le "metafiziği" reddetmişti. Ree ile Nietzsche'nin arasındaki bağı oluş­
turan pozitivist bakış açısına Lou daha yirmi birinde ulaşmıştı. "Tanrı'yı
kaybetmesini" hayatı boyunca "talihsizlik" olarak nitelemeyi sürdürdü,
ama bu talihsizlik panteist "var olan her şeyle ebedi birlik" hissinde
"daima mevcut olan amansız belli belirsiz uyanışla " telafi edilmişti.44
Nietzsche'de de aynı kaybı ve aynı "Tanrı arayışını" görmüştü: eski tan­
rının ölümüyle boşalan yeri doldurmak için yeni bir tanrı arayışı. Ev­
velce işaret ettiğim gibi, Nietzsche de Spinoza ve Emerson'un etkisiyle
panteizme doğru ilerliyordu.
Bu tür bir hamlenin en temel meselesi "kötülük problemidir". Doğa
bütünüyle ilahiyse, vecitli olumlama ve hürmet nesnesiyle, bu kadar acı
içermesi nasıl mümkün oluyor? Aslında bu geleneksel Hıristiyan teo­
lojisinin karşısına çıkan problemin yeniden formüle edilişinden başka
bir şey değildir: Tanrı tamamen iyi ve tamamen güçlüyse, dünyada bu
kadar kötülük olmasına nasıl izin veriyor? Hıristiyan teolojisinde bu so­
ruya inandırıcı bir cevap bulma projesine "teodise" denir. Lou ve Nietz­
sche'nin projesinin özünde de bu vardı.
Nietzsche 1 8 82 Temmuz'unun başında Köselitz'e kendisine ait görü­
nen "Acıya" adlı bir şiir gönderdi. Şiir şöyle başlıyordu:

Kim kaçabilir onu yakaladığında ı Onu ciddi bakışınla bağladığında? ı Küfretme­


yeceğim beni tuttuğunda I Sadece yıktığına asla inanmam! / Her dünyevi varlığın
sana gitmesi gerek biliyorum ı Yeryüzünde dokunmadığın bir şey yok. I Sensiz hayat
- güzel olurdu I Yine de - seni yaşamanın bir değeri var. ı Gecenin hortlaklarından
değilsin kesin ı Gücünün ruhunu uyarmaya geldin ı En büyüğü büyük yapan müca­
deledir I Amaç için mücadele, geçilmez yollarda .. 45
.
Salome Macerası

İki hafta sonra şiiri yazanın kendisi değil Lou olduğunu açıklar (muh­
temelen Lou babasının ölümü üzerine yazmıştır bu şiiri). Ayrıca " Üze­
rimde kesin gücü olan şeyler takımından, " diye ekler. "Gözlerime yaşlar
dolmadan okuyamadım bir kez bile; çocukluğumdan bu yana bekleyip
durduğum bir ses sanki bu. "46
Nietzsche'nin dindar geçen çocukluğunda Tanrı'nın iradesine boyun
eğmek için dua ettiğini görmüştük.

Sevgili Efendimiz hedefime ulaşabilmem için bana güç ve kuwet versin, hayatı­
mın yolunda beni korusun. Tıpkı bir çocuk gibi onun lütfuna itimat ediyorum: Hepimizi
koruyacak, başımıza hiç talihsizlik gelmeyecek. Ama mukaddesliği hayatıma dola­
cak! Verdiği her şeyi sevinçle kabul edeceğim: mutluluk ve mutsuzluk, yoksulluk ve
zenginlik, ölümün yüzüne bile cesaretle bakacağım ...

1 8 82'nin başında temel amacının formülasyonu olarak amor fati'yi


(yani bengi dönüşü arzulamayı) keşfettiğinde, bunu "Tanrı'ya boyun
eğmenin" bir dışa vurumu olarak tanımlamıştı.47 Kısacası, doktriner
pozitivizmin zincirlerini kırdıktan sonra en temel problemi, hayata karşı
dini tavrı -doğaüstü mitlere geri dönmeden- nasıl geri kazanacağıydı.
Lou'nun şiiri bu problemin tam kalbine işlemiştir: Tüm acılara ve hiç­
bir metafizik telafinin olmamasına rağmen insan hayata karşı dini tavrı
nasıl benimseyecek, hayatı nasıl olumlayacak, sevecek, hürmet edecek­
tir? Ayrıca bu çözüme giden bir yol sunar: Acı, büyüme imkanıdır. Acı
ve mücadele olmadan "zafer" ya da " büyüklük" olmaz. Nietzsche'nin
1 8 8 8'deki ifadesiyle, kişiyi öldürmeyen şey onu güçlendirir. O halde
Nietzsche ile Lou arasında derin bir entelektüel yakınlık vardı. Lou daha
yirmi bir yaşında onun temel problemiyle meşgul oluyordu: 1 885'teki
romanının başlığındaki ifadesiyle, problem "Tanrı İçin Mücadele"ydi,"
daha özgül olarak da kötülüğe rağmen, hayattaki acılara rağmen
"Tanrı"yı bulma mücadelesiydi.
Nietzsche bu temel problem ve amaç fikrini, hem kendisinin hem de
Lou'nun düşüncelerini ve duygularını biçimlendiren bu temel, hükmedi­
ci Tanrı'yı arzulama ruhunu "müzikal" diye tanımlar. Tautenburg'dan
ayrılırken Lou ona "Hayata Dua " adlı başka bir şiir verir. Nietzsche

" Ree ve Nietzsche'yle yaşadıklarını tasvir ettiği, pek de iyi kılık değiştirmemiş bir
gerçek hayat anlatısı.
NIETZSCHE

şiirin ilk kıtasını hemen şarkıya dönüştürüp piyano için besteler48 (bu
kitabın web sitesindeki 1 7. Parça). Birkaç hafta sonra, insanları felse­
fesine çekmek için bestesini kamu önünde icra etmek istediğini yazar
Köselitz'e.49 Şiir şöyledir:

Kesinlikle - bir dost dostunu sever


Seni sevdiğim gibi, esrarengiz hayat -
İster neşe ver bana ister acı,
Seni mutluluk ve zararınla seviyorum
Beni öldürmek zorundaysan
Acıyla kıvranırım kollarından kurtulmak için
Kopar gibi bir dostun sinesinden.
Tüm gücümle kucaklıyorum seni!
Tüm alevlerin ateşlesin ruhumu,
Mücadelenin gayretiyle ben de
Bir çözüm bulayım bilmecene.
Bin yıl yaşamak ve düşünmek içini
At içindekilerin hepsini içime:
Verecek başka mutluluğun yoksa -
Pekala - acılarını ver o zaman bana.sa

Köprünün altından onca çamurlu sular akmış olmasına rağmen,


Nietzsche hayatının geri kalanında, Lou'nun şiirinde ifade bulan tüm
hayatın kutsiyeti hissinin ve tüm acılarına rağmen dua edilesi bir hayata
dair düşüncelerin, kendi ruhunun özüne dokunduğuna inancını kaybet­
memiştir. Ecce Ho mo 'da kendisinin ve onun müzikal eserinin -1 8 8 6'da
koro ve orkestra için yeniden düzenlediği ve Hayata Övgü (Hymnus an
das Leben) adını verdiği eserin- Zerdüşt'ün altında yatan ruh "yüceliği­
ni" ifade ettiğinden bahseder.51

Ailevi Kopuş

Nietzsche 27 Ağustos'ta Naumburg'a döndü. Fakat morali pek iyi


olmasa gerek. Çünkü haftalar boyunca işleri düzeltmeye çalışmasına
rağmen, nihayet Elizabeth'in "Lou'nun can düşmanı haline geldiğini"
kabul etmek zorunda kalmıştı.52 Elizabeth de kendi çapında en az Lou
Salome Macerası 5 27

kadar güçlü bir iradeye sahip olduğundan ve küçük entrikalarda epey­


ce becerikli olduğundan, Nietzsche, ailesiyle ilişkilerinde kökten bir
çöküşün kaçınılmaz olduğunu anlamış olmalı. Elizabeth "annem yaşlı
gözlerimi görmesin" diyerek Tautenburg'da kalmasına ve Nietzsche'nin
"annesine her şeyi kendisi söylesin" 53 diye müsaade etmesine rağmen,
Nietzsche'nin sonradan Overbeck'e söylediğine göre, aslında çoktan an­
nesiyle yazışmıştı:

Tautenburg'da felsefemin hayata tercümesini görünce şoke oldu: O iyiyi sever­


ken ben kötüyü seviyorum. İyi bir Katolik olsaydı bir manastıra gider ve bundan kay­
naklanan tüm günahların kefaretini ödemeye kalkardı.54

Ayrıca annesine Nietzsche'nin Bayreuth'taki düşmanlarının önünde


Lou'nun onu nasıl alaya aldığını, herkese "kırbaç" fotoğrafını göster­
diğini -elbette allayıp pullayarak- anlatmıştı. Sonuçta, Nietzsche'nin
Overbeck'e mektubunun sonunda belirttiği gibi, "şimdi Naumburg 'er­
demi' karşımda duruyor" 55 -taşralı, küçük şehirlere has, küçük burju­
va, gelenekçi, kanuncu, dar kafalı bir ahlak. Franziska kesinlikle Lou'yu
evde görmek istemediğini ve Nietzsche'nin de " babasının mezarını kir­
lettiğini " söyleyince sorun zirveye ulaştı. Sonuçta Nietzsche 8 Eylül'de
eşyalarını topladı ve sabahleyin de Leipzig'e gidip Austenstrasse 26'da
bulduğu evde 15 Kasım'a kadar kaldı.

Maceranın Sonu

Tüm olup bitenlere rağmen Nietzsche hala Lou ve Ree'yle uyumlu bir
üçlü, "üçlü birlik"56 kurma umudunu koruyordu. Kendileri gibi iki akıl­
lı "psikoloğun" her türlü güçlükle başa çıkacak kadar "zeki olduğuna"
şüphe etmediğini yazdı Ree'ye. Ayrıca bir sempati ricasıyla Lou'yla ilgili
niyetlerinin platonik doğasının teminini birleştirerek ekledi: "Doğal kız
kardeşimi kaybettikten sonra, doğaldan ötesi bahşedilmiş olmalı bana."57
1 Kasım'da Lou ve Ree onun üstelemelerine dayanamayıp Leipzig'e
giderek beş hafta kaldılar. Akşamleyin Nietzsche onlar için bir ruh ça­
ğırma seansı ayarlamıştı (Tautenburg'daki "kapıya vuran hayalet" şa­
kalarını düşünürsek, büyük ihtimalle eğlence amaçlıydı), ama bariz bir
5 28 NIETZSCHE

sahtekarlıkla karşılaştılar. Fakat söze dökülmeyen pek çok mesele ol­


ması bu ziyaretin gergin ve melankolik geçmesine yol açtı. Lou büyük
ihtimalle Nietzsche'nin şehvetinden ve kuvvetli kişiliğinden sakınıyordu
ve Nietzsche ile Ree arasındaki dostluk da fiilen sona ermişti. Ree'nin
Vicdanın Doğuşu (Die Entstehung des Gewissens, 1 88 5 ) üç yıl sonra
çıktığında Nietzsche'ye ithaf edilmemişti -gerçi Nietzsche daha sonra
ithafı kendisinin reddettiğini iddia etti.
Gelgelelim, tüm taraflar " üçlü birlik" kavramına sahte bağlılığını
sürdürdü. Lou ve Ree'nin 5 Kasım'daki ayrılışı sırasında, kararlaştırı­
lan başka bir şehirde yakında tekrar bir araya geleceklerdi, fakat görü­
nüşe bakılırsa birlikte ev kurmayı artık düşünmüyorlardı. Nietzsche 7
Kasım'da eski aşkı Louise Ott'a bir mektup göndererek kış için Paris'i
tavsiye edip etmeyeceğini sordu. Fakat Lou ve Ree'nin aslında [bir araya
gelecekleri konusunda-r.] hiç de ciddi olmadıklarını ve aslında onu ta­
mamen terk ettiklerini kabullenmesi bir haftadan kısa sürdü. Bu yüzden
Paris'le ilgili tüm düşüncelerini derhal rafa kaldırdı ve yeniden Güney'de
kışı geçirme pratiğine döndü.
23 Kasım'da Basel üzerinden Cenova'ya geçti. Fakat eski dairesinin
tutulmuş olduğunu görünce sahilin yirmi kilometre doğusundaki Por­
tofino köyüne taşındı. At nalı biçimindeki limanın çevresinde yükselen
dağların eteğine yerleşmiş bu balıkçı köyünü çok sevmişti; dağlarının
denize dökülüşündeki "gururlu ve sakin dengenin ", Cenova körfezinin
"melodisini" -ancak usta bestecilerin taklit edebileceği kusursuz bitiş
modelini- tamamladığını düşünüyordu.58 Portofino'da kalacak yer bul­
mak da bir o kadar zordu, bu yüzden sahilden yirmi kilometre daha
doğuya gidip 23 Ekim'de Rapallo'ya ulaştı.

Macera Sonrası

Nietzsche'nin Basel'de görünmesinin ( 1 6 Kasım) ardından, Overbeck


sarsılmaz sempatisiyle Rohde'ye dosnınun durumunu şöyle tarif ediyordu:

Bu yaz ve güz, hayatının en kötü zamanını geçirdi, sonuçta şimdi onun bile katla­
namayacağı yeni bir tür yalnızlığa mahkum oldu. Yazın olup bitenlerin ardından yal­
nızlık onun için en etkili zehir olacaktır ... Ona yardımcı olmaya gücüm yoktu ... Sağlığı
Salorne Macerası

şaşırtıcı ölçüde iyi gidiyor ve en önemsiz derdi haline geldi ... Onu tam anlamıyla parça
parça eden ise (bu koşullarda nimet sayılması gereken - Rus'la ayrılık hikayesinin
yanı sıra) ailesinden tamamen kopmuş olması ... geleceği çok karanlık görünüyor.59

Overbeck abartmıyordu. Hayatının aşkını, en yakın entelektüel orta­


ğını, tüm kusurlarına rağmen içgüdüsel olarak bağlı olduğu annesini ve
kız kardeşini kaybeden Nietzsche şimdi tam bir karşılıklı suçlama cümbü­
şünün ortasına düşmüştü. Kimi zaman Lou'ya, kimi zaman Ree'ye yazıl­
mış bir dizi mektubun taslaklarında (mektupların hepsi gönderilmemişti),
Ree'nin işe yaramaz olduğunu söyler: tembellik ve sahici entelektüel bağ­
lanma eksikliği yüzünden çökmüş istisnai bir mizacı vardır,60 "çürümekte
olan soylu bir mizaçtır" onunki.61 Fakat aslen Lou'yu taciz etmektedir.
Onun (sözde) Bayreuth, Jena ve Tautenburg'daki iftiralarını ve karakterini
alaya almasını, hayatı boyunca birinin ona yönelik en "çirkin" eylemi ol­
duğunu yazar62 - bu da Elizabeth'in onun zihnini zehirleme girişimlerinin
başarılı olduğunu doğruluyor. Nietzsche ona "kedi" 63 der, Nietzsche'nin
"kutsal bencilliğini" değil, "sevemeyen bir kedi bencilliğini" sergilemekte­
dir.64 Sevginin yerine "iş erkeklerin tensel zevklere düşkünlüğüne gelince
kurnazca bir otokontrole sahiptir (aslında ona başkalarını yönlendiren bir
yosma olduğunu söylemenin kibarcası), "güçlü iradesini" tatmin etmek
için bu özelliğini kullanmaktadır.65 Eğitici Olarak Schopenhauer'ı temel
düşünce tarzını göstermek için ona verdiğinden yakınır, bu düşünce tarzı­
nı paylaşacağını sanmıştır, fakat onun son derece "sığ" olduğunu, "saygı,
minnettarlık, takva, kibarlık ve meraktan" yoksun olduğunu keşfetmiş­
tir.66 '"Özgür ruhun' benim idealim olduğunu gerçekten düşünmüyor­
sun," diye ekler.67 Bu son sözün amacı, Eğitici Olarak Schopenhauer'da
talep edilen yoğun, ahlaken ciddi idealizmi "her şey uyar" fikriyle zıtlığını
ortaya koymaktır. Tek kelimeyle ona nihilizm suçlaması yöneltmektedir:
Lou mevcut toplumsal uzlaşımlara (ve insanların kalplerine) saygısızlık
etmektedir ama yerine koyacak bir şeyi yoktur: değersiz "ikinci sınıftan"
bir özgür ruhludur, yaratıcı "birinci sınıftan" ışık yılı uzaklıktadır.
Nietzsche tam anlamıyla baskın erkek rolü anlayışının ne kadar de­
rinden yaralandığını açığa çıkartır: "yalvardığı zamanlar hariç"68 onun
sesini duymaktan ne kadar nefret ettiğini, onun iyi beynine rağmen "in­
sanlığın en alt seviyesine ait [yani kaltak demek istiyordu] " bir kadın
olduğunu yazar.69
5 30 NIETZSCHE

Fakat nefretin yanı sıra başka ruh halleri de göze çarpar: bazen kendi
perişan haline acır, bazen her şeyin üstündeymiş gibi yapar ve bazen de
barışma girişiminde bulunur. "Bir süreliğine benden kurtulacağına se­
vinmişsindir," diye yazar Ree'ye Kasım sonunda, "ikinize iyi bir hayat
dilerim" . Ama sonra, "zaman zaman birbirimizi göreceğiz, öyle değil
mi ? Bu yıl aniden [Elizabeth'in] sevgisinden yoksun kaldığımı, sevgiye
büyük ihtiyaç duyduğumu unutmayın," diye devam eder.70 Bir başka
yerde de şöyle der: "Lou, aziz yüreğim, tepemizde berrak bir gök yara­
talım", bir başka deyişle, her şey eskisi gibi olsun. Noel'den hemen önce
Lou ve Ree'ye, ne uyuyabildiğini ne de çalışabildiğini, yüksek dozda af­
yon aldığını, ona "yalnızlıktan yarı delirmiş" çılgın bir adam gözüyle
bakmaları gerektiğini söyler. Dokunaklı bir edayla, "kendini öldürür­
se çok endişelenmemelerini" de ekler.71 1 8 82'nin Noel Günü, annesi­
ne Naumburg'dan gelen mektupları açmasını istiyorsa "ona karşı farklı
bir ton takınmasını" söylediği sırada,72 Overbeck'e de en güçlü uyku
ilaçlarına, günde altı ila sekiz saat "yürümesine" rağmen uyuyamadığını
yazmıştır. "Hayattan aldığım bu lokma," diye devam eder, "çiğnedikle­
rim içinde en serti çıktı." Ardından Salome macerasını tüm dallanıp bu­
daklanmalarıyla beraber felsefesiyle ilişkilendirir. "Kendini-aşmanın her
safhasından geçiyorum," der. Fakat süreci tamamlayıp tamamlayamaya­
cağını, "hayattan aldığı" Salome lokmasını "yutup yutamayacağını" bi­
lememektedir. Ondan sonra da "yutmanın" ne anlama geldiğini anlatır:

Simyacının boktan (bundan da) altın yapma zanaatını icat etmedim -kaybolmuş
durumdayım. Bana göre '1üm deneyimlerin faydalı, tüm günlerin kutsal ve tüm insan­
ların ilahi" olduğunu kanıtlamak için mümkün olan en iyi fırsat geçti elime!!!73 Tüm
insanlar ilahidir. -Şu anda güvensizliğim had safhada. Duyduğum her şeyden dört
bir yanımla inciniyorum.74

Bir başka deyişle, "yutmak", Lou'nun şiirlerinin gösterdiği gibi, onun


gözü olduğu fırtınayı bile kucaklayacak bir "teodise" bulmaktır.
Nietzsche tüm kendini-aşma çabalarına rağmen, göreceğimiz üzere,
Salome macerasının acılarından en azından 1 8 8 3 sonuna kadar kurtu­
lamayacaktır. Yıl ortasında bir süreliğine Elizabeth'le barışır (aslında
ailesiyle iletişimi hiçbir zaman tam anlamıyla kesilmemiştir), Lou'nun
"ahlaksız bir kişi" olduğu gerekçesiyle Rusya'ya gönderilmesi için bir­
likte bir dolap çevirirler.
***
Salome Macerası 53 I

Lou gerçekten de tüm bunları hak ediyor muydu? Nietzsche araş­


tırmacılarının çoğunun, ister kadın olsunlar ister erkek, hak ettiğini
düşünmeleri şaşırtıcıdır. Örneğin Curt Janz'a göre Lou neredeyse bir
psikopattır, "başkalarına acıdan başka bir şey vermediğinin farkında­
dır. Asla bir sorumluluk ya da suçluluk hissetmemiştir" . " Derin sevgiyle
ve saygıyla bağlanma ... yeteneği yoktur. "75 Fakat bu durumda kimin
yirmi bir yaşında bu kadar derinlemesine bağlanabileceğini sorabiliriz
-özellikle de sürekli üstüne gelen muhtemel " saygıyla bağlanma" nesne­
lerinin hepsi babası yaşındayken. Nietzsche'nin yakındığı noktalardan
biri de Lou'nun ona yirmi yaşında bir öğrenci muamelesi yapmasıdır.76
Peki, ama yirmi yaşındaki biri ona başka nasıl davranabilirdi ki, diye
sorabiliriz. Önce Nietzsche'yi, sonra Ree'yi terk etmesi kesinlikle onun
yaşındaki biri için tipik "denemeci " davranışı simgelemektedir. Hem
Janz hem de Nietzsche ondan yaşının çok üstünde bir duygusal olgun­
luk bekliyorlardı.
Gillot, Nietzsche ve Ree gibi adayların Lou'nun gözünde yaşlı adam­
lar oldukları gerçeğini bir yana bırakırsak, Lou'nun onlarla yatmayı red­
detmesi de kesinlikle anlaşılır bir durumdur. Daha önce belirtildiği gibi,
cinsellik demek çocuk ihtimali demekti ki bu da geleneksel kadın rolüne
hapsolmakla birdi. Üstelik "hayatı boyunca" cinselliğin konu dışı oldu­
ğunu çok açık ifade etmiş görünüyor. Peki, şehvetlerini bastırdıklarını
bilmesine rağmen onların yanında kalmakta hatalı mıydı? Lou on dört
yaşından sonra eğitimin neredeyse tamamen erkeklerin ayrıcalığı oldu­
ğu bir dünyada yaşayacak kadar talihsizdi. Bu yüzden, parlak zihninin
ihtiyaç duyduğu fikirler dünyasına kabul edilmek için elindeki her türlü
imkanı kullanmaya pekala hakkı olduğunu da düşünebilir insan.
Gerçekten bir "kedi bencili" miydi, asla "vermeyen" bir "alıcı" mıy­
dı? 1 897'de otuz altı yaşındayken, ondan on beş yaş küçük olan şair
Rainer Maria Rilke'yle tanıştı. Adını Rene'den Rainer'e çevirmeye ikna
eden Lou'ydu. Onunla ilk ya da en azından ilk tatmin edici cinsel dene­
yimini yaşadı. Rilke üç yıl sonra onu terk edip Clara Westhoff'la evlense
de, Lou onunla dost kaldı ve hayatı boyunca mektuplaştı, daimi hastalık
hastası Rilke'ye en sonuna kadar annelik etti. Lou sadece parlak bir zih­
ne sahip olmakla kalmıyordu. En sonunda pek çok açıdan "harika ve
son derece düşünceli bir kadın" olduğunu da göstermişti.77
***
NIETZSCHE

Salome macerasında son söz Schopenhauer'a verilmelidir. 1 844'te


yazdığı kadarıyla, yaşama iradesinin yanı sıra cinsel şehvet,

dürtülerin en kuwetlisi ve etkilisi olarak ... kendini gösterir, insanlığın genç kesi­
minin güçlerinin ve düşüncelerinin yarısını sürekli kaplar. Hemen her insani çabanın
nihai amacıdır; en önemli meselelerde istenmeyen bir tesiri vardır, her saat en ciddi
işleri kesintiye uğratır ve bazen en büyük zihinleri bile afallatır. Felsefi el yazmalarına
dahi aşk notlarını ve buklelerini saçmayı bilir.7B

Az sonra göreceğimiz gibi, bu el yazmalarından biri de Zerdüşt'tür.


Bana kalırsa söylenmesi gerekenlerin hepsi bundan ibarettir. Filozoflar
bile (hatta belki de özellikle onlar) "insanın içindeki vahşi hayvan kafes­
ten başını çıkarınca" aptalca ve kötü davranabilirler. Nietzsche, Lou'ya
duyduğu tutkuyla hem aptalca hem kötü davranmıştır. Tıpkı geri ka­
lanlarımız gibi insanca, pek insanca bir durumdur bu; Ida Overbeck de
aynen böyle diyerek Nietzsche'nin epeyce canını sıkmıştır.79
19. Bölüm

Zerdüşt

Rapallo'da İnziva

ıklıkla olduğu gibi, Salome macerasının acısı yaşandığı yere yayılmış­


S tı. Nietzsche artık Almanya'da bulunmaya katlanamıyordul ve bu
yüzden Overbeck'in deyimiyle İtalya'ya "kaçtı" .2 Nihayet gördüğümüz
üzere 1 8 82 Kasım'ının sonunda Rapallo'ya yerleşti ve ertesi yıl Şubat'ın
sonuna kadar orada kaldı. Palmiyelerle süslü su kıyısının hemen üstün­
de ucuz, sezon dışı fiyatlarla bir otel bulmuştu.
Kısa süre önce gayet iyi olan sıhhati, tahmin edileceği gibi gene dibe
vurmuştu. Uzun kusma nöbetlerinden, baş ağrılarından, göz ağrısından
ve uykusuzluktan mustaripti -ancak yüksek dozlarda klora! hidratla
uyuyabiliyordu-3 bir kez daha son derece derin bir bunalıma düşmüştü.
Her şeyin ötesinde, " babasının mezarına hakaret ettiği"ni söyleyen an­
nesinin sözleri zihninde yankılanıp duruyor, "tabanca namlusunu" çeki­
ci bir düşünce haline getiriyordu.4 " Olağandışı ıstıraplı hayatından" bir
anda çıkmaktan onu alıkoyan tek şey misyonuydu, "esas görevine" her
şeyin üstünde bağlılığıydı.5
Yerel koşullar da elverişli değildi. Otelde yemekler kötüydü ve genel­
likle yumuşak olan Cenova Körfezi havası son derece soğuktu, gezinti
yolundaki palmiye dalları rüzgarda çırpınıyor, otel pencerelerine deniz
serpintisi çarpıyordu. Nietzsche sadece Almanya'yı değil, sosyalliğe
bu alışkın olmadığı dönüşü de Salome macerası sebebiyle suçluyordu.
Ruhsal ve bedensel sağlığı için "keşişlik düzenine" katı tecrit haline geri
dönmesi gerektiğine karar verdi. 6 Ama soğuk yüzünden tecrit iyice ya­
bancılaşmaya dönüşmüştü. "Soğuk bir oda, ruh halini etkiliyor" , bir
nevi "dünyadan uzaklaşma'', bir sürgün ve "gezgin " olma hissi yaratı­
yor, diyordu.7 Ertesi yıl ünlü şiiri "Veda"da yakaladığı Winterreise [kış
seyahati] havasıdır bu:
5 34 NIETZSCHE

Kargalar ötüyor ı pır pır uçuyorlar kente: ı Yakında kar yağacak ı Hala bir yurdu
olanlar ne şanslı ! I Şimdi yaralı duruyorsun, I Geriye bakıyorsun! Ah şimdi de ne çok
zaman geçmiş! I Sen deli misin nesin, I Fırlatılmışsın dünyaya kış öncesinde? I Dün­
ya -bir kapı I Çıkar sessiz ve soğuk bin çorak ülkeye! I Kaybeden de I Kaybolan da
asla huzuru bulamaz. I Şimdi duruyorsun orada, solgun I kışta dolaşmaya mahkum
I Tıpkı duman gibi, I daima daha soğuk bir gök arayan. I Uç haydi kuş, söyle I kat
şarkını çoraklık kuşunun ezgisine! Sakla, seni budala, ı sakla kanayan kalbini buzda
ve küçümsemede. I Kargalar çığlık çığlığa I pır pır uçuyorlar kente: I Yakında kar
yağacak I Yazık bir yurdu olmayana!B

Bu bıktırıcı ıstıraba rağmen havadaki ani bir değişiklik -1 883 Ocak'ın­


da on berrak ve aydınlık gün- önceki yılın Ocak'ında olduğu gibi bir
minnettarlık havası yarattı: "Biz ıstırap çekenler, [beklentilerimizde] çok
mütevazıyızdır ve ölçüsüzce minnettar oluruz," diyordu.9 On açık günde
bu ruh haliyle meşhur kitabı İşte Böyle Dedi Zerdüşt'ün "1. Bölüm"ünü
yazdı (ilk başta kitabın sadece bu kadar olmasını tasarlamıştı ama neti­
cede dört "bölüm" e çıkardı). ı O

Yahudi Karşıtlığı Karşıtlığı

Zerdüşt'ün 1. Bölüm'ü Ocak'ta bitmesine rağmen Ağustos'a kadar ba­


sılmadı -on dokuzuncu yüzyıl standartlarına göre epeyce gecikmişti. Bu
durum kısmen Schmeitzner'in kitabı basma işini verdiği Leipzig firması
Teubners'e acilen yarım milyon ilahi kitabı basma işi gelmesinin yanı sıra,
görünen o ki Zerdüşt'ün Hıristiyanlık karşıtı içeriğine dair ciddi çekin­
celeri olmasından da kaynaklanıyordu. 1 1 Nietzsche bunu bir nevi yenilgi
olarak algılamıştı, çünkü artık kitabın yazarının en doğru tarifi ve kitabın
esas anlamının en özlü ifadesi olarak yarı şaka yarı ciddi "Deccal"ı ka­
bul etmiş durumdaydı.12 Fakat gecikme kısmen de Schmeitzner'in ken­
disinden kaynaklanıyordu. Schmeitzner "Yahudi Karşıtı İttifak"ın başı
olarak Yahudi karşıtı faaliyetler yürüttüğünden ofise pek uğramıyordu.
Nietzsche küplere binmişti. İlk önce "Hıristiyan engeli" önüne çıkmıştı
ve şimdi de "Yahudi karşıtlığı engeli" çıkıyordu. Yahudi karşıtı faaliyet­
lerin benim düşüncelerimi yayımlamaktan daha önemli olduğunu düşü­
nen bu yayıncıdan beni kim kurtaracak? " 13 diye soruyordu Overbeck'e.
Zerdüşt 535

Bu dönem Nietzsche'nin kesin Yahudi karşıtlığı karşıtlığının başlan­


gıcını gösterir. Fakat neye karşı çıktığını anlamak için on dokuzuncu
yüzyılda "Yahudi karşıtlığı" tabirinin -kelimenin 1 8 79'da kullanılmaya
başladığını belirtmiştik- bugünkünden farklı bir anlama geldiğini gör­
mek önemlidir.
On dokuzuncu yüzyılın başında hem dinsel hem etnik bakımdan Avru­
palı olmayan bir "halk" olarak görülen Yahudiler pek çok medeni haktan
yoksundu: Oy kullanamıyorlar, çoğunlukla kenar mahallerde yaşamak
zorunda bırakılıyor, pek çok mesleğe de kabul edilmiyorlardı. Napoleon
ve daha sonra Alman birliğinin ardındaki liberal itki Yahudi özgürleş­
mesine, tüm kısıtlamaların kaldırılmasına ve Yahudilere Alman Reich'ı­
nın öz yurttaşları muamelesi yapılmasına yönelik bir hareket yaratmıştı.
1 870'lerde Yahudi karşıtı hareket bu liberal itkiye karşı ortaya çıkmıştı
ve Schmeitzner, Elizabeth'in müstakbel kocası Bernhard Förster ve Hıris­
tiyan sosyalist vaiz Adolf Stöcker bu hareketin başını çekenlerdendi.
Nietzsche'nin giderek daha şiddetle karşı çıktığı hareketin özgül bir
gündeme sahip olan bu siyasi hareket olduğuna dikkat etmek önemli­
dir (bu hareket şimdiki gibi Sağ'a değil, genellikle siyasal Sol'a aitti) .
Schmeitzner'e dobralıkla söylediği gibi, b u harekete başlıca itirazı da
toplumsal düzeni "anarşiyle" bozma tehdidi yaratan bir kıskançlık siya­
seti yürütmesinden kaynaklanıyordu : "Yahudi karşıtlığına belli bir me­
safeden bakıldığında, bunun zengin ve yerleşik orta sınıflara karşı açılan
ve zengin olma amacı güden bir hareketten ibaret olduğu görülüyor, "
diye yazıyordu.14
Nietzsche'nin karşı çıktığı şey bir siyasal hareket olduğundan, yürüt­
tüğü muhalefet ilkesel bakımdan Yahudilere karşı kültürel önyargılar
barındırmasıyla çelişmiyordu. ( Bu çelişmeme durumunun klasik savu­
nucusu eşcinsel İngiliz bürokratı ve Bloomsbury grubunun üyesi Harold
Nicholson, 1 945'te, "Yahudi karşıtlığından nefret ederim ama Yahudi­
leri sevmem, " diyor ve daima onların "yapmacıklıklarından" dem vuru­
yordu. ) Nietzsche on dokuzuncu yüzyıl standartlarına göre böyle önyar­
gılardan makul ölçüde uzak olsa da, tam anlamıyla önyargısız değildi
-özellikle de eski Yahudi arkadaşı Paul Ree'nin ihanet olarak değerlen­
dirdiği hareketlerinin hemen sonrasında hiç değildi. Bu yüzden, örneğin
1 8 83'teki defterlerinde "Mesih'te, Yahudilikte ve iyi ticari anlaşmalarda
soyluluğun derin eksikliğini görmeden edemeyiz" l 5 iddiasını görüyoruz;
NIETZSCHE

" bin kat daha büyük semavi mutluluk uğruna dünyevi mutluluğu bir
yana bırakmak"tır üzerine pazarlık edilen teklif.16 Ama bunu söyledik­
ten sonra, yukarıda gördüğümüz ve yine göreceğimiz üzere, Nietzsche
olgunluk döneminde pek çok bakımdan kesinlikle Yahudi-severdi.

Wagner'in "Varisi" Olarak Nietzsche

Wagner 1 3 Şubat 1 8 83'te Venedik'teki Büyük Kanal üzerinde bulu­


nan Palazzo Vendramin otelinde kalp krizi geçirdi. Önceki yılın Ağus­
tos'unda ikinci Bayreuth Festival'inde Parsifal'i yönettikten sonra to­
parlanmak için bu otele çekilmişti. Cosima'nın kollarında öldü. Sonraki
gün Nietzsche bir Cenova gazetesinde onun ölümünü okudu. Derhal
hastalık nöbetlerinden birine yakalandı ve günlerce yataktan kalkama­
dı. Hasta yatağından Malwida'ya gönderdiği mektupta, "Wagner gibi
hürmet ettiği ve sevdiği bir insanın altı uzun yıl boyunca karşıtı olmak
olağanüstü zordu," diye yazıyor, ama aralarına "ölümcül bir hakaretin"
girdiğini de ekliyordu17 -daha önce gördüğümüz gibi, Wagner onun
problemlerinin kökeninde "mastürbasyon . . . ve oğlancılık eğilimleri"
olduğunu iddia etmişti.
Cosima'ya ilginç bir başsağlığı mektubu gönderen Nietzsche cevap
alamadı elbette: " Bir amaç için yaşadınız ve her türlü fedakarlığı yap­
tınız," diye yazıyordu. "İnsanın üstünde ve ötesindeki ideali keşfettiniz
ki bu asla ölmeyecek bir şeydir, size aittir, sonsuza dek size aittir. " 1 8
Burada Wagner'in daha yüksek benliği, gerçekleştirmeye çalıştığı ide­
al -Heidegger'den bir ifade alırsak "içsel hakikati ve büyüklüğü"­
ile tüm kötü yanlarıyla insani varlığı arasında yapılan ayrım Wagner
Bayreuth ,ta'da yapılan ayrımla aynıdır. 1 8 83'te tuttuğu defterlerde insan
olarak Wagner'e muhalefetini gerekçelendirmek için bu ayrımı kullanır:
" Birinin idealini gören kişi onun susturulamaz yargıcı ve aynı zamanda
onun vicdan azabıdır. " 1 9 Köselitz'e bir mektubunda aynı ikili karşıtlık
genç Wagner ile yaşlı Wagner arasındaki bir ayrım olarak görünür: "Ne­
ticede benim kendimi korumam gereken kişi yaşlı Wagner'di,"20 diye
yazar Nietzsche, "Hıristiyanlığa ve kiliseye dönüşünü şahsi bir hakaret
olarak algılamıştım. "21 Bu bir hakaret ve ihanetti, çünkü onları bir ara­
da tutan misyon Hıristiyan kültürünün değil Yunan kültürünün yeniden
Zerdüşt 537

doğmasını sağlamaktı. Nietzsche devam ederek "otantik" Wagner'le il­


gili şunları söyler:

Yine de büyük ölçüde onun varisi olacağım. Geçen yaz onun Almanya'da beni an­
layan ve üzerinde etki yarattığım herkesi [Rohde, von Stein, von Seydlitz vb.] benden
aldığını ve onları yaşlılığının karmaşık ve ıssız husumetine sürüklediğini fark ettim.22

Wagner'in ölümüne gösterilen bu tepkilerin açıkça gösterdiği nokta


-hemen herkes reddettiği için bir süredir vurguladığım bir nokta- Nietz­
sche'nin insan ve sanatçı olarak pek insanca Wagner'i reddetmesine rağ­
men, Wagnerci ideale 1 8 83'te hala bağlı olduğudur. Aydınlığa kavuşan
bir başka nokta da Wagner'in ölümüyle birlikte Nietzsche'nin bu idealin
bayraktarı olarak tanıdığı "yüksek insanları" insan Wagner'den ideal
Wagner'e götürme misyonunu kendine biçtiğidir.
Nietzsche 1 8 80'lerin notlarında "Wagner'den daha iyi Wagnerciler
olma"23 talebinden asla şaşmaz, Wagner'in sanatı "önemli ve ihtişamlı
bir fenomen" olarak tasarlamasına desteğini kesmez;24 sanatı Fransız­
İtalyan operasının hafif eğlencesi değil, derin manada bir festival olarak
tasarlamaya devam eder. Gelecekte, der Nietzsche, "pek çok bireysel
[sanatsal] buluşun festivaldeki kolektif sanat eserinde birleşeceği festi­
valler"25 olacak, bunlar için özel olarak "tapınaklar" inşa etmek ge­
rekecektir.26 Nietzsche 1 8 86 sonunda bile Wagnerci ideale bağlılığını
sürdürür. " Bütün dünyanın" onu hala Bayreuth çevresinin bir üyesi say­
masına gönderme yaparak, Overbeck'e şöyle yazar:

Tüm bu Wagner takipçilerinin bana sadık kalması harika bir şey, Wagner'in inan­
dığı ideale bugün de her zamanki gibi sarsılmaz bir inancım olduğunu biliyorsundur
herhalde -R[ichard] W[agner]'in bu idealin önüne koyduğu pek çok insanca, pek in­
sanca engele takılmış olmam neden önemli olsun ki?27

Bana öyle geliyor ki bu sözler ve benzerleri Wagnerci idealin Nietz­


sche' de düşüncelerinin en sonuna kadar sürdüğünü su götürmez bir şe­
kilde gösteriyor. Buradan da ilk Wagnerci programa benzer bir şeyin
-Batı kültürünü "Yunan"ın yeniden doğuşuyla kurtarmak, sanat ve din­
den de merkezi tarzda yardım almak- en sonuna kadar Nietzsche'nin
sanat, din ve toplum düşüncelerindeki merkezi bağlılık noktası olduğu
sonucuna varabiliriz.
NIETZSCHE

Sils Maria' da İkinci Yaz

Nietzsche Ocak sonunda Malwida'dan uzunca bir süre Roma'da kal­


ması için davet içeren bir mektup aldı. Malwida yem olarak da Cecile
Horner adlı genç bir kadının asistanlığını öneriyordu. Fakat aynı za­
manda Elizabeth'i de çağırdığından, aslında ağabey ile kız kardeşin ara­
sını bulmak gibi iyi bir niyeti vardı. Nietzsche lafı kıvırarak Roma'daki
nemli havadan yakındı ve sağlığı için denize yakın bir yer olması gerek­
tiğinde ısrar etti. Fakat asıl sebep Elizabeth'le yüzleşme cesaretini bula­
mamasıydı. Köselitz'e yazdığına göre kız kardeşi "soğuk kalpli bencil­
likten" vazgeçip yeniden "iyi ve doğru bir insan" oluncaya kadar ona
"açıkça savaş" ilan etmişti.28
Bu yüzden Nietzsche bir süreliğine Roma'dan uzak durdu. Onun yerine
23 Şubat'ta Rapallo'daki koşullara dayanamaz hale gelince Cenova'daki
eski odasına taşındı. 3 Mayıs'a kadar orada kaldıktan sonra da nihayet
Roma'ya altı haftalık bir ziyarette bulundu. Ziyaretin sebebi Nisan so­
nunda Elizabeth'ten gelen, işleri fazla "trajikleştirdiklerini", artık öpüşüp
barışmaları gerektiğini söyleyen mektuptu. Annesinden ve kız kardeşin­
den uzaklaşmak onda korkunç ıstıraplar yarattığından,29 hem Elizabeth'e
hem de annesine barışma mektupları yazarak aceleyle Roma'ya gitti ve
orada Elizabeth'e göre eski statüko derhal yeniden kuruldu.
Fritz için Güney İtalya'da boşuna yazlık mekan aradıkları bir haf­
ta dışında ağabey ve kız kardeş 14 Haziran'a kadar Roma'da kaldılar,
sonra birlikte Milano'ya gidip orada ayrıldılar. Elizabeth Naumburg'a
dönerken Nietzsche de Sils Maria'ya gitti ve 1 8 Haziran 1 8 83'ten itiba­
ren yedi hafta orada kaldı.
Sils'teki hava olağandışı ölçüde soğuk olmasına, köye kar yağmasına
rağmen Durischlerin evine dönmek çok hoşuna gitmişti. Minik Adri­
enne Durisch dahil olmak üzere herkes onu evine dönen biri gibi kar­
şılamışlardı. İhtiyacı olan şeylerin çoğunu -İngiliz bisküvileri, konserve
et, çay, sabun- zemin kattaki bakkaldan almanın kolaylığından fayda­
lanıyordu, ama yine de domuz pastırması, sosis ve bal (zaman zaman
yolda sızdırıyordu ) gibi yiyeceklere de ihtiyacı oluyordu -artık normal
ilişkilere döndüğünden bunlar geliyordu elbette.30
Nietzsche Sils'te kendini evinde hissediyordu. Von Gersdorff'a bir
mektubunda, " Benim asıl yurdum ve tefekkür mekanım buradan baş-
Zerdüşt 539

ka bir yer olamaz," diyordu.31 Sils Gölü'ne doğru çıkıntı yapan Chaste
yarımadasında iki odalı ahşap bir "köpek kulübesine benzer" ev yap­
maya heveslenmişti.32 Kaldığı yerden yürüyerek on dakika mesafedeki
Chaste'nin "İsviçre'de de, Avrupa'nın geri kalanında da eşi benzeri ol­
madığına" inanıyordu.33 Temmuz başında yazdığı üzere, günün birinde
ölünce Sils'e gömülmeyi umuyordu.34
Bu idilik havayla, büyük ihtimalle Temmuz'un ilk on gününde
Zerdüşt'ün il. Bölüm'ünün son taslağını bitirdi. Bu metnin koca yılda
yaşadığı her şeyi, Roma'daki zorunlu aylaklığı, ağrı ve uykusuzluk nö­
betlerini, her şeyin üstünde de ilham kaynağı Engadin'e dönme kararını
"meşrulaştırdığını" ve hepsine "yeni bir anlam" verdiğini söylüyordu.35

Salome Macerasının Devamı

Fakat bu idilik hava uzun sürmedi. Lou ve Ree'nin barışmak ama­


cıyla Engadin'e gidebileceğini düşünen ve nefretinden hiçbir şey kay­
betmemiş olan Elizabeth, Ree'nin annesine yazdığı uzun bir mektupta
Lou'nun entelektüel maskesi altında bir erkek avcısı olduğunu, oğlunun
*
ise sahte bir dost ve Mefisto kişilikli bir adam olarak Lou'nun Nietz­
sche'ye attığı iftiralara malzeme verdiğini anlattı.36 Mektubun bir kop­
yasını da önceden Nietzsche'ye gönderdi.
Mektup ispatlanmamış suçlamalardan ibaret olmasına rağmen
Nietzsche'yi derinden etkiledi -göründüğü kadarıyla bunun tek sebebi
de Elizabeth'in daha önce hiç ulaşamadığı bir edebi kusursuzluk düzeyi­
ne erişmesiydi. (Anlaşılan kendisinin "şairler çok yalan söyler" gözlemi­
ni unutmuştu. ) Ida Overbeck'e, mektup için şöyle diyordu: " ( bu arada
kadın edebiyatının bir şaheseri olmakla birlikte! ) ... beni aydınlattı [du­
rumun ne olduğu konusunda], hem de ne aydınlattı! Dr. Ree hemen ön
plana çıkıyor"37
Nietzsche bu yeni "içgörüyle" Ree'ye bir mektup yazarak onu sahte
dost olmakla, su katılmamış terbiyesizlikle suçladı; özellikle de Nietz­
sche'nin "idealizm maskesi altında", "Fraulein Salome'ye karşı en çirkin
emelleri beslediği" iddiasından da Ree'yi sorumlu tutuyordu. (Fakat "iki

*
Goethe'nin ünlü eseri Faust'un kahramanı Faust'un ruhunu satın alan şeytan-r.n.
NIETZSCHE

yıllık evlilik" fikrini ortaya atan Nietzsche'ydi! ) Mektubun sonunda da


şöyle deniyordu: Size birkaç mermiyle pratik bir ahlak dersi vermeyi çok
isterdim", fakat ( burada Yahudi karşıtı bir karalamaya başvurur), böyle
bir temas "yağlı parmaklarla değil ancak temiz ellerle" gerçekleştirilebi­
lirdi.38 Bununla yetinmeyerek Georg Ree'ye de ağabeyinin nasıl sefil bir
yaratık olduğuna dair aynı ölçüde tacizkar bir mektup yazdı, Lou'yu da
"kavruk, pis, nefesi leş kokulu ve sahte göğüslü "39 diye tarif etmişti. Bu
mektubun bir düelloyla sonuçlanacağını hayal etmişti ( fakat dörtte üç
oranında kör bir adamla kim düello yapar ki ? ) . Aslında tacizkar mek­
tuplarına devam ederse mahkemeye başvurulacağı tehdidinden başka
bir şeyle karşılaşmadı. Bu arada Lou'nun annesine ağdalı bir mektup
yazarak "kız kardeşim ve ben kızınızı sosyal takvimimizden çıkardık, "
dedi.40 Bu mektuplar temize çekilmesine rağmen ilk başta gönderilmedi.
Ama Ree ailesinin Sils'e gelişine dair yanlış bir bilginin (aslında otel ka­
yıtlarında ileride geleceklerin isimleri konusunda bir karışıklık olmuştu)
paniğiyle Nietzsche hepsini gönderdi.41
Nietzsche bu tacizkar mektupları daha yazarken bile, onun çıkarları
aleyhine duygular besleyerek hareket eden Elizabeth tarafından işletil­
diğinin biraz farkına varmıştı -kız kardeşi, Ree'nin ve Lou'nun davra­
nışlarındaki asıl dehşetin büyük bir kısmından onu uzun süredir koru­
duğunu iddia ediyordu kurnazca.42 "Kız kardeşim o Rus'tan intikamını
almak istiyor" diye yazdı lda Overbeck'e -Lou'yu "ahlaksız bir kimse"
olduğu gerekçesiyle Rusya'ya geri gönderme girişimi bu sıralarda ol­
muştu- " bunun sakıncası yok, ama bu meselede bugüne dek yaptığı her
hamlenin kurbanı ben oldum" .43 Fakat yüzde yüz Elizabeth'in tarafını
tutmaya devam etti. 1 8 8 3 Temmuz'unun sonunda bile hala, Lou'dan
intikam almaya Elizabeth'in "kesinlikle hakkı olduğunu",44 ayrıca
kendisi ile kız kardeşinin "her zamankinden daha iyi dost" olduğunu
yazıyordu.45 Tabii tüm bunların altında yatan anlam Elizabeth'in onu
kendisi ile Lou arasında bir seçim yapmaya zorladığıydı: " savaşı " sona
erdirmenin bedeli tüm meselede tamamen onu "desteklemekti"; bu da
"iyi ve doğru bir kişi" olduğunun zorunlu kanıtıydı.
Ama Ağustos ortasında Elizabeth'in tezgahlarına dair Nietzsche'nin
şüpheleri ve bu tezgahların etkisiyle kendisinin nasıl davrandığına dair
kaygıları öne çıkmaya başladı. Hiç şüphe yok ki ona yalan söylenmişti,
suiistimal edilmişti ve şerefine leke sürülmüştü; daima sempatik ama
Zerdüşt

kibarca nesnel davranan sırdaşı Ida Overbeck'e böyle yazıyordu. Dost­


larının onun adına "tatmin" talebinde bulunmasından yakınamazdı.

"Kız kardeşimin de buna kesinlikle hakkı olduğunu" düşünüyorum. Bunun kötü


tarafı bu düşmanca önlemlerin benim bir zamanlar sevdiğim, belki hala sevgi duy­
duğum insanlara yönelik olması. Ben kendi adıma bana yönelik tüm bu hakaret ve
onursuz davranış meselesini bir yana bırakmaya hazırım.46

Lou'nun ahlaki karakterine dair ne denirse densin, "birinci sınıf" bir


ruha sahiptir, diye ekler, hatta Ree bile Sorrento'daki yılda Malwida'nın
olumlu fikrini kazanacak iyi bir şeyler yapmış olmalıydı ona.47 Ida'ya
sonraki mektubunda ise Elizabeth'in gerçekten zarar verdiği tek kişinin
kendisi, yani Nietzsche olduğunu, Lou'yu korkunç özlediğini, çünkü
felsefeyi onun kadar üretken konuşabildiği kimsenin olmadığını ve za­
ten mesele çok karmaşık olduğundan (herhalde bu kitabın okuru artık
ona hak verecektir), aslında kimseye suç atmanın mümkün olmadığını
söylüyordu.48 Ağustos sonunda Köselitz'e kritik noktayı söyledi. Artık
Elizabeth tarafından bir "sinir hummasına" sürüklendiğini fark etmişti.
Zihni karıştırılmıştı. " Bütün bir yıl boyunca reddettiğim ve en azından
kaba hallerindeyken aştığım şu hislerle doldum: intikam ve 'ressenti­
ment' (hınç). "49 Daha kişisel bir düzeyde en derinlerindeki felsefesi amor
fati'ye yönelmek ve bengi dönüşü istemek -Salome macerası dahil her
şeyi olumlamayı istemek- olduğundan, çok geç de olsa Elizabeth'in ken­
disini felsefesinin tam tersi yöne ittiğini görebilmişti. Yani kendi felsefe­
sine göre "hakiki benliği" ve olmayı görev edindiği ideale ulaşmalıydı.
Nietzsche 22 Ağustos'ta Engadin vadisinden aşağı kısa bir at arabası
yolculuğu sonunda Schuls'a (bugünkü adıyla Scuol * ; Romanş dilindeki
adıyla Tarasp) geçti ve orada daima sadık ve hoşgörülü Overbeck'le üç
gün geçirdi. Dönüş yolunda, 26 Ağustos'ta ona yazdığı kadarıyla, kız
kardeşinden "hakikaten nefret" etmişti:

Yanlış zamanlarda susup yanlış zamanlarda konuşması yüzünden belki de ken­


dimi-yenme konusundaki en iyi başarılarımı yok edecekti: Böylece neticede amansız

* 1095'teki adı "Schulles" olan bu kentin adı, günümüze kadar birkaç kez değiştiril­
miştir. 1 943'e kadar "Schuls"ken, 1 943'te"Bad Scuol/Schuls", 1970'te "Bad Scuol'',
1999'da ise "Scuol" olmuştur-r.n.
542 NIETZSCHE

bir intikam arzusuna kurban gidecektim, halbuki en içimdeki düşünce tarzının ta ken­
disi her türlü intikam ve cezayı reddediyor.sa

Üç gün sonra Elizabeth'e yazdığı mektupta Salome meselesini bir


daha açmamasını istedi.51 1 8 84'ün başında ise Lou'yu tanıdığı insan­
ların "en yeteneklisi ve derin düşünebileni" diye tanımlıyor, Elizabeth'e
onunla barışması için yalvarıyordu.52 Aynı zamanda Overbeck'e de iki
yıl içinde altıncı kez kız kardeşinden aldığı bir mektubun,

pek insanca olmanın adi kokusuyla en yüce ve kutsal hislerime (yeryüzünde pek
nadir görünen hisler) müdahale ettiğini [söylüyordu]. Kız kardeşimin Fr. Salome hak­
kındaki pis, tacizkar sözleri her seferinde beni küplere bindiriyor ... Halbuki ben Fr.
Salome'ninki kadar yetenekli ve düşünümsel zihne sahip birini görmedim.53

Sosyal hayatı artık neredeyse tamamen mektuplarla devam eden biri


için, Şen Bilim'deki insanın kendisine gelen mektupları okuduktan son­
ra iyi bir banyo yapması tavsiyesi gerçekten yerindeydi.

Bernhard Förster'in Gölgesi

Kışın yaklaşması neticesinde Nietzsche Sils'teki konaklamasına son


verdi. Kız kardeşine karşı pek sıcak hisler beslemese de, 5 Eylül'de
Naumburg'a gitti ve beş gergin hafta boyunca orada kaldı. Gerilim
kısmen annesi ile kız kardeşinin koro halinde üniversiteye dönmesini
istemesinden ve artık saygın insanlar arasına karışmamasından yakın­
malarından kaynaklanıyordu. Fakat gerilimin ana nedeni Dr. Bernhard
Förster'in gölgesinin Üzerlerine düşmesiydi ve bu konuda bir seferliğine
anne ile oğul kendilerini aynı safta buldular.
Berlinli bir lise öğretmeni olan Bernhard Förster 1 8 80'den beri Ya­
hudilik karşıtı hareketin liderlerindendi ve Fransa'yla savaşın ardından
ateşli bir Prusya şovenisti olmuştu. Ernst Hasse ve Adolf Stöcker'e kah­
raman gözüyle bakıyordu. Hasse Pan-Alman birliğinin kurulmasına des­
tek veren eski bir Prusya ordusu cerrahıydı. Birliğin amacı Afrika, Gü­
ney Amerika ve Doğu Avrupa'da Alman kolonileri yaratılmasını teşvik
etmekti. Stöcker de eski bir Prusya ordusu papazıydı ve bağnaz Yahudi
Zerdüşt 54 3

karşıtlığını Hıristiyan sosyalizminin bir versiyonu üzerine kurmuştu. Bu


versiyona göre Yahudiler modern kapitalizmde işçilerin sömürülmesiy­
le ayrılmaz bir biçimde bağlantılıydılar. Förster ayrıca Wagner'in (ve
Nietzsche'nin ilk eserlerinin) hayranıydı. 1 8 80'de Wagner'e gönderdiği
bir mektupta, Yahudi zenginlerin Bedin basınını ele geçirmesinin ve yer­
leşik dini değerleri "yozlaştırmasının" önüne geçmek için sert önlemler
alınması amacıyla Alman şansölyesine gönderilecek dilekçeyi imzalama­
sını istemişti. Neyse ki Wagner bunu reddetti.
Förster'in annesi, Franziska'nın Naumburg'dan bir tanıdığıydı ve bu
sayede Elizabeth ile Förster 1 8 82 dolaylarında tanışmıştı. Artık ağabeyini
hayatının duygusal merkezinde tutamayan Elizabeth yakında Förster'de
yeni ve (tam tersi) bir merkez bulacaktı. O ve Förster, Elizabeth'in bir
seferinde (kesinlikle dehşete kapılan) Köselitz'e anlattığı kadarıyla, "şef­
kat, kahramanca özveri, Hıristiyanlık, vejetaryenlik, Aryanlık, güney
kolonileri vb. konularda . . . gırtlaklarına kadar dolmuş "lardı; "tüm bun­
lar bana çok sempatik geliyor ve bu kavramlarda kendimi yuvamda gibi
hissediyorum," diyordu.
Förster 1 8 82 güzünde Bedin sokaklarındaki kanlı bir Yahudi kar­
şıtı toplumsal olaya karıştığı için öğretmenlik mevkisini kaybetti. Ku­
rulmasına destek olduğu Alman Halk Partisi'ndeki meslektaşları utanç­
larından onu Berlin'in "kirli " havasını bir süreliğine terk edip, Güney
Amerika'da "model " bir Aryan cemaati kurarak soylu Alman ırksal
saflık davasını ilerletmesini söyledi. Bu yüzden 1 8 8 3 Şubat'ında Rio
de la Plata'da koloni kurmak için uygun bir yer aramak üzere Güney
Amerika'ya doğru yelken açtı.
Förster'de Nietzsche'nin nefret ettiği her şey vardı elbette. Fakat
Franziska sık mektuplaşmalarından Elizabeth'in Förster'i kafasına koy­
duğunu anlamış ve onu kabulüyle ona itirazı aynı düzeyde kalmıştı.
Kısmen Güney Amerika'da tek kızını kaybetmekten korkuyordu, kıs­
men de, kendisini kültürel Yahudi karşıtlığından kurtaramamış olsa da
sokak çatışmasını, siyasi Yahudi karşıtı kışkırtıcılığını asgari saygınlık
standardının altında görüyordu.
Fakat Nietzsche ve annesi hücum ettikçe, katır inatlı Elizabeth o ka­
dar ayak diriyor, zavallı Förster'in doğruluk ve iyiliğe kendini feda et­
tiğini söylüyordu. Bu inatçılığının altında, Elizabeth'in kırk yaşına yak­
laşmakta olduğu gibi acı bir gerçek de yatıyordu elbette. Förster onun
5 44 NIETZSCHE

hemen hemen son evlilik şansıydı, onu küçük şehir kız kurusu hayatının
kapalılığından kurtarabilirdi.
Aile savaş halindeyken Nietzsche muhtemelen bir rahatlama hissiyle
2 Ekim'de Naumburg'dan ayrılmış, Overbecklere uğradıktan sonra çok
sevdiği Cenova'ya son kez kalmak için gitmişti. Salita della Battestine'de
Signora Stagnetti'nin yerinde kalmaya başladı yine, gerçi bu kez beşinci
katta yeni bir odaya geçmişti. Fakat sağlığı bir kez daha bozuldu. Üs­
telik pansiyonun civarındaki yollardan sıkılmıştı ve şehri çok gürültülü
bulmaya başlamıştı. Bunun üzerine Riviera sahilinde Ventimiglia, Men­
ton ve Monte Carlo'yu geçtikten sonra üç saatlik bir tren yolculuğunun
ardından varılan Nice'e taşınmaya karar verdi. 2 Aralık'ta Nice'e vardı
ve sonraki dört buçuk ayı orada geçirdi.

Nice'te İlk Kış

Aslen bir İtalyan kasabası olan Nice -ya da hem İtalyanca hem Alman­
ca adıyla "Nizza"- 1 860'ta III. Napolfon'un Fransız İmparatorluğu'na
barışçıl bir şekilde devredilmişti. Hali vakti yerinde Avrupalı güneşlen­
me meraklılarının rağbet ettiği hızla genişleyen bir tatil mekanı olsa da,
iki yanında palmiye ağaçları dizili Promenade des Anglais ve kırmızı,
turuncu bina cepheleriyle güven verici bir İtalyanlığı sürdürüyordu.
Nietzsche ilk başta Nice'in Fransa'da olduğunu reddediyor gibidir.
"Nizza'yı Fransız şehri olarak çok nahoş buluyor ve bu güneyli ihtişa­
mın alnında bir leke olarak görüyorum," der. Bu şehrin "hala bir İtalyan
şehri" olduğuna inanıyordu. "Yer kiraladığım eski kesimde insanlar ge­
rektiğinde İtalyanca konuşuyor; o zaman burası tıpkı bir Cenova ban­
liyösüne benziyor. " Onu Nice'e çeken şey gezi kılavuzlarında Nice'te
her yıl 220 günün güneşli geçtiğini okumasıydı -bu sayı Cenova'dakinin
iki katıydı. Sağlığını düşününce bu önemli bir noktaydı. Bu yüzden çok
üzülse de, " Kolomb'un o çok sevdiğim şehrine veda ettim -benim için
asla bundan başka bir şey değil," diyordu.54
Bir kere, Nietzsche Alman bir hanımın deniz kıyısına on dakika yü­
rüme mesafesindeki Rue Segurane 3 8 'de bulunan altı katlı pansiyonu­
nun ikinci katında yer bulmuştu. Yemek zamanlarında ona bir Prusyalı
general ile kızı, bir "Hint prensinin" karısı (nedense adı "Leydi Mehmet
Ali " idi) ile onun kızı ve "muhteşem giyinen bir İranlı" eşlik ediyordu.55
Zerdüşt 54 5

Fakat ne yazık ki Nietzsche'nin sağlığı burada da düzelmedi: "En


kötü zamanlarını geçiriyordu ... kusuyor, uykusuzluk çekiyor, eski me­
selelerle ilgili bunaltıcı düşüncelerin pençesine düşüyor, genellikle baş
ağrısı çekiyor ve gözlerinde keskin bir ağrı duyuyordu. " 56 Üstelik oda­
sında yine ısıtma aracı yoktu ve içerisi korkunç soğuk oluyordu. Bu
yüzden yeniden taşınmaya karar verdi, bu kez bilhassa yemek zaman­
larında yalnızlık rejimine dönebileceği bir yer bakıyordu. Noel'den he­
men önce Chemin de St. Philippe'deki ( bugün Rue de Chateauneuf 39)
Villa Mazzolini'ye taşındı. Burada yine Alman olan pansiyon sahibi ona
özel yemekler pişiriyordu ve hatta odasına bir soba bile kurmuştu. Soba
"sıcaklık vermiyorsa da bol bol duman çıkarıyor"du. Aynı pansiyonda
kalan ve aralarında İtalyanca anlaştıkları bir İspanyol da ona "como un
fratello" [bir kardeş gibi] davranıyordu.57

İki Takipçi

Nietzsche Noel Arifesi'nde Overbeck'e yazdığı mektupta, Paul


Lanzsky adında bir hayranından mektuplar aldığını söylüyordu. "Bana
mektuplarında 'saygıdeğer üstat' diyen ilk kişi, ( bende çok farklı hisler
ve hatıralar uyandırıyor) "58 diyordu Lanzsky için -kendisinin vaktiy­
le Wagner'e hitap şekli aklına geliyordu elbette. Lanzsky Toskana'daki
Vallombrosa'da bulunan bir otelin ortağı, zengin bir Yahudi'ydi. İnsan­
ca, Pek İnsanca'yı okuduktan sonra Nietzsche'nin yaşayan en önemli
Alman yazar olduğuna karar vermiş, oteli dahilindeki bir evin Nietzsche
felsefesi için " yuva " olarak kullanılmasını önermişti (muhtemelen "öz­
gür ruhlar manastırı" türü bir şey hayal ediyordu). Nietzsche 1 8 84'ün
bir kısmı için muhtemelen teklifi kabul edeceğini düşünüyordu.59
Onunla temasa geçen başka bir hayran da dinle alakasız bir Yahu­
di olan, Siyonizm karşıtı Dr. Joseph Paneth'ti. 26 Aralık'ta Spinoza,
Schopenhauer, Wagner ve Yahudi karşıtlığı üzerine uzun bir sohbete
oturdular. Paneth Viyana Üniversitesi'nde fizyoloji öğretiyordu ve daha
sonra (Lou Salome'yle birlikte) Freud'un yakın çevresine dahil olacaktı.
Freud'un ona saygısı büyüktü ve yine onun teşvikiyle Nietzsche'yi oku­
maya başlamıştı.
NIETZSCHE

Paneth nişanlısına otuz dokuz yaşındaki Nietzsche'nin tavırlarını ve


görünüşünü şöyle tarif ediyordu:

Olağanüstü dost canlısıydı ve son eserini [Zerdüşt 1. Bölüm] okuduktan sonra


korktuğum gibi sahte bir dokunaklılık (pathos) ya da peygamber havasının izi bile
yoktu. Üstelik son derece zararsız ve doğal biri ... Daima kendini bir misyon taşıyıcısı
gibi hissettiğini ve gözlerinin izin verdiği kadarıyla misyonunu sürdürmek istediğini
söyledi, fakat en ufak bir yapmacıklık ya da gurur hissetmedim ... alışılmadık ölçüde
duru ve açık bir alnı, kahverengi saçları, yarı körlüğü yüzünden örtülü ve derin göz­
leri, kalın kaşları, biraz yuvarlak bir yüzü ve kocaman bir bıyığı var, yüzü tıraşı ı. so

***

Nietzsche tam Zerdüşt'ün üçüncü ve o sırada son olduğunu düşün­


düğü bölümünün son düzeltmelerini yaptığı sırada Paneth'le görüşmüş­
tü. 25 Ocak 1 8 84'te Overbeck'e eseri bitirdiğini haber verdi, ayrıca
"eserin bütünü tam olarak bir yılda ortaya çıktı: tam anlamıyla 3 x
2 haftada: Böyle bir denizde hiç böyle yelken açmamıştım" , 6 1 " 3 x 2
hafta'', Zerdüşt'te esinlenme halini abartma, onu tanrıların armağanı
gibi sunma konusundaki kalıcı eğilimini gösteriyor. Aslında defterlere
şöyle bir baktığımızda Zerdüşt'ün kesimleri ve genel yapısının planları
için yüzlerce sayfa hazırlık çalışması yaptığını görüyoruz. Nietzsche'nin
kendisinin İnsanca, Pek İnsanca'da söylediği gibi, sanatçılar ter dökme­
yi esinlenme gibi göstererek kendilerini överler.62

Yeni İncil

Nietzsche Zerdüşt'ü büyük bir "kan akıtma" olarak tanımlıyordu;


Salome macerasındaki işkencelerde akan kanlar "sonradan da olsa bir
anlam" kazanmıştı.63 Fakat ne tür bir kitap yazdığına karar vermekte
zorlanıyordu. Kimi zaman defterlerinde kitabın bölümlerine "perde" di­
yordu; bu da aklında bir tiyatro eseri olduğunu gösterir, bazen de esere
" senfoni" diyordu. Bazen "edebi bir eser" olmadığını, daha ziyade o
güne kadarki felsefesinin " büyük bir sentezi" olduğunda ısrar ediyor­
du.64 Fakat başka zamanlarda da esere "şiir" diyor, " filozof" olarak
yazdığı her şeyin ötesine giden bu şiirin ilk defa "en temel düşünceleri­
ni" ifade ettiğini belirtiyordu.65
Zerdüşt 5 47

Her şeyden önce kitabın dini bir eser olduğu konusunda nettir ve
bu yönde ısrar etmekte haklıdır. Bir kere, kitaba adını veren ve " ko­
nuşmaları" kitabın büyük bir kısmını oluşturan kahraman dini bir fi­
gürdür -Zerdüşt dediğimiz kişi Zerdüştlüğün kurucusudur. İkincisi, ko­
nuşmanın üslubu ağırlıkla İncil tarzındadır - görünüşe bakılırsa yazarı
Luther gibi düşünmüş, Goethe'den bazı unsurlarla eseri mayalamıştır.66
Eserdeki " bir peygamber [tarafından yazılmış olma] havası "na Paneth
karşı çıkar, daha pek çok okur, hatta Nietzsche hayranları da bu hava­
ya karşı çıkmış, Zerdüşt'ü en sevmedikleri eser saymışlardır. Üçüncüsü,
Nietzsche bu eserin diniliğini fiilen ifade ederek çeşitli yerlerde " beşinci
İncil" ,67 "yeni kutsal kitap" diye adlandırmış, "tüm mevcut dinlere" ,68
özellikle de Hıristiyanlığa "meydan okuduğunu" belirtmiştir. Kısacası,
Zerdüşt'ün artık "ölmüş" Hıristiyanlığın yerini alacak yeni dinin mer­
kezi, kutsal metni olması düşünülmüştü. ( "Özgür ruhlar kolonisi" pro­
jesi meyve verseydi, her yatak odasında Gideon İncil'i * gibi bir Zerdüşt
nüshası olacağını hayal edebiliriz.) Ecce Homo'da geriye bakarak konu­
şurken kitabın " bizzat Tanrı" tarafından yazıldığını söyler:69 İncil'den
ve Vedalar' dan * .. üstün bir eserdir -bu eserlerin yazarları Zerdüşt' ün ya­
zarının "ayakkabı bağcıklarını bağlamaya " bile layık değildir-70 Nietz­
sche insanlık tarihindeki iki ya da üç en önemli kitaptan birini yazdığına
inanıyordu.
Bu yüzden de Wagner'in yeni bir din yaratmaktaki başarısız girişimi­
nin çok ötesine geçtiğini düşünmüştü. Şiirsel bir yetkinlikle, Zerdüşt'ün
1. Bölüm'ünün "tam Wagner'in öldüğü saatte"71 bittiğini, böylece ken­
di Yüzük (Der Ring) dörtlemesini başlattığını söyler.72 Defterlerinde
Zerdüşt'ten hem bir müzikal eser hem bir tiyatro eseri olarak bahset­
mesi, bu eserin kutsal bir müzikli dramın librettosu olduğunu düşün­
dürüyor.
O halde Zerdüşt yeni bir dinin İncil'i olarak düşünülmüştür -Nietz­
sche elbette ki bunun "hayat sonrasına" değil "hayata" ait bir din ol-

* Kutsal kitapları tek yetki kaynağı sayan Evanjelik Hıristiyanların 1 899'da ABD'de
kurduğu, adını Eski Ahit'in Hakimler Kitabı'nda İsrail'in kurtarıcı kahramanı ola­
rak tanıtılan Gideon'dan alan Gideons International'ın ücretsiz olarak dağıttığı, ka­
pak renkleri dağıtıldığı ortama göre farklılık gösteren, kimi zaman otel, motel gibi
yerlere de bırakılan İncil-r.n.
** En eski Hindu kutsal metinleri-r.n.
NIETZSCHE

duğunu da ekleyecektir. Yeni Ahit'in İsa'nın ibretlik hayatını ve ma­


nevi yolculuğunu anlatmasındaki gibi Nietzsche'nin metninde de Zer­
düşt'ünkiler anlatılır. Eser, başka şeylerin yanı sıra kahramanın manevi
gelişiminin de anlatıldığı bir hikaye, yani bir Bildungsroman'dır. Bu
hikayeden beklenen, başkahramanın bengi dönüşü benimsemeye, nihai
ruh "yüceliğine"73 doğru yolculuğunun, onun adımlarını takip edecek
olan bize esin vermesidir. Nietzsche'nin daha evvelki diliyle, Zerdüşt bü­
yük "eğiticidir" .
Fakat kahramana ait isim seçimi biraz şaşırtıcıdır. Neticede Zerdüşt
ışık ile karanlık, iyi ile kötü, ruh ile beden arasındaki keskin ve mutlak
karşıtlığa dayalı bir din kurmuştur -Nietzsche'nin, kendini kaldırmaya
adadığı her şeyin özetidir bu karşıtlıklar. Ecce Homo'da dinsel düşünür­
lerin en eskisi olduğundan, kendini düzeltecek vakti olduğunu belirtir.
Başka bir yerde ise İsa'nın da aynısını yapacak kadar yüce olduğunu,
ama çok erken öldüğünü söyler.74
***

Metnin kendisine geçmeden önce iki hazırlık sorusu daha. Birinci­


si, metindeki merkezi karakter ile yazar arasındaki ilişki nedir? Nietz­
sche mektuplarında sürekli "oğlum Zerdüşt" der.75 O halde Nietzsche
Zerdüşt'ün "babasıdır" . Bu kısmen yazarlığa dair bir metafordur elbet­
te: Yazar yarattığı karakterlerin "ebeveynidir" . Fakat ben işin içinde
metafordan fazlasının bulunduğunu düşünüyorum. Oğul "çoğunlukla
sadece babanın örtüsü kalkmış ruhudur" , der Nietzsche ( burada Leo­
pold ve Wolfgang Mozart'ı düşündüğünü varsayabiliriz mesela).76 Çoğu
durumda, " baba oğlu olunca kendini daha iyi anlar" .77 Bu yüzden, Zer­
düşt bir bakıma Nietzsche'nin kendisidir. Bütün kusurlarıyla Nietzsche
değil, ideal Nietzsche'dir elbette; Nietzsche'nin "hakiki" benliğidir, Eği­
tici Olarak Schopenhauer'da ifade ettiği gibi, "ruhu[nu] yükselten" bir
benliktir. Zerdüşt Nietzsche'nin "avatarıdır", İkinci Hayatında olmak
isteyeceği kişidir.
Yazar ile kahraman arasındaki bu " özdeşliğin " çok özgül bir yönü
de vardır. Nietzsche'nin Ecce Homo'da geriye bakışlı olarak gözlem­
lediği gibi, Zerdüşt'ün manevi gelişim yolunda önüne çıkan en büyük
güçlük mevcut insanlığın basit çirkinliği karşısındaki "genel bulantıyı"
aşmaktır.78 Fakat gördüğümüz üzere, Zerdüşt yazıldığı sırada Nietz­
sche'nin en büyük görevi Lou macerasıyla ilgili bulantı ve "ressenti-
Zerdüşt 549

ment" (hınç) duygusunu -"altına çevirerek"- aşmaktır. Bu yüzden,


Zerdüşt'ün yazılması önemli bir açıdan adeta kendi bulantısının kefa­
retinin tasviridir.
Son bir hazırlık sorusu: Zerdüşt kim için yazılmıştır? Kitabın alt baş­
lığında bu soruya paradoksal bir tarzda yaklaşılır. Zerdüşt "Herkes ve
Hiç Kimse İçin Bir Kitap"tır. "Herkes"i anlamak kolay: Yoğun, teknik
felsefi üslupla yazılmak yerine, bu kitap "herkese açık bir üslupla (İn­
cil gibi) yazılmıştır Nietzsche'ye göre.79 Ayrıca biyografik bir ilerleyişi
vardır: Biyografiler (umarım bu biyografi de dahil) yutması güç felsefe
hapını tatlandırır.
Peki, neden "Hiç Kimse? " Bana kalırsa, İnsanca, Pek İnsanca 'dan
bu yana yazılan tüm eserler gibi ( "birinci sınıftan" ) bu eser de "özgür
ruhlular" için, eserin çeşitli yerlerinde Zerdüşt'ün "eşlikçileri" , "dostla­
rı" ve "kardeşleri" olarak tanımlanan türden insanlar için yazılmıştır.
"Hiç Kimse" denmesinin altında da Nietzsche'nin çağdaşları arasında
hiç gerçek okuru kalmadığından korkması yatar -özellikle de gelecek
vaat eden birkaç ruh Wagner tarafından " baştan çıkarılıp" uzaklaştı­
rıldığı, Lou da sahneyi terk ettiği için. En iyi ihtimalle "çocuklarının
ülkesinde" SO gerçek okurlar bulacağından endişe etmektedir.

işte Böyle Dedi Zerdüşt: Öndeyiş

Zerdüşt esasen kahramanın "söylevlerinden" ibarettir. Fakat önde­


yişte bol miktarda, kitabın öteki bölümlerinde olmadığı kadar anlatı
vardır. Burada Zerdüşt'ün otuz yaşında göl kenarındaki evinden ay­
rıldığını ve dağlardaki bir mağaraya gidip on yıl tek başına yaşadığını
öğreniriz. (Zerdüşt'ün dağdaki inzivası ile Nietzsche'nin Sils Maria'sı
arasında bariz bir paralellik vardır. Hatta Durischlerin evindeki oda­
sına da "mağara " derdi çoğunlukla. ) Ona sadece yılanı ve kartalı eşlik
etmektedir, fakat yılanın kendi " bilgeliği" , kartalın ise "gururu" ,8 1 ol­
duğu söylendiğinden, hayvanlar onun kendi kişiliğinin veçhelerinin can­
landırılmasından başka bir anlam ifade etmez; dışsal olmaktan ziyade
içsel seslerdir.
On yıldan sonra Zerdüşt'te bir değişiklik gerçekleşir. Güneşle konuş­
masında -Richard Strauss'un meşhur senfonik şiiri İşte Böyle Dedi Zer-
5 50 NIETZSCHE

düşt (Alsa sprach Zarathustra, Op. 30, 1 896; ya da 2001 adlı filmin *
müziği) güneşin doğuşuyla başlar- on yıldır tek başına tefekkür sayesin­
de biriktirdiği bilgelikle insanlığın üstünde ışık saçması gerekli olduğu
için güneşin de ona ışık vermesi gerektiğini açıklar. (Bu konuşmaya daha
sonra döneceğim.) Ondan sonra da ovalara iner, insan toplumunun ara­
sına girer. Yolda giderken "Tanrı'nın öldüğünü" duymamış olan yaşlı
bir ermişle karşılaşır ve ardından "Alacalı İnek" denen şehre varır.
Alacalı İnek ( " alacalı" sözcüğü Platon'un Devlet'te demokratik dev­
leti tanımlamak ve mahkum etmek için kullandığı sözcüktür)82 Batı
modernliğinin kendisidir.83 Daha önce gördüğümüz üzere, Nietzsche'ye
göre bir toplum, birleşik (ama homojen olmayan) bir yaşam biçimine
sahip olduğu zaman "kültürlü" demektir. Bu yüzden daha ilk Zamana
Aykırı Bakış'ta Nietzsche modernliği "panayır alacalılığı" diye mahkum
etmiştir: biz modernler sahici kültür yerine "kaotik bir karmaşaya'',
" farklı tarzların çarpık yan yanalığı ve kargaşasına" sahibiz.
O halde "Alacalı" sözcüğü Nietzsche'nin kültür eleştirisinde mo­
dernliğe tekrar tekrar atfedilen yarı-" barbarlığı" simgelemektedir. Şura­
sı açık ki, "inek" sözcüğü şehirde bir " sürünün" yaşadığı anlamına gelir.
Modernliğin sürü benzeri durumu alacalılıkla tutarsız görünebilir, fakat
bence Nietzsche'nin aklında siyasetçilerin ve basının kitlesel histeriyi
kamçılama kapasitesi vardır -örneğin Fransa-Prusya savaşını önceleyen
Fransız karşıtı histeri vardır. Nietzsche'nin alacalılığın ve kitlesel histe­
rinin bir arada var olabileceği konusunda haklılığını görmek için bir an
durup kendi yakın tarihimize bakmamızın yeterli olacağı açıktır: her ne
kadar "çokkültürlü" olsak da, sürekli kültürel konularda kitlesel histe­
riye gireriz ya da yönlendiriliriz -Prenses Di'nin ölümü, pedofili tehdidi,
"terörle mücadele" gibi.
Kentin pazar meydanında iki kule arasına bir ip gerilmiştir ( Elizabeth'e
göre Nietzsche'nin çocukluğunda Naumburg pazar meydanında olduğu
gibi).84 Kalabalık toplanmış, ip cambazını (Almancada ip "dansçısı" )
beklemektedir. Zerdüşt aklını kaçırmış, yeniden doğmuş bir Hıristiya­
nın patavatsızlığıyla (belki biraz da on yıllık sessizlikten sonra konuş-

* Amerikalı yönetmen Stanley Kubrick'in 1 968'de yaptığı 200 1 : A Space Odyssey


(2001 : Bir Uzay Macerası) adlı bilim kurgu filmi. Bu film, Alman besteci Richard
Strauss'un ( 1 864-1 949), Nietzsche'nin Zerdüşt'ünden esinlenerek yaptığı bestenin
daha çok tanınmasını sağlamıştır-r.n.
Zerdüşt 55 1

manın rahatlığıyla) on yıllık bilgelik birikiminin özetini anlatır. İnsan


"hayvan ile üstinsan arasında gerilmiş bir iptir" , diye bağırır. Üstinsan
"yeryüzünün anlamıdır" . Sadece kendilerini yeryüzüne " üstinsan evini
yapabilsin diye" kurban edenler değerlidir. İnsanın bir " ideale" ihtiyacı
vardır. Fakat doğaüstü şeyler bir kuruntu olduğundan, öte dünyaya ait
her türlü ideali reddetmeliyiz. "En önemli anımız," maymun bizim için
ne kadar yetersizse bizim de üstinsan için o kadar yetersiz olduğumuzu
anladığımız andır.
Kalabalık, haliyle bundan bir şey anlamaz. Zerdüşt'ün gösterinin soy­
tarı sunucusu olduğunu ve ip cambazının gösterisini tanıttığını zanneder­
ler (ip cambazı olan "insan" yakında "üstte", başlarının yukarısında ola­
caktır), daha fazla laf kalabalığı yapılmadan gösterinin başlamasını talep
ederler. Zerdüşt hayal kırıklığına uğrar ve mesajını yaymak için ikinci bir
girişimde bulunur. Onları "son insanın" yakında geleceğine dair uyandı­
rarak yaklaşan bir felaket hissi nakletmeye çalışır: bu pire kadar kalmış
son insan, minicik dünyanın üstünde zıplayarak "biz mutluluğu icat et­
tik" diyor ve son insanlar güzel rüyalar gördüren adi zehirlerin verdiği
hazzın ötesinde bir hayatın mümkün olduğunu söyleyenlere sadece mi­
yoplar gibi "gözlerini kırpıştırıyorlar" . İçimizde hala "yıldız doğurabi­
lecek" kadar "kaos" var, özgür ruhluluk var, diye haykırıyor Zerdüşt.
Ama işte tam o kadar. Yakında o da gidince " insanın" sonu gelecek.
"Son insan"ın ne anlamda "son" olduğu açık değildir. Muhtemel ve
en radikal anlama göre, duruma Nietzsche'nin kültürel sağlık teorisi ışı­
ğında bakarsak, yaratıcı özgür ruhlar üretmekte başarısızlığın insanlığın
resmen sonunu getireceğini -örneğin küresel ısınma sonucunda- öngör­
düğünü düşünebiliriz. Biraz daha radikallikten yoksun başka bir ihti­
male göre ise insanları insan dışındaki hayvanlardan ayıran tüm nitelik­
lerin kaybolması anlamında " insanın ölümünü" öngörmektedir. Artık
radikallikten iyice uzak bir anlamı ise Avrupalı insanın ölümünden bah­
setmesi olabilir, yani Avrupa kültürü daha güçlü bir kültür tarafından
sindirilecektir. İyinin ve Kötünün Ôtesinde'yi tartışırken bu meseleye
(daha belirleyici bir tarzda) geri döneceğim.
"Son insan" söylevi "üstinsan" söylevinden daha başarılı olmaz: Ka­
labalık, " bize ver bu son insanı ... Üstinsanı biz sana bağışlarız sonra,"
der -Nietzsche'nin Yeni Ahit'e sıklıkla yaptığı hicivsel anıştırmalardan
biridir bu.85
NIETZSCHE

Bu arada ip cambazı, gösterisine başlar. Aniden soytarıya benzer biri


arkasındaki ipte belirir, ona sataşır ve nihayet üzerine atlar. İp cambazı
dengesini kaybeder, sırığını düşürür ve düşüp ölür. Zerdüşt can çeki­
şen adamı "sen tehlikeyi iş edindin" gözleminde bulunarak teselli eder.
Nietzsche'nin başka yerlerde gözlemlediği üzere özgür ruhluluk86 sık­
lıkla "şehitlikle" sona erer -bu da soytarının uzlaşımsal görüşü temsil
ettiğini gösterir, özgür ruhludan daha sağlam basar, çünkü daha önce
bin kez geçilmiş bir yoldan ( "sinirsel bir geçitten" ) ilerlemektedir.
Böylece Zerdüşt'ün dünyaya nezareti tam bir felaketle son bulur. Ama
yine de onun için öğretici bir deneyimdir bu. "İçime bir ışık doğdu," diye
düşünür. "Sözünü halka değil, yoldaşlara yöneltecek Zerdüşt ! " Tabii bu
yoldaşlarını ilk önce "sürüden çekmesi" gerekecektir. Tekrarlarsak, bu
da Nietzsche'nin genel olarak dünyaya hitap etmekten sadece "özgür
ruhlular" için kitap yazmaya doğru geçişini açıklar.

Zerdüşt I. Bölüm: Zerdüşt'ün Söylevleri

Zerdüşt'ün Öndeyiş'inin ardından her birinin kendi başlığı olan "Zer­


düşt'ün Söylevleri" gelir. Bu başlık eserin son versiyonunu oluşturan
dört "Bölüm"ün hepsini kapsar. Konuşmaların arasına serpiştirilmiş
bazı anlatı parçaları Zerdüşt'ü maddi ve manevi mekana yerleştirir. Kimi
zaman bazı "şarkılar" çıkar karşımıza ve bunların sonunda "böyle söy­
ledi Zerdüşt" yerine " böyle söyledi şarkısını Zerdüşt" ibaresi görürüz.
Buradan sonra eserin 1 . Bölüm'ünden başlayarak en önemli bulduğum
söylevleri -kaçınılmaz olarak öznel bir seçim- önce özetleyecek (italik
yerler), sonra da yorumlayacağım.
Üç Değişim Üzerine. 8 7 Ruh ilk önce çölde yaşayan deve olur, "bütün
bu ağır şeyleri" taşır; örneğin "bilginin palamuduyla ve otuyla geçinir­
ken ruhun hakikate susaması ", ya da "davamız, zaferini kutlarken onu
bırakmak ". Sonra deve aslana dönüşür, "yapmalısın " adlı ejderi öldü­
rür, "kendi çölünün efendisi olmak " istemektedir. Son olarak aslan deği­
şip çocuk olur. Bu son değişim zorunludur ki insan dünyayı kurtaran bir
ruh olabilsin, çünkü aslan "kutsal Hayır"ı zikretmekle yetinip reddettiği
şeyin yerine bir şey yaratmaz. Bunun için, yani "yeni değerlerin " yaratıl­
ması için çocuğa ihtiyaç vardır. Çocuk "masumiyet ve unutkanlıktır, bir
Zerdüşt 5 53

yeni başlangıç, bir oyun, kendiliğinden dönen bir çark, bir ilk devinme,
bir kutsal Evet".
Nietzsche'nin zafer anında bıraktığı "dava" Bayreuth'tu elbette, de­
mek ki "deve" pozitivist Nietzsche'dir -fakat bu Nietzsche tüm poziti­
vistlerin çıkmazının timsalidir, hakikat uğruna eski, anlam verici imanı
bırakan, devenin manevi "çölünde" yaşayandır.
Deve aslanlaşmalıdır, çünkü eski Tanrı'yı reddetmiş olmasına rağmen
hala "saygılı bir ruhtur" . Hıristiyan metafiziğini reddetmiş olmasına
rağmen, hala Hıristiyan etiğine bağlıdır. Hatta onu eski Tanrı'nın "öl­
düğünü" kabule zorlayan şey Hıristiyanca doğruluk erdemidir. Hıristi­
yan etiğinin Hıristiyan Tanrı'sı olmadan anlam taşımadığını gören aslan,
deyim yerindeyse, kaçınılmaz sona doğru bir adım daha atar.
Salt mevcut değerleri yıkıcı olarak "aslan"ın Şen Bilim 'deki "ikinci
sınıf" özgür ruhlara tekabül ettiği açıktır. Diğer yandan "çocuk" da ya­
ratıcıdır, yeni bir yaşam biçimi yaratır, " birinci sınıftan" özgür ruhtur.
Fakat "çocuk"la ilgili iki kaygı verici nokta vardır.
Birincisi, "kendi kendine başlayan ilk hareket" fikri tam da Nietz­
sche'nin tehlikeli bir mit olarak görüp reddetmek için büyük çaba
harcadığı "irade özgürlüğü" doktrinini onaylıyormuş gibi görünüyor.
Zerdüşt'te evrensel nedensel determinizm yeniden olumlandığından,88
çocuğun "kendi kendine hareket eden" doğasını nedensel determinizm­
den kurtulma olarak değil, " sürü içgüdüsüyle" hareket eden bir "sürü
hayvanından" ziyade sahici bir benlik haline gelme olarak anlamak ge­
rekir. Ayrıca, çocuğun "ilk hareketi" de nedensiz bir neden olarak değil,
daha ziyade mevcut toplumsal normlara nispetle yeni bir yaşam biçimi­
nin kurucusu olarak anlaşılmalıdır.
Fakat "çocuk"la ilgili ikinci ve daha ciddi kaygı "masumiyet ve unut­
kanlığın" kimi zaman "kararcılık" denen şeye tekabül ediyor görün­
mesidir. "Kararcılık" derken, temel değerlerin, yaratma kararını ken­
dimiz verdiğimiz, hiç yoktan yaratabileceğimiz ve yaratmamız gereken
şeyler olduğu fikrini kastediyoruz. Jean-Paul Sartre'ın gösterdiği üzere,
kararcılığın sorunlu yanı, kişinin kendi özgür seçiminden başka bir şeye
dayanmayan temel değerlerinin "absürd" olması, sahici otoriteden yok­
sun olmasıdır. Örneğin komünizm fikrim, benim temelsiz kararımdan
başka hiçbir şeye dayanmıyorsa, iş senin faşizminle savaşmaya gelince
benim temel seçimimin herhangi bir şekilde senin seçimine yeğlenebilir
5 54 NIETZSCHE

olduğunu kesinlikle gösteremem. Bu da, uğruna savaştığım şeye sahiden


inanmadığım anlamına gelir.
Daha önce gördüğümüz gibi, Nietzsche'nin toplumsal düşüncesinin
büyük bir kısmı kararcılıktan uzaktır, zira "Yunan"ı geri kazanma fikri
etrafında döner. "Unutmaktan" çok uzak olan bu fikir yeniden sahip­
lenmeyi, yaratıcı anımsamayı içerir. Fakat belki de Nietzsche çocuğa sa­
dece nispi bir unutma atfeder -son iki bin yılı unutma- böylece derin,
çok derin anımsama için yol açılır: Başka bir yerde, insan ileri doğru
" büyük bir sıçrama yapmak istiyorsa" epeyce geri gitmelidir, der.89
Ôtedünyalılar Üstüne.90 "Bir zamanlar Zerdüşt de [görünüş örtüsü­
nün} ardındaki dünyaya inanan herkes gibi, insandan ötesinin kuruntu­
suna katılmıştı. O zamanlar dünya, acı çeken ve çektirilen bir tanrının
eseri gibi gelirdi bana. Düş gibi gelirdi bana dünya ve bir tanrının masalı
gibi; bir hoşnutsuz tanrının gözleri önündeki renkli dumanlar gibi... "
Fakat bu ötedünya "semavi hiçlikten " ibarettir.
Tragedyanın Doğuşu'nun bu dosdoğru özeti, Zerdüşt'ün ruhani ge­
lişiminin Nietzsche'nin kendi gelişimini ne kadar sıkı sıkıya model al­
dığını açıkça gösterir. Zerdüşt'ün kurgu kılığına girerek gördüğü ana
işlevlerden biri, Nietzsche'nin manevi gelişim yolunu ibretlik kılmak,
ideal benliğini "eğitici" olarak sunmaktır.
Bu pasajda dikkat çeken bir nokta da metafizik idealizmin reddedil­
mesi, eğer şüphe eden kaldıysa, Nietzsche'nin hala pozitivist dönemin
doğalcı önvarsayımlarını savunduğunun gösterilmesidir. Hatta bunlar
" materyalist" önvarsayımlardır: " Ruh sadece bedenle ilgili bir şey için
kullanılan sözcüktür, " der Zerdüşt.91
Sevinçler ve Tutkular Üstüne.92 "Erdemin, adların samimiyetiyle bağ­
daştırılamayacak kadar yüce olsun." En azından nispeterı. "yeni bir baş­
langıç" olarak, "çocuğun" yeni yaşam biçimi mevcut dil tarafından kap­
sanmayacak, en azından onun için övgü sözcükleri kullanılmayacaktır.
"Kardeşim, talihin varsa, bir tek erdemin olur, fazla olmaz ... ona
hiç kimseyle ortak değilsin. " Sadece tek bir merkezi dürtün varsa ta­
lihlisindir. Birden fazlaysa bu dürtün sende içsel zenginlik potansiyeli
vardır, ama ruhu hiyerarşik bir birlik halinde düzenlemek için çok fazla
özdisiplin gerekir. Dürtülerin bu "rütbe-sıralamasına" ulaşamazsan "er­
demlerin çatışma ve savaş alanı" olursun. (Nietzsche'nin Sevinçler ve
Tutkular'dan hemen sonra tartıştığı " Solgun Suçlu"nun acılarını böyle
Zerdüşt 555

açıklayabiliriz. Ruhu "yabani yılanlar balosuysa" içsel huzuru yoktur ve


acılarını çevresindeki dünyaya bulaştırır. )93
"Mahzeninde azgın köpeklerin vardı bir zamanlar: ama bunlar dö­
nüşüp, sonunda kuşlar ve sevimli şarkıcılar oldular. " Burada yine bir
yüceltme teması görüyoruz, kötü Eris iyiye, şiddet agon'a, savaş "ya­
rışmaya" çevrilmektedir. Savaşçı içgüdüsünden utanan ve onu kökün­
den sökmek isteyen Hıristiyanlığın aksine, Nietzsche bu güdüyü, doğru
şekilde "manevileştirildiğinde" kişisel ve ortak büyümenin temel faili
olduğu için över: " Farklı düşünceler ve onların orduları arasındaki ( ba­
rutsuz! ) savaş"94 övülmeli ve geliştirilmelidir.
Bin Bir Hedef Üstüne.95 Bu büyük söylevde "iyi ile kötü" , "yeryü­
zündeki en büyük güç" üzerine bazı noktalara temas edilir.
"Hiçbir halk, önce değerler oluşturmadan yaşayamaz. " Bir "halk"
ya da "kültür" diye tanımlanmak için ortak ethosa sahip olmak gerekir.
Ortak bir doğru yaşam tarzı anlayışına sahip olmayan gerçek bir cemaat
olamaz.
"Bir halk ayakta durmak istiyorsa değerlerinin komşusununkinden
farklı olması gerekir. " Avrupa kendini ayırt edilecek şekilde Avrupalı
olarak korumak istiyorsa, örneğin Amerikan değerlerinden, "Ameri­
kanlaşmaktan" kaçınması gerekir. Aksi takdirde kültürel açıdan basitçe
Amerika'nın parçası olacaktır.
Komşu halklar birbirini anlaşılmaz ve kötü bulur. Tüm kültürler ah­
laki bakımdan şovenisttir: neticede grubun ayakta kalmasını destekle­
yen şeylerden biri de sadece grubun ahlaki doğruluğa sahip olduğuna
inanmaktır.
Hem gerekli hem zor olan şeye değer verilir. Ahlak bir halkın "aşmayı
başardıklarının levhasıdır. " Bir karakter özelliği ya da davranış tarzı ce­
maate faydasızsa ortak ethosta değerli görülmez. Ayrıca zaten herkesin
yaptığı bir şeyse yine değerli görülmez: nefes almayı ahlaki bir buyruk
haline getirmek anlamsızdır. Ahlak temelde bir disiplin, bir " aşma" me­
selesidir. Sonraki paragraf bize bu aşma ediminin amacını anlatacaktır.
Ahlak [halkın] "güç istencinin sesidir" . Nietzsche'nin sonraki felsefe­
sinde merkezi bir yer tutan "güç istenci" kavramı ilk kez burada basılı
olarak görülmektedir. Önceki paragraf ilk başta söz konusu olan gücün
kişinin kendisi üzerindeki güç, özdisiplin olduğunu gösteriyor. Fakat bu
kavram derhal başkaları üzerindeki güç olarak genişletilir: bir halkın
NIETZSCHE

"hükmetmesini, zafer kazanmasını, görkeme boğulmasını, komşusunun


ise dehşete ve hasete sürüklenmesini sağlayan" güç olur. Bunun sadece
Zerdüşt'ün gördüğü "nice ülkeler, nice uluslar"la ilgili basitçe tarihsel,
sosyolojik bir yorum olduğuna dikkat edin. Nietzsche ulusların birbiri
üzerinde "dehşet" yaratmasını savunmaz -hatta biraz önce gördüğümüz
gibi, saldırganlığın "dehşet verici" tezahürlerinin yüceltilerek " barutsuz
... savaşa" çevrilmesini istemektedir.
"Bir kez öğrendin mi bir halkın sıkıntılarını, ülkesini, göklerini ve
komşularını, o zaman o halkın başarılarının yasasını da çözdün demek­
tir. " Bir cemaatin ahlakı, onun "güç istencini" yani, büyüyüp genişlemek
amacıyla, ya askeri tehdit ve fethin " sert" gücüyle, ya da kültürel "pa­
rıltının" (iphone'lar ve rock müziği) " yumuşak" gücüyle komşularına
hükmetme dürtüsünü ifade eder. Fakat genişlemek için her şeyden önce
ayakta kalmak gerekir. Bu da başarılı cemaatin "değerler tablosunun" ,
kendini içinde bulduğu hem beşeri hem doğal çevreye uygun olmasının
gerektiği anlamına gelir. Örneğin soğuk iklimde yaşayan halklar kış için
gıda depolamaya ihtiyaç duyar, bu yüzden de tutumluluk ve biriktirme
gibi alışkanlıklara çok değer verilir (muhtemelen kapitalizmin Güney
Pasifik yerine kuzey Avrupa'da başlamasının da sebebi budur).
" Yaratıcılar önce halklardı, bireyler ancak ondan sonra yaratıcı ol­
dular ... sürüden duyulan zevk, insanın Ben'den duyduğu zevkten daha
eskidir; vicdan rahatlığı sürü diye adlandırıldığı sürece, yalnız vicdan
azabı "Ben " der ... kurnaz "Ben " sürünün kaynağı değildir." Burada
kısmen özgür ruha, uzlaşımı reddetmenin verdiği kötü hisse şaşırma­
ması, evrimsel geçmişin bu duygusal kalıntısını da fazla önemsememe­
si tavsiye edilir. Fakat aynı zamanda Thomas Hobbes'un toplumun ve
devletin kökeni açıklamasına saldırılmaktadır. Hobbes'a göre rasyonel
bireyler, "doğal hal" , "iğrenç, kaba ve yetersiz" olduğundan, herkesin
belli bir ölçüde bağımsızlığını feda ettiği bir hal oluşturmanın çıkarları­
na olduğunu oyun teorisiyle hesaplayarak dört başı mamur bir toplum
ve devlet kurmaktadır. Tarihsel bakımdan bu doğru olamayacağından,
Nietzsche, ortak yaşamın, insanlar kendilerini kavmin çıkarlarından
farklı çıkarlara sahip bireyler olarak tasavvur etmeden bin yıl önce orta­
ya çıktığını öne sürer (hiç şüphe yok ki haklıdır da).
"Bin hedef vardı bugüne kadar, çünkü bin halk vardı. Şimdi hala ek­
sik olan yalnızca bin boynun zincirleri, tek bir hedef eksik henüz. İnsan-
Zerdüşt 557

lığın hala bir hedefi yok. " Nietzsche defterlerde, "üstinsanda . . bireyler
.

bir olmuştur, " der.96 Bu onun kozmopolitizmidir, Avrupa cemaati tale­


bidir, geçmişte birbiriyle savaşan milliyetçileri aşacak ve en nihayetinde
bütün yerküreye yayılacak yeni bir ulus-aşırı Avrupa kültürü isteğidir.
Ancak bir tür dünya hükümeti dünya barışını mümkün kılabilir. Nietz­
sche'nin Napolfon'a hayran olmasının, onun kendisi gibi "iyi bir Avru­
palı" olduğunu söylemesinin temelinde kozmopolitizm vardır.
Fakat kafa karıştırıcı olan şudur: Saldırganlığın yüceltilmesi, niçin
dünya hükümetine alternatif olarak sunulmuyor? Saldırganlık bireysel
düzeyde yüceleştirilip "yarışmaya" çevrilebiliyorsa, bu neden kolektif
düzeyde olmasın? Uluslar arasında yapılan bu "üstünlük" yarışı, niye
savaşa bir alternatif olarak sunulamıyor? Cevap muhtemelen şudur: İster
Olimpiyat oyunlarında ister en iyi trajediyi yazma yarışmalarında olsun,
sahici argon için yarışma kuralları oluşturmak ve bu kurallara uyulması­
nı sağlamak gerekir. Oyunlarda nasıl hakemler ve disiplin kurulları gere­
kiyorsa, uluslararası "üstünlük" yarışında da bir nevi küresel otorite ge­
rektirir. (Dünya Ticaret Örgütü gibi bir kurum da onun parçası olabilir. )
Yaşlı ve Genç Kadınlar Üzerine.97 Nietzsche'nin filozof olarak za­
yıflıklarından biri, bazı başlıklarda derin ile patolojik arasındaki ayrımı
anlatamamasıdır. Bu pasajın resmi amacı potansiyel özgür ruha kadın­
lara nasıl davranacağına dair tavsiyeler vermek olsa da, asıl değeri Lou
macerasının Nietzsche'nin kadınlara tavrını ne kadar derinden etkiledi­
ğini göstermesinden gelmektedir.
Zerdüşt "yaşlı kadıncağız "la konuşur. Kadınlarla ilgili her şeyin çö­
zümünün gebelik olduğunu söyler. Erkek savaş için, kadın da savaşçının
dinlenmesi için yetiştirilmelidir. Kadının işi erkekte gizli olan çocuğu çı­
karmaktır. Erkeğin mutluluğu "ben istiyorum "dadır, kadının mutluluğu
ise "erkek istiyor"dur. Kadın bütünüyle sevgiden ötürü boyun eğdiğinde
dünyası "mükemmel" olur. Yaşlı kadın "küçük bir hakikat" sunarak
cevap verir son olarak: "Kadınlara mı gidiyorsun? Kırbacını unutma ".
Meşhur "kırbaç" lafı burada geçer elbette. (Sözcüğü zikredenin yaşlı
bir kadın olmasının bence hiç önemi yok -bu, Zerdüşt-Nietzsche'nin ka­
dınlar üzerine görüşlerinin kuvvetini artırmak için tasarlanmış retorik bir
araçtan öte bir şey değildir: "Gördünüz mü, yaşlı, yani bilge kadınlar bile
benimle aynı fikirde" demek istemektedir.) Daha önce belirtildiği gibi,
bu sözü iki şekilde yorumlayabiliriz: Nietzsche'nin kadınlara yönelik
NIETZSCHE

sadistçe davranışları teşvik ettiğini de düşünebiliriz; bu sözü onun yeri­


ne -özellikle de Basel'de çekilen "kırbaç" fotoğrafıyla bağlantı kurarsak
(bkz. Resim 25 ve yukarıda s. 5 1 1 ) kadınlara birazcık şans verilse her
-

ilişkide kırbacı ellerine alacakları, böylece olayların doğal düzenini altüst


edecekleri uyarısı olarak da görebiliriz. Ama bana öyle geliyor ki bu yo­
rumlardan hangisinin benimsendiğinin pek önemi yoktur. Her halükarda
pasajın mesajı, Nietzsche'nin çevresinde güç toplayan kadın özgürleşme
hareketinin kökten reddedilmesi, kadınların geleneksel ezilmesinin gerici
bir biçimde yeniden olumlanmasıdır. Baskı ya Nietzsche'nin "kırbacıyla"
ya da Lou'nun kırbacı yüzünden devam edecektir.
Nietzsche'nin Lou-öncesi dönemde on dokuzuncu yüzyıl Avrupa'sın­
da kadınların davasına duygudaşça yaklaşımıyla, erkek şovenizminin on
dokuzuncu yüzyıl standartlarına göre bile karikatürleştirilmesi, Lou'nun
(ve Malwida'nın) arzuladığı her şeyin aşağılayıcı bir tarzda yıkılması
arasında çok çarpıcı bir zıtlık vardır. Neler olup bittiğini görmek zor de­
ğil. Nietzsche önceki yıl "kırbaç" fotoğrafını çektirmişti. Bu fotoğrafta
on dokuzuncu yüzyıl standartlarına göre "erkeksi " ve inatçı Lou'nun
elde kırbaçla gösterilmesiyle gerçeklik trajikomik bir tarzda yansıtılıyor­
du. Şimdi ise, yaşanan macera sonrasında Nietzsche bir nevi kurmaca
intikamla acısını hafifletmektedir. Bir başka deyişle bu pasaj Ree'ye ve
Lou'ya tam Zerdüşt'ün 1. Bölüm'ünü yazdığı sırada gönderdiği patolojik
rahatsızlığını gösteren mektuplarla aynı malzemedendir -Lou'nun sesi­
ne "ancak yalvardığında" katlanabileceğini söylediği o korkunç sözleri
hatırlayın.98 O mektuplarda da dediği gibi bu durum en içsel düşünce
tarzında "ressentiment"i (hınç) reddetmesiyle bağdaşmaz.
Fakat Zerdüşt'ün 1. Bölüm'ünde kadınlarla ilgili korkunç ifadelerin
yanı sıra biri il. Bölüm'de ve diğeri III. Bölüm'de olmak üzere iki "dans
şarkısı"nda, "Hayatın" (Zerdüşt kayıtsız şartsız hayatı sevdiğini iddia
ediyordu) kadın olarak tasvir edildiğini, "alev alev uçuşan saçlarıyla "99
(hiç şüphe yok ki Nietzsche'nin sevdiği bir opera olan Carmen'in kadın
kahramanının tasviri) bir vecit dairesi içinde dans eden "erdemli olma­
yan ve vahşi" l OO bir kadın olduğunu görmek gerek. Kadınlara yönelik
bu ikili tavrı Nietzsche'nin kendi "Dionysosçu" ve "Apolloncu" kate­
gorileri çerçevesinde çözümleyebiliriz. Kadınların Nietzsche'ye çekici
gelmesinin sebebi, erotik olanın, acı çeken bireyselliğin aşılıp ( Tristan
und Isolde tarzında), "daha yüksek bir cemaate" "sarhoşluk içinde" ıoı
Zerdüşt 559

emilmeyi ( Tragedyanın Doğuşu'nda tanımlandığı gibi) temsil etmesidir.


Fakat Lou macerasından ağzı yandığından Tragedyanın Doğuşu'nda
Dionysosçuluğun zararlı tarafına Dor tepkisiyle temsil edilen abartılı
Apollonculukla tepki vermektedir: Apollon'un, "her türlü iznin gör­
kemli reddi " yoluyla ... 102 Kadınlar o kadar tehlikelidir ki on dokuzuncu
yüzyıl şovenizminin kafesine geri itilmeleri gerekir.
Zerdüşt'ün 1 8 8 3 sonuna doğru yazılan III. Bölüm'ünde Nietzsche
Lou macerasından sonra en azından geçici olarak kendini toparladığın­
dan metin biraz sakinleşmiş, hatta kırbaç sözü için bir bakıma günah
çıkartılmıştır. " Öteki Dans Şarkısı" nda 103 Zerdüşt kırbacını gürültüyle
şaklatarak tuttuğu tempoyla Hayat'ı dans ettirmeye çalışır -görünüşe
bakılırsa 1. Bölüm'de öğütlenen şeyi yapmaktadır. Hayat ondan durma­
sını ister. "Gürültünün düşünceleri öldürdüğünü", özellikle de Hayat'ta
Zerdüşt hakkında ortaya çıkan "hassas" düşünceleri öldürdüğünü
bilmektedir kesinlikle. ( Burada Schopenhauer'ın "Şamata ve Gürültü
Üzerine" (Über Uirm und Gerausch * ) başlıklı incelemesine eğlenceli
bir gönderme vardır. Bu incelemede arabacıların kırbaçlarını şaklat­
malarının dahinin düşünmesini engellediğinden acı acı yakınılır.) Fakat
Nietzsche III. Bölüm'de bile kadın özgürleşmesine karşıdır: "kadınlar
erkekleşiyor, " iddiasında bulunur, çünkü erkeklerde çok az "erkeklik"
kalmıştır -ancak gerçekten erkeksi bir erkek "kadınlardaki kadını kur­
tarabilir" , 104 Modern kulaklara hala pek korkunç geliyor olabilir bu.
Fakat önemli ve gerçekten felsefi bir tezin içine gömülüdür; bu teze göre
halihazırda doğası itibarıyla farklı insanlarla çoktan karşılaşmış bulunu­
yoruz, bu yüzden de en doğru ve en tatmin edici hayat tarzı bir bireyden
diğerine radikal farklılıklar göstereceği gibi, muhtemelen bir cinsiyetten
diğerine de radikal farklılıklar gösterecektir.
Çocuk ve Evlilik Üzerine. 105 Zerdüşt özgür ruh/unun kadınlarla iliş­
kisinde nasıl davranması gerektiğini tartışmayı sürdürürken, ancak "ga­
lip gelmiş, kendi üzerinde egemen olabilmiş, duygularını buyruğu altına
alabilmiş, erdemlerinin efendisi olmuş " kişinin evliliğe hakkı olduğunu
belirtir. Daha önce gördüğümüz üzere, Nietzsche soyarıtımı taraftarı­
dır, "evliliklerin yasaklanması ve önlenmesi " yoluyla "manevi-maddi


Schopenhauer'ın bu incelemesi Parerga und Paralipomena (1851) adlı eserinde yer
alır-r.n.
NIETZSCHE

aristokrasi" yaratılmasını ister.1 06 Fakat aynı zamanda Lamarckçı­


dır, yani bireyin ömründe ilk edindiği özelliklerin miras kalabileceğine
inanır, 1 07 O halde Bildung'a, yani kendini geliştirmenin biyolojik öne­
mine inanmaktadır. Baba özdisiplin ve iyi eğitimle gelişip iyi bir insan
olursa, erdemlerinin genetik olarak oğluna geçmesi mümkündür. Ama
Bildung'dan yoksun kimselerin "çoğalması " tam da aktarılmaması ge­
rekenlerin aktarılması sonucunu doğurur. {Kuşaklar arasında biyolojik
aktarımın yanı sıra kültürel aktarım da olduğundan, bu tez bana esasen
Lamarckçılığa dayanıyormuş gibi görünmüyor. )
Gönüllü Ôlüm Üzerine. 108 "Zamanında ölmesini bil, " der Zerdüşt.
Pörsümüş bir elma gibi dalda asılıp kalma. Ôlüm canlılar için bir "yet­
kinleşme ", bir dürtü ve bir vaat olmalıdır. Ôlüm bir şenlik gibi yaşan­
malı, "yaşayanların yeminlerini kutsamalıdır". Sen ölürken ruhun, "ak­
şam kızıllığı gibi parlamalıdır".
Demek ki sadece soyarıtımını değil, kişinin kendi kararıyla ötenaziyi
de savunmaktadır. * Sunulan gerekçe toplumsaldır ve bizi Zamana Ay­
kırı Bakışlar'ın ikincisindeki ibretlik, "anıtsal" figürler meselesine geri
götürür. İyi bir sanat eserinin doğru noktada bitmesi gerektiği gibi, iyi
bir hayat da, gelecek nesiller için esin verici bir rol modeli olabilecek bir
yaşam da doğru yerde bitmelidir. Fakat hayat ile edebiyat arasındaki
analojinin sorunu gerçek hayatta kimse yarının ne getireceğini bilme­
diğinden, "doğru zaman"ı bilmenin genellikle zor, hatta imkansız ol­
masıdır. Parsifal'in yarı Hıristiyanlığını bunamaya bağlayan Nietzsche
"doğru zamanda" ölmeyi başaramadığı açık olanlar arasına Wagner'i
de koyar.1 09 Ama öte yandan pek çok kişi de Wagner'in Parsifal'le ba­
şarısını taçlandırdığını, Nietzsche'nin öğüdünü dinleseydi İsa gibi "çok
erken öleceğini" öne sürmektedir. Wagner'i bir yana bırakırsak, daha
aşikar ve daha dramatik bir tarzda, doğru zamanda ölemeyenin, mele­
kelerini yitirdikten sonra on bir yıl "pörsümüş" halde dalda asılı kalanın
asıl Nietzsche olması üzücü bir durumdur.
Armağan Verme Erdemi Üzerine. 1 1 0 İki türlü bencillik vardır: "ke­
diler ile kurtların " "hasta bencilliği" ki daima almak ister ve "kutsal
bencillik " ki vermek ister, "armağan veren sevgidir".


Soyadlarındaki benzerliğe bakarsak, insan Avusturyalı ötenazi yanlısı Dr. Philip
Nitzschke'nin bu pasajdan etkilenip etkilenmediğini merak ediyor.
Zerdüşt 561

1 8 83'teki defterlerde " bencilliğin bir ilke değil olgu" olduğu tutarlı
bir biçimde tekrarlanır. 1 1 1 B u yüzden, Zerdüşt'ün en azından ilk üç bö­
lümünün yazılması sırasında Nietzsche psikolojik bencillikle, yani tek­
rarlamak gerekirse, hiç kimsenin algıladığı kadarıyla özçıkarları dışında
bir şey için eyleme geçmediği görüşüne inandığını düşünmektedir. Scho­
penhauer gibi özgeciliğin [bkz. Sözlükçe] nadir olmakla beraber sahiden
ortaya çıkabildiğini düşünen Ree ile Nietzsche arasındaki temel farklar­
dan birinin de bu olduğu hatırlanacaktır.
Nietzsche bencillik ile özgecilik arasındaki Ree/Schopenhauer ayrımı
yerine iyi ve kötü bencillik arasındaki farkı koymak ister: bir tarafta
metni yazmadan en fazla bir ay önce Lou'ya atfettiği "kedi" bencilli­
ği, 1 1 2 diğer tarafta "kutsal" bencillik. Kutsal bencilliğin Zerdüşt' ün
Öndeyiş'te güneşle konuşmasında örneklendiği varsayılıyor. Güneş nasıl
ki üzerinde parlayacak insanlar olmasa perişan olacaksa, der Zerdüşt,
kendisi de çok fazla bal toplamış bir arıya benzemektedir: bilgeliği "ta­
şıp gitmelidir" ve bu yüzden insanların dünyasına "inecektir" . 1 13
Gerçi buradaki sorun, Zerdüşt'ün "inişinin" metaforik " balın" ra­
hatsız edici tamlığını " boşaltmanın" orgazm benzeri rahatlamasını ya­
şama arzusu mu yoksa sadece bilgeliğini insanlara bahşetme arzusu mu
olduğudur. Bilgelik bahşetme arzusu Zerdüşt'ün hazzına ya da acısının
dinmesine gönderme içermediğinden -bu tamamen başka bir şeye iliş­
kin bir arzudur- Nietzsche Zerdüşt'ün birinci arzuyla harekete geçtiğini
varsaymak zorundadır kesinlikle.
Ama iki yıl sonra, Zerdüşt'ün iV. Bölüm'ünün başlangıcında Nietz­
sche daha önce de gönderme yaptığımız şu pasajı kaleme alır:

"Ey Zerdüşt," dediler ["hayvanları'1, "yoksa böylece mutluluğunu mu aramakta­


sın?" "Ne önemi var ki mutluluğun" diye cevapladı [Zerdüşt], "uzun zamandır mutlu­
luk peşinde değilim artık, ben eserimin peşindeyim yalnızca." "Ey Zerdüşt", diye ko­
nuştular hayvanlar yeniden ... "gök mavisi bir mutluluk denizinde yüzmüyor musun?"
"Sizi gidi deli maskaralar sizi!" diye cevapladı Zerdüşt ve gülümsedi, "ne kadar da iyi
seçtiniz benzetmeyi!"1 1 4

Bana göre Zerdüşt'ün güdülerinin bencillikle açıklanması burada


açıkça reddedilmektedir. Onun için en önemli şey misyonu, "eseridir" .
Yan ürün olarak bunun onun mutluluğu olduğunu -"mutluluk para­
doksu"- bilmektedir gerçekten de. Fakat amacı bu değildir.
NIETZSCHE

Zerdüşt'ün mutluluk peşinde koşmayı "uzun zaman önce bırakma­


sı ", Nietzsche'nin 1 8 85'te iV. Bölüm'ü bitirmeden epeyce önce psikolo­
jik bencillikten vazgeçtiğini gösterir. Nihayet ve biraz da istemeyerek,
kahramanını eyleme geçirenin gerçekten özgecilik olduğunu ve herhangi
bir " bencilliğe" indirgenemeyeceğini kabullenmek gerektiğini görmüş­
tür. Bu kitap boyunca gördüğümüz üzere, Zerdüşt gibi Nietzsche'yi de
her bakımdan niteleyenin misyonuna mutlak bağlılık olması sebebiy­
le, 1 8 85'e gelindiğinde Nietzsche'nin kendi doğasını ve motivasyonunu
uzun zamandır yanlış tanımladığını anladığı sonucuna varmak zorun­
dayız. Ayrıca Elizabeth'in de ağabeyinin içten içe bencillikten uzak ol­
duğunda ısrar ederkenki naifliğine rağmen doğru bir noktaya parmak
bastığını da kabul etmemiz gerek.

Zerdüşt 11. Bölüm

Armağan eden erdem söylevinden sonra Zerdüşt "tohumlarını top­


rağa atmış bir çiftçi gibi" tekrar insanların dünyasından çekilip -sadece
düşmanlarından değil dostlarından da uzaklaşır- dağdaki yalnızlığına
geri döner. Takipçilerinin köle ruhlu "takipçiler" yerine bağımsız "kar­
deşler" olması talebiyle, ancak onu (St. Petrus gibi) "inkar ettikleri",
onu tanımış olmaktan " utandıkları" zaman döneceğini söyler.
Yıllar geçtikten sonra rüyasında düşmanlarının öğretisini çarpıttığını
ve dostlarının gerçekten ondan utandığını görür. 1 1 5 Böylece geri döner
ve il. Bölüm'ün tamamının geçtiği "Mutluluk Adaları"na gider. Nietz­
sche bu "Adaların" (Is/es) aslında Sorrento günlerinden bildiği Napo­
li Körfezi'nin kuzeyindeki lschia olduğunu yazmıştır Köselitz'e. 1 16 Bu
tanımlamayı destekleyen de şu ipucudur: "Dans Şarkısı"nda1 1 7 taşralı
kızların " Cupido"yla dans ettiğinden söz edilir; bu da " Cupid"in (aşk
tanrısı) lschia lehçesinde söylenişidir. 1 1 8
Bir anlığına konudan saparsak, Ecce Homo'da Nietzsche poziti­
vist döneminin başından beri kafasında olmayan Dionysosçuluğun
Zerdüşt'le sahnenin ortasına (aynı adla olmasa da) döndüğünü belirtir.
Eser " benim 'Dionysosçu" anlayışımın üstün bir başarı kazanmasıydı"
der. 1 1 9 Dionysosçuluk dansla (ve elbette müzikle) yakından bağlantılı­
dır, çünkü antik dünyadaki Dionysos tapınışının ana özelliklerinden biri
Zerdüşt

vecit halinde danstı. Tragedyanın Doğuşu'nda bu bağlantı açığa vurulur.


Ortaçağ karnavallarında sokaklarda dans eden kalabalıklar, " Dionysos
hayranlarının" bireyselliğin ve gündelik hayatın bölünüşünün ortadan
kalktığı "yüksek bir cemaate" ait olma hislerini ifade ediyordu. 120
Nietzsche'nin de ima ettiği gibi, dans esasen ortaktır. Dansta baş­
kalarıyla cemaat olma hissini kazanır ya da teyit ederiz. Nietzsche'nin
şenlik havasında, cemaati teyit eden dans kapasitesini geri kazanmamızı
istemesi esasen düşüncesindeki dini karakterin bir parçasıdır.
Mutluluk Adalarında.121 "Bir zamanlar 'Tanrı' derlerdi insanlar uzak
denizlere baktıklarında; şimdi ise ben artık sizlere şöyle demeyi öğret­
tim: Üstinsan ... Her şeyin insan açısından düşünülebilire, görülebilire,
duyumsanabilire dönüşeceği . . . " Bu da akla Nietzsche'nin tekrar tekrar
Hıristiyan Tanrısı ile Yunan tanrıları arasındaki zıtlığa işaret etmesini
getiriyor. Hıristiyanların Tanrısı insan karşıtı bir ideal, insani özellik­
lerimizin pek insanca olduğunu hissetmemiz için tasarlanmış imkansız
bir standartken, Yunanlar tanrılarını "kendi içlerindeki en başarılı ör­
nekler" olarak görürlerdi, kendileri ile tanrıların "yan yana yaşayan iki
farklı kast" olduğuna inanırlardı, bunlardan biri daha "kudretli ve soy­
luydu", ama "her ikisi de aynı türdendi" . 1 22 Nietzsche burada benzer
bir şey söylemektedir: Üstinsan kim olursa olsun sonuçta insandır, insan
karşıtı bir figür değildir.
Nietzsche defterlerde çağdaş insanın ekonomik çıkarlar "makinesin­
de" bir dişliye indirgendiği yorumunu yaparken ( " Son İnsan" temasının
bir yönü), "daha yüksek tipte" bir insan tasavvur etmenin hala mümkün
olduğunu yazar. Ardından da ekler: "Gayet iyi bilindiği gibi bu tip için
kullandığım kavram, metafor, 'üstinsan'dır. " 123 "Metafor" burada niye
vurgulanmıştır? Bana kalırsa bunun sebebi Nietzsche'nin üstinsana in­
sanlığın özel bir türü muamelesi yapılmasını reddetmek istemesidir: " üs­
tinsan" denen şeyi "Neandertal insanı" , "Kro-magnon insanı", "Aryan
insan" gibi serilere aitmiş gibi düşünmemeliyiz. Özellikle de üstinsanı
..

"tarihin sonu" ( ya da Heidegger'in Nietzsche'yi yanlış okumasındaki


gibi sarışın, mavi gözlü bir SS tank komutanı) olarak düşünmemeliyiz.
Zerdüşt söylevinin sonuna doğru "kalıcılığın salt bir alegori" olduğu­
nu, kalıcılığı öven "şairlerin fazla yalan söylediğini" belirtir. Değişimin
acımasızlığının teyidi üstinsana da uygulanabilir olmalıdır. Üstinsan bir
ideal olsa da, "yeryüzünün anlamı" olsa da, asla insanlığın ebedi, sabit
NIETZSCHE

bir ideali olamaz. Onun yerine, tıpkı ufuk gibi, gelişen insan toplumu­
nun ulaştığı nokta neyse, ideal o noktanın ötesinde kalacaktır. (Nietz­
sche'nin umudunun bir "tan kızıllığı" değil, hiç bitmeyen "yeni tan kı­
zıllıkları" dizisi olduğunu görmüştük. ) Fakat üstinsan ideali ne kadar
ele avuca sığmaz olsa da, hakkında bazı şeyler biliyoruz: her zaman için
insan karşıtı değil, insani bir ideal olarak kalacaktır, ayrıca daima ortak
bir ideal olacaktır: " üstinsanda . . . bireylerin bir olduğunu " görmüştük.
Acıyanlar üzerine. 124 Acımak [Mitleid] Hıristiyan [ve Schopenhauer]
etiğine göre merkezi insan erdemidir, ama aslında erdem bile değil daha
ziyade ıstırap sebebidir. Acınan kişinin gururunu incitir ve alınganlık
yaratır. Fakat acıyan kişiyi de yaralar. Tanrı, insana acımaktan ölmüştür.
Daha önce belirtildiği gibi, Almancada Mitleid'ın hem "acıma" hem
"merhamet" anlamı vardır. Doğal eğilim Nietzsche'nin Mitleid'da acı­
nanın zarar gördüğünü söylemesinin, anlamlı ama tek yanlı olduğunu
söyleme yönündedir. Gerçekten de acımak, nesnesini alçaltarak kişi­
nin kendini üstün hissetmesini sağlar ( " sana acıyorum, zavallı kusmuk
parçası! " ), böylece acınanın kendini kötü hissetmesine yol açar. Fakat
merhamet anlamında Midleid kesinlikle çok farklıdır, diye devam et­
mek isteyen olabilir: burada merhametin nesnesi kişiden ayrı ve ondan
aşağı değildir, daha ziyade onunla birlikte çile çekmek söz konusudur.
Schopenhauer'ın dediği gibi, merhamette insan acı çekenle duygudaşlık
kurarak "özdeşleşir" .125 İnsan ötekinin acısını kendi acısı sayar.
Tan Kızıllığı'nın Midleid eleştirisini tartışırken, Nietzsche'nin empa­
tik, Schopenhauer'cı merhametin varlığını kabul etmekle birlikte, acıma
gibi ama farklı biçimde merhametin de başka insanlara zarar verdiğini
öne sürer: Bütün kozmosun acılarıyla duygudaşlığa dayalı bir özdeşleş­
me, insanı çileyi azaltma girişimlerinin beyhudeliğine inandırır, böylece
aktif hayırseverliğin kuruyup ölmesine yol açar. Nietzsche burada aynı
fenomene farklı bir açıdan bakmaktadır: Kozmik, Schopenhauer'cı mer­
hamet psikolojik çöküş, derin bunalım yaratarak özneye zarar vermek­
tedir. Tanrı'nın insan varoluşundaki korkunçluğa duyduğu merhamet
yüzünden öldüğü şeklindeki şiirsel mecazda Nietzsche'nin aktardığı an­
lamın bu olduğunu düşünüyorum. Böylece Nietzsche acımayla birlikte
merhameti de reddetmek için bir sebep daha bulur: Merhamet iyilikse­
ver eylemin potansiyel alıcısına zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda
merhamet duyana da çeşitli derecelerde zarar verir, "hayatı olumlama"
Zerdüşt

kabiliyetlerini öldürür. Nietzsche'nin "yaratıcıların" " katı" olması ge­


rektiğini söylemesinin ana sebeplerinden biridir bu. 1 26 Dünyayı yeniden
yapmak istiyorsak, hem başkaları hem kendimiz için kalplerimizi mer­
hamete karşı katılaştırmalıyız.
Daha önce belirttiğim gibi, merhamet Nietzsche'nin kendi kişiliğinde
olağandışı ölçüde öne çıkmış bir unsurdur. Örneğin Cenovalılarca "kü­
çük aziz" diye bilinmesinin sebebi buydu. Merhametin merhamet edene
zarar verdiği inancının kendi kendini çözümlemede sağlam bir temeli
vardı. Overbeck'e 1 8 84 Eylül'ünde şöyle yazıyordu:

Çektiğim toptan bunalım ... geçti: Ailemle aramdaki farkı yüz kere daha fazla
ciddiye aldığımı düşünüyorum şimdi ... Benim sorunum başkalarının acısını oldu­
ğundan daha büyük tasawur etmek gibi daima tekrarladığım bir hata. "Mitleiddan
(merhametten) maraz doğar" sözü, çocukluğumdan beri tekrar tekrar doğrulanmıştır.
(Belki de babamın olağandışı doğasının kötü bir sonucudur bu -onu tanıyan herkes
onun "insanlardan" ziyade "meleklere" ait olduğunu düşünürdü.) Mitleidla yaşadığım
bu kötü deneyimler sebebiyle onu değerlendirmede teorik bakımdan çok ilginç bir
değişiklik yapmak için kamçılanmam yeterli oldu. 1 21

Gecenin Şarkısı. 12 8 "Yalnızlığım çevremi ışığın kuşatmasındandır ...


Hiç bilmedim almanın mutluluğunu ... benim yoksulluğum bu işte; elim
armağan vermekten asla yorulmuyor. "
il. Bölüm'ü 1. Bölüm'den ayırdığı söylenen "yeni söylevin" 129 en çar­
pıcı yönü, Zerdüşt' ün "verdiği söylevlerden" farklı olarak "söylediği
şarkıların" devreye girmesidir. Bana öyle geliyor ki (Nietzsche'nin bazen
Zerdüşt'ü bir müzikal eser olarak düşündüğünü hatırlarsak), bunlar an­
latıyı ya da tartışma konusunu ilerletmekten ziyade Zerdüşt'ün mane­
vi gelişim yolunda ilerlerkenki duygularını ifade eden "aryalar" olarak
görülebilir. (Gelecekte bir bestecinin Zerdüşt'ü operaya çevirebileceği
düşünülmüş olabilir. )
Nietzsche Ecce Homo'da "Gecenin Şarkısı"nı "Dionysos Dithyram­
bosu" olarak adlandırır ve "yazılmış olan en yalnız şarkı" diye tasvir
eder. Zerdüşt'ün "aşırı ışık ve güç bolluğu, güneş olarak doğası sebebiy­
le sevmemeye mahkum olmasına ölümsüz ağı tını" ifade eder. 130
"Güneşin" ya da " üstinsanın" sevilememesini anlamak kolaydır: ona
ancak saygı duyulabilir, diyebiliriz. Arkadaşlığı içeren türden bir sev­
gi eşitlik gerektirir ( Nietzsche'nin mektuplarında sıklıkla arkadaşlarını
5 66 NIETZSCHE

"sevdiğinden" bahsettiğini görmüştük). Peki, "armağan veren" niçin se­


vememektedir? Bana göre aynı sebepten. Şarkıda bahsedilen türden bir
sevgi ancak eşitler arasında olabilir ve ne yazık ki Zerdüşt-Nietzsche'nin
(Tanrı gibi) eşiti olan kimse yoktur. Tüm çağdaşlarından "daha yüksek­
te" olan kişiyi yalnızlığa mahkum eden budur. Zirve soğuktur. Nietzsche
1 8 85 Mart'ında kız kardeşine şöyle yazar:

... Almanya'daki en zeki insanlardan bazıları delirdiğimi, hatta bir tımarhane kö·
şesinde öleceğimi düşünüyor. Hiçbir insanın beni sevebileceğine inanamayacak ka·
dar gururluyum: Sevmesi için benim gerçekten kim olduğumu bilmesi gerekirdi. Birini
sevebileceğime de bir o kadar az inanıyorum: Bu da kendi kadememden bir insan
bulmamı -mucizelerin mucizesi olurdu- gerektirir, bunu unutma ... Hıristiyanlığın ku·
rucusunun bana kıyasla yüzeysel kaldığını düşünüyorum. 131

Kendini Aşma Üzerine. 132 Hakikat istenci gerçekte var olan her şeyin
"düşünülebilmesi" istencidir. Şeyleri düşünülebilir kılmak isteriz, çünkü
sağlıklı bir kuruntuyla gerçekten düşünülebilir olduklarından kuşkulanı­
rız. Varlıkların düşünülebilir/iği istenci gerçekte "güç istencidir" -bu da
şeylerin "düz" olması, kendi ruhumuzun bir "aynası " olması gerektiği
anlamına gelir-, iş iyi ve kötüye geldiğinde bile böyle olmalıdır. Nerede
canlı bulduysam, orada güç istencini de buldum. Zayıflar bile en zayıflar
üzerinde güç sahibi olmak ister, zayıflar bile gizli kapaklı yollardan güçlü­
den güç çalmak ister. "Hayat ... daima kendini aşmak zorunda olandır".
1 883'te yazılan defterlere baktığımızda, Nietzsche'nin genel bir şüp­
hecilik [bkz. Sözlükçe] safhasına girdiğini, herhangi bir şeyin gerçeklikte
kavramlar ağına (madde, şey, neden, etki) tekabül edip etmediği üzerin­
de düşündüğünü görüyoruz. Bu kavramlar ağı çerçevesinde dünya bizim
için anlaşılır bir yer haline geliyor. (Daha sonra bu şüpheden uzaklaştı­
ğını göreceğiz.) Fakat Nietzsche-Zerdüşt bunun aslında önemli olmadı­
ğını, çünkü anlaşılabilirliğin amacının teknolojik olduğunu söyler; yani
çevremiz ve kendimiz üzerinde "güç" sahibi olmaya çalışırız. Ahlak bile
bu amaca hizmet eder -ahlakların daima bir cemaatin "varlık koşulla­
rına" hizmet ettiği şeklindeki önceki fikir geliştirilmiştir. Nietzsche artık
ahlakların sadece varlığa değil, daha ziyade ortak "güce" hizmet ettiğini
düşünmektedir: bu bir tür artış ve genişlemedir, bir nevi -"gücün" sık­
lıkla kullanılan bir anlamdaşı olan- " büyümedir". 133
Zerdüşt

Şimdi de genel iddiaya geliyoruz: hayat güç istencidir. "Hayatın


hep kendini aşmak zorunda olduğu" iddiasında bu zaten örtük ola­
rak vardır, çünkü bu iddianın şu öncüllerden türediği açıktır: (a) hayat
güç istencidir ve ( b ) güç istenci daima daha fazla güç istencidir. Bu
genel iddianın İyinin ve Kötünün Ötesinde'de " hayatın" (hatta "dün­
yanın " ) "güç istenci olduğu ötesinde hiçbir şey olmadığı" şeklindeki
-

tamamen gelişmiş teze ulaşamadığına dikkat edin. 1 34 Tam geliştirilmiş


tezdekinin aksine, Zerdüşt güçten başka güdülerin mümkün olduğunu
reddetmez.
Genel iddianın statüsü nedir? Zerdüşt "nerede canlıları bulduysa"
orada güç istencini bulduğunu söyler. Bu çok sakıngan bir formülas­
yondur: dogmatik bir iddia değil, belli bir miktarda gözleme dayalı işle­
yen bir kabuldür; tümevarımsal bir hipotezdir. Schopenhauer "yaşama
istencinin" deneyim " bilmecesini" en iyi şekilde "söktüğünü" , ondan
birleşik bir anlam çıkardığını öne sürer.135 Nietzsche ise "güç istenci­
nin" daha iyi olup olmadığını görmek için "deneyimlemeyi" önerir. (Bu
deneyimin kaderi 26. Bölüm'de ayrıntısıyla tartışılacak.)
Kurtuluş Üzerine. 13 6 "Kefaret" ya da "kurtuluş" anlamına gelen
Erlösung'un dini bir sözcük olması Zerdüşt'ün dini bir metin olarak
düşünüldüğü gerçeğini bir kez daha öne çıkarıyor. Hem geleneksel Hı­
ristiyanlıkta, hem de Schopenhauer'ın mistik Hıristiyanlık ve Budizm
sentezinde kurtuluş, adi acılar dünyasından doğaüstü bir saadet alemine
yükselmek anlamında kullanılır. Nietzsche'nin sofu gençliğinden beri
kurtuluşu arzuladığını, sadece katlanılabilir değil, aynı zamanda nihai
Hıristiyanlık dünyası gibi kusursuz bir dünya istediğini görmüştük.
Deccal'da "en maneviyatlı" insanların "dünyanın kusursuzluğunu" te­
yit edebilenler olduğunu söyler,137 Zerdüşt'ün iV. Bölüm'ünde ise Zer­
düşt, asmadan gelen kokuların yarattığı "tuhaf bir sarhoşluk" halin­
deyken bir anlığına dünyayı "kusursuz" olarak deneyimler.138 Zerdüşt
doğaüstünü reddetmektedir elbette. Bu yüzden onun görevi kurtuluşun,
kusursuzluğun, saadetin doğalcılık sınırları içinde nasıl keşfedileceğini,
"cennet krallığının" gönülde nasıl keşfedileceğini göstermektir. *

* Decca/ ın 34. Kesim'inde göreceğimiz gibi, Nietzsche tarihsel İsa'ya ilişkin yorumun­
'

da "cennet krallığının" bizim "yukarımızda" olmadığını, "bir gönül hali" olduğunu


söyler. İsa'ya yozlaşmış (decadent) demesine rağmen, bu bakımdan onunla kendisi
de derinden hemfikir gibi görünüyor bana.
568 NIETZSCHE

Bir kambur Zerdüşt'e insanları öğretilerine inandırmak için sakat­


ları iyileştirmesi gerektiğini söyler. "Hiç de gerekli değil, " diye cevap
verir Zerdüşt. "Kamburun sırtından kamburu alındığında tini de alın­
mış olur. " Bu da Nietzsche'nin temel stratejisini gösteriyor: teodise [bkz.
Sözlükçe] -sorunlu fenomenlerin gerçekte saklı lütuflar olduğunu açık­
lar, defterlerde ifade ettiği gibi, "İfritler- sadece inayetlerin kötü ifadesi­
dir" .139 Söylevin geri kalanı, teodisenin nasıl yapıldığını gösterir.
"İnsanların arasında ... bir savaş ya da mezbaha alanındaymışçasına
dolanıyorum ". (Hiç şüphe yok ki burada Nietzsche Wörth savaş meyda­
nındaki kokmuş vücut parçalarına dair travma sonrası sahneler hatırla­
maktadır.) Her yerde sadece "parçalar, organlar ve korkunç rastlantılar
-ama ortada insanlar yok! ". "Parça, bilmece ve ürkütücü bir rastlantı
olan ne varsa " hepsini toplayıp bir bütünde birleştirmeli ... şiirselleştir­
meliyiz. " "Geriye dönmeyi istemeyi" öğrenmeliyiz ki "geçmişteki" her
şeyi "ama ben istiyorum böyle olmasını " der gibi canlandırabile/im.
"Geriye dönmeyi istemenin" ne olduğu Şen Bilim'de zaten anla­
tılmıştı: Kişinin hayatının "olup biten her şey hayra geçmiş'', kişinin
hayatının Bildungsroman'ından [gelişimsel roman] "eksik olmaması
gereken" bir parçaymış gibi anlatması; kişinin idealindeki kişi haline
gelme hedefine doğru manevi gelişiminin hikayesi. Kişinin hayatını bu
şekilde anlatınca ona birlik verilmiş, daha önceki tüm anlamsız "rast­
lantı" olanların hepsi "birleşip tek" olmuştur. Görünüşteki rastlantılar
"takdirişahsi" nin parçası olurlar. Otantik " benlerde" rastlantı diye bir
şey yoktur. Geri kalanı için her şey rastlantıdır.
Zerdüşt burada kurtuluş kavramının hatlarını çiziyor: hayatının "ke­
faretini ödemek" için kişinin yapması gereken şeylerdir -zira bu hayat
ayrılmaz bir biçimde dünyada geçer- ayrıca bir bütün olarak dünyanın
tarihidir. Fakat bu kesinlikle onun (ya da Nietzsche'nin) kefaret işini ger­
çekleştirmeye yeterli olduğu anlamına gelmez. Aslında il. Bölüm'ün son
iki söylevi de henüz bunu yapamayacağını açıkça gösterir. Zira bunların
açığa çıkardığı şey, dünyayı paylaşmak mecburiyetinde kaldıklarının "en
yüce ve iyilerine" bile "bulantıyla" baktığını, onların "kefaretini öde­
meye" yeterli olmadığıdır. Bu yetersizlik, kendi bengi dönüş düşüncesini
isteme, hatta zikretme yetersizliği olarak görünür. Bu durum da, bengi
dönüşün sadece kefaretin dramatik bir ifadesi olduğunu gösterir. Kefaret,
kurtuluş, kusursuz dünyayı bulmak, amor (ati, bengi dönüşü benimse­
mek, bunların hepsi aynı şeyin farklı ifadelerinden ibarettir.
Zerdüşt

Zerdüşt III. Bölüm

Zerdüşt'ün manevi gelişimi -hayatının Bildungsroman'ı- henüz ta­


mamlanmadığından, dağ doruklarındaki yalnızlığına geri dönüp daha
fazla düşünmelidir. III. Bölüm'de ( 1 8 84 Nisan'ında yayımlandı), Mutlu­
luk Adaları'ndan dağa doğru giderken buluruz onu. (Zerdüşt'ün deniz
ile dağ arasındaki gidiş gelişlerinin " babasının" hayat döngüsünü nasıl
yansıttığına dikkat edin.)
Görü ve Bilmece Üzerine. 140 Zerdüşt en sonunda büyük bir güçlükle
"en dipsiz" düşüncesini dillendirmeyi başarır, fakat sadece onu bir "gö­
rünün içeriği olarak iletebilmiştir. (Şimdiki) "An " diye adlandırılan ka­
pıdan iki yol çıkmaktadır, bunlardan biri geçmişe diğeri geleceğe gider.
Ama aslında ikisi de bir ve aynı yoldur. Zaman bir "çemberdir". Her
olay bir nedene "bağlı olduğundan ", şimdi olan her şey daha önce son­
suz kez olmuş olmalıdır -örneğin bu ay ışığındaki bu örümcek. Zerdüşt
görüsünü anlatmayı bitirdikten sonra bir köpeğin uluduğu duyulur. Ar­
dından sahne değişir. Boğuluyormuş gibi görünen genç bir çobanın ağ­
zından kara bir yılan sarkmaktadır (Nietzsche'nin kusarkenki hali gibi).
Çetin bir mücadeleden sonra çoban yılanın başını ısırıp kopartır ve ayağa
fırlayarak "daha önce hiçbir insanın gülmediği gibi" kahkahalarla güler.
"Görü"nün içeriğini anlamak için, pilleri asla bitmeyen bir oyun­
cak trenin çember şeklindeki ray üzerinde ebediyen hareket halinde ol­
duğunu düşünün: "An" denilen köprünün altından şimdi geçen vagon,
önündeki lokomotife " bağlı" olduğundan, aynı köprünün altından zaten
sonsuz kez geçmiştir ve gelecekte de sonsuz kez geçecektir. Bu söylev ben­
gi dönüş fikrinin iki şekilde ele alınabileceğini gösterir: bu öncelikle bir
köpeğin " ulumasının" ve kara safradan "yılanın" sebebi olarak düşünü­
lebilir, fakat aynı zamanda üstinsanın neşeli kahkahasına ve Şen Bilim in'

"bundan daha ilahi bir şey hiç duymamıştım" sözlerine yol açan düşünce
olarak da ele alınabilir. Bengi dönüş -diyelim ki doğruluğu keşfedildiyse­
neden bu tepkilerin ikisini birden yaratma yetisine sahip olsun?
Her şeyden önce niçin birisi -örneğin Zerdüşt, en azından eserin bü­
yük bir kısmında- bengi dönüşü " dipsiz" bulsun? Açık söylersek, aynı
hayatı tekrar tekrar yaşamanın inanılmaz bezginliğinden değil. Çünkü
önceki var oluşuma dair bir şey hatırlamadığımdan, tam olarak şu anki
hayatım tekrarlansa yine önceki var oluşumu hatırlamayacağım.
5 70 NIETZSCHE

Pek çok dünya dini gibi Hıristiyanlık da bireysel ya da dünyevi "kur­


tuluşu" , tarihi sona erdiren, en azından sıradan anlamda sona erdiren
bir saadet hali olarak görürler. Adeta zaman bir hedefe ulaşıp orada
duran bir oktur. Fakat zaman bir çemberse o takdirde "zamanın sonu"
yoktur. Bengi dönüşün potansiyel olarak "dipsiz" veçhesi şudur: Oku
iptal eden çember, öteden beri inanılan kurtuluşu da iptal eder. Hayat
" bilmecesinin" "nihai bir çözümü" yoktur.
Ama diyelim ki hayatta kurtuluşa erebiliriz. Peki, ya olup biten tüm
acı verici ve sorunlu şeylerin "kefaretini ödeyebilir", onları "altına"
çevirebilirsek? O zaman dünyamız zaten " kusursuzdur", "kurtuluşa"
erişilmiştir ve başka türlü bir kurtuluşa ihtiyacımız kalmamıştır. Cennet
krallığı burada ve şimdidir, bu yüzden başka bir yerde ve gelecekte bir
krallığa ihtiyacımız kalmaz. Çembere sevdalandığımız için oka duydu­
ğumuz tüm arzuyu yitiririz. Açıklanmayan bir tarzda genç çoban büyük
teodise [bkz. Sözlükçe] hamlesiyle bulantıdan neşeye geçiş yapmıştır.
Güneş Doğmazdan Önce. 141 "Sen, ey üzerimdeki gökyüzü, tertemiz
olan! Derin olan . . . kendimi senin yüceliğine fırlatmak -budur benim
derinliğim ... benim masumiyetim ... Güzelliğidir Tanrı 'yı gözlerden sak­
layan ... birlikte öğrendik kendimizin üzerine çıkıp asıl bize varmayı ve
hiç bulut/anmamış gülümsemeyi ... millerce aşağımızda her türlü zorla­
ma, amaç ve suçluluk devam ederken, parlak gözlerle ona uzaktan ba­
kıp bulut/anmamış gülümsemeyi ... geçip giden bulutlara kızgınım: sana
ve bana ortak olanı alıyorlar çünkü elimizden -o devasa sınırsız Evet
ve Amin demeyi ... ben bir kutsayıcı, bir Evet-diyenim ... Ama budur
benim kutsamam: her şeyin üzerinde onun kendi göğü, yuvarlak damı,
masmavi çanı ve sonrasız güvencesi olarak durmak: ve her kim ki kut­
sar, o kutsanmıştır. Çünkü her şey sonsuzluğun kaynağında kutsanmıştır
ve iyinin ve kötünün ötesinde ... Dünya derindir: ve günün herhangi bir
zaman düşünmüş olabileceğinden çok daha derindir. "
Ecce Homo 'da dendiği gibi "ilahi hassasiyetteki"142 bu pasajın
iki veçhesi kritik önemdedir. Birincisi, Zerdüşt bu pasajda bir anlığı­
na "Evet-diyen" olmuş, "zümrüt mutluluğuna" ulaşmıştır. Bir anlığına
Emerson'un "her şeyin kazançlı, her günün kutsal ve her insanın ilahi"
olduğunu görme deneyimini paylaşmıştır. İkinci önemli özellik pasajın
üslubu ve duygusudur -esrik, Dionysosçu. Ecce Hama bunu açıkça ifa­
de eder: " Güneş Doğmazdan Önce", " bir Dionysos" "dithyrambos'u-
Zerdüşt 571

dur" .143 Nietzsche'nin pozitivist dönemi boyunca bastırılan Dionysos


bizi geriye, Tragedyanın D oğuşu'na ve Dionysos bilincinin hayatın çi­
lesine yönelik "metafizik tesellisine" götürür. 144 Nietzsche artık "me­
tafizik dünyayı" reddettiğinden, yani doğalcılık uğruna idealizmi red­
dettiğinden, Dionysosçu olan artık önceki dönemlerindeki gibi tasavvur
edilemez elbette. Ama yine de bir bağ olmalıdır.
Tragedyanın Doğuşu'nda Dionysosçu hal iki tip aşkınlıktan oluşur:
doğanın ve bireyselliğin aşkınlığı; bireyselliğin aşkınlığı, her türlü çilenin
kaynağının açıklanmasıdır.145 Doğanın aşkınlığının mümkün olduğu
burada reddedildiğinden, Nietzsche'nin olgunluk döneminde tasavvur
edildiği haliyle Dionysosçuluk bireyselliğin aşkınlığından oluşmak duru­
mundadır. Hatta Nietzsche'nin söylediği de budur. 1 8 8 8 'deki bir notun­
da, "Dionysos sözcüğü kişiliğimizin ötesine, gündeliğin ötesine ulaşan,
tutkulu ve acı dolu bir taşma şeklinde birliğe varma güdüsü anlamına
gelir," der.146
Artık dünyanın ardında metafizik bir şeye doğru aşkınlaşma olarak
düşünülemeyen bir Dionysosçu bireysel aşkınlık nasıl mümkün olabi­
lir? Zerdüşt, III. Bölüm'ün ilerleyen sayfalarında kendisini "kendisinden
kaçarken kendini daha geniş bir alanda elde eden ruh" ,147 yani kendini
tüm var oluşun bütünselliğinin -"ardında" değil, daha ziyade- içinde
yeniden keşfeden bir ruh olarak tarif eder. Bana göre şu anda ele aldığı­
mız kesimde de böyle bir şey olmaktadır: Zerdüşt bir anlığına göğün her
şeyi kapsayan "masmavi çanı" haline gelir -sen "benim derinliğimsin"
der ona, her şeyin bütünselliği olur.
Demek ki "Güneş Doğmazdan Önce", aydınlanmanın bireyselliğin
aşkınlığından oluştuğu fikrine dönmektedir. Zerdüşt bize adeta aşkınlığı
yeni bir anahtarla sunmaktadır. Lou Salome bunu Nietzsche'nin "misti­
sizmin ebedi bilmecesine dolambaçsızca dalışı" olarak tanımlamıştı.148
Fakat Dionysosçu aşkınlığın bizi aklın ötesine, hatta karşısına götürdü­
ğü fikrinin doğru noktalara parmak basmakla beraber yanlış olduğunu
düşünüyorum. Zira Nietzsche'nin temkinli rasyonel felsefe yapma tarzı
da bize en nihai açıdan bireyselliğin bir yanılsama olduğunu söyler. Daha
önce sayısız vesileyle gördüğümüz gibi, gündelik " benlik" eylemde bu­
lunduğunu ve eylemlerinden "sorumlu" olduğunu düşünüyorsa kendini
kandırıyordur. Tümüyle neden ve sonuçla " birbirine düğümlenmiş" bir
dünyada " benim" eylemlerimden asıl sorumlu olan dünyanın toptan ne-
5 72 NIETZSCHE

densel tarihidir, bu yüzden de " ben"in aydınlanmış kullanımı onu top­


tan tarihe uygulamak demektir. Putların Alacakaranlığı'nda belirtildiği
gibi, en az şiirsel esriklik kadar rasyonel içgörü de "kişinin bütüne ait
olduğunu, bütün olduğu" nu görmeye dayanıyor.149
O halde, bir tarafta üstün "olumlama" , bengi dönüşü isteme ile di­
ğer tarafta Dionysosçu (metafizik olmayan) bireyselliğin aşkınlaşma
hali arasında bir bağ var. 1 5 0 Nietzsche bu bağı pek çok yerde kurar. Şen
Bilim'in V. Bölüm'ünde, sadece "Dionysosçu tanrı ya da insan" haya­
tı kayıtsız şartsız olumlama noktasına ulaşabilir -hayatın "korkunç ve
sorgulanabilir" veçhesi daha aşağıdaki her varlığı mağlup edecektir. 1 5 1
"Sınırsızca Evet ve Amin deme" , Ecce Homo'ya göre, "Dionysos an­
layışıdır" . 152 Fakat asıl güç soru Nietzsche'nin niçin bu bağı kurduğu­
dur. Bengi dönüş niçin gündelik, bireysel bir perspektiften istenemesin?
Niçin sadece "ruhlarını genişletmiş" , böylece Nietzsche'nin tercih ettiği
dille, "oluşun" bütünselliği haline gelmiş olanlar için mümkün olsun ?
Şen Bilim'in iV. Bölüm'ünde hayatlarımızda bir "takdirişahsi" , olup
biten her şeyin "en iyisi" olduğunu açığa çıkaran bir anlatı keşfetmek
için "olayları yorumlama ve düzenleme konusundaki teorik ve pratik
becerimizi" kullanmamız söylenir.153 Burada bengi dönüşü olumlamak
için şart olan geçmişin "kurtarılmasının", dünyaya dair olağan ve birey­
sel bir perspektiften fazlasını gerektirdiğine dair en ufak bir ima yoktur.
Ama hemen sonraki kesimde Nietzsche "ölümü düşünerek" "melanko­
liye" sürüklenir: Tüm bu "susuz hayatın" "yakında suskunlaşacağım" ,
"herkesin gölgesinin karanlık bir yol arkadaşı gibi arkasında durduğu­
nu" düşünmektir onu buraya getiren. 1 54 ( Gezgin ile Gölgesi'ndeki "göl­
genin" ölüm olduğunun ortaya çıktığına dikkat edin.) Bu da (orijinal)155
Şen Bilim'de görüldüğü kadarıyla ölümün ve ölümün kaçınılmazlığına
dair bilginin, bengi dönüşü istemeye aşılmaz bir engel çıkardığı anlamı­
na gelir.
Gerçekten de böyle bir engel çıkmaktadır elbette. Nietzsche'nin iste­
diği gibi hayatı tutkuyla teyit eden biri olsaydım ölmek son isteyeceğim
şey olurdu. (Kimse hala en civcivli anında olan harika bir şenliği bırak­
mak istemez. ) Hayatı sağlıklı bir şekilde olumlayan için kendi ölümü
asla "en iyi şey" olamaz. Hayatı-inkar eden mutsuz biri için ölüm en iyi
şey olabilir elbettt;, ama onun için çemberi onaylamanın önünde sürüyle
başka engel vardır. O halde ölüm ayrandaki sinektir: ölümün her yerde
Zerdüşt 573

mevcut "gölgesi" yüzünden çember olağan perspektifle olumlanamaz,


olağandışı perspektifi, yani aşkınlaşarak bütünsellikle özdeşleşmeyi ge­
rektirir. Durum şöyle bir bakış açısıyla dönüşüme uğratılır: Bir zamanlar
olduğumu düşündüğüm bireyin ölümü şimdi bana saçmalık gibi gelir.
Aynı zamanda da zorunluluktur, çünkü yeninin doğumu için eskinin
ölümünün önşart olduğunu görürüm.
Nietzsche'nin Zerdüşt'te yeni bir dinin kurucu kitabını yazmak iste­
diğini görmüştük. Fakat din sıfatını kazanabilecek bir şeyin ölüm ko­
nusunda derin ve avutucu bir şeyler söylemesi gerekir; zira insanlar için
ölüm summum malum'dur, yani en büyük kötülük, en ilkel korkudur.
Özellikle Nietzsche'nin gözünde, bu statüye sahip olmalı, zira insanın
özü olarak tanımlamaya giderek yaklaştığı şeyin, güç istencinin en bü­
yük olumsuzlamasıdır ölüm. Varlık yoksa güç de yoktur!
Nietzsche Tragedyanın Doğuşu 'nda gerçekten de bu ilkel ihtiyaca
cevap verir: Bireysellik "yanılsamasının" ötesine geçerek kişinin "İlkel
Birlikle" özdeşliğinin farkına varmasının, her şeyden önce ölümlülüğün
"metafizik tesellisi" olduğunu gösterir. Fakat sonra pozitivist dönemi­
ne girdiğinden ölüm konusunda sessiz kalır; konuşmak zorunda kal­
dığında da beylik laflar eder ve/veya kaçamaklı davranır. İnsanca, Pek
İnsanca'da büyük sanatın ebedi hayatı temin edebileceğine dair gençli­
ğindeki fikrine özlem duyduğu bir an yaşadığı doğrudur. Beethoven'ın
Dokuzuncu Senfonisi'nin algıları açık insanda "yüreğinde ölümsüzlük
düşüyle yeryüzünden yükselip yıldızlı kubbede süzülüyormuş" duygusu
yarattığını söyler. ( " Yıldızlı kubbe"nin Beethoven'ın "düşünü" "Güneş
Doğmazdan Önce"deki "masmavi çan"a bağladığına dikkat edin. ) Fa­
kat bu düşüncenin maskesi hemen indirilerek özgür ruhun "entelektüel
dürüstlüğünü" sınayan bir nevi duygusal geriye düşüş olduğu gösterilir.
Şen Bilim in "ölüm düşüncesinin" melankolisine dair tartışması
'

pozitivist eserler kadar kaçamaklıdır: Önerebildiği en iyi şey oturma


odasındaki fili görmezden gelmemiz, "ölüm düşüncesini aklımıza getir­
memeye" çalışmamızdır. 156 Zerdüşt'ün 1. Bölüm'ü bile ölüm konusun­
da yüzeysel kalır. Gördüğümüz gibi, "gönüllü ölümü" seçerek "doğru
zamanda" ölmemizi tavsiye eder sanki kişinin hayatını sona erdirmeyi
seçmesi Time dergisine aboneliğini iptal etmeyi seçmesi kadar kolay ve
önemsizmiş gibi. Ama en nihayetinde, "Güneş Doğmazdan Önce"de,
doğaüstüne kaymadan ölüm hakkında derin ve öğretici bir şey söyle-
5 74 NIETZSCHE

meyi bilmiştir; aslında bu söyledikleri felsefesinin temellerinde örtük


olarak da vardır. Fiilen ve belki de onların yardımıyla hem Malwida'yı
hem de Lou'yu izleyerek panteizme ulaşır: Ölüm aydınlanmış biri için
önemsizdir, çünkü kişinin asıl özdeşliği esrik, panteist "Tüm"ledir. Zer­
düşt, " [aydınlanmış ruhun] ebedi pınarı olan "masmavi çan" haline
gelerek, Nietzsche'nin pozitivist döneminin sınırlı perspektifiyle alaya
almaya mecbur kaldığı ölümsüzlüğe ulaşır. Aydınlanmışlar için ölüm
korkusunun yerini "en fazla alana " genişlemiş bir ruhun "ebedi emni­
yeti" alır.

Zerdüşt N. Bölüm

Nietzsche 1 8 Ocak 1 8 84'te Schmeitzner'e Zerdüşt'ün nihayet ta­


mamlandığını yazdı.157 Fakat sonraki Kasım'da dördüncü bir bölüm
üzerine çalıştığını bildirdi (hatta beşinci altıncı bölümleri de düşünü­
yordu, çünkü ölene kadar yazmaya devam etmezse Zerdüşt ona huzur
vermeyecekti).158 Sonraki yılın Şubat'ında iV. Bölüm'ün tamamlandı­
ğını, bütün esere "görkemli bir son" verdiğini, ama yayımlanmak için
değil, dostlar arasında dağıtılmak üzere yazıldığını söyledi. 1 8 85 Ni­
san'ında kırk beş nüsha basıldı ve dağıtıldı -olağan şüphelilerimizin
yanı sıra eklenenlerden biri de Helene Druskowitz'di; daha sonra ona
tekrar döneceğiz. Nietzsche'nin bölümü yayımlamaya gönülsüzlüğü ilk
başta bir zorunluluktan fazilet çıkarmak gibi görünür. Dehşet verici
Schmeitzner'le artık bir şey yayımlamak istemediğinden, aslında artık
yayıncısı da yoktu.159 Fakat 1 886'daki mektupları sahiden iV. Bölüm'ü
yayımlamak istemediğini açıkça gösteriyor: Dine karşı aşırı tahkir edici
sözleri nedeniyle hem " polisten" hem de emeklilik aylığının kesilme­
sinden korkuyordu. 160 iV. Bölüm'ün annesi gibi insanları gereksiz yere
gücendirmenin yanı sıra, Zerdüşt'ün tamamının yasaklanmasına da yol
açacağından çekiniyordu.
Araştırmacılar iV. Bölüm'ün 1 8 8 6'daki sözde "tamamlanmış" Zer­
düşt'te bulunmamasını ( bu baskıda ilk kez 1. ve III. Bölümler birlikteydi)
çoğunlukla yazım kalitesinin ilk üç bölüme kıyasla düşmesine bağlarlar.
Üslubun önceki bölümlerden farklı olduğu açıksa da -İncilvari ciddiye­
tin yerini parodiler almıştır- ben şahsen kalite azalmasına dair bir kanıta
Zerdüşt 575

rastlamadım. Daha da önemlisi, Nietzsche'nin kendisinin iV. Bölüm'ün


kalitesine dair bir şüphesi olduğunu gösteren kanıt yoktur.
Eserde hoş bir simetri vardır. Artık saçları ağarmış Zerdüşt, mağa­
rasının civarında dolaşırken sekiz "daha yüce insanla" karşılaşır -muh­
temelen bunlar Nietzsche'nin kitaplarını ithaf ettiği "özgür ruhlular"
olma statüsünün adaylarıdır- ve onların hepsini mağarasında yemeğe
çağırır. Bu sekiz kişi onun yüksek beklentilerine cevap veremeseler de,
modernliğin pire boyunda " son insanlar" sürüsünden daha yücedirler
sahiden. Bu sekiz kişi şunlardır: hayatın anlamsız olduğunu söyleyen
bir Schopenhauer'cı figür olan "kahin"; modern dünyada hiyerar­
şi ve saygı eksikliğinden bahsedip "ayaktakımı " hakkında atıp tutan
( bu atıp tutmaların tarzı ve içeriği şüphe uyandıracak kadar Nietz­
sche'ninkilere benzemektedir) "iki kral" (bu iki krala tek kişi muamele­
si yapılmaktadır); ne kadar dar olursa olsun sadece hakikatle ilgilenen,
"ruhu vicdanlı" bir akademisyen tip; "sahtelik" anlamında "aktör" ve
Wagner'in açık parodisi olan " sihirbaz"; Tanrı'nın öldüğünü bilen ve
hem Zerdüşt'ü hem de kendisini artık Tanrı'ya inanmaktan alıkoyanın
Hıristiyan (hakikat) takvası olduğunu söyleyen "son papa"; * bir nevi
İsa figürüne benzeyen, ineklere vaaz verirken görülen "gönüllü dilen­
ci"; kendini "gezgin" olarak tanımlayan "gölge"; son olarak da çir­
kinliği yüzünden Tanrı'nın onu görünce ölmesine yol açan "en çirkin
adam " . Bunların hepsinin Nietzsche'nin kendi kişiliğinin ve geçmişinin
veçheleri olduğu açıktır. Zerdüşt daha yüce insanları "yeterince yüksek
bulmadığından" , Nietzsche'nin hayatındaki ve kişiliğindeki, artık "aş­
tığını" düşündüğü veçheleri temsil ederler: Eskiden Schopenhauer'cıy­
dı, modernlik hakkında atıp tutuyordu, anlamsız filolojik ayrıntıları
araştırıyordu, Wagnerciydi, Hıristiyan doğruluğu yüzünden Tanrı'dan
vazgeçmek zorunda kalmıştı, yaşamını gönüllü yoksulluk içinde sür­
dürüyordu (ayrıca, ileride göreceğimiz üzere, ineklere vaaz veriyordu),
ruhunda özellikle Salome macerasında ortaya çıkmış pek çok "çirkin"
parça vardı, son olarak da pozitivist döneminde bir Gezgin ve önceki
benliğinin bir gölgesiydi.

*
"Bezgin görünüşlü, solgun yüzlü, karalara bürünmüş uzun boylu bir adam" olarak
tarif edildiği için şüphe uyandıracak kadar Franz Liszt'e, özellikle de 1 839'da Henri
Lehmann'ın yaptığı ünlü portredeki haline benzemektedir. Liszt bir Katolik rahip
olduğu için Nietzsche burada ufak bir yaramazlık yapıyor gibidir.
NIETZSCHE

Eşek Şenligi

Daha yüce insanların hepsi, söylendiği gibi Zerdüşt'ün mağarasında


toplanır. Zerdüşt'ün kendisi mağaraya döndüğünde, onların korosun­
dan geliyormuş gibi duran bir " yardım çığlığı " duyar. Zerdüşt onlara
biraz neşelenmelerini söyler, ihtiyaç duydukları şey biraz dans etmek ve
komik soytarılıklar karşısında gülmektir.161 Mağaradaki havayı boğucu
bulduğu için bir yürüyüşe çıkar. Döndüğünde mağaradan gelen kıkırtı­
lar duyar ve esans (belki de marihuana) ve "yanan kozalak" kokusu alır.
İçeride daha yüce insanların bir eşeğe taptığını görür. "Eşek Şenliği"nin
yüce amacı sahte bir ciddiyet havasına inmektir; Tanrı'nın cisimleşmesi
olarak muamele gören eşeği övmek için bir "ayin duasına" başlarlar.
Dua, "Amin! Ve övgüler ve onurlar ve bilgelik ve şükran ve şan ve kud­
ret Tanrı'mıza olsun," diye başlıyordu; eşek de tahmin edilebileceği gibi,
"Aaa-iii" diye anırarak karşılık veriyordu.162
***

Diğer adı Soytarılar Şöleni olan tarihteki gerçek Eşek Şenliği ortaçağ
Avrupa'sında, özellikle de Fransa' da kış ortasında biraz kurtları dökmek
için düzenlenen bir karnavaldır. Kilise hiyerarşisi tarafından biraz yarı­
isteyerek de olsa kınanan bu karnaval, zar atma ve mihrapta kara (yani
kanlı) sosis yeme (Aşai Rabbani yani Ekmek Şarap Ayini'nin parodisi)
gibi şeyleri de içeriyordu. Ayrıca maskeler takılıyor, kadın ya da hay­
van kılığına giriliyor, törenden sonra genellikle isyancılar gibi şehirde
dolaşılıyordu. Günün biraz kan dökülmesiyle sonlanması da çok nadir
görülen bir şey değildi.
Törenin kendisinde ilgi odağı eşekti. Çoğunlukla dört köşesi katedralin
en önemli dört azizi tarafından tutulan altın sarısı bir kumaşla sırtı örtül­
müş olarak katedrale götürülen eşek, övgü ilahilerinin de nesnesi oluyordu.
Nietzsche'nin Eşek Şenliği'nde sözü edilen "yanan kozalaklar"ın
kaynağında, on sekizinci yüzyıl aforizmacısı, Nietzsche'nin iyi bildiği
ve Zerdüşt'ün iV. Bölüm'ünü yazmadan kısa süre önce okuduğu Georg
Lichtenberg'in ortaçağ şenliğinin belli bir versiyonunu tarifi vardır. 163
Şenliğin, Lichtenberg'in anlattığı on üçüncü yüzyıl versiyonunda Baki­
re Meryem'in Mısır'a kaçması canlandırılır. Meryem'i temsil eden genç
bir kadın katedrale götürülür, arkasında din adamları ve kalabalık var­
dır, sonra büyük bir ciddiyetle ilahi söylenir. Fakat her kesimden sonra
Zerdüşt 5 77

"Amin" değil " Aaa-iii" denir. Hatta eşeğin kendisi de bu koroya katı­
lırsa daha iyi olur. İlahinin sonunda alışılmış kutsama yerine rahip üç
kez "Aaa-iii" der ve kalabalık da aynı şeyi yapar. Tören yarı Latince
yarı Fransızca bir eşeğe övgü ilahisiyle sona erer. Bu ilahinin sözleri ara­
sında "Adventabat asinus / pulcher et fortissimus (İşte geliyor güzel ve
kuvvetli eşek ) " cümlesi de vardır.164 Nietzsche Zerdüşt'ün iV. Bölüm'ü
tamamlandıktan birkaç gün sonra von Gersdorff'a gönderdiği mektup­
ta165 ve sonraki yıl İyinin ve Kötünün Ôtesinde'del66 bu satırları "eski
bir gizemden nefis bir vecize" diyerek alıntılar.
***

Zerdüşt daha yüce adamların Eşek Şenliği'ni kutladığını keşfedince


onlara karşı tavrı değişir. Hala onun beklediği gibi olmamalarına rağmen
(Nietzsche'nin başka yerlerdeki diliyle " birinci sınıftan" özgür ruhlar ol­
mamalarına rağmen), "cesurca saçmalıkları" ve yeni "neşeleri" onlara
"yeni dostlarım" demesine yetecek kadar hoşuna gitmiştir. Bana kalırsa
tarihsel şenliğin iki unsuru Zerdüşt'ün değişen tavrını açıklamaktadır.
Birincisi, şenlik olağanüstü aşağılayıcıdır, ortaçağın basmakalıp "kasvet­
li sofuluk çağı" görüntüsüyle taban tabana zıttır. Bu da artık kendisine
verdiği adla "Deccal"a çok çekici görünürdü elbette. İkincisi, antik dün­
yanın Dionysosçu şenliklerinin ortaçağda sürdüğünü göstermektedir. Bu
süreklilik Vaftizci Yahya ve Aziz Vitus şenliklerini dans edip şarkı söyleye­
rek kutlayan kalabalıkların "Dionysosçu esrikler", Yunan tragedyasının
"Dionysosçu korosunun" canlanması olarak tasvir edildiği Tragedyanın
Doğuşu 'nda tanınmıştır.167 Bugün bildiğimiz üzere, Apolloncu "ağırhaş­
lılıktan" (dünyaya dair sıradan perspektiften) çıkıp Dionysosçu "esrikli­
ğe" (olağandışı perspektife) geçmenin bengi dönüşü istemek için zorunlu
olduğunu düşününce, daha yüksek insanların, Dionysosçulukları kalıcı
bir içgörüden ziyade anlık bir sarhoşluk olmasına rağmen, en azından
umut verici doğrultudaki bir noktayı temsil ettiklerini görebiliriz.
***

Zerdüşt "Sarhoş Şarkı" * yla sona erer;168 bunun da başka bir " Di­
onysos Dithyrambos'u" olduğu açıktır. "Tüm neşe bengilik ister, dönüş

* "Sarhoş Şarkı "nın şiirsel düzyazısı, sonunda tam bir şiire döner. Sils Maria 'nııı
Chaste yarımadasına (Nietzsche'nin gömülmek istediği yerde) 1900'de Nietzschc'nin
orgcu arkadaşı Cari Fuchs ve konser piyanisti Walther Lampe tarafından dikilen taş
anıtta da bu şiirin sözleri vardır (bkz. Resim 26). Daha önce belirtildiği gibi, Gustav
Mahler Üçüncü Senfoni'sinin müziğinde bu sözleri kullanmıştır.
NIETZSCHE

ister," diye şarkı söyler Zerdüşt. Fakat aynı zamanda, "işte şimdi dün­
yam kusursuz oldu," dediğinden, nihayet en azından bir anlığına bengi
dönüşü isteyebildiğini öğreniriz. Ardından tan ağarır ve "İşaret" 169 gö­
rünür; güvercinlerle çevrili gülen bir aslandır bu işaret. Ayılan daha yüce
insanlar kaçıp giderler.
Aslan vahşi bir savaşçı olmasına rağmen (biraz C. S. Lewis tarzı),
güvercinler büyük ihtimalle Nietzsche'nin savaşının "dumansız ve ba­
rutsuz" olduğu anlamına gelmektedir. 1 70 Yine muhtemelen Zerdüşt bu­
rada en azından Zerdüşt'ün başındaki " Üç Dönüşüm"de geçen aslan­
la akrabadır ve başlı başına "çocuğun", sahici yaratıcının "işaretidir".
Fakat kükremek yerine gülmesi de akrabasından daha etkin bir aslan
olduğunu gösterir, çünkü Nietzsche'nin de kabul ettiği gibi, "Gazapla
değil kahkahayla öldürür kişi" . 171 Bu da daha yüce insanlarda -Nietz­
sche'nin manevi yolculuğunun önceki evrelerinde bulunan ama artık
aştığı (en azından Zerdüşt'ün aştığı) yönlerinde- sorunun ne olduğunu
gösterir. Önceki evrelerde modern kültürün yozlaşmışlığına kudurmuş­
çasına bir öfkeyle saldırıyordu ki bu da onun hala o kültürün bir parçası
olduğunu gösterir. Ancak öfkesini yendiğinde, eski Tanrı'nın kötü değil
gülünç olduğunu fark ettiğinde kişi sahiden "ilerleyebilmiştir" . İşte o
anda kişi yeni tanrılar yaratma özgürlüğüne sahiden kavuşmuş biri olur.
20. Bölüm

Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar

ietzsche'nin, Zerdüşt'ün il. ve III. Bölümlerinin yazıldığı Nice'te


N bütün bir 1 8 83-4 kışını geçirmeye karar verdiğini görmüştük. Bu
göçebe -yazlar Sils'te, kışlar Nice'te- yaşam tarzının amacı, sağlığı için
en iyisi olduğuna karar verdiği ve üretken hayatının sonuna kadar de­
vam edecek "kalıcı, ılık kış" havasını yaratmaktı. 1 Nice'i ilk başta çok
da sevmemişti: "Paris'in kötü bir taklidi, ormanlar, gölgeler ve sessizlik
bakımından inanılmaz eksikleri olan gösterişçi bir yarı-büyük-şehir"di2
ilk izlenimi. Sessizlik arayışı onu birkaç ay içinde yeniden taşınmaya
zorladı ve Villa Mazollini'den ayrılıp bu kez Petite Rue St. Etienne'deki
Cenevre Pansiyonu'na geçti. Bu pansiyon özellikle Savorin ailesinin mü­
kemmel İsviçre mutfağı dolayısıyla tavsiye edilmişti.

Joseph Paneth

Nietzsche Nice'teki ilk kışının büyük bir kısmında Joseph Paneth ta­
rafından sıklıkla ziyaret edildi. Paneth'in bu buluşmalara dair yazdıkla­
rına bakılırsa Nietzsche Yahudi karşıtı harekete kendi ailesine bile sız­
mış bir "domuzluk" gözüyle bakıyor, Polonya kökenli olduğunda ısrar
ediyordu: Nietzsche soyadının "yok edici" ya da "nihilist" anlamları­
na gelen "Niecki"den türediğini iddia ediyordu gülerek. (Overbeck de
Nietzsche'nin aynı meseleyi biraz rahatsız edici tarzda uzatıp durduğun­
dan bahseder, ama bunun ciddi bir inançtan ziyade mecaz olduğunu be­
lirtir. ) Paneth'in hatırladığı kadarıyla Nietzsche mektuplarının asla ya­
yımlanmaması gerektiğini, dostlarından da ölümünün ardından sadece
kendisinin bu amaçla seçtiği ve hazırladığı mektupları yayımlatmalarını
isteyeceğini söylemişti. İnsan, diyordu Nietzsche halkın karşısına "ceket­
siz" çıkmamalı. Ondan sonra sohbet dahilik ile delilik arasındaki bağa
5 80 NIETZSCHE

dönmüştü. Nietzsche iki durum arasındaki benzerliğin insanın tek bir


fikre saplanması olduğunu belirtiyordu. Sonra da Goethe'nin vecizesini
alıntılıyordu: "İnsan ancak çılgın olduğu sürece çabalar. " Mart başında
gerçekleşen beşinci karşılaşmalarında Nietzsche temel amacının "insan
ırkını ve kültürünü iyileştirmek" olduğunu açıklamıştı; bu iyileştirilmiş
hale de "üstinsan" demişti. Sadece zayıf çağlarda haz için çabalanır, diye
eklemişti, güçlü çağlarda amaçlar için çabalanır. Mart sonundaki son
karşılaşmalarında Nietzsche Almanları "uysal" bir ırk olmakla suçla­
mış, bütün olarak toplumun öngörülen yararı uğruna bireyselliklerini
feda etmeye hazır olduklarını belirtmişti. Almanların başka suçlarını
da listelerken Luther'in Hıristiyanlığın çöküşünü cidden geciktirdiğini,
Napolfon'un birleşmiş bir Avrupa yaratmaya yönelik kahramanca giri­
şimlerinin engellenmesinden Almanların sorumlu olduğunu yazmıştı.3

Resa von Schimhofer

1 8 84 Nisan'ının başında ilk önce Nice'ten Venedik'e gitmeyi planla­


yan Nietzsche, kış mekanında ayın yirmisine kadar kaldı. Çünkü "anne
yerine koyduğu arkadaşı" Malwida von Meysenbug'un önerisiyle onu
ziyarete gelecek olan Resa von Schirnhofer'in ( bkz. Resim 27) mektubu­
nu almıştı. Nietzsche bu ziyaret teklifini heyecanla kabul etti ve Resa 3
Nisan'dan 1 2 Nisan'a kadar Nice'te kaldı.
1 855'te doğan Resa ( 1 948'de 93 yaşında öldü) 1 8 82'de Zürih'e gi­
derek doktorasına başlamış ve 1 889'da tamamlamıştı. (O dönemde,
kadınları kabul eden tek Almanca konuşulan üniversite Zürih'tey­
di.) 1 8 82'nin başlarında Parsifal'in ilk icrasının yapıldığı Bayreuth'ta
Malwida'yla karşılaşmıştı. Ayrıca Lou'yla da tanışmış fakat onu pek
sevmemişti. Lou'nun "diyalektik ustalığının", sıklıkla " sofizme" kay­
dığını düşünüyordu ve daha önce belirtildiği gibi, "kırbaç" fotoğrafını
çıkarıp çıkarıp göstermesini bayağı bulmuştu.
Nietzsche'nin pek misafirperver olduğu anlaşılmış, onun mütevazı
dostluğu ve "mesleki" tavırlarının tanıdıklığı karşısında Resa'nın baş­
taki korkusu çabucak kaybolmuştu. Nietzsche onu bir boğa güreşine
götürmüş (ama bu güreşte boğanın öldürülmesine izin verilmiyordu),
sevdiği yerlerde yürüyüşe çıkartmıştı. Bunlardan biri olan Mont Boran
tırmanışı, özellikle hatırlanmaya değerdi.
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar 58 1

Şahane bir gündü [diye yazar Resa], karayel her şeyi havalandırıyordu, bir va­
gonla kısa süre çıktıktan sonra dağa tırmanmaya başladık. Nietzsche dithyrambos
havasındaydı ve insanı yeryüzünün çekiminden kurtaran bu yeli övüyordu: Ona göre
bu esintilerde sağlıklı bir salınma vardı. Tahkim edilmiş zirveye doğru giderken belli
bir yüksekliğe çıkınca Fransız bekçiler yolumuzu kesti ... O yükseklikte bir çardağın
altına yerleştirilmiş ahşap masa ve sıraları olan basit bir osteria [ucuz kahve] bu­
lup oturduk. Harika dağ manzaralarıyla çevrili bir yerdi. Çevremizde şahane tepeler
ve aşağıda da büyüleyici koyları olan zarif bir kıyı şeridi vardı. Koyları çevreleyen
yeşil hilallerin arasında ev kümeleri parlak çiçekler gibi ışıldıyordu. Orada kıvılcımlı
bir havada ve güldürücü esinlerle ... Nietzsche'nin kadehime koyduğu "Vermouth di
Torino"yu ilk kez tattım. "Korunan dağ" pek çok dizeye vesile oldu, her biri peş peşe
ağzından dökülüyordu. Hayretler içinde kaldım sonra ben de ufak tefek bir şeyler
ekledim. Herhangi bir yüksek sanatın doğaçlamaları değildi belki ama bana beklen­
medik Nietzsche'yi gösteren eğlenceli manilerdi.4

Nietzsche Zerdüşt'ün meşhur kırbaç pasajından alınmamasını söy­


ler Resa 'ya, hatırladığı kadarıyla zaten tanışıklıklarının bu aşamasında
onun da hiç alınmaya niyeti yoktur; bunu tüm kadınlara değil sadece
bazı vakalara uygulanabilir "şairane bir genelleme" olarak görmüştür.
( Elizabeth "kırbaç" sözünü aynı ve büyük ihtimalle hatalı şekilde yo­
rumlayarak benzer iddiada bulunur -bu söz sadece " uygun sınırlar"
içinde kalmalarını sağlayacak "erkek eline" ihtiyaç duyan bazı kadın­
lar için geçerlidir- böyle bir terbiyeye kimin ihtiyaç duyduğunu düşü­
neceğini tahmin etmek de güç değil. ) Yine bir keresinde Nietzsche onu
Promenade des Anglais'de yürüyüşe götürür ve ufukta bir karaltı gibi
duran Korsika'yı gösterir. Bu da Napoleon üzerine bir söyleve vesile
olur. Nietzsche onu çağdaş insan ile "üstinsan" arasındaki halka ola­
rak görmektedir. Ayrıca Napoleon'un nabzı ile kendisinin nabzının aynı
-dakikada altmış vuruş- olduğunu söyler.
Nietzsche pek az insanın yanında olduğu kadar rahattır Resa'nın
yanında; " beni çok güldüren bir maskara," diye tarif etmiştir onu
Overbeck'e.5 Ayrıca onun pek yüzüne bakılır olmadığından, hatta düpe­
düz "çirkin" olduğundan6 şikayet ettiği doğrudur, fakat büyük ihtimalle
tam da cinsel gerilimin olmaması yüreğini hafifletmiş, kız kardeşinin ya­
nındaymış gibi rahatlamasını ve aptalca dizeler uydurmasını sağlamıştır.
NIETZSCHE

"Öteki" Nietzsche

Fakat Nice ziyareti sırasında Resa bir keresinde çok farklı bir kişi
bulur karşısında:

Nietzsche gitmek için kalkarken aniden tavırları değişti. Yüzünde katı bir ifa­
deyle ve birileri anlattıklarını duyarsa korkunç bir tehlikeye girecekmişçesine gö­
nülsüzce çevresini kolaçan ederek, sesi duyulmasın diye elini ağzına götürerek
bana Zerdüşt'ün Hayat'ın kulağına fısıldadığı "sırrın" ne olduğunu söyledi ... "Bengi
dönüş"ü ve bu fikrin muazzam ağırlığını bana anlatış tarzında tuhaf, hatta esrarengiz
bir eda vardı. Fikrin içeriğinden ziyade Nietzsche'nin anlatma tarzını çok yadırgamış­
tım. Aniden "başka" bir Nietzsche karşıma çıkmış ve tüylerimi diken diken etmişti.
Sonra bu fikri daha fazla açıklamaksızın normal konuşma tarzına döndü ve eskisi
gibi oldu. Keşfinin büyüklüğünü vurgulamak için duyarlılığımın tellerine kasten sert
vurduğu izlenimine kapıldım.?

Nietzsche'nin kişiliğinin ani değişimine dair başka kayıtlar da var­


dır. Resa aynı şeyi sonraki Ağustos'ta Sils Maria'da yeniden yaşamıştı,
Overbeck de Nietzsche'nin bengi dönüşün "gizli doktrinini" açıklarken
aniden ciddiyetle " fısıldamaya " geçtiğini yazmıştır.8 Üstelik dönemin
mektuplarında zaman zaman megalomanlığın değilse bile en azından
kendini beğenmişliğin pırıltıları görülmektedir. Örneğin 1 8 84 Şubat'ın­
da Zerdüşt'ün Luther ve Goethe'yi takip ederek son adımı attığını, Al­
man dilini kusursuzluğa ulaştırdığını,9 Mart'ta ise eserinin " insanlık
tarihini iki yarıya böleceğini " l O iddia etmiştir. Sonraki yılın Mart'ında
ise kendisiyle kıyaslandığında Mesih'in "yüzeysel " bir figür olduğunu
iddia eder, Tanrı'nın var olmamasına üzüldüğünü, çünkü en azından
kendisiyle aynı düzeyde bir dostu olmasını istediğini söyler, Elizabeth
gibilerle nasıl biyolojik bağı olduğunun tümüyle bir muamma olduğun­
dan bahseder. 1 1 O halde görünüşe bakılırsa yumuşak tavırlı, gözlüklü
Friedrich Nietzsche'nin içinde başka bir varlık ( bu varlığa " Zerdüşt"
denmelidir elbette), yanında dünya-tarihi bakımından önemli bir "giz­
li" mesaj taşıyan peygambervari bir figür yatıyordu. Onun bu kadar er­
ken tarihte ortaya çıkan bu görüntüsünün, 1 8 89'da kendisini tamamen
saran deliliğin doğasına ve nedenine ne kadar ışık tutabileceği üzerinde
duracağım.
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar

Meta von Salis

Nietzsche 1 8 84 Nisan'ının sonunda Nice'ten ayrıldı ve Venedik,


Basel, Zürih üzerinden Sils Maria'ya yavaş süren bir yolculuk yaptı.
Zürih'te Resa'nın üniversiteden arkadaşı Meta von Salis'le ( 1 855-1 929)
tanıştı. Yüksek İsviçre aristokrasisinin güzel ve zeki bir üyesi olan Meta
( bkz. Resim 2 8 ), tıpkı Resa ve hem ortak arkadaşları hem rol modelleri
Malwida von Meysenbug gibi kadınları (en azından üst sınıftan ka­
dınları) geleneksel ev hanımlığının zincirlerinden kurtarmaya kendini
adamış ateşli bir feministti. 1 8 8 7' de doktorasını tamamla yarak (orta­
çağ imparatoriçesi Poitoulu Agnes üzerine bir inceleme), doktora yapan
ilk İsviçreli kadın olacaktı. Unvana pek ilgi duymadığını, ama "kadın
sorununa faydalı olmak için" tezi tamamlamaya karar verdiğini söylü­
yordu.
Nietzsche onun aristokrat tavırlarına, özellikle de İsviçre lehçesi ye­
rine yüksek Almanca konuşmasına hayrandı. Meta'nın da Nietzsche
karşısında ağzı bir karış açık kalmıştı -bu karşılaşmanın hayatının
geri kalanına "altın ışıltısı" verdiğini 12 söylemişti. Meta ömrü boyun­
ca, Nietzsche'nin felsefesini yayma davasından vazgeçmedi. ( 1 897'de
Weimar'daki Villa Silberblick'i alan Meta'ydı; Nietzsche'nin son üç
yılında hem ona hem Elizabeth'e yuva olan bu ev daha sonra da Nietz­
sche Arşivi'nin mekanı olacaktı. ) Nietzsche'nin aklı başında geçen
geri kalan yıllarında Meta onun arkadaşı kalacaktı. * Fakat bildiğimiz
gibi Nietzsche artık, Meta'nın hayatına rehber olan ideale, kadınla­
rın özgürleşmesine tüm sempatisini yitirmişti. Meta 1 8 85 baharında
Burckhardt'la çalışmak için Zürih'ten Basel'e geçmeye kalkıp da hala
kadınları dışlayan üniversite tarafından reddedildiğinde, Nietzsche'nin
sempatiden uzak tepkisi "ajan provokatörün kurnazlığına gülmek ol­
muştu: Meta tam da istediği şeyi elde etmişti, reddedilmiş ve böyle­
ce 'kışkırtıcı' cephanesini artırmıştı." 13 Unutmayın ki aynı Nietzsche
Basel'in beşeri bilimler dekanı olarak daha önce kadınların kabulü için
gayretle mücadele etmişti.

*
Meta ile zaten yakın dostu ve feminist dava arkadaşı olan Hedwig Kym 1 9 1 0'da
dahi aynı evi paylaştığından, büyük ihtimalle Meta ile Nietzsche arasında cinsel ge­
rilimin olmaması gibi faydalı bir durum vardı: çok iyi anlaşan ikilinin evlenmeleri
gerektiği ima edildiğinde Meta şaşırıp kalmıştı (Gilman [ 1 987) s. 1 98).
NIETZSCHE

Sils Maria'da Üçüncü Yaz

Nietzsche en sonunda üçüncü yazını geçirmek üzere 1 8 Temmuz'da Sils


Maria'ya vardı ve 25 Eylül'e kadar orada kaldı. Durisch onu Chur'dan
gelen posta arabasının kapısında iki elini uzatarak karşıladı. Nietzsche de
buna "nihayet eve geri döndüm" diye karşılık verdi. 1 4
Durisch ona " bizden biri" diyordu. Meta von Salis'in d e gözlemlediği
gibi, Nietzsche o kadar eğitimine göre "sadelik yeteneğine sahipti" (aynı
şey Martin Heidegger için de söylenir), eğitimsiz taşra insanlarının haya­
tına gayet tabii bir şekilde giriveriyordu. Meta'nın anlattığı kadarıyla, ev
sahibinin öküzü şap hastalığı salgınına kurban gidecek diye korkmasını
gayet iyi anlamış ve yaklaşan hasat konusunda onunla canlı bir sohbete
girişmişti. Engadin'in ekonomisinde başlıca olaylardan biri hasattı, çün­
kü hayvanlar için kışın yem bulmak tamamen hasada bağlıydı. 1 5
Nietzsche basık tavanlı "mağarasına" , Durisch evinin ikinci katı­
nın arka tarafındaki loş, reçine kokulu, çam ahşabı kaplı odasına geri
dönmüştü. Pforta'da içine işleyen Spartalı özdisipliniyle, tan ağarma­
dan kalkıyor, bir ibrikten döktüğü soğuk suyla yıkanıyor, biraz ılık süt
içtikten sonra on bire kadar ara vermeden çalışıyordu. Göllerden biri­
nin çevresindeki iki saatlik yürüyüşün ardından Alpenrose Oteli'nde
tek başına öğlen yemeğini yiyordu. Nietzsche delirdikten uzun zaman
sonra, tıpkı Durisch gibi Nietzsche'yi " bizden biri" sayan otel sahibi
Herr Kramer, konuğunun çok fazla et yemek dışında hiçbir "kusuru"
olmadığını hatırlıyordu. 1 6
Nietzsche yemekten sonra şık kahverengi ceketini giyip göllerden bi­
rinin kıyısında yaptığı ya da Fex Vadisi'nin baş döndürücü yükseklikteki
buzuluna kadar çıktığı daha uzun bir yürüyüşe başlıyordu. Kimi zaman
bir ziyaretçi ona eşlik ediyordu, ama çoğunlukla yalnız oluyor, ayrıca
daima bir defter, bir kurşunkalem ve gözlerini korumak için gri-yeşil bir
şemsiyeyle silahlanmadan yola çıkmıyordu. Dört-beş gibi eve dönüyor,
derhal çalışmaya başlıyor, karnı acıktıkça da bisküvi, köy ekmeği, bal,
sosis, jambon ve meyve yiyor, üst kattaki küçük mutfakta demlediği çay­
dan içiyordu. Akşam on birde yatıyor, geceleyin aklına bir şey gelince not
alma düşüncesiyle daima başucunda defter kalem bulunduruyordu.17
Nietzsche Sils'in yaz konuklarından çoğunlukla uzak dursa da (pek
çoğu ruhsal ya da fiziksel bir hastalıktan sonra nekahet döneminde olu-
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar

yordu), özellikle iki kadını bundan hariç tutmuştu. Bunlardan birincisi


yaşlıca bir Rus kız kurusu, Kontes Mansuroff'tu. Geçirdiği sinir krizi­
nin etkisinden henüz kurtulamamış, hafif kafadan kontak bu eski çariçe
nedimesi, Paris'teki Rus elçisinin teyzesi, besteci, piyanist ve Chopin'in
eski öğrencisi olan Mansuroff, gerek alışılmadık bir tip, gerekse iyi ye­
tişmiş ve müzikle ilgili biri olduğundan Nietzsche'nin beğenisine o kadar
hitap ediyordu ki Nietzsche ona aşırı şekilde bağlanmıştı.

Helen Zimmern

Nietzsche'nin eşlik etmekten hoşlandığı ikinci kadın Helen Zimmern'di


( 1 846-1 934). Helen Yahudi'ydi, Hamburg'da doğmuş ama dört yaşınday­
ken Londra'ya taşınmıştı. "Yalnız, korkunç yalnız" l 8 bulduğu bu adam
için endişelendiğinden, öğlenden sonraki yürüyüşlerinde sıklıkla ona ka­
tılıyordu.
İki dil bilen, zeki ve eğitimli Zimmern (Nietzsche onu 1 876'da Bay­
reuth'ta kısa süreliğine görmüştü) Schopenhauer'ın İngilizceye girişinin
baş sorumlularından biriydi; hem eserlerini çevirmiş hem de ilk İngiliz­
ce felsefi biyografisini yazmıştı onun. Yine Nietzsche'nin feminist dost­
larından biri olan Zimmern, Malwida'nın Bir Kadın İdealistin Anıları
(Memoiren einer idealistin) adlı eserini de İngilizceye çevirmek istediğini
söylemişti Nietzsche'ye. 1 9
Nietzsche'nin Sils'te geçirdiği birkaç yaz boyunca kadın arkadaş çev­
resine ait olan Zimmern'e tavrı muğlaktı. Bir taraftan "dizginleri elinde
tutan" kadının ne kadar acı verebileceğini bildiğinden, bu "kadın hak­
ları savunucusunun " 20 onun eril rahatlığını tehdit ettiğini hissediyor­
du. "Tuhaftır," diye yazıyordu Köselitz'e, "kendini kadınların özgür­
leşmesine karşı gayet iyi savunmuş bir kişi olabiliyor insan; ama yine
de mürekkep yalamış küçük bir kadın örneği buraya bana katılmaya
geldi,"21 Diğer taraftan, onun Yahudiliğine çok olumlu bir tepki ver­
mişti. Köselitz'e mektubuna, " bu ırkın Avrupa 'entelektüel hayatını' bu
denli avucunun içine almış olması çılgınca," diye devam ediyordu. Bu
ifade insanın aklına Bernhard Förster'e yakışır bir komplo teorisi para­
noyası getirebilir. Ama gerçekte kısa süre sonra hiç de Yahudileri seven
bir insan olmayan annesine Helen'in Yahudiliğinden bahsederken, "Ya-
NIETZSCHE

hudi anlayışını terk eden bir Avrupa anlayışına Tanrı yardım etsin," diye
yazar. Mektup, Zerdüşt'ün III. Bölüm'ü üzerine olumlu bir eleştirinin
yazarına ilişkin şu notuyla devam eder: "o da Yahudi'ydi (bir Alman,
uykularının kaçmasına bu kadar kolay izin vermez), bu küçük şakayı
affet, sevgili anneciğim" .22
Zimmern, o dönemde Nietzsche'nin Kontes Mansuroff'la duygudaş­
ça özdeşleşmesinin dokunaklı bir kaydını tutmuştur:

Kontes saplantılı fikirlerden mustaripti. Eylül gelmiş ve hava soğumuştu, hastanın


dostları onu İtalya'da daha sıcak bir iklime götürmesi için otele [Alpenrose] her gün
araba gönderiyordu. Ama hasta odasından çıkmayı reddettiği için araba her gün onu
almadan dönüyordu. Bir gün Nietzsche ... kadının kaygılı dostlarına, "Onu bana bıra·
kın!" dedi. Bir gün öğle vakti araba yine göründü, o anda Nietzsche de otelin girişinde
belirdi, hasta hanım da uysal bir köpek gibi onu takip ediyordu; halbuki daha önce
oradan ayrılmanın lafı dahi geçse öfkeden küplere binerdi. Hiçbirimiz Nietzsche'nin
ne yaptığını bilemedik. Meşhur kırbacı kullanmadığı kesindi ama .. 23
.

Davasına bağlı bir feministin "kırbaç" meselesine yaptığı bu ciddi­


yetsiz gönderme birazdan döneceğim bir meseleyi gündeme getiriyor.
***

Ağustos ortasında Resa von Schirnhofer, okul arkadaşı feminist Cla­


ra Wildenow'la birlikte Zürih'ten on bir saatlik yolculuk ederek Nietz­
sche'yi ikinci kez ziyaret etti. Alpenrose'de yer ayırtan Nietzsche iki
kadını Silvaplana köyündeki posta arabasından aldı. Bir gün Resa'yı
Silvaplana Gölü'nün doğu kıyısındaki sevdiği bir yürüyüş yoluna gö­
türdü ( bkz. Resim 29). Piramit biçimli "Zerdüşt Taşı "na geldiklerinde,
Resa'nın hatırladığı kadarıyla, "dithyrambik ... düşünceler ve imgeler
bolluğu" içinde Nietzsche "keskin bir duygusal ve entelektüel gerginlik"
yaşadı - yine "öteki " Nietzsche belirmişti. Fakat "Zerdüşt sihri bölgesi­
ni" geçer geçmez sözleri "gizemli tınısını" yitirmiş ve rahatlayarak yine
doğal tavırlarına dönmüştü.
Bir gün Nietzsche'nin Alpenrose'ye gelmemesine şaşıran Resa onun
nerede olduğunu bulmak için köşedeki Durisch evine gitti. Nietzsche
Nice'te çok canlı ve sıhhatli göründüğünden, odasının yarı açık kapısına
yaslanarak solgun ve bezgin bir suratla nihayet ortaya çıktığını görün­
ce korkunç bir şoka uğradı. Nietzsche hemen ıstırabından bahsetmeye
başladı. Uyuyamadığını ve gözlerini kapar kapamaz fantastik çiçek de-
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar

metleri gördüğünü söyledi. Ondan sonra "dehşet içindeki kara gözle­


rini" kadına dikerek, bunun delilik başlangıcı olup olmadığını sordu
ve babasının beyin hastalığından öldüğünü hatırlattı. Daha sonra Resa
bu sanrıların sebebinin klorlu su ve diğer ilaçlar olabileceğini düşündü,
muhtemelen reçetede Rapallo'dan aldığı haşhaş da vardı. Çoğunlukla
bir reçeteyi "Dr. Nietzsche" diye imzalaması yetiyordu, kimse belge fi­
lan sormuyordu. Ayrıca donuk renkli, sert bir İngiliz (yoksa İrlanda mı? )
birası içtiğinden de bahsetmişti Nietzsche.24

Heinrich von Stein

Sihirli dağa ve kendince bir tarzı olan " Sils Maria münzevisine" ka­
dar ulaşan başka bir hacı da Baron Heinrich von Stein'dı. Her ne kadar
en fazla on iki cümlesini anladığını itiraf etse de, Zerdüşt'ten çok etki­
lenmişti. Çağdaşlarından birinin tasvirine göre, "Dev gibi uzun ve incey­
di, yüzü canlı ve yuvarlaktı, saçı sarı, koca gözleri ise açık maviydi" .25
Bu Frankonia * asilzadesi görünüş bakımından kusursuz bir Siegfried'di.
(Von Stein yakışıklı olmakla kalmıyordu, aynı zamanda trajikti. İkinci
doktorasını Wilhelm Dilthey'in yanında 1 8 87'de tamamlamış, Bedin
Üniversitesi'nde profesör kürsüsüyle ödüllendirilmiş, ama bunun habe­
rini aldıktan sonraki gün otuz yaşındayken kalp krizinden ölmüştür.)
Von Stein'ın temel arayışı dini yeniden keşfetmek, ama bu sırada
modern bilimin materyalist bakış açısını inkar etmekten ziyade onunla
uzlaşmaktı. Bir teoloji çalışmasını bir Darwinci bilim çalışmasıyla ta­
kip ederek tamamladığı estetik doktorası pozitivist Eugen Dühring'in
materyalist ve iyimser felsefesinden çok etkilenmişti. 1 878'de çıkan ilk
kitabının başlığı Die Ideale des Materialismus: lyrische Philosophie'ydi
( Materyalizm İdeali: Lirik Felsefe). Von Stein, Nietzsche'yi çok çarpıcı
bulmakla birlikte Wagner'in yakın çevresindendi ve bir yıl Wagner'in
oğlu Siegfried'in özel hocalığını yapmıştı. Ona göre dinselliğin yeniden
keşfi sanatta, özellikle de Wagner'in sanatında yatıyordu.

* Ortaçağda Frank kavminin egemenliği altındaki bölgeye verilen isim. Günümüzde


büyük kısmı Almanya'nın Bavyera Eyaleti içinde kalan bölgenin en büyük şehirle­
ri Nürnberg ve Würtzburg'dur. 10. yüzyıla kadar burada bir Frankonia Dukalığı
bulunmaktaydı-e.n.
NIETZSCHE

Nietzsche von Stein'dan çok umutluydu ve Sils'e ziyaretini "yazın


olayı" olarak görüyordu. 26 Ona "insanlığın ve erkekliğin müthiş bir
örneği, " diyordu: "Temel havasının kahramanlığı bakımından bana tü­
müyle anlaşılır ve sempatik görünüyor. " Von Stein'ın kitabının başlığı
olan "lirik materyalizm" Nietzsche'nin olgunluk konumunun nispeten
iyi bir tarifi olduğundan, bu genç adamla yakınlığını anlamak müm­
kündür. "Nihayet, nihayet yeni bir adam," diye devam eder Overbeck'e
mektubuna, " bana ait ve bana içgüdüleriyle saygı duyan bir adam! Hala
biraz fazla Wagnerci, ama Dühring'in yakınında aldığı rasyonel eğiti­
mi düşünürsek, benim için iyi hazırlanmış olmalı. " 2 7 Bir başka deyişle,
Nietzsche genç adamın onun ayak izlerini takip ederek yakında Wag­
nercilikten kurtulacağını ve bütün kalbiyle onun müttefiki olacağını his­
setmişti. Von Stein'ın yanındayken onun hayatına ait "pratik görevi" en
berrak şekilde kavradığını, bu görevi "ancak [von Stein gibi] belli bir
nitelikte ve yeterli sayıda genç insan sayesinde" gerçekleştirebileceğini
düşünüyordu.28 Yani Nietzsche müritler arıyordu ve "mürit" derken de
Wagner'e değil -" bana kayıtsız şartsız bağlılık yemini edecek kişiyi anlı­
yorum" demişti von Stein'a.29
Nietzsche'nin "pratik görevi" bir "özgür ruhlular kolonisi" kurmak­
tı elbette. Fakat Sorrento dönemindeki eşitlikçi ve demokratik tarzdan
ziyade Wagner'inkine benzeyen mürşit ve mürit tarzında tasarlanan bir
koloniydi bu. Avrupa çapında bir erkekler tarikatı kurmak istiyor ve bu
tarikatı yarı şaka "şen bilimin şövalyelik birliği ve kardeşliği" diye adlan­
dırıyor ya da Nice'te "gaya scienza'yı bu inancı temsil edecek küçük ama
çok iyi bir cemaat" diye tarif ediyordu.30 Sils'i ziyareti sırasında " benim
kalbime sahip bir adam" dediği von Stein'ın "kendi isteğiyle ... Nice'te"
ona "katılmayı vaat ettiğini" duyunca sevincinden havalara uçmuştu.31
Ama ne yazık ki kısa süre sonra von Stein büyük bir hayal kırıklığı
yarattı. Kasım sonunda Nietzsche "Sils Maria'nın Anısına" ona ithaf
ettiği "Münzevinin Özlemi" şiirini gönderdi. Şiir şu sözlerle başlıyordu:

Ey Yaşamın öğlesi! Şenlikli zaman!


Ey yaz bahçesi!
Huzursuz mutluluk, kararlı, meraklı beklenti
Gündüz gece, hazır dostlarımı bekliyorum ben:
Nerde kaldın, yeni dost? Zamanıdır, zamanıdır, gel!32
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar

Von Stein'ın bu çağrıya (İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de " Bitiş Şarkısı"


olarak yeniden kendini gösterir) şaşırtıcı cevabı Nietzsche'yi Wagner'in
eserlerini yorumlamaya adanmış bir müritler komününe katılmaya da­
vet etmek olmuştu -Cosima katılımcıları ayarlamayı ona bırakmıştı
çünkü. " Bu gerçekten ideal manastır olmaz mı? "33 diye soruyordu. Bu
durum Zerdüşt'ün en fazla on iki cümlesini anladığını söylerken doğru­
yu söylediğini ortaya koyar. Ölü kahramanına kendini adayan von Stein
sonuna kadar Wagnerci kaldı. Nietzsche 1 8 85 Ocak'ının başında aldığı
bir notta hüsranını şöyle kaydediyordu: "Von Stein bana ne sönük bir
mektup yazmış . . . artık nasıl davranılacağını bilmiyor. " 34

Zürih'te Elizabeth'le Barışma

1 884 Eylül'ünün "mavi parmaklı soğuğunun"35 gelişi Nietzschc'yc


sıcak iklimlere doğru her yılki uçuşuna başlaması gerektiğini söylüyor­
du. Böylece göçmen "kuşların" neredeyse sonuncusu olarak 24 Eylül'de
Sils'ten ayrıldı. 1 04 kiloluk kitap yükünü yanında sürükleyerek iki gün
sonra Zürih'e vardı ve Neptune Pansiyon'da bir ay kaldı. Bu ziyaretin
ana amacı yine Elizabeth'le barışmaktı.
1 8 84'ün büyük bir kısmında yine derin bir nefrete gömülmüştü. Ocak
ve Şubat'taki mektuplarında Elizabeth'i ve annesini hayatını mahvetmek­
le suçluyordu. Çocukluğundan beri kendisi ile onlar arasındaki "ahlaki
mesafenin" farkında olduğunu yazmıştır. Ayrıca Elizabeth gibi "pis ve
fesat" insanlarla, "en yüce ve en kutsal hislerini" "pek-insanca adi koku­
suyla" sürekli kesintiye uğratan insanlarla akraba olmayı "mide bulandı­
rıcı buluyordu" .36 Nisan' da Köselitz'e gönderdiği mektupta, kız kardeşi
ve onun tarafını tutan herkesten "tam anlamıyla kopmakta olduğunu"
yazıyordu. Elizabeth'in o acınası Förster'le Paraguay'a göçme planını
işe yaramaz çöplerden iyi bir kurtulma şekli olarak görüyordu.37 Fakat
Mayıs ortasında tüm bu meselenin üzerine yükselmeyi başardığını dü­
şündü38 -kahramanlarından biri olan cumhuriyet yanlısı Fransız devlet
adamı Marquis de Mirabeau " bir hakareti bağışlayamamıştı, çünkü ha­
kareti unutmuştu"-39 nihayet Eylül'de artık barışma girişimine hazırdı.
İkisi arasındaki güçlü içgüdüsel sevgi bağı kopmadığından neredeyse
anında barıştılar. Nietzsche, Franziska'ya gönderdiği mektupta, çocuk-
5 90 NIETZSCHE

lan tekrar aralarını düzelttiği için rahatlayabileceğini yazarken, Eliza­


beth de Fritz'in "çay makinesi" almak gibi bayağı meseleler hakkında
aptalca dörtlükler yazma alışkanlığına geri döndüğünü, genellikle rahat
ve neşeli bir havada olduğunu yazıyordu. Çok geçmeden Nietzsche ger­
çekten de eskisi gibi "Sevgili Lama" diye başlayan mektuplar yazacak­
tı.40 Öte yandan Overbeck'e barışmanın yüzeyselliğini itiraf ediyordu:
"İnsan iyi yaşamak için birçok şeyi gömmek zorunda," diyor, sonra da,
"eski yakınlığı beklemek mümkün değil," diye ekliyordu.41
Nietzsche'nin Zürih'te iki amacı daha vardı. Birincisi, sıklıkla en bü­
yük İsviçre romanı sayılan Die Grüne Heinrich'in [Yeşil Heinrich, 1 855 ve
1 8 80] yazarı, derinden hayranlık duyduğu Gottfried Keller'le tanışmaktı.
Buluşmayı başardılar, fakat Keller (liberaldi ve Marksizm sempatizanıydı)
daha sonra bir arkadaşına, "leh glaube da Kerl ischt verrucht" dedi -yani
İsviçre lehçesiyle " Bana kalırsa adam kaçığın teki". Nietzsche'nin diğer
amacı da Zürih senfoni orkestrasının şefi olan ve ilk kez Wagner za­
manında Tribschen'de tanıştığı Friedrich Hegar'ı Köselitz'in müziğini
icra etmeye ikna etmekti -Hegar gerçekten de Venedik Aslanı'nın (Der
Löwe von Venedig) uvertürünün bir provasını gerçekleştirdi. Nietz­
sche'nin "Peter Gast'ın" kariyerini sağlama alma yönündeki sadık ama
daima başarısız girişimleri hiç bitmedi. Dostunun dilencilik yapmak
zorunda kalmamasını sağlamak "dostun görevidir" diye yazıyordu
Overbeck'e.42

Helene Druskowitz

Nietzsche'nin Zürih'te kaldığı sırada önemli bir karşılaşması da Mal­


wida von Meysenbug'un feminist hayranlar çevresinin başka bir üyesi
olan Helene Druskowitz'leydi (Helena Maria Druschkovich). 1 856'da
Viyana'da doğan Druskowitz, 1 878'de yirmi iki yaşındayken Zürih
Üniversitesi'nin felsefe fakültesinde doktorasını tamamlayarak fakül­
teden (fakültenin 1. Bölüm'ünden) doktorasını alan ikinci kadın oldu.
1 8 84'te yayımladığı Drei englische Dichterinnen'de (Üç İngiliz Yazar)
Joanna Baillie (oyun yazarı), Elizabeth Barrett Browning ve George
Eliot'ı inceliyordu. Druskowitz ile Nietzsche uzun felsefe yürüyüşleri
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar 591

yaptılar. Nietzsche bu "yeni arkadaşını " Elizabeth'e "soylu ve dürüst"


bir kişi olarak tanıttı: "Tanıdığım kadınlar arasında kitaplarımla en cid­
di şekilde ilgilenen kişi oldu, üstelik çok faydalanmış. "43 Bu yüzden,
sonraki yıl Zerdüşt'ün iV. Bölüm'ünün özel basım nüshalarından birinin
Helene'ye gönderilmesi şaşırtıcı değildir.
Ama ne yazık ki karşılıklı hayranlık uzun sürmedi. Nietzsche'nin fel­
sefesi karşısındaki coşkusunu "anlık bir tutku" olarak tanımlayan Drus­
kowitz kitabı eleştirel bir mektupla birlikte geri gönderdi. Nietzsche bu
mektubu en azından "dürüstçe, hatta tam olarak bir lütuf ya da içgörü
barındıran, özellikle 'mütevazı' olmayan" bir mektup diye tanımlıyordu
ona.44 1 8 86'da yayımladığı Moderne Versuche eines Religionsersatzes
[Dini Değiştirmeye Yönelik Modern Arayışlar] adlı kitabında Zerdüşt'ü
şiddetle eleştirdi. 1 8 8 7 Şubat'ında kitap Nietzsche'nin dikkatini çekti.
Malwida'ya yazdığı mektupta, masumiyeti zedelenmiş numarası yapı­
yordu:

Görünüşe bakılırsa Fraulein Druskowitz oğlum Zerdüşt'e karşı kıymetli bir edebi
dedikodu metni yazmış: Anlaşılan bir suç işledim ki bir kadının kalemini göğsüme çe­
virmiş oldum-olsun! Dostum Malvida'nın [aynen] dediği gibi, "Ben Schopenhauer'dan
bile beterim".45

Eylül'de Druskowitz meselesi tümden bitmişti: Nietzsche kadınlara


karşı, tanıdık büyüklenen (ama aynı zamanda savunmacı) küçültücü üs­
lubunu mektup alanındaki gözüpekliğiyle kullanarak, " bu küçük edebi­
yat-kazı" " benim 'öğrencim' filan değil" , diyordu.46
Druskowitz yaşlandıkça feminizmi radikalleşti, hatta ondan geriye
kalanlar arasında, ölümünden sonra yayımlanmış olan Pessimistische
Kardinalsatze [ 1 9 8 8 ; Kötümser Temel Önermeler] adlı kitabı içinde de
yer alan " Der Mann als logische und sittliche Unmöglichkeit und als
Fluch der Welt" ( 1 903; Mantıksal ve Ahlaki İmkansızlık ve Dünyanın
Laneti Olarak Erkek] adlı bir risalesi bile vardır. Bu risalede, "erkek, in­
san ile hayvan arasındaki geçiş aşamasıdır" (Schopenhauer'ın kötü ünlü
cümlesinin tersine çevrilmişi) gibi cümleler bulunuyordu. Nietzsche'nin
çöküşünden kısa süre sonra Druskowitz de ruhsal bir rahatsızlık geçirdi
ve bir akıl hastanesine kapatıldı. Burada 1 9 1 8'deki ölümüne kadar yaz­
maya devam etti.47
592 NIETZSCHE

Nice'te İkinci Kış

Nietzsche yine bir yeni "sağlık deneyi" arayışıyla Zürih'ten ayrıldı ve


9 Kasım'da Fransız Riviera'sının İtalya sınırının yakınındaki Menton'a
geçti (burayı anarken daima İtalyanca adı "Mentone"yi kullanıyordu).
Almanların işlettiği Pension des Etrangers özellikle tavsiye edilmişti
ona. Fakat manzarayı şahane bulmasına ve şehrin Nice'e kıyasla hoş ve
sakin olduğunu düşünmesine rağmen, yine kötüleşen sağlığını bu kez
rüzgar esmemesine bağladı. Üstelik yakında tasarlayıp işlemesini bek­
lediği "koloni" için Nice'i mekan olarak seçmişti. Bu yüzden Cenevre
Pansiyonu'nun tanıdık ortamına, dinçleştirici karayeline ve Nice'in ber­
rak göğüne geri döndü. 28 Kasım'da vardığı şehirde 8 Nisan 1 8 85'e
kadar kaldı.
Fakat kötü bir zamanlama yapmıştı, onu sert bir kış, sıfırın altında
bir sıcaklık ve yoğun kar yağışı karşıladı. Ocak'ta son elli yılın en kötü
fırtınası yaşandı ve Promenade des Anglais'deki meşhur palmiye ağaçlı
yola ciddi bir zarar verdi.48 Yine de ara ara yüzünü gösteren güneş­
li günler Nietzsche'nin yaratıcılığını esinliyordu. Nitekim Zerdüşt'ün
son bölümü "ilahi küfrü " burada tamamladı. Bu arada gizemli bir
Hollandalı, sağlık sorunları için Nietzsche'ye tuhaf bir beyaz toz -bü­
yük ihtimalle kokain- veriyordu, ayrıca saygılı ama asık suratlı Paul
Lanzsky aynı pansiyonda üç aylığına kalmaya gelmişti -Nietzsche bu
durumdan hiç memnun olmamıştı. Bu kasvetli ve donuk zekalı adam
giderek daha çok sinirine dokunuyordu. " Çok içini çekiyor" ve "sü­
rekli yanımda olmasa bile yalnızlıktan mahrum bırakıyor beni, " diye
yakınıyordu annesine.49
Lanzsky nihayet gittikten sonra, Nietzsche ona asık suratlılığını ye­
nip neşelenmesi için bazı öğütler gönderdi: " 'gökyüzünün' neşesi [Hei­
terkeit-heiter: hem 'açık' hem 'neşeli' anlamına gelir] yapacak bir sürü
iyi şey olmasından kaynaklanır: hayat da hepsini yapmamıza yetmeye­
cek kadar kısadır. " s o Bu öğüt Nietzsche'nin psikolojisine dair önemli bir
noktayı da açıklığa kavuşturabilir belki: Başarılı kimselerin çoğu gibi,
"görevine" ve "amacına" takıntı ölçüsünde odaklanması sıkıntı kor­
kusuyla alakalıydı, anlamlı faaliyetle doldurabileceğinden fazla zamanı
olmasından korkuyordu.
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar 593

Sils Maria'da Dördüncü Yaz

Nietzsche 1 8 85 Nisan ve Mayıs'ının çoğunu Venedik'te geçirdi. Sağ­


lığına çok kötü geldiğini düşündüğü nemli havasına rağmen5t bu şehri
seviyordu -sadece Köselitz'in faydalı mevcudiyeti ve şehrin sonsuz dar
geçitler labirentinin sağladığı loşluktan değil, ama diğer yandan arabasız
bir şehir olmasından dolayı sevdiğini söyleyebiliriz, ne de olsa yarı-kör
profesörün araba altında kalması söz konusu olabilirdi. Fakat bu se­
fer Köselitz'in ona bulduğu daireden hiç hoşlanmadı, bu yüzden de 6
Haziran'da Sils'e doğru yola çıkmak onu rahatlatmıştı.
Sils'teki bu dördüncü yazın zirve anı Kontes Mansuroff'un piya­
no öğretmeni Adolf Ruthardt'ın Kontes'e beste dersleri vermek için
Cenevre'den gelişiydi. Sils'te kaldığı sırada, Alpenrose'de bir resital verdi
ve Mansuroff'un bu etkinlik için Chur'dan özel getirdiği kusursuz piya­
noyu kullandı. Bach'ın La Minör Org Fügü'nün Liszt transkripsiyonunu,
bir Chopin melodisini ve Schumann'ın Kreisleriana'sını çaldı. Nietzsche
ile Ruthardt, Schumann'ın faziletleri konusunda çok ters görüşlere sahip
olsalar da -Nietzsche artık onu biçimden yoksun, romantik çamurdan
ibaret görüyordu- birlikte yürüyüşlere çıktılar; araları fena değildi. Rut­
hardt kırk bir yaşındaki Nietzsche'nin canlı bir tasvirini bırakmıştır:

Ortadan biraz daha uzun boylu, ince, sağlam yapılı, dik duruşlu ama baston yutmuş
gibi değil, hareketleri ahenkli, sakin ve hesaplı: Çok az ak düşmüş saçları, Vercingeto­
*
rix bıyığı var, açık renkli ama seçkin görünüşlü takımı iyi bir terzinin elinden çıkmıştı ve
üzerine tam oturuyordu. Bu takım yüzünden Alman akademisyenlerine pek benzemi­
yordu, daha ziyade Güney Fransa soylularını ya da sivil giyinmiş İtalyan veya İspanyol
subaylarını akla getiriyordu. Soylu hatlarında derin bir ciddiyet vardı, ama resimlerde
ve büstlerde ona atfedilen karamsar, sevimsiz ve şeytani ifadeden eser yoktu.s2

Nietzsche Sils'te geçirdiği bu yazda İyinin ve Kötünün Ôtesinde üze­


rinde çalışmanın yanı sıra, önceki eserlerini yeni girişlerle yayımlayarak
bir birlik içine sokmakla uğraşıyordu. Bu girişlerden ikisi İnsanca, Pek
İnsanca içindi. Bu kitapta Karışık Kanılar ve Ôzdeyişler de yer alacak,
Gezgin ve Gölgesi de ikinci cilt olacaktı. Birinci ayda yine Zürih fe-

.. Ya da "Asteriks bıyığı" diyebiliriz -Vercingetorix Romalıların başına bela olan Gal­


yalı bir liderdi.
594 NIETZSCHE

ministlerinden daha yaşlı bir kadın olan Louise Röder-Wiederhold ona


asistanlık etti. Nietzsche'nin Resa von Schirnhofer'e yazdığına göre, bu
kadın " 1 848'in kanıyla vaftiz edildiğinden" ( başka şeylerin yanı sıra ka­
dınların özgürleşmesi umudunu da yaratan özgürlük ayaklanması) , ken­
disinin "dehşet verici, demokrasi karşıtı" görüşlerini, özellikle de " bu
anlamda kadınlara" dair fikirlerini " bir meleğin sabrıyla" kaldırabili­
yordu.53 Fakat bunları Nietzsche'nin sandığından daha zor hazmetmiş
olmalı, çünkü çok fazla ağlıyor ve Nietzsche'nin hanımlara yakıştırama­
dığı, daha sonra sinirlerine de dokunan bir tarzda bacağını sallıyordu.
En sonunda Nietzsche kadının gitmesinden memnun olmuştu.54
Emily Fynn ve yine Emily adındaki kızının Nietzsche'nin mektuplaş­
malarında ilk kez 1 8 85'te Sils döneminde boy gösterdiğini görüyoruz.
Ama orada kalmaya henüz başladığında zaten "iki İngiliz hanımın" gelişi­
ni hevesle beklediği ve önceki yaz tanıştığı Kontes Mansuroff'un ayrılmaz
eşlikçileri olduklarından bu dostluğun 1 884 yazında başlamış olması ihti­
mali vardır. (Aslında Emily Fynn, soyadından da açıkça anlaşılacağı üzere,
Cenevre'ye yerleşmiş ve bir şekilde mükemmel Almanca konuşmaya baş­
lamış yaşlıca bir İrlandalı hanımdı. )55 Resa von Schirnhofer, Nietzsche'nin
yazları kadın "çevresinin" merkezinde Emily'nin bulunduğunu bildirir.
Sils'i ziyaret edenlerin hemen hepsi gibi Emily de ( belirsiz) bir dertten sonra
toparlanmaya çalışıyordu. Tıpkı Nietzsche gibi kız kardeşini kaybetmiş­
ti, ama onu Nietzsche gibi Yahudi karşıtlığına değil ölüme kaptırmıştı.56
Nietzsche, Emily'ye çok düşkündü, onu "soylu ve hassas bir ruh"57 diye
tanımlıyor ve onu adeta annesinin yerine koyuyormuş gibi görünüyordu.
Dinine bağlı bir Katolik olan Emily, bir keresinde Nietzsche'nin gözle­
rinde yaşlarla kitaplarını okumaması için kendisine yalvardığını, çünkü
kitaplarında duygularını incitecek çok şey olduğunu söylediğini anlatmış­
tır Resa von Schirnhofer'e. •5s Emily'nin 1 890'da Nietzsche'nin annesine
yazdığı bir mektup üçlü arasında rahat ve hoş bir ilişki bulunduğunu açığa
çıkarmaktadır. Nietzsche'yi şöyle hatırlamaktadır:

• Nietzsche "tehlikeli" kitaplarının farazi "anlaşılmazlığını", "her iki cinsten evlen­


memiş olanları" "yozlaştırmamak" için bu kitapları kendi isteğiyle anlaşılmaz hale
getirdiği temelinde savunur (ŞB 3 8 1 ) . Nietzsche'nin tüm "sürü" karşıtı retoriğine
rağmen (Zerdüşt'ün "Son İnsan" söylevinde olduğu gibi, özgür ruhun uykudaki fark
ve ayrım hissini uyandırmak gibi özel bir amaç taşıyordu bu retorik) "evlenmemiş
olanların" daima çoğunluğu oluşturması gerektiğini, kendisinin de onlara değer ver­
diğini, hatta kişisel düzeyde kimi zaman sevdiğini ne kadar vurgulasak azdır.
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar 595

Kızımın tablolarına çok zarif bir ilgisi vardı, [Alp] çiçeklerinin güzelliğini daha da
artırmak için ilaveten çirkin bir şey de çizmesi gerektiğini söylerdi. Bir sabah ona
model olarak canlı, hoplayan bir karakurbağası getirdi, bizzat yakalamıştı ; bu başarılı
muzipliğine de çok gülüyordu! Biz de karşılığında ona birkaç gün sonra dışarıdan
bakılınca içinde reçel olduğu sanılan bir kavanoz götürdük, ama kavanozu özenle
açarken içindeki çekirgeler üstüne atladı !59

Nietzsche ve Feminist Arkadaşları

Kısa süreliğine anlatıya ara verip Nietzsche'nin kadınlarla ilişkile­


rindeki paradoksal duruma eğilmek istiyorum. Daha önce gördüğümüz
gibi, "inatçı ", "eli kırbaçlı", "eril", " sözde-kız"60 Lou Salome yüzünden
çektiği acılardan sonra, kadınların özgürlüğüne -en azından kadınla­
rın yüksek öğrenime erişimine- yönelik önceki sempatik duruşu tersine
dönmüştü. 1 8 82'nin sonundan itibaren (meşhur "kırbaç" sözcüğü def­
terlerinden birinde ilk kez belirdiği sırada)61 feminist harekete amansız­
ca muhalefete başlamış ve bu durumu saklamaya filan da kalkışmamıştı:
Ben hareketin "kötü koca kurduyum" diye tekrarlayıp duruyordu.
Nietzsche'nin kadınlar üzerine görüşleri sadece modern kafalara çir­
kin gelmez. On dokuzuncu yüzyılın ilerici kafalarına, özellikle de pek çok
eğitimli kadına da çirkin geliyordu.62 John Stuart Mili daha 1 8 69'da çı­
ğır açıcı Kadınların Bağımlılığı Üzerine'yi ( On the Subjection of Women)
yayımlamış, kadınların eşitliğini savunmuştu. Yine de Nietzsche'nin
1 8 83'ten itibaren arkadaşlıklarında ve tanışıklıklarında olağanüstü olan
şey, tamamının sadece kadın olmakla kalmayıp -Nietzsche Sils ve Nice'te
genellikle yoluna çıkan erkek profesörlerden uzak duruyordu- Kontes
Mansuroff ve Emily Fynn dışındakilerin feminist kadınlar olmasıdır:
Malwida von Meysenbug, Meta von Salis, Resa von Schirnhofer, Helen
Zimmern, Louise Röder-Wiederhold, Helene Druskowitz ve diğerleri.
Bu paradoksal durum iki soruyu gündeme getiriyor. Birincisi, feminist
kadınları feministliklerine rağmen Nietzsche'ye çeken neydi ? İkincisi, fe­
minizm karşıtı olan Nietzsche'yi feminist kadınlara çeken neydi?
Yirminci yüzyılın ilk yıllarında Nietzsche'den esinlenen beklenmedik
bir feminist hareket ortaya çıktı -bu hareket günümüze kadar sağ salim
devam etti. Kadınları Nietzsche'nin felsefesine çeken şey onun özgürleş-
NIETZSCHE

me mesajıyla kadınların mesajının örtüşmesiydi. Kendi feminizmleri ile


Nietzsche'nin felsefesindeki belirgin feminizm karşıtı unsurları uzlaştır­
mak isteyen Nietzscheci feministler iki temel stratejiden birine başvu­
ruyordu:63 Ya Nietzsche'yi feminizm karşıtı olarak okumanın sığlık ol­
duğunu savunuyorlar -Valentine de Saint Pont 1 9 1 2'de onun kadınlara
değil "efemine" olana saldırdığını; bu özelliğin kadınlarda olduğu gibi
erkeklerde de olabileceğini belirtiyordu-64 ya da feminizm karşıtlığını
kabul edip karşı çıkıyor, ama temeldeki özgürlükçü mesajının yine de
doğru ve önemli olduğunu savunuyorlardı.
Nietzsche'yi sahiden tanıyan kadınlar için bu stratejilerden birincisi
-"yaratıcı yanlış okuma" stratejisi diyebiliriz- mümkün değildi, çünkü
feminizm karşıtıydı, hatta bunu vurgulamak için elinden geleni yapa­
rak Louise Röder-Wiederhold'un gözyaşlarına boğulmasına yol açtığını
görmüştük. 1 8 85 Mayıs'ında Elizabeth'e gönderdiği neşeli mektupta,
'"kadınların özgürlüğü'ne övgüler düzen herkes, onlar için benim "kötü
koca kurt" olduğumu yavaş yavaş anlamaya başladı," diye yazıyordu.
Zürih'te, şöyle devam eder (sözlerini Köselitz'in bilgilerine dayandırır) :
" Kız öğrenciler arasında bana karşı büyük öfke var. " B u çevre içinde
Resa von Schirnhofer ve Meta von Salis gibi iyi dostları olmasına rağ­
men, mektubun sonunda feministlerin bunu nihayet anlamaya başladığı
için minnet duyduğunu belirtir: "Sonunda! Daha kaç kere 'sonunda !'
dedirtecekler ki bana! "65
Nietzsche'nin feminist arkadaşları yaratıcı yanlış okuma stratejisine
başvuramadıklarından, mecburen, en azından örtük olarak, feminizm
karşıtlığına kişisel bir antikalık ve hata olarak bakmak, felsefesinin te­
mel unsurlarından biri olmadığını düşünmek zorunda kalmışlardı. He­
len Zimmern'in "meşhur kırbacı" şaka yollu geçiştirmesi de kesinlikle
bundan kaynaklanıyordu.
Resa von Schirnhofer'in de aynı çizgide ilerlediğini görmek için
Nietzsche'nin ona 1 8 84 Temmuz'unda ilettiği "gözde düşüncelerinden"
birini aktarıp ayrıntılandırma tarzına bakmak yeterlidir:

İ nsanlar imkanlarının sadece çok küçük bir kısmını bilirler; bu da Tan Kızıllığtnın
336 nolu aforizmasının son cümlesine tekabül eder: "Şartların bizi nerelere sürükle­
yebileceğini kim bilebilir ki!"; ayrıca Şen Bilim'in 9 numaralı aforizmasına ("hepimizin
gizli bahçeleri ve bitkileri var") ve İyinin ve Kötünün Ötesinde'nin 274 numaralı afo-
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar 597

rizmasına da denk düşer: "Şanslı tesadüfler zorunludur, eğer ... daha yüksek insan
-'fışkıracaksa' ... Genellikle ve üstelik yeryüzünün her köşesindeki insanların oturup
beklemesiyle olmaz bu fışkırma .. "66
.

Resa'nın burada Nietzsche'nin felsefesini kişisel özgürlük ve kendi­


ni gerçekleştirme mesajını vurgulayacak, bunların "sadece erkeklere"
yönelik olduğunu ise sessizce görmezden gelecek bir tarzda okuduğu
herhalde görülebiliyordur.
Meta von Salis feminizm karşıtlığını felsefenin esaslarından daha
açıkça ayırma stratejisine başvurur. Nietzsche'nin Şen Bilim sonrası
(yani Lou sonrası) yıllarında "kadın sorununa" dair "tonlamasının gi­
derek keskinleştiğine" dikkat çekerek, bunun onu asla öfkelendirmedi­
ğini ya da onun bunu çok önemsemediğini, çünkü "Nietzsche kadar viz­
yonu geniş ve içgüdüleri keskin olan birinin bir kere olsun hata yapma
payı" olması gerektiğini belirtir. Hatanın "bizden ziyade ona ait oldu­
ğuna" işaret ederek, hatanın kaynağının da "söylediği şeyin kadınların
çoğunluğu için hala geçerli olması gibi utanç verici bir olgu" olduğunu
tespit eder. Bir başka deyişle, Nietzsche makul ama aslında hatalı bir
tümevarımla çağdaşı olan kadınların gidişatına bakarak "ebedi kadına"
dair genellemede bulunmaktadır; bu yüzden de "daha yüce bir güç ve
güzellik idealini ahenkli bir birlikte-varoluşla gerçekleştirecek geleceğin
kadını henüz ortada değilse de," muhakkak ortaya çıkacağını göreme­
miştir. Tanrıya şükürler olsun ki alınyazımda kadın sorununun gelip ge­
çici anlamının ötesinde seçkin insanları -erkekleri ve kadınları- görmek
ve onlara hürmet etmek varmış," diye de sözlerini bitirir.67 Kısacası, en
az Nietzsche kadar demokrasi karşıtı olan aristokrat Meta onun felsefe­
sine tek bir ayarlama yapmıştır: gelecek " üsterkeklere" ait olduğu kadar
" üstkadınlara" da aittir.
İkinci soruya, şovenist Nietzsche'nin niçin feminist kadınları cazip
bulduğuna gelince, bana kalırsa Zerdüşt'ün ciddi ve erkeklere özgü "sa­
vaş" işinden eve döndüğünde "oyun arkadaşı", "eğlenme aracı" olacak
kadın anlayışına bakmamız gerektiğini düşünüyorum; derler ya, erkeğin
"içindeki çocuğu ortaya çıkaracak" birine ihtiyacı vardır. Nietzsche'nin
kadınlarla ilişkilerinde "oyun"un önemli bir unsur olduğunu görmüştük:
Fynnlere yaptığı kurbağa şakası, Elizabeth ve Resa'yla iletişiminde aptal­
ca dörtlükler uydurması. Fakat unutulmaması gerekir ki en sonuna kadar
NIETZSCHE

-bir noktada ona aşk mektupları yazmıştır- Nietzsche'nin ideal kadını


Cosima Wagner, dolayısıyla onun gözündeki ideal evlilik de Wagnerle­
rin evliliğiydi. Burada ihtimaller çok daha geniş bir alanı kapsıyor: Oyun
sadece çekirge kavanozunu değil gerek sözlü gerekse müzikal anlamda
oyunları da içine alabilir. Cosima'yla ilişkilerinin ana unsurlarının dört elle
piyano çalmak ve uzun felsefi sohbetlere girmek olduğu hatırlanacaktır.
Bu olguların hepsini bir araya getirdiğimizde bir nokta açıklığa kavu­
şuyor: Wagner ya da Nietzsche'nin kendisi gibi bir erkeğin ideal "oyun
arkadaşı" olabilecek bir kadının yüksek zekaya ve eğitime sahip olması,
Cosima -ya da Lou- gibi onun kitaplarını okumuş olması gerekir -kitap­
larını okumaması için yalvardığı Emily Fynn gibi biri değil. Savaşçının
daha yüce tipte "eğlencesi" sırf kurbağa şakalarından ve aptalca dört­
lüklerden oluşamaz, çünkü gündelik bazda bunlar sıkıcı bir hal alacaktır.
Bu yüzden Nietzsche'nin kafasının karışmış olmasına rağmen, aslında
yeterince yetenekli kadınların yüksek eğitim almasını destekleyen başta­
ki eğilimini hiç kaybetmediği tahmininde bulunabiliriz. Onu korkutan
şey kadınların güce erişmesi, Lou gibi kadınların canavarca rejimler kur­
masıydı: "kadınlar daima erkeklerden daha az uygarlaşmıştır," diyordu.
"Ruhlarının zemininde vahşilik vardır. "68 Bana kalırsa, sıklıkla tekrarla­
nan "İnsan kadınların özgürleşmesini istiyorsa bunu erkekleri hadım ede­
rek başarabilir"69 hissinin ardında yatan budur. Hiç şüphe yok ki, "emek
sorunu" konusunda "insan köleler istiyorsa onları efendi gibi eğitmek
aptalcadır"70 gözleminde bulunur, çünkü eğitilirlerse toplumsal çalkan­
tının, hatta devrimin tohumları atılmış olur. Fakat bilhassa kuvvetli duy­
gular işin içine girdiğinde, insanın bir alandaki olağanüstü içgörü zayıf­
lığının başka alanlara taşınmaması hiç de alışılmadık bir durum değildir.

Försterler

1 8 85 başında hiçbir şeyin Elizabeth'i alçak Förster'le evlenmekten alı­


koyamayacağı açığa çıkmıştı. Bu iki fanatik Wagnercinin71 evliliği o yılın
22 Mayıs'ında -merhum bestecinin ölüm yıldönümünde- Naumburg'da
gerçekleşti, sonra da Tautenburg'a balayına gittiler. Elizabeth nediminin
Fritz olmasını istemişti, fakat Zürih'teki barışmaya rağmen hiçbir şey
aşırı milliyetçi, Yahudi karşıtı bir sokak kavgası meraklısıyla evliliğine
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar 599

böyle bir onay vermeye Nietzsche'yi ikna edemezdi. Evliliği alenen des­
teklemek ile aralarındaki barışa son verme arasında ince bir çizgide yü­
rüyen Nietzsche, Förster'le görünüşte dostça bir mektuplaşma başlattı
ve ona düğün hediyesi olarak Dürer'in Şövalye, Ölüm ve Şeytan'ını (Rit­
ter, Tod und Teufel, 1 5 1 3 ) gönderdi ( biraz tuhaf bir hediyeydi bu) . Irksal
bakımdan saf olması planlanan Paraguay'daki Nueva Germania (Yeni
Almanya) kolonisine para yatırmak amacıyla bir parça araziyi satın al­
ması için gelen baskıya da (bu para kesin gidecekti), böyle bir projenin
kendisi gibi "koyu bir Avrupalı ve Yahudi karşıtlarının-karşıtı "na72 uy­
gun düşmeyeceği cevabını vermişti. Förster'in kolonileşme çağrısı yapan
kitabını -Yukarı La Plata Bölgesinde Alman Kolonileri. Geniş Kapsamlı
Test Sonuçlarının, Pratik Çalışmaların ve Seyahatlerin Yanı Sıra Tara­
fımca Çizilmiş ve Gözden Geçirilmiş Paraguay Haritası- okumuşsa da,
orta sınıftan bir Alman kadınının okuma yazma bilmeyen çiftçiler ara­
sında sık ormanların içinde yaşamasına dair vahim endişeleri olduğunu
hem Försterlere hem de annesine bildirdi. Paraguay'da yeterli altyapı ve
bürokrasi olmamasının yanı sıra, denize erişiminin Arjantin'in kontro­
lünde olması yüzünden koloninin ekonomik temelini oluşturması bek­
lenen kereste ihracatının imkansız olacağını, kesinlikle haklı olarak, ön­
görmüştü. Ayrıca Förster gibi eğitimli bir adamın Almanya'nın "devlet­
köle-yetiştirme okullarına" alternatif olabilecek " bağımsız bir öğretim
kurumu" oluştursa daha iyi bir iş sahibi olacağını söylemişti.73
Fakat hiçbir şey kolonicileri bu kötü hesaplanmış ve geleceği karan­
lık girişimden caydıramadı. Bu yüzden sonbaharda her yıl olduğu gibi
Sils'ten göç etmesi gereken Nietzsche, kız kardeşine veda etmek için bir
buçuk aylığına Almanya'ya geçti ve orada vaktini Naumburg ile Leipzig
(yolculuğun başladığı trenin bulunduğu yere bir saat uzaktaydı) arasın­
da bölüştürdü. 28 Ekim'de ruhsal rahatsızlığından önce Elizabeth'i son
kez gördü. Elizabeth 15 Şubat 1 8 86'da Hamburg'dan yola çıktı.

"Schmeitzner Sıkıntısı"

Nietzsche'nin Almanya'ya dönmesinin kız kardeşine veda etmekten


başka ikinci bir acil sebebi daha vardı -yayıncısıyla kötüye giden iliş­
kiler konusunda bir şeyler yapmalıydı. Yayıncısıyla ilgili ilk yetersizlik
600 NIETZSCHE

duygusunun 1 8 83 başlarında, Schmeitzner'in Yahudi karşıtı faaliyetle­


ri yüzünden eserlerinin yayımlanmasının gecikmesiyle ortaya çıktığını,
Nietzsche'nin kendi eserlerinin de Yahudi karşıtı damgasını yiyeceğinden
korktuğunu görmüştük. Ama asıl "Schmeitzner sıkıntısı"74 1 8 84 Ni­
san'ında, yayımcının iflasın eşiğinde olduğunun ortaya çıkmasıyla başla­
dı. Nietzsche birkaç sebeple bu haberi duyunca büyük telaşa kapılmıştı.
Birincisi, Schmeitzner iflas ederse Nietzsche yayıncısız bir yazar olacaktı.
İkincisi, Schmeitzner'e iş kurarken 7.000 mark borç vermişti; zaten güç
durumdayken bu kadar büyük bir kayıp onun için felaket olurdu. Üçün­
cüsü, Schmeitzner'den yayımladığı eserlerin haklarını serbest bırakması­
nı istemişti (İnsanca, Pek İnsanca, Karışık Kanılar ve Özdeyişler, Gezgin
ile Gölgesi, Zerdüşt'ün 1-III. Bölümleri) . Böylece eserlerini yeni girişlerle
birleşik eserler halinde yeniden basacaktı; Schmeitzner de elbette bunun
için yeni yayıncıdan para isteyecekti. Dördüncüsü, Schmeitzner'den bu
eserlerin birinci baskılarının satılmamış nüshalarını istiyordu, böylece
yeni girişlerle ikinci baskı olarak tekrar ciltlenebileceklerdi.
Nietzsche parasını alabilmek için hukuk yoluna başvurdu, ilk başta
avukat dayısı, sonra da Leipzig'li zeki bir avukat tarafından temsil edil­
di. Kaufmann adlı bu avukat, ödeme tarihi birkaç kez gelip geçtikten
sonra nihayet 1 885 Kasım'ında Schmeitzner'den (daha doğrusu oğlu­
nun borçlarına kefil olmuş olan babasından) 5.000 mark koparmayı
başardı. Parayı aldıktan ve bazı kitap faturalarını kapattıktan sonra,
Nietzsche babasının mezarına dikilecek doğru düzgün yazıtlı bir mezar
taşının masrafını tek başına (annesinden yardım almadan) karşılamakta
ısrar etti75 -hiç şüphe yok ki " babasının mezarına hakaret ettiği" sözü­
nün izini silmek istiyordu.
Telif hakları ve satılmamış kitaplar konusunda Schmeitzner, Nietz­
sche'ye göre birkaç pis numara yapmaya kalktı. Bunlardan biri de
Nietzsche'nin eserleri dahil tüm yayınevini önceden mahkum olmuş Le­
ipzigli bir pornocu ve (çok daha kötüsü) " sosyal demokrat"76 Albert
Erlecke'ye satmayı planlamasıydı. Diğeri de yine aynı anlaşma için daha
saygın Leipzigli yayımcı Hermann Credler'den, Nietzsche'ye göre aşırı
bir meblağ istemesiydi.
Neyse ki talihi dönen Nietzsche 1 8 86 Haziran'ının ortasında Leip­
zig sokaklarında yürürken ilk yayımcısı Ernst Fritzsch'le karşılaştı.77
Fritzsch mesleğe geri dönmüştü ve Nietzsche'yle mesleki ilişkisini tekrar
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar 601

kurmaya hevesliydi. Aslında kısa süre sonra gerçek ortaya çıktı. Nietz­
sche'nin Overbeck'e yazdığına göre,

Yayınevinin salt Wagner'in bütün [düzyazı] eserlerine değil aynı zamanda Nietz­
sche'nin bütün eserlerine sahip olmasına büyük önem veriyordu (bu komşuluk bana
kendimi gerçekten iyi hissettiriyor, çünkü Wagner neyle uğraştığım konusunda bir
fikri olan tek, ya da en azından ilk kişiydi).7B

Fritzsch'in bunun üzerine Schmeitzner'le başlattığı pazarlıklar bir


süre devam etti -Schmeitzner'in talepleri haklı görünüyordu, çünkü elin­
de yaklaşık 10.000 satılmamış Nietzsche kitabı vardı. Sırf Zerdüşt'ten
1 .000 nüshalık baskı yapılmış, 1. Bölüm'den 9 1 5, il. Bölüm'den 907 ve
III. Bölüm'den 937 nüsha elinde kalmıştı. Bu yüzden Fritzsch "nihayet
yayınevini aldığına" dair zafer telgrafını ancak 5 Ağustos'ta gönderebil­
di ve Nietzsche de nihayet Schmeitzner'le her türlü ilişkisi kesildiği için
rahat bir nefes aldı.

Nice'te Üçüncü Kış

1 Kasım 1 8 85'te Leipzig'den ayrılan Nietzsche her zamanki göç dese­


nini değiştirmeyi kafasına koymuştu. İlk durağı Reinhart von Seydlitz'le
birkaç gün geçirdiği Münib oldu. Von Seydlitz Japon iç mekan süsleri
satarak iyi para kazanıyordu (aynı yıl "Japon" çılgınlığı Paris'te Van
Gogh'a da bulaşmıştı) . Halen Münib Wagner Cemiyeti'nin başkanı olan
von Seydlitz, Nietzsche'nin üniversiteden kalan ve sen (du) diye hitap et­
tiği tek dostuydu. " Neşeli, şirin ve genç" Macar eşi lrene'nin -Elizabeth'e
kıskançlıkla yazdığı gibi, bu kadın tam Nietzsche'nin " hayat yoldaşı"
olacak tipte biriydi- yanında Nietzsche o kadar rahattı ki neredeyse ona
da sen (du) diyecekti.79 lrene'yle birlikte Floransa'ya yolculuk etti ve
orada başgökbilimcinin başucunda İnsanca, Pek İnsanca'nın bir nüs­
hasını görünce çok sevindi. Yakındaki Vallombrosa'daki Lanzsky'nin
oteline sebebi belirsiz hızlı bir ziyaret, kışı orada geçirme planından
vazgeçmesine yetti (muhtemelen aylarca yapışkan Lanzsky'e katlanma
ihtimali ona ağır gelmişti); böylece 1 1 Kasırn'da "Nice'in Hamlet ben­
zeri köstebeği "80 kendini bir kez daha Cenova üzerinden tanıdık kışlık
602 NIETZSCHE

mekanına giderken buldu. Nice havası, alternatifli flörtlerin hepsine ga­


lip gelmişti yine.
Tanıdık olmayanla flörtün etkisi Nietzsche'nin gözlerini tanıdık ola­
nın zevklerine açmasını sağlamak olmuştu. İlk baştaki Fransız-düşmanı
nefreti bir tür aşka dönüşmüştü artık. Göç için son hazırlıkları yapan
Försterlere Ocak başı gönderdiği mektupta, Nice'i adeta "ilk kez" gör­
düğünü, buranın "güzel havası ve yumuşak renklerine" ilk kez gözlerini
açtığını yazmıştı. 8 1 Başka bir mektupta da özellikle St. Jean yarımada­
sında "genç askerlerin boules * oynamasını, çitlerde açan taze gülleri ve
sardunyaları, yeşil ve sıcak olan her şeyi" (Aralık'ta ! ) sevdiğini yazıyor­
du. "Sizin şerefinize üç büyük bardak tatlı vin ordinaire ( sıradan şarap)
içtim [diye ekliyordu] , neredeyse bitzeli betrunken [ " çakırkeyif"in İs­
viçre-Almancası] oldum. " Eniştesinin ırkçı görüşlerine saldırma güdü­
süne daha fazla direnemeyerek, mektubun sonunda sarmısağın yasak­
lanmasının "kozmopolit gergedanınızın -pardon! - burnuna iyi kokular
verecek tek Yahudi karşıtlığı biçimi olduğunu" yazar.82 (On dokuzuncu
yüzyılda Yahudileri sarmısakla ilişkilendiren basmakalıp görüşler oldu­
ğu açıktır. )
Nietzsche ilk başta daha önce deneyip beğendiği Cenevre Pansiyonu 'na
döndü. Burada şahane bir İsviçre mutfağı vardı, ama odadan tatmin ol­
mayınca üç gün sonra Rue St François de Paule 26'daki büyük bir binada
daha ucuz bir yer buldu. Mektupların başına "ikinci kat, soldaki kapı"
diye yazıyordu. Oda soğuk olmasına ve çoğunlukla Cenevre'de yemeyi
tercih etmesine rağmen, pencereden bakınca evlerin üzerinden ormanı,
uzaktaki denizi ve ayağının dibinde "Square des Phoceens"i görmeyi
çok sevmişti. Nietzsche "bu sözcük bileşiminin inanılmaz kozmopolitiz­
mini" sevmişti: İngilizce, Fransızca ve Yunanca ( "Phoceens" Nice'i ku­
ran Yunan kavmiydi). " Bu isimde muzafferane ve pan-Avrupalı bir tını
var, " diye yazıyordu Köselitz'e: "Teselli edici bir şey var, bana 'Şu anda
burada doğru yerdesin,"' diyor. "83 Aynı temayı Köselitz'i Venedik'ten
ayrılıp Nice'e gelmeye ikna etmek için tasarlanmış başka bir mektupta
devam ettiren Nietzsche ondan şunu ister:

*
Eskiden beri Fransa'da, özellikle de ülkenin güneyinde yaygın olan basit bir açık
hava oyunu. Hedef olarak belirlenen bilyenin en yakınına, daha büyük olan demir
topları atan takım kazanır. İzleyiciler ve oyuncular arasındaki iletişim ve kimi zaman
tartışma, oyunun kendisi kadar keyif verir-e.n.
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar 60 3

Şu güzel "Nice" kavramını bir düşün (bu isim Yunanca'dır ve zafer anlamına
*
gelir. ) -burası bir "kozmopolis", keşke Avrupa da günün birinde öyle olsa! İ nsan
güzelim Fransız ruhuna daha yakın oluyor, ama fazla da yakın değil ... büyük İtal­
yan tiyatrosunun bulunduğu sokağım İtalyan üslubunun üstün bir örneği ... Monte
Carlo'daki orkestrayı bir Alman yönetiyor ... [Venedik oteli] Panada'da olduğu gibi,
yemek yenebilecek birçok kate de var (aslında daha iyi ve ucuz) ... ayrıca Rus ve
Polonyalılardan da gayet iyi bir seçme var.B4

Tam bir eritme potası gerçekten.

Nietzsche'nin Kozmopolitizmi

Gördüğümüz üzere, Alman milliyetçiliği olgun Wagner'in bakış açı­


sının ayrılmaz bir parçasıydı. Fransa-Prusya savaş meydanlarında doğ­
rudan dehşet verici şeyler yaşamasının güçlü itkisine rağmen, Nietz­
sche'nin kozmopolitizme dönüşü gerçekte İnsanca, Pek İnsanca'da
Wagnerciliğin pek insanca tarafını reddetmesiyle başladı. Hatırlanacağı
gibi, savaşı aşmanın bir yolu olarak Avrupalıların birliği fikrini gökle­
re çıkarır ve Avrupa'nın birleşmesini Avrupa kültürünün küreselleşme­
sine, Avrupa'nın bütün dünyayı kolonileştirmesine giriş olarak görür.
Şen Bilim'de ortaçağ kilisesinin pan-Avrupacılığına hayranlığını ifade
eder (ama burada hayran olduğu kilise "Katolik" olmaktan ziyade bir
"Roma" kilisesidir) ve "tek Avrupa" için çabalayan Napolfon'a övgüler
düzer.85 Yakında çıkacak İyinin ve Kötünün Ötesinde' de her türlü " ulu­
sal histen" kopmuş bir "Avrupalı" insan tipinin ortaya çıkışını över86 ve
küçük, ulusal siyaseti bırakıp "büyük", yani küresel siyasetle uğraşma
vaktinin geldiğini söyler. Küresel siyasete doğru ilerlemeliyiz, der öngö­
rüyle, çünkü "insanlığın geleceği" tehlikededir.87
Nietzsche'ye göre "Avrupalı " daima "klasik" demektir. Filolog ola­
rak eğitiminin içine işlemiş olan Yunanların idealleştirilmesinden asla
kaçınmamıştır. Karışık Kanılar ve Özdeyişler'de "ahenk", "oran", "kuv­
vet", "yumuşaklık", "istirahat" ve "istemsiz, doğuştan gelen bir ılımlı-

*
"Nice" ya da Yunanca "Nicaea " adı zafer tanrıçası "Nike"ye gönderme yapar. Nice
İÖ 350'de Yunanlarca kurulmuştu.
NIETZSCHE

lık" gibi klasik değerlerin, geleceği inşa edeceğimiz "her şeyi kapsayan
altın zemini" oluşturduğu söylenir.88 Modern tarihteki "altın" uğraklar
Rönesans ve Napoleon'dur, bir başka deyişle, klasik idealin "yeniden
doğmasını" sağlama girişimleridir. Hıristiyanlığı sürekli " Doğulu"89
diye nitelemesi de bir yabancı istilası olduğunu ve hakiki bir "Avrupa"
canlanmasında dışarı atılması gerektiği düşüncesinin göstergesidir.
Demek ki Batı kültürünün canlanması klasik değerlerin yeniden
keşfedilmesi ve modern dünyada anlam taşımaları için yeniden yorum­
lanmaları demekti elbette (togalara ve sandaletlere dönmek ancak alay
konusu olabilirdi). Önceki bölümde belirttiğim gibi, Nietzsche'nin kla­
sikçiliğini zaman zaman uyandırdığı " kararcılık" izlenimini düzeltmek
için akılda tutmak gerek; onun savunduğu -belirttiğim gibi kendi ken­
dini zayıflatan- teze göre nihai değerlerin temelsiz, bu yüzden de keyfi
bir seçim meselesi olduğu doğru değildir. Karakterimize ve kültürümüze
"tarz katmamızı " istediğinde, klasik tarzı kasteder. O halde Nietzsche
gelecekte ortaya çıkacağını umduğu kişi tipinin (kendisi gibi) "göçer"90
olacağından bahsetse de, köksüz bir gezgin olacağını söylemek istemez.
Bu tipin kök saldığı anayurt "uluslarüstü"91 olduğundan sınırlar arasın­
da kolayca gidip gelebilmektedir.
Klasik değerleri bu kadar özel yapanın ne olduğunu sorarsak, bana
kalırsa Nietzsche bireyi ya da cemaati onun gözünde daima nihai suçlu­
luk anlamına gelen "anarşi" ve " barbarlığa" karşı emniyete alanın sadece
klasik değerler olduğu cevabını verecektir.92 Ancak klasik, yani Apollon­
cu değerler Yunanları "komşularının" Dionysosçu "barbarlığından"93
koruyabilmiştir; bizi modernliğin dizginlerinden boşanmış liberalliğinin
anarşik " barbarlığından" ancak klasik değerler kurtarabilir. Sadece kla­
sik değerler birleşmeyi, tamlığı ve devamlılığı destekleyebilir, sadece bu
değerler tek kelimeyle "hayatı" ilerletebilir. Klasik değerler beğeni değil
ayakta kalma sorunudur. Bu yüzden klasikçiliğin karşıtı olan "roman­
tizm " "hayata karşıdır'', "dekadandır"; en nihayetinde yaratıcı yıllarının
sonuncusunda romantizmin "ölüm istenci" olduğunu öne sürer.
Nietzsche'nin kozmopolitizmine bakarak eniştesinden nefretinin
karakterini tam olarak anlayabiliriz -bu kozmopolitizm onun Yahudi
karşıtlarına karşıtlığıyla yakından bağlantılıydı elbette, çünkü "köksüz
kozmopolitizm" yirminci yüzyılda da yaygın bir Yahudi karşıtı hakaret
olmayı sürdürdü. Förster'in sömürgeciliğine itirazı yoktu: aksine Nietz-
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar 60 5

sche bütün Avrupa'nın dünyanın tamamını sömürgeleştirmesini istiyor­


du. Onun karşı çıktığı şey Förster'in sömürgeciliğinin milliyetçi ve ırkçı
niteliğiydi. Nietzsche'nin istediği şey Alman değil Avrupa sömürgecili­
ğiydi, Nueva Germania'dan [Yeni Almanya] ziyade Nueva Europa [Yeni
Avrupa] istiyordu. Ayrıca mevcut çağın yozlaşmış Avrupa kültürünün
kolonileşmesini değil, canlanmış ve birleşmiş bir Avrupa kültürünün ko­
lonileşmesini istiyordu -bu yüzden Förster'e Paraguay'a gitmek yerine
alternatif bir lise kurmasını söylemişti; Nietzsche'ye göre sanat ve dinle
birlikte eğitim de kültürün canlanmasının anahtarıydı daima.

iyinin ve Kötünün Ötesinde'nin Yayımlanması

Nietzsche 1 886 Ocak ortasında artık tamamlanmak üzere olan İyi­


nin ve Kötünün Ôtesinde 'yi bastırmak için Hermann Credner'e yaklaştı
(Schmeitzner'le verimsiz pazarlıklar yürüten Leipzig yayıncısı) . İlk başta
kitabı Tan Kızıllığı'nın ikinci cildi olarak düşünmüştü, fakat Mart'ta ki­
tap tamamlanmaya iyice yaklaşınca bağımsız bir eser olarak sunulması
gerektiğini gördü.94
Fakat bu arada Credner Tan Kızıllığı 'nın bir kısmını okumuş, şoke
edici bulmuş ve Nietzsche'yle bütün iletişimini kesmişti. Nisan'da Ber­
lin'deki Cari Dunker Verlag'a yaklaşması da sonuç vermemiş, hatta ça­
resiz kalan Nietzsche'nin telif hakkı istemediğini söylemesi bile işe ya­
ramamıştı95 -kendini telif hakkı talebinde bulunmamaya mecbur hisset­
mişti, çünkü kitaplarının amacı, Schmeitzner olayının ortasında yazdığı
gibi, davası için insan yakalamaya yarayacak "oltalar"96 yaratmaktı.
Dolayısıyla, Schmeitzner'den geri aldığı paranın da etkisiyle, kitabın
masraflarını kendisi karşılamaya karar verdi, baskıyı da Leipzig firması
olan Naumann yapacaktı.
***

1 8 86 Nisan'ının sonunda Venedik'e kısa bir ziyaret için Nice'ten ay­


rılan Nietzsche Mayıs'ın büyük bir kısmını Naumburg'daki yalnız anne­
siyle bir arada geçirdi. Oradan İyinin ve Kötünün Ötesinde'nin basımıy­
la şahsen ilgilenmek için Leipzig'e geçti. Leipzig'de Rohde'yle son olarak
birkaç üzücü görüşmesi oldu. Rohde gayet mutlu olduğu Tübingen'den
budalalık edip taşınmış, ikisinin mezun olduğu Leipzig'de bir kürsüye
606 NIETZSCHE

geçmişti, fakat hemen yeni meslektaşlarıyla kavgaya tutuşmuştu. Nietz­


sche onun kafasının meşgul olduğunu, Tübingen'i özlediğini gördü, ay­
nca Nietzsche'nin o anki felsefesinden hiçbir şey anlamamıştı. Rohde ise
bir zamanlar en iyi dostu olan adamı artık tanıyamadığını, "adeta başka
hiç kimsenin yaşamadığı bir ülkeden gelmiş gibi" davrandığını yazıyor­
du Overbeck'e.97 Nietzsche 27 Haziran'da Leipzig'den ayrıldı ve üç gün
sonra beşinci yazını geçirmek üzere Sils Maria'ya vardı.
İyinin ve Kötünün Ötesinde 4 Ağustos 1 8 86' da çıktı. Önceki eserlerin
korkunç az satmasını Schmeitzner'in edebiyat çevrelerine inceleme nüs­
hası göndermeye, giderek daha gönülsüz olmasına bağlayan Nietzsche,
Naumann'dan altmış altı protokol nüshasını sadece olağan şüphelilere
(ve Helen Zimmern gibi birkaç ek kişiye) değil, aynı zamanda Leipzig,
Dresden, Bedin, Münih, Hamburg, Köln, Viyana, Zürih ve Londra'daki
yirmi beş dergi ve gazetenin editörlerine de göndermesini istedi. Özel­
likle Londra'da Atheneum, Academy ve Westminster Review'a inceleme
nüshası gönderilmişti.98

"Dinamit", "]unker Felsefesi", "Patolojik"

Bu protokol yağmuru sayesinde İyinin ve Kötünün Ötesinde erken­


den birçok yorum aldı. Kitap yorumcuları bugün olduğu gibi o gün de
sol-liberal görüşlü olduklarından, yorumların tamamı Nietzsche'nin dö­
nemin liberal görüşleriyle ilk büyük çarpışmasını temsil ediyordu. Yo­
rumların hemen hepsi düşmancaydı, ama bazıları bugüne kadar eserin
değerlendirilmesinde merkezi rol oynayan kimi meseleleri gündeme ge­
tirmişlerdi.
İlk yorum İsviçre dergisi Der Bund da 1 8 8 6 Eylül'ünde Joseph Wid­
'

mann ( Brahms'ın bir arkadaşı) tarafından yapıldı.99 Nietzsche'nin kendi


imgesini ödünç alarak,ıoo kitabın bir "dinamit" olduğunu söylüyor ve
üzerine "kara bayrak" dikilmesi gerektiğini söylüyordu. Burada Gott­
hard demiryolu tünelinde kullanılan dinamit yığınlarını işaretlemek için
kullanılan bayraklardan bahsediyordu (patlayıcıların inşaat işinde kul­
lanımının ilk örneklerinden biriydi bu); tünel beş yıl önce 2 1 4 kişinin
hayatına mal olarak tamamlanmıştı. Widmann zekice bir tespitle kita­
bın ahlak ile gerçeklik arasındaki geleneksel ikilikten kurtulma yönünde
Nietzsche'nin Çevresindeki Kadınlar

cesurca bir girişim olduğu yorumun yapar, ama cümleler kurmak uğru­
na sıklıkla felsefi sağlamlığı feda ettiğinden yakınır. Kadınlar ve demok­
rasi üzerine gerici fikirleri ise, Widmann'a göre, kesinlikle yanlıştır.
Gustav Glagau 1 886 Ekim'inde Berlin'de çıkan Deutsche Literatur­
zeitung'da, kitabın çok farklı türden bir "özgür ruhluluğu" temsil et­
tiğinden yakınır, "demokratik aydınlanmanın" son yüz yıldaki "özgür
ruhluluğu" değildir mesele (ifadeler Nietzsche'nin kendi önsözünden
alınmıştır); ayrıca kitapta kabul ya da reddedilecek bir şey sunulmamış,
sadece birinin dünya görüşünden küçük parçalar verilmiştir. Glagau da
kitabın rasyonel argümanlar sunmak yerine retoriğin tekrar tekrar çekiç
gibi kafaya vurulmasıyla insanı "sağırlaştırıp" boyun eğmeye zorladı­
ğından yakınır.
Berlin'deki Nationalzeitung'a 4 Aralık 1 8 86'da yazan P. Michae­
lis101 kitapla "mücadele etmek için iyice incelemek gerektiğini" söyler.
Ona göre eser kimi zaman "gerici aristokrasinin küstahça taleplerinin"
hicviyesi gibi görünmektedir, ama gerçekte hicviye değil, "modern ha­
yatta belli bir doğrultunun belirtisidir" . Nietzsche "zamanımızın aris­
tokratik akımının felsefi savunucusudur", bize "Junker aristokrasisinin
[Bismarck'ın sınıfı] felsefesini " vermektedir. Nietzsche'nin ilkesi, diye
devam eder Michaelis, "yukarıdakilere sınırsız bağlılık, aşağıdakilere
sınırsız horgörüdür" . "Din çağdışılıktır, hükümsüz kalmış bir bakış açı­
sıdır, ama sürüyü kontrol etmek için faydalı bir araçtır. " "Ahlak sadece
ayaktakımı içindir. " Efendiler için parola "güçlü olan haklıdır" dır. Yine
de insanın bu kitaptan kopmamasını sağlayan, yazarın düşüncelerini
açıklamaktaki "hayasızlığıdır" . (Nietzsche bunun "iyi ama düşmanca"
bir yorum olduğunu söyler, "düşünce tarzımın en güvenilir özeti" der
yorum için. "Yorumcunun itici bulması beni hiç de rahatsız etmiyor, "
diye de devam eder. ) 1 02
Heinrich Welti'nin 1 3 Aralık 1 8 86'da Zürih'teki Neue Zürcher Zei­
tung'da çıkan yorumunda esere "nadir ve eşsiz bir kitap" denmişti, ama
yorumun geri kalanı esasen yorumcunun kitabın derinlerine hiç ineme­
diğini gizlemek için yazılmış ıvır zıvırla doluydu -bu da yorumunu yaz­
manın tercih değil angarya olduğu izlenimi veriyordu. Nietzsche daha
sonra yorumcularından çoğunun yetersiz olduğundan yakınmıştı.
1 8 87 Ocak'ında Allgemeine Deutsche Universitatszeitung'a yazan
Johannes Sclaf, "aforizmaların omurgasının özellikle orijinal güç istenci
608 NIETZSCHE

fikri ve 'tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi' olmadığı" gibi şaşırtı­


cı bir iddiada bulunur, sonra da yazarın bireyselliğin değerini abarttığın­
dan, toplum olmasa yaşayamayacakken kendini toplumdan soyutlayan­
ların hasta özbilincini sergilediğinden yakınır. Vardığı sonuca göre yazar
ya budalalar ya da tehlikeli asalaklar yaratmak istemektedir.
Breslau'daki Nord und Sud'un 1 8 8 7 Mayıs'ındaki sayısında çıkan
isimsiz bir yorumda da içgörülü bir tarzda, eserin "temel ahlaki ilke ola­
rak güç istencine" dayanan bir "etik" inşası yönünde ilginç bir girişim
olduğu söylenir. G. Yon Gizycki, aynı yıl çıkan Deutsche Rundschau'nun
1 3'üncü cildinde eseri "patalojik olanla sınırdaş olma" diye tanımlar­
ken, Thomas Frey de Antisemitic Letters'ın 1 8 87 Aralık sayısında Nietz­
sche'nin "Yahudi sorunu"na dair sözlerine gönderme yaparak, kitabı en
fazla yarım düzine insan okuyacağı için Tanrı'ya şükreder.
Kitaba yönelik son bir tepki de Rohde'nin Overbeck'e gönderdiği
mektupta görülebilir: Rohde eski dostunun kitabının yemekte çok şa­
rap içtikten sonra uyuklayan birinin elinden çıkmış gibi göründüğünü,
felsefi ve siyasi görüşler bakımından "neredeyse çocukça" olduğunu,
bütününden ise belli bir ruh hali dışında hiçbir şeye dayanmayan bir
bakış açısı ortaya çıktığını belirtir. Eserin bakış açısı sanki tek mümkün
bakış açısıymış gibi sunulmuştur, ama Nietzsche sonraki eserinde ke­
sinlikle tam tersi konumu savunacaktır. "Bu bitmek bilmez dönüşüm­
leri artık ciddiye alamıyorum," 103 diye yazan Rohde, yabancılaşması­
nın asıl kaynağını da açığa vurmuş olur: Rohde'nin cesurca ve tutkuyla
Wilamovitz'e karşı savunduğu duruş noktasını Nietzsche'nin terk etme­
sini şahsına ihanet olarak görmektedir.
Şimdi de bu yorumların ve tepkilerin kitaba adil davranıp davranma­
dığını belirlememiz gerek.
2 1 . Bölüm

lyinin ve Kötünün Ötesinde

Karanlığın Yüreği
. ..
yinin ve Kötünün Otesinde'nin temel amacı nedir? Göreceğimiz üze-
I re, eser Hıristiyanlığın getirdiği "köle" ahlakı (kötülüklere [evi/] karşı
"iyilik" ahlakı) ile ondan önce antik dünyanın "efendi" ahlakı (kötü­
ye [bad] karşı " iyi"nin ahlakı) arasında (Ahlakın Soykütüğü'nde iyice
genişletilen) bir ayrıma gider. Bu yüzden başlık bize içinde yetiştiğimiz
"iyi ve kötü" ahlakının "ötesine" geçmemiz gerektiğini söylemektedir.
Ayrıca "iyi ve kötü" ahlakının bir versiyonunu da geri kazanmamızın
söylendiğini varsayabiliriz. Başlığın dediğine göre, ahlaki bir devrime
ihtiyacımız vardır.
Altbaşlıkta Geleceğin Felsefesine Giriş denmesi de aynı şeyin baş­
ka yoldan söylenmesidir. Bu başlığı anlamak için Wagner'e, Das
Rheingold'un geri kalan Yüzük (Der Ring) dörtlemesi için "Giriş" ol­
duğunu söyleyen ve müzikli dramlarına toptan "geleceğin sanat eseri" *
adını veren besteciye çifte gönderme yaptığını görmek gerekir. Altbaşlık
Nietzsche'nin eski "Üstat"ıyla güç mücadelesinin devam ettiğini açıkça
gösterdiği gibi, İyinin ve Kötünün Ôtesinde'yi fiilen "geleceğin felsefe­
si" olacak bir geleceğin eserine "ön bakış" , kısa bir "giriş" olarak gös­
terme işlevine de sahiptir. İyinin ve Kötünün Ôtesinde'nin çıkışından
hemen sonra yazılan bir mektup bu konuyu açıkça gösterir: Nietzsche,
Elizabeth'e gönderdiği mektupta, gelecek dört yılı " Güç İstenci. Tüm

*
Wagner devrimci sanat programına 1849'da "Geleceğin Sanat Eseri" başlıklı bir
risaleyle başlamıştı. Eser Ludwig Feuerbach'a ithaf edilmişti ve başlığını da açıkça
Feuerbach'ın Geleceğin Felsefesinin llkeleri'nden ( 1 991, 2010; Grundsiitze der Phi­
losophie der Zukunft, 1 843) almıştı. Dolayısıyla, iyinin ve Kötünün Ôtesinde'nin alt
başlığı dolaylı olarak Feuerbach'tan gelir.
610 NIETZSCHE

Değerleri Yeniden Değerlendirme Girişimi gibi korkunç bir başlık taşı­


yan dört ciltlik bir başyapıt" üretecek şekilde planladığını söylüyordu. ı
Nietzsche'nin "ahlak devrimi" için kullandığı terim "tüm değerlerin ye­
niden değerlendirilmesi"ydi. O zaman yine ihtiyacımız olan bir ahlaki
devrimdi. Peki, neden böyleydi ?
Nietzsche kitabı tekrar tekrar en karanlık terimlerle anlatır: eseri ta­
mamladığında, "tam anlamıyla korkunç ve iğrenç"2 bir şey yazdığını,
bunun "korkunç bir kitap ... kapkara ve kaygan bir şey" olduğunu ya­
zıyordu. Bu kitapta, diyordu: "Bir şeyin 'tam üstüne bastım' ama bunun
elimden kaçmayacağından emin değilim" .3
İyinin ve Kötünün Ötesinde'nin "üzerine bastığı" "kaygan" şey,
bana kalırsa, modern, yani Darwinci bilimdi. Göreceğimiz üzere, İyinin
ve Kötünün Ötesinde' de daha önceki hiçbir yayımlanmış eserde öne çık­
madığı kadar öne çıkan "güç istenci " kavramı Darwinciliğin bir uyar­
laması olarak tasarlanmıştı. Genellikle on dokuzuncu yüzyıl, özellikle
Nietzsche için yıkıcı problem sadece "Tanrı'nın ölümü" değil, takdiri­
ilahinin yerini "en güçlünün ayakta kalmasının" almasıydı. Daha doğ­
rusu, Nietzsche'nin "iyileştirilmiş" Darwin versiyonunda dünya "'güç
istenciydi' ve ötesinde hiçbir şey yoktu" . 4 Yeni bilimi bu kadar "iğrenç"
yapan şey, Widmann'ın yorumunda zikredilen "ahlak ile gerçeklik ara­
sındaki ikiliği" gündeme getirmesiydi. Nietzsche'nin bir mektupta dedi­
ği gibi, şu ana kadar en çok nefret edilen, korkulan ve tiksinilen şeyin" ,
yani "güç ve şehvet arzusunun" aslında hayatın ve dünyanın gerçekliği
olduğuyla yüzleşmemizi gerektirir.5 Yani Hıristiyan ahlakı "özverili" ol­
mamız ve kendimizi sevdiğimiz kadar komşumuzu da sevmemiz gerekti­
ğini söyler. Ama "Darwinci" bilim bu idealden zaman zaman sapmakla
kalmadığımızı, bilimsel zorunluluk dolayısıyla, daima saptığımızı ve her
zaman eylemde bulunmamızın altında yatan hakiki güdülerin aslında
daima gerekenin tersi olduğunu, daima bencilce güç arzusuyla eylemde
bulunduğumuzu gösterir. Bu yüzden Nietzsche "tam üstüne" bastığı ve
gün ışığına çıkardığı şeyin boğa olmadığını, geleneksel ahlakın perspek­
tifinden şeytan olduğunu yazar.
Schopenhauer Darwinci dünya görüşüne çok benzer bir şey öngör­
müştür. Bu da onu dünyanın "olmaması gereken" bir şey olduğu so­
nucuna götürmüştü.6 Buradan "olmalı" ile "olan" arasındaki radikal
ikiliğin neden ölümcül olduğunu anlıyoruz: Tragedyanın Doğuşu'nda
İyinin ve Kötünün Ötesinde 61 1

tarif edildiği üzere bulantı ve çaresizlik, "dünyanın-inkarı'', Silenus


"nihilizmi"ne yol açar.
Olgun Nietzsche'nin daimi ana amacının "dünyayı olumlamak" -hat­
ta esrikçe dünyayı olumlamak- olduğunu düşünürsek, İyinin ve Kötü­
nün ôtesinde'nin baş amacı ahlaki ikiliği, "olmalı" ile "olan" arasındaki
boşluğu aşmaktır. " Olan" değişmez göründüğünden, "olmalı" değişme­
lidir. Temelden "değerlerin yeniden değerlendirilmesi" gerçekleştirilmeli­
dir. Borsa filminin "kahramanı" Gordon Gekko, "açgözlülük -daha iyi
bir kelime olmadığı için- iyidir" şeklindeki büyük içgörüsünü ilan eder.
Nietzsche'nin "yeniden değerlendirmesi" böyle olmasa da, önerdiği şe­
yin radikal, geleneksel bakış açılarını şoke edici yönünü göstermektedir.
Nietzsche kitabı tamamladıktan sonra karanlığı konusunda yorum
yapmakla kalmaz. Kitabın içinde de bu dünya görüşünün karanlığını
vurgulamak için elinden geleni yapar -geleneksel ahlakın bakış açısın­
dan karanlıktır ve Nietzsche de çağının çocuğu olduğundan bu gelenek­
sel ahlaktan tam anlamıyla kurtulmuş değildir hiçbir şekilde. (Bana ka­
lırsa bazen tarif ettiği dünyanın karanlığı karşısında far görmüş tavşan
gibi dehşet içinde donup kaldığının hissedilmesi de bundandır. ) Bu vur­
gunun sebebi İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de saldırılan başlıca hedefin
"idealizm" diye tarif ettiği konum olmasıdır.
İdealistler, "sevimli 'idealistler"', "iyi, doğru ve güzeli ballandıra bal­
landıra anlatanlardır" . 7 Terimin kendisi (sadeleştirme uğruna, kesinlikle
metafizik idealizmle alakası olmadığını varsayalım en iyisi), hiç şüphe
yok ki, anlamını Malwida von Meysenbug'un Bir Kadın İdealistin Anı­
ları (Memoiren einer idealistin) adlı eserinden almıştır. Nietzsche bir
zamanlar Malwida'nın kitabına derin bir hayranlık beslerken, aklının
başında olduğu son yıllarda giderek ona daha çok düşman kesilmişti.
" İdealizmi " genellikle on dokuzuncu yüzyıl kültürünün egemen du­
rumu olarak görmesine rağmen, özellikle eğitimli kadınların idealizm­
den mustarip olduğunu düşünür. Daha sonra "minik mavi çorap" Ge­
orge Eliot'u * aynı şeyle suçlayacaktır.8 Bunun temeli Hıristiyan metafi-


"Blue stockings" : 1 8 . yüzyılda eğitimli ve aydın kadınlara, özel olarak da Lady
Montague liderliğindeki Blue Stockings Society adlı demek etrafında bir araya ge­
len kadın çevresine verilen isim. Aralarında erkekler de vardı. Viktorya döneminin
en etkili kadın yazarlarından olan George Eliot ( 1 8 1 9-1 880) ise Si/as Marner ile
Middlemarch'ın yazarıdır-e.n.
612 NIETZSCHE

ziğinin reddini Hıristiyan ahlakının reddinin takip etmemesine dayanır.


İdealistler Hıristiyan metafiziğini terk ettikten sonra ahlakına çok daha
sıkı bir şekilde tutunurlar. Bu yüzden " olmalı" ile "olan" arasındaki
ikiliğe düşerler; bu da -Schopenhauer'ın hem Hıristiyan ahlakına bağlı­
lığına hem de dünyanın fiili durumu hakkındaki amansız dürüstlüğüne
sahip olanlarda- dünyanın- inkarına kapı açar.9 Fakat idealistler bu
çaresizlikten kaçınmak için "olmalı" ile "olan" arasındaki boşluğu ka­
patırlar. Fakat Nietzsche'nin "olmalı "yı "yeniden değerlendirme" stra­
tejisini izleyerek değil, "olan"ı "yeniden değerlendirmek" gibi tuhaf bir
alternatife başvurarak bunu yaparlar. Nietzsche'nin Meta von Salis'e
yazdığı kadarıyla, Malwida "gerçeği görmemek için" dünyayı "güzel
ruhlarla" doldurur; bu proje onu " her cümlede yalan söylemeye" zor­
lar. 1 0 Bir başka deyişle, idealistler ahlaki umutsuzluğa yol açan boşlu­
ğu kapatmak için gerçeklik anlatısında sahtekarlık yaparlar. Herkesten
önce kendilerini kandırarak, dünyanın gerçekte zamanın büyük bir
kısmında özgeci "komşu sevgisiyle" edimde bulunan "hoş" insanlarla
dolu olduğuna inanırlar. Gerçekten hepimiz "hoş" insanlar olabiliriz,
derler kendi kendilerine. İçten içe hepimizin "güzel ruhları" vardır ve
güzel olmayan tarzda hareket ettiğimizde, daha iyi benliğimiz kendini
kötü hissedecek, vicdanımız sızlayacaktır.
Peki, "idealizmin" fiilen yanlış olan yönü nedir? Nietzsche'nin bu so­
ruya cevabı pek açık sayılmaz. İdealistler "dürüst değildir" , kendilerini
"kandırırlar", ona ne şüphe; peki, ama Nietzsche'nin kendini kandırma­
ya itirazının ne olduğu hiç açık değildir. Meta von Salis'e gönderdiği aynı
mektupta Malwida'nın "herkesin en iyi yönlerini görmesinin" aslında
"masumiyet" değil "aşırı küstahlık" olduğunu söyler. Bana kalırsa bu­
rada kastettiği şey, dünyanın, insan nasıl olması gerektiğini düşünüyorsa
öyle olmak zorunda olduğunda ısrar etme küstahlığıdır ( buna "olmalı"­
"olan" yanılgısı da diyebiliriz). Şeylerin gerçekliğine saygı duymamak
anlamına gelen bu küstahlık tanrısal dünya yaratma gücünü kendinin
saymaktır. Ama yine "küstahlığa" niye itiraz edilmesi gerektiği de açık
değildir -özellikle de "efendi ahlakına" hayran olduğunu öğrendiğimiz
biri buna niye karşı çıksın? Nietzsche, Malwida'nın "pembe gözlüklü
yüzeyselliğinin" "zor bir hayatta yüzeyde kalmasını" sağladığını kabul
eder. 1 1 Şen Bilim'e yeni önsözünde kendisi de ( "nekahetteki" birinin ba­
kış açısından) Yunan "yüzeyselliğini" -"derinlikten gelen yüzeyselliği"-
iyinin ve Kötünün Ôtesinde

övme noktasına gelir. Bu söz, Tragedyanın Doğuşu'nda Homeros'un


"Apolloncu" sanatına dair anlatıda, bu sanatın hayatın "dehşet ve kor­
kunçlukların" üstüne parlak bir örtü örterek "hayatın olumlanmasını "
mümkün kılmasına göndermedir.
O halde, tekrarlamak gerekirse, "idealizm"de yanlış olan nedir ger­
çekten? Niçin "pembe" gözlüklerimizi çıkarıp karanlığın yüreğine göz
kırpmadan Schopenhauer'cı bir cesaretle bakalım ki ? Nietzsche'nin iki
noktaya temas etmek istediğini düşünüyorum. Birincisi, idealistlerin
dünya hakkındaki hakikatten kaçınması sadece psikolojik bakımdan
zayıf olanların stratejisi değil, aynı zamanda zayıflığı aşma fırsatını geri
çeviren bir stratejidir. "Korkuyu hisset ve yine de yap" sözü popüler psi­
kolojinin tanıdık bir sloganıdır. Burada verilen öğüt kişinin "güven'' ka­
zanması, böylece daha "güçlü" (ve muhtemelen "sevgi dolu " ) bir insan
olması, fakat kaçınarak değil, korkulanla karşılaşıldığında dik durma
fazileti edinerek bunu gerçekleştirmesidir. Popüler psikolojinin büyük
bir kısmında olduğu gibi -Nietzsche'nin "hayat bilgeliği"nin orijinalliği­
nin olduğundan daha az görünmesine yol açacak şekilde- bu da neticede
Nietzsche'den türemiştir. Zira burada söylenen şey, meşhur " beni öldür­
meyen şey beni güçlendirir" 12 aforizmasında söylenenle aynıdır. İdea­
listlerin kendini kandırmasının altında, İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de
işaret edildiği gibi, dünyayı "güzel ruhlarla" doldurmanın onları mutlu
edeceği inancı vardır. 1 3 Fakat sırt çevirdikleri şey daha dirençli, dolayı­
sıyla daha iyi bir mutluluk imkanıdır.
Aslında bana öyle geliyor ki asıl nokta bu olmalıdır -idealizm ona
inananları gerçekten mutlu etmez. Nietzsche'nin idealistlerinin eğitimli
insanlar olduklarını hatırlayın. Bu yüzden modern bilim hakkında bilgi
sahibidirler, zihinlerinin bir köşesinde, edindiğimiz (ya da edinmeye ça­
lıştığımız) en iyi bilgilere göre gerçekliğin "komşu sevgisinden" yoksun,
kıran kırana rekabet dünyası olduğunu gayet iyi bilirler. Bu yüzden, ide­
alistlerin lirizminin altında ahlaki çaresizlik gerçekte hep varlığını korur.
Malwida "yüzeyde kalmayı başarmaktadır", fakat "yüzeyde kalmak"
mutlu olmakla bir tutulamaz.
Bu yüzden Nietzsche'yi giderek daha fazla hayal kırıklığına uğrat­
mıştır. Onun mutlu olmadığını ve kendi düşünce tarzına uzun süre ma­
ruz kalmasına rağmen meseleyi anlamayı reddettiğini biliyordu. Göre­
ceğimiz üzere, İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de, güç istencinin yönettiği
6 14 NIETZSCHE

bir dünyanın idealistlerin bakış açısından ne kadar ürkütücü olduğunu


da bu yüzden sert bir retorikle vurgular. İdealistlerin kasıtlı sağırlığını
aşmak için "dünya güç istencinden başka bir şey değildir" sloganını
haykırır. Amacı onları olguları "yeniden değerlendirme", sahtekarlık
yapma stratejisinden vazgeçmeye zorlamak, onun "değerleri yeniden
değerlendirme" stratejisinin mutlak zorunluluğunu görmeye mecbur
etmektir.
İyinin ve Kötünün Ötesinde'ye dair bu genel anlayış doğruysa, bun­
dan iki sonuç çıkacağına dikkatinizi çekerim. Birincisi, Nietzsche'nin
düşüncesinde hakikatle ilgili postmodern şüpheciliğe [bkz. Sözlükçe]
yer yoktur: onun düşüncesinin merkezi sorunu, Darwinci bilimin doğru
olmasıdır -daha doğrusu, dünyaya hakkındaki hakikate dair en iyi an­
layıştır ve bu haliyle rasyonel kabul talep eder. İkincisi, güç istencinin
üzerini kapamanın da yeri yoktur. Kimi zaman akademisyenler Nietz­
sche'yi daha az şoke edici hale getirmek için "güç istenci"nin sadece "ki­
şinin kendisi üzerindeki gücü" olduğunu söylerler. Fakat böyle yaparak
Nietzsche'nin şoke edici olmak istemesi gibi temel bir noktayı kaçırmış
olurlar. Güçlünün zayıfa " baskın çıkması" ve onu "sömürmesi"nin ha­
yatın özüne ait olduğunu söylediğinde,14 hiç de başka bir şey kastetme­
mektedir.
***

"İyinin ve kötünün ötesinde" sözünün bizi (başka yönlerinin yanı


sıra toplumsal bakımdan) Darwinci bir dünyada doğru şekilde "haya­
tı olumlamak" için gereken ahlaki yeniden değerlendirmeye yönelttiğini
belirtmiştim. Bu da bizi iyiyi, "kötülük"le değil "kötü"yle karşı karşıya
koyan bir ahlaka doğru iter. Fakat kimi zaman, örneğin Zerdüşt'ün " Gü­
neş Doğmazdan Önce"sinde, Nietzsche aynı ifadeyi kullanır, ama "iyi­
lik-kötülük" ahlaki perspektifinin yerine "iyi-kötü" perspektifini geçirme
çağrısı yapmak için değil, insanın iyilik ve kötülüğün "ötesine" geçtiği
bir esriklik halini ifade etmek için bunu yapar, zira bu halde her şey iyi­
dir, en azından bir bütün olarak "oluş" bağlamında görüldüğünde iyidir.
1 8 8 8'de yazdığı bir mektupta Torino'da yaşamanın kusursuzluğunu ifade
ederken şöyle der: "Po köprüsünde akşamlar: Harika! İyinin ve kötünün
ötesinde! ! " 15 Bu da bengi dönüşü isteme ile "iyinin ve kötünün ötesinde"
olma arasında bir bağ olduğunu gösteriyor.
İyinin ve Kötünün Ôtesinde 615

Nietzsche 1 8 8 8'de Georg Brandes'e (göreceğimiz üzere, onu ünlü


eden ilk kişi olan Danimarkalı) gönderdiği bir mektupta bu bağı açıklı­
ğa kavuşturur:

"Değerlerin yeniden değerlendirilmesi" -Buradaki mecazı anlıyor musunuz?- As­


lında altın yapana minnet borçluyuz. Yani en adi, en hor görülenden değerli, hatta
altın değerinde bir şey yapan kişiyi kastediyorum. Bu seferki görevim çok tuhaf: Bu­
güne dek insanlığın en nefret ettiği, korktuğu, hor gördüğü şeyin ne olduğunu kendi­
me sormak: -ve ondan kendi "altınımı" yapmak. 16

Nietzsche'nin " boku altına çevirme" "simyası" ile Emerson tarzın­


da, var oluşun toptanlığı içinde bakıldığında her şeyin "ilahi" olduğunu
görmek arasında kurduğu bağlantıyı hatırladığımızda, "iyinin ve kö­
tünün ötesinde" olma hedefinin sadece "hayatı olumlamak" olmadığı
anlaşılacaktır. Daha ziyade, hiçbir çekince olmadan hayatı olumlamak,
böylece kişinin bengi dönüşü benimseyebilmesidir.
***

Başka bir hazırlık sorusu. Nietzsche'nin metinlerinin her birinde ıs­


rarla sorduğum gibi, kitap kim için yazılmıştır? Hedeflenen okur kitlesi
kimlerdir?
1 876 sonrasındaki tüm diğer öncelleri gibi İyinin ve Kötünün Ôtesin­
de de "az sayıda insan" için yazılmıştır. "Genel halk için yazılan kitaplar
genellikle pis kokar," denir kitapta. " Küçük insanların kokusu kitabın
üstüne siner. " 1 7 Havaalanı kitapçısında satılmak için yazılan kitaplar
daima kendilerini en düşük ortak paydaya göre ayarlamak zorundadır.
Bildiğimiz gibi, Nietzsche'nin -genellikle "Nietzscheci" davaya ve bazı
seçme vakalarda "özgür ruhlar manastırına- çekmek istediği "azınlık"
istisnai kişilerdir, "geleceğin kolonicileri" olacak yaratıcı özgür ruh­
lardır, yenilenmiş kültürün tohumlarını taşıyanlardır. Fakat İyinin ve
Kötünün Ôtesinde'nin çok daha özgül bir hedefi vardır: Nietzsche'nin
zihninin ön planında Heinrich von Stein'ı kendi tarafına çekme niye­
ti vardır. Zira, daha önce belirtildiği gibi, "Yüce Dağlardan" başlıklı
"Bitiş Şarkısı" olarak görünen şiir, Nietzsche'nin 1 884 Kasım'ında von
Stein'a gönderdiği şiirin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş versiyonudur.
Nietzsche bu şiirde ona Sils Maria'nın ve Nietzscheci düşüncenin "yüce
dağlarına " gelmesi için yalvarmaktadır.
616 NIETZSCHE

Teorik Felsefe: Metafizikçilerin "Önyargılan"

Bu kadar genellik yeter; şimdi İyinin ve Kötünün Ötesinde 'nin özgül


içeriğine gelelim. Bu eseri belki de Nietzsche'nin eserlerinden en zoru
yapan şey, aforizmalar labirentinin içinde yolumuzu bulmanın güçlüğü­
dür. Benim bulduğum yol, kitabı gerçekte farklı boyutlarda iki kitap gibi
düşünmektir; bunlardan biri "teorik" felsefeyle, diğeri de "pratik" fel­
sefeyle, yani kelimenin en geniş anlamıyla "etikle" ilgilidir. Birinci kitap
münhasıran değilse de büyük ölçüde 1. Bölüm'de, ikincisi de geri kalan
sekiz bölümde bulunur.
Daha önce belirttiğimiz gibi, kitabın amacı doğru okurların haya­
tını değiştirmek ve onlar üzerinden bir bütün olarak insan kültürünü
değiştirmektir. Bu yüzden tıpkı Marx gibi Nietzsche de felsefe kavra­
mını yeniden tanımlamak ister. Felsefe artık salt "eleştiri" olmayacaktır
-"Königsberg'in büyük Çinlisi" * Kant " büyük bir eleştirmen" ve değer­
li bir " felsefe emekçisidir" ama gerçek bir filozof değildir. ı s Felsefe artık
"epistemolojiye" indirgenemez, diye ekler Nietzsche; salt epistemoloji
nasıl "hakim olabilir", dünyayı nasıl değiştirebilir? 1 9
Öte yandan, yeni filozoflar geleneksel felsefi alanları ya da felsefenin
büyük isimlerini görmezden gelmekle hata etmektedir. Ahlak ve metafi­
zikteki geleneksel fikirleri derlemek ve özetlemek gibi "soylu bir görevi"
yerine getiren Kant ve Hegel, gerçek filozof olmaya giden " basamakla­
rı" temsil etmektedir; en azından pek çok durumda, gerçek "değerler
yaratma" görevini yapmanın "önşartlarını" yerine getirmek için onlara
ihtiyaç vardır.20 Nietzsche'nin buna neden inandığı pek açık değildir.
Belki de gerçek filozofun dünyayı anlamanın yeni bir yolunu yaratırken
bu yolun neyin yerini alacağını iyice anlamaktan büyük fayda göreceğini
düşünüyordu. Sebep ne olursa olsun, kitabın " Filozofların Önyargıları"
başlıklı 1. Bölüm'ü Nietzsche'nin geleneksel felsefe çalışmasının, adeta

* Muhtemelen Kant'ın değişmez deneyim "form" larına bir göndermedir; Kant bun­
ların evrensel ve genel-geçer olduğunu ileri sürerek insan bilincinin yapısının tarih­
sel olarak değişebileceğini göz ardı etmiştir. [Bu değerlendirme, Nietzsche'nin iyi
ve Kötünün Otesinde ve Deccal kitaplarında yaptığı diğer göndermelere bakılarak
daha doğru bir şekilde anlaşılabilir: Nietzsche her iki yapıtında da Kant'ın görüşü ile
Çin'de yaygın olan ahlak felsefeleri (özellikle Budizm) arasında bir fark olmadığını
çünkü her iki görüşün de içinde bulunduğumuz maddi dünyanın inkarına dayandı­
ğını tekrarlar. Bkz. İKÖ 61 ve Deccal 20 ve 22 -Felsefe Danışmanının Notu].
lyinin ve Kötünün Ötesinde

felsefi acemi kampında geçirdiği vaktin meyvelerini özetler. Amacı ken­


disinin bir zamanlar benimsediği bir dizi teorik konumla hesaplaşmaktır.
***

Metafizik lkicilik. Eser "metafizikçilerin" "hakiki" dünya ile salt


"görünen" dünya arasında varsaydığı ikili karşıtlığı hedef alarak baş­
lar. Burada aklında öncelikle Platon, Hıristiyanlık ( " Halk için Platon­
culuk " )21 ve Kant vardır.22 Nietzsche "metafizik " terimini daima doğa­
üstünü kastederek -meta-fizik- kullandığından, hedefi doğal dünya ile
doğaüstü dünya ikiliğidir. *
Nietzsche'nin iki dünyacılık eleştirisinin göze çarpan yanı soykütük­
sel niteliğidir. "Metafizikçilerin temel inancı" , der, "değerlerin karşıtlı­
ğı" ve yüksek değerde olan şeylerin düşük değerde olanlardan tümüyle
farklı kökenden olduğu varsayımıdır.23 Farklı köken tezinin metafizik­
çilere atfettiği şey, bana göre, bütünsellik olarak gerçekliğin ahlaki bir
düzen olduğunda ısrardır. Onlara atfedilen şey daha önce "olmalı-olan"
yanılgısı dediğim şeyin bir versiyonudur: karşıt çiftin sadece yüksek de­
ğerde olanı var olmalıdır, gerçekten de var olan sadece odur.
Nietzsche'nin görüşünü anladığım kadarıyla bazı örnekler verebilirim.
Platon tüm muhafazakarlar gibi değişimden nefret ederdi. "Oluş"tan
nefret ediyor ve "Mısır" hareketsizliğine, "varlığa" hayranlık duyuyor­
du. Bu yüzden değişmez "Formlardan" meydana gelmiş "hakiki" bir
dünya varsayımında bulundu. Değişim salt bir görünüme indirgendi.
Hıristiyanlar acı ve ölümlülükten nefret ediyordu. Onlar da derinden
derine gerçekliğin nasıl olmalıysa öyle olduğu şeklinde saklı bir öncülle
hareket ettiler, böylece acının ya da ölümün olmadığı hakiki bir dünya­
nın bulunduğunu varsaydılar. Kant bencilce davranışın kaynağı olarak
gördüğü şehvetten nefret ediyordu. O da her türlü şehvani meşguliyetten
kurtulmuş saf, "ahlaklı" bir istençten oluşan salt "zihinsel" bir benlik
olduğunu varsaydı. Bu böyle devam etti.
Nietzsche metafizik ikicilik eleştirisinde iki iddiada bulunur: Birin­
cisi, geleneksel değer-karşıtlıkları her şeyi tersinden ele almaktadır. Bu


Filozofların "metafizik" terimini kullanışında bıktırıcı bir muğlaklık vardır. Kimi za­
man "gerçekliğin temel doğasının açıklanması" anlamına, kimi zaman "gerçekliğin
temel doğasının doğaüstü açıklaması" anlamına gelir. Nietzsche'nin dünyayı "güç
istenci" olarak açıklaması ilk anlamda "metafiziktir" ama elbette ikinci anlamda
değildir.
618 NIETZSCHE

artık aşina olduğumuz görüşünü yansıtır: Örneğin bencillik "hayat" için


karşıtından, yani "iyi ve şerefliden" daha değerlidir. Nietzsche'nin ikinci
iddiası da mutlak değer karşıtlıklarının olmadığıdır: Daha yüksek değe­
rin daima "suçlayıcı bir bağı" vardır, aslında karşıtıyla "esasen aynıdır" .
Yine burada da aşina olduğumuz yüceleştirme temasını buluyoruz. Ör­
neğin kötü Eris olmasa iyi Eris de olmazdı, savaşa yol açabilen saldır­
gan güç istenci olmasa kültürü yaratan "rekabet" de olmazdı. Hıristi­
yanların "hakiki dünyadan" saldırganlığı çıkartması bu yüzden iki kere
hatalıdır. Gerçekliğin nasıl olduğunu nasıl olması gerektiğine dair bir
anlayıştan çıkarabileceğini sanmak hatadır, ama öte yandan güç istenci
ve bencillik gibi dürtülerin var olmaması gerektiğini sanmak da hatadır.
Görünüşte "kaygan" olanı "altına" , "kaderi sevmeye" çevirme, bengi
dönüşü benimseme görevinde yüceltme temasının ne kadar önem taşıdı­
ğına dikkat edin: Saldırganlığı kültürün önşartı olarak görmek, kişinin
koşulsuz sevebileceği bir bütünsellikteki varlığını kabul etmek demektir.
Nietzsche'nin tüm soykütüksel eleştirilerinde olduğu gibi, ikicilik
eleştirisinin tam olarak neyi kurması gerektiği sorunu gündeme gelmek­
tedir. Burada örtük olarak öne sürdüğü şeyin aşağı yukarı şöyle bir şey
olduğunu düşünüyorum. Gerçekliğin doğasını en bariz ve en akla yakın
şekilde genel olarak açıklama yolu doğalcılıktır. Doğaüstücülük ise ilk
bakışta hiç kulağa yakın gelmez. O halde neden birileri tutup da metafi­
zik ikici olmak istesin? Bunun temel cevabı şudur: değer ikiciliği. Fakat
bunun kötü bir sebep olduğunu yukarıda göstermiştik. O halde doğalcı­
lığı kabul etmemiz gerekir. Kant'ın, hatta Platon'un değerlerle hiç alaka­
sı olmayan metafizik ikicilik argümanları vardır elbette. Nietzsche'nin
arka plandaki varsayımı şöyle olmalıdır: (a) metafizikçiler için bunlar
sebepten ziyade rasyonelleştirmedir ve (b) hiçbiri ikiciliği doğalcılıktan
daha akla yakın kılmaya yetmez. Burada (b)'yi kanıtlama görevi okura
egzersiz olarak bırakılmıştır.
Schopenhauer'cı İdealizm. Schopenhauer'ın idealizmi de metafizik
ikiciliğin bir versiyonudur elbette. Yine de Nietzsche değer ikiciliği suç­
lamasından bağımsız bir eleştiride bulunur. "Maddi dünya salt bizim
tasarımımızdır ve duyu organlarımızca yaratılmıştır" -Schopenhauer'ın
sıklıkla düştüğü konum- cümlesi, Nietzsche'nin işaret ettiği gibi, kendi
kendini çürütür, çünkü birinci önermeye göre duyu organlarımız kurgu­
dan ibarettir, bu yüzden herhangi bir şeyin nedeni olmaları ya da onu
iyinin ve Kötünün Ötesinde

yaratmaları mümkün değildir.24 Bu eleştiri kesinlikle doğrudur. Konu­


mun tutarlı olması için argümanı yeniden formüle etmek, "dünyanın
sağduyuya dayalı resmi bilişsel organlarımızın ürünüdür" gibi bir şey
söylemek, ya da herhangi bir maddi organın bilincin kökeni olduğunu
reddetmek gerekir. Göreceğimiz üzere, Nietzsche'nin kendi konumu bu
seçeneklerden birincisine denk düşer.
Sağduyuya Dayalı Gerçekçilik. İki "soylu" ruh, diye yazar Nietzsche,
Polonyalıdır (kendisinin de Polonyalı olduğu fantezisini kurmaktadır):
Kopernik ve Boscovich. Her ikisi de duyuların tanıklığını reddeder ve
modern çağın özniteliklerinden olan, duyumsal algıya aşırı değer veril­
mesini alaya alırlar. Kopernik dünyanın olduğu yerde durduğunu red­
detmiş, Boscovich ise "maddeyi" reddetmiştir. Bunun için de, "atomik"
şeylerin son sığınağının "salt bir kısaltma " olduğunu; gördüğümüz üze­
re, Boscovich'in "puncta" (noktalar) dediği güç merkezlerinin kısaltma­
sı olduğunu göstermişti.
Pasajın devamında Boscovich'in atomlar üzerine savaşının ilerletil­
mesi gerektiği, hatta Hıristiyanlığın temelindeki "atomik ruhun" red­
dedilmesinin lazım geldiği söylenir. "Ruh atomculuğunu", yani atomik
ruhun tıpkı genel olarak "şey" gibi özne-yüklem gramerinin bir ürünü
olarak anlamayı reddetmeliyiz. Basit ve bölünmez ruh için "özneler çok­
luğu " olarak ruh fikrini tercih etmeliyiz. "Toplumsal bir güdüler ve duy­
gular yapısı" olarak ruh fikrine "bilimde yer alma hakkı" verilmelidir.25
Burada dikkat çekmek istediğim nokta, Nietzsche'nin sağduyuya
pek az değer vermesi, doğanın ve gerçeklik yapısının sadık yansımaları
sıfatıyla duyu algısına ve gramere duyulan naif inanca dayandıklarını
düşünmesidir. Ona göre sağduyuya dayalı dünya imgesi "avamdır"26
( "Lord Bertrand Russell bir seferinde "Umarım sağduyum yoktur" de­
miştir), bilimsel imgeye nazaran çok aşağılardadır.
Bilimsel Gerçekçilik. Doğa biliminin sağduyuya yeğlenmesi, nihai
hakikat belirleyicisi olduğu anlamına gelmez: "Fizik sadece dünyanın
bir yorumu ve düzenlenişidir ( bize göre! diye eklemek isterim) ve dün­
yanın açıklanması değildir. "27 Bu ifade, dünyanın bilimsel imgesinin
esasen yüzeysel, iki boyutlu olduğunu söyleyen Schopenhauer'ın gö­
rüşünün kelimesi kelimesine tekrarıdır; " bir parça mermerin bize yan
yana pek çok damar göstermekle beraber damarların içeriden . . . yüzeye
ilerleyişini göstermemesinde olduğu gibi " .28 Sözde bilim "yasaları ", der
620 NIETZSCHE

Schopenhauer, " doğal güçlerde" temele sahiptir. Fakat bu güçlerin do­


ğası, yerçekimi, nüfuz edilemezlik, elektrik ve benzerlerinin gerçekten ne
olduğuna gelince, bilimin söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Bilim için bunlar
"esrarengizdir", " bilinmeyen X'lerdir" ,29 Schopenhauer sözlerini doğa
biliminin eksik olduğunu söyleyerek bitirir:

Kelimenin en geniş anlamıyla Fizik, dünyadaki fenomenlerin açıklanmasıyla il­


gilidir; ama bu açıklamaların doğasında yetersiz kalmak vardır. Fizik kendi ayakları
üzerinde duramaz ve metafiziğe karşı ne kadar burnu büyük davransa da, ayakta
kalmak için metafizikten destek alır.30

Nietzsche Schopenhauer'ın doğa bilimi görüşünü tekrarlayarak ger­


çekliğin doğasına dair kendi felsefi açıklamasının yolunu açıyor gibidir.
Almancadaki geniş anlamıyla " bilim", doğa biliminin ötesine götürül­
melidir, diyor gibidir. Doğa bilimini düzeltme ve tamamlama girişimine
gelelim şimdi de.

Gücün Metafiziği

Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, Nietzsche'nin pozitif metafiziği her


şeyin ötesinde doğalcıydı. Doğanın, zamanın ve mekanın dışında hiçbir
şey yoktur. Bana öyle geliyor ki metafiziğinin kalkış noktası Darwin'in
evrim teorisiydi. Darwin'e "alelade bir İngiliz"31 demesine rağmen, düşü­
nen çağdaşlarının hepsi gibi onun dünya görüşünün de Darwin'in "teh­
likeli fikrince" biçimlendirildiğini gizlemeye çalıştığını düşünüyor insan.
Pozitif gerçeklik görüşünün bir unsuruna zaten değinmiştik: Bosco­
vich'in maddi atomu yıkarak güçlerden oluşan bir dünyadan bahsetme­
si. Doğanın bu gayri maddileştirilmesi Nietzsche'ye doğru yolda oldu­
ğunu gösteriyordu. Ama yine de söz konusu kuvvetin fiilen ne olduğu
sorusu, Schopenhauer'da olduğu gibi burada da cevaplanmadan kalır.
Dönemin defterlerinde Nietzsche şöyle yazar:

Fizikçilerimizin Tanrı'yı ve dünyayı yaratmakta kullandığı muzaffer "güç" kavra­


mının bir desteğe ihtiyacı var: Benim "güç istenci" adını verdiğim, yani güç gösterme
yönünde doymak bilmez bir dürtü olarak tanımladığım bir iç dünya bahşedilmesi gere­
kiyor ona; buna gücün kullanılması ya da harcanması, yaratıcı itki vs. de diyebiliriz.32
iyinin ve Kötünün Ôtesinde 621

Demin gördüğümüz gibi, "desteğe ihtiyacı olan" sadece Schopenhau­


er'ın iddiasıdır: Güçler doğa bilimi açısından " bilinmeyen X'ler" oldu­
ğundan, bilimin temel anlamsızlıktan kurtulması için " fiziğin" "metafi­
zikle" desteklenmesi gerekir.
Schopenhauer'ın fiziği "desteklemek" , "kuvvete" anlam vermek için
baş kavramı, bildiğimiz gibi, istençtir -"yaşama istencidir". Ama Nietz­
sche Schopenhauer'ın metafiziğini yanlış olduğundan dolayı değil, daha
ziyade meselenin köküne inemediği için eleştirir. Kendi baş kavramı
"güç istencinin" Schopenhauer'ın "yaşama istencinden" daha temel ol­
duğunu öne sürer. Fakat Schopenhauer'a saldırırken aynı anda Darwin'e
de saldırır. Putların Alacakaranlığı'nda yaşama istencini açıkça "varlık
mücadelesine" ,33 Darwin'e atfeder -haksız da sayılmaz, çünkü meşhur
eserin birinci baskısının tam başlığı şöyledir: Doğal Ayıklanma Yoluyla
Türlerin Kökeni ya da Yaşam Mücadelesinde Avantajlı Türlerin Korun­
ması (On the Origin of Species by Means of Natura/ Selection, or the
Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life).
"Fizyologlar", der Nietzsche,

kendini koruma güdüsünün, organik varlığın temel güdüsü olduğunu ileri sürme­
den önce iki kere düşünmelidir. Her şeyden önce, canlı bir şey kuwetini boşaltmak
ister -hayatın kendisi güç istencidir [ya da "büyüme"34 istencidir] - kendini koruma
bunun dolaylı ve çok sık rastlanan sonuçlarından biridir sadece.35

Bir başka deyişle, Nietzsche'nin iddiası, her organizmanın, her insanın


temel dürtüsünün "güç" olduğunu iddia eder. Fakat şurası açık ki, varo­
luş gücün önşartı olduğundan, ikincil bir var olma dürtüsü daha vardır.
Schopenhauer ve Darwin daha temel bir dünya görüşü altında toplanır.
Genel olarak hayat güç istenci olduğundan, iş özellikle insan hayatı­
na geldiğinde, fizyolojinin bir dalı olan "psikoloji" "güç istencinin geli­
şiminin, yani yaptığım şeylerin morfolojisi ve doktrini (Lehre) " olarak
anlaşılmalıdır.36 Elbette bazı insan davranışları -örneğin iktidar siyase­
ti- açıkça güç güdüsüyle yapılır. Fakat Nietzsche'nin tezinin evrenselliği,
güdünün çok farklı bir şeymiş gibi göründüğü yerlerde de güç istencinin
iş başında olduğunu keşfetmeye götürmüştür onu. Bu yüzden, örneğin,
ileride göreceğimiz gibi, Hıristiyan ahlakının yükselişi aslında antik
dünyadaki kölelerin "gizli"37 ve kurnazca iktidar mücadelesinin ürü-
622 NIETZSCHE

nü, efendilerinin gücünü ellerinden alma yönünde bir girişimdi. Ayrıca


yine gördüğümüz üzere, acımak, acınan kişi üzerinde iktidarın uygulan­
masıydı. Genel "psikolojide" , insan güdülenmesinin incelemesi, Nietz­
sche'ye göre "şüphe yorumbilgisi" haline gelmiştir. Geleneksel özsaygı
genellikle eylemin gerçek güç-yükselmelerini bastırdığından, Nietzscheci
psikoloji, eylemde belirleyici olanın genellikle bilinçli niyet düzeyinin al­
tında gerçekleştiği "şüphesinin"38 hükmü altındadır.
Nietzsche araştırmacılardaki "ahlaki önyargıların" "tüm psikolojiyi
şu ana dek" "derinlere inmekten " alıkoyan " bilinçdışı dirençler" ya­
rattığını yazar.39 Bu da doğrudan kendisinin La Rochefoucauld, Scho­
penhauer ve Paul Ree'de "şüphe yorumbilgisindeki" derinliğini gizleyen
bir abartmadır; İnsanca, Pek İnsanca'da bu derinlikten geniş ölçüde
yararlanmıştır. Ama gerçekte bahsettiği şey "sevimli idealistlerin" baş­
vurduğu gündelik psikolojidir. Hıristiyan ahlaki "önyargılarına" bağlı
olduklarından, gerçekte neyin işleri yaptığıyla yüzleşemiyor ve Malwida
gibi "her cümlede yalan söylemek" zorunda kalıyorlar "ki şeylerin ger­
çekliğini görmesinler" . Daha önce belirttiğim gibi, Nietzsche'nin güç is­
tenci metafiziğini kasti bir sertlikle ifade etmesinin sebebi budur; amacı
idealistleri şoke ederek duygusal rüyalarından uyandırmaktır -neticede
bu onların yararınadır. Eserin son sayfalarında güç metafiziğinin özellik­
le şiddetli ifade edildiğini görürüz:

Yaşamın kendisi aslında bir el koyma sürecidir, yaralama, yabancı ve daha zayıf
olanı yenmedir; baskı altına alma, sertlik, kendi formlarını kabule zorlama, kendisine
katma ve en azından, en yumuşağından sömürüdür.40

Nietzsche eseri bitirirken Marksist ütopyacılığa özellikle gönderme


yapar. Ona göre bu ütopyacılık, Hıristiyanlaşmış Batı bilincinin altında
yatan "derinliklerde-hepimizin-güzel-ruhları-vardır" psikolojisinin bir
versiyonudur.

Beden, ölen değil de yaşayan bedense ... cisimleşmiş bir güç istenci olmak
zorundadır; büyümeye, yayılmaya, yakalamaya, kendine çekmeye, egemenlik ka­
zanmaya çalışacaktır ... Oysa sıradan bir Avrupalı bilincin, bilgisini edinmeye en az
heveslisi olduğu mesele budur: şimdi her yerde, bilimsel [yani Marksist] bir kılıkta
da olsa, gelmekte olan toplumun "sömürücü niteliği"nin kalkması ["devletin ortadan
iyinin ve Kötünün Ötesinde

kalkması'1 gerektiği gönülden desteklenmektedir: Burada, sanki bana, bütün organik


işlevlerden kaçınabileceğimiz bir yaşama biçiminin icadı sözü veriliyor gibi geliyor.
"Sömürü", kokuşmuş, eksikli, ilkel topluma ait değildir: Yaşayanın özüne aittir ve te­
mel organik işlevidir.4 1

Bu yüzden, Cesare Borgia * gibi bir "yırtıcı hayvanın" bir "hasta­


lıktan" mustarip olduğunu düşünmek duygusal zırvalıktır. Hiç şüphe
yok ki böyle "tropik canavarlar" konusunda bir şeyler yapılmalıdır
(tam olarak ne yapılması gerektiği sorusuna 26. Bölüm'de döneceğim),
ama Kant'ın yaptığı gibi onların güzel "yüce" benliğinin çirkin, şehvet
düşkünü ve "alçak" benlik tarafından baskılanıp mağlup edildiği bir iç
"cehennemden" mustarip olduklarını varsaymak saçmadır.42

Epistemoloji

Hayatın -hatta "dünyanın"- sadece "'güç istenci' olduğu ve ötesi­


nin olmadığı "43 şeklindeki irkiltici iddianın sıkı bir eleştirel inceleme­
den geçirilmesi gerektiği açıktır. Vaat ettiği başyapıtı Güç İstenci'ni 26.
Bölüm'de tartışmaya başlayıncaya dek bu görevi erteleyeceğim. Fakat
burada Nietzsche'nin güç metafiziğinin amaçlanan epistemolojik statü­
sü meselesini ele alacağım.
Entelektüel "namus", der Nietzsche, " biz özgür ruhluların" -onun
gibi filozofların- baş faziletlerindendir.44 Soruşturma nesnesi olan dünya
hakkında amansızca dürüst olma gereğini ortaya attığını zaten görmüş­
tük. Ama soruşturmacılar olarak kendimiz hakkında, dünya hakkında
bilgi edinme kapasitemizin sınırları hakkında da amansızca dürüst ol­
mamız gerektiğinde aynı ölçüde ısrarlıdır.
Böylece öz-dönüşümlü hale gelen dürüstlük bizi geleneksel felsefenin
ayırıcı özelliği olan "dogmatizmden" vazgeçmemiz gerektiği gerçeğiyle

* İtalya'ya yerleşerek 15 ve 16. yüzyıllarda kilise ve siyaset işlerinde söz sahibi olan
Valencia (İspanya) kökenli soylu ailenin tarihsel bakımdan önem taşıyan dört oğlun­
dan biri olan Cesare Borgia ( 1475/76-1 507), Romagna düklüğü ve Papalık Devlet­
leri orduları başkomutanlığı gibi görevler üstlenmiştir. Borgia hanedanına karşı olan
devletlerin hedefi olan Cesare, kardeşini öldürtüp babasını parmağında oynatan,
şehvet düşkünü, acımasız bir canavar olarak tanıtılmış ve kendi prensliğini kuracağı
sırada gerçekleşen birçok siyasal cinayetin sorumluğu da ona yüklenmiştir-r.n.
NIETZSCHE

yüzleştirir. Yani geleneksel felsefe dünyaya dair mutlak kesinlikte, temel


hakikati sunma iddiasındaydı. (Örneğin Tanrı'nın varlığına dair "ka­
nıtları ", bu varlığın makul bir hipotez olduğunu değil mutlak kesinlik
olduğunu gösterdiğini iddia ediyordu.) " Metafizik" işte buydu. Nietz­
sche'nin önsözde söylediği kadarıyla, böyle bir dogmatizmi bırakma­
mızın gerekli olmasının sebebi, "perspektivizm"in "tüm yaşamın temel
koşulu" olmasıydı.
Perspektivizm Nietzsche'de daha önceki bölümlerde gördüğümüz
Kant mirasıdır: Algıladığımız ya da düşündüğümüz her şey zihinleri­
mizin yapısı tarafından biçimlendirilir; bu yapı asla aşamayacağımız
bir "ufuk" oluşturur, asla "öbür tarafına bakamayacağımız" bir "kö­
şedir" .45 Bunun epistemolojik sonucu da (Nietzsche buraya kadar sa­
dece Kant'ın ayak izlerinden gitmektedir), zihnin "güneş gözlüklerini"
asla çıkaramayacağımız için, o dünyanın gerçekten düşündüğümüz gibi
olup olmadığına bakamamamızdır. Yani dünyaya dair teorilerimizin
gerçeklikle uyuşup uyuşmadığını asla kesin olarak bilemeyiz. Demek ki
özellikle Nietzsche güç istenci metafiziğinin doğruluğunu kesin olarak
bilemez. O halde hedeflediği epistemolojik statü nedir?
Nietzsche "şüpheciliği " [bkz. Sözlükçe] reddeder: Belirsiz bir şey ye­
rine temin edilmiş hiçlik uğruna canını verecek sofu vicdan fanatikleri"
vardır, ama bu "nihilizmdir", ruhun bir "hastalığıdır" .46 Perspektivizm
"hayatın şartıysa " " belirsizlik" de öyledir: belirsizliği reddetmek hayatı
reddetmek demektir. Hayatı sevmek "hatayı"47 sevmektir; daha önce
birkaç kez vurguladığım gibi, Nietzsche burada "yanlışlığı" değil, basit­
çe, "doğruluğu kesin olmayabilen inancı" kastetmektedir.
Bu da bize güç istenci metafiziğinin statüsünü gösterir: Kesin bilgi
değil, daha ziyade bir "teori" ya da "öğretidir" (Lehre)4 8 ve "bilimde
yer alma haklarının " verilmesi gerekir.49 Ama astroloji de başka bir "te­
oridir" . Niçin Nietzsche'nin teorisine bilimde yer alma hakları veriliyor
da astrolojiye verilmiyor? Genellikle bir teoriyi başka bir teoriye nasıl
yeğliyoruz? Nietzsche'nin buna cevabı, "hayatı en iyi destekleyen ve ko­
ruyan" teorinin seçilmesi gerektiğidir.5 0 Tan Kızıllığı ile W. V. Quine'nin
eseri arasındaki benzerlikleri tartışırken ima ettiğim gibi, bu durum
Amerikan pragmatizminin durumuna çok benzer (bu pragmatizmin kö­
keninde de Schopenhauer ve Nietzsche'nin felsefesi vardır). En iyi teori
"işe yarayandır" , bir başka deyişle bize kendimiz ve çevremiz üzerinde
iyinin ve Kötünün Ötesinde

güç veren teoridir. Nietzsche'nin güç istenciyle ilgili iddiası -bunu Dar­
winci bilimin düzeltilmiş ve tamamlanmış kopyası olarak görüyordu­
rakip teorilerin hepsinden daha kapsamlı ve güçlü bir tarzda gerçekliği
kavradığıdır. Bana kalırsa, Tan Kızıllığı'nı tartışırken belirttiğim gibi,
teorinin iyi "işlemesinin" doğruluğuna kanıt sayılmasını da eklemek ge­
rek -hiç şüphe yok ki tam anlamıyla sonuç veren bir kanıt değildir, ama
yine de kanıttır.

Kültür Eleştirisi

Şimdi artık İyinin ve Kötünün Ôtesinde'deki pratik felsefeye dönü­


yorum. Nietzsche'nin pratik felsefesi -toplumsal, siyasi, dini, sanatsal ve
ahlaki temalarla ilgili tartışmaları- tüm yazılarında "kültür hekimi"51
sıfatıyla filozof anlayışı tarafından biçimlendirilmiş, tıbbi tarif, teşhis ve
reçete paradigması açısından görülmüştür. Yaşam tarzımızda neyin yan­
lış olduğunun tarif ve teşhisi onun "kültür eleştirisini" meydana getirir.
İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de bir kez daha filozofun tanımlayıcı duru­
munu ifade eder: Filozof, der, çağının "vicdan azabıdır" .52 Daha önceki
diliyle de, "çağa aykırı insandır" .
Gördüğümüz üzere, Zerdüşt'ün horgörü ve sevgi nesnesi olan şehre
"Alacalı İnek" denmektedir. Bu iki kelime bana Nietzsche'nin kültür
eleştirisinin iki ana hattını ifade ediyormuş gibi görünüyor: Modernliğin
yanlış yönlerinden biri alacalılığı, diğeri ise "inek"-ya da "sürü"- ben­
zeri karakteridir.
Modernliğin Alacalı/ığı. Modern insanlık, der Nietzsche, "melez, ka­
rışık bir ruha" sahiptir. Tarihe bir "kostüm" dolabı muamelesi yapar,
kostümleri sürekli üstüne giyer ama bir türlü kendine uyanını bulamaz.
"Görenekler ve sanatlarda " sürekli yeni üsluplar dener: Bir gün roman­
tik, ertesi gün baroktur. Tekrar tekrar "yeni bir antikite ya da yabancı
ülke parçası" alınıp denenir sonra bir yana atılır. (Önceki bölümde be­
lirtildiği gibi, Nietzsche bu sözleri yazdığı sırada Reinhardt von Seyd­
litz, Avrupa'daki Japonculuk çılgınlığı sayesinde cebini dolduruyordu. )
Modern Avrupa kültürü her geçmiş ve yabancı kültürden parçalarca iş­
gal edilmiş, alacalı bir "kaos" haline gelmiştir.53 Bundan sorumlu olan
birkaç faktör vardır: Sınıfların demokratik karışımı, ulusların karışımı,
626 NIETZSCHE

geçmiş ve yabancıya dair eşi benzeri görülmemiş miktarda akademik


bilgi. Hepsinin ötesinde, geçmiş ve yabancı olan her şeye dair "tarihsel
anlayışımız", hoşgörülü empatimiz bundan sorumludur.
Nietzsche esasen burada küreselleşmeden, çokkültürcülükten ve tarz­
ların "postmodern" karışımından söz etmektedir; bunların hepsi yeni
demiryolu ve elektronik haberleşme teknolojisinin etkileridir. İlk önce
Wagner'in gözlemlediği üzere, "postmodernizm" (modernizm sonrası)
dediğimiz şey gerçekte hiç de "post" (sonrası) değildir, modernitenin ta
kendisinin ayrılmaz bir parçasıdır. Nietzsche özellikle modernliğin ala­
calılığında yer bulmanın (karşı çıkmak yerine) tek yolunun "karnaval
kahkahasına" şakacılığa ve "oyun" modeline kendini kaptırmış bir "pa­
rodici"54 haline gelmek -postmodernizm övgüsündeki büyük (ve ciddi)
sözcükler gibi,- olduğunu söylediğinde ufkunda gerçekten postmoder­
nizmin olduğu açığa çıkar.
Bu alacalılıkta yanlış olan nedir? Nietzsche'ye göre, güneşin altında­
ki her şey hakkındaki "avam merakımız", soysuzca bir "beğeni" yok­
sunluğudur. Bizim her şeye dair bir beğenimiz vardır (örneğin "etnik"
mutfağa dair), halbuki "soylu ve kendi kendine yeterli" bir kültürün
özelliği "ağız tadının kesin evet ve hayırları, gönüllü bulantıları, tuhaf ve
yabancı olan her şeye tereddütlü bir çekinceyle bakmalarıdır" .55 Nietz­
sche modernliğe "yarı-barbarlık" der:56 "yarı", çünkü uygarlığımız
vardır -sıhhi tesisat ve polis- " barbarlık", çünkü kültürümüz yoktur.
"Kültür"ün " bir halkın hayatının tüm dışavurumlarında sanatsal üslup
birliği" olarak tanımlandığını hatırlayın;57 güzel (yani iyi) hayat da da­
hil olmak üzere güzel kavramında birlik demektir kültür. Kültürel birlik­
ten yoksun olmakla kalmıyoruz, sonsuz çeşitlilikteki beğenimiz bizi tam
anlamıyla kültürel birliğe "düşman" kılıyor; " büyük bir kuvvet isteye­
rek durduğunda ... aniden dizginlenip fosilleştiğinde ... zemin ise hala
sarsılıyor olduğunda" ortaya çıkan "her sanat ve kültürün olgunlaşmış
veçhesine düşman kesiliyoruz. Bu düşmanlık da bizi büyük tehlikeye
sokuyor, der Nietzsche.58
Tehlike "insanın toptan bozulmasıdır" 59 -Entartung kelimesi keli­
mesine "insan" türünün düşmesi- bir bakıma "insanın ölümüdür " . Bir
başka deyişle, tehlike bizim Zerdüşt'ün "son insanları" olmamızdır.
Nietzsche tekrar tekrar insanlık "türünden" bahseder (düşüncesinin bi-
İyinin ve Kötünün Ötesinde

yolojik, Darwinci karakterinin bir göstergesidir bu). Ama "insanın" bo­


zulması hakkında söyledikleri tüm insanlık "türü" için geçerli olamaz,
çünkü kültür eleştirisinin kapsamı kesinlikle Batılı, "Avrupalı " modern­
liğiyle sınırlıdır. Dolayısıyla, bu "iyi Avrupalı "nın korktuğu şey, bana
kalırsa, "Avrupalı" insan türünün " ölümüdür " .
Yunan şehir-devleti ya d a daha sonra ortaçağdaki Venedik Cumhuri­
yeti gibi insanlık "türleri", der Nietzsche, "tür" olabilmek için "başarılı
olmalı, komşularıyla ya da isyan çıkarma tehdidi yaratan kendi ezilmiş­
leriyle sürekli mücadelesinde azmini kaybetmemelidir". Bunun için de
"sertlik, tekbiçimlilik ve biçimsel sadelik" gerekir. Ayakta kalabilmek ve
"hakimiyetini sürdürmek" için hangi niteliklerin gerektiğini deneyimin
öğreteceğini de ekler. Bunları onun ahlakını kuran "erdemleri" olarak
görür. Halkın bu erdemleri benimsemesini temin için aşırı "sertlikte"
önlemlere başvurur.60
Ahlakın hayatta kalma aracı olduğunu görmüştük. Daha doğrusu,
hayatta kalmak sadece gücün bir önşartıysa, ahlak, Zerdüşt'ün sözle­
riyle, "halkın güç istencinin sesidir" .61 Peki, ama böyle bir ahlak niçin
"sertlik, tekbiçimlilik ve biçimsel sadelik" gerektirir? Herhangi bir fut­
bol antrenörünün bu soruyu kolaylıkla cevaplayabileceğini sanıyorum.
"Tekbiçimlilik" takımın her üyesinin ortak amaca katkı yaptığı "oyun
planı" fikrine gönderme yapar. "Sadelik ", yani tüm gereksiz karmaşık­
lıkların dışlanması arzu edilen bir şeydir, çünkü plan ne kadar karmaşık­
sa bir şeylerin yanlış gitme ihtimali o kadar artar. Ayrıca herkesin verilen
göreve uymasını garantilemek için plan "sert" disiplinle uygulanmalıdır.
Demek ki Avrupa modernliğinin alacalılığının "ölüm" tehdidi yarat­
masının sebebi budur: Ortak bir "oyun planı" olmadığından, etkili bir
kolektif eylem kapasitesinden, özellikle de kendini korumaya ve genişle­
meye yönelik eylem kapasitesinden yoksundur. Nietzsche Avrupa insan­
lığının ölümünün kötü bir şey olduğunu verili sayar. Avrupa geleneğini
daha acılı, daha suçlu gören biri başka türlü düşünebilir.
Modernlikteki "İnek ". Nietzsche modernliğin "sürü" doğasını Hıris­
tiyanlığa ve çeşitli "gölgelerine" atfeder. Hıristiyan ahlakının Avrupa'da
ilk büyük "değerlerin yeniden değerlendirilmesi" olduğunu söyler.62 Hı­
ristiyanlık "köle isyanı" yoluyla tüm antik dönem değerlerini tersine
çevirmiştir. Ahlakların "efendiler" ya da "köleler" tarafından yaratılmış
NIETZSCHE

olmak bakımından iki temel tipte olduğunu belirtir. (Yüksek kültürler­


de iki tip çoğunlukla karmaşık bir halde bir arada bulunur. ) "Efendi"
ya da "soylu" ahlakı, örneğin Vikinglerin ahlakı, "kendi kendini yü­
celtir" . Başarılı olmalarını sağlayan "sert" savaşçı niteliklerini -kuvvet,
güç istenci, kararlılık, özdisiplin, cesaret, sadakat- erdem kademesine
yükseltmişlerdir. ( Georg Brandes'in 1 8 8 8'de felsefesini Kopenhag'da
başarıyla öğrettiğini -ilk olarak bu derslerle ün kazandı- duyan Nietz­
sche, İskandinavların onu elbette daha iyi anlayacağını, çünkü İzlanda
Destanları'nı okuduklarını yazmıştır; zira bu destanlar der, "efendi ahla­
kı teorimin" "en zengin malzeme kaynağıdır. )63 Efendilerin değer ayrımı
"iyi ile kötü" arasındaydı, yani kendileri gibi "soylu" tipler ile "kötü"
tipler (kötü biçimlenmiş, adeta kötü insanlık çabaları), yani elde ettikleri
hor görülecek köle tipleri arasında ...
O halde efendi ahlakı kendine odaklıydı. Köle ahlakı ise tam tersine
ötekine-odaklıydı. Köleleri ezenlerden nefrete ve korkuya dayanıyordu.
İşte böylece salt küçümseme ifadesi olan "kötü"nün (bad) yerini nefret
dolu "kötülük" (evi/) sözcüğü aldı. Kölelerin etik "devriminde" iyi-kö­
tü (evi/) ikili karşıtlığı efendilerin iyi-kötü (bad) ikiliğinin yerini aldı.
Efendilerin sert niteliklerine yeni isimler verildi -"özgüven" "küstah­
lık" oldu, "kararlılık" "acımasızlık " haline geldi vb.- bunlara "kötü"
(evi/) denildi. Aynı anda, daha önce hor görülen "yumuşak" niteliklere
de yeni isimler verildi -"güçsüzlük" "tevazu" oldu, "korkaklık " "dost
canlısı olmak" haline geldi vb.- bunlar da erdem konumuna yükseltil­
di.64
Antik Yunan ve Roma kültürü Vikinglerin tecavüzcü-yağmacı yaşam
tarzından çok farklıydı elbette. Ama yine de aynı efendi erdemi küme­
sine sahipti, tek fark doğal ifadelerine nazaran yüceltilmiş ifadelerine
daha büyük değer vermeleriydi. Çeşitli kereler değindiğimiz gibi, en çok
değer verilen kötü Eris -saldırganlık- değil iyi Eris'ti -rekabetti. Fakat
köle ahlakı kademe kademe Roma İmparatorluğu'nun ağırlıklı ahlakı
haline gelirken, Hıristiyan ahlakı egemen oldu ve " yeniden değerlendir­
me" tamamlandı.
Hıristiyanlığın ve Hıristiyan ahlakının zaferi iki önemli açıdan fe­
lakete yol açtı. Birincisi, insanlığa kendinden nefret etmeyi -genellikle
fiziksel olandan, özellikle insan fizikselliğinden nefret etmeyi- öğreterek
Avrupa'yı iki bin yıl hasta etti.65 Doğal güdülerden, hepsinden öte de
iyinin ve Kötünün Ötesinde

cinsellikten nefret etmeyi öğretti. Antik dönem tanrılarından Eros zehir­


lendi, ama bu zehir onu öldürmeyip bir günaha çevirdi. * 66
Hıristiyanlığın zaferinin yol açtığı ikinci felaket, "'insan' tipini düşük
düzeyde tutmasıdır" .67 Bunu iki şekilde yapar: hayatın " başarısızlıkla­
rını" korur ve potansiyel " başarılarını" sakatlar. Farazi şefkat erdemi
hesabına başarısızlıkları korur. Şefkat, Hıristiyanlaşmış kültürün "yok
olması gereken çok fazla şeyi" koruması anlamına gelir.68 Burada imha
kamplarını düşünmek için bir sebep yoksa da, görüşün sertliğini gör­
mezden gelmek de mümkün değildir. Bana kalırsa Nietzsche burada so­
yarıtımından -"ıslahtan"-69 bahsetmektedir; bu görüşü savunduğunu
daha önce görmüştük. Aksi takdirde yok olup gidecek olanlar, "hayatı
bir hastalık gibi çekenler" "hoşgörülü ve korumacı bir tarzda bakım"70
sayesinde, Hıristiyan refahı sayesinde hayatta kalmakta ve " başarısız"­
olma nitelikleri gen havuzuna tekrar dahil olmaktadır. Dolayısıyla bi­
reylerin ortalama kuvveti ve gücü düşük düzeyde kalır.71
Hıristiyan ahlakı hayatın potansiyel başarılarını sakatlar, çünkü "se­
vince ve güzelliğe kuşku tohumları saçar, tüm özerk, erkeksi, fethedici,
egemenlik kurucu, en yüksek ve en başında 'insan' tipe yakışır tüm gü­
düleri, kararsızlığa, vicdan azabına, kendi kendini tahribe dönüştürür"72
Köle ahlakı ortalamanın üstüne çıkma, "uzun bir gelincik" olma istencini
yok eder, böylece hiç uzun gelincik kalmamasına yol açar. Bunu "uzaklık
pathosunu"73 yok ederek, yetenekli, istisnai kişinin başkalarından daha
yüce, daha değerli olma hissini bozarak yapar. Hıristiyanlığın, tüm ruhla­
rın "Tanrı huzurunda eşitliği" vaaz etmesi uzaklık pathosu hakkında suç­
luluk üretir; bu da nihayetinde Hıristiyanlığın kendini yıkıma uğratma­
sıyla sonuçlanır. Hıristiyan "eşitliği" herkesi "sürü hayvanına" çevirir.74
***


Bedenden ve cinsellikten nefretin anlamlı bir örneği Anne Enright'ın Booker ödüllü
kitabı The Gathering'de görülebilir. İrlanda Katolikliği arka planından doğan bu ki­
tapta Enright'ın kahramanı Veronica, kocası Tom'un yanında uyanmaktan ne kadar
nefret ettiğini anlatmaktadır: "Uzanmış bedeninin üstünde morumsu bir kabarıklığa
uyanıyorum; çürümenin eşiğinde mor bir şey ... o kadar morarmış ve yoğun bir ka­
mış ki yük oluyordu ona." Sonra tenden duyduğu bulantı kendi bedenini de kapsar:
"Bedenimi bırakmayı ne çok isterdim. Belki de hepsi bununla ilgilidir, hangi delik
ya da kimin deliği soruları, yanlış yerlerde doğru sıvılar, bu bebeksi karmaşalar ve
minik sadistlikler: hepsi tüm bu etten çıkmak için mücadelemiz. (Yüzüp çıkıvermek
isterdim, biliyor musun? -Kendi ağzımdan bir söz gibi fırlamak, bir kuyruk sallayış­
la yitip gitmek isterdim.)"
NIETZSCHE

Tanrı öldü. Hıristiyan metafiziği modern, eğitimli Avrupalılar için


inanılır olmaktan çıktı. Ama Tanrı'nın ahlaki "gölgesi"75 varlığını sür­
dürüyor ve Nietzsche'nin verdiği adlarla "demokratik hareket", "de­
mokratik aydınlanma", "modern fikirler"76 olarak devam ediyor.
Nietzsche'nin deyişiyle "modern fikirler" köle ahlakının büyük can­
lanışından, Fransız Devrimi'nden doğuyor; bu yüzden eş anlamlı ola­
rak "Fransız fikirleri" de diyor.77 " Modern fikirler" başlığının altına
siyasal demokrasiyi ve genel oy hakkını,78 " faydacılığı" (John Stuart
Mill ve genellikle on dokuzuncu yüzyıl için, felsefi etikte soyut bir dokt­
rinden ziyade öncelikle bir toplumsal özgürleşme hareketidir), "sosya­
lizmi" (hem sosyal demokrasiyi hem komünizmi kapsayacak şekilde
kullanıyordu bu terimi),79 son olarak da ve özellikle daha yüksek sesle
feminizmi koyuyordu.80 Tüm bu hareketler "eşit haklar" doktrininin
uygulamalarıydı; bu da onları Hıristiyanlığın, Tanrı'nın huzurunda bü­
tün ruhların eşitliği doktrininin "mirasçıları" 8 1 yapıyordu. Ayrıca hepsi
de "çile çeken herkese sempati duyma " fikrini erdem sayıyordu; bu da
onları Hıristiyanlığın "komşunu sev" doktrininin mirasçıları haline ge­
tiriyordu.82
"Demokratik aydınlanma" Hıristiyan ahlak bilincinin kılık değiştir­
miş halde devamı olduğundan, uzun gelincik olma yönündeki dürtü­
leri zayıflatma etkisine yine sahiptir. "Yüce bağımsız ruh", "yüce, sert
ve kendine güvenen soyluluk" "çirkin" ve "tehlikeli" görülmektedir;
" kuzu'', hatta daha iyisi "koyun", " sürü hayvanı" ideal olmayı sürdür­
mektedir. Hıristiyanlık gibi demokratik aydınlanma da herkesi aynı dü­
şük bayağılık düzeyine "çekme" çabasındadır. Potansiyel yüksek tipte
"patolojik gevşeklik" üretir, ortalamanın üstüne çıkma istencini öldü­
rür.83 Bir başka deyişle bir "inekler" toplumu yaratır.
Tamamen "ineklerden", " sürü hayvanlarından" oluşan bir toplumda
yanlış olan nedir? Tabii ki bunun cevabı Nietzsche'nin kültürel sağlık
teorisinde yatıyor. İşin bu yönü İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de bölük
pörçük anlatılır, ama Nietzsche daha önceki bütün eserlerini okuduğu­
muzu varsaymaktadır elbette.
Özetleyelim. Bildiğimiz gibi, toplumsal bir "organizma " disiplinli
bir ortaklaşa ahlak, bir "oyun planı" gerektirir ki ayakta kalabilsin ve
" Darwinci" ormanda büyüyebilsin. Ama aynı zamanda değişim kapasi­
tesine, değişen koşullara iyi tepki vermeye de ihtiyacı vardır. " Rastlan-
İyinin ve Kötünün Ötesinde

tısal mutasyona" , yani mevcut pratikleri, toplumsal normları reddedip


bize "yeni ahlaka" doğru ileri karakollar sunacak yaratıcı "özgür ruha"
ihtiyaç duyar. Nietzsche'nin şimdiki ifadesiyle, "günümüz ahlakının ne
kadar çağdışı kaldığını" bize gösterecek ve (Kolomb'un ruhuyla), " Ora­
ya gitmeliyiz, oraya; bugün, en azından eviniz hissettiğiniz yere,"84 di­
yecek az sayıda insana ihtiyacımız vardır.
***

Hıristiyan/" demokratik" bir "eşitlik" taahhüdünün zorunlu olarak


"inekler" toplumuna yol açacağı, bu toplumda yeni düşünme ve ya­
şama biçimleri yaratanların sayısının giderek azalacağı doğru mudur
gerçekten? Modern, liberal düşünürlerin üzerinde anlaştığı eşitlik çöl
eşitliğidir: Tüm insanlar eşit ölçüde ahlaki saygı ve ilgiyi hak ederler.
Toplumsal kazançları paylaştırırken zeka katsayısı 90'ın altında olanlar
hiçbir şey alamaz demek ahlaksızcadır. Nietzsche bu eşitlik kavramı­
nın dahilerin beslenmesini engellediğini, çünkü "tüm özel iddiaları, özel
hakları, özel ayrıcalıkları" reddettiğini öne sürer.85 Ama hiç şüphe yok
ki yanılmaktadır. İlgi eşitliği muamele eşitliğini gerektirmez. Kendisi de
bir insan için besin olanın başkası için zehir olduğunu vurgulayarak86
bunu gösterir -kökten farklı durumlar farklı insanlara mutluluk verir.
Bir kişinin mutluluğu çok ucuz olabilir (araba tamircisi olmak için eği­
tilebilir), başkasınınki pahalı olabilir (beyin cerrahı olmak için eğitim
alabilir). O halde Nietzsche çok yetenekli olanların elitist bir muamele
görmesinin (özgül anlamda) "eşit" bir toplumda meşru olamayacağını
düşünmekte hatalıdır.
Böylece geriye psikolojik itiraz kalıyor: Eşitlik ahlakı dehadan ayrıla­
maz olan üstün " değerlilik"87 hissini sakatlar. Uzun gelincikte boyuyla
ilgili kompleks yaratır ve bir bakıma eğilmesine yol açar. Bu sözün kuv­
vetini takdir etmek için bir lise sınıfındaki öğrencilere bakmak yeterli
gelecektir: "Streber" ( "inek" ya da "çok çalışma" ) sözcüğü Alman sınıf­
larında bilinen bir hakarettir. Üstün yetenekli ve hırslı öğrenci kendini
fazla belli etmese iyi eder, yoksa yeterince kararlı değilse ışığı sönüverir.
Fakat bu da kesinlikle ahlaki kuralları nasıl olursa olsun bütün cemaat­
lerde ve alt-cemaatlerde var olan " sürü içgüdüsüdür" , özellikle Hıristi­
yan ahlakının yarattığı bir şey değildir. Hıristiyan ahlakının popüler bir
özeti (Marx'ın devraldığı nokta), "Herkese ihtiyacına göre"dir. Fakat
özete şu da eklenir: "Herkesten yeteneğine göre." Bu da bazı insanların
NIETZSCHE

daha büyük ve daha değerli yetenekleri olduğunu, bazı insanların top­


lum için diğerlerinden "daha değerli " olduğunun kabulüdür. O halde,
doğru düzgün düşündüğümüzde, çöl eşitliği ahlakında dahinin "uzaklık
pathosunun", diğerlerinin çoğuna nazaran -toplum için- daha "değer­
li" olduğu bilgisinin reddedilmesi için bir sebep yoktur.
***

Nietzsche'nin kültür eleştirisindeki potansiyel bir ciddi zorluk da


"alacalı inek" eleştirisinin iki hattı arasında görünüşteki tutarsızlıktan
ileri gelir. Bir taraftan, modernliğin alacalı bir "kaos" olduğunu iddia
eder. Ama diğer taraftan, bu alacalılığı sağlıksız bir düzene, yani (gizlen­
miş) Hıristiyan ahlakına atfeder.
Nietzsche bu sorunu açıkça ele almaz, ama bence örtük bir cevap
vermiştir. Nietzsche'ye göre demokrasi, sosyalizm ve feminizm esasen
olumsuz, yıkıcı değerlerdir. Bu durum modern liberalizmin köklerindeki
"köle isyanının" olumsuz, tepkisel doğasından kaynaklanır: Gördüğü­
müz üzere, efendiler kendilerini yücelterek değerler yaratırken, köleler
basitçe bu değerleri olumsuzlamıştı. Daha açık bir ifadeyle, köle ahlakı
hiçbir şey yaratmaz. O halde demokrasi, sosyalizm, feminizm ve ben­
zerleri gerçekte (Yahudi karşıtlığı gibi), "kıskançlık siyasetinden" başka
bir şey değildir. Kısacası "modern fikirler" eski ahlakın "rütbe sırasını"
devirmeye çalışır, ama sonuçta ortaya çıkan "kaosu" aşmak için yapabi­
leceği hiçbir şey yoktur, çünkü yerine koyacak hiçbir olumluluk, hiçbir
olumlu ideali yoktur. Bana kalırsa Nietzsche'nin "sosyalizme" daima
"anarşizmle" eşanlamlı muamelesi yapması da örtük olarak bu nokta­
dan kaynaklanmaktadır.
Dönemin notlarında modernliğin durumunun "nihilizm" olarak
adlandırılmasının sebebi, modernliğin değerlerinde "olmalı"dan ziya­
de hep "olmamalı" denmesidir. Nietzsche'ye göre bu terim "en yüce
değerler kendilerini değersizleştirir" anlamına gelir. "Amaç eksiktir,
'Neden?' sorusunun cevabı yoktur" .88 İyinin ve Kötünün Ötesinde,
Tanrı'nın ölümü sonrası dünyada "Nereye? " ve "Ne için ? " sorularının
-olumlu bir iyi yaşam kavrayışının- eksik olduğuna işaret ederek bunu
gösterir.89
Son bir eleştirel soru: Nietzsche modernliğin "inek"-benzeri karakte­
rinin kökündeki temeli yanlış mı teşhis etmektedir? Batı modernliğinin
"kitle kültürü" olduğunu herkes kabul eder. Görünüşe bakılırsa bu da
iyinin ve Kötünün Ötesinde

Nietzsche'nin iddiasına biraz geçerlilik kazandırıyor gibidir: Modernlik­


te insanları çok düşük bir "ortalamada" "eşitleyen" 90 güçlü, hatta belki
de rakipsiz güçte kuvvetler iş başındadır. Fakat sorun Nietzsche'nin bu
kuvvetleri doğru tespit edip edemediğidir. Ona göre modernliğin sürü­
benzeri karakterinin temel sebebi Hıristiyan ahlakının mirasıdır. Ama
alternatif bir aday da modern teknolojidir; modern sanayi, iletişimsel
ve idari teknolojinin insanları " insan kaynaklarına" çevirme eğilimi­
dir; insanlar büyük bir makinenin birbirinden hemen hiç farkı olmayan
parçalarına dönmüştür. Modernliğin "inek" -benzeri karakterinin asıl
sebebinin Hıristiyanlık değil teknoloji olduğu da pekala öne sürülebilir.
Daha önce gördüğümüz gibi, Nietzsche özellikle ilk eserlerinde teknolo­
jinin bu etkisinin gayet farkındadır. Fakat Hıristiyanlığa mutlak olarak
her şeyin suçunu atma kararlılığı artarken, bu önemli toptan gözlerini
ayırmıştır.

Hasta Modernliği Aşmanın Yolu: Geleceğin Filozoflan

Nietzsche'nin modernliğe "alacalılık" eleştirisinin, yeni bir "oyun


planına" ihtiyacımız olduğu sonucunu doğurduğunu görmüştük: Doğru
yaşamanın yeni bir ortak anlayışı bize sosyal bakımdan Darwinci dün­
yada başarılı yarışçılar olmamız için gereken "dizgini, tekbiçimliliği ve
biçimsel sadeliği" verecektir. Bunun için "manevi kolonicilerin ve yeni
devletler ile cemaatleri biçimlendirecek kişilerin ortaya çıkmasına ihtiyaç
duyarız.91 Köle ayaklanmasının "modern fikirler" biçiminde yeniden bü­
yümesi böyle tiplerin ortaya çıkışını tehdit etmesine rağmen, henüz "son
insanlar" olma durumuna varmamışızdır. "Bir yıldız doğurmak" bizim
için hala mümkündür. İhtiyacımız olan şey "insanlığa geleceğini öğrete­
cek" yeni liderlerdir -"böyle bir lider (Führer) imgesi gözlerimizin önün­
de uçup durur" .92 (Daha önce söylediğim gibi, Nazilerin Nietzsche'de
gördüğü şeyi görmeyi imkansızlaştırmaktan kaçınmak gerek. )
Burada Nietzsche'nin pratik görevi ile teori yazarlığı bir araya gelir.
Yeni liderlere -Heinrich von Stein gibilere- ihtiyacımız vardır ve İyinin
ve Kötünün Ôtesinde de onları kendine çekmek için tasarlanmıştır. Ecce
Homo'daki ifadesiyle (Hölderlin'in sözlerini tekrar eder) kitap "benimle
alakası olanları yavaş yavaş arayıştır" .93 Yeni lider "imgesini" sunmak,
NIETZSCHE

"özgür ruhlar kolonisine" üyeliğe uygun aday profilini anlatmak için


sayfalar harcanmıştır. (Nietzsche " benimle alakası olanları" arıyorum
dediği için, bu profil aynı zamanda idealleştirilmiş bir otoportredir.) O
halde bu yeni liderler neye benzeyecek ? Daha önce onlara "özgür ruh­
lar" deniyordu. Ama şimdi -bana kalırsa kısmen, "modern fikirleri"
savunan paradigmayı anlatan "özgür düşünürle" karışmasından kaçın­
mak için- onlara "geleceğin filozofları" demektedir.94 Bunlar nasıl in­
sanlardır?
Bu sözle ilgili ilk dikkat çeken şey muğlak bir tamlama olmasıdır
( Geleceğin Felsefesine Giriş altbaşlığında da aynı sorun vardır). Bu ifa­
de "-tam anlamıyla- geleceği yaşayan filozoflar" anlamına da gelebilir,
"geleceğe yönelik ya da gelecek hakkında felsefe yapanlar" da olabilir.
Nietzsche "zorunlu olarak yarına ve yarından sonraki güne" ait oldu­
ğundan kendi zamanının dışında kalan "filozoftan " bahsetmektedir.95
Bu yüzden ikinci tür filozofun da geleceği yaşadığını söyleyebiliriz -fa­
kat ancak metaforik olarak söyleyebiliriz. İlk türden filozofu "muzaf­
fer filozof" diye adlandıracağım. (İleride göreceğimiz gibi Nietzsche'nin
deliliği de kendisinin muzaffer filozof olduğunu düşünmek biçimini al­
mıştı -içine düştüğü megalomani yüzünden Avrupa'daki taç sahiplerini
tahttan indirecek güce sahip olduğuna inanıyordu. ) İkinci türden, "ileri
görüşlü filozof" diyebileceğimiz kişiler ise sadece yaratıcı özgür ruhtur
-Nietzsche'nin kendisi gibi- "rastlantısal mutasyondur", yeni bir dü­
şünme ve yaşama tarzını temsil eder ve iletir.
Bu muğlaklık "kumandan ve yasa koyucu" olarak felsefi anlayışını
devam ettirir.96 Kimi zaman Platon'un filozof kralının belirgin bir canla­
nışını görürüz. Nietzsche örneğin "yeni yönetici sınıf"97 olarak filozoflar­
dan ve bunların "ıslah ve eğitim amaçları için dini kullanmalarından"98
bahseder. Bu sözler "muzaffer filozofla" alakalı olmalıdır. Öte yandan,
filozofun "komutası" "insanlığa geleceğini öğretmek" 99 anlamına geldi­
ğinde, şurası açık ki, ileri görüşlü filozofun kaygısı insanlığın şu anda ne
yaptığı değil günün birinde şans yardım ederse ne yapacağıdır. Bu anlam­
da filozoflar, kendileri filozof krallar olmak yerine, Nietzsche'nin deyişiy­
le, "yaklaşan" filozof kralların "müjdecileri" ve öncelleridir.100 Filozof
krallara birazdan döneceğim, ama şimdilik "geleceğin filozofu" tabirini
münhasıran " biz [yaratıcı] özgür ruhlular" , ı o ı ileri görüşlü filozoflar için
kullanıyorum. Peki, bu kişiler neye benziyordu?
iyinin ve Kötünün Ötesinde

Daha önce belirtildiği gibi, İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de, Marksçı


bir ruhla "filozofu" yeniden tanımlamaya girişir. "Bizim anladığı­
mız manada filozof" , 102 Kant ya da Hegel gibi salt mevcut değerleri
derleyen biri olmayacaktır. Bu faaliyet " sahici felsefenin" 103 salt "alt­
hizmetidir" . 104 Yeni tip filozof mevcut değerleri derlemek ve savunmak
yerine "ana görevine" 1 05 giriş mahiyetinde bu değerleri yapıbozuma
uğratacaktır -"dinamitleyecektir" , 106 Bu ana görev " [yeni] değerler
yaratmak"tır: "Hakiki filozoflar ... yaratıcı elleriyle geleceğe uzanırlar" ,
cemaatler için yeni bir "Nereye? " ve "Ne için ? " i yürürlüğe koyarlar. 107
O halde eski usul filozoflar salt dünyayı anlamaya çalışmışken, yeni
usul filozoflar onu değiştirmeye, geleceğe "egemen olmaya" çalışır: 108
Yeni usul felsefe, filozofun güç istencinin bir ifadesidir. Bu da filozofun
ellerini kirletmesi, " sert oyuna girmesi" anlamına gelir. " Çağa aykırı"
da olsa, Spinoza'nın " buzlu doruklarına" ,109 salt bakan kişiyle herhangi
bir bağlantısı olmayan kayıtsız doruklara çekilmek yerine kendi çağıyla
düşünsel açıdan meşgul olmalıdır. Keza salt şüpheciliğe,110 [bkz. Sözlük­
çe] salt eleştiriciliğe,1 1 1 salt akademisyenliğe1 12 de kendini kaptırmama­
lıdır. Felsefeye ihtiyacı varsa da, bu felsefenin kitaplara konmasına ya da
konabilir olmasına gerek yoktur. Örneğin von Stein, diyordu Nietzsche,
kitapların felsefesine göre " bir kafaya sahip değildi" . 1 1 3 Ama o sırada
bu Nietzsche'yi hiç rahatsız etmiyordu. Von Stein'ın "kahramanca temel
ruh hali" yeni yaşam tarzının cisimleşmesiydi. 1 1 4 Nietzsche Sicilyalı il.
Frederick'i, Caesar'ı, Leonardo'yu ve hepsinden öte Napoleon'u " be­
ğenisine" çok uygun kahramanlar olarak gösterir -bana kalırsa bunlar
onun yeni anlayışına göre filozoflardır. Hegel, Napoleon için "at sırtın­
da tarih" diyordu. Bana öyle geliyor ki Nietzsche de Napoleon'un at
sırtında felsefe olduğunu düşünüyordu.

Nietzsche'nin "Devlet''i

Bu ileri görüşlü filozof ne için çalışır? Nietzsche yeni bir " büyüklük"
öğrendiğini söylemektedir. 1 1 5 Peki, bu nasıl bir şey olacak?
Burada ayrıntıya girmez. Kısmen, başarılı bir ethos cemaatin kendini
içinde bulduğu koşulların bir işlevi olduğundan girmez; sonuçta Nietz­
sche'nin kristal küresi filan olmadığından, gelecekte cemaatin ayakta kal-
NIETZSCHE

masını ve güçlenmesini nasıl bir ahlakın sağlayacağını görecek durumda


değildir. Ama kısmen de "müritlerinin" yaratıcılığını bozmak istemediği
için girmez -Zerdüşt'ün işaret ettiği gibi, bir öğretmenin öğrencileri hep
öğrenci kalırsa ona kötülük etmiş olurlar. Defterlerde Nietzsche'nin felse­
fesinin kalbindeki bu gizemin çekici bir anıştırması görülür:

"Aklında beni kötü bir şeye sürüklemek var gibi, insanlığın yıkımını istediğini bile
düşünebilir insan, doğru mu?" �edim bir keresinde tanrı Dionysos'a. "Belki de öyle­
dir," dedi tanrı, "ama buradan senin için bir şey çıkabilir." "Peki, o nedir?" diye sordum
merakla. "Peki, o kimdir?" diye sormalısın. Dionysos böyle dedi ve sessizce yoluna
devam etti, yani baştan çıkaran bir tarzda. Onu görmeliydiniz! -Bahardı, tüm orman
bitki özleriyle doluydu. 1 1 6

İleride göreceğimiz gibi, Nietzsche aklını yitirmeye başladığında Di­


onysos "olmuştur" .
Aslında gizem göründüğü kadar derinlerde değildir, çünkü Nietzsche
aslında yeni topluma dair pek çok şey söyler. Önerileri herhangi bir ba­
şarılı toplumun çok soyut, biçimsel bir tanımlamasına denk düşer; her
sağlıklı toplumun temelinde yer alması gereken yarı-Kantçı, yarı a priori
[önsel] bir şablondur. Ecce Homo 'da mütevazı bir tarzda ifade edildiği
gibi, İyinin ve Kötünün Ôtesinde, hastalıklı modernliğin "antitezi" olan
bir topluma doğru bir "işaret direkleri" kümesi önerir. 1 17 Şimdi bu işa­
ret direklerini tek tek inceleyelim.

Hiyerarşi

Nietzsche şöyle yazar:

" İ nsan" tipinin her yükselişi, şimdiye dek aristokratik toplumun işi olmuş -her za­
man da öyle olacak: Uzun bir rütbe sırası merdivenine, insanlar arasındaki değer
ayrımlarına şu ya da bu anlamda köleliğin gerekliliğine inanan bir toplum. Uzaklık
pathosu olmaksızın, iflah olmaz sınıf farkından, egemen kastların yönettiklerine,
·
araçlarına, sürekli yukarıdan, dışarıdan bakmalarından ve yine belirli buyurmalar-

*
Aristoteles'in Politika'sının 1. Kitap'ında doğası itibariyle köle olanlara "araç" denir.
İyinin ve Kötünün Ötesinde

dan, boyun eğme denemelerinden ... şu diğer, daha gizemli pathos doğamamıştır
da; şu sürekli büyüyen ruhun içindeki uzaklığın özlemine ... sürekli "insanın kendini
yenmesine" yol açan pathos. 1 1 0

Toplumsal mesafenin psikolojik mesafenin önşartı olduğu yönündeki


bu fikre insanın hemen itiraz ederek Nietzsche'nin kendisinin de pek
aristokratik kökene sahip olmadığını hatırlatası geliyor. Fakat bence bu
bir yanlış anlama olacaktır. Nietzsche'nin burada söylediği şey psikolo­
jik bakımdan üstün olan tipin toplumsal bakımdan illaki üstün konum­
da yaşadığı değil toplumsal üstünlüğü görebilmesi gerektiğidir. Zaten
her halükarda Nietzsche aslında bir nevi aristokratik kökene sahiptir:
Lutherci rahipliğin manevi aristokrasisine . . .
Yunanca kökeni bakımından "aristokrasi" basitçe "en iyilerin hü­
kümdarlığı" anlamına gelir. Daha önce gördüğümüz üzere de, Platon
için olduğu gibi Nietzsche için de hükmetmekte "en iyiler" (muzaffer)
filozoflardır. "Yönetmek ve yasa çıkarmak" onların işidir. O halde Pla­
ton gibi Nietzsche de "filozof krala" inanmaktadır.
Filozofların (genellikle üniversitedeki bölümlerini yönetmekte
bile pek becerikli değillerdir) dünyayı yönetmesi insana biraz saçma
-Rohde'nin deyişiyle "çocukça"- gibi görünüyor. Fakat iki noktayı
akılda tutmak gerek. Birincisi, ileri görüşlü filozoflar, az önce belirt­
tiğimiz gibi, illaki kitap yazan, hatta kitap okuyan kişiler olmadığına
göre, muzaffer filozoflar da değildir muhakkak. Napoleon ilk türden
" filozofsa " kesinlikle ikinci türden filozof da olabilir. İkincisi, Deccal'ı
tartıştığımız sırada açığa çıkacağı üzere,1 19 Platon gibi Nietzsche de
filozof kralı, hükümetin yönetim işini yürüten kişi olarak düşünmez.
Bu kişi evrak denizinde yüzecek biri değil, " büyük resmi" görecek bir
yöneticidir. Yürütme kararlarını devreye sokmak yerine, cemaate ma­
nevi liderlik sunar -Wagner'in Bavyera kralına benimsemesini öğüt­
lediği rol de budur. Bu noktada İran Cumhurbaşkanı ile ulusun " üst
lideri" * Ayetullah arasındaki ya da Çin öncesi Tibet hükümeti ile Dalai
Lama arasındaki ilişkiyi Nietzsche'nin ideal modellerine yakın saya­
biliriz. Bu modeller gayet isabetlidir, zira birazdan göreceğimiz üzere,

*
Söylendiğine göre Ayetullah Humeyni 1920'lerde Kum'dayken Devlet'i okumuş ve
İslam cumhuriyetinin yaratılmasında Platon'un filozof kral hayalinden esinlenmiştir.
NIETZSCHE

Nietzsche'nin demokrasiye alternatifi aşağı yukarı fiilen "teokratik


devlete" tekabül eden bir yönetim biçimidir. Bu öneri Batılı okurların
gözünde siyaset teorisini çok çekici kılmasa da, bir noktayı açıklığa
kavuşturur: Teokratik devletler fiilen var olduğuna göre, Nietzsche'nin
" filozof kral" ideali konusunda ne düşünürseniz düşünün, uygulanma
umudunun bulunmadığını söyleyemezsiniz.
Demek ki Nietzsche filozof kralın manevi liderliğine inanıyor. Fakat
gerçekte Platon'un Devlet'inde anlatılan ideal devlete yakınlığı bundan
daha da fazladır. Zira o da Platon gibi herhangi bir sağlıklı toplumda
"rütbe sıralamasının" sadece üç temel sınıftan oluşacağına inanır: ma­
nevi liderler; eğitimli ve özdisiplinli orta sınıf ( " daha yüce maneviyata"
özenir ve günün birinde gelecekteki liderler onların arasından çıkacaktır
[Platon'un "yardımcıları"]), son olarak da "sıradan insanlar, büyük ço­
ğunluk" (Platon'un "zanaatçıları " ) . 1 20
Platon devlette "adaleti" , herkesin cemaatteki kendi rolünü yerine
getirmesi olarak tanımlar. Bu rol de insanların doğaları itibariyle uygun
düştükleri sınıfa göre tanımlanır. Benzer şekilde, Nietzsche "erdemlerin
katmanlaşması" adını verebileceğimiz teze inanır. Erdem özgül bir "du­
rak" -ya da "rol"dür. 121 Alttaki tipler için erdem olan kişilik özellikleri
filozofta ortaya çıktıklarında kötülük olabilirler. "Nefsine hakim olma
ve mütevazı inziva ", takip etmek için doğanlarda övgüye değer olsa da,
yönetmek için doğanlarda kötü özelliklerdir.122 Tersine, takip etmek
için doğanlarda buyurma istenci kötü bir özelliktir. Bu yüzden Hıristi­
yan evrenselciliği, Nietzsche'nin Hıristiyan etiğine atfettiği " bir kişi için
doğru olan herkes için doğrudur" görüşü aslında "ahlakdışıdır" . 1 23
Nietzsche 1 87 1 'de "Yunan Devleti" (yukarıda tartışıldı s. 240-42)
başlığı altında şöyle yazar: "Platon'un kusursuz devleti . . en heyecan­
.

lı hayranların düşündüğünden bile daha büyük bir şeydi, "tarihsel"


eğitim almışların tepeden bakan bir sırıtışla antik dönemin bu mey­
vesini reddetmesinden hiç bahsetmiyorum bile. " 1 24 İyinin ve Kötü­
nün Ôtesinde'de önerilen toplumdaki üçlü rütbe sıralaması 1 87 1 'de
Platon'dan alınan sıralamayla aynı olduğundan, Nietzsche'nin toplu­
mun yapısına dair görüşlerinin (ayrıca bu yapıyı yürürlüğe koymak için
"demir yumruk " 125 kullanmanın gerekliliği) 1 87 1 'den beri hiç değiş­
mediğini söyleyebiliriz.
iyinin ve Kötünün Ötesinde

Kölelik Meselesi

Tekrarlamak gerekirse, Nietzsche, '"insan' tipinin her yükselişi, şim­


diye dek aristokratik toplumun işi olmuştur . . . şu ya da bu anlamda
köleliğe ihtiyaç duyar. " der. 126 Bu da bizi Tan Kızıllığı'nı tartışırken
gündeme gelen "ahlak tanımazlık" meselesine geri götürüyor. Nietzsche
polemiksel bakımdan değil, gerçekten bir "ahlak tanımaz" mıdır? Bana
kalırsa buradaki mesele sadece daha yüce tiplerin refah hakkı olduğunu
düşünüp düşünmediği, bir de alelade kitlelerin daha yüce tipler için bir
destek sisteminden ibaret olduğunu düşünüp düşünmediğidir. Nietzsche
"alttaki " tiplere salt araç gözüyle bakıyorsa, onlara insandan ziyade
eşya muamelesi yapıyorsa, o zaman gerçekten ahlak tanımaz (ve ontolo­
jik bakımdan kör) bir düşünürdür.
Bu konudaki kilit pasaj 258. Kesim'dir. Nietzsche burada, "yüce bir
bulantıyla ayrıcalıklarını bir yana atan ve kendisini ahlaki [yani Hıristi­
yan] duygunun aşırılığına feda eden", bu yüzden "yozlaşan" devrim ön­
cesi Fransız aristokrasisinin tersine, sağlıklı bir aristokrasinin "kendini
bir krallığın ya da cemaatin işlevi olarak görmek yerine krallığın ya da
cemaatin anlamı ve en yüksek düzeydeki gerekçesi olduğunu hissettiği­
ni" söyler. Aristokrasi ancak bu sayede vicdanı sızlamadan şunu kabul
edebilir:

Aristokrasi uğruna bastırılıp tamamlanmamış insanlara, kölelere, araçlara indir­


genmesi gereken sayısız insanın kurban edilmesi. Aristokrasinin temel inancı toplu­
mun toplum için var olamayacağı, ancak istisnai tipi ... daha yüksek varlık durumuna
yükseltecek altyapı ve çerçeve olabileceği şeklindedir ister istemez. Tıpkı güneşe
ulaşmaya çalışan Java tırmanıcı bitkisi sipo matadorun bir meşe ağacına kollarını
dolaması, bunu sık sık ve uzun süre yaparak nihayet meşenin en tepesinde ve onun
tarafından desteklenir bir halde belirmesinde olduğu gibi; bitki burada coşar, açık
havada ışığa kavuşmanın mutluluğunu sergiler.

"Ahlak tanımaz elitizm" suçlamasına en çok yol açan pasaj budur.


Nietzsche buradan yola çıkılarak bin yılda bir gelen birkaç Goethe dı­
şında hiçbir şeyi umursamamakla, özetle, "sadece üstinsan önemlidir"
demekle suçlanır. P. Michaelis'in 1 8 86'daki "Junker-felsefesi" eleştiri­
sinden başlayarak genellikle Nietzsche bu tarzda yorumlanmıştır. Örne-
NIETZSCHE

ğin Bertrand Russell'a göre, Nietzsche için "sıradan insanların mutlu­


luğu başlı başına (per se) iyinin bir parçası değildir" , elit olmayanların
" başına ne geldiğinin [ahlaki] önemi yoktur" . 1 27 Nüfuzlu filozof John
Rawls'a göre ise Nietzsche Sokrates ve Goethe gibi tiplerden oluşan bir
elite, filozoflara ve sanatçılara inanmaktadır, "alelade" insanların refahı
için bağımsız bir kaygısı yoktur. Bunun estetik "kusursuzluk" 128 beğeni­
sini "adalet" iddialarının üstüne yükselten ahlak tanımaz bir tavır oldu­
ğunu öne sürer Rawls. Ona göre, Nietzsche'nin gözünde Yunan felsefesi
Yunan köleliğini meşrulaştırır.129
Nietzsche ne sanatı ne de felsefeyi başlı başına değerli görür: "sanat
için sanat" bir "nihilizm" biçimidir, önemli, toplumsal açıdan faydalı
sanat yaratma "istencinin felç geçirmesidir" 130 (daha fazla ayrıntı için
bkz. aşağıda s. 766). Ayrıca, daha önce gördüğümüz gibi, filozoflara üç
kat fazla toplumsal sorumluluk atfeder: Filozof çağının "vicdanı" olmalı,
hastalıklarını teşhis etmeli, "kültürün hekimi" olmalıdır; yeni bir yaşam
tarzını müjdeleyen yaratıcı özgür ruhlu kişi olmalıdır; ayrıca, mevcut
dünyaların en iyisinde cemaatin manevi "yöneticisi ve yasa koyucusu"
olmalıdır. Genele bakarsak, "filozof, onu anladığımız kadarıyla, insa­
nın tüm gelişiminin vicdanına sahip, en kapsamlı sorumluluğu taşıyan
insan"dır. 1 3 1 O halde Nietzsche'ye toplumun sanatçı ve filozof için var
olduğu görüşünü atfeden Rawls onu tam anlamıyla tersten anlamaktadır.
Meşeye tırmanan sarmaşık pasajının standart okumasının Nietz­
sche'nin söylediği diğer pek çok şeyle tutarsızlığı, bu pasajı standart tar­
zın dışında okumak için bir gerekçe sunuyor. Bunu yapmak çok zor da
değil. Dikkat etmemiz gereken en önemli nokta Nietzsche'nin "benim
temel inancım" " aristokratların" geri kalan her şeyin "anlamı ve gerek­
çesi" olduğudur, gibi bir şey söylemediğidir. Burada daha ziyade aris­
tokratların nasıl hissettiğini, sağlıklı aristokrasilerin geçmişteki temel
"inancını" aktarmaktadır; bunlar kendi bakış açısına tümden yabancı
da olabilir.
Bana kalırsa Nietzsche'nin 25 8 . Kesim'de yaptığı şey, sıklıkla benim­
sediği antropolojik tarzda geçmişi gözden geçirmek, .. ve geçmişin yükse­
len aristokrasilerinde aristokratların haşmetli bir kibre sahip olduğuna,

*
"Pek çok ülkeyi ve pek çok halkı gördü Zerdüşt: böylece pek çok halkın iyi ve kötü
yanlarını keşfetti... " (Z 1 1 5 ) .
iyinin ve Kötünün Ötesinde

bu çöktüğünde söz konusu kibrin o toplumda çürümeye, "yozlaşmaya"


yol açtığına dikkat çekmekti. Nasıl ki "efendi ahlakına" sahip toplum­
ların "köle ahlakına" sahip toplumlardan daha sağlıklı olduğunu söyle­
mesi onu Vikinglerin tecavüz ve yağmacılığını destekleme pozisyonuna
sokmuyorsa, bu pasaj da Nietzsche'yi en iyi toplum düzeni olarak aris­
tokrasiyi savunma pozisyonuna sokmaz.
Bana kalırsa aslında Nietzsche standart anlamıyla aristokrasiyi sa­
vunmamaktadır. Kitabın sonundaki, 258 . Kesim'i de kapsayan 9.
Kısım'ın başlığının "Aristokratik (adelig) Nedir? " değil "Soylu (vor­
nehm) Nedir? " olduğuna dikkat etmek de önemlidir. Bununla bağlantılı
bir fark Brandes'e son mektubunda da görülür. "Biz kazanırsak, ırk,
ulus ve sınıflar (Stande) arasındaki saçma sınırları aşmış olacağız: Bun­
dan böyle sadece insanlar arasında rütbe ( Rang) sıralaması olacak. " 1 32
Rütbe ile sınıf arasındaki fark yetenek ile doğuştan hak arasındaki fark­
tır. Deccal'ı tartışırken ayrıntısıyla göreceğimiz üzere, Nietzsche'nin ara­
dığı şey kandan kaynaklanan hiyerarşi değil, doğal yetenek ve eğilimden
kaynaklanan hiyerarşidir.
Yine de şu soru cevapsız kalıyor: Peki, "kölelere" ne diyeceğiz? " Bir
anlamda" kölelik, der Nietzsche kendi adına konuştuğundan şüphe­
ye yer bırakmayacak şekilde, herhangi bir yüksek kültürün şartıdır. 133
Kendisi de köleliğe inandığından, nüfusun büyük bir kısmını salt inşaat
iskelesine indirgemiyor mu, dolayısıyla gerçekten ahlak tanımaz bir dü­
şünür olarak mı değerlendirilmelidir?
Cevap çok açık değil. 258. Kesim'de aristokrasiyi destekleme ihtiya­
cından dolayı kölelerin "küçülerek tamamlanmamış insan olması"ndan
bahsetmesinin, Nietzsche'nin görüşünden ziyade aristokratların görüşü
olarak okunmasının daha iyi olduğunu önerdiysem de, 61. Kesim'de
kitlelerin sadece "genel fayda" için var olduğundan bahsedilir ve burada
antropolog Nietzsche'nin mi yoksa normatif filozof Nietzsche'nin mi
konuştuğu belli değildir.
Nietzsche kadınlara verilen geleneksel konumun kölelik olduğunu
kabul eder: "kölece ve serf benzeri" bir konumdur bu.1 34 Bu yüzden,
k:ıdınlara dair görüşleri açıkça kendisine ait olduğuna göre, köleliğe
ilişkin görüşlerini genellikle kadınlara dair görüşlerinden çıkarmamız
mümkündür.
NIETZSCHE

Yine Kadınlar

İyinin ve Kötünün Ötesinde'deki kadınlar üzerine görüşler * kadınla­


ra yönelik bir saldırıdan ziyade eseri yazdığı sırada ciddi güç toplayan
kadınların özgürleşmesi hareketine yönelik bir saldırıdır. Çoğunlukla
onun gayet açık hedefi özgürleşmecilerdir: "Kadınların kendi kaderini
belirleme hakkı" hareketinin savunucuları, der Nietzsche, özgürleşmiş
kadınların ne kadar iyi olduğuna dair örnek olarak Madame de Stael ya
da George Sand'i seçmenin ters etki yapabileceğini göremiyorlar. Ters
etki yapar, çünkü erkekler bu kadınları özgürlükçü özlemlerin komik,
karşıt-örnekleri olarak görüyorlar.1 35 Nietzsche'nin tartışmasında dört
ana tema karşımıza çıkar.
( 1 ) "Mevcut kadınlar", "ebedi dişiler", "erkekçe " işleri yapacak ka­
pasiteden yoksundur. Kadınlarda doğruluk kaygısı yoktur -en büyük
yetenekleri (kölece) yalancılıktır. "Aydınlanma" (rasyonel nesnellik) ka­
pasitesinden yoksundurlar, bu yüzden de din ve siyaset konusunda -bir
de "mevcut kadınlar" sorunu konusunda- sessiz kalmalıdırlar. Kadın­
lar yemek yapmayı bile bilmez, halbuki bin yıllardır yemek yapıyorlar:
Korkunç beslenme tarzımız "mutfaktaki akıl yoksunluğunun" açık bir
kanıtıdır.136 (Bildiğimiz gibi, iş mangal yapmak gibi ciddi bir işe gelince
erkekler mangal başına geçer! ) Kadınların kendileri bile erkek zihni ka­
dar derin bir kadın zihninin hiç olmadığını kabul ederler. (Yoksa hiç bü­
yük kadın besteci ya da filozof olmamasını nasıl açıklardık? ? ? ) Kadınlar
bile kadınların kalbinin erkeğinki kadar adil olmadığını (ve bu yüzden

*
Nietzsche 2 3 1 . Kesim'de "mevcut kadınlarla" ilgili görüşlerinin nevi şahsına münha­
sır olduğunu söyler. Bunlar sadece "benim doğrularımdır'', "manevi bir kaderdir",
"asla ders çıkarmayan ... büyük bir aptallıktır". Bir başka deyişle, görüşlerinin bir
dereceye kadar önyargıdan mustarip olduğunu itiraf eder. Kendini çok iyi tanıyan
bu adamın önyargısının kaynağı ise kesinlikle aşikardır: Kadınlara karşı duruşunu
çarpıcı ölçüde değiştiren Salome macerasının travması (yukarıda Bölüm 18 ve 1 9) .
18 85'te Nietzsche'nin dostlarının ve hayranlarının büyük çoğunluğunun sadece ka­
dın değil, feminist kadın olduğunu görmüştük. Bana kalırsa bu da bize muhtemel
önyargının kimler karşısında kabul edildiğini gösteriyor: Malwida von Meysenbug,
Helen Zimmern, Meta von Salis, Resa von Schirnhofer, Helene Druskowitz ve diğer­
leri. Nietzsche'nin kadınlarla ilgili görüşlerini tümden baltalamak istemediği açıktır,
aksi takdirde onları ortaya atmasının bir anlamı olmazdı. Fakat feminist dostlarının
kendi konumlarını tutarlılaştırmaları gerektiğini kabul ederek, Zerdüşt'ün takipçi­
lerini davet ettiği gibi onları felsefi olanı muhtemelen patolojik olandan ayıran bir
gözle görüşlerini büyük dikkat sarf ederek irdelemeye davet etmektedir bana kalırsa.
Bu bizim de görevimizmiş gibi geliyor bana.
İyinin ve Kötünün Ôtesinde

devleti ya da aileyi yönetmeye uygun olmadığını) kabul eder.137 Tüm


bunlardan anlaşılıyor ki kadınlar için en doğru rol geleneksel çocuk do­
ğurma ve büyütme rolüdür. 1 38 Kadın bir akademisyenin, cinsellikle ilgili
bir sorunu var demektir.139
Bu sadece bir önyargılar yığını mıdır -ya da en iyi ifadeyle "dönem
hataları" mıdır- yoksa bu görünüşte kasıtsız komik saçmalıkların ara­
sına karışmış ciddi bir doğruluk da mı vardır? Bana kalırsa, daha önce
dediğim gibi, Nietzsche'de bir "durak" ya da "rol" etiği vardır; kişinin
doğuştan gelen tipine özgü erdemlere sahip olduğu yönünde evrenselci­
lik karşıtı, Platoncu bir ısrar söz konusudur. Herhangi bir düşünsel ya
da duygusal kapasitenin cinsiyete özgü olduğu fikri kanıtlanmış değildir,
ama bu fikir aptalca da değildir. Bazı işlerde erkeklerin bazı işlerde ka­
dınların daha iyi olduğu -ampirik kanıtlar Nietzsche'nin sanat, bilim ve
hükümetin özellikle "erkekçe" eğilimler olduğu fikrini hızla baltalıyorsa
da- belki de gerçekten doğrudur. Kabul edilmesi gereken başka bir nokta
da, fiziksel kapasiteler açıkça cinsiyete-özgüyken, teknoloji tarafından bu
durumun değiştirilebileceğidir: Geçmişteki kadınlar askerlik yapamıyor
olabilir, fakat bugün tank komutanı ve savaş uçağı pilotu olabiliyorlar.
(2) Kadınlar dehşet vericidir ve barbarlık potansiyeli taşır. Nietzsche
"kadın"ın "güzel ve tehlikeli bir kedi" olduğunu söyler. (Daha önce
Lou'ya "kedi" , "kedi-bencilliğine" sahip biri" 140 dediği için burada
neredeyse isim verme noktasına gelmiştir. ) Kadının eldiveninin içinde
kaplan pençeleri vardır. Aşkta ve intikamda kadınlar dehşet vericidir.
( " Cehennemin yoktur böyle öfkesi ... " ) 141
( 3 ) Kadınlar sıkı erkek kontrolünde olmalıdır. Bu da doğrudan bar­
barca terörizm kapasitelerinin bir sonucudur. Şarkta kadınlara "mal"
muamelesi yapılması bu yüzden "muazzam ölçüde rasyoneldir " . Ka­
dın "erkekten korkusunu" yitirmemelidir. 142 ( Böyle söyledi Ayetullah
Nietzsche! )
( 4 ) Özgürlükçü hareket, eşit haklar, hiyerarşinin demokratik yıkımı­
nın, Avrupa'nın dümdüz edilişinin bir parçasıdır. Bir başka deyişle, fe­
minizm herkesi alelade "sürü" düzeyine indirmenin, Batı modernliğinin
ayakta kalmak ve büyümek için gereken istisnai bireyi yetiştirme kapa­
sitesini yok etmenin bir parçasıdır. 143 Daha önce belirtildiği gibi, doğuş­
tan aristokrat olan Meta von Salis de en az Nietzsche kadar şiddetli bir
demokrasi karşıtıydı: Aralarındaki tek fark Meta'nın "üsterkek" kadar
NIETZSCHE

" üstkadın" da olabileceğine inanmasıydı. Nietzsche kadınlar için "eşit


hakların" illaki herkes için "eşit haklar" anlamına gelmediğine dikkat
etmemiş görünüyor.
***

Kadınlarla ilgili tartışma şu ana kadar onları salt araçlar, hatta Nietz­
sche'nin dediği gibi salt "mal" olarak görme çevresinde döndü. Ama ger­
çekte Lou sonrasındaki Nietzsche bile araç amacıyla sahip olunmayan
kadınlar konusunda kaygı göstermekten kaçınmıştır. Örneğin demokra­
tik hareketin fiilen kadınların mistik ve sessiz kurnazlığa dayanan gerçek
gücünü azalttığını söyler.144 Artık "mutluluğu" "gücünü artırma hissi
- bir direnişi aşmak" olarak tanımladığından, 145 özgürleşme hareketi­
ne itirazlarından biri de kadınları eskiden olduklarından daha mutsuz
kılmasıdır. Bu da Şen Bilim' deki iddiayı, yani erkeğin "hizmetine koşma­
sı'', onun cüzdanı ve toplumsal sekreteri olması -"tahtın ardındaki güç"
olması- bakımından kadınların "fazladan bir kuvvet ve haz" edindiği
iddiasını tekrarlamaktan başka bir şey değildir. (Maori kültüründe ka­
dınlar meydanda konuşamasalar da, burada ataerkillikten ziyade ana­
erkilliğin olduğu düşünülür.) Bu yüzden Nietzsche erkekler gibi kadınla­
rın da kendi tarzlarında güç istencine sahip olmasıyla ilgilenir. Kısacası,
kadınların mutluluğuyla ilgilenmektedir. Bu yüzden kadınların "hizmet
etmeye yazgılı olduğunu ve böyle tatmin duyduğunu" söylemektedir.146
O halde bütün patırtının ardına baktığımızda, Nietzsche'nin kadınlarla
ilgili görüşlerinin onu ahlak tanımaz değil, daha ziyade çok gelenekçi
bir ataerkillik yanlısı yaptığını görürüz. Aynı şeyin genellikle "kölelikle"
ilgili görüşlerine de uygulanabileceğini varsayabiliriz.
Nietzsche'nin son eseri Deccal'da bu durum apaçık ortaya çıkar.
Nietzsche bu kitapta doğal "araçların" en mutlu canlı araçlar olduğu
görüşünü açıklığa kavuşturur. "Aleladeler için aleladelik mutluluktur. "
Onları mutsuz eden şey mutlu yaşam düzeylerinin üstüne çıkmalarını is­
teyen sosyalist gürültücülerdir. 147 O halde sadece erdem değil mutluluk
da ne tür bir insan olduğunuza göre değişir. Bu durumun açığa çıkardı­
ğı üzere, Nietzsche ,nin gözünde insanları "aşağı iterek" ya da "küçül­
terek" köleleştirmek gibi bir mesele yoktur, çünkü ona göre "köleler"
-"aleladeler"- doğaları gereği bu role yazgılıdırlar.
Toparlarsak, Nietzsche'nin hiyerarşi, kölelik ve kadınlarla ilgili görüş­
leri onu ahlak tanımaz bir düşünür yapmaz. Onu daha ziyade "merha-
iyinin ve Kötünün Ôtesinde

metli" -İngilizlerin deyimiyle "tek-uluslu"- bir muhafazakar * yapar. Fa­


kat kadınlar üzerine görüşlerini felsefesiyle alakasız, utanç verici bir yan
mesele olarak reddedersek bu sonucu ıskalama ihtimalimiz de büyüktür.

Yeni Dünyada Ahlak, Din ve Sanat

O halde Nietzsche'nin ütopyasının ilk özelliği, toplumsal piramidin


en altında "bir anlamda kölelerin" -doğaları gereği emir vermeye de­
ğil, almaya yazgılı olanların- bulunduğu bir toplumsal hiyerarşidir. 148
İkinci özellik de, "alacalı" modernliğin tersine, ortak bir ahlaka sahip
olmasıdır: Herhangi bir "aristokratik cemaatin kendi üzerinde uygula­
yacağı . . . sertliğe, tekbiçimliliğe ve biçimsel sadeliğe" sahip olacaktır. 149
Kısacası, kültürel sağlık teorisine göre evrimsel başarı için temel nitelik­
te olan ortak "oyun planı" olacaktır.
Böyle bir birlik tepeden tırnağa tekbiçimlilik gerektirmeyecektir el­
bette. Soylu bir toplum Kuzey Kore olmayacaktır, ama "tam da insanlık
kapsamı ve çeşitliliği" içinde, "çokluktaki birlik içinde" ortaya çıkan
insani " büyüklüğün timsali olacaktır. 15 0 Yine akla futbol takımı benzet­
mesi geliyor. Şurası açık ki iyi bir takım, her oyuncunun aynı şeyi yaptığı
takım değil, çok sayıda farklı işlevin birleştirici bir oyun planıyla koor­
dine edilmesi yoluyla ortak hedefe ulaşılan bir takımdır. Nietzsche'nin
hem erdem hem mutluluk kavramlarının kişinin " bulunduğu yere" göre
değişmesi ve bunların katmanlılığı tezlerinin bu analoji çerçevesinde ko­
layca açıklanabildiğine dikkat edin.
O halde Nietzsche'nin ideal toplumunda ortak ama totaliter olma­
yan bir ethos olacaktır. Fakat etkili olması için ethosun bir otoritesi ol­
malıdır. Nietzsche bu noktada " soylu" toplumda ortak dinin merkezi
bir yeri olduğunu düşünür: Hıristiyanlıktaki gibi korkuya dayalı bir din
değil, Yunanlardaki gibi evrimsel mücadelede ortak başarının "minnet-

*
İngiliz devlet adamı Benjamin Disraeli'nin ( 1 804- 1 8 8 1 ) ortaya attığı bir kavram:
"One nation conservatism" . Disraeli, sanayileşme ve eşitsizliklerin artması sonu­
cunda İngiliz toplumunun zenginler ve fakirler olmak üzere iki ulusa bölüneceği
uyarısında bulunur ve sınıfların birbirine karşı görevlerinin bulunduğu paternalist
bir yapı önerir. Bu çerçevede üst sınıflar, alt sınıflara merhametli davranmak, onları
korumakla görevlidir-e.n.
NIETZSCHE

tarlığına" dayanan " soylu" bir din, "soylu" bir halkın ahlaki "mihenk
taşları" -insan kusursuzluğunun paradigmaları- olarak kendi idealleşti­
rilmiş imgelerini yansıttığı bir din olmalıdır. 1 5 1
Böyle modellerin etkili olması için otoriteye sahip olması, saygı nes­
neleri haline gelmesi, "zorunlu suskunluk" üreten nesneler olması gere­
kir. Hıristiyanlığın az sayıdaki faydalı miraslarından biri, bizi bazı şeyle­
rin böyle bir saygıyı hak ettiği fikrine alıştırmasıdır. "Bu duygu sonunda
büyük yığınlara ulaşmıştır ... her şeye el süremeyecekleri, önünde ayak­
kabılarını çıkarıp, kirli ellerini uzağında tuttukları kutsal yaşantılar var­
dır" , 1 52 Karışık Kanılar ve Ôzdeyişler'da, herkesten önce sanatçıların
görevi, kendi incelikli "yücelme" 153 tekniklerini kullanarak ışıltılı "gü­
zel ruh" imgeleri üretmektir; bu imgeler karizmatik güçleri sayesinde ör­
nek alınacaktır. 1 54 İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de (doğru türden) sanat,
kültürün "sahiden soylu unsurlarına" 155 aittir, denmesi Nietzsche'nin
hala aynı görüşte olduğunu gösterir.
Nietzsche'nin demokrasiye alternatifinden niye (metafizik olmayan)
bir nevi teokrasi diye bahsettiğim artık açıklığa kavuşmuş olmalı. Bana
kalırsa hala aradığı şey ilk kitabında olduğu gibi "Yunan tragedyasının
yeniden doğuşu", temel ethosunun netleştirici olumlamasıyla cemaati
bir araya getiren kutsal merkez olarak " kolektif sanat eserinin" yeniden
doğuşudur.
***

Nietzsche ideal devletin felsefi liderinin "insanlığın toplam gelişimi"


için "en kapsamlı sorumluluk duygusuyla" şu ya da bu dinden fayda­
lanarak "ıslah ve eğitimin işlemesini sağlamakla görevli (Wagner'in de
Kral Ludwig'e verdiği görev gibi) olduğunu söyler. Bununla bağlantılı
olarak Hindu kast sisteminden bahsettiği için, burada, inandığını bil­
diğimiz soyarıtımını dini yaptırımlarla desteklemek amacında gibi gö­
rünmektedir. Dinlerin toplumsal faydaları olduğunu da ekler: Örneğin
"yönetilenle birlikte yöneteni de bağlar" ve "sıradan insanlara, konumu
ve tipi konusunda paha biçilmez bir memnuniyet hissi" 156 verir dinler.
Bir başka deyişle, din ortak ethosun, benim ifademle, arıtıcı ve otoriter
yanının açığa çıkmasını temin eder.
Fakat Nietzsche'nin Platon'un Devlet'i karşısındaki coşkusunu dü­
şününce, dini toplumsal amaçlarla "kullanan" filozof görüntüsü "soylu
yalan" olarak din fikrini ve "dindar dolandırıcılığa" bir an bile kendini
iyinin ve Kötünün Ötesinde

kaptırmayan kinik [bkz. Sözlükçe], dışarlıklı yönetici anlayışını akla ge­


tiriyormuş gibi görünüyor: 157 Dostoyevski'nin Büyük Engizisyoncusu
gibi dinin kitleleri kontrol için gereken bir afyon olduğunun gayet far­
kında olan, dini çocukça bir batıl inançtan ibaret gören bir filozof kralı
resmediyormuş gibi ... Nietzsche'nin "dini" " bir çağdışılık, aşılmış bir
duruş noktası, ama sürüyü kontrol için faydalı bir araç" olarak gör­
düğünü söyleyen Michaelis'in yorumunda da anlatılmak istenen budur.
Ama Nietzsche'nin felsefi lider açıklaması böyle olamaz, çünkü o za­
man "özgür düşünür"den ayırt edilemezdi. Halbuki "özgür düşünür" ,
"modern fikirlerin" adamıdır, dini hor görür, "daha üstün, neredeyse
neşeli bir şefkatle, bir kiliseyi destekleyen biri varsa orada ruhun 'kirlili­
ği' olduğunu varsayan hafif bir nefretle karışık" bakar dine. " 158 Peki, o
zaman "filozof kral" neye inanır?
"İnsan" türünün her yükselişinin şimdiye dek aristokratik toplumun
işi" olduğunun iddia edildiği pasaja geri dönersek, yönetiminde "Form­
lara" (dünyanın nasıl olması gerektiğine dair ilahi "model" ) dair bilgi­
sini rehber edinen Platon'un filozof kralında olduğu gibi, Nietzsche'nin
felsefi lideri de keyfi buyruklarla yönetmez. Onun yerine "hiç bitmeyen
bir itaat ve emir alıştırmasıyla" meşguldür. 1 59 Peki, Nietzsche tüm me­
tafizik dünyalarla birlikte Platon'un doğaüstü Formlar alemini de red­
dettiğine göre, kendi ideal lideri neye itaat eder?
Ortak ethosa itaat eder, yani cemaatinin eşsiz karakteri, tarihi ve
mevcut koşullarının bir işlevi olan "ahlaka" göre davranır. Cemaatin
dini de bu ethosun yetkilendirici ifadesi olduğundan -bundan öte bir şey
olmadığından- tanrıların olağanüstü varlıklar değil insani tasarımlar ol­
duğunu bilecektir. (Homeros ve genellikle Yunan şairleri, diye belirtir
Nietzsche, tanrılarına "inanıyor" olamazlardı; inansalardı onları tasar­
larken kendilerine böyle bir " uydurma" özgürlüğü tanıyamazlardı. ) 1 60
Yine de Feuerbach'la birlikte• Wagner ve Nietzsche'nin kendisi de bili­
yordu ki bu şairlerin hiçbiri bu yüzden daha kötü değildi, kurguları (ya
da gerçek insanların kurgulaştırılmış versiyonları) insan kusursuzluğu­
nun "mihenk taşı" işlevi görmelerini hiçbir şekilde engellemiyordu.

*
Ludwig Feuerbach'ın Wagner'i (ve metni İngilizceye çeviren George Eliot'ı) derinden
etkileyen Hıristiyanlığın Ôzü (2004; Das Wesen des Christentums, 1 84 1 ) adlı eseri
tanrıların insan arzuları (örneğin ölümsüzlük arzusu) ve erdemlerinin kurgusal yan­
sımaları olduğu fikrinin kaynağıdır.
NIETZSCHE

Bana kalırsa Nietzsche burada dini söylem konusunda önemli bir


noktayı kavramıştır: "İsa şunu asla yapmaz" cümlesi, İsa'nın hiç var
olmadığına inanan kişi ile İsa'nın var olduğuna inanan kişiyi aynı etik
kuvvetle etkilemeyecektir. The Jane Austen Book Clu b'ın (Jane Austen
Kitap Kulübü) gösterdiği gibi, "Emma'nın Uane Austen'ın Emma adlı
romanının kahramanı-e.] bu durumda yapacağı şudur" sözünün etik bir
kuvveti olabilir. Bu da bize gösteriyor ki din, kitlelere söylenen " soylu
bir yalan" olsa da, bu durum aydınlanmış yöneticiyi kinik bir kayıtsız­
lığa mahkum etmez kesinlikle. Onun yerine, tanrılara saygı göstermekle
cemaatindekilerin en iyilerine saygı gösterdiğini bilir. Mesele anne ile
çocuk arasındaki gibidir: İkisi de "Noel Baba bunu sevmez" diyebilir,
ama birisi Noel Baba'nın uydurma olduğunu bilirken diğeri onun gerçek
olduğuna inanmaktadır.
Nietzsche "Din, yatıştırma ve eğitim araçlarını felsefecilerin eline ver­
meyip de kendisi için onlara egemen olduğunda, diğer araçların yanında
bir araç değil de en son amaç olmayı istediğinde, bunu pahalı ve kor­
kunç bir biçimde öder, " der. 1 6 1 B u ifade kitleleri manipüle etmek için
dini kullanırken kendi kinik kayıtsızlığını koruması yönünde lidere ve­
rilmiş bir buyruk gibi okunabilir. Fakat bana kalırsa sadece iyi bir dinin,
Hıristiyanlıkta olduğu gibi insan hayatını sağlığa zararlı dini reçetelere
bağlı kılmak yerine insan refahına hizmet etmesi gerektiği anlamına gel­
mektedir. "Tanrılar" insana hizmet etmelidir, insan tanrılara değil.
22. Bölüm

Güverteyi Temizlemek

Sils Maria'da Beşinci Yaz

•yinin Kötünün Ôt ind 'nin çıkışı Nietzsche'yi yine Sils Maria'da


Iyakaladı. Buraya 30 Haziran 1 8 86'da varan Nietzsche her zamanki
ve es e

gibi Eylül sonuna kadar kalacaktı. Mekan artık onun hoşlanmayacağı


kadar orta sınıfla dolmasına rağmen -Ağustos'ta kendisi dahil dördü
sadece Durisch evinde olmak üzere on profesörün geldiğinden hoşnut­
suzca söz eder- sağlığının şart kıldığına inandığı "sürekli, ılıman kış"ı
( "yumuşak hava tedavisi" diyebiliriz) devam ettirmenin daha iyi bir yo­
lunu bulamamıştı. Çevresinde yine aynı kadınlar vardı: iki Emily Fynn,
Kontes Mansuroff ve daha entelektüel bir düzeyde Helen Zimmern.
Meta von Salis de annesi ve arkadaşı (aynı zamanda sevgilisi) Hedwig
Kym'le birlikte iki günlüğüne ziyarete geldi. Ortak yemek masasında
yerini alan Meta o akşamı şöyle hatırlıyor:

Çevreme baktığımda zayıf gözlerime rağmen masanın karşısında oturan kişinin


Nietzsche olduğunu yavaş yavaş çıkardım. Bana ilk karşılaşmamızdakinden daha
gençleşmiş göründü, sonraki gün tanıştığımda adının Bayan Helen Zimmern oldu­
ğunu öğrendiğim sağ yanındaki hanımla hararetli bir sohbete dalmıştı ... O akşam
kadınlarla, özellikle yaşlı kadınlarla -<:l yanıltıcı şöhretinin aksine- ne kadar iyi ve
ihtimamlı bir iletişim kurduğuna şahit oldum. Herkes masadan kalkmadan kısa süre
önce kartımı ona ilettim. Yanımıza geldiğinde ona annemi ve arkadaşımı tanıştırdım.
Anneme karşı ... çok sevimli bir tavrı vardı. Kesinlikle yapmacık görünmüyordu ...
sonraki gün Sils'te kalması için onu ikna etmeye çalıştı ... Ona yörenin iyi yerlerini
göstermek istiyordu, bu yerlerin en çekici yönlerini anlattı, yarımada [Chaste], iki göl
... Bana kalırsa Nietzsche ... yukarı Engadin'in sessiz dağlık dünyasından asla ayrı­
lamaz ... yüzyılımızın en yalnız, gururlu, hassas adamı atalarının alemine girmiş gibi,
kralın sürgünde doğmuş oğlu adeta. 1
NIETZSCHE

Fakat her anı bu kadar krallara yaraşır değildi: Meta'nın not ettiği­
ne göre, Silvaplana Gölü etrafındaki uzun bir yürüyüş sırasında duran
Nietzsche, çevrelerinde otlayan ineklere monoton ve uzun bir söylev
çekmişti (Zerdüş t'ün iV. Bölüm'ündeki "gönüllü dilenci "yi hatırlayın).2

Uzaklardaki Patlamalar

Nietzsche İyinin ve Kötünün Ôtesinde'ye verilen ilk tepkileri Sils'te,


ovalardan gelen uzak patlamalar misali duydu. İlk başta Widmann'ın
"dinamit" yorumu hoşuna gitti, Malwida'ya gönderdiği bir mektup­
ta yorumun koca bir paragrafını alıntıladı.3 Nihayet saygın bir dikkat
çekmeye başlamıştı. Ayrıca kitaplarının "tehlikeli" görülmesini de hoş
karşılıyordu -kendisi de kitapları için aynı şeyi söylüyordu.4 Fakat kısa
süre sonra "tehlike"nin fazla vurgulandığını düşünmeye başladı, hatta
yakında "her türlü polis" başına üşüşebilirdi.5 Benzer şekilde, Welti'nin
yorumuna ilk tepkisi "İsviçrelinin" ona gösterdiği " büyük saygıdan"6
keyif duymak olsa da, çok geçmeden bu yorumun esasen tembelce oldu­
ğunu, ayrıca tüm yorumcuların neticede yüzeysel kaldığını kabul etmeye
mecbur oldu. Sonraki yılın Ocak'ında, on beş yıldır kitap yazdığını ama
bir tane bile, işinin ehli yorumcu görmediğini iddia ediyordu. 7
Öte yandan Burckhardt'ın kitaba tepkisi hoşuna gitmişti. Nietzsche
ikisinin de aynı sorun üzerinde -"kültürün gelişiminin şartları"B (benim
de "kültürel sağlık teorisi" dediğim şey) üzerinde- çalıştıklarını söyle­
yince Burckhardt'ın cevabı, mütevazı bir tarihçi olarak "felsefi kafadan"
yoksun olduğunu, bu yüzden de Nietzsche'nin araştırma programını
paylaştığının söylenemeyeceği olmuştu. Hatta kitabın büyük bir kısmını
anlayamamıştı. Fakat modernliğin "sürü doğasına" sahip olduğuna, de­
mokrasinin Hıristiyanlığın mirasçısı olduğuna ve "özellikle de yeryüzün­
de geleceğin güçlüleri konusuna" katılıyordu. "Burada bir varlık tarzının
muhtemel oluşum ve yaşam koşullarını şiddetle hak verilecek bir şekilde
tanımlıyorsunuz," diyordu Burckhardt.9 Saygıdeğer Burckhardt'ın "se­
mavi mektubunda ifade edilen, aslında yüksek düzeydeki anlayış ve fikir
birliği karşısında Nietzsche'nin dört köşe olduğuna şüphe yok.10
Kitabın protokol nüshasını alıp cevap yazan ve " beni istediğim gibi
ciddiye alan" l 1 bir mektupla cevap vermiş dediği bir okur da Fran-
Güverteyi Temizlemek

sız tarihçi ve edebiyat teorisyeni Hippolyte Taine'ydi. Nietzsche en az


Burckhardt'a duyduğu kadar Taine'ye de saygı duyuyordu; onların tek
gerçek okurları olduğunu yazmıştı. 1 2 Ayrıca Taine'nin eserini "içerik­
siz" bulan Rohde'ye öfkeli bir mektup yazmış, bu ifadenin onun budala­
lığını gösterdiğini söyledikten sonra, Taine'nin aksine onun ( Rohde'nin)
hayatının anlamsız olduğunu da eklemişti. 1 3 Taine'nin Napoleon bi­
yografisine hayran olmuştu: O büyük hayvan ve üstinsan ( Unmensch
und Üoermensch) problemini önümüze koyan siz oldunuz, " 1 4 diyordu
Taine'ye; Napoleon üzerine bu yargısı Ahlakın Soykütüğü 'nde yeniden
ortaya çıkar. Öte yandan Taine'nin "milieu" (ortam) teorisine, yani sa­
nat eserlerinin fiziksel ve kültürel "milieu"nün mutlak işlevleri olduğu
şeklindeki teoriye katılmıyordu. Nietzsche notlarında, dahiyi çevresiyle
açıklayamazsınız, diyordu. Farklı bireyler aynı çevrede farklı tepki vere­
bilirler. 1 5 Putların Alacakaranlığı'nda bu teorinin gerçekte nerede yanıl­
dığını açıklar: Bireysel dehanın ortaya çıkışıyla uyuşmamaktadır.16 Bir
başka deyişle, yaratıcılık tamamen bir çevrenin işleviyse, o halde, benim
deyişimle, "rastlantısal mutasyon" ihtimaline de gerek yoktur.

Hayata Övgü

Nietzsche bestecilik hayallerinden tamamen vazgeçmedi ve 1 8 86


Ağustos'unda Hayata Övgü'yü (Hymnus an das Leben) tamamladı. Bu
eser daha önce Lou Salome'nin şiirinden yola çıkarak 1 8 82'de hazır­
ladığı Hayata Dua'ydı ( Gebet an das Leben; kitabın web sitesinde 1 7.
Parça), ama iki farkı vardı. Birincisi, ilk eser tenor ve piyano içinken
(aslında 1 873 tarihli Dostluğa Övgü'nün (Hymnus an die Freundschaft)
melodisini yeniden kullanmıştı) şimdi koro ve orkestra için bir esere dö­
nüştürülmüştü. Nietzsche'nin teknik becerisini aşan orkestrasyon işini
de Köselitz yapmıştı. İkincisi, artık Lou'nun şiirinin birinci dörtlüğünün
yanı sıra ikinci dörtlüğünü de içeriyordu.
Zürih'teki orkestra şefi arkadaşı Friedrich Hegar'ın onayını almak
için, eserin kapanış notaları "en derinlerimdeki 'organlardan' gelen
trajik bir aksan" taşıyor diye yazmıştı. Eser " benim anıma" söylen­
sin diyordu: "nelerden bahsettiğimin anlaşılacağı yüz yıldan uzun süre
sonra" . 1 7 Hegar orkestrasyon karşısında pek heyecanlanmasa da (en
NIETZSCHE

azından böyle demişti), eser nihayet 1 8 87 Ekim'inde Fritzsch tarafın­


dan yayımlandı.
Nietzsche Ecce Homo'da İlahi'yi olağanüstü ölçüde öne çıkarır, bengi
dönüş fikriyle ve Zerdüşt'ü doğuran esinle yakından ilişkilendirir; Zer­
düşt de " belki müzik olarak da düşünülebilecek" bir eserdir. " Friiulein
Lou von Salome"nin şiirinin geçtiği ortam der (Dua ile İlahi'ye aynı
esermiş gibi muamele eder), şöyle bir zamanda d0ğmuştu:

O sonuna dek olum/ayan tutkuyla [pathos], trajik tutku [pathos] dediğim şeyle do­
lup taştığım durum[da] ... Şiirin son bölümünden herhangi bir anlam çıkarabilen kimse,
neden bu şiiri seçip beğendiğimi, neden ona hayran olduğumu anlayabilir: Büyüklük
var o sözlerde. Yaşama karşı bir itiraz sayılmıyor acı: "Artık bana verecek mutluluğun
kalmadı mı, ne çıkar! Acıların var daha". . . Burada benim musikim de büyüktür belki
.

("la" sesli obuanın sonuncu notası do değil, do diyez olacak. Baskı hatası.). 18

Bu yorum başlığın Lou'nun "dua "sından niçin Nietzsche'nin "İlahi"sine


geçildiğini açıklamaya yardımcı olabilir. Hem "dua" hem de "ilahi" dini
sözlerdir, ama "dua" kişisel bir ilahla konuşmakken, "ilahi" gayri şahsi bir
ilah karşısındaki hayret ve şükranın ifadesine uygundur. Dönemin defter­
lerinde "panteizm" konusunda olumlu sözler olması anlamlıdır; "kötülük
[evi/], hata ve acının ilaha karşı argümanlar olmadığı bir yol düşünme"
yönünde panteist bir girişim söz konusudur. Panteist bilince yerleşmek,
"varoluşa" hayatı olumlayan bir "minnet" yaratır, der. Bu minnet doğal
ifadesini "dithyramb"da, yani İlahi'de bulur -Hıristiyanlığın "ahlaki Tan­
rı'sına" değil Dionysos'a yönelik bir ilahidir bu.1 9
Schopenhauer (gördüğüm kadarıyla haklı olarak) müziğin özünün
duygunun ya da hissin hissini vermesi olduğunu savunuyordu. "Üzücü"
ya da "mutlu" müzik, hatta salt araçsal müzik bile " üzücü " ya da "mut­
lu edici" sayılır, çünkü böyle hisler uyandırırlar bizde gerçekten de. Bu
müziğe sözler eklenirse kavramsal zihne onları üzen (şairin sevdiği onu
terk etmiştir) ya da mutlu eden (sevgili geri dönmüştür) bir şeyin belli bir
"örneğini" verirler. Nietzsche'nin felsefesi ile müziği arasında hep bulun­
duğunu düşündüğü sıkı bağlantı -hatırlayın, ilk Hayata Dua'nın insan­
ları onun felsefesi için " baştan çıkarmasını" amaçlıyordu-20 bana kalır­
sa Schopenhauer'ın tarzıyla açıklanmalıdır. Zerdüşt'ten itibaren yazılan
eserlerinin sözleri Nietzsche'nin hayatı olumlama mesajını ilan ederken,
Güverteyi Temizlemek

sadece müziği (şiirlerinin ve şiirsel düzyazısının "müziği" dahil) bu eser­


lerin altında yatan ve onları birleştiren temel, "dithyrambik" duyguyu
iletebilirdi, bunu da duyguyu hissetmemizi sağlayarak yapabilirdi.2 1 O
halde insanların hayatını değiştirme amacındaki felsefe, müziksiz yapa­
maz. Dolayısıyla müzik Nietzsche'nin felsefeye ilaveten yazdığı bir şey
değildi. Felsefe ile müzik nihayetinde aynı girişimin farklı yönleriydi . ..

Kırda Bir Ay

Eylül sona ererken, Nietzsche'nin ortam havasını yıl boyu 9 ila 1 2


derecede tutma planı22 artık yıllık göçüne başlamasını gerektiriyordu.
Zaten gereğinden uzun süre kalmıştı ve bu yıl, annesine dediği gibi,
" Sils'ten uçup giden son kuş" olmuştu.23 Nice'te hala epeyce sıcak olan
havadan uzak kalmak için çok sevdiği Cenova Körfezi'nin yukarısında­
ki tepelerde, Ruta Lugure'de bir aylık ara verdi.
Nietzsche Ruta'yı çok sevdi. Köselitz'e gönderdiği mektubun başlığı,
" Deniz seviyesinden yaklaşık 400 metre yukarısı, Portofino yarımadası­
na çıkan yol üzeri, " idi.

Dünyanın bu harika köşesine dair iki kelam etmek [gelmişti içinden] ... Yunan
Takımadaları'nda bir ada düşün, etrafa gelişigüzel saçılmış ormanlar ve dağları olan
bu ada günün birinde kaza eseri yüzüp ana karaya varıyor ve bir daha hiç geri dön­
müyor. Hiç şüphe yok ki bunda Yunanlara has bir şey var, ama bu şey aynı zamanda
**
korsanca, ani, saklı, tehlikeli. 24

Ruta'daki Albergo ltalia'da Venedik tarzı yemekleri hem "etsiz" hem


"korkunç" bulmasına rağmen, "günde şarap dahil 5 franga" geçinebili­
yordu. Ayrıca odasının manzarasını da seviyordu. Emily Fynn'e mektu­
bunda şöyle diyordu: "Sol yanda [Cenova'nın sınır işareti] deniz feneri­
ne kadar Cenova Körfezi; penceremin altında ta dağlara kadar her şey

.. Bir bakıma bunların Gesamtkunstwerk'i, yani "kolektif sanat eserini" oluşturdukları


söylenebilir. Ancak müzikal sanat eserinin insanların hayatını değiştirecek kadar duy­
gusal güce ulaşabileceği fikri Wagner'in estetik teorisinin çekirdeğini oluşturuyordu.
.. .. Nietzsche antik Yunan'ı o kadar sevmesine rağmen Yunanistan'a gitmeyi aklından
bile geçirmemiştir. İnsan onun biraz da orayı hayallerinde yaşatmak istediğini, ger­
çekliğin rüyayı bozacağından korktuğunu düşünüyor.
NIETZSCHE

yeşil, koyu, gözleri dinlendirici. "25 Ayrıca canlandırıcı havayı, "iki de­
niz arasındaki" ( Cenova Körfezi ve Tigullio Körfezi) yürüyüşleri, serin
akşamları da sevmişti: "Şu ana kadar üç kez dışarıda kocaman ateşler
yaktık ... " diye yazıyordu "Alevlerin ... bulutsuz göğe doğru yükselişini
görmekten daha güzel bir şey olamaz. "26 (Bu ateşler bir sanat imgesi
olarak Şen Bilim'in Ruta'da geçen ay sırasında yazılan yeni önsözünde
yer alacaktı: " biz nekahet dönemindekilerin" ihtiyacı "tıpkı parlak alev­
ler gibi bulutsuz göğe yükselen alaycı, hafif, uçucu, ilahi ölçüde endişe­
siz, ilahi ölçüde zahiri sanattır" . )
İlk başta Ruta'da çalışmak için ihtiyaç duyduğu " Robinson [Crusoe]
yalnızlığını"27 bulduysa da, yine huzursuz edici ve yapışkan Lanzsky
onu buldu. Lanzsky'yi uzak tutamayacak kadar kibar olduğundan, Ni­
ce'teki kışlık mekanına kadar onu takip etmeyeceği için şükrediyordu.28

Nice'te Dördüncü Kış

Nietzsche 20 Ekim'de dördüncü kış için Nice'e vardı ( Akdeniz'in Ni­


ce-Cenova köşesinde ise yedinci kışını geçirecekti ) ve orada 1 887 Ni­
san'ının başına kadar kaldı. Promenade des Anglais'deki palmiye ağaç­
ları yüzünden Nice'i "Afrika "29 diye anlatmasına rağmen bu yıl hava
çok soğuktu, özellikle de Cenevre Pansiyonu'nun oda sayısını kırk adet
artırmak için yayıldığı komşu bina Villa Sperenza'daki kuzeye bakan
sobasız odasında donuyordu.
"Morarmış parmaklar" yazmayı güçleştiriyordu.30 Bu yüzden Ocak
başında istemeye istemeye Rue des Ponchettes 29'daki (şimdi No 1 7 )
hem güneşli hem d e sobalı yeni mekanına taşındı. Her zamanki Sparta
sapkınlığını sürdürdüğünden sobayı bir kere bile yakmamakla övünü­
yordu;31 tabii bu da yerel renkler paletine parmaklarının morunu ekle­
meye devam ediyordu: "Yakındaki dağlar uzun zamandır bembeyaz ( bu
doygun renkli manzara doğayı nasıl da işveli gösteriyor). Bu 'renkliliğe'
mor parmaklarım [ve] kara düşüncelerim de ekleniyor. "32
Nice'e vardıktan kısa süre sonra Paraguay'daki Försterlerin para ta­
lebi yüzünden huzuru kaçtı. Bu talepler yine bir parça toprağa yatırım
yapma biçiminde sunuluyor, günün birinde oraya göç edebileceği söyle­
niyordu. Nietzsche, Nueva G ermania 'nın (Yeni Almanya) edindiği ara-
Güverteyi Temizlemek

zinin büyüklüğünden etkilenmişti: 3 1 kilometre karelik alan bazı Alman


beyliklerinden bile daha genişti. Onlara kereste ihracatını mümkün kıla­
cak büyük demiryolunun arazilerinden geçirilmesi düşü konusunda şans
diliyordu. Fakat Köselitz'e yazdığı gibi, bu "Yahudi karşıtı girişime"33
şahsen dahil olmayı reddetmişti, üstelik mülk edindiğini duyan Baselli­
lerin artık emekli aylığına ihtiyacı olmadığını düşünmelerinden korku­
yordu.34 Arazi yatırımını kabul etmedi ve biraz korkakça bir tavırla so­
rumluluğu Overbeck'e yıktı. Overbeck (Basel'deki adamı), arazi alımının
emekli maaşı konusunda ciddi sorunlar yaratabileceğini söylemişti.35

Yücelik Hazırlıkları

İyinin ve Kötünün Ôtesinde tamamlandıktan sonra Nietzsche'nin


1 886'nın geri kalanı için planı o zamana kadarki büyük felsefi eserleri
olarak gördüğü bütün kitapları yeniden düzenlenmiş olarak yayımla­
maktı. Bu yüzden Eylül başında ışık hızıyla çalışarak İnsanca, Pek İn­
sanca ve Tragedyanın Doğuşu'na yeni önsözler yazdı. Karışık Kanılar ve
Özdeyişler ile Gezgin ile Gölgesi için de bir önsöz yazılmış, bunlar artık
İnsanca, Pek İnsanca'nın ikinci cildi olmuştu. Bu dört eserin ikinci bas­
kıları 31 Ekim'de Fritzsch'ten basıldı. Üstelik 1 8 86 sonunda Zerdüşt'ün
1-111. Bölümleri de birleştirilerek ilk kez tek eser halinde piyasaya sunuldu.
Nietzsche bu işten tatmin olmuştu ve Kasım ortasında Tan Kızıllığı'nın
ikinci baskısı için yeni bir önsöz hazırlamış, Aralık'ta ise Şen Bilim'in
yeni baskısının önsözünü hazır etmişti. Bu ikinci baskının giriş sayfasın­
da yeni bir slogan, Ruta'da yazılan yeni önsöz ve sonunda da, " Messina
İdilleri"nin (Idyllen aus Messina) genişletilmiş versiyonu olan "Prens
Vogelfrei'ın Şarkıları "nın arkasından gelen tastamam bir beşinci bölüm
vardı. Bıktırıcı baskı gecikmeleri yüzünden bu iki eser 1 88 7 Haziran'ına
kadar piyasaya çıkamadı.
Nietzsche'nin o güne kadarki tüm eserlerini yeniden sunmak için bir­
kaç gerekçesi vardı. Birincisi, Fritzsch tüm eserlerin haklarını Schmeitz­
ner' den alırken çok sayıda da satılmamış nüsha almıştı. Nietzsche eski
nüshaları yeni önsözlerle birleştirmenin onlara " yeni kanatlar takacağı­
nı", böylece "kitap satışı açısından yeni bir ilgi" yaratacağını umuyor­
du.36
NIETZSCHE

İkinci ve o kadar ticari olmayan diğer sebep ise Nietzsche'nin kol­


tukları kabararak Fritzsch'e de dediği gibi, " bu çağın açık ara en ba­
ğımsız düşünürü, başkalarından çok daha yüce bir üslupla düşünen"
biri olduğundan kuşkusunun olmamasıydı. Üstelik çağının hastalıkları
ve belirsizlikleri karşısında bir düşünür olarak gelişimi çağdaşları için
de örnek teşkil ediyordu. Bu durum eserlerini bütünsel gelişimi içinde
sunmayı, böylece " Almanya'da yeni bir yazının (Almanların şu ana ka­
dar eksikliğini çektiği ahlaki öz eğitim ve kültüre bir giriş olarak) nasıl
başlayacağını" örneğiyle göstermeyi acil bir görev haline getiriyordu.37
Son bir sebep de kariyerinde bir dönüm noktasına gelmiş olmasıydı.
Kendini yeniden sunma projesini tamamladıktan sonra hayatının " bir
safhasının sona erdiğini" hissediyordu: "artık önümde bütünlüklü, de­
vasa bir görev var. Tam karşımda, hatta üstümde" .38 Bildiğimiz gibi bu
devasa görev, "yüce üsluptaki" bu eser, tüm felsefesini sistematik olarak
özetleyecekti ( böylece hakikaten yüce Alman filozofları arasına girmesi­
ni sağlayacaktı); bu eserin görkemli adı da, Güç İstenci: Tüm Değerleri
Yeniden Değerlendirme Girişimi (20 10; Der Wille zur Macht: Versuch
einer Umwerthung al/er Wert) olacaktı. Bu proje ilk kez 1 8 85 sonunda­
ki defterlerinde,39 ondan önce de ilk kez 1 866 Ağustos'undaki bir mek­
tubunda ortaya çıkar -Napoleon'un doğduğu Korsika'daki Corte'ye bir
"hac ziyaretinin", önündeki göreve uygun bir dünya-tarihi hazırlığı ola­
cağını düşünmekteydi.40 Dolayısıyla o güne kadarki eserlerinin topunu
tamamına erdirmesi, güverteyi temizlemesi tüm çabalarını taçlandıra­
cak projeye odaklanmak için zorunlu bir başlangıç niteliğindeydi. Bu
tamamlanma hissinin bir işareti de tüm bu eserler karşısındaki anlık
bulantı hissiydi: "aramızda kalsın ama," diye yazıyordu Köselitz'e, "on­
lara katlanamıyorum artık. "41

I886 Önsözleri

Nietzsche aynı mektupta Köselitz'e, (Sils Maria'da) yeni önsözlerini


yazdığı sırada elinde gerek Tragedyanın Doğuşu gerekse İnsanca, Pek İn­
sanca nüshası bulunmamasını "şans" saydığını söylemişti.42 Buna sevin­
mesinin sebebi, kitabı satma niyetinin dışında, yeni önsözler kümesinin
kitapların içeriğine dair kesin rehberler olmamasını mümkün kılmasıydı.
Güverteyi Temizlemek

Onun yerine, daha önce belirtildiği gibi, bu önsözlerin amacı " bir nevi
manevi gelişim anlatısı"43 sunmaktı, bir Bildungsroman, Almanlara (ve
bir bütün olarak Batı modernliğine) örnek olacak bir "kendini eğitme"
hikayesi oluşturuyordu. Nietzsche önsözlerde kendisini manevi bir kah­
raman olarak sunma peşindedir. Fakat Şen Bilim'de gözlemlendiği gibi,
"gündelik karakterler arasına saklanmış" kahramanı keşfetmek için ko­
nuyla aramıza sanatsal bir "mesafe" koymamız gerekir; böylece ağaçları
sayarken ormanı gözden kaybetmeyelim. Ama estetik mesafe de, "artık
görülmeyen epeyce şey olduğu, herhangi bir şeyi görebilmemiz için gözü­
müzün kendisinin de epeyce ekleme yapması gerektiği" anlamına gelir.44
Tek kelimeyle, bazı noktalarda numara yapmak gerekir. Demek ki 1 886
önsözlerinden akademik bir kesinlik beklememeliyiz. Düşünür kendini
"anıtsal", örnek bir kişi olarak sunmak için her rol modelinde olduğu
gibi sanatsal kurguya başvurmak zorundadır. (Picasso'nun bir zamanlar
dediği gibi, sanat, doğruyu söyleyen yalandır. )
Yeni önsözlerin akademik raporlar gibi görülmemesi gerektiği,
Tragedyanın Doğuşu 'nun ikinci baskısını önceleyen " Bir Özeleştiri
Girişimi"nde özellikle açığa çıkmaktadır. Sorun sadece Nietzsche'nin
ilk kitabının üslubunu sert bir dille eleştirmesi değildir -"kötü yazılmış,
hantal, eziyetli, aşırı imge delisi ve imgeleri karıştıran, duygusal, zaman
zaman efemineliğe varıncaya dek güzelleştirilmiş" . Asıl sorun, daha önce
gördüğümüz gibi, her noktasıyla Schopenhauer'ın yaptığı gibi metafizik
idealizme ve insan hayatına dair kötümserliğe bağlı bir eseri asıl mesajı
doğalcılık ve hayatın olumlanması olan bir eser haline getirmeye çalış­
masıdır. Bu mesaj, iddiasına göre (eserin nüshasının önünde olmadığını
da hatırlatalım), "temel olarak Kant ve Schopenhauer'ın hem ruhuna
hem beğenisine ters düşmektedir" ama "Schopenhauer ve Kant formü­
lasyonlarıyla" ifade edilmeye çalışıldığı için bozulmuştur. Tragedyanın
Doğuşu 'nda nüve halinde bulunan "hakiki" Nietzsche tablosunu, anla­
tısının hayrı için yapmaya çalışırken, içeriğine dair tümden güvenilmez
bir anlatı sunar. ( Aynı süreçte yazılmış ama aynı kısıtlanmalara maruz
kalmamış olan Şen Bilim'in yeni 5. Bölüm'ünün çok daha hatasız ol­
ması dikkat çekicidir: "Modern dünyaya [ve özellikle] ... on dokuzuncu
yüzyılın felsefi kötümserliğine ilk başta daha yüksek düzeyde bir düşün­
ce kuvvetinin belirtisi muamelesi yaptığım hatırlanacaktır, en azından
dostlarım bunu bilirler. " )45
NIETZSCHE

Benzer şekilde, İnsanca, Pek İnsanca'nın yeni önsözünde (şim­


di artık genişlemiş eserin 1. Cilt'inde), aslında hiçbir zaman gerçekten
Schopenhauer'cı ya da Wagnerci olmadığını göstermeye çalışır. Radikal
bir düşünürün yalnızlığıyla yüzleşme cesaretini o dönem henüz bulama­
dığını ima eder:

Ahlak konusunda yeterince açık görüşlü olduğum bir dönemde, Schopenhauer'ın


kör Hıristiyan ahlakı istenci karşısında gözlerimi bilerek ve isteyerek yumdum; bunun
gibi, Richard Wagner'in iflah olmaz romantikliği konusunda, sanki bir son değil de bir
başlangıçmış gibi kendimi aldattım [vurgular bana ait].

Bildiğimiz gibi, aynı zamanda Wagner'in yayıncısı olan Fritzsch'e ge­


nişletilmiş İnsanca, Pek İnsanca'nın il. Cilt'inin önsözüyle ilgili yazdığı
bir mektupta Nietzsche önsözün amacını şöyle açıklar: " R. Wagner'den
kopuşum konusunda öteden beri süren yanlış anlamalara bir son ver­
mek ... asıl meseleyi açıkça söylemek" .46 Ayrıca İnsanca, Pek İnsanca'yı
yazdığı sıradaki durum için de şöyle der:

Hakikaten elveda deme vaktiydi: Tam o sırada durumu doğrulayan şeyler oldu.
Görünüşte gücü artan ama gerçekte çürüyen, çaresizleşen romantik Richard Wag­
ner, Hıristiyan haçı karşısında yalnız ve parçalanmış bir halde aniden secde etmişti
[Nietzsche'nin Parsifafe dair görüşü] ... Kafasında ... bu korkunç manzarayı görecek
gözler taşıyan bir tek Alman yok muydu?

Ama gerçekte Nietzsche'nin Wagner'e yönelik tavrı bundan çok daha


nüanslıdır. Bu yazıyı yazdıktan sonra daha bir ay geçmeden, daha önce
alıntıladığımız mektubu Overbeck'e göndermiş, "Wagner'in inandığı
ideale" inanmayı sürdürdüğünü onaylamış ve onu "tökezleten" tek şe­
yin Wagner'deki "insanca, pek insanca" durum olduğunu söylemişti.
Wagner'e hiçbir zaman önemli anlamda bir elveda dememişti. Fakat
çarpıcı ve toptan bir kopuştan daha iyi bir hikaye çıkıyordu.

Şen Bilim, V. Bölüm: Bilim Hakkında Bilimsel Olmak

Kendini-yeniden-sunma projesinin en somut parçası ilk dört kitabın


çıkışından neredeyse beş yıl sonra Şen Bilim'e eklenen yeni V. Bölüm' dür.
Güverteyi Temizlemek

"Biz Korkusuzlar"ın sakin parıltısı Nietzsche'nin yeteneğinin doruğun­


da olduğunu gösterdiğinden, bu bölüm uzunca bir tartışmayı hak ediyor.
***

Almancada her şeyin bir " bilim" ( Wissenschaft) olduğuna işaret etmiş­
tim. Beşeri alanlar, en önemlisi de felsefe "manevi-entelektüel bilimlerdi"
( Geisteswissenschaften). Bizim İngilizcede "bilim" dediğimiz şey ise Al­
mancada Naturwissenschaften'e, yani "doğa bilimlerine" tekabül ediyor­
du. Nietzsche basitçe "bilimden" bahsettiğinde, hem doğa bilimlerinden
hem beşeri bilimlerden söz eder, fakat çoğunlukla aklında esasen beşeri
bilimler vardır. Bilimin akıldışı "önyargı", "inanç" ve "imandan" uzak
olması bakımından başka insan inancı biçimlerinden farklı olarak tanım­
landığı ve onlardan ayırt edildiği varsayılsa da -"bilimde inançların yeri
yoktur"-47 V. Bölüm'ün birkaç büyük kesimi bilimin sıklıkla bunların
hiçbirinden uzak olmadığını serimlemeye ayrılmıştır. Bu yüzden ana kay­
gılardan biri "bilimi" ve özellikle felsefeyi hakikaten bilimsel kılmaktır.
Eleştirinin hedeflerinden biri doğa bilimi, daha doğrusu metafizik kis­
vesine bürünmüş "materyalist" doğa bilimidir. Burada hedeflenen kişi, bir
araya gelince kibirli bir budalalığa denk gelen iki iddiada bulunan fizikçi­
dir: Birinci iddia, dünyayı matematiksel olarak ölçülebilen mekanik kuv­
vetlerin hareket ettirdiği ölçülebilir madde külçeleri olarak sergileyen kendi
"yorum" ya da "perspektifinin", gerçekliği, gerçekten olduğu gibi kavra­
dığıdır. İkinci iddia ise, "dünyanın tek doğru yorumunun, onun yorumu"
olduğudur.48 Bu iki iddianın bileşimine -bilim doğrudur, başka hiçbir şey
doğru değildir- bilimsel perspektifin "mutlaklaştırılması" diyeceğim.
Nietzsche " bilgiç İngiliz" Herbert Spencer'in "nihai perspektifi "
ürettiği iddiasından bahseder, ama aynı zamanda dogmatik bir bilimsel
doğalcı olan eski dostu Paul Ree'yi de kastettiği şüphesi uyanmaktadır.
Hala hayatta olsaydı muhakkak Daniel Dennett ve Richard Dawkins
gibi dogmatik materyalistleri de bilimsel olmayan bilime-tapınmanın
baş örnekleri olarak hedef alırdı.
Nietzsche "mutlakçıların konumundaki iki unsurun da "önyargı"
olduğuna işaret eder. Daha önce belirtildiği gibi, " Köşenin öbür yanını
göremeyeceğimiz" ,49 kendi zihinlerimizden dışarı çıkamayacağımız için
"dört köşeli küçük insan aklı"mızın50 ürettiği herhangi bir dünya yoru­
munun gerçekliğe tamamen, hatta kısmen tekabül ettiğini kesin olarak
bilemeyiz. Keza bizim yorumumuzda dünyanın gerçek halinin kavrandı-
660 NIETZSCHE

ğından emin olamayacağımızdan, başka yorumları reddetmemizin zemi­


ni yoktur: " beğeni" kişinin kendi "yorumu dışında kalan her şeye saygı
göstermesini" gerektirir.5 1
Hakikaten bilimsel ruhun parolası bilimsel kibir değil "tevazudur " .
" Felsefe", "bilgelik sevgisi" sözcüğünün ta kendisinin, Pisagor v e Platon
gibi "kibirli" istisnalarla, bilge olma ya da gerçekten öneme sahip bir
şey bilme iddiasında asla bulunmayan mütevazı Yunanların koyduğu bir
ad olduğuna işaret eder Nietzsche.52 Hakikaten bilimsel bir kişi kendi
dünya yorumu konusunda mütevazı davranır -bu tevazu da "egemenlik
ve kuvvet" gerektirir.
İster sosyalizm, ister Rus nihilizmi, Flaubert ve Zola'nın "gerçekçili­
ği" ya da mevcut çağın " bilimsel-pozitivist" bakış açısı olsun, her türlü
" fanatizm" aslında bir belirsizlikler dünyasında yaşama cesareti göste­
remeyen zayıf ve çekingen bir istencin işaretidir. Nietzsche'nin deyişiyle
kendini "en ince ipler ve imkanlar üzerinde tutma ", " uçurumların ke­
narında" dans etme cesaretinden yoksun, istenci zayıf fanatiğin önceden
paketlenmiş bir "iman"ın "kumandasına" ihtiyacı vardır; o, "tek bir
bakış açısına" "inanan" olmalıdır.53
O halde iyi bir bilimci ya da filozof olmanın iyi bir karaktere sahip
olmakla bir olduğunu söyleyebiliriz. Böyle bir karaktere sahip insanlar,
der Nietzsche, "sonsuz hale gelmiş" bir dünyanın farkında olarak yaşar­
lar: dünyaları sonsuz olmuştur, çünkü gayri insani yaratıklara ait dün­
ya-perspektiflerinin mümkün olduğunu hesaba kattığımızda, mümkün
dünya-yorumlarının sayısında hiçbir sınır olamayacağını görürüz, bu
yorumların her biri kendi çapında diğerleri kadar iyidir. Böyle bir dün­
yada yaşayan " bizler" (Nietzsche ve V. Bölüm'ün hitap ettiği "dostlar)54
" kendi görüş açımızı ilan edip sadece o açıyla kurulmuş perspektiflere
izin vermek gibi gülünç bir küstahlıktan" çok uzağız.55
Burada bir kez daha Nietzsche'nin "perspektivizm" doktriniyle kar­
şılaşıyoruz: İnsan zihni tüm girdileri belli kalıplara döker ve asla bu
zihnin dışına çıkamayacağımızdan, dünya yorumlarımızdan herhangi
birinin doğruluğundan mutlak biçimde emin olamayız. Daha önce be­
lirttiğim gibi "Kant'tan" aldığı bu mirasa Nietzsche iki düzeltme yapar.
Birincisi, dünya üzerinde birçok farklı insan perspektifi vardır (hatta
muhtemelen gayri insani perspektifler de vardır). İkincisi, her perspektif
belli bir ihtiyaç, arzu, duygu ya da çıkarın ürünüdür.56
Güverteyi Temizlemek 661

Perspektivizmde n e tür bir metafizik gerçeklik açıklaması vardır ?


Yine daha önce belirttiğim gibi, Nietzsche'nin konumunu iki farklı şekil­
de yorumlayabiliriz. Birincisi, "postmodernist" okumadır: Gerçekliğin
birçok farklı yorumu olduğundan, bunların hiçbiri diğerlerinden daha
doğru olduğunu iddia edemez, dolayısıyla hiçbir yorum dünyayı gerçek­
ten olduğu gibi tasarladığını iddia edemez. Hiçbir tasarım bu iddiada
bulunamayacağına göre de, gerçekliğin belli bir karakteri olduğunu söy­
lemenin anlamı yoktur -bu yüzden de herhangi bir yorumun gerçekliğe
uygun olduğu fikrinin ta kendisi tutarsızdır. İkinci, yani önce verdiğim
isimle "çoğulcu "gerçekçilik" okumasına göre hepimizin dünyaya dair
kendi çapımızda aynı ölçüde iyi yorumlarımız olduğu, bu yorumların
hepsinin ya da en azından çoğunun çok-yüzlü bir gerçekliğe uygun düş­
tüğü gibi evrensel bir ruhla da hareket edebiliriz -bu gerçekliğin pek çok
veçhesi vardır ve bir veçhesi şu yorumla açığa çıkarken diğer veçhesi bu
yorumla açığa çıkmaktadır.
Bu yorumlar arasında karara varmak kolay değildir. En azından def­
terlerde Nietzsche'nin zaman zaman postmodernizmi akla getiren şeyler
söylediğine şüphe yok.57 Daha önce işaret edildiği üzere, çoğulcu gerçek­
çilik okumasına meyilli olsam da, Ahlakın Soykütüğü'nde perspektivizmi
son kez tartışmaya başlamadan önce bu iki rakip arasında net bir tercih
yapmaktan kaçınacağım. Ama önceki bölümde değindiğim bir noktayı
burada yeniden vurgulamak isterim. Güç istenci metafiziğinin İyinin ve
Kötünün Ôtesinde'de ifade edilmesinde kullanılan sert dilin bütün amacı
duygusal "idealistleri" gerçeklikle yüzleştirmektir -en azından akıl sahibi
varlıklardan kuvvetli {gerçi daima geçici) kabulünü doğru saymalarını
talep eden bir gerçeklik açıklamasıyla yüzleşmeleri amaçlanmıştır. O hal­
de, Nietzsche'nin tam da hakikat fikrini baltaladığı şeklinde bir okuma
yaparsak İyinin ve Kötünün Ôtesinde'yi iğdiş etmiş oluruz. Nietzsche'nin
felsefesinin bütünde tutarsızlığı, hakikat ve gerçeklikten bahsederken baş­
ka, güç istencinden bahsederken başka bir şey söylediği öne sürülebilir el­
bette. Fakat tutarsızlık ancak son çare olarak Nietzsche'ye atfedilmelidir.
***

Perspektif-mutlaklaştırıcılar, yani perspektiflerinin perspektif oldu­


ğunu fark etmeyenler bilimde belli bir " önyargı " türünü temsil eder.
Başka bir önyargı da "Nereye Kadar Kendimize de Dindar Diyebiliriz? "
gibi ilginç başlıklı bir kesimde serimlenmiştir.58
662 NIETZSCHE

Tekrarlarsak, "inançların" bilimde "yeri" yoktur. Sadece "hipoteze'',


" farazi deneysel duruş noktasına" izin vardır; bunlar da daima "polis de­
netiminde, yani şüphe polisinin kontrolündedir" .59 Yine de, inancı-red­
deden bilimin başlaması için bile "Hiçbir şeyin doğrudan daha gerekli
olmadığı " gibi önsel bir inanç zorunlu değil midir, diye sorar Nietzsche.
Bir başka deyişle, bilim "kayıtsız şartsız bir hakikat istencine", "her ne
pahasına olursa olsun" hakikat istencine dayanır. Nietzsche bu noktada
sorar: Bu istencin zemini nedir? Ya aldatmama istencine dayanmalıdır
ya da (ilk bakışta daha bariz cevap) aldatılmama istencine dayanmalıdır.
Ama gerçekte sağduyulu bir hesaplama yapıldığında aldatılmama isten­
cine dayanamayacağı ortaya çıkar, çünkü pek çok durumda doğruyu bil­
mektense kandırılmanın daha iyi olduğu açıktır. (Diyelim ki eşim artık
olup bitmiş ve geçmişte kalmış tek bir sadakatsizlikten suçludur, ama ben
de öyle bir insanımdır ki bu sadakatsizliği öğrenirsem öfkeye kapılıp ci­
nayet işleme ya da intihar etme ihtimalim yüksektir. Bu durumda eşimin
sadakati konusunda aldatılmam herkes için daha iyi olacaktır. ) Dolayı­
sıyla, beklentilerin aksine, kayıtsız şartsız hakikat istenci fiilen -kendimiz
dahil- kimseyi aldatmama istencine dayanmalıdır ve bu noktada "ahla­
ki zemine otururuz", der Nietzsche: Ne pahasına olursa olsun hakikat,
ahlaki bir taahhüttür. Fakat hakikat bu kayıtsız şartsız değeri nereden
almıştır? Daha önce belirtilen sebeplerle, bize doğal dünyada nasip olan
hiçbir faydadan alamaz. O halde bize başka dünyada nasip olan fayda­
lardan türüyor olmalıdır: "bilime inancın baştan varsaydığı bu cesurca
ve esas anlamda dürüst olanlar, hayat [ve] doğanın dünyasından başka
bir dünyayı doğrulamış olur. " Nietzsche kesimin sonunda, şunu ispatla­
dığını söyler: "Biz bugünü bilenler bile, biz tanrısız metafizik karşıtları
bile ateşimizin gücünü ... Hıristiyan inancından alırız; bu inanç aynı za­
manda Platon'un Tanrı'nın hakikat olduğu, hakikatin ilahi olduğu inan­
cıyla birdir ... İyi ama ya Tanrı'nın varlığı en uzun sürmüş yalanımızsa? "
Nietzsche'nin burada "bilime inananların" bilinçli olarak Hıristiyan
cennetinin varlığını doğruladığını söylemediği açıktır, çünkü modern
bilim insanlarının aktif olarak inkar ettiği bir şeydir bu. Onun demek
istediği, bilim insanlarının doğruluğun değerinin her şeyin üstünde ol­
duğu fikrine bağlılıklarının, birincisi, Hıristiyan geçmişimizden kalma
bir kalıntı olduğu ve ikincisi, bildiğimiz üzere Hıristiyan metafiziği bir
"yalan" olduğundan tümüyle akıldışı olduğudur.
Güverteyi Temizlemek

Bu kendine özgü argümana hemen verilecek tepki, bana kalırsa, bi­


lim uğraşının kayıtsız şartsız hakikat istencine dayandığını varsaymanın
tamamen naiflik olduğu yönündedir. İnsanlar çok çeşitli sebeplerden bi­
limle uğraşır; bunun en bariz olanı da geçim derdidir. Fakat Nietzsche
bu durumun gayet farkındadır. Şen Bilim ' in baştaki kısımlarında "bu
yeni tutku -bilgi tutkusunu kastediyorum- olmadan da bilim destek­
lenecektir: şu ana kadar da onsuz büyümüş ve olgunlaşmıştır," der ve
geçmişte "bilimsel dürtünün" sıklıkla statü arayışı, merak, korku ya da
sıkıntıdan doğduğu gözlemiyle devam eder.60 Daha kurumsal düzeyde,
dönemin defterlerinde (görünüşte, Şen Bilim'deki pasajla çelişecek şe­
kilde) "öngörülemeyenden korkunun bilimin gizli içgüdüsü" olduğunu
belirtir.61 Ahlakın Soykütüğü'nde, yani aslında Şen Bilim ' in son kitabı
olarak kurduğu kitapta hakikate "inananları" açıkça bilimcilerin ço­
ğunluğundan ayırır, bunların "daha nadir vakalar ... bugün filozoflar
ve akademisyenler arasında kalan son idealistler"62 olduklarını söyler.
Bu yüzden, görünüşün aksine "hala dindar" -hala fazla dindar- olan­
lar genellikle bilimciler (doğa bilimcileri, filozoflar ve akademisyenler)
değil, bilimle uğraşmayı kayıtsız şartsız hakikat istencine dayandıran
küçük azınlıktır. Aşırı dindar olanlar hakikatin "idealist"leridir; hakikat
arayışı bunlar için mutlak idealdir ve her koşulda " bedeli ne olursa ol­
sun" hakikati ortaya çıkarmanın gerekli olduğuna inanırlar. Soru şudur:
Bunlar kim olabilir?
Mesele açıkça söylenir: "Dindar" olan " biziz", yani " biz Tanrı-sız me­
tafizik-karşıtları" . Bir başka deyişle, paradigmatik olarak kendisinden ve
Ree'den, tekrar tekrar ifade ettikleri üzere "metafiziği" yıkma yönündeki
"pozitivist" programdaki işbirliği yaptıkları dönemden bahsetmektedir.
Hatırlanacağı üzere bu dönemde Nietzsche, Byron'la birlikte "bilgi ağa­
cının hayat ağacı olmadığını", çoğunlukla bilginin -örneğin Tanrı'nın ol­
madığı bilgisinin- neşeden ziyade keder getirdiğini kabul ediyordu. Gel­
gelelim, o sırada "her düzeyde ... melankoli ... Hıristiyanlığa romantik bir
dönüş" yoluyla "kişinin entelektüel vicdanını geri dönüşsüzce kirletmesi ve
satmasından daha iyidir," diyordu ısrarla.63 Pozitivist dönemin defterleri­
nin mahremiyetinde Ree'nin alaycı "psikolojik gözlemleri" yüzünden in­
sanların kendilerini küçümseyip başkalarına şüpheyle bakacağından endi­
şe ettiği doğrudur,64 ama bu mahrem kuşkulardan hiçbirinin resmi progra­
mın ne-pahasına-olursa-olsun-hakikat ethosuna bulaşmasına izin vermedi.
NIETZSCHE

Kısacası, Şen Bilim'in 344. Kesim'inde gerçekte tesis ettiği şey Ree'ye
uzun vedasının başka bir parçası ve entelektüel bakımdan ikisinin niye
ayrılması gerektiğinin açıklamasıydı; Nietzsche'nin 1 870'lerin sonun­
daki "reelciliğinden (reealism) " nasıl kurtulduğu -insanın bundan nasıl
kurtulması gerektiği- burada anlatılır. (Benzer şekilde, V. Kitap'ın "aka­
demisyenler" eleştirisi -çok oturmaktan sindirim sistemleri bozulmuştu,
önemini ölçüsüzce abarttıkları dar bir uzmanlığa zorlamaktan zihinleri
arızalanmıştı- Rohde'ye bir veda ve niçin onun da aşılması gerektiğinin
açıklamasıdır. Nietzsche, "artık tanınamayacak kadar bozulmuş ... gençlik
dostlarını" tarif ettiğini söyleyerek bunu neredeyse açıkça ifade etmiştir. )65
Nietzsche, ne-pahasına-olursa-olsun-hakikat istencinden ne açıdan
uzaklaştığını düşünmektedir ve bu gelişimin sonuçları nelerdir? Nietz­
sche, üstün bir erdem olarak entelektüel dürüstlük fikrinden asla vazgeç­
mez. Dönemin defterlerinde şöyle ifadeler buluruz: "En büyük erdemin
... bizim erdemimizin adı: dürüstlük. Kalan erdemlerin, . . . tarafımızdan
derlenmemiş ve değeri bilinmemiş erdemlerin mirasçılarıyız sadece. "66
V. Bölüm'de Schopenhauer'ın "kayıtsız şartsız dürüst ateizminin sağ­
lamlığını" kabul eder. Hayatın verdiği acı hakkındaki, Hıristiyan ahlakı­
na bağlılığıyla birleşince dünyayı hamiyetli bir yaratıcının ürünü olarak
yorumlama imkanını un ufak eden sarsılmaz dürüstlüğünü de takdir
eder. Ayrıca Schopenhauer'da Hıristiyan metafiziğine galip gelenin doğ­
ruluk erdemi olduğunu iddia eder: "Hıristiyan tanrısına galip gelen ...
bilimsel bir vicdana, ne pahasına olursa olsun entelektüel temizliğe ter­
cüme edilmiş ve yüceltilmiş Hıristiyan vicdanıdır. "67
Fakat, soruyu tekrarlarsak, "Peki, ya Tanrı yalan çıkarsa ? " Peki, ya
kayıtsız şartsız hakikat istenci Tanrı'yı, cenneti ve ölümsüz ruhu " baş­
tan kabul ediyorsa" , ama biz Tanrı'nın olmadığına ikna olduysak? O
halde sadece Hıristiyan metafiziğine değil varsayılan doğruluk erdemi
dahil olmak üzere Hıristiyan ahlakına da "dürüst" bir gözle bakarak
Schopenhauer'ı aşmak zorundayız -Nietzsche'nin bizi götürmeye çalış­
tığı sonuç budur. Bunun sonucu da -hakikat istenci konusunda tama­
men dürüst olmanın sonucu da- "ne pahasına olursa olsun" hakikatin
peşine düşmenin hiçbir gerekçesi olmadığının, hakikatin, yani hakikat
bilgisinin en yüksek değer olmadığının görülmesidir. Kayıtsız şartsız
hakikat istenci kendi kendini imha eder. Bu durum bilimle uğraşmayı
bırakacağımız anlamına gelmez elbette. Ama ahlaki sebeplerle değil ih-
Güverteyi Temizlemek

tiyati sebeplerle bilimle uğraşacağımız anlamına gelir. " Bedeli ne olur­


sa olsun" hakikat, " bedeli uygunsa" hakikate yerini bırakır. Örneğin
La Rochfoucauld-Ree'nin " psikolojik gözlemler" programının hayatı
baltalama etkisi yarattığına gerçekten ikna olduysak, bu programdan
vazgeçmemiz gerekir. Zira en büyük değer " bilgi ağacına" değil "hayat
ağacına" bağlıdır. Bu konuda söylenecek daha fazla şey var, ama sonraki
bölümde devam edeceğiz.

Gezgin Konuşuyor

Nietzsche'nin tüm yazılarında olduğu gibi, V. Bölüm'ün arkasındaki


itici güç de Batı modernliğine karşı "çağa aykırı" bir duruştu, yine onun
kendine yakıştırdığı adla söylersek, "yurtsuz ... gezginin" yabancılaşmış
duruşuydu bu.68 Bu duruş Batı kültürünün mevcut halini tepeden tırna­
ğa eleştiriyordu, ama aynı zamanda geleceğe dair umut doluydu -hatta
ileride göreceğimiz gibi "iman" doluydu. Şu anda nasıl olduğumuz ko­
nusundaki en büyük gerçek elbette Tanrı'nın ölümüydü:

Son dönemdeki en büyük olay -"Tanrı'nın ölümü"; Hıristiyan Tanrı'sına inancın


artık güvenilmez hale gelmesi- şimdiden Avrupa'ya ilk gölgesini düşürüyor ... Bir nevi
güneş batmış, eski ve derin bir iman şüpheye dönmüş gibi görünüyor.

Ama pek az kişi "bu inanca dayanan ne kadar çok şeyin . . . örneğin
koca bir Avrupa ahlakının ... çökmesi gerekeceğini" kavramıştır, diye
devam eder Nietzsche. Pek az kişi "artık önümüzde uzanan uzun ve
yoğun bir yıkım, imha, düşüş, altüst oluş silsilesi"nden69 çıkacak "kor­
kunç dehşetli mantığı" kavramıştı.
Nietzsche eski imanın ve eski ahlakın çöküşünün travmatik sonuçla­
rından birinin savaşlarla geçen bir yüzyıl olacağını düşünmüştü (bu ke­
hanetinde haklı da çıkmıştı) . Bir diğer sonuç da kötümserlik ve nihilizm
hastalıklarıydı. Schopenhauer'ın kötümserliği -"varoluşun değerini"
inkarı- Nietzsche'ye göre "pan-Avrupalı" bir fenomendi: Schopenhauer
sadece kendisi adına değil, genellikle Hıristiyanlık sonrası Batı bilinci
adına konuşur. Hıristiyan hayatının anlamını reddetmesi de hemen şu
"korkunç" soruyu gündeme getirir: "Peki, varoluşun herhangi bir anla-
666 NIETZSCHE

mı var mı?"70 Bir başka deyişle, anlamsız hayat değersiz bir hayat oldu­
ğundan, eski imanın kaybı, derinlerde, modern Batılı insanlığın, hayatın
yaşamaya değmediğini düşündüğü anlamına gelir.
Eski ahlakın çöküşünün başka bir sonucu da Batı'nın "Amerikan­
laşmasıdır" -Nietzsche daha önce modernliğin "alacalı" eleştirisi" de­
diğim eleştiriyi burada genişletir. Geçmişte bir insanın mesleği onun
karakteriydi, daha doğrusu karakteri "haline gelmişti" ; kişinin ken­
di doğumu gibi elde olmayan durumlar ve buna ilave olan toplumsal
"zorlama " biçimleri sebebiyle, ilk başta "yapay" olan, " doğallaştı­
rılmıştı " . Bir insanın toplumdaki mesleki rolü onun "kaderi" olarak
kabul ediliyordu. Bu iman ortaçağ loncalarında ve sınıf ayrımlarında
cisimleşmiş ve böylece feodalizmin "geniş tabanlı toplumsal piramidi­
nin" inşasını mümkün kılmıştı. Ortaçağın baskıcı karakteri hakkında
ne denirse densin, "en azından" toplumsal "kalıcılığının hakkı verilebi­
lir" -"kalıcılık" da, diye ekler Nietzsche, " yeryüzünde birinci sınıftan
bir değerdir". Fakat eski inancın çöküşüyle birlikte artık "demokra­
tik" anarşi çağında yaşamaya başladık. " Bireyin her şeyi yapabileceği­
ne inandığı, her rolü oynayabileceğini düşündüğü ve herkesin kendini
denediği Amerikan inancı" bize hakim olmuştur. Bu da mesleğin ya da
rolün artık "karakter" ya da "alınyazısını" teşkil etmediğini gösterir,
roller basitçe zamansal bazda sahnelenmez. Bu yüzden Batı modernliği
aktörlerin çağıdır ( bildiğimiz gibi, aktörler de "pek çok farklı rol oyna­
yabilir " ) . Toplumsal "mimarlık" kapasitesinin, " inşa etme kuvvetinin"
artık " felç olması" gibi bir sonuç doğuran akışkanlık ve öngörülemez­
lik çağıdır bu:

İ nsanın hesaplamasının, tasarlamasının ve planı uğruna geleceği feda etmesinin


temelindeki asıl inanç can çekişiyor -yani insanın büyük yapıdaki bir taş olduğu için
değer ve anlam taşıdığı yönündeki temel inanç ölüm döşeğinde; oysa insan bu an­
lam ve değeri taşımak için katı olmalı, her şeyin ötesinde bir '1aş" olmalı ... bir aktör
olmamalıydı! ... şu andan itibaren eski anlamda bir toplum asla inşa edilemez ... Artık
bir toplumun malzemesi değiliz.7 1

O halde Batı müşkül durumdadır. "Alacalı" halinde, daha önce ver­


diğim adla paylaşılan "oyun planının " " sertliğinden, tekbiçimliliğinden
ve biçimsel sadeliğinden" yoksundur; rekabetçi bir dünyada ayakta ka-
Güverteyi Temizlemek

lıp güçlenmek içinse bu plan zorunludur. Bir kere, yarattığı tüm zorluk­
lara rağmen Hıristiyanlığın çöküşü esasen bir kutlama sebebidir, çünkü
Hıristiyanlık kültürümüzü hasta ediyordu. İkincisi, gizli bir " inancı­
mız" vardır, bizi şimdiden ve geçmişten kurtarması gerekli ve zorunlu
olan bir hayalimiz vardır. Nietzsche retorik bir tarzda sorar: Hıristiyan
geçmişimizi ne amaçla "aştık?" "İnançsızlık " uğruna mı ? "Hayır, " der
Nietzsche, " bunu siz benden iyi biliyorsunuz dostlarım! İçindeki saklı
Evet, seni ve senin çağına hastalık misali musallat olan tüm "Hayır"
ve "Evet"lerden daha güçlüdür. Nietzsche, "tarihin sonuna " sızlanmak
şöyle dursun, modernliğin bir "geçiş çağı" olduğuna inanır.72 Peki,
neye geçiş ?

Nietzsche'nin Keşfedilmemiş Ülkesi

Şen Bilim 'in büyük bir kısmının Kolomb'un şehri Cenova'da yazıldı­
ğı hatırlanacaktır. Ruta'da Cenova manzarasıyla tamamlanan V. Bölüm
de öncelleri gibi denizin görüntüsüyle ve kokusuyla doludur. Bu bölü­
mü öncekilere en çok bağlayan şey de Kolomb imgesinin devamıdır: Biz
Nietzsche'nin "dostları'', biz "özgür ruhlular'', "açık deniz" manzara­
sı karşısında sevinçle dolarız. 73 Biz "denizlerde yelken açmak zorunda
olanlar'', gönüllü "göçmenleriz" .74 Fakat tüm deniz yolcuları gibi bizim
de bir menzilimiz olmalıdır: Bizi salt gemiciler olmaktan çıkarıp "idealin
Argonotlar'ına" çevirecek bir gelecek umudu ve hayali. Sıklıkla "deniz
kazaları" yaşasak da, "sınırlarını kimsenin araştırmadığı henüz keşfe­
dilmemiş bir diyara ... güzel, tuhaf, sorgulanabilir, korkunç [bugünün
standartlarıyla] ve ilahi bir dünyaya" doğru seyahatteyiz.75
Neresidir bu " ülke ? " Kesin "sınırları" bilinmese de, karakterine dair
bir şeyler biliyor olmalıyız, aksi takdirde niye bizim menzilimiz olsun?
Hiç şüphe yok ki, en azından Nietzsche'nin bugünü eleştirmesinden çı­
karılabilecek bazı karakteristik özellikleri olmalı bu ülkenin.
Vaat edilen ülkenin ana özelliği, Hıristiyan kültürünün "hastalığı­
nın" tersine, "çok sağlıklı" olmasıdır.76 Peki, bu sağlık nasıl bir şey?
Nietzsche'nin tartışmasından anlaşıldığı kadarıyla " biz Argonotlar'ın"
peşine düştüğü ideal aslında iki idealden oluşur; birincisi toplumun sağ­
lığıyla, diğeri bireylerin sağlığıyla ilgilidir.
668 NIETZSCHE

Toplum Saglığı

Şehrin kulelerinin yüksekliğini görmek için şehirden uzaklaşmak ge­


rekir, der Nietzsche. (Hiç kuşku yok ki aklında Naumburg vardır. Düz
ovada millerce öteden görülebilen katedral kulelerinin yüksekliği ancak
belli bir mesafeden anlaşılabilir. ) Benzer şekilde, mevcut ahlakımızı " bı­
rakmalı" ve başka ahlaklar arasında " dolaşmalıyız" ki kendi ahlakımızı
kavrayabilelim. Fakat her türlü ahlakın dışındaki bir konumdan bakma­
ya dikkat etmeliyiz, aksi takdirde ahlakla ilgili gözlemlerimiz "önyar­
gılar hakkında önyargılardan" ibaret kalır.77 Bu gezinmenin ürünü de
Hıristiyan ahlakını evrensel bağlayıcılıkta, tek "hakiki" ahlak saymanın
ne kadar "çocukça" olduğunu görmektir. Fakat pek çok ahlak bulun­
masına bakarak hiçbir ahlakın bağlayıcı olmadığını çıkarsamak da aynı
ölçüde "çocukçadır" . Her toplumun ahlaka ihtiyacı vardır, çünkü ah­
laksız toplum olmaz.78
Ahlak bir tür ilaçtır, diye devam eder Nietzsche, "ilaçların en meşhu­
rudur" ,79 Bir başka deyişle, iyi bir ilaçsa toplumda sağlık üretir. Bu ah­
lak görüşünün iki sonucu vardır. Birincisi, toplumun tarihinin belli bir
noktasında ne tür bir ahlaka ihtiyaç duyacağı, kendini içinde bulduğu
koşullara ve onu tehdit eden "hastalıklara " göre değişecektir. İkincisi,
daha önce vurgulandığı gibi, Nietzsche gelecekte hangi " hastalıkların"
tehdit yaratacağını bilemeyeceğinden, gelecekteki " ülkenin" ahlakına
dair açıklamaları son derece soyut kalacaktır: Tek yapabileceği şey her
sağlıklı ahlakın göstermesi gereken bazı yapısal özellikleri sayıp dök­
mek olabilir.
Bu yapısal özelliklerinden biri de ahlakın dinle sıkı müttefik olması­
dır -Nietzsche burada İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de değindiği bir nok­
ta üzerinde kafa yormaktadır. Dinler "yaşam tarzı" uydurmaz, diye ya­
zar. Dinin işlevi daha ziyade zaten var olan ama henüz kendi kıymetini
anlamadığı bir yaşam biçimini geçerli kılmaktır. Bir dinin kurucusu belli
bir kültür seçer ve bunun niçin en üstün yaşam tarzı olduğunu açıklayan
bir anlatı sunar ( "Tanrı "nın seçilmiş insanları", vb.) . Bir başka deyişle,
din " birbirini müttefik olarak görmeyen" bir grup insanı bir araya geti­
rir, " uzun bir tanıma festivali" yaratır.80 (Burada her türlü pek insanca
niteliğinden arınmış bir Bayreuth şenliği alt metninden bahsedildiğini
söyleyebilirim.)
Güverteyi Temizlemek

"Yaşam tarzı" Nietzsche'nin "ahlak" için kullandığı -daha açıklayı­


cı- başka bir sözdür sadece. O halde bir dinin yapacağı şey ahlakı geçer­
li kılmak, bunu da otoriteyle sağlamaktır. Bildiğimiz gibi ahlak, seçme
kişileri örnek konumuna, tanrıların ya da kahramanların konumuna
çıkararak ve onlara (dediğim gibi "kolektif sanat eserinin" yardımıyla)
karizmatik otorite vererek bir "disciplina voluntatis (istenç disiplini) " 8 1
temin eder. Bunu yapmak çok zor değildir, çünkü insan doğası icabı
"saygı duyan bir hayvandır" :82 Yarım bir şans bile verilse, saygıda kusur
etmeyecek ve etkili biçimde sunulmuş yaşam modeline uygun yaşama
dürtüsü duyacaktır.
Dinler genellikle iki başka şey daha yapar, der Nietzsche. Birincisi,
daha iyi tipten insanların yönetimde olmasını sağlar:

Kilise her şeyden önce en üst rütbeyi daha manevi insanlara sağlayan bir yö­
netim yapısıdır, üstelik kilise maneviyatın gücüne inandığı için her türlü kaba güç
aracının kullanımını kendisine yasaklar; sırf bu nedenle kilise her koşulda devletten
daha soylu bir kurumdur.83

İkincisi, en yüksek değere sahip diye sunduğu yaşam tarzını "insanın


uğruna mücadele ettiği ve bazı koşullarda uğruna hayatını verdiği bir
şey" düzeyine çıkarır.84 Din ortak bir yaşam tarzını öyle bir aydınlatır
ki kişinin toplumun korunmasına ve gelişmesine katkısı en yüksek değer
haline, hayatının anlamı haline gelir; kimi zaman insan bu anlam için
ölmeye bile hazırdır. İdeal, hayata anlam katan bir ülkede yaşıyorsanız
ülkenin sizin için ne yapabileceğini değil, sizin ülkeniz için ne yapabile­
ceğinizi sorarsınız.
Ahlak ve din hakkındaki bu sözlerin salt tarih değil, Nietzsche'nin
rehber seçtiği "ideal" olan gelecekteki topluma giden yolda "işaret
direkleri" olduğu açıktır bence. Örneğin tarihsel bakımdan Kilise'nin
kesinlikle her zaman "kaba kuvvet araçlarından" kaçındığının doğru
olmadığını gayet iyi biliyordu Nietzsche; bu anlamda ideal "kiliseden"
bahsettiği açıktır. O halde bu tartışmadan çıkarabileceğimiz şey, Nietz­
sche'nin sıklıkla sunulduğu gibi "ateist" olmaktan çok uzak olduğunun
yeni bir kanıtını bulduğumuzdur. Hıristiyan dinini reddetmesine rağ­
men, üzerinde kafa yorduğu gelecekteki toplum, dini bir toplum ola­
caktır: En azından manevi bakımdan ruhbana benzer birileri tarafından
NIETZSCHE

yönetilecek, "anıtsal" kişiler panteonuna sahip olacaktu ki bireysel ya­


şamlara anlam veren, böylece modernliğin anlamsızlığını aşan bir yaşam
biçimini geçerli kılabilsin. Düzenli "şenlik" etkinlikleri de cemaati te­
mel ahlakını kutlayarak yeniden onaylamak üzere bir araya getirecektir:
"Kolektif sanat eseri" cemaati tutarlı bir birlik halinde bir araya getirir,
böylece ona "yeryüzündeki birinci sınıf değeri'', "kalıcılığı" vermiş olur.

Ruh Sağlığı

Nietzsche'ye göre, toplum "sağlığı" idealinin yanı sıra, "başka bir


ideal daha karşımızdadır ... insani, üstinsana has refah ve iyilik idea­
li'',85 bireysel sağlık ideali . Nietzsche hepimizin örnek alması gereken
"üstinsan" kavramı üzerinde, Romantizm Nedir? başlıklı parlak bir ke­
simde kafa yorar.86
"Kötümserlikte doğruluk payı vardır: hayat ve çile birbirinden ay­
rılamaz," diye bize güvence verir Nietzsche ("kötümserlik" kavramına
yeni ve alışılmadık bir anlam eklemiştir). Fakat iki türlü "kötümserlik"
vardır: "romantik" ve "Dionysosçu" . Romantik kötümserlik çileyi aşıl­
maz bir yaşam engeli olarak görür. Bu yüzden sanat ya da felsefede,
romantiğin aradığı şey "sessizlik, durgunluk, sakin denizler, kendini
bağışlatma ... ya da esriklik, feveran, duyarsızlık, delilik"tir. Kısacası,
romantizm kaçışçılıktır. Hayatı "inkar eder". Doğal olarak burada ola­
ğan şüpheliler Wagner, Schopenhauer ve romantik olarak tanımlanan
Hıristiyanlardır...
Nietzsche romantizme fizyolojik bir durumun belirtisi muamelesi
yapar: "hayattan yoksunlaşmanın", düşük enerji durumunun bir işa-

*
Ama Nietzsche şaşırtıcı bir şekilde Epikuros'u da listeye ekler: "Hıristiyan gerçekte
sadece bir tür Epikurosçudur ve tıpkı onun gibi esasen romantiktir" (GS 370). Tan
Kızıllığı'nın kahramanının böyle reddedilmesi irkilticidir, çünkü aynı kitabın 1. Bö­
lüm'ünde hala ona karşı büyük sevgi besler: "Evet, Epikuros'un kişiliğini belki de
başka herkesten farklı deneyimlemiş olmakla; onunla ilgili okuduğum ve duyduğum
her şeyde onun mutluluğunun tadını çıkarmakla gurur duyuyorum" (GS 45). 1882
ile 1886 arasında yeni olan şey güç istencidir elbette: İnsanın özü güç istenciyse, mut­
luluk, der Nietzsche , kişinin "Epikuros'un bahçesine" çekilmek yerine dünya üze­
rindeki gücünü artırması olarak tasavvur edilmelidir. Fakat hiç değilse geçici olarak
unutmuş göründüğü şey kendisinin "destansı-idilik" kavramıdır. Bu anlayış Epikuros
sükuneti ile zorluk ve eylemlerle dolu bir hayatın birleştirilmesini mümkün kılıyordu.
Güverteyi Temizlemek

retidir. "Antitezi" de "hayatla dolup taşmak"tır (bunu "güç istenci"


olarak biliyoruz), "geleceğe gebe bir enerji taşkınlığı"dır. Çileyi hayata
karşı görmemekle kalmayan, olumlu anlamda buyur eden "Dionysosçu
kötümserin" altta yatan durumu budur. Bu durumun ideali olan "Di­
onysosçu tanrı ya da insan" (İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de saldırılan
"idealistin" aksine),

sadece korkunç ve sorgulanabilir olana bakmakla kalmaz, korkunç eylemde bu­


lunur, yıkım, dağılma ve yadsımanın her türlü lüksünden faydalanır; onun durumun­
da, her çölü bereketli tarlalara çevirebilecek üreme ve dölleme güçlerinin aşırılığı
sayesinde kötü, absürd ve çirkin olana izin vardır adeta.87

Bu fikir üzerine defterlerinde de kafa yorar:

Keyif duymaya ya da duymamaya neyin yol açtığına karar vermek güç derecesi­
ne bağlıdır: az miktarda güç durumunda tehlike olarak görünen ve derhal püskürtül­
mesi gereken şey, güç bolluğuna dair daha fazla bilinç durumunda şehvet uyandıra­
bilir, keyif duygusu yaratabilir ... Keyif duymak ya da duymamak asla "orijinal olgular"
değildir .
. . İstencin [değişken] tepkileridir (duygulanımlardı(J.BB

Bir başka deyişle, ancak küçük "miktarda" gücü olan birine "kötü,
saçma ve çirkin" görünen şey, büyük miktarda güce sahip birine heye­
can ve keyif verici görünebilir, "güç istencini" kullanma ve genişletme
vesilesi olabilir. O halde Nietzsche'nin bireysel ruh sağlığı ideali, başka
insanların çoğuna "korkunç ve sorgulanabilir" görünen şeyleri "aşma"
vesilesi olarak buyur edecek ölçüde, üstelik bu aşma meselesini gerçek­
leştirebileceğine asaletle güvenecek kadar bol güç istencine sahip bir ki­
şide bulunur.
Nietzsche'nin kendisinin de kabul ettiği gibi, bu ideal olağanüstü
yüksektedir: Ancak bir "Dionysosçu tanrı ya da [üst]insan" bu ideale
tam anlamıyla ulaşabilir. (24. Bölüm'de "Dionysosçuluğun" buradaki
önemi meselesine geri döneceğim.) Gelgelelim, burada megalomanlığın
kıyısına gelinmiş görünse de, ben çok tanıdık deneyimlere dayanıldığını
düşünüyorum . "Moralimiz bozukken" her şey imkansız, çok zor görü­
nür, sanki tüm dünya bize karşıdır. "Romantik" bir tarzda, başka bir
yerde olmayı dileriz. Ama "moralimiz düzeldiğinde" hiçbir şey çok zor
NIETZSCHE

görünmez, dünya ayaklarımızın altındadır. Enerji ve güvenle dolduğu­


muzu hissederiz, "korkunç ve sorgulanabilir" olanı aşma gücümüzün
olduğuna inanırız. Ve böylece ( "pozitif düşünme gücüyle" [başka bir
alt-Nietzsche kavramı] dolu olarak) dağcının dağın meydan okumasını
karşıladığı tarzda yolumuza çıkan gerilim unsurlarını buyur ederiz. Ay­
rıca sadece doğrudan bizim kontrolümüzde olan meselelerde değil, genel
olarak dünya konusunda da böyle hissederiz: Şu ya da bu yolla her şey
uzun vadede en iyi şekilde sonuçlanacaktır. Nietzsche'nin manevi sağlık
idealinde bu " Dionysosçu" vecit hali sadece anlık bir durum değil, kalıcı
bir haldir:

İ nsanların çoğu birkaç saniye ya da en fazla çeyrek saat sürmeyen yüksek mora­
le inanmaz ... ama yüksek morali olduğunu hisseden bir insan olmak -tek bir yüksek
moralin cisimleşmesi olmak- şimdiye dek bir düşten ibaretti ... henüz tarih de bize
kesin örnekler sunmamıştır. Gelgelelim, tarih bir gün böyle insanların doğuşuna şahit
olabilir; bu insanlar merdivenlerden çıkar gibi sürekli yükselme [hissi yaşayabilir] ...
aynı zamanda bulutların üstünde durma duygusuna [sahip olabilir].89

Sağlık idealine ulaşmanın ölçütü de bengi dönüşü isteyebilmek, ilahi


bütünselliğin nasıl esas unsurlarından biri olduğunu görerek "korkunç
ve sorgulanabilir" olanı "kurtarmaktır" . Kusursuz ruh sağlığı, bildiği­
miz gibi, " bütün oyun ve performansın"90 en küçük ayrıntısına bile "Da
capo! " Encore! ( bir daha! bir daha ! ) diyebilmektir.

"Hoş Bir Düşünce: Sils Üzerinden Yunanistan!"91

Nietzsche romantizmin karşısına koyduğu neşeli "kötümserliği",


" klasik" olarak adlandırır. Sözleri doğru çözümlendiğinde (yani "sakin­
ce rasyonel" demek istemediği görüldüğünde), geri kazanılmış klasisizm
"hayalinin" "en derinlerindeki" benliğine92 ait olduğunu söylemekte­
dir; bu benlik Pforta'dan beri klasik antikiteye sevdalıdır. Bu yüzden
sınırlı bir anlamda bireysel sağlığa (aynı zamanda toplum sağlığına,
çünkü Nietzsche'nin ideal toplumunun neredeyse kelimesi kelimesine
Platon'dan alındığını görmüştük) ulaşmanın parolası "Yunan dönemine
dönmektir" .
Güverteyi Temizlemek

Nietzsche'nin ve hayalsever "arkadaşlarının" şu anda " yurtsuz" ol­


makla birlikte başka bir yerde "yurdunda" olma iddiasını anlamak için
bu ifade kilit önemdedir. Yurdumuzdayızdır, çünkü

-ve bu bizim şeref parolamız olsun- iyi Avrupalı/arız, Avrupa'nın (Europa) miras­
çılarıyız, kaç bin yıllık Avrupa ruhunun zengin mirasçıları, binlerce yıllık Avrupa ruhu­
nun zengin, bol tedarikli ama aynı zamanda aşırı yükümlülük sahibi mirasçılarıyız. Bu
halimizle Hıristiyanlığı geçtik ve onun karşısına dikildik.93

Nietzsche'nin "Avrupalı" derken "klasik" demek istediğini görmek


çok önemlidir. Hölderlin ve Heidegger gibi düşünürlerin aksine, klasik
ile Hıristiyan arasında bir sentez arayışında değildir. Daha ziyade, otan­
tik "Avrupalı"dan -"Avrupa" adında olduğu gibi- * "şarki"94 Hıristi­
yanlığı dışlar. Demek ki onun sunduğu resim budur. Bizler binlerce yıllık
"Avrupa" değerlerinin "mirasçılarıyız " . Ama karışım çamurlu ve kar­
maşıktır, çatışan yükümlülüklerin "altında eziliriz" -ahlakımız hasım ve
çatışan ahlakların, köle ile efendinin, klasik ile Hıristiyanın "savaş mey­
danıdır". Görevimiz bunlardan vazgeçerek tutarlılığı geri kazanmak,
Hıristiyanlığı aşmaktır. "Yunan'ı gerçek anlamda yeniden yaratmamız
mümkün değildir ve bunu istemeyiz: "geçmiş döneme dönmek istemi­
yoruz. "95 Fakat bu sadece, on yedinci yüzyıl Fransızları gibi, klasiği ye­
niden yorumlamamız, modern bağlamda anlam kazansın diye klasiği
"tercüme etmemiz" gerektiği anlamına gelir:

Devrim dönemindeki Fransızlar kadar Corneille dönemindekiler de bugün artık


bizim cesaret gösteremeyeceğimiz bir tarzda Roma antik dönemine sahip çıktılar
... Roma antik döneminin kendisi de: Yunan antik dönemindeki iyi ve çalımlı olan ne
varsa hepsini ne kadar büyük bir güçle ama aynı zamanda naiflikle kendine mal etti.
Her şeyi nasıl da Roma güncelliğine tercüme ettiler! ... Tarih duygusunun ["kültürel
emniyet'1 hazlarından haberleri yoktu ... tercüme bir nevi fetihti. Tarihsel olanı gör­
mezden gelmekle kalmıyor, bugüne dair imalar ekliyor, her şeyden önce de şairin
adını çıkarıp yerine kendi adlarını koyuyorlardı -bunu hırsızlık yapma duygusuyla

*
Nietzsche'nin burada kullandığı Europa kelimesi, Avrupa'nın standart Almancadaki
karşılığıdır elbette. Ama her haliyle Yunan mitolojisine battığından, "Europa "nın
aslında sadece Yunanistan anlamına geldiği bilgisi hiçbir zaman aklından çıkmamış­
tır. (Bu isim boğa biçimini almış Zeus'un tecavüzüne uğrayan ve daha sonra Girit
kraliçesi olan bir Fenikeli prensesten türemişti. )
NIETZSCHE

değil, lmperium Romanum'un [Roma İ mparatorluğu] büyük vicdan rahatlığıyla ya­


pıyorlardı.96

Bu da bize Nietzsche'nin gelecek hayalini veriyor hiç şüphesiz. "Bü­


yük sağlığın" ana hatlarının esin kaynağı ve sağlayıcısı olan klasiktir,
en nihayetinde de Yunanistan'dır. Bu yapının "tercüme edildiği" ortamı
sağlayan ise moderndir.
23. Bölüm

Ahlakın Soykütüğü

Parsifal, Dostoyevski ve "İyi Niyetli" Bir Deprem

1887 yılı buz gibi bir soğukla başladı: Nietzsche Paraguay' da ter döken
Elizabeth'e, "Avrupa kendini bir buz dağına ve kutup ayısına çevirdi,"
diye yazıyordu. Nice'in içinde değilse de Nietzsche'nin kışlık mekanını
çevreleyen tepelerde kar vardı. 1 Rue des Ponchettes'teki güneye bakan bu
yeni odaya rağmen "mor parmak" sorunu sürüyordu, ayrıca sağlığının
ve moralinin de kötüye gitmesini iki aylık soğuk ve yağmurun biriken
etkisi olarak görüyordu.2 Ama Ocak sonuna doğru beklenmedik bir olay
sayesinde morali yükseldi: Monte Carlo'ya giderek Parsifal'in prelüdünü
dinlemişti. "Böyle bir müziğin faydası meselesini bir yana bırakıp sadece
estetik açıdan bakarsak," diye yazıyordu Köselitz'e,

Wagner daha iyi bir eser vermiş midir? En üst düzeyde psikolojik farkındalık ve
katiyetle söylenmesi gereken en kısa ve en doğrudan yoldan ifade ediliyor, iletiliyor,
her duygu nüansı vecizelere indirgenerek dile getiriliyor: betimleyici bir sanat olarak
müziğin berraklığı ... müziğin tam kalbindeki ruhun yüce ve olağanüstü duygusu,
deneyimi, maceraperestliği Wagner'i hak ettiği yere, yani en üst düzeye taşıyor.3

Defterlerinde de bu eseri " bildiğim yüce başyapıtların en büyüğü"


diye adlandırır. "Hiçbir şey Hıristiyanlığı bu kadar derinden kavraya­
maz ve insanın Hıristiyanlığa bu kadar yoğun bir sempati duymasını
sağlayamaz," diye yazar ve şunu da ekler: "Hiçbir ressam" , Parsifal'in
son bölümlerindeki kadar "karanlık, melankolik bir görünüm yaratma­
mıştır ... ne Dante, ne Leonardo" .4 Birkaç ay sonra Köselitz'e gönderdiği
mektupta, modern müzikte yanlış olanın "teatral" hale gelmesi, dramın
uzlaşımlarına boyun eğmesi olduğunu yazar. "Müziğin bu teatral doğa­
dışılıktan müziğin doğasına dönmesi" gerektiğini de ekler.5 Wagner üze-
NIETZSCHE

rine bu düşüncelerde birbiriyle bağlantılı iki nokta öne çıkar: birincisi,


müziğin sözler ya da dramdan çok daha derin bir manevi fenomen ol­
duğu görüşünün tekrar edildiği ve ikincisi, Nietzsche'nin esrik kendini­
aşmaya değer vermeyi sürdürdüğüdür -"yüce" için kullandığı sözcük,
erhoben'dir ve kelimesi kelimesine " yükseltilmiş" anlamına gelir.
***

Şubatın başında kışın baskısını taşımasına yardımcı olan ikinci olay


da Dostoyevski'yle tanışmasıdır. Nice'teki bir kitapçıda daha önce hiç
duymadığı bir yazarın Yeraltından Notlar'ının ( 1 973, 1 989; Zapis­
ki iz podpolya, 1 864) Fransızca bir çevirisine rastlar ve kısa süre son­
ra Ezilenler'e ( 1 957, 1 99 1 , 2008, 2013; Unijennye i oskorblyonnye,
1 86 1 ), yani " bugüne dek yazılmış en insani kitaplardan biri"ne6 ve Ôlü­
ler Evinden Anılar'a ( 1 983, 1 988, 2010; Zapiski iz myortvogo doma,
1 86 1 - 1 862) geçer. Sevinçle kabul ettiği gibi, "içgüdüsel olarak bağlantılı
olduğunu" hissettiği insanlık durumu görüşünü bu " büyük psikologda"
da görmüştür. 7
Nietzsche'nin kendisi ile Dostoyevski'nin "aynı dalga boyunda" ol­
duğunu hissetmesi Zerdüşt okurlarına şaşırtıcı gelmez. Dostoyevski'nin
Raskolnikov'u ile Nietzsche'nin, işlediği cinayetin sebepleri konusunda
en az onun kadar kafası karışık olan " Solgun Suçlu"su arasındaki ben­
zerlik pek çok kişiyi Nietzsche'nin Suç ve Ceza'yı ( 1 945, 1 990, 2010;
Prestupleniye i nakazaniye, 1 866) 1 88 3 'ten önce okuduğunu düşünme­
ye itmişti. Ama gerçekte 1 887 öncesinde Dostoyevski adını duyduğuna
dair bile hiçbir kanıt yoktur. 8 Nietzsche-Dostoyevski bağlantısı konu­
sunda dikkat edilmesi gereken nokta, her ikisinin de (Dostoyevski'nin
sahte idamı ve Sibirya'ya sürgünü sonrasında) "sosyalizm", "anarşizm"
ve "nihilizmin" şiddetli düşmanları olması ve her ikisinin de geçmişte­
ki sert, aristokratik, dinin kutsadığı toplumsal hiyerarşinin korunma­
sı ve geri kazanılmasının gerektiğine inanmasıdır. Fakat aradaki fark
Dostoyevski'nin Hıristiyan bir aristokratik topluma inanmasıdır. Nietz­
sche bu yüzden Brandes'e gönderdiği mektupta Dostoyevski'yi " bildi­
ğim en değerli psikolojik malzeme" diyerek değerli bulmakla birlikte
temel içgüdüsüne "tam anlamıyla ters düştüğü için tuhaf bir şekilde ona
minnettar" olduğunu da belirtir.9 İkisinin arasındaki benzerlik o hadde
varsaydı Nietzsche'ye söyleyecek hiçbir şey kalmayacaktı.
***
Ahlakın Soykütüğü

Üçüncü ve tuhaf bir şekilde neşelendirici olay Fransız Riviera'sında


toplam iki bin yaşama mal olan büyük bir depremdi. Nice'te korku için­
deki konuklar 24 Şubat'ın erken saatlerinde otellerden ve pansiyonlardan
dışarı fırlamışlardı. 1 0 Deprem sırasında derin uykuda olan Nietzsche,
Prusya dayanıklılığına ve yetişme tarzına sahip bir kişi olarak şehirde
"dolaşmış", 1 1 açık alandaki sıralarda ya da arabalarda tehlikeden kaç­
ma umuduyla oturmakta olan tanıdığı insanlarla ilgilenmişti" . İkinci kez
ölümcül bir tehlikeden alnı ak çıkmanın hazzıyla, " ben bir an bile kork­
madım -hatta durumu çok ironik buldum," diyordu. 1 2 (İroni de muhte­
melen, kendi "dinamit" lokumu olan İyinin ve Kötünün Ôtesinde'nin,
edebiyat dünyasında deprem yaratamadığının aşikar olmasıydı.)
Nietzsche korku duymamakla kalmamış, kendini enikonu mutlu his­
setmişti:

Dört bir yanda köpeklerin ulumasından fazlasına yol açan iyi niyetli bir deprem
sayesinde, son derece ilginç bir helak olma beklentisiyle yaşıyoruz. İ nsanın başının
üstündeki eski evin kahve öğütücüsü gibi takırdaması ne büyük bir mutluluk! Masa
hokkasının bağımsızlık ilan etmesi! Sokakların dehşet içinde, yarı çıplak, sinir sis­
temleri dağılmış kişilerle dolması.

Von Seydlitz'e mektubunun devamında, Nice'in koca bir askeri çadır


kampına dönüşmüş gibi göründüğünü söyler: "Tüm erkek ve kadın dost­
larımızın acınacak halde yeşil ağaçların altına uzanmış -havlu ve batta­
niyelerle sarmalanmış halde, çünkü delici bir soğuk vardı- olduğunu ve
her küçük sarsıntıda dünyanın sonunun geldiğini sandığını gördüm. " 1 3
Nietzsche'nin neşesinin sebebi belki birkaç ay sonra defterine aldığı
bir nottan anlaşılabilir. İlkel zamanlarda "kötülük" , "şans, belirsizlik
ve anilikten" oluşurken, bilim ve teknolojiyle emniyetli ve öngörülebilir
hale getirilen modern dünyada ani ve beklenmedik olan kendini olumlu
bir şey gibi sunuyor: Öngörülebilirlik sıkıntısını delip geçen bir "gıdık­
lanma" etkisi yaratıyor. 14 (Borsanın çöküşleri de bu türden dehşetli bir
neşeye yol açabilir -çuvalla para kaybedenlerde bile.)
Deprem yüzünden Nice boşalmıştı. Mart'ın üçüncü haftasına gelin­
diğinde, Cenevre Pansiyonu'nun yemek salonundaki (Nietzsche Rue des
Ponchettes'e geçmesine rağmen yemeklerini burada yiyordu) altmış se­
kiz kişiden geriye Nietzsche dahil altı kişi kalmıştı. Ayrıca Nietzsche'nin
NIETZSCHE

Zerdüşt'ün üçüncü ve dördüncü bölümlerini yazdığı pansiyonun en üst­


teki dördüncü katı çok zarar gördüğü için yıkılması gerekmişti.

Gençler ve Yahudi Karşıtları

Nietzsche depremden hoşlandıysa da, çalışmasını bölen başka şeylere


o kadar iyi gözle bakmıyordu. Bunlardan biri yeni mezun olmuş yarı Al­
man yarı Amerikalı Dr. Adams'tı. Bu genç, klasikler dersini Rohde'den
almıştı, ama şimdi "Üstadı" Nietzsche'den ona "nasıl filozof olunaca­
ğını" öğretmesini istiyordu. 1 5 Nietzsche ondan hem hoşlanmamış hem
de onda felsefe yeteneği görememişti. Ama doğuştan gelen kibarlığı ve
Rohde'yle bağlantısına duyduğu saygı yüzünden onu sabırla karşıladı.
Adams gittiğinde ise çok rahatlamıştı ve Overbeck'e yakındı: "'Genç
insanlar' tam anlamıyla yük oluyorlar, özellikle de yazılarımın hayranı
olarak bana geldiklerinde böyleler, çünkü yazılarımın 'genç insanlara'
göre olmadığı aşikar. " 16 Herhalde züğürt Adams'ın otel faturası için
ondan borç alıp ödememesi, "genç insanlara" tavrını pek olumlu etki­
lememişti. 17
Zerdüşt'te kendi şovenist Yahudi karşıtlığını keşfettiğine inanan The­
odor Fritsch'ten (yayıncı Fritzsch'le karıştırılmamalıdır) gelen mektup­
ları da hiç hoş karşılamıyordu. Nietzsche ona sözde "Alman ruhuna"
hiç sempati beslemediğini, Yahudiler ile Almanları kıyaslaması gerekse,
Yahudileri çok daha dikkate değer bulacağını yazdı. Sonunda mecburen
alışık olduğu kibarlık kabuğundan çıktı ve tüm mektuplarını Fritsch'e
geri gönderdi. Gelen zehirli Yahudi karşıtı yazılı malzemeyi de mektup­
larla birlikte gönderirken yazdığı mektubunun sonuna şöyle yazdı: "Ya­
hudi karşıtları Zerdüşt adını ağzına aldıklarında kendimi nasıl hissedi­
yorum sanıyorsunuz? " 1 8 Bu sorunun cevabı defterlerinin mahremiyetin­
de verilmiştir: " Çok kendine özgü Herr Fritsch diye birisi bana mektup
yazıyor. Çok ısrarcı olduğu için karnına birkaç dostça tekme atmaktan
başka çarem kalmadı. Günümüz 'Almanları' resmen giderek daha faz­
la midemi bulandırıyor. " 19 Fritsch nihayet Nietzsche'yi Yahudiseverlik
hatasından kurtaramayacağını anlayınca Yahudi Karşıtı Yazılar'da onu
"Alman özünden" hiçbir şey anlamayan "Yahudileşmiş kitap bilgisine
sahip" bir kişi olmakla suçladı.
Ahlakın Soykütüğü

Fritsch meselesi, Nietzsche'nin hep yanlış insanlar üzerinde yarattı­


ğı tuhaf "yeraltından etki" üzerine buruk düşüncelere kapılmasına yol
açtı: "Tüm radikal partilerde (sosyalistler, nihilistler, Yahudi karşıtları,
Ortodoks Hıristiyanlar, Wagnerciler) tuhaf ve neredeyse gizemli bir saygı
görüyorum"20 ( bu durumun günümüzde de devam ettiğini görebiliriz).

Perde Arası

Nietzsche bahar ve güzden nefret ediyordu; bu mevsimlere "perde


arası [intermezzo] " mevsimler diyordu, çünkü sürekli 9-12 derecede ya­
şama programını zora sokuyorlardı. Nisan ayının başında Nice çok sıcak
olmaya başlamıştı ama Sils hala çok soğuktu. Bu yüzden iki "evi" arasın­
daki bahar perde arası için Cannobio'da karar kıldı. Maggiore Gölü'nün
batı kıyısında, deniz seviyesinden 200 metre yüksekte olan bu eski ve
güzel şehri "cennet gibi" olduğundan tavsiye etmişlerdi. Burada güve­
nilir bir İsviçreli çiftin işlettiği Villa Badia'da ona çok iyi bakılacaktı. İlk
tepkisi coşkuluydu: "Burası Riviera'daki her yerden daha güzel -nasıl
oldu da bu kadar geç gözüme çarptı? " diyordu Köselitz'e. "Tüm büyük
şeyler gibi denizin de biraz budalaca ve dürüstlükten uzak yönü vardır.
Burada o yok işte. "21 (Denizlerin aksine göller zeki ve mütevazıdır! Ahla­
kın Soykütüğü'nde göllere "gözler" der. ) Ama çok geçmeden, "iç gözü"
mekanın güzelliğine ve havanın "kıyas kabul etmez saflığına" "Evet der­
ken", dış gözü parlak güneşe ve gölgesizliğe "Hayır dedi".22 Bu yüzden
ay sonunda istemeye istemeye perde arasının geri kalanını eski uğrak ye­
rinde, Zürih'teki Neptün Pansiyon'da geçirmeye karar verdi.
Daha önce gördüğümüz üzere, Nietzsche Zürih'te iyi vakit geçiriyor,
ona göre olağandışı bir sosyallik içinde yaşıyordu. Fakat bu sefer Over­
beck birkaç günlüğüne Basel'den gelse de, insanlarla görüşmekte hep
aksilikler yaşadı. Meta von Salis doktora tezini bitirme baskısı altınday­
dı, ayrıca kız kardeşinin kısa süre önce yanan evinin içini yeniden dö­
şemesine yardım ediyordu. Resa von Schirnhofer'le görüşmeyi başardı,
ama ancak Zürih'te kaldığı sürenin sonunda onun Paris'ten dönmesiyle
görüşebilmişlerdi. Resa da Nietzsche gibi Dostoyevski'yi keşfetmişti; bu
da Ôlüler Evinden Anılar üzerine derin bir tartışmaya yol açtı. Ayrıca
Nietzsche ona Avusturyalı yurttaşı Hugo Wolf'a hayranlık duyduğunu
680 NIETZSCHE

da söyledi (Wolf da Nietzsche'nin ardından, 1 897'de aklını yitirecek­


ti). Her zamanki sadakatiyle, orkestra şefi Friedrich Hegar dahil birkaç
kişiyi Köselitz'in operası Venedik Aslanı nın faziletlerine ikna etmeye
'

çalıştı, ama Resa'nın dediğine göre, "Wagner karşıtı noktaları fazla net
hissettirerek" insanları uzaklaştırma eğilimindeydi.23
Toplumsallaşmanın bilinen canlandırıcılığından uzak kalan ve ılık,
nemli atmosferde rahatsızlanan Nietzsche bir kez daha bunalıma gir­
di -"dünya üzerinde bulunan cezaların en kötüsü," diye yazıyordu
Malwida'ya.24 Çok sevdiği Venedik'te yer ayarlayamayınca, bir hafta
sonra Chur'a taşınmaya karar verdi. Burası hem mesafe hem yükseklik
bakımından Zürih ile Sils'in aşağı yukarı ortasına denk geliyordu. Bu­
rada bir öğretmenin evinde ucuz bir oda tuttu ve "donarak ölmeden"
Sils'e dönebileceği anı beklemeye başladı.

Chur'da Bunalım

Ama Chur'un kötü bir hamle olduğu ortaya çıktı. Zürih'in neminden
kaçmasına rağmen, yerine gelen soğuk günler ve kış yağmurları çevrede­
ki çam ormanlarında dolaşmasını imkansız kılıyordu. Fiziksel ve ruhsal
sağlığı daha da kötüleşti, güneşli Venedik'te Köselitz'le birlikte olmanın
ne kadar güzel olacağı hissi de rahatsızlığını şiddetlendirdi: "Müzik yok,
Palazzo San Marco yok, gondol yok, sadece çirkin dağ köylüleri var,"
diye sızlanıyordu.25 Sonradan Schumann'ın oratoryosu Cennet ve Peri'yi
(Das Paradies und die Peri, 1 84 1 - 1 843) dinleme fırsatı buldu, ama ken­
dine acıyan bir "keskin sirke küpü" olarak kendini daha da kötü hisset­
mesinden başka bir etkisi olmadı bunun da.26 Masajın vicdan azabını
bile iyileştireceği yönündeki (Nietzsche'ye göre) Platon'un sözünü yine
sınamayı düşündü, ama o ana kadar bundan fayda görmemişti.27
Chur'dayken Lou Salome'nin Friedrich Cari Andreas'la (müstak­
bel seçkin şarkiyatçı) nişanlanacağı haberini aldı. ( Daha önce belirtti­
ğimiz gibi, Lou onunla ancak cinsellik olmaması kaydıyla evlenecek­
ti. ) " Friiulein Salome bana nişanını haber verdi," diye yazıyordu 1 2
Mayıs'ta Malwida'ya, "ama ben cevap yazmadım . . . İnsan böylelerinden
uzak durmalı, böyle saygısızlara dikkat etmeli. Kimse bilmiyor bu Dr.
Andreas'ın kim olduğunu. "28 Ama altı ay sonra kız kardeşine gönderdi-
Ahlakın Soykütüğü 68 1

ği mektupta Ida'dan bahsederken "hayatım boyunca doğası benimkiyle


yakın olan tek kişi olduğunu bizzat söylediğim kadın hakkında kirli ve
değersiz sözler" etti diyor, bu yüzden onu affedemediğini ve Basel'deki
Overbecklere uğramak istemediğini yazıyordu.29 Salome'yi bağışlayıp
bu macerayı unutmaktan, ayrıca Lou hakkındaki gerçek duygularının
ne olduğuna karar vermekten hala çok uzak olduğu açıktı -bana kalırsa
zaten bunu hiç başaramadı.
Üstelik kız kardeşine ve onun kocasına karşı boğucu düşmanlığını
da aşamamıştı. Geçmişte ondan para alma girişimleri Nueva Germania
(Yeni Almanya) kolonisinde arazi satın alma fikrinin içine gizlenmişken,
Nietzsche Chur'da 4.500 mark tutarında bir banka kredisi için onlara
kefil olmasını isteyen bir mektup aldı. Bu isteği doğrudan reddetti.30
Elizabeth'e gönderdiği mektupta (artık hem ona hem eniştesine hitaben
yazmaya dayanamıyordu, aslında eniştesine bir daha hiç mektup yaz­
madı) mali durumunun hassasiyeti sebebiyle reddettiğini yazdıysa da,31
göndermediği bir taslakta hakiki duygularını görmekteyiz: Herhangi bir
Yahudi karşıtı etkinliği desteklemeyecekti, Elizabeth'e artık güvenmi­
yordu, tüm Yahudi karşıtlarının Almanya'yı terk edip onlara katılmasını
ve Avrupa'da Yahudilerin başa geçmesini umuyordu.32 Yıl sonunda ya­
zılan başka bir mektup taslağı Elizabeth'e yönelik hakiki hislerini daha
da açıkça ifade eder:

Yaptığın evlilikle iyi adımızı bu [Yahudi karşıtı] harekete karıştırman bana ne ka­
dar acı verdi! Son 6 yılda [yani Salome macerasına kadar geri gittiğimizde] her türlü
anlayış ve saygı kapasitesini kaybettin. Tanrım, bu ne kadar zor benim için! Çağa
karşı duruşumu anlamanı asla beklemedim, o kadar kolaycı değilim. Gelgelelim,
içinde birazcık sevgi güdüsü olsa, benim tam karşıtım olan biriyle birlikte olmaktan
kaçınırdın. Artık ben de kız kardeşler hakkında Schopenhauer gibi düşünüyorum
-fuzulidirler, fesatlık yaratmaktan başka iş bilmezler.33

Sils Maria'da Altıncı Yaz

Chur'da sefil olan Nietzsche bulabildiği ilk fırsatta Sils'e doğru yola
çıktı ve yaz mevsiminin ilk konuğu olarak 12 Haziran'da oraya vardı.
Durisch evinin arkasındaki bir çığın kalıntıları ona ne kadar erken gel-
682 NIETZSCHE

diğini gösteriyordu. Evine dönmüş olmanın sevincini hissetse de, sağlığı


Zürih ve Chur'dakinden bile daha kötüydü. Vardıktan bir hafta sonra
on iki saatlik bir baş ağrısı ve kusma nöbetiyle karışık uykusuzluk ve
yüksek ateş yüzünden soğuğa rağmen terler içinde kaldı.34 "Sebebi ve
yeri belirsiz derin, fizyolojik bir tıkanma yaşadığını, bu yüzden de or­
talama his durumunun . . . sürekli sıfırın altında olduğuna" karar verdi.
"Hiç abartmıyorum," diye yazıyordu Overbeck'e ve "tek bir gün bile
kendimi madden ve manen yenilenmiş ve hafiflemiş hissetmedim son bir
yılda" diyor, "daimi bunalımdan " hiç kurtulamadığını belirtiyordu.35
Ama Haziran sonunda en azından erzağı düşünecek, annesine ve
Overbecklere yardım çağrısı göndererek başka şeylerin yanı sıra bal, sosis
ve " 1 2 düzine Roeder çelik kalem -no. 15
geniş uçlu" ve çay isteyecekti:

"Güvendiğim tek çay Horniman İ ngiliz çayı ... 1 2 frank tutan kiloluk teneke kutu­
·
larda satılıyor ... Bu çay çok güzel sayılmaz, ama (kırk yıldır ) tadı hiç değişmedi, bu
yüzden başka çaylarda olduğu gibi her seferinde yeni bir deney yapmıyorsunuz".36

Haziran sonunda Nietzsche, Wagner çevresiyle arasındaki neredeyse


son köprü olan Heinrich von Stein'ın ölüm haberini aldı. Yon Stein 20
Haziran' da, otuz yaşındayken ölmüştü. Nietzsche haftalarca perişan oldu:

İçten içe, kendimden geçmiş durumdayım [diye yazıyordu Köselitz'e]. Heinrich


von Stein öldü ... aniden, kalp krizinden. Onu gerçekten severdim. Bana sanki sonra­
ki bir tarihe, benim için ayrılmış gibi gelirdi. Varlığı bana neşe veren çok az sayıdaki
insanlardan biriydi, ayrıca bana büyük inancı vardı. Yanında olduğum sırada asla
yalnızken cesaret edemediği düşüncelerin aklına geldiğini söylerdi. Onu "özgürleştiri­
yormuşum". Birlikteyken ne çok gülerdik ... Wagnerciler arasındaki açık ara en güzel
insan türü oydu.37

Overbeck'e yazarken de ekliyordu: "Onun daha sonraki bir tarilll'


benim için ayrıldığından hiç şüphem yoktu: Onun gibi zengin ve <k
rin insanlara, zorunlu olarak yavaş gelişenlere çok daha fazla zama ı ı
verilmeli. Ama b u zaman ondan esirgendi ! "38 Nietzsche'nin daha i y ı

*
Aslında 61 yıl. Horniman meşhur bir Viktoryen markasıydı ve muhtemelen tt·ıır
ke kutuda satılan ilk çaydı. 19 18'de şirketi J. Lyons satın aldı, ama çayın ilk a ı l ı
Britanya'da 1 960'1ara, ABD'de 1 990'lara kadar aynı kaldı.
Ahlakın Soykütüğü

Wagnercileri kendi davasına ayartma umudunun odağında von Stein'ın


olduğunu daha önce görmüştük. Artık Nietzsche, von Stein'ın yeterince
vakti olsaydı Wagnercilik yolundan ayrılıp "özgür ruhlular" arasına ka­
tılacağını hissediyordu (von Stein'ın onu nasıl hüsrana uğrattığını unu­
tup gitmişti, yani kör ölmüş badem gözlü olmuştu).
Temmuz ayı, Goethe'nin günlüklerinde genç şairin bir gönül mace­
rası olarak bahsi geçen gizemli "Muthgen"in, Nietzsche'nin babaannesi
Erdmuthe'den başka biri olmadığına ilişkin heyecan verici bir keşifle
başladı. Ne yazık ki, araştırmalar Erdmuthe'nin kesinlikle "Muthgen"
olamayacak kadar genç olduğunu gösteriyordu; Nietzsche bu sonucu
kabul etmeye kesinlikle gönüllü olmamıştı.39 Goethe onun en büyük
kahramanı olduğundan, onun ruh sağlığı açısından kişisel bir bağlan­
tı -hatta belki de Goethe'nin kanının kendi damarlarında akıyor olma
ihtimalini bile düşünmüştü- büyük bir sevinç kaynağı olacaktı.
Temmuz ortasında Emily Fynnler ve Kontes Mansuroff yine Enga­
din'e geldiler, ama bu sefer Sils'te değil Maloja'daki Grand Otel'de kal­
dılar. Burası Sils Gölü'nün karşı tarafta, güneydoğu ucundaydı ve yürü­
yerek bir buçuk saat çekiyordu. Nietzsche'nin otelin önündeki alanda
dokuz yüz araç olmasının orayı çok " Nice'e benzettiği "40 ifadesi abartılı
gelebilir, ama otelin yemek salonunun günümüzdeki fotoğraflarına bak­
tığımızda kocaman masaların etrafına toplanmış üç-dört yüz kişi görü­
yoruz; bu da 1 8 80'lerde kitle turizminin Engadin'e ulaştığını gösteriyor.
Yazın ortasında bütün Avrupa'ya yoğun bir sıcak dalgası gelince
Nietzsche, Köselitz'e gönderdiği mektupta herhalde "insandan ziyade
omlete benzediğini" yazmıştı.41 Nietzsche en az iki bin metre yüksekte
olmaktan memnunsa da, Sils'te bile nem yüksekti ve sıklıkla fırtına çı­
kıyordu. Bunlar sağlığına da moraline de kötü geliyordu, ama yine de
güzel geçen günler "küçük polemiğini" yani Ahlakın Soykütüğü 'nü üç
haftada bitirmesine müsaade etti.
Ağustos'un başında yine bir beslenme deneyine girişti. * Maloja'daki
kadar turist işgali altında olmasa da, Sils'teki Alpenrose'nin yemek sa-


Nietzsche'nin kendi düşüncesinin ve genellikle rasyonel düşüncenin "deneysel" do­
ğasında daima ısrar ettiğini daha önce görmüştük. Sağlığını düzeltmek için sürekli
yaptığı iklim ve beslenme deneyleri bu rasyonellik görüşünü yansıtır ve belki biraz
da bu görüşün ortaya çıkışına sebep olmuştur. Fakat rasyonelliğin başarısızlığı, bes­
lenmesi düzene girince sindiriminin de düzene girebileceğini göz önüne almamasın­
dan kaynaklanıyordu.
NIETZSCHE

lonunda da yaklaşık yüz kişi oluyordu ki bunların arasında pek çok ço­
cuk da vardı. Nietzsche hem gürültü hem de yemeğin "tehlikeli" doğası
yüzünden, kendisinin " sürüyle birlikte otlayamayacak kadar hassas bir
hayvan" olduğuna karar verdi. Öğlen yemeğini kalabalık gelmeden ya­
rım saat önce yiyecek, tabldot yerine de kapsamlı bir rejime girecekti:
Her gün öğlen yemeğinde ıspanaklı biftek, ardından da büyük bir om­
letle elma reçeli; akşamları birkaç dilim domuz pastırmasının yanında
iki yumurta sarısı ve iki küçük ekmek. Sabahları beşte içtiği bir bardak
çayın yerine şekersiz kakao içiyordu (van Houten'in Hollanda kaka­
osunu tercih ediyordu, ama sonra İsviçre Sprügli'sini denemeye karar
verdi) . Ardından bir saat daha uyuyup kalkıyor, giyiniyor, bir bardak
çay içiyor ve çalışmaya başlıyordu.42 Bu dumura uğratıcı, meyvesiz ve
neredeyse sebzesiz beslenmenin sağlığına herhangi bir görülür katkısı
olmaması hiç de şaşırtıcı değildir. Ardından öğlen yediği ıspanağı da
bırakıp bifteğin yerine domuz pastırmasını geçirince işler iyice kötüye
gitti; o zaman artık rahmetli olmuş olan (ki hiç şaşırtıcı değildi bu) Dr.
Wiel'in karın ağrılarına karşı "domuz pastırması tedavisini" uygulu­
yordu.
Nietzsche Ağustos boyunca (artık Dr.) Meta von Salis'le düzenli ola­
rak görüştü. Meta artık evini paylaştığı arkadaşı Hedwig Kym'le birlikte
gelmişti. Meta hemen her sabah Nietzsche'nin iki dakika yürüyüş me­
safesindeki odasından geldiğini, bazen öğlenden sonraları da uğradığı­
nı hatırlar. Eğer görünmüyorsa, bu hasta olduğu anlamına geliyordu.
Hava çok sıcak değilse yürüyüşe çıkıyor, aksi takdirde Meta'nın oda­
sında " samimi sohbetler" ediyorlardı. Nietzsche çoğunlukla çok neşeli
oluyor ve zararsız şakalar yapıyordu -"kardeşçe" ilişkisi olan kadınlarla
(daha önce de Elizabeth'le) birlikteyken hep böyleydi. İki kadın ona kü­
rek çekmeyi öğrettiler ve Nietzsche rüzgar çıktığında hafiften tehlikeye
düşmekten çok hoşlandı. Hiç kürek çekmediği bir yolculuğun ardından
kendini suçlu hissedermiş gibi duran Hedwig'e, onu daima "denge için
başının üstüne koyduğu bir taş" olarak hatırlayacağını söyledi.
Meta'nın ziyareti Eylül başında sona erdi:

Ayrılışımızı asla unutamayacağım ... Corvatsch'ın [Dağ] eteğinde, Silvaplana


Gölü'nün kıyısında yürüyorduk. Hava çok açıktı, güz renkleri gelmişti ki Nietzsche
doğanın bu tonu için "öte dünyaya ait" diyordu. Göl hafiften dalgalıydı ve gül rengi
Ahlakın Soykütüğü

akşam bulutlarını yansıtan küçük dalgalar kumsala hafifçe hışırdayarak vuruyordu.


"Sanki veda etmek üzere elinizi sıkmak istiyorlar," dedi nedimimiz ahenkli sesiyle.
Ardından, göl ile Sils'in yamacı arasındaki kasvetli bir yoldan eve doğru yürürken içini
çekerek şöyle dedi: " İ şte yine dul ve yetim kaldım."43

Eylül başında son bir görüşmesi de eski okul arkadaşı Paul Deussen'le
oldu. Nietzsche kısa süre önce Deussen'in yeni kitabının, yani Vedanta
Sutraları44 ( Die Sutra's des Vedanta, 1 877) adlı geniş yorumlu tercümesi­
nin protokol nüshasını almıştı. 45 Eskiden genellikle yaptığı gibi Deussen'e
büyüklenmeyi aklına bile getirmeyen Nietzsche, onun Berlin'de felsefe
kürsüsünü kazanmasını, bunu yapan ilk Schopenhauer'cı olmasını et­
kileyici bulmuştu. Ayrıca Deussen'in -hakikaten büyük- kitabından da
çok etkilenmişti. "İncelikli ve özlü," diye yazıyordu. Bu kitap Deussen'i
Avrupa'daki en önemli şarkiyatçı yapmıştı. Ayrıca, "modern Avrupa fel­
sefesinin en zekice konumlarının (Kantçılık, atomculuk, nihilizm vb. )
hep birkaç bin yıl önce Hint felsefesinde ortaya çıktığını d a fark etmemi­
zi sağlıyordu.46 Deussen yarı yaşındaki Yahudi karısı Marie'yle birlikte
2-4 Eylül' de Yunanistan'a gidiş yolunda orada kalmıştı. Deussen ziyare­
tini şöyle hatırlıyordu:

On dört yıllık ayrılıktan sonra arkadaşımı ilk defa görünce kalbim hızla çarpmaya
başladı, duygulandım ve ona sarıldım. Ama bu süre içinde ne kadar da değişmiş·
ti. Geçmişteki gururlu duruşu, esnek yürüyüşü ve akıcı konuşması gitmişti. Yavaş
yavaş ve bir tarafa doğru yatarak sürükleniyor gibiydi. Konuşmakta zorlanıyor ve
tereddüt ediyordu ... Ertesi sabah beni dairesine, ya da kendi deyimiyle "mağarasına"
götürdü. Burası bir köy evinin sade bir odasıydı ve anayola üç dakika uzaklıktaydı.
Bir tarafta kitapları duruyordu, eski zamanlardan çoğunu tanıyordum. Yanlarındaki
gösterişsiz masanın üzerinde kahve fincanları, yumurta kabukları, el yazmaları, tuva­
let malzemeleri rengarenk bir karmaşa halindeydi, bir çizme çekeceği ve üstünde bir
çizme, son olarak da dağınık bir yatak vardı. Her şey gevşek hizmet ve hoşgörülü bir
beyefendi getiriyordu akla ... Ayrılırken gözünde yaşlar vardı; daha önce ağladığını
hiç görmemiştim. Bir daha onu hiç aklı başında göremeyecektim.47

***

Güzle birlikte yine Sils'ten ayrılmanın vakti gelmişti. Nietzsche ay­


rılmadan birkaç gün önce Widmann'a (İyinin ve Kötünün Ôtesinde'ye
686 NIETZSCHE

"dinamit" yorumunu yapan kişi) bir mektup göndererek, Hayata Öv­


gü'sünü (Hymnus an das Leben) dostu Johannes Brahms'a gösterme­
sini rica etti.48 Belki de Wagnercilerden kopmuş olmasının, Wagner'in
müzikteki karşı kutbu Brahms'ı doğal bir müttefik yapacağını düşün­
müştü. Fakat Brahms sadece eseri aldığına dair resmi bir not gönderdi.
Widmann'a gönderdiği mektupta (muhtemelen Widmann'ın tavsiye et­
tiği) İyinin ve Kötünün Ötesinde'yi aldığını, ama bir de İtalyan romanı
aldığını, böylece "gri bulutların altında mı yoksa mavi göğün altında mı
yürüyeceğine" karar verebileceğini yazmıştı.49 Anlaşılan Brahms "kay­
gan" esere en azından şöyle bir bakmıştı.
***

Nietzsche 2 1 Eylül'de Sils'ten ayrıldı ve bir kez daha iki "evi" ara­
sında bir "perde arası" aramaya başladı. Bu sefer Venedik'te şansı ya­
ver gitti, Calle Dei Preti 1263'te, yani çok sevdiği St. Mark Meydanı ve
dostu Köselitz'e yakın bir yerde oda tuttu. Nice'te olduğu gibi burada
da yatağının üstünde bir cibinlik vardı. Bu, Venedik'e son gelişi olacak­
tı, Köselitz'i de aklı başındayken son kez görüyordu. Ne yazık ki güneş
çok yakıcıydı, bu yüzden de serin esintiyi ve berrak göğü sevmesine
rağmen, iki aylık kalma planını bir aya indirdi. Cenova ile Milano ara­
sındaki bir demiryolu tünelinde iki saatlik beklemeyi de içeren eziyetli
bir yolculuktan sonra patlak bir valiz ve ağrıyan bir başla 23 Ekim'de
Nice'e vardı.

Nice'te Beşinci ve Son Kış

Nietzsche yolculuğun stresine rağmen döndüğüne çok memnundu.


Venedik'e kıyasla dikkati çekecek kadar sıcak olan Nice'in neşeli, dün­
yevi zarafetinde, büyük şehir hissinde ve egzotik, "Afrikalı" bitki ör­
tüsünde "sarhoş edici" bir şeyler olduğunu yazdı Köselitz'e.50 Bu sefer
daha önce denenmiş Cenevre Pansiyonu'ndan başka yerde kalmak söz
konusu bile olmadı, hiçbir bakımdan denenmemiş bir şey görmek iste­
miyordu: " Öyle bir noktaya geldim ki," diye yazdı Franziska'ya, " bir­
kaç kendini kanıtlanmış şeye tutunmaktan (Nice de bunlardan biri) . . .
başka hiçbir şey yapamam; hayatımın anlamı olan işimin dışsal şeyler
tarafından mümkün olduğunca az bozulmasını istiyorum. "51 Her türlü
Ahlakın Soykütüğü

dikkat dağıtıcı şeyden uzak durmanın, insanın "merkezini" bulmasıyla


ilgili bir mesele olduğunu yazdı Cari Fuchs'a :

Filolog olduğum sırada "eksantriktim [dışarı-merkezliydim]", kendi merkezimin


dışındaydım (ama bu ... kötü bir filolog olduğum anlamına gelmiyor). Bugün ise o
sırada Wagnerci olmam bana eksantrik geliyor ... İ nsan aşama aşama kendini tekrar
içsel birliğini sağlayacak şekilde disipline ediyor; insanın uzun zaman adlandıramadı­
ğı tutku onu her türlü dikkat çelici ya da dağıtıcı uğraştan kurtarıyor; üstelik hiç seçme
özgürlüğü olmadan misyonerce bir görev biçiyor insana.52

Tahmin edileceği gibi, Cenevre Pansiyonu'nda ucuz bir odaya dön­


mek, bir kez daha soğuk, ağaçların gölgesinde, kuzeye bakan bir odada
yaşamak demekti ki soğuk Ocak ayında bununla ilgili yapacak "espri"
bulamıyordu.53 Yine her zamanki "morarmış parmaklar" problemiyle
karşılaşınca, bir soba kiralamayı düşündü. Ama maliyeti (yakıtsız) 50
frankı bulunca Franziska ona mevsimi geçirene kadar Naumburg'dan
bir soba gönderdi. Soba gelince sevinçten deliye dönen ve ilk kez ısıtıl­
mış bir odanın konforunda banyo yapan Nietzsche, "ateş tanrısının"
çevresinde bir "pagan dansı" yaptığını Köselitz'e itiraf etti.54
***

Nietzsche aralık başında Danimarkalı akademisyen ve eleştirmen Ge­


org Brandes'ten bir mektup aldı. Mortis Cohen adıyla doğan Brandes,
on dokuzuncu yüzyılın ana edebiyat akımları üzerine çok ciltli bir eserin
yazarı olarak ün kazanmıştı. Nietzsche'ye İnsanca, Pek İnsanca, İyinin
ve Kötünün Ôtesinde ve Ahlakın Soykütüğü'nü bildiğini, şimdi de bü­
tün eserlerini okumak istediğini yazdı. Brandes onun bir profesör oldu­
ğunu öğrenince hayret ettiğini ve hiç akademisyen gibi yazmadığı için
onu tebrik ettiğini de ekledi. Nietzsche'nin Hıristiyanlığa ve demokratik
bayağılığa saldırısını destekliyor, ayrıca "aristokratik köktenciliğine" de
sempatiyle yaklaşıyordu. Ama hiç de dalkavukça olmayan bir yakla­
şımla, merhamete saldırısına net bir yaklaşımı olmadığını ve kadınlara
saldırısına hak vermediğini ekliyordu. Ayrıca anlamadığı birçok nokta
olduğunu da belirtmişti.55
Nietzsche cevabında Brandes'in "iyi bir Avrupalı" olduğunu yazdı.
Anlama konusundaki güçlükleri ise "eski bir müzisyen olarak çeyrek
tonları iyi duymasına" atfetti; bu da eserlerinin dokusunu sıklaştırıyor,
688 NIETZSCHE

"diyalektiğe güveninin kaybolmasına, sebepler göstermek bile isteme­


mesine" yol açıyordu.56 Bu kadar geniş çapta nüfuz sahibi bir kişinin
gözüne çarptığı için çok sevinen Nietzsche, elinde olmayan eserlerin
hepsini ona göndermesi için Fritzsch'e talimat verdi. Köselitz'e gönder­
diği bir mektupta da Brandes'in o "andaki entelektüel bakımdan en zen­
gin Danimarkalı, yani Yahudi olduğunu ve "aristokratik köktencilik"
tanımının "doğru söylenmiş ve yaşanmış" olduğunu söyledi.57 Felse­
fe tartışmaları bir yana bırakılırsa, Brandes Berlin'deyken Ree ile Lou
Salome'yle birlikte biraz zaman geçirmiş ve "ağabey kardeş" gibi birlik­
te yaşadıkları haberini getirmişti.58
***

Nietzsche'nin yazdığı kadarıyla 1 8 8 7 Noel'i Nice'te "fantastik ve ab­


sürd" bir tarzda geçmişti:

Yoğun kar: Hem benim için hem de Nice'liler için yeni bir şey. Palmiye ağaçları
karın ağırlığıyla eğiliyor, sarı portakallar karların arasından görünüyor ve inanılmaz
bir gökyüzü, neşeyle aydınlanmış. Bu koşullar altında küçük sobamı kendimden kıs­
kanıyorum (her sabah tam saat altıda sobayı yakıyorum).59

Nietzsche Noel'den kısa süre önce Nice Opera'sının yeni açılan İtal­
yan tiyatrosunda Carmen'e dördüncü kez gitti. Bir kez daha "hakiki bir
olay -önceki dört haftaya kıyasla bu dört saatte daha fazla şey öğren­
dim ve anladım" ,60 diye yazarak, müziğin, en azından müzikal havanın,
duygunun düşünceler doğurduğu yolundaki sıkça tekrarlanan temasını
yine dillendirir. Bir ay sonra aynı deneyim konusunda Köselitz'e şöyle
yazıyordu:

Müzik bana artık daha önce hiç vermediği bir his veriyor. Beni benden kurtarıyor,
aklımı başıma getiriyor, adeta sahneyi uzak bir mesafeden izliyorum, çok etkileniyo­
rum. Beni kuwetlendiriyor... ve her seferinde, bir müzik akşamından sonra, ertesi
sabah dirençli içgörüler ve düşüncelerle dolu oluyorum. Bu çok tuhaf. Adeta doğal
bir elementin içinde yıkanıyorum. Hayat [ve açıkça düşünce] müzikten yoksunsa salt
hatadır, tüketicidir ve bir sürgündür.61

Nietzsche'nin müzik yoluyla kendini aşma deneyimine hala bağlı ol­


duğuna dikkat edin.
Ahlakın Soykütüğü

Edebi Projeler

Önceki bölümde gördüğümüz üzere, Nietzsche eski kitaplarına yeni


önsözler yazması ve Şen Bilim 'in genişletilmiş yeni basımını hazırlama­
sı sonucunda 1 88 7 Haziran'ında " bugüne kadarki tüm eserlerimin son
ayinlerini yaptım ve hepsine sevgiyle veda ettim" hissiyatı içindeydi.62
"Hayatımın bir bölümünü" sonuna getirdim, diye yazıyordu ve artık
önünde Güç !stenci'ni6 3 üretmek gibi "muazzam bir görev" vardı -İyi­
nin ve Kötünün Ôtesinde'nin altbaşlığında belirttiği gibi, o zamana dek
verdiği bütün eserler bu "geleceğin felsefesi"ne salt bir "giriş" niteliğin­
deydi. Daha önce belirtildiği gibi, bu proje ilk kez 1 8 86 Ağustos'unda
ortaya çıkmıştı. İyinin ve Kötünün Ôtesinde de aynı ayda çıktığına göre,
şurası açık ki, ilk plan başyapıt üzerinde tam zamanlı çalışmanın "giri­
şin" yayımlanışından hemen sonra başlamasıydı.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Zira altmış altı protokol
nüshasına ve birkaç yorumun çıkmasına rağmen İyinin ve Kötünün
Ôtesinde'nin genellikle kitap okuyan halk üzerindeki etkisi her zaman­
ki gibi sıfıra yakındı. Nietzsche 1 88 7 Haziran'ında Overbeck'e proto­
kol nüshalarının sadece beşte birinin herhangi bir tepki yarattığından
ve o ana dek sadece 1 14 nüsha satıldığından yakınıyordu. Bu satışlar
Zerdüşt' ün iV. Bölümü için verdiği 1 0 0 taleri, İyinin ve Kötünün Ôte­
sinde için verdiği 300 taleri ve daha eski eserleri düzeltip genişletmek
için verdiği 150 taleri karşılamaya başlamamıştı bile.64 Dolayısıyla,
Nietzsche Güç İstenci planlarını durdurup Ahlakın Soykütüğü adlı kısa
eseri kaleme almaya karar verdi. Bu eser İyinin ve Kötünün Ôtesinde'nin
"genişletilmesi ve ayrıntılandırılması" olacaktı, bu yüzden tıpkı önceki
esere benzeyecek şekilde basılmalıydı. *

* KGB Ill.5 946. " Genişletilmiş ve ayrıntılandırılmış ... " ifadesi Soykütük'ün birinci
baskısının ilk sayfasının arkasında yazdığı ve Nietzsche'nin gözetiminde çıkan tek
baskı bu olduğu halde, Colli-Montinari toplu eserlerinde ya da standart İngilizce
çevirilerinde bu ifadenin yer almaması talihsizliktir. Nietzsche 1 888 Şubat'ında
matbaacısı Naumann'a gönderdiği mektupta, Ahlakın Soykütüğü adını kullanmak
yerine belki daha akılda kalıcı iyinin ve Kötünün Ötesinde başlığını kullanıp alt
başlık olarak Ek. Üç inceleme (KGB Ill.5 994) kullanmanın daha yerinde olaca­
ğını yazmıştır. Son on yılda Anglo-Sakson ahlak felsefecilerinin Soykütük'e kafayı
takmalarına rağmen iyinin ve Kötünün Ô tesinde yi nadiren tartışması can sıkıcı
'

bir durum.
NIETZSCHE

Alt başlığında belirtildiği gibi, Soykütük'ün mevcut durumla "alakası"


öncellerine de ilgiyi ve satışları artıracağını düşündüğü bir "polemik"ti.65
( Bana kalırsa Nietzsche eserlerinin okurlar üzerindeki etkisini değerlen­
dirmekte güçlük çekiyordu, çünkü eserlerden herhangi birinin polemik­
siz olduğunu söylemek mümkün değildir. Soykütük'ün önemli yanının,
"ahlaka savaş ilanı"66 olduğunu yazıyordu -ama bu savaş şüphesiz daha
önce İnsanca, Pek İnsanca'da enikonu ilan edilmişti. İyinin ve Kötünün
Ôtesinde'yi Soykütük'ün "allegro feroce" [hızlı tempolu ve sert] değil67
tam tersi "ihtimamlı bir tarafsızlık" gösterdiği iddiası ise iyiden iyiye
hedefi ıskalamaktadır.)
Soykütük'ün ana metni 1 0-30 Temmuz'da üç hafta içinde yazıldı.68
Fakat Ağustos sonunda hala orasına burasına eklemeler yapıyordu.69
Nietzsche'nin en organik eseri olduğundan, onun standartlarına göre
çok sıkı bir şekilde düzenlenmiştir; ayrıca diğer eserlerinin aksine bü­
tünün yol gösterici anlayışına uygun hazırlandığından, olağanüstü bir
yetenek gösterisidir. Eser 1 6 Kasım 1 88 7'de yine Naumann'dan basıldı,
yine masraflar Nietzsche'nin cebinden çıktı, çünkü artık Fritzsch'in iyi
niyetli olmakla beraber beceriksiz olduğuna kanaat getirmişti.
Nietzsche Soykütük'ü yazdıktan sonra artık genişletilmiş Şen Bilim' in
değil, bu eserin bir "devri" kapattığına, "gelişim anlatısını" tamamladı­
ğına, -"bugüne kadarki varlığımın altına bir çizgi çekti" bu eser diyor­
du- karar verdi.70 Aralık sonunda, "Ay tepemde, ayakta duruyorum:
bir kapı kapanıyor ve diğeri açılıyor," diye yazıyordu; açılan bu kapı,
"varlığımın ana nesnesi" dediği: Güç İstenci'ydi 71.

Ahlakın Soykütügü Üzerine

Soykütük'ün ana amacı Nietzsche'nin -her zamanki gibi "az sayı­


da" - okurunu Hıristiyan ahlakının gücünden kurtarmak ve onları daha
iyi bir ahlaka doğru yönlendirmekti. Göreceğimiz üzere, Soykütük 'ün
hitap ettiği "daha yüce" tipin tanımlayıcı yönü Hıristiyan ahlakına ken­
dini tamamen kaptırmamış olması, Hıristiyan ahlakı ile yerini aldığı kla­
sik ahlak arasında bir "savaş meydanı" olmasıdır. Nietzsche'nin amacı
"Roma" ile "Yahuda " arasında alttan alta süren savaşı açığa çıkarmak
ve "Roma"nın kazanmasını temin etmektir.
Ahlakın Soykütüğü

Nietzsche'nin önsözlerinin çoğunda olduğu gibi, Soykütük'ün önsö­


zü de içeriğe dair güvenilir bir rehber değildir. Şöyle yazıyordu Nietz­
sche: "Benim sorunum ... insanın hangi koşullar altında iyi ve kötü
değer yargılarını ortaya attığı ve bu yargıların kendi değerlerinin ne
olduğu "ydu.72 Bu yüzden, amacın Hıristiyan ahlakının (elbette olum­
suz) değerini ortaya koymak olduğuna, yöntemin ise "soykütüğü" yani
"kökenlerin" açıklanması olacağına inanmaya yönlendiriliriz.73 Bu ko­
nuda yanlış yönlendirici olan bir nokta, eserin tamamen eleştirel görün­
mesine yol açmanın " Roma"nın kazanmasını sağlamak gibi temelde ya­
pıcı bir niyeti saklamasıdır. Başka bir yanıltıcılık da Hıristiyan ahlakının
soykütüksel soruşturmasının aslında neredeyse tamamen üç inceleme­
den ilk ikisiyle sınırlı olmasıdır. Üçüncü incelemede aslında Hıristiyan
ahlakının kökeni ya da değeriyle hemen hiç ilgisi olmayan somut ve
önemli tartışmalar yürütülür.
Yine de, eserin temel özelliğinin Hıristiyan ahlakının soykütüğünün
irdelenmesi olduğuna şüphe yoktur. Aynca "değerin " "köken" soruş­
turmasıyla belirlenebileceği fikri alarm çanlarını çaldırmaya yatkın gö­
rünmektedir. Bunun iyi bilinen " soykütüksel yanılsamanın" olumlan­
ması anlamına gelip gelmeyeceğini sorası gelir insanın. Nükleer enerjiyi
ele alalım. İnsanlık dışı ölçekte ölüm ve yıkım yaratma niyetinden doğ­
muştur. Ama şimdi temiz ve "yeşil" enerji kaynağı olarak giderek daha
değerli görülmektedir. Demek ki kökenindeki kötücül nitelik mevcut
değerini belirlemez. O halde soykütüksel yanılsamanın bir mantık ha­
tası olması, aynca Nietzsche'nin de bunun farkında görünmesi yüzün­
den,74 bir de Soykütük'ün altbaşlığının " Bir Polemik" olması sebebiyle
pek çok araştırmacı Nietzsche'nin mantık ya da rasyonellikle ilgilen­
mediği sonucuna varmıştır. Amacının seçme okurunu öyle ya da böy­
le Hıristiyan ahlakının pençesinden kurtarmak olduğunu düşünürler.
Ayrıca tercih ettiği yöntemin de aslında rasyonel eleştiri değil duygusal
retorik olduğunu söylerler. Soykütük'ün kesinlikle kafaya değil kalbe
hitap ettiği söylenir.
Esere böyle bakmak bana tümden yanlış görünüyor. Ama Nietz­
sche'nin soykütüksel usulünü fiiliyatta görmeden rasyonel olup olma­
dığını tartışmak da imkansız göründüğünden, bu meseleyi tartışmayı
metnin sonuna geldiğimizde sürdüreceğim.
NIETZSCHE

Birinci inceleme: "Hayır ve Şer'', "iyi ve Kötü"

Soykütük'ün ilk incelemesi, İyinin ve Kötünün Ôtesinde'deki Hıris­


tiyan ahlakının tarihsel kökenlerinin, antik dünyadaki kölelerin, efen­
dilerinin ahlakına " başkaldırısında" bulunduğu açıklamasının genişle­
tilmesidir.
Nietzsche'ye göre ilk ahlaklar savaşçı-soylularla birlikte doğmuştu:
örneğin Vikingler ya da Homeros dönemindeki Yunanlar. Kendileri ile
"avam [plebian] " ya da "alelade" olanlar arasında " uzaklık pathosu "
yaşadıkları için75 kendilerine "iyi" demiş, öne çıkan ş u özelliklerini de
erdem olarak adlandırmışlardı: sağlık, fiziksel kuvvet, cesaret, askeri be­
ceri, doğruluk, sadakat, düşmana aman vermemek. Kendileri gibi olma­
yanlar ise, ister kendilerinden zayıf olan yabancı kabileler ister kendi kö­
leleri olsunlar, "kötü" diye adlandırılıyordu. " Çürük yumurta "daki gibi
bir anlama sahip olan "kötü", nefret değil küçümseme ifadesiydi. Bu
küçümsemede çoğunlukla "bizim gibi olmama" talihsizliğine sahici bir
sempati de olurdu biraz. Yunan soyluları için kötü olan, "şanssızdı " . 76
Filoloji eğitimine dayanan Nietzsche'nin, efendi ahlaklarının önceli­
ğine dair kanıtı pek çok Avrupa dilinde, belki de hepsinde "iyi" sözcü­
ğünün eninde sonunda soylu savaşçıları tarif eden sözcüklere dayanma­
sıydı. Latince bonus büyük ihtimalle dounus, yani savaşçı kelimesinden
türemişti, Almanca gut'un ise hiç şüphesiz Gott'tan (Tanrı) türediğini ve
bu yüzden esasen "tanrı benzeri ırk " anlamına geldiğini öne sürüyor­
du. 77 Nietzsche'ye göre toplumsal üstünlük kavramı daima psikolojik
üstünlük anlayışı yaratır; bu da zaman içinde fiili toplumsal mevkiden
ayrışır.78 (Tam tersine, düşük toplumsal mevki kavramı da düşük psiko­
lojik mevki kavramını yaratır: schlecht (kötü) sadece schlicht'in (sade,
basit) tipolojik varyantıdır.79
(Nietzsche ilk incelemesinin sonunda dilbilimcileri şu soruna eğilmeye
davet eder: "Dilbilim, özellikle de etimoloji ahlak kavramlarının evrim­
leşme tarihine nasıl bir ışık tutacaktır? " Birinci incelemede taslağı çizilen
ahlak tarihinin bilgi olarak değil, bir araştırma programına temel teşkil
etmesi için sunulan bir hipotez olarak düşünüldüğünü belirtir. Brandes
bu daveti kabul etmiş ve Nietzsche'nin iddialarını Danca etimologlarına
danışmıştı. Nietzsche'ye yazdığı kadarıyla uzmanları bonus-duonus tü­
remesini doğrulamıştı, fakat Gotik Almancada gut ile Gott arasında hiç-
Ahlakın Soykütüğü

bir bağlantı yoktu.80 Nietzsche'nin iddiasını destekleyen başka örnekler


bulunabilir: Hem İngilizcede hem de Almancada karakter özelliği ola­
rak " soylu" sözcüğü toplumsal statü tanımı olan " soylu"dan türemiş,
"görgüsüz" anlamındaki "vulger" ise alt sınıf anlamındaki "vulger"den
türemiştir; keza alçak anlamındaki " hain [villa in] " ise aynı zamanda
feodal serfi tanımlar. )
"Soylu ahlak" üzerinde bu kadar durmak yeterli. " Köle ahlakı" , kö­
leleştirilen Yahudilerden doğmuştur, der Nietzsche. "Dinmek bilmez bir
nefretle" soylu ahlakın "iyi = soylu = güçlü = güzel = mutlu = Tanrı'nın
sevgilisi" eşitliğinin yerine köle ahlakının "iyi = acı çeken = yoksul =
güçsüz = alçak" eşitliğini getirerek ilk önce soyluları yenmişlerdir. 8 1 İyi­
nin ve Kötünün Ôtesinde'nin "değerlerin ilk yeniden değerlendirilmesi"
olarak anılmasının sebebi budur.82 ( "Yeniden değerlendirmenin" basit­
çe "tersine çevirme" olduğuna dikkat edin; bu da Nietzsche'nin ikinci
"yeniden değerlendirmesinin karakteri için net bir "işarettir" . Yahudile­
rin ezilmeye böyle tepki vermesinin sebebi rahiplerin yönettiği bir ulus,
"rahipli bir ulus" olmalarıydı.
Yahudi rahiplerinin iki özelliği -ayrıca bunlar rahiplerin genel özel­
likleriydi- "köle isyanı" için çok önemliydi. Birincisi, güç istemeleri ama
fiziksel yönden güçsüz olmaları, ezilen konumda olmaları yüzünden ra­
hipler "dizginlenemez nefret kazanlarıydı ", ruhları -Soykütük boyunca
kullanılan merkezi bir terimle söylersek- ressentiment* (hınç) ile "zehir­
lenmişti" .83 İkincisi, rahipler zekiydi: Yahudi toplumunda nüfuz sahi­
bi olmaları ancak böyle açıklanabilir. Rahipler zekaları sayesinde " son
derece bilinçli bir intikam ediminde" bulunabilmiş, baskıcı soyluları
güçten düşürmek için kurnazca planlar yapmış, böylece Yahudiler üze­
rindeki baskıyı ortadan kaldırmışlardı: onları önceden günah olanların
erdeme dönüştüğü ve önceden erdem olanların da günah olduğu yeni bir
ahlakı benimsemeye ikna etmişlerdi.84
Soykütük 'te Yahudi kölelerin isyanının ne zaman ve kime karşı or­
taya çıktığı sorusuna hiç cevap verilmez. Overbeck'e gönderdiği bir

*
Sözcüğü 1 875'te okuduğu Eugen Dühring'in Hayatın Değeri (Der Wert des Lebens,
1 865 ) adlı eserinde görmüşse de, Nietzsche bu kavramı Hyppolyte Taine'nin üç cilt­
lik Fransız Devrimi'nden (Historien de la Revolution Française, 1878-85) almıştı.
Bu yüzden Almanca Groll (hınç) yerine, sürekli bu kavramın Fransızcasını kullanır.
Soykütük'ün bir protokol nüshasını gönderdiği Taine, temel açıklayıcı kavramının
Nietzsche'nin kitabında yer aldığını görünce sevinmiş olmalıdır.
NIETZSCHE

mektupta Nietzsche hikayenin genelinin sürükleyiciliği uğruna epeyce


ayrıntıyı atladığını kabul eder.85 Ama bir yıl sonra yazdığı Deccal'da,
isyanın zannedildiği gibi Roma İmparatorluğu'nda değil, Babil Sürgü­
nü (İÖ 597) sırasında gerçekleştiğini açıklığa kavuşturur.86 Dolayısıyla
manzara şöyledir: Yahudiler ilk olarak "köle ahlakını" uydurdular, bu
ahlak Babil Sürgünü sırasında aksini seçemedikleri hayatı onaylıyordu.
Yüzlerce yıl sonra Hıristiyanlar bu iyi geliştirilmiş güçsüzleştirme aracı­
nı devraldılar, birazdan göreceğimiz bazı düzeltmeler yapıp Roma soy­
lularına karşı yönelttiler. Soykütük'te Hıristiyanlığın köle isyanının "mi­
rasçısı" olduğunun söylenmesinin sebebi bu önceki hikayedir8 7 (aynı za­
manda Hıristiyan ahlakının sadece "köle ahlaklarından" biri olmasının
da tam sebebidir).88 Ayrıca Konstantin, Hıristiyanlığı İS 3 1 2'de Roma
İmparatorluğu'nun resmi dini ilan ettiğinde "zafer kazananın" "Hıris­
tiyanlık" değil "İsrail" olması da bu yüzdendi: intikamı ve tüm eski de­
ğerlerin yeniden değerlendirilmesiyle" , İsrail muzaffer olmuştur ve hala
da galibiyetini sürdürmektedir.89 Nietzsche'nin ilgisinin odağında ke­
sinlikle klasik antik dönem ahlakından Hıristiyan ortaçağının ahlakına
geçiş vardı. Ama bu geçişi Babil'de başlayan bir sürecin tamamlanması
olarak görüyordu.
***

Peki, bu "değerlerin ilk yeniden değerlendirilmesi" tam olarak na­


sıl gerçekleşmişti? Değerlerin tersine dönmesinin mekanizması neydi?
Nietzsche iki noktaya işaret eder: bunlara "ahlaki döndürme" ve "me­
tafizik klipslerin icadı" adlarını vereceğim.
"Hıncın (ressentiment) zehirli gözlerinden" bakıldığında, soylu nite­
likler "yeniden ellenmiş ve yeniden yorumlanmıştı" :90 bir başka deyişle
"döndürülmüştü " . Kendine güvenmek bencillik olmuş, kuvvet barbar­
lık, buyurma alışkanlığı küstahlık, doğruculuk zalimlik sayılmaya baş­
lamıştı. Diğer taraftan köleler efendilerinin kendini-yüceltmesini tak­
lit ederek göstermek zorunda oldukları nitelikleri erdem yapmışlardı.
Kelimenin tam anlamıyla zorunluluktan fazilet çıkarmışlardı: ısınmak
için diğer kölelerle bir araya sığışmak "komşu sevgisi" olmuş, çekin­
genlik tevazu sayılmış, köle ruhluluk itaatkarlık olmuş, "kapıda bek­
lemek zorunda olmak" sabır haline gelmişti. Genellikle "acizlik, iyilik
olmuştu ".91 ( "Döndürme"nin perspektif değişikliği anlamına geldiğine
dikkat edin: Efendilerin bakış açısıyla görülen bir karakter özelliği şimdi
Ahlakın Soykütüğü

kölelerin bakış açısıyla görülüyordu. Bu da Soykütük'ün üçüncü incele­


mesindeki önemli "perspektivizm" tartışmasıyla bir bağ kurmaktadır.)
Hıristiyan ahlakına göre köleler "yalnızca kişi olarak onlardan daha
iyi olmakla kalmadıklarını, onlardan daha iyi durumda olduklarını, hiç
değilse bir gün daha iyi durumda olacaklarını anlatmaya çalışıyorlar. "92
Yani Hıristiyanlık geliştikçe (Deccal'a göre bu gelişimin baş mimarı Aziz
Pavlus'tu), Hıristiyan ahlakı iki metafizik "klips" edinmiş, böylece tu­
tunma gücü artmıştı.
Bunlardan birincisi her insana "özgür irade" atfedilmesiydi. Bu atfın
iki amacı vardı: Birincisi, soyluların özgür, dolayısıyla sorumlu, dola­
yısıyla suçlu olması, böylece baskıcı edimleri için cezayı hak etmeleri
amaçlanıyordu; ikincisi, kölelerin kendi zayıflıklarını başarı olarak, öz­
gürce seçilmiş erdemler olarak göstermesi ve böylece ahlaki itibar ve
ödülü hak etmesi amaçlanıyordu.93
İkinci "klips" ise doğaüstüydü: Tanrı, cennet ve ölümsüz ruh.
"Günah-karların" zenginleştiği çok açık ve bu hayatta sık görülen bir
şey olduğundan, "adalet" (yani intikam) için işlerin tersine döneceği
başka ve ebedi bir yaşam olmalıydı. Nietzsche'nin iddiasına göre, sonra­
ki yaşamı yaratan şey "ebedi nefretti" ve Aquinolu Aziz Tomasso'dan *
aktardığı, "Hıristiyan sevgisinin" altında yatan gerçekliği saklayan
maskenin bir anlığına kayması anlamına gelen "gökyüzü krallığındaki
mesut kişi, lanetlenmişlerin cezasını, kendi saadetinin tadına daha iyi
varmak için, görecek"94 savını da destekliyordu.
***

Nietzsche köle ile soylu ahlakı arasında iki temel karşıtlık olduğunu
düşünür. Birincisi yaratıcı kökenlerinin farklı olmasında yatar. Soylu­
larda yaratıcı olan kendine saygı iken, köle isyanı "hınç (ressentiment)
yaratıcı olunca" başlar. Soylu kendine "evet" derken, köle ötekine "ha­
yır" der. Bu yüzden soylu ahlakı kendine odaklıyken köle ahlakı ötekine
odaklı, tepkiseldir. Bu yüzden soylu ahlakının odak sözcüğü "iyi"yken
-"kötü" ise solgun ve kavramsal olarak zorunlu bir karşıtlıktır sadece­
köle ahlakında odak sözcük, nefret dolu "şer"dir -"iyi" ise sadece sol­
gun ve kavramsal olarak zorunlu bir karşıtlıktır. Soylu ahlak, erdemlerle
başlar ve günahları " sonra düşünür"; köle ahlakı ise tam tersini yapar.95

* Ortaçağ skolastik düşünürlerinin en önemlisi ve Katolik ilahiyatının sistemleştiricisi


olarak kabul edilen İtalyan teolog Tommaso ( 1 224/25-1 274)-r.n.
NIETZSCHE

İkinci temel karşıtlık kölelerin " hastalıklı" durumu ile soyluların


psikolojik "sağlığı" arasındadır. Kölelerin, özellikle de rahiplerinin
"kısılmış" ruhları çarpık, "zehirli" ve hıncın (ressentiment) kanserli
"kurtları" tarafından kemirilmişken,96 soylular psikolojik bakımdan
"muhteşemdir" -"görkemli yırtıcı hayvan, sarışın canavar [olan soylu
ırk-ç.] temelde av ve zafer için" yani güç istencini kullanmak için "tut­
kuyla dolaşır" . Yabancılara karşı davranışlarının dizginsiz yırtıcılığına
zıt bir şekilde, kabile içinde savaşçı-soyluların kendilerine özgü bir baskı
yaşadığı doğrudur: "Töreyle, saygıyla, alışkanlıklarla, minnett�rlıkla,
dahası, karşılıklı kuşkular ve grup kıskançlıklarıyla sıkı bir şekilde de­
netlenirler. " Fakat bunun sağlıkları üzerinde kalıcı zararı olmaz, çün­
kü düzenli olarak yabancılara karşı barbarca vahşiliklerde bulunurlar,
"toplum huzurunun içinde uzun süren bir kapatılmışlığın, çepeçevre
sarılmışlığın yarattığı gerilimin bedelini vahşetle telafi ederler" .97 Güç
istencinin hüsranını hızla ve sıklıkla azaltma, "istim salma" imkanları
olduğundan bu durum kangrene dönüşmez, ruhlarını zehirlemez.98 (Bu
belki de aşırı basit, hidrolik ruh modelinin çağdaş psikoterapinin bü­
yük bir kısmına nasıl sızdığına dikkat edin: psikodramacılar, kişiden,
bir yastığı "öldürerek" ona kötü davranan ama artık ölmüş ebeveynine
nefretini "kusmasını" isterler. )

Birinci incelemenin Gelecek Hayaline Katkısı

Ecce Homo'da anlatıldığı kadarıyla Soykütük, Hıristiyan ahlakının


yerine yeni bir türden ahlak geçirmek üzere, "tüm değerlerin yeniden
değerlendirilmesi için ... üç belirleyici hazırlık çalışmasını" 99 kapsar. Bu
yüzden ana-eser İyinin ve Kötünün Ôtesinde'yle birlikte toplu olarak bu
üç incelemenin, bugünkünün "antitezi" olan bir ahlakın bazı "işaretle­
rini" vermesini bekleyebiliriz.100
"Bak Nietzsche, soylu ahlakını çok çekici gibi gösteriyorsun ama ger­
çeklerle yüzleşelim - Yahudiler kazandı ve saati geri döndürmek müm­
kün değil," diyen "özgür düşünür"ün 101 aksine Nietzsche'ye göre, köle
kültürü hakikaten bugün kültürümüzde ağırlıkta olmakla beraber, köle
ahlakı ile soylu ahlakı arasındaki "savaşın" hala sonuçlanmadığı pek
çok alan vardır. Hatta daha yüce olma potansiyeli taşıyan insanın ta-
Ahlakın Soykütüğü

nımlayıcı özelliği ruhunun sahiden bir ahlaki "savaş meydanı" olma­


sıdır. Bildiğimiz gibi, yürütülecek savaş " Roma ile Yahuda" arasında­
dır (daha önce belirttiğim gibi, Pforta'nın Yunanistan'a tapınması ile
Hıristiyanlığı arasında bir savaştır) . "İnsan ırkının refahı ve geleceği, "
der Nietzsche, " aristokratik değerlerin, Roma değerlerinin koşulsuz hü­
kümdarlığını" getirecek ahlaki devrime bağlıdır.102 (Vikinglerden Ro­
malılara geçişin açıklanmayan yönüne, bir şekilde onların aynı ahlakı
paylaştığı varsayımına tekrar dönmemiz gerekecek. )
Sonra Nietzsche bize " Roma'ya (ve elbette Yunanistan'a) karşı Ya­
huda" prizmasından görülen bir özet Avrupa tarihi sunar. Roma sofu
ortaçağ tarafından mağlup edilmiştir, ama sonra İtalyan Rönesansı'nda
"klasik idealin, her şeyi değerlendirmenin soylu yönteminin parlak ve te­
kinsiz bir yeniden uyanışı" yaşanmıştır. Fakat çok geçmeden Reform'un
Hıristiyanlığı yeniden canlandırmasıyla Rönesans susturulmuştur. Bu­
nun ardından 1 789'daki Fransız Devrimi'yle birlikte daha da kölece
bir ahlak galip gelmiştir. Klasiğin son ve kısa bir kıvılcımlanması da
Napoleon'da "soylu ideal probleminin ta kendisinin ete kemiğe bürün­
mesi," soylu ahlakın cisimleşmesiyle gelmiştir, çünkü (Taine'nin açığa
çıkardığı gibi), Napoleon " Unmensch (insanlık dışı) ile Übermensch'in
(üstinsan) bir sentezidir".
***

Nietzsche'nin dediği gibi, " Roma"ya dönüş, soylu ahlakın canlandı­


rılması arzusunun sorunlu yanını özet olarak gösteren şey bu Napoleon
tasviridir: Übermensch imkanını yok etmeden Unmensch'in defterini
nasıl düreceğimizdir asıl sorun. Nietzsche inanılmaz barbarlığı döne
döne vurgular, can çekişen Roma İmparatorluğu'nu işgal eden Viking­
lerin ve Germen kabilelerin "vahşice " yıkım keyfinden" bahseder. "Sa­
rışın canavar" sağlık, kuvvet, yaşama sevinci bakımından "muhteşem"
olmakla birlikte, "hayret verecek kadar vahşidir" , bu yüzden kendimizi
ondan korumak istemekte "kesinlikle haklı sayılırız". Avrupa'nın geri
kalanı Germen gücünün yükselişini " derin ve buz gibi bir güvensizlik­
le" izlemekte çok haklıdır; bu güvensizlik "Avrupa'nın kuduran sarışın
Germen canavarını yüzyıllar boyunca gözlemesinden ortaya çıkmış, hep
şu sönmek bilmeyen korkunun yankısıdır" . 103 (Nietzsche bir yıl için­
de Avrupa'nın uluslarından, saldırgan ve güçlü Alman Reich'ı etrafında
"çelikten bir halka " dikmelerini talep edecektir. )
NIETZSCHE

Demek ki Nietzsche köle ahlakçılarının güdülerini anlayabilmekte,


hatta güçsüzlük konumunda olmalarına rağmen yine de canavarı ev­
cilleştirmedeki becerilerine hayranlık duymaktadır. Fakat mesele tam
da buradadır: Köle ahlakının galip gelmesi sarışın canavarı "evcil ...
evde beslenen hayvana çevirmiş", hasta bir aleladelik, bir başka deyişle
çağdaş Batılı insanlık haline getirmiştir: "günümüzün insanı" "dumura
uğramış ... cılızlaşmış . . . zehirlenmiştir"; artık "genişlem�k" istemeyen
bir ruha sahiptir. 104 Hıristiyan ahlakı yaratıcı özgür ruh imkanını imha
etmektedir.
O halde biz -Avrupa- sarışın hayvanı yanlış şekilde uygarlaştırdığı­
mızı görüyoruz. Bana kalırsa birinci incelemenin başlıca sonucu budur.
O halde doğru yol nedir? Cevabı zaten biliyoruz: "Yunan çözümüdür" .
Hıristiyan kısırlaştırmasının yerine Yunan yüceltmesine ihtiyacımız
vardır: Eris'i kaldırmamız değil, "kötü" tezahürlerini "iyi" tezahürle­
re dönüştürmemiz gerekir, savaşı "rekabete" dönüştürmeliyiz. Sava­
şı ve savaşçı içgüdüsünü korumalıyız, ama tekrarlarsak, " barutsuz ve
dumansız bir savaş" olmalıdır bu. 105 Böylece Unmensch'ten kaçınırken
Übermensch imkanını, yani iyi ve kötü ahlakının kesinlikle ötesinde de­
ğil hayır ve şer ahlakının "ötesinde" bir varlık imkanını yok etmeyiz.106
Bunu yaparsak "insanlığa güvenimizi" ,107 insanın -Avrupalı insanın­
bir geleceği olduğuna güvenimizi koruyabiliriz. Aksi takdirde "son in­
sanlar" olduğumuzu, " ( Batı) tarihinin sonuna" ulaştığımızı keşfederiz.

ikinci inceleme: Görenek Ahlakı ve Bağımsız Birey

Soykütük'ün ikinci incelemesinin tuhaf bir başlangıcı vardır: Başlıkta


incelemenin "'Suçluluk', 'Vicdan Azabı' ve İlgili Konular"a dair olduğu
belirtilse de, başlıkta bahsi geçmeyen vaatte bulunma ve " bağımsız birey"
tartışmasıyla metne girilir. Nietzsche 4. Kesim'de ahlakın soykütüğü mese­
lesine geri dönmekten bahseder, o yüzden ilk üç kesim, ana tartışmaya gi­
riş niyetine vaat edilen "İlgili Konular"ın incelenmesine ayrılmış olmalıdır.
İnceleme şaşırtıcı bir şekilde insanlık sorununun, "vaatte bulunmaya
muktedir bir hayvan yetiştirme" sorununun büyük ölçüde çözüldüğü
gözlemiyle başlar. Bu gözlemi şaşırtıcı kılan şey, "aktif unutma"nın ya­
lıtılmış bir insan zihni arızası olmaması, "mutluluk ve neşelilikte" esas
Ahlakın Soykütüğü

olmasıdır: O olmasa "hazımsızlaşırız" . 108 Yani geçmişteki bir yaranın


canlı anısını korursak (örneğin Salome macerasının), onun üstünde çok
durursak, giderilememiş bir intikam açlığı, hınç (ressentiment) bizi tüke­
tir. Nietzsche'nin sağlıklı unutma paradigması ilk incelemede verilir: Yu­
karıda da bahsedildiği gibi Fransız Devrimi zamanında yaşayan devlet
adamı Marquis de Mirabeau, ona göre asla bir hakareti bağışlayamazdı,
çünkü unutmuş olurdu.109
Vaadin insanlık sorunu olmasının sebebi sadece onun -açık ya da
örtük vaatler verilmesi ve bunların ardında durulması- insanı "şaşmaz,
tekbiçimli, öngörülebilir" kılmasıdır. Tarihöncesi çağlardan beri insa­
nı öngörülebilir yapan "görenek ahlakıdır"; bu da -burada bizi Tan
Kızıllığı'na gönderir- "uygarlığın ilk önermesidir" , en ilkel kabilelerde
bile vardır. 1 10 Daha önce gördüğümüz gibi, rekabetçi, Darwinci bir or­
tamda ayakta kalabilmek için bir cemaatin ortak bir -benim ifadem­
le- "oyun planının" "sertliğini, tekbiçimliliğini ve biçimsel sadeliğini"
temin eden bir ahlaka sahip olması gerekir. Nietzsche şimdi şartların
arasına "öngörülebilirliği" eklemiştir: Toplumsal güven yoksa, birey­
lerin verilen görevi yerine getireceklerine güvenilemiyorsa oyun planı
etkisiz kalacaktır.
Unutmak çok büyük bir kuvvet, öngörülebilirlik de çok önemli ol­
duğundan, bireyin ruhuna bir bütün olarak topluma vaadinin hatırasını
"kazımak" için dehşetli araçlar gerekiyordu: Birey, toplumun avantaj­
larından faydalanmak için görenek ahlakının kurallarına uymayı örtük
olarak vaat ediyordu. Acı "en güçlü anımsatıcı" olduğundan, kanunu
bozanlara vaatlerini "hatırlatmak f için kullanılan tipik araçlar arasında
hadım etme, idam, parçalama, ilk doğan çocuğu kurban etme de vardı . 1 1 1
Nietzsche'nin "görenek ahlakı" terimi her türlü topluluğun ahlakı­
na işaret eder elbette. Fakat ikinci incelemenin odağında "tarihöncesi"
ahlak,1 1 2 Yunan uygarlığı öncesindeki kabileler vardır. Burada "sorum­
luluğun" ilk "kökenlerini" keşfetmeye çalışıyoruz, insanın örtük olarak
uymayı kabul ettiği kuralları uygulama sorumluluğunu bulmak istiyo­
ruz. İnsanı ilk kez "eşitlerden oluşmuş bir grubun içindeki bir eşit" ha­
line getiren, yalıtılmış bir bireyden ziyade kabile üyesi yapan şey, bu
sorumluluk ve öngörülebilirlik kuşağıdır. 1 1 3
İlk incelemede Viking ve Got kabilelerinin yabancılara karşı "kafese
sığmaz yırtıcı hayvanlar" gibi davranırken kabile içinde "töreyle, say-
7 00 NIETZSCHE

gıyla, alışkanlıklarla, minnettarlıkla, dahası, karşılıklı kuşkular ve grup


kıskançlıklarıyla sıkı bir şekilde denetlendiğini" hatırlayın. Bunu aklı­
mızda tutarsak, şu anda sorumluluk ve öngörülebilirlikten bahsedilme­
sinin ikinci incelemeyi tekrar birinciye nasıl bağladığını görebiliriz: "gö­
renek ahlakı" tartışması, barbar kabilelerin iç işleyişlerine daha önceki
kısa göndermenin genişletilmesidir. İki inceleme arasındaki başka bir sü­
reklilik de, ikinci incelemedeki "vicdan azabı" tartışmasının, birazdan
göreceğimiz üzere, tecavüz ve yağma mönüden çıkınca "yırtıcı hayva­
na" neler olduğunun bir açıklamasıdır. Ama vicdan azabına geçmeden
önce önemli yerde konudan ayrılıp " bağımsız bireye" değineceğiz. 1 14
Görenek ahlakının "toplumsal deli gömleğine" binlerce yıl itaat eden
bireyleri kapsayan "muazzam sürecin" sonucu, "en olgun meyvesi" ,
" bağımsız bireydir", der Nietzsche. Zerdüşt'te de benzer bir şey söy­
lenir: " [ahlak] yaratıcıları önce halklardı, bireyler ancak ondan sonra
yaratıcı oldular; gerçekten de bireyin kendisi henüz en son yaratıdır. " 1 1 5
Düşünülen şudur: Binlerce yıl "göreneğin" dayatılması "sorumluluk"
alışkanlığının, göreneğin kurallarına itaat edileceğine dair örtük vaadi
yerine getirme alışkanlığının içine işlemiştir. İnsan, taahhütlerine sadık
olma alışkanlığını içselleştirmiş bir canlı haline gelmiştir. Bir gün sorum­
luluk alışkanlığını, " uzun, kırılmaz iradesini" yeni bir hedefe, yani kendi
"değer ölçütüne" kilitleyen bir birey doğacaktır -Nietzsche bunun nasıl
olacağını açıklamaya çalışmaz, ortada sadece benim kullandığım dille
"rastlantısal mutasyon" vardır. Her yönüyle en az görenek-güdümlü kişi
kadar "sorumlu " olan birey nedensiz "özgür iradeye" sahip olma anla­
mında "özgürleşmez elbette (Nietzsche bunun yanılsama olduğu konu­
sunda gayet tutarlıdır), ama "bağımsızlaşma", yani görenek güdümlü
değil kendi güdümünde bir birey olur. Şen Bilim ' in diliyle "özgür ruhlu"
olur, kendi " baskın içgüdüsünü" izlemekte özgürdür. Özgür olduğun­
dan "görenekler üstüdür", "çünkü 'bağımsız' ile 'göreneksel' birbirini
dışlayan terimlerdir" . 1 16 Nietzsche bu süreci defterlerinde anlatır:

İnsanlığın Gelişimi. (A) Doğayı fethetmek ve böylece kendisi üzerinde belli bir
güce sahip olmak. İ nsanlığın doğayla ve [içindeki] "yabani hayvanla" savaşta üstün
gelmesi için ahlak zorunludur. (B) . .. Doğa üzerinde güç sahibi olunca insan bu gücü
kendisini özgürce biçimlendirmekte kullanabilir: Kendini yükseltme ve kuwetlendir­
me olarak güç istenci. 1 1 7
Ahlakın Soykütüğü 70 1

Nietzsche göreneksel ahlakın uzun tarihini bağımsız bireye "giden


yol" olarak zikreder. Bu biraz Hegel'in tarihi, mutlu sona doğru giden
bir hikaye olarak anlatmasına benzemektedir ve Nietzsche'den böyle
sözler çıktığını görmek çok tuhaftır, zira dünyada amacın varlığını tek­
rar tekrar reddeder: Şen Bilim'de söylendiği gibi, "dünya bengi kaostur"
ve her türlü desen, düzen ya da amaç tasarımı salt bir "insanbiçimcilik­
tir". ı ı s Ama bence demek istediği şudur: Bengi dönüşü isteme açısından
(Nietzsche'nin zihninin geri planında daima varlığını sürdürür) sorumlu­
luk alışkanlığını dayatmak için kullanılan dehşet verici araçlara bakar ve
insan varlığının bütünselliğinde "kefaretlerinin nasıl ödeneceğini" düşü­
nürsek dünyaya önceden herhangi bir amaç ya da niyet aksettirmeyen bu
geriye dönüşlü bakış açısından görenek ahlakının bağımsız bireye "giden
yol" olduğunu, yani bu birey tarafından meşrulaştırıldığını görebiliriz.
Nietzsche olayların geriye dönüşlü olarak araçlar ve amaçlar diye bu dü­
zenlenişine bir mektubunda dolaylı olarak değinir: " Kaderin ... belli bir
kasıt gözetme özelliği, ... böyle anlarsak masaldan ibaret değildir" . 1 1 9
Peki, bağımsız birey tam olarak kimdir? Soykütük'ün İyinin ve Kötü­
nün Ôtesinde'nin "geliştirilmesi" olduğunu düşünürsek, hiç şüphe yok
ki "geleceğin filozofunun" yeniden ortaya çıkışıdır. Bu bireye hem "vic­
dan" hem "sorumluluk" atfedildiğini hatırlayın: "Filozof, bizim anla­
dığımız kadarıyla, insanın tüm gelişiminin vicdanına sahip en kapsamlı
sorumluluğu taşıyan"dır. 120 "Geleceğin filozofu"nun hem "ileri görüş­
lü filozof" hem de "muzaffer filozof" anlamına geldiğini düşünürsek,
" bağımsız birey", bana göre, aynı çifte göndermeye sahiptir. Nietzsche
bağımsız bireyi "kıt isteklilere ve güvenilmez yaratıklara egemen ol­
mak" 121 için yeterli hale getiren şeyin, "kendine egemen olmak" oldu­
ğundan bahsederken aynı anda hem ileri görüşlü filozofun ideal topluma
doğru yanındakileri yönlendirirken faydalandığı manevi liderlikten, hem
de muzaffer filozofun ideal toplumdaki liderliğinden bahsetmektedir.
Nietzsche incelemenin ana meselesi olan "vicdan azabı" tartışmasına
niçin bağımsız birey tartışmasıyla girmektedir? Nietzsche'nin hemen her
eserinin amacının şu ya da bu şekilde belli bir profil sunmak -adeta bir
"vazife tanımı" yapmak- olduğunu hatırlayalım; bu da okurun dava
için uygun bir aday olma potansiyeli taşıyıp taşımadığını belirler. Ge­
nellikle profil ideal bir otoportreden oluşur. Burada ise bağımsız bireyin
portresinden oluştuğunu düşünüyorum (aslında bu seferki de çok idea-
7 02 NIETZSCHE

lize edilmemiş bir otoportredir) . .. Bu yüzden incelemenin büyük bir kıs­


mı "vicdan azabının" bir hastalık türü olduğunu gösterme girişimleriyle
dolu olmasına rağmen, vicdan azabına hiç karşı olmadığını, aksine onu
talep ettiğini vurgulamak Nietzsche için önemlidir. Yani "anarşistleri '' ,
mevcut ahlakı reddeden ama onun yerini alacak başka ahlakı olmayan,
" vicdanı" olmayan, tutarlı bir kişiliği ya da yaşam tarzı olmayan "öz­
gür düşünürleri" ( " ikinci sınıf özgür ruhları" ) kendi tarafına çekmek
istemiyordu. Potansiyel bir aday ancak bağımsız bireydeki gibi "kendi­
ne egemen olmaya " yeterli nitelikteki ve tutarlı ve birleşik bir hiyerarşi
için ruhunu disipline edebilecek düzeydeki bir kişi olabilirdi. Bağım­
sız birey tüm dürtülerini " baskın içgüdüye" bağlı kılacak ve buna da
" [haklı olarak] vicdan diyecek"ti. 122 "Kendine cevap verebilir olmak,
hem de gururla cevap verebilmek" , 123 kişinin yüce benliğine ve görevi
olan ideale karşı sorumlu olmak, bağımsız birey olmanın şartıydı. Sa­
dece böyle bir " vicdan" geliştirebilen insanların "geleceğin filozofları"
olma potansiyeli vardı.

Vicdan Azabının Kökenleri

Nietzsche bağımsız birey tartışmasını tamamladıktan sonra nihayet


konuya gelir, yani Hıristiyan "suçluluğunun" soykütüğünü incelemeye
geçer. Soykütüğünün esin kaynağı yine etimolojidir: "suçluluk (Schuld) "
sözcüğünün "son derece maddi" olan "borç (Schuld) " kavramından geldi­
ğine dikkat çeker. * * 124 Bu türeme ilişkisi modern Almancada da Schuld'un
(hala) hem " borç" hem "suçluluk" anlamına gelmesinde de görülmek­
tedir. Bu yüzden Schuld-Schuld bağlantısı "borç" fikrinin "suçluluğun"
ya da "vicdan azabının" kökeni olduğunu gösterir. Nietzsche şimdi de
birinin diğeri içinde nasıl büyüdüğünün çapraşık hikayesine geçer.
İlk toplumlarda (yine savaşçı kabilelerden başlıyoruz gibi görünü­
yor), bazı hizmetler, karşılığının ödeneceği vaadiyle görülürdü. Fakat

* Nietzsche'nin biyografisi büyük ölçüde "bağımsız bireyin" biyografisidir. pforca­


Prusya özdisiplini hayatı boyunca devam etmiştir, fakat 1 876'dan sonra yeni ve çok
Prusya-karşıtı bir "değer ölçütünce" diz�inlenmiş olarak bulmuştur kendisini.
* * Bu durum Almancaya has değildir. Eski lngilizcede de gieldan (borç) ile gylt "suçlu­
luk" arasında bir bağ varmış gibi görünmektedir.
Ahlakın Soykütüğü

borçlunun çoğunlukla teminat gösterecek bir malı olmadığından, onun


yerine karısını, özgürlüğünü, hayatını, hatta öbür dünyadaki hayatını
ortaya koyardı. Genellikle borçlu, hizmete denk düşen ve geri ödeme va­
adi yerine getirilmediğinde talep edilebilecek "ağırlıkta etini" teklif eder­
di. Nietzsche her toplumda alacaklı-borçlu (dolayısıyla vaat) ilişkileri ol­
duğu gözlemini yapar. En ilkellerin haricindekilerde bu ilişkilerin hepsini
kapsayan bir "adalet" sistemi oluşturulmuştur. Bu sistemin temelinde de
"her şeyin fiyatı vardır, her şey tazmin edilebilir" öncülü bulunur.
Nietzsche ayrıca sırası gelmişken, borcunu ödeyemeyen borçluların
korkunç şekillerde cezalandırılmasının da bizi zalimliğin, "kaygısızca
kötülüğün" insan doğasının temel içeriği olduğu gerçeğiyle (yine "ka­
ranlık ve kaygan" bir gerçek) yüzleşmek zorunda bıraktığını da belirtir.
Birinin acı çektiğini görmek güzeldir, ona acı çektirmek ise daha güzel­
dir. Antik dünyada acı yoksa şenlik de yoktu. Yunanların tanrılara su­
nabildiği en nefis hediye Troya savaşlarıydı -adeta eğlence için sahneye
konulmuş korkunç bir seks ve şiddet filmi. (Nietzsche'nin göz alıcı bir
şekilde gösterdiği üzere, Yunanlar bütün hayatlarını tanrılar tarafından
daima izleniyormuş gibi geçirirlerdi -adeta aktörlerin dünyalarının film
seti olduğunu tam olarak bildiği bir Truman Show * gibi.) 125
Alacaklı-borçlu ilişkisi göreneksel ahlaka uyma vaadi temelinde bi­
reyler arasında ve bireyler ile toplum arasında bulunduğu gibi, bir bütün
olarak toplum ile kurucu ata arasında da vardır. Kabile sadece kurucu­
ların çabaları ve fedakarlıkları sayesinde var olduğunu bilir, atalar hala
güçlü koruyucu ruhlar olarak varlığını sürdürmektedir. Kabile ne kadar
serpilip güçlenmişse, atalar o kadar güçlüdür ve şenliklerle, çok büyük
kurbanlarla, mesela ilk doğan çocukların kurban edilmesiyle onlara
ödenecek borç da artmıştır. (İbrahim, oğlu İzhak'ın Yehova'ya kurbanı­
nı gerektirecek bir yola girdiğini kabullenmiş görünmektedir. ) Nihayet
ata "ilahi gizem ve aşkınlık" alemine itilerek tanrı sıfatıyla tecelli eder.
Bu yüzden esasen tanrılar, korkudan, yani borcun ödenmemesi halinde
yapacakları şeyin korkusundan kaynaklanmıştır. 1 26

*
Senaryosunu Yeni Zelandalı Andrew Niccol'ın yazdığı, Avustralyalı yönetmen Peter
Wier'in yönettiği, 1 998 yapımı, komedi-dram türü film. Filmin kahramanı Truman
Burbank'ın hayatının yirmi dört saati, doğumundan itibaren televizyonlardan canlı
yayınlanan bir televizyon şovudur. Truman, çocukluğundan itibaren program ekibi
tarafından tasarlanıp kurulmuş bir kasabada yaşadığını ve hayatında yer alan tüm
insanların aktörlerden oluştuğunu bilmez, bunları gerçek sanır-r.n.
NIETZSCHE

Hıristiyanlığın tabloya dahil olduğu nokta burasıdır. Putperestlerin


alacaklı-tanrıya borç fikrini miras alan Hıristiyanlık, "azami" -mono­
teistik ve bu yüzden de her şeye gücü yeten- tanrı fikriyle beraber azami
borç fikrini de icat etti.127 Fakat " dehanın dokunuşu" çarmıha gerilme
oldu: Tanrı, iddiaya göre sevgisinden dolayı, insanın borcu için kendi­
ni feda etti -alacaklı olan, borçlu için kendini feda etti. Yani demek
isteniyordu ki, değersiz olmamız bir yana, borcumuzu bizzat ödeme
imkanımız sonsuza dek "elimizden alınmıştı" . Sadece Tanrı bu borcu
silebilirdi.128
Nietzsche'nin borcun "ahlakileşmesi" dediği nokta, putperest
Schuld'un, " borcun" Hıristiyan Schuld'a, "suçluluğa" dönüştüğü nokta
burasıdır. 129 Bence temel fark zorunlu borç ile zorunsuz borç arasında­
dır. Hıristiyan suçluluğu "ilk günah"tan kaynaklanır, Tanrı'ya borçlu
olduğumuz şeyi geri verme kapasitemiz prensipte yoktur. Schuld müba­
dele aleminden çıkıp metafizik alanına girmiştir.
***

Bu arada başka bir gelişme yaşanmaktadır -Nietzsche'nin karma­


şık anlatı yapısı zamanda bir adım geri gider. Barışa hapsedilen erkek
yeni hayatının gereklerini yerine getirmeyi beceremeyerek bu hayata
yabancılaşır -Nietzsche'nin burada avcı-toplayıcı topluluklardan tarım
toplumuna geçişi kastediyor olması kuvvetle muhtemeldir. Erkek "kara­
da yaşamaya zorlanmış bir deniz hayvanı" ( "sudan çıkmış balık" ) gibi
hisseder kendini. * 1 30 Eski savaşçı içgüdüleri, hala yerindedir, ama artık
doğal bir şekilde ifade bulamamaktadır; bu yüzden "yeraltında" tatmin
aramak zorunda kalır. Dışsal bir tatmine izin verilmediğinden saldır­
ganlık kişinin kendisine yönelir. 1 3 1 Savaşçı erkek kendinden nefret eden
erkeğe dönüşmüştür. Saldırganlık -"benim dilimde güç istenci" l 32- içe
döner. 133 Hayvanat bahçesindeki kaplanın kendi ayağını kemirmesi
gibi, erkekler de (kadınların bu hikayede hiç rolü yokmuş gibi görünü­
yor) fena halde hastalanır.
***

*
John Gray, Saman Köpekler'de (2008; Straw Dogs, 2002) avcı-toplayıcılığın gezgin
ve bağımsız hayatından çiftçiliğin yerleşik hayatına geçişin insan sağlığında, öm­
rünün uzunluğunda ve mutluluk hissinde kökten bir bozulmaya yol açtığını öne
sürer. Tarıma geçişin, Discover dergisindeki (Mayıs, 1987) makalesinin başlığındaki
ifadeyle, "İnsan Türünün Tarihindeki En Büyük Hata" olduğu noktasında Jared
Diamond'a, hak verir.
Ahlakın Soykütüğü

Şimdi karşımızda iki soykütüksel hikaye var. Biri ataya-borcun öde­


nemez borca, Hıristiyan Tanrı'sının karşısında suçluluğa dönüşümü­
nü anlatıyor. Diğeri de barış koşullarında yaşamaya zorlanan savaşçı
soylularda kendinden nefretin gelişimini anlatıyor. (Yapmaları gereken
şey ötekine yönelik saldırganlığa devam etmeleridir elbette, ama bunu
Yunanlar gibi yüceltilmiş biçimde yapacakları öngörülür. Olimpiyatlar
ya da tragedya şenlikleri yaratmaları gerekir. Ama bu da Yunanların
dehasının bir ürünüydü. )
22. Kesim'de iki hikaye buluşur (Nietzsche'nin ani değişikliği, detek­
tif hikayesi yazarının aniden olay ile alt-olayın birleşimini açığa çıkart­
masına benzer) . Kendinden nefret eden insan, saldırgan içgüdülerinin
doğal boşaltım kanallarının hepsi tıkanınca dini kaidelere kapılarak
"kendine eziyetini keskinleştirmeye" , daha önce ifade bulamayan ken­
dinden nefretine odak ve biçim vermeye yönelir. "Sevgi" Tanrı'sı bir ta­
raftan İsa, yani hayvani içgüdülerin antitezi (ve yeni idealin cisimleşmesi
olarak kendinden nefretini yoğunlaştırmaya hizmet eder), diğer taraftan
ise "cellat Tanrı" olur ve onu ebedi eziyet korkusuyla dehşete sürükler.
Dünya garip bir heyecanla dolar, ama diğer yandan da içinde çok uzun
kaldığımız bir "tımarhane" olur.
***

Soykütük'teki incelemelerin ilkinde iki boşluk vardır. Birincisi, Hı­


ristiyan ahlakının ilk başta nasıl çekim gücü kazandığına dair bir izah
yoktur: Roma İmparatorluğu'ndaki kölelerin, soyluların gönüllerini
ve zihinlerini yeni ahlakın safına çekmeyi nasıl başardığı belli değildir.
Göreceğimiz üzere, bu boşluk Nietzsche'nin son eserlerinde doldurulur.
Ama doldurulması "hayat, güç istencidir ve daha ötesi değildir" iddia­
sında ciddi bir değişiklik gerektirdiğinden ve bu değişiklik son eserlere
kadar görünmediğinden, meseleyi tartışmaya 26. Bölüm'de o değişikliği
tartıştıktan sonra döneceğiz. İkinci boşluk Hıristiyan ahlakının Roma
İmparatorluğu'nun ötesine nasıl yayıldığı, barbar kabilelerin gönüllerini
ve zihinlerini nasıl fethettiği konusundadır. Şimdi artık Nietzsche'nin bu
ikinci soruya cevabını anlayabilecek konumdayız.
Birinci incelemede göreneğin içsel kısıtlamalarının savaşçı bireyler­
de kalıcı bir hasar bırakmadığını, çünkü dışsal olarak " boşaltımın"
mümkün olduğunu görmüştük. İkinci inceleme artık tecavüz ve yağ­
manın mümkün olmadığı bir zamana, hayatın kısıtlamalardan ibaret
NIETZSCHE

kaldığı bir zamana ilerleyerek bu kabilelerin hikayesine devam eder.


Böylece saldırganlık içe döner. Hıristiyanlığın ilk yurdu olan Roma
İmparatorluğu'nun sınırları dışına çıkarak dünyayı fethetmesini sağ­
layan bereketli zemini bu oluşturmuştur. Deccal'da belirtildiği gibi,
Hıristiyanlığın barbar kabileleri fethetmesini sağlayan şey (tarıma geç­
tiklerinden) onların da "kendi kendini yaralama ve içe dönük vahşet"
durumuna gelmeleridir. 1 34 Eski savaşçı kabilelerin kendilerini dövmek
için bir sopaya ihtiyacı vardı ve Hıristiyanlık da herkesten daha büyük
ve iyi bir sopa sunuyordu.

ikinci incelemenin Gelecek Hayaline Katkısı

İkinci incelemenin sonunda Nietzsche şunu sorar: " Burada bir ide­
al kuruluyor mu yoksa yıkılıyor mu ? " Cevap verir: " Bir tapınak kur­
mak için bir tapınak yıkılmalıdır" .135 Bu söz iki şeye işaret eder: Bi­
rincisi, aklında Hıristiyanlığın yerine belli bir olumlu alternatif -bir
"karşı-ideal"-136 vardır; ikincisi, "tapınak " dini bir terim olduğundan,
Nietzsche'nin karşı-ideali basitçe Hıristiyanlığın yerine ateizmi geçir­
mek olmayacak, alternatif dini bakış açısı gibi bir şey önerilecektir. Bu
alternatif "ideali" gözümüzün önüne az çok getirebilmek için güçlü,
aşkınlaşmış ataya " borç" anlamında dinin kökenine geri dönelim. Bu
kökenlerin "sofulukla" hiçbir ilgisi olmadığına işaret eder Nietzsche:
din "korkudan" kaynaklanır. 1 37 Nietzsche tanrı korkusuyla yaşamamı­
zı istememektedir elbette, bu yüzden "ahlaklı" vicdan azabının en bü­
yük hastalığı ancak Hıristiyanlıkla gelmiş olmasına rağmen, tanrılarla
ilişkiler öncesinde de hiç de sağlıklı değildi.
Daha doğrusu, büyük bir kısmı sağlıksızdı. Çünkü bazı "soylu ka­
bilelerin" dinin korkudan kaynaklandığı tezine istisna teşkil ettiği orta­
ya çıkmıştır. 138 Kendini çarmıha germe ya da kendine kötü davranma
dışında da tanrıları "icat etmenin " faydaları vardır. Nietzsche'ye göre,
" Yunan tanrılarına şöyle bir bakarsak, hayvan insanın ilahlaştığını his­
settiği soylu ve şerefli insanların yansımaları" olduklarını görürüz.139
Daha önce gördüğümüz gibi, Nietzsche'nin gözünde Yunan tanrıları
övgü dolu otoportrelerdir, derin kendine güvenin ifadeleridir. Buradan
da yine, insanın kendinden nefretini değil insanın kendine saygısını öne
Ahlakın Soykütüğü

çıkaran tanrıların Nietzsche'nin ideal geleceğine ait "tapınağı" doldura­


cağı sonucunu çıkarabiliriz. İşte bu yüzden kendi idealinin Hıristiyanlı­
ğın "tersi" olduğundan bahseder: 1 40 Kısacası ikinci "değerlerin yeniden
değerlendirilmesi" , basitçe birinci değerlendirmenin iptalidir.
Burada soykütüksel yöntemin oynadığı yapıcı role dikkat edin. Dinin
şu ya da bu ölçüde insan "sağlığının" antitezi haline geldiği noktala­
rı, sıhhatin yerini hastalığın aldığı noktaları tespit etmemizi sağlayarak,
daha sağlıklı tanrılar anlayışına ve onlarla daha sağlıklı ilişkilere giden
"yol işaretleri" koymaktadır. İyinin ve Kötünün Ôtesinde'deki gözlemi
tekrarlarsak, insan ileri doğru " büyük bir sıçramaya" hazırlanıyorsa,
"geriye doğru" uzun bir yol gitmesi iyi olacaktır. 141

Üçüncü İnceleme: Çileci idealler Ne Demektir?

Ecce Homo'da "üçüncü inceleme, çilecilik [bkz. Sözlükçe] idealinin


müthiş gücüne ilişkin sorunun cevabını veriyor" 142 denir. Ama gerçekte
" belli bir çileci ideal" hakkında olduğu kadar "çileci idealler" hakkın­
da da konuşulur. Bana kalırsa "çileci ideallerin " anlamını "çileci pra­
tikler" olarak almak daha zihin açıcı olacaktır. Bu ikameyi aklımızda
tutarsak, incelemenin birinci, giriş kesimi bize çileci pratiklerin, yani
yoksulluk, iffet ve tevazu adlı geleneksel, manastırlara has erdemleri
sergileyen pratiklerin143 çok farklı "anlamlara " geldiğini gösteriyor.
Sanatçılar hakkında konuştuğumuzda, kısaca söylersek "çok fazla şey"
anlamına geliyor çileci pratikler; filozoflar ve akademisyenlerde, "daha
zihinsel yetenekliliğin geçerli önkoşulu için sezgi ve içgüdü" işaretleri
(Nietzsche'nin evliliğe karşı standart argümanı); rahiplerde, "güç elde
etmek için en iyi araç, 'en yüksek' izin" anlamına geliyor. Nietzsche
ayrıca kadınlardan bahseder -onların iffeti " başka bir baştan çıkarıcı
bir cazibe"dir (Lou Salome'nin farazi yosmalığının üstesinden hala ge­
lememiştir)- bir de çileciliği sayesinde öte tarafı önceden anlayabildiği
farz edilen azizlerden bahseder. Ama kadınlar ve azizler tartışmanın
geri kalanında bir daha görünmezler. İlk başta sanatçılar ve filozoflar
hakkında pek çok şey söylemesine ve rahiplerle ilgili tartışmadan sonra
akademisyenler ve bilim insanlarından bahsetmesine rağmen, Nietz­
sche'nin ilgisinin merkezinde rahipler vardır.
7 08 NIETZSCHE

Wagner ve Çileci ideal

İncelemenin 2-5 arası kesimlerinde sanatçıların çileci ideale bağlılı­


ğının tartışılacağı söylenir. Ama gerçekte sadece tek bir sanatçı (önemli
olan tek sanatçı) tartışılır: o da Wagner'dir elbette. Yaşlandığında "if­
fete bağlılığını göstermesinin" anlamı nedir? Nietzsche erken yaştaki,
dünyayı olumlayan, anarşist-sosyalist Wagner'de hayvanın ve şehvet
içeren yaşamın olumlanması (kişisel yaşamındaki aşk ilişkilerinin orta­
lamanın üstünde olduğunu da unutmamak gerek) ile sonraki eserlerinde
dünyanın-inkarı arasındaki çelişkiye dikkat çeker haklı olarak. Özel­
likle son eseri Parsifal'in teması cinselliğin inkarı yoluyla kurtuluştur.
Nietzsche bu dönüşü, Wagner'in kariyerinin ortasında Schopenhauer'ı
keşfetmesine atfeder.
Nietzsche'nin iddiasına göre, Wagner'in gözünde Schopenhauer'ın
felsefesinde asıl önemli olan, müziğin drama üzerindeki "egemenliğidir" .
(Daha önce gördüğümüz üzere Schopenhauer'a göre tüm diğer sanat­
lar salt "tasarım" dünyasıyla uğraşırken, müzik "kendinde şeyin" kal­
bine nüfuz eder, bizi Mutlak'a taşır.) Nietzsche artık şöyle demektedir:
Wagner'in, "müziğin [yani müzisyenin] daha çok şan kazanması" için her
şeyi yapacak olan bencilliği, kahin ve rahip olarak, "Tanrı'nın vantriloğu
[karındankonuşan] ", "öte tarafa telefon ['anında iletişim hattı'] " sahibi
olarak besteci kavramına tutunmasına yol açmıştır. Böylece kendini rahip
olarak kurduğundan, bir rahibin özelliklerini, özellikle de iffeti benim­
semesi hiç şaşırtıcı değildir.144 Burada geç dönem Wagner'in çileciliğinin
sahte bir çilecilik [bkz. Sözlükçe] olduğu, bir aktörün -Nietzsche'nin
Wagner'e hakaret etmek için düzenli olarak kullandığı terim- çileciliği ol­
duğu ima edilmektedir. Wagner tıpkı elinde tasla dilenen yarı çıplak guru
gibidir, beyaz Rolls Royce'u hemen köşenin öbür tarafında beklemektedir.

Cinsellik ve Filozof

Wagner tartışmasının (Nietzsche'nin sistemindeki hıncın birazı­


nı kusması dışında) ana işlevi Wagner'in ve kendisinin eski kahramanı
Schopenhauer'ı devreye sokmak ve şu soruyu sormaktır: Filozofların çi­
leci ideali öğütlemesinin önemi nedir? Soru açıkça genel olmasına rağ-
Ahlakın Soykütüğü

men, Nietzsche aslında bu soruyu Schopenhauer ile ince bir gayri şahsilik
örtüsü altında kendisi arasındaki tartışmaya girmek için kullanmaktadır.
Nietzsche artık hasmı olmasına rağmen Schopenhauer'a müthiş say­
gı duyar. Wagner sahtedir, en azından " paravanı" olarak gördüğü filo­
zofun türevidir, fakat Schopenhauer'da "daha ciddi bir soruya ulaşmış
bulunuyoruz: Schopenhauer gibi gerçekten bağımsız bir ruh, çelik gibi
bakışları olan bir insan, bir şövalye, kendi olma cesaretine sahip ve tek
başına kalabilmeyi bilen biri, sahici bir filozof olarak çileci idealin bede­
lini ödediğinde bunun anlamı nedir? " 145
Soykütük'ün eleştirisinin odağında Schopenhauer'ın sanat felsefesi,
özellikle de estetik hali "tarafsız" olarak tanımlaması vardır. Schopen­
hauer bu terimi Kant'ın estetik teorisinden almış, ama Nietzsche'nin
iddiasına göre son derece şahsi bir tarzda yorumlamıştır. Estetik deneyi­
min bir algı tarzı olduğunu ve bu algıda "istenç hapishanesindeki ceza­
mıza ara verildiğini" söylediğinde, cinsel istemenin serbest bırakılmasını
kastetmektedir. 146 Nietzsche defterlerinde şöyle yazar: '"İstenç ve Tasa­
rım Olarak Dünya' - Schopenhauer'a çok daha yakın bir kişisel tarza
tercüme edilirse şöyledir: Cinsellik-Dürtüsü ve Sükunet Olarak Dünya" .
Nietzsche'ye göre Stendhal tensel zevklere düşkündür. Güzelliği
"mutluluk vaadi", bir başka deyişle istencin erotik uyanışı olarak ta­
nımlamıştır. Schopenhauer da tensel zevklere düşkündür, ama "güzelce
uyum sağlamış" Stendhal'in aksine suçlu bir tensel zevk düşkünüdür.
Bir filozofun çileci pratiklere sadakat göstermesinin ne anlama geldi­
ğine dair ilk "ipucunu" burada görüyoruz: Bir tür işkenceden kaçmak
istemektedir.147 Nietzsche burada Schopenhauer'ın Hıristiyan metafi­
ziğinden kendini kurtarmış olmakla beraber Hıristiyan ahlakının içine
boğazına kadar battığını örtük olarak tekrar eder. Cinsel isteği onun
için işkence haline getiren şey Hıristiyanlıkta fizikselliğin, hayvansallı­
ğın, cinselliğin günah diye adlandırılmasıdır.
Schopenhauer'ın bu psikanalizi 7. Kesim'de piyeste başka bir ani de­
ğişiklik (coup de theatre) ile devam eder -filozoflar umumiyetle çileci
pratiklerin bir parçasıdır. Parçası değillerse sadece "sözde" filozofturlar.
Ama sonra Nietzsche'nin bahsettiği çileciliğin Schopenhauer'cı hayatı­
inkardan çok farklı olduğu ortaya çıkar: Filozofların evlilikten köşe bu­
cak kaçmasının sebebi -evli bir filozof (kılıbık bir Sokrates) komik bir
figürdür- hakiki bir filozofun "bağımsızlığından" ödün vermek isteme-
7 10 NIETZSCHE

mesidir. Sahici ama suçlu olmayan filozofu çilecilik pratiğine götüren


şey Hıristiyan bir hayat-inkarı değil, "en yüksek ve cesurca maneviyat
koşullarından" faydalanma arzusudur. 148 Buradaki önemli nokta çileci
pratiklerin kökten farklı dürtülerinin olabilmesi, bu yüzden de üçüncü
incelemenin başlığında kullanılan dille farklı, hatta karşıt "anlamlar"
barındırabilmesidir.
8 . Kesim' de -en azından Nietzsche'nin "arkadaşlarının" gözünde­
açıkça otobiyografik olan bir tarzda günah çıkarmaya çok yaklaşan "sa­
hici filozofun" çileciliğiyle ilgili tartışma devam ettirilir. "Filozof" (yani
Nietzsche) kendi tarzında manastıra has yoksulluk, iffet ve tevazu gibi
erdemleri hayata geçirir -ama bunları erdem oldukları için değil, sadece
filozofluk icabı yapar: Bu " başkalarına kendini dayatma yönündeki bas­
kın içgüdüyle" ilgili bir meseledir. Filozof "yoksulluğu " hayata geçirir,
yani "çöle" gider. Büyük ihtimalle bedensel zevke ve rahatlığa yatkın
olmasına rağmen dağlara gider: Ama ölü dağlara değil, "gözleri" olan,
"yani gölleri olan" (Sils Maria'nın gölleri) dağlara gider. Bir otelde Spar­
talı odası tutar. (Bu "yoksulluğun" felsefe yapmaya nasıl yardımcı oldu­
ğu açıklanmamıştır. Büyük ihtimalle kişinin merkezi dürtüsünü bozmaya
ve çarpıtmaya müsait dürtülerin reddedilmesi, böylece bu dürtülerin en
sonunda Tan Kızıllığı'nda öğütlendiği gibi " sönümlenmesi"yle ilgilidir. )
"Tevazuyu" ise yaşadığı otellerde kimsenin onu tanımaması, böylece fü­
tursuzca herkesle konuşabilmesi sayesinde hayata geçirir -Nietzsche'nin
de havasında olduğu zaman Cenova, Nice ve Sils'te yaptığı gibi. Ün ve
saray himayesi gibi "parlak ve tantanalı şeylerden" kaçınır (Wagner'in
aksine) . Düşmanlıklardan, hatta dostluklardan uzak durur ( bildiğimiz
gibi, Nietzsche o sırada Overbeck dışındaki bütün yakın dostlarını kay­
betmişti). Özetle, filozofun tevazusu kendini çok belli etmemektir. (As­
lında bu hiç de gerçek tevazu değildir, çünkü "içinde bulunduğu çağda
bir gölge gibidir: güneş battıkça o da büyür" . Nietzsche'nin güç istenci
çağdaş ünlülerinkinin çok üzerindedir. )
Filozofun evlilikten kaçınmasının kısmen " bağımsızlığını" koruma
meselesi olduğunu görmüştük, Nietzsche muhtemelen bununla dikkat
dağılmasından kurtulmayı kastetmiştir. Aynı zamanda da "tevazuyla" ,
kendini çok belli etmemeyle ilgili bir meseledir. (Kadınlarla sosyalleş­
mek kaçınılmaz olarak insanı toplumun içine çeker.) Fakat aynı zaman­
da "iffeti" koruma amacıyla da evlilikten uzak durulur. Bunun hislerden
Ahlakın Soykütüğü 71 1

nefretle hiçbir alakası yoktur, daha ziyade gelişkin bir konudur, çünkü
her "atletin ya da jokeyin" bildiği gibi cinsellik, yaratıcılık için gereken
yaşam enerjisini tüketir. (Futbol antrenörleri bugün hala büyük maç ön­
cesindeki akşam, hatta hafta boyunca oyunculara seksi yasaklar. ) Kitap
yazmak da çocuk sahibi olmanın başka bir yoludur.
Bu çilecilik [bkz. Sözlükçe] ve filozoftartışmasının asıl amacı Nietz­
sche'nin biraz endişeli bir tarzda Schopenhauer'cı çilecilikle kendisi ara­
sında ayrıma gitmek istemesi gibi görünmektedir. Hayat tarzı fena halde
hayatı-inkar edenlerinkine benzeyebileceğinden (gerçi Pforta'daki kış
gecelerinde ayağını bir kova soğuk suya koymuş olabilirdi, ama) görü­
nüşün altındaki gerçekliğin çok farklı olduğuna bizi inandırmaya çalışır.

Perspektivizm ve Nesnellik

6 . Kesim' de, Kant'ın " bilginin şanı, yani gayri şahsilik ve evrensellik"
olarak gördüğü şeyi sanata atfetmek istemesinin işareti olan nesnellik
ve tarafsızlığa değinilir. Ama sonra Nietzsche bilgi konusunu bir yana
bırakarak Schopenhauer'ın cinsel yaşamının yeni araştırmalara dayanan
bir tartışmasına girişir. Ama 12. Kesim'de incelemenin karmaşık yapısı
bizi tekrar nesnellik ve bilgi tartışmasına döndürür.
Schopenhauer bilgi ile nesnellik arasında Kant'ın kurduğu bağlantı­
nın aynısını kurmuş, "dehayı", "saf nesnellik" diye tarif etmişti. 149 Hat­
ta bütün bir Batı bilimsel geleneği bu bağlantıyı kurar: Bilimin "nesnel" ,
"gayri şahsi", "tarafsız", "değerlerden bağımsız" olması gerektiğinde
herkes ısrarcıdır. Geleneğe bakılırsa öznellik ve çıkar algıyı çarpıtır, böy­
lece bilgiyi baltalar. Nietzsche'nin saldırmaya giriştiği şey bu geleneğin
tamamıdır. 1 50
Temel amacı çıkardan bağımsız bilginin imkansızlığını göstermektir:
" saf istençsiz, acısız, zamansız bilgi öznesi" (Schopenhauer'dan doğrudan
aktarır), "saf akıl ", "çıkar gözetmeyen tefekkür", bunların hepsi "kav­
ramsal masallardır", "gayri kavramlardır", "absürdlüklerdir" . "Burada
belli bir yöne yönelmemiş, etkin ve yorumlayıcı kuvvetlere engel olan bir
göz, görmenin bir şeyi görmek olduğunu fark etmemiş, saçma ve kavra­
namaz bir göz beklerler. " Ardından ekler: " Oysa yalnızca belli bir açıdan
görme vardır, yalnızca belli bir açıdan 'bilme'. " 1 5 1
712 NIETZSCHE

Önceki bölümdeki tartışmaya dönersek, "perspektivizm" iki şeyi


gerektiriyormuş gibi görünüyor: Birincisi, dünyayla belli bir kavramsal
şemanın ya da " ufkun" sentezlemediği epistemik bir karşılaşmanın, "bir
şeyi görmenin" var olmadığı yolundaki Kant-sonrası klişedir; ikincisi,
dünyayla çıkardan bağımsız epistemik karşılaşmalar yoktur. Bu yüzden
perspektivizm çifte inkar anlamına gelir: dünyanın hem kavramdan hem
de çıkardan bağımsız algısını inkar eder.
Ancak bu inkarlar arasında kesinlikle ilişki vardır. Kavramlar araçtır,
dünyayı anlamlandırma aracıdır. Almancada araca benzer doğaları özel­
likle barizdir: Begriff[kavram] "kavramı" griefen'den ( "kavramak") gelir.
Kavramlar dünyayı "kavrama" aracıdır. İnsanın nasıl kavrayacağı, hangi
"aracı" kullanacağı kişinin "çıkarına" bağlıdır. İnsan çiftçiyse toprağı be­
sicilikle ilgili kavramlar yoluyla "kavrayacaktır", korumacıysa ekosistem
kavramlarıyla, emlakçı ise metre kare başına apartman alanıyla alakalı
bazı kavramlar yoluyla kavrayacaktır. O halde genellikle kavramlar da­
ima çıkarla-ilişkilidir. Nietzsche Şen Bilim'de bu noktayı açıkça belirtir,
meseleyi Schopenhauer'dan öğrendiğini kabul eder: Schopenhauer'ın yü­
celiğin birazı da, der "zihnin araçsal doğası, algının zihinselliği gibi ölüm­
süz doktrinleri"nden gelir.152 Schopenhauer'da eleştirdiği şey onun bu an­
latıyı kapsamlı hale getirememesi, estetik algıyı "araçsallıktan" , çıkarlara
gebe olmaktan, algıdan kaçış haline getirmeye çalışmasıdır.
Nietzsche'nin perspektivizm doktrini burada dursaydı (ve şüphecili­
ğe [bkz. Sözlükçe] nihilistçe bir "hastalık" dediği görmezden gelinseydi),
onun hakikat ve bilgi konusunda "postmodern" bir şüpheci olduğunu
düşünmek makul olabilirdi. Bu şüpheciliğe göre hepsi şu ya da bu çıkara
hizmet eden pek çok dünya yorumu vardır ve hiçbiri diğerlerinden "daha
doğru" olduğunu iddia edemez. Dolayısıyla, hiçbir yorum gerçekliği ol­
duğu gibi temsil etme iddiasında bulunamaz, bu yüzden de gerçekliğin
belli bir tarzda olduğunu varsaymanın manası yoktur. "" "Metinden baş-

"" Aslında burada cidden kalitesiz bir akıl yürütme vardır. Çünkü dünyaya dair eşit
ölçüde iyi, birçok yorum olmasından bunların hiçbirinin hakikati ortaya çıkarama­
yacağı sonucuna varamayız. Sadece biricik doğru olmayan hiçbir yorumun doğru
olamayacağı öncülünü eklersek bu sonuca varabiliriz. Bunun anlamı da postmoder­
nistin, aslında, önceki bölümde koyduğum adla, hüsrana uğramış bir "mutlaklaştı­
rıcı" olduğudur: Kendi yorumunun "dünyanın tek doğru yorumu" olmasını isteyen
"zevksiz" biri (GS 373 ) . Metafizikçilere has tek hakikat sahibi olma arzusu perspek­
tivizm tarafından hüsrana uğratıldığından, bir bakıma küser ve "O zaman hiç kimse
dünyaya dair hakiki bir şey söyleyemez" diye iddia eder. Postmodernizm cidden
Ahlakın Soykütüğü

ka bir şey yoktur", sağlam zemin yoktur, sadece yorumlar denizi vardır.
Aslında Nietzsche'nin tartışması bu noktada durmaz gerçekten de. Ge­
leneksel nesnellik fikrini eleştirdikten sonra kendi anlatısını geliştirmeyi
görev sayar. Nesnelliği tarafsızlık olarak düşünmek yerine, "sorunun
" yandaş" ve "karşıt" olduğumuz yanlarını denetleyebilme ve bunları
ortaya koyabilme yetisi olarak anlaşıldığında: İnsan, değişik bakış açıla­
rını ve duygusal yorumları bilginin hizmetinde kullanmasını bilecektir. "
Sadece tek bir perspektifsel " bilme" olduğundan, şöyle devam eder:

Bir şeyin üzerinde ne denli etkili konuşmamıza izin verilirse, o denli çok gözlere,
farklı gözlere gerek vardır; o denli araştırdığımız nesnenin içine girip, "kavramamızı"
(Begriff), "nesnel" kılarız. Oysa istemeyi tümüyle ortadan kaldırmakla tek tek, her
duygulanımı askıya almakla -eğer bunu yapabilirsek- ne yapmış oluruz ki? Zihni,
iğdiş etmiş olmaz mıyız?1 53

O halde temel fikir, bilmenin perspektifli, çıkara-gebe doğasını kabul


etmek, sonra da mümkün olduğunca çok perspektifi bir araya topla­
maktır. Önemli soru şudur: Bir tutam "duygusal yorum" , perspektif na­
sıl olur da sonuçta "nesnellik" denebilecek bir şey üretebilir. Dönmeyen
bir şeye nasıl bir yığın, deyim yerindeyse, "dönme" ekleyebiliriz?
Dikkat edilecek ilk şey, çıkar ya da duyguyla hareket etmenin dün­
ya yorumunu hiçbir şekilde yanlış kılmayacağı, hatta kuşkulu bile yap­
mayacağıdır. Ancak tarafsız algının bilgi doğurabileceği fikri daima
Schopenhauer'ın argümanının zayıf bir noktası olmuştur: Hep sıradan,
çıkar sahibi bilincin gerçekliği "çarpıtmasından" bahseder, ama aslında
onun etkileyici örnekleri de sadece basitleştirmeye işaret eder. Acelesi
olan yolcu için Ren üzerindeki güzel bir köprünün sadece kısa bir geçiş
yolu olduğunu, oyuna yoğunlaşmış bir satranç oyuncusu için güzelim
oyma Çin malı taşların salt X'lere indirgendiğini, bizim içinse çoğunluk­
la insanların, işleri ve toplumsal konumlarından ibaret sayıldığını anla­
tır. Özetle Schopenhauer'a göre pratik çıkarların hakimiyetindeki algıda
dünya " bir generalin savaş meydanı haritasında bir arazi parçası" ola­
rak kendini gösterir. 1 54 Schopenhauer'ın dünya görüşü sadeleşmiş "ge­
nerali" Nietzsche'nin defterlerinde de ortaya çıkar:

kötü bir akıl yürütmenin sonucu olduğundan, mümkün olsa bile Nietzsche'ye bu
semeri vurmaktan kaçınmak gerekir.
NIETZSCHE

Generalin bilmek istemediği pek çok şey olduğu gibi, bilincimiz de her şeyden
önce bir dışlama dürtüsüne sahiptir. Mantık, zaman ve mekan algımız olağanüstü
bir sadeleştirme kapasitesine sahiptir. Bir kavram hiçbir şeyin tam anlamıyla tekabül
etmediği fakat pek çok şeyin birazcık tekabül ettiği bir icattır. Yine de katı kavramlar
dünyasının icadı sayesinde ... insan muazzam miktarda olguyu işaretlerle anlayabil­
mektedir.155

General ve onun basitleştirilmiş haritası üzerine bu düşünceler Nietz­


sche'nin nesnellik anlayışının bir şeyin "eksiksiz" kavramını inşa etmek­
le ilgili olduğunu anlamak için kesinlikle ipucu sunar. Yani haritalar sa­
dece dünyanın haritası çıkarılan veçhesini temsil eder; biri yolları gös­
terirken, diğerleri tepelerin ve vadilerin hatlarını, bitki örtüsünün tiple­
rini ve dağılımını, arazinin jeolojik yapısını, nüfusun etnik çeşitliliğini,
dinsel çeşitliliğini vb. gösterir. Arazinin "tam" bilgisine doğru ilerlemek
için tüm bu haritaların yanı sıra başka şeylere de ihtiyaç vardır. 156 Pren­
sipte dünya-tasarımlarının, insanın çizebileceği farklı haritaların sayısal
sınırı yoktur; bu yüzden, dünyanın daha "tam" bir bilgisini edinebiliriz,
ama asla mutlak tamlıkta bilgisini edinemeyiz. Bilim, bilginin edinil­
mesi asla bir sona ulaşamaz, çünkü perspektivizmin kabulüyle birlikte
dünyamız, Şen Bilim'in ifadesiyle, " sonsuz hale gelmiştir" . 1 57 Nietz­
sche'nin nesnelliğinin doğru anlamının bu olduğu, şu defter girdisinden
de anlaşılıyor:

Kendinde şey en az kendinde anlam kadar yanlış kullanılmıştır. Kendinde olgu


diye bir şey yoktur. Bir olgunun olabilmesi için ona bir anlamın ["ufuk", "perspektif1
aksettirilmesi gerekir. Tüm mümkün varlıkların tüm mümkün perspektifleri göz önüne
alınıncaya kadar bir şey '1anımlanmamış" demektir. 1 58

Devam eden tartışma Nietzsche'nin gerçekte bir "çoklu gerçekçi"


olduğu şeklindeki 1 7. Bölüm'de ele alınan fikri destekler niteliktedir.
Gerçeklik çok-yönlüdür. * Bazı perspektifler (hepsi değil elbette) sahiden

* Şen Bilim 'de buna vieldeutig denir: "muğlak" gibi bir anlama yakın olsa da söz­
cük aslında "iki" değil "çok anlamlılık" manasına gelir (GS 373). İkinci bir nokta:
Gerçekliğin çok-yönlülüğünü gören ilk büyük Batılı filozof Spinoza'ydı. Bu yüzden,
"çoklu gerçekçiliğin" Nietzsche'nin Amsterdamlı mercek ustasına yakınlığının bir
ifadesi olması mümkündür.
Ahlakın Soykütüğü

gerçekliğin bazı yönlerini açığa çıkarır. Ne kadar çok sayıda sahici pers­
pektife hakim olursak, o kadar " bilgilenebilir" hale gelip -ulaşılamaz
ama esin verici- " bilimi tamamlama" hedefine yaklaşırız.
Nietzsche'nin tartışmasında henüz ele almadığım bir yön var: Bir
şeyle ilgili (çıkara bağlı) perspektifleri bir araya getirme fikri, "karşıt­
lar" ile "yandaş"ları toparlama meselesidir. Hayal etmesi imkansız de­
ğilse de, örneğin bir domates üzerine karşıt ve yandaş perspektifleri
kıyaslamayı pek düşünmeyiz. Bu yüzden Nietzsche karşıtlar ile yan­
daşları toparlamadan bahsederken bence aklında öncelikle kendi özel
konuları olan din ve ahlak vardır. Nietzsche'nin filozof olarak en kuv­
vetli yönlerinden biri adilliğidir; onun bu özelliği paradoksal bir bi­
çimde kökten önyargılı polemiklere dair beğenisiyle bir arada bulunur.
Örneğin Hıristiyanlığın kötü yönlerini sıralarken, eninde sonunda iyi
yönlerini de kabul eder daima. ( Bengi dönüşü benimseyecekse bunu
yapabilmelidir elbette.) Hıristiyanlık bize hayatın anlamını vermiş, bizi
daha manevi, daha ilginç yapmış, kutsal şeylere hürmet hissiyle donat­
mıştır, Katolik Kilisesi büyük, uluslar-üstü bir kurumdur vb. Hıristiyan­
lığın ne kadar çok yönünü bir araya getirirsek onunla ilgili bilgimiz o
kadar "tamamlanır" ve iyi mi yoksa kötü mü olduğu teraziye vurularak
saptanır. Nietzsche'nin bu merkezi konular üzerine genel tartışmasının
salt "polemiksel" değil "nesnel" olmasının, salt propaganda yerine
entelektüel bakımdan ciddiyetli olmasının altında bu kapsamlılık ve
adillik yatar. O halde özetle, Nietzsche'nin tamamlanmış perspektivizm
doktrini, varlığın kalbine işleyen ve hepsini bir anda kavrayan -hiçbir
konumdan bakmayan ve hiçbir çıkar gözetmeyen- düzgün ve eksiksiz
bir Tanrı-benzeri bakış olarak geleneksel nesnellik fikrinin yerine, bir
şey üzerine bilgimizi artıran yavaş ve dikkatli araştırma olarak yeni ve
etkileyici bir nesnellik kavramı geçirir.
Son bir soru: Duyguları "devreden çıkarmak" niçin "zekayı iğdiş
eder", neden bilme yeteneği eksikliğini temsil eder? Kavramlar ile
araçlar arasındaki analojiye dönersek bu nokta aydınlığa kavuşacak­
tır. Bir şey inşa etmeyeceksek çekice uzanmayız. Benzer şekilde, ayakta
kalmak istemiyorsak -daha doğrusu, gücümüzü artırma dürtüsünden
yoksunsak- bilme hiç başlamayacaktır. Defterlerde dendiği gibi, "yo­
rumlayan güç istencidir", yorumun amacı da "bir şeye egemen olmak­
tır" .159
71 6 NIETZSCHE

Rahiplerin Hayata Geçirdiği ve Yaydığı Çileci ideal

Perspektivizrn tartışması üçüncü incelemenin ana konusundan, yani


çileci ideal konusundan bir sapmadır. 1 1 . Kesirn'de ana konuya geri dö­
ner ve konunun merkezine yaklaşırız. Ancak "çileci rahibe" geldiğimizde,
diye yazar Nietzsche, "sorunumuzu cidden ele almaya başlarız; çileci ideal
ne dernektir? " Bir başka deyişle, Schopenhauer'ın durumu dışında kalan,
çeşitli şekillerde faydalı, bu yüzden de hayatı-olum/ayan çileci "idealler­
den", çileci pratiklerden bahsediyoruz. Ama şimdi gerçekten hayatı-inkar
etme sorunu olarak çileciliğe [bkz. Sözlükçe] geliyoruz. " Çileci ideal" ,
rahibin vaaz ettiği doktrin, "hayatımızın değerlendirilmesidir" :

Onu ("doğa"yla, "dünya"yla, bütün bir oluş ve geçicilikle bağlantılı olarak) kendi
aleyhine dönmeyip kendini inkar etmediği sürece, karşı çıkan ve dışlayan oldukça
farklı varlık biçimiyle birlikte ele alır! Bu durumda, çileci yaşam durumunda, yaşam,
farklı bir yaşam biçimine köprü olarak görülür. Çileci, yaşamı ... düzeltilmesi gereken
bir hata olarak ele alır. 160

Şöyle de diyebiliriz: Schopenhauer'ın koyduğu haliyle yaşam ve dün­


ya "olmaması gereken" şeylerdir.
O halde üçüncü incelemenin odaklandığı soru şudur: Çileci rahi­
bin hayatı inkarı "ne anlama" gelir? "Anlam" belirsiz bir sözcüktür.
Gördüğüm kadarıyla Nietzsche aslında başka bir şey sormaktadır: Bir
canlının hayata değer vermemesi nasıl mümkün olabilir? " Fizyolojik
bakış açısından" bakıldığında bunun "hayret verici" , "paradoksal" ,161
"kendisiyle çelişen" bir şey olduğunu düşünrnektedir.1 62 Bu " fizyolojik"
yolların esasen " Darwinci" olduğunu düşünürsek, ne olduğunu görmek
kolaylaşır: Belli bir insan tipi gerçekten ve açıkça "yaşamaktansa hayatı
terk etmenin daha iyi olduğu" görüşünü savunuyorsa, şimdiye kadar
çoktan soykırıma uğramış ya da kendi kendini katletmiştir. Dolayısıyla
"hayata karşı hayat", aslında yanıltıcı bir tariftir, " sadece geçicidir" .
Gerçekte çileci idealde hayatı-koruyan bir şeyler olrnalıdır. 163 O zaman
gerçek "anlamı" bu hayatı-koruma işlevi olacaktır.
Ama Nietzsche'ye göre gerçekte "çileci ideal, .. yozlaşmış bir yaşa­
.

mın korunma ve kutsallaştırma içgüdüsünden kaynaklanır. " 1 64 Rahibin


çileci ideali yaygın ölçüde kabul ettirmeyi başarmasının "insanın hasta-
Ahlakın Soykütüğü 717

/ık/ılığından ya da en azından evcilleştirilmiş insanın ölüme karşı şimdiye


kadarki savaşın"dan kaynaklandığını belirtir. Çileci rahip " başka yerde
olma ... dileğinin ... bulantı ve bitkinliğin ... cisimleşmesidir" . Çileci rahip
"kötü yetiştirilmiş, gücendirilmiş, kötü yola düşürülmüş ... sürünün" li­
deri olur ve -ileride göreceğimiz yollardan- onları fiilen "hayata tutun­
mayı sürdürmeye" ikna eder. Onları ikna edebilir, çünkü çileci idealin
büyük "Hayır"ı beraberinde bir sürü "hoşgörülü Evetler" getirir. 165
Bu "evcil insan" söylemi -Nietzsche 20. Kesim'de "kafesteki
hayvan"dan bahseder- bizi ikinci incelemedeki Hıristiyan "suçluluğu "
ve "vicdan azabı"nın altyapısının artık tecavüz ve yağmayla "enerjisini
harcayamayan" eski savaşçı soyluların saldırganlığının içselleşmesinde
yattığı tespitine götürür.
Ama burada bir sürprizle karşılaşırız: "Hayvansal vicdan azabı" 1 66
tüm insanlarda evrenselken (daha önce belirttiğim gibi) avcı-toplayıcı­
lıktan çiftçiliğe geçildiğinde sadece belli bir grubun -"kötü yetiştirilmiş,
gücendirilmiş, kötü yola düşürülmüşler"- vicdan azabı çekmeye başla­
dığını görüyoruz. Ama bence burada Nietzsche'nin düşüncesini kavra­
mak zor değildir: Barış zamanlarında bile soylular sağlıklı kalır, çünkü
saldırganlıklarını boşaltmaya devam edebilirler: Gezgin savaşçı soylular
olarak geçirdikleri başıboş ve bağımsız günlerden tek farkı artık şiddeti
yabancı kabileler yerine kendi köle sınıfına yöneltmeleri, onları aslanla­
ra atmaları ve benzeri şeyler yapmalarıdır. ( Ben bunu yazarken seksen
beş yaşındaki Robert Mugabe Zimbabweli yurttaşlarına işkence etmeye
ve katletmeye devam ediyor. Ama insan hayranlık uyandırıcı ten rengini
görmeden edemiyor. ) Demek ki kendine karşı saldırganlık ihtiyacından
" kötü yetiştirilmiş, bahtsız" olanlar mustaripti. 167 Bu da bizi birinci in­
celemedeki "köle isyanına" geri götürüyor.
O halde, çileci rahip, görünüşün aksine "köle" sınıfların hayatını Hı­
ristiyan propagandası ve çileci idealle nasıl koruyor? Dört şekilde. Birin­
cisi, rahip sağlıklı soylulara karşı "hastaları" savunur. Onları soyluların
şiddetinden korumak için bir "kandırma savaşıyla" soyluları köle ah­
lakına kazanır ve onları da "hasta " ederek saldırganlıklarını boşaltma
imkanından yoksun bırakır. Bu (a) kölelerin çekmek zorunda kaldığı
şiddeti azaltır ve ( b ) rahiplerin takipçilerini, dolayısıyla gücünü artırır. 168
İkincisi, rahip köleleri sağlıklıları kıskanmaktan korur (böylece "get­
to ayaklanmasının" beyhudeliğinden korur).169 Kölelere " bir devenin
NIETZSCHE

iğne deliğinden geçmesinin, zenginin cennete girmesinden kolay olduğu­


nu" 170 anlatır; bu da kölelerin kendilerini ezen soylulara acımasına bile
yol açabilir.
Üçüncüsü, çileci rahip sürüyü "anarşi ve hiç eksik olmayan içsel çözül­
me tehdidine" karşı savunur. Tehdit hep vardır, çünkü Zerdüşt'ün dediği
gibi, "güçlüye hizmet etmek zorunda olan zayıflar daha zayıfların efendi­
si olma peşindedir" . 1 71 (Burada çağdaş Batı'daki altsınıflarda çocuklara
kötü davranışın yaygınlığını düşünebiliriz. ) Rahip patlayıcı hınç (ressenti­
ment) malzemesinin hararetini almak için suçluluk, günah ve lanetlenme
kavramlarını kullanarak içsel çözülmenin önüne geçer. Hıncın yönünü
içeri çevirerek, görece onu "zararsız" kılar. Kişinin çektiği acı için kendini
suçlaması en büyük " uyuşturucudur", ama rahip hiç şaşmadan "asıl suç­
lu sen kendinsin" der. Bir başka deyişle, yaşadığım sefaleti kendi kusurum
olarak yorumlamak -ilk günahkarlığımdan dolayı- başkasından ziyade
kendimi gerçekten ya da mecazi olarak kırbaçlamama yol açar. 172
Dördüncü ve bana göre çileci idealin açık ara en önemli hayatı-koru­
yucu etkisini Nietzsche incelemenin en sonuna, 28. Kesim'e saklayarak
çarpıcılığını daha da artırır. Tüm kötü yanlarına rağmen çileci ideal ha­
yatımıza "anlam" verir. Yani "istenç [anlamsızlıktan] kurtarılır". Ger­
çek şu ki "insan istememek yerine hiçliği istemeyi tercih eder" . "Her
anlam hiçbir anlam olmamasından daha iyidir. "
Şen Bilim 'de Nietzsche'nin kendimizi hayatı-birleştiren bir anlatının
" kahramanı" olarak yorumlamaya ihtiyacımız olduğunu söylediğini
görmüştük. Sonra da Hıristiyanlık için en azından şunun söylenebilece­
ğini ekler: "Ebedi perspektiflerle" çevrelediği insana kendisini dramatik,
anlamlı bir bütün, kurtuluş peşinde " büyük bir suçlu" olarak görme­
yi öğretmiştir.173 Bir başka deyişle, insanın hayatını anlamlı kılmıştır.
Anlama niçin ihtiyaç duyarız? Çünkü anlam olmazsa istenç de olmaz;
istemenin bir doğrultusu, amacı olmalıdır, bir-şeyi-istemek gerekir. (İs­
temenin bir sens'i olmalıdır; Fransızcada bu sözcük hem "anlam" hem
" doğrultu" anlamına gelir. ) O halde Nietzsche'ye göre Hıristiyanlık
hayatlarımıza heyecan kattı. Bize peşine düşülecek öyle bir proje ver­
di ki vakti gelmeden dünyadan ayrılmak istemedik. Bir başka deyişle,
güç istencimizi kullanmamızı, bu güç sadece kendi üzerimizdeki bir güç
olsa bile, mümkün kıldı. Güç istencimiz için bir boşaltım kanalı sağladı,
yoksa " bunalacak" , " fiziksel bir engellenme hissedecektik".174
Ahlakın Soykütüğü 719

Modernlikte Çileci ideal

Nietzsche çileci ideal tartışmasının salt antik tarihe doğru bir sapma
olmadığını vurgulamak için elinden geleni yapar. "Teolojik gökbilim­
den" vazgeçmiş olsak da, idealin hayatı "inkarı " hala kültürümüzün
başat kuvveti olarak bizimle birliktedir. Bu ideal "insanın kendini değer­
sizleştirmesine" son verme anlamına gelen " Kopernikçi" (yani modern)
bilim olmak şöyle dursun, insanları "merkezden giderek daha büyük bir
hızla uzaklaşan ... hiçliğe doğru giden" bir hayvandan ibaret kılarak bu
değersizleşmeyi fiilen artırmıştır. Sonuçta "Kant'tan beri her çeşit aşkın­
cılar oyunu kazanmıştır" . 175
Buradaki temel nokta, Hıristiyan ahlakını koruduğumuz için kaçı­
nılmaz olarak kusurlu ve günahkar bir varlık olarak insan fikrini de
korumuş olmamızdır. Hıristiyan "olma zorunluluğu" ile doğal "kalma"
arasındaki uçurum her zamanki kadar büyüktür. Ama Nietzsche'ye göre
bu durum metafizik-sonrası insanlığı öncekinden de kötü bir durumda
bırakmıştır. Hastalığı koruduk, etten kemikten "kurtulma " ihtiyacı al­
gısını koruduk, ama çaresini kaybettik. Sonuçta her türlü Doğulu guru
ya da Wagner gibi kurtuluş-satıcısı sanatçı hazır bir piyasa buldu, çün­
kü daha iyi bir dünya uğruna bu dünyayı terk etme -bir başka deyişle
hayatın-inkarı, Nietzsche'nin en temel kullanımıyla "nihilizm"- mo­
dernliğin esas karakteridir. 1 76
Bu iddia Nietzsche'nin yazdığı dönemdeki yüzyıl sonunun ruh haline
çok sıkı oturuyormuş gibi görünüyor bana. On dokuzuncu yüzyılın son
yirmi yılında Schopenhauer Avrupa'nın başat filozoflarından biri olurken
sanatta da dekadanlık (decadence), çürüme kültü, sapkınlık ve ölüm gemi
azıya almış haldeydi: Fransa'da Baudelaire ve İngiltere'de Oscar Wilde ile
Aubrey Beardsley'in durumu gibi. Müzik alanında Wagner Tristan ve
Parsifal'i yazarken Mahler de -Weltschmerz bestecisi- Diriliş Senfonisi'ni
(Auferstehungssinfonie) yazıyordu. Aslında Nietzsche kendi döneminde­
ki Avrupa'nın yaygın ruh halini tarif etmek için " Weltschmerz"i kullan­
mış, "uyuşukluk" ve " bunalım" çözümlemesi yapmıştı. 1 77
Soru şudur: Bunun bizim için anlamı ne? Hala "nihilist" miyiz, yoksa
Nietzsche'nin çileci idealin başatlığıyla ilgili iddiası kendi dönemindeki
yüzyıl sonu ruh halinin bir aktarımından mı ibaret? Kültürümüzde ve
ruhlarımızda " Buradan başka yerde olmayı tercih ederdim" hissinin en
7 20 NIETZSCHE

azından bir unsuru var mı hala ? Küresel ısınma içimizde kaderci bir
nihilizm yaratmıyor mu? Çevrecilik "Tanrı'nın ölümünün" yarattığı
boşluğu dolduran yeni, anlam verici bir din mi oluyor, bizi "hiçlik isten­
cinden" kurtaracak güce sahip yeni bir inanç sistemi haline mi geliyor?
Nietzsche'nin düşünce çizgisinde, en az gezegenin ihtiyaç duyduğu ka­
dar bizim de çevreciliğe ihtiyaç duyduğumuz sonucuna da pekala va­
rılabileceğine dikkat edin. Heidegger çevrecilere dünyanın " bekçileri"
der. Yeni, daha sağlıklı bir güç istenci ifade yolu bulmamızı sağlayacak
anlam-veren bir insan özü tanımı olarak " büyük suçlu"nun yerini "dün­
yanın bekçisi" alabilir mi?

Çileci idealde Yanlış Olan Nedir?

Nietzsche her zamanki adil -"nesnel"- tarzıyla, ana akım Avrupa


tarihi bakımından basitçe Hıristiyanlıkla bir olan çileci idealin birkaç iyi
yanına işaret eder. Bu ideal toplumsal düzeni korur, getto ayaklanma­
larını önler, altsınıfların sefaletin acısını birbirinden çıkarmasını önler,
efendilerin kölelere yönelik şiddetini azaltır ve hepsinden öte hayatımıza
bir anlam katar, güç istencinin kendini ifade edebileceği bir amaç verir.
Bu yüzden soru daha da keskinleşmiş olarak karşımıza çıkar: Aslında
çileci idealde yanlış olan nedir?
Nietzsche'nin temel itirazı basittir ve İnsanca, Pek İnsanca'dan beri
dillendirilmektedir: Rahip, hastanın, kendisi de hasta olan "doktoru" dur,
"yalnızca acının kendisiyle, acı çekene verdiği rahatsızlıkla savaşır, acı­
nın nedeniyle, gerçek hastalıkla değil" . 1 78 Ana aracı "duygu fazlası", 179
"kuvvetli duygular" , " bilinmeyen mutluluk nöbetleri" üretmektir, bun­
lar salıverildiğinde "uyuşuklukla savaşırlar". Ama daha sonra tıpkı bir
" uyuşturucu" gibi, hastayı öncekinden daha hasta yaparlar. 1 80
Bahsi geçen ıstırabın en genel biçimiyle vahşi hayvanın güç istenci­
nin "kafeslenmesi" , Freud'daki haliyle "uygarlığın" bedeli olan "tat­
minsizlikler" olduğunu biliyoruz.181 Bu "fizyolojik engellenme hissi" ve
onu takip eden " bunalım" ve " (dünya-)yorgunluğu" yla savaşmak için
kullanılan dini " uyuşturucu" nedir? 182 Nietzsche'nin sürekli Wagner'in
müziğinden "uyuşturucu" diye bahsettiğini gördüğümüzden, bana ka­
lırsa Hıristiyan ya da yarı-Hıristiyan sanatın sunduğu cennet hayalinden
Ahlakın Soykütüğü 721

bahsetmektedir. Peki, uyuşturucu hasta olanı nasıl daha hasta yapar?


Yine bana göre Nietzsche'nin iddiası şudur: Dünyevi varlığımızı mutlu
sonla biten uzun bir hikayenin kısa bir bölümüne indirgeyen " büyük
tablo" kısa süreliğine " bunalımı" kaldırsa da, genel etkisi, "küçük tab­
loyu" daha da fenalaştırmaktır. İnsan bir kez "cennete" girip çıktıktan
sonra, ortaya çıkan nostalji, hayatı evvelkinden daha sıradan bulmasına
yol açar. Nietzsche'ye göre tüm uyuşturucuların "iyi yanı" ( ilaçlar konu­
sunda dikkate değer bir deneyimi olduğunu görmüştük), hiçbir zaman
yoksun! uk belirtilerinin "kötü yanına" ağır basmaz.

Bilim ve Çileci ideal

İnsan doğasında çileci idealin iki bin yıl Batı kültürüne hakim olması­
nı sağlayan ne vardır, diye sorar Nietzsche. Verdiği cevap basittir: "Şim­
diye kadar" alternatif yoktu, çileci ideale "karşı-ideal" yoktu . 1 83 O halde
"insanın istememek yerine hiçliği isteyeceğini " düşünürsek, rakip aday­
ların çıkmaması çileci idealin adeta tek başına aday olması demektir.1 84
" Şu ana kadar" ibaresi, bu kitap boyunca vurguladığım noktayı
açıklığa kavuşturuyor: Nietzsche basit bir eleştirmen değildir, kendisini
Hıristiyanlığa karşı pozitif bir "karşı-ideal" öneren biri olarak görür.
Ecce Homo'da Soykütük üzerine yorum yaparken185 "Zerdüşt'ün or­
taya çıkışına kadar" hiç karşı-ideal olmadığını söyler. Bildiğimiz gibi bu
eserin çok açık bir şekilde "karşı-ideal" sağlayarak, ya da en azından bu
ideale "işaret ederek" "tarihi iki yarıya böleceğini" 186 düşünmektedir.
Mevcut sahneyi gözden geçiren üçüncü incelemede artık sorar: " Kar­
şı-idealistler" nerede? Çileci idealin "rakipleri " var mı ? 1 87 Diğer her şe­
yin üstündeki "tek amacı" sunarak çileci idealin yansımasını yaratan
bu "eşdeğer şey" nerededir?188 ( " Rakip" ile "karşı-idealist" arasındaki
denkleme dikkat edin, bu denklem "rakibin" salt eleştirmen olamayaca­
ğını göstermektedir: Şen Bilim'deki ifadeyi bir daha tekrarlarsak, "an­
cak yaratıcılar olarak yıkabiliriz" . ) 1 89
Nietzsche olumsuz bir noktayla başlar: " Bilim" çileci idealin sahici bir
rakibi değildir. Modern çağ bilimi kendi "tek amacına" (yani hakikate)
sahip bir rakip olarak çileci idealin karşısına diker, ama gerçekte bilim
sadece çileci idealin "en yeni ve soylu tezahürüdür" .1 90 Nietzsche bura-
722 NIETZSCHE

da "bilimci" derken "filozofları" ve "akademisyenleri" kasteder, onları


"inanmayanlar" ve "ateistler" olarak niteler.191 Bu yüzden doğa bilimci­
lerinin yanı sıra insandan da bahsetmekte, özellikle de metafizik-karşıtı
zihniyeti kastetmektedir. Burada kendisi hakkında konuştuğu açıktır.
"Bilimciler" niçin çileci idealin muarızı değil tezahürüdür? Çünkü
"koşulsuz hakikat istencine" sahiplerdir, bu yüzden de bilmeden "öteki
dünyayı olumlarlar" . Bunu anlamamız için Nietzsche Şen Bilim' in 344.
Kesim'ine gönderme yapar; 1 92 bu konuyu önceki bölümde tartışmıştık.
Toparlarsak, sahte inançların hayata kimi zaman doğru inançlardan
daha faydalı olduğunu, ne pahasına olursa olsun hakikate bağlanma­
nın bir şeye hayattan daha çok değer verme anlamına geleceğini öne
sürüyordu. "Ne pahasına olursa olsun hakikat"i olumlamakla hayata
düşman bir ilkeyi olumluyoruz. Böylece Nietzsche'nin son eserlerinde
büyük rol oynayan bir ifade ortaya çıkıyor: Bu olumlamada "saklı bir
ölüm istenci" vardır. 1 93 O halde " bilim", çileci ideale karşı çıkmak şöyle
dursun onu en fazla olum/ayan alandır.
Önceki bölümde işaret ettiğim gibi, Nietzsche bilimcilerin gerçek ha­
yattaki güdülerinin nadiren "ne pahasına olursa olsun hakikat istenci" ni
içerdiğini gayet iyi bilir. Bu yüzden asıl saldırısı kendisine ve Ree'yedir.
"Psikolojik gözlem" -daha doğrusu psikolojik baltalama- programla­
rında ne pahasına olursa olsun hakikate, "entelektüel temizliğe" ger­
çekten bağlı kalmışlardır. Peki, ya Ahlakın Soykütüğü'nün yazarı için ne
diyeceğiz? O da hala gizli kapaklı çileci ideale bağlı olduğundan sahici
bir muarız olamamış mıdır?
Nietzsche bir anlığına Hegelciliğe düşerek, "Tüm büyük şeyler, kendi­
ni-imha (Selbstaufhebung) edimiyle kendi yok oluşunu beraberinde geti­
rir," diye yazar. 1 94 İşte Hıristiyanlık da modem " bilimciler" aracılığıyla
kendini aşmıştır. Hıristiyan ahlakı Hıristiyan metafiziğini aşar. "Hıristi­
yan ahlakının kendisi, doğruluk kavramı" -Nietzsche burada doğrudan
Şen Bilim'in 357. Kesim'inden alıntı yapar- " bilimsel vicdana tercüme
edilmiş ve yükseltilmiştir. Ne pahasına olursa olsun entelektüel vicdan
rahatlığı haline gelmiştir" ve "Hıristiyan tanrısını yenen" de budur.195
O halde (a) çileci idealin bu son tezahürünü Nietzsche'nin onay­
ladığını mı, yoksa (b) kendini onun bir parçası olarak gördüğünü mü
düşüneceğiz? İkisi de değil. Çünkü bu noktada kendisini daha ötedeki
" Hıristiyan" doğruculuğu göreviyle özdeşleştirir: Hıristiyan Tanrı'sını
Ahlakın Soykütüğü

yıktıktan sonra artık dikkatini Hıristiyan ahlakına yöneltmelidir; "ha­


kikat istencinin " ta kendisi de bu ahlaka dahildir. Artık hakikat istenci­
nin kendisinin bir " problem" olduğunu kabul etmek zorundayız.196 Bu
yüzden, der Nietzsche, koşulsuz hakikat istencinin geçerliliğini sorgu­
layarak, kendini çileci idealin ötesine yükseltmiştir. Hıristiyan metafizi­
ğinden dışarı tırmanmak için "Hıristiyan" doğruculuğunun merdiveni­
ni kullanmış, şimdi de bir tekmede o merdiveni atmıştır. Nietzsche'nin
içinde yetiştiği Protestan -Protest-ant- * geleneğin muarızı değil kökten
devamı olarak görülmesinin en iyisi olduğu yönündeki daha önceki fik­
rimin burada ne kadar akla yakın durduğuna dikkat edin. Önce Hıristi­
yan metafiziğini, sonra Hıristiyan ahlakını aşan şey Hıristiyan ahlakının
-Hıristiyan doğruculuğunun- * * ta kendisidir.
Hakikat istencini "sorgulamanın", onu bir mesele haline getirmenin
Nietzsche için anlamı nedir? Onun için anlamı hayatı, sağlıklı hayatı ha­
kikatten daha yüksek bir değer düzeyine çıkartmaktır. Sizin ruhsal sağlı­
ğınızı en iyi düzelten şey kendini kandırmak ve yanılsama ise bu yoldan
yürümelisiniz. Fakat bunun anlamı "hakikat istencinin" rafa kalkması
değildir kesinlikle, çünkü Nietzsche'nin hakikatin ve yanılsamanın göre­
li değeri sorunu üzerine Ecce Homo'daki son sözü şöyledir:

Bir ruh ne denli doğruya dayanabilir, ne denli doğruyu göze alabilir? Benim için
***
gitgide asıl değer ölçüsü bu oldu. Yanılgı (-ideale inanç -) korkaklıktır . Bilgide her
..

kazanç, ileriye atılan her adım yüreklilikten gelir, kendi kendine karşı sertlikten, dü­
rüstlükten gelir 197
...

* "Başkaldıran-karınca" . Yazar burada Protestanların Hıristiyanlıktaki bazı gele­


neksel uygulamalara, topluca karşı duruşlarına; bu bakımdan küçük, etkin ve ba­
şarılı olmalarına gönderme yapıyor-r.n.
** Hıristiyan doğruculuk erdeminin "ne pahasına olursa olsun" doğruyu söylemeyi
gerektirdiği fikri bana Nietzsche'nin argümanındaki açık ve tuhaf bir zayıflık gibi
görünüyor. Hıristiyan merhametinin yer yer "beyaz" yalan söylemeyi kabul hatta
teşvik ettiğini açıkça görüyoruz. Yalan söylemenin kayıtsız şartsız yasaklanmasının
Nietzsche'nin yetiştiği Protestan geleneğinin bir özelliği olduğunu varsayabiliriz en
fazla. (Yine onun gibi Protestan ve Prusyalı olan Kant, "beyaz" yalan söyleme
hakkı diye bir şeyi katiyetle reddettiğine dair meşhur bir inceleme yazmıştır.) Nietz­
sche'nin bahsettiği "bilimsel vicdanın" esasen İnsanca, Pek lnsanca'nın yazarının
kaleminden çıktığına zaten dikkat çekmiştim. Bana kalırsa bu argüman ancak oto­
biyografik açıdan bir anlam ifade edebilir.
Bir başka deyişle, Malwida von Meysenbug gibi "sevimli idealistlerin" gerçekliği
duygusalca çarpıtmaları.
NIETZSCHE

Bir başka deyişle, kişi üstün sıhhate sahipse, son derece "soyluysa" ,
birinci tip "ne pahasına olursa olsun hakikat istencine" sahip olacak­
tır, çünkü her bedeli "ödeyebileceğinden" şüphe duymayacaktır. Şen

Bilim ' de belirtildiği gibi, "Hayatın tamlığı bakımından en zengin olan


kişinin gücü, ister Dionysosçu tanrı ister insan olsun, en korkunç ve
sorgulanabilir şeylere tanıklık etmeye yetebilir" çünkü o kişi şunun bi­
lincindedir: " üreyici ve dölleyici kuvvetlerin taşkınlığı her çölü bereketli
tarlalara çevirebilir" . 198 Yanılsama desteğine ihtiyaç duyan zayıf ruhun
ve "sığlığın - derinliğin dışında olmak" isteyen "iyileşen kişi "nin aksi­
ne, üstün sıhhatli (sonraki bölümde tartışılacak tarzda) kişi, dünyadaki
"kara ve kaygan" olan her şeyin tam ve sağlam bilgisiyle bengi dönüşü
isteyebilir. Bu yüzden, hikayenin sonunda kayıtsız şartsız hakikat istenci
ruhsal sağlığın kriteri haline gelir.

Evrenin Efendileri

Bir süre önce üçüncü incelemede Nietzsche'nin Hıristiyanlığa "karşı­


ideali"ni, daha iyi bir gelecek vizyonunu nitelemek bakımından neler
söyleyeceğini keşfetmeye başlamıştık. İncelemenin gerçekten pozitif kat­
kısı 9. Kesim'de ortaya çıkar.
Tüm "iyi" şeyler bir zamanlar "kötü" şeylerdi, diye bir kez daha kül­
türel gelişim teorisini açıklamaya başlar Nietzsche. Eskiden evlilik ortak
hakların ihlali olarak görülüyordu, kanun da bir zamanlar intikam hak­
kının ihlali olarak görülüyordu. Bu yüzden az sayıdaki manevi açıdan is­
tisnai insanı koruyup desteklememiz elzemdir. Bu "insanın talih kuşları"
(ben onlara "rastlantısal mutasyonlar" diyordum) toplumun sağlığı için
esas nitelikteki kültürel değişim kapasitesinin failleridir. Muhafazakar
kuvvetler onların çoğunu "şehit" edecektir elbette, ama şansımız varsa
canlı kalanlar arasında ihtiyacımız olan değişimi destekleyecek olanlar
da çıkacaktır.
Eskiden "kötü" olan "iyi" şeylerden biri, diye devam eder Nietzsche,
yeryüzünün efendileri olma isteğimizdir. Bununla -anlaşılan haklı ola­
rak- gurur duysak da, modernlik-öncesi insan için,

eski Yunanın ölçüleriyle ölçüldüğünde bile bütün modern yaşama biçimimiz, za­
yıflık değil de, bir güç, gücün bilinci olduğu sürece, su katılmadık bir güç zehirlenmesi
Ahlakın Soykütüğü

[hubris}, bir Tanrısızlık çıkar ortaya ... Bugün doğaya karşı takındığımız tavırların
tümü, mühendis ve teknisyenlerimizin dikkatsiz buluşlarının ve makinelerin yardımıy­
la doğanın sömürüsü güç zehirlenmesidir, nedenselliğin bizi avlayan büyük ağının
arkasında, amacın ve etiğin herhangi bir sözde örümceği olarak Tanrı'ya olan tavrı­
mızın özü de güç zehirlenmesidir ... kendimize karşı tavrımızın özü güç zehirlenme­
sidir, çünkü hiçbir hayvanda yapılmasına asla izin vermediğimiz deneyi kendimizde
yapıyoruz; merakla, sevine sevine, canlı canlı kesip bakıyoruz ruhumuza ... Ardından
iyileşiyoruz ... Kendimize zulmediyoruz ... biz ruh fındıkkıranları, biz soranlar, soruya
değer olanlar, sanki hayat yalnızca fındık kırmaymış gibi, günbegün daha da soruya
değer, sorular sormak için daha değerli oluyoruz.

Bu pasajdan anlaşılan ilk nokta güç zehirlenmesinin -kendinden faz­


la emin olmanın, Yunan tragedyasında misilleme ve düşüşe yol açan yer­
siz gururun- desteklenmediğidir. Onun yerine, modernliğin doğaya ve
insan doğasına karşı duruşunun gurur bakımından hiç de eksik sayılma­
yacak Yunanlar tarafından bile güç zehirlenmesi sayılacağını söylemek­
tedir. Dikkat çeken ikinci nokta, Nietzsche'nin kendisi -etiğin baltalayı­
cı "psikolojik gözlemci"si ve soykütüksel yapıbozumcu- "ruh fındıkkı­
ranın" dik alası olduğundan, pasajın öz-düşünümlü olması gerektiğidir.
Bunun anlamı da " soruya değer" sözcüğünün kullanımı, doğaya karşı
modern duruşu suçluyormuş gibi görünse de bunun doğru olamayacağı,
çünkü o zaman kendi eserlerinin tümünü suçlaması gerekeceğidir.
Bana öyle geliyor ki bu pasaj modernliğin hem doğa hem insan do­
ğası üzerindeki sınırsız güç istencini desteklemektedir. Eskiden "kötü"
sayılan -"Tanrı rolüne soyunmak"- ama gerçekte iyi olan şeylerden
biridir. Görünüşe bakılırsa Nietzsche burada bize tüm diğer amaçların
üstünde yeni bir "tek amaç"olan, Hıristiyanlığın "tek amacının" yerini
alacak şu nihai amacı sunmaktadır: evrenin efendileri haline gelmek.
Dönemin defterlerine şöyle bir baktığımızda bunu daha açık görü­
yoruz. Örneğin eski ahlak yerine "gerekenin", "değerlerin tersine çev­
rilmesi " olduğunu, böylece yönetici bir sınıf -yeryüzünün gelecekteki
efendilerinin- yetiştirilmesini sağlayacak bir ahlak" üretileceğini okuyo­
ruz defterlerde. 1 99 Nietzsche Şen Bilim de Avrupa'yı "yeryüzünün met­
'

resi"200 kılmak istediği için Napoleon'a hayranlığını ifade eder; bu hay­


ranlık lnsanca, Pek İnsanca'ya kadar geri giden Avrupa kültürünün yer­
küreye hakim olması arzusunu da içermektedir. 1 8 8 6-Tdeki defterlerde
NIETZSCHE

Nietzsche'nin, bilim sayesinde insanın "doğayı köleleştirecek" düzeye


gelmesine yetecek kadar bir " [örneğin nükleer] güç fazlalığına" erişile­
ceği günlerin hayalini kurduğunu görüyoruz. 201 Doğanın efendisi olmak
insan doğasının da efendisi olmak anlamına geldiğinden, bir "efendi ır­
kının'', "yeryüzünün" gelecekteki "efendilerinin" düşünü kurar; bunlar
" sürü" tiplerini "esnek araçlara" genel olarak insanlığı ise daha kusur­
suz, yani daha güçlü bir türe çevirecek "sanatçılar" olacaktır.202 İnsan­
ca, Pek İnsanca'da soyarıtımına nasıl coşkuyla yaklaşıldığını hatırlayın.
Nietzsche'nin "tecavüz'', "ihlal " ve "efendilik" dili, Martin Heideg­
ger'in modern teknoloji dünyasını anlatırken kullandığı dile çok benzer.
Aradaki fark, Heidegger modernliğin sınırsız güç istencini reddederken,
Nietzsche'nin aynı istenci en azından burada onaylamasıdır.
İçinde yaşadığımız çağda biz de kendimizi Heidegger'in suçlamala­
rına hak verirken bulabiliriz pekala. Nietzsche'nin sınırsız güç istencini
desteklemesini itici bulabilir, daha doğrusu bu desteğini güç zehirlenme­
si sayabiliriz; uğursuz sonuçlarını -iklim değişiklikleri- şu anda yaşadı­
ğımızı düşünebiliriz. Fakat artık bununla yaşamak zorundayız. Nietz­
sche modern teknolojinin sonuçlarından pek çoğunu en azından kimi
zamanlar eleştirmiş olabilir, ama demiryollarının, elektriğin, telefonun,
bürokratik devletin icat edildiği çağın modernist ruhunun içindeydi, bu
öyle bir çağdı ki dünya teknolojinin bitip tükenmek bilmeyen istiridye
yatağı gibi görünüyordu. Belki de onun adına söylenebilecek en iyi şey,
bugün hayatta olsaydı sınırsız güç istencini kesinlikle "iyi" sayılan ama
artık "kötü" olan şeyler sınıfına sokacağıdır.

Yöntem Sonmu

Soykütük'le ilgili bu tartışmayı bitirirken en başta gündeme gelen


meseleye geri dönmek istiyorum: İlk iki incelemede kullanılan soykütük
yönteminin rasyonel bir bakış açısından mantıksız olup olmadığı, ayrıca
eserin Hıristiyanlık-karşıtı ikna gücünün ister kasıtlı ister tesadüfi olsun
rasyonel değil retorik olup olmadığı meselesi.
Gördüğümüz üzere, Nietzsche birinci incelemede "günümüz insanı­
nın" hasta olduğunu veri alır; "afallamış ... harcanmış ... zehirlenmiş"
olduğunu öne sürer.203 Ayrıca geçmişteki insanların son derece sağlıklı
Ahlakın Soykütüğü

olduğunu belirtir. Ardından " hastanın" rahatsızlığının kökenini teşhise


koyulur -kendini sıklıkla "kültür doktoru" olarak tanımladığını hatırla­
yın. O yüzden, adeta hastaya şunu sormaktadır: Kendini kötü hissetme­
ye başladığın sıralarda yeni ve alışılmadık bir şey sindirmekte miydin?
Hasta da gerçekten yeni ve alışılmadık bir şey, yani köle ahlakını sindir­
mekte olduğunu bildirir. Kurşun zehirlenmesi Nietzsche'nin usulüne bir
analoji teşkil edebilir. İlk hastalandığın zamandan kısa süre önce kurşun
yuttuysan, büyük ihtimalle hastalanmanın sebebi kurşundur.
Nietzsche köle ahlakının hınçtaki (ressentiment) kökenlerine bakarak
bu görüşünü sağlamlaştırır. Köle ahlakını kasten "zehirleme" amacıyla
tasarlanmış, bu yüzden de baskıcı soyluları güçsüzleştiren bir araç ola­
rak sunar. Bir aracın tasarlanma amacı genellikle etkilerinin de güvenilir
bir göstergesidir. 204 Bir gaz tüpünün savaş silahı olarak tasarlandığını
biliyorsak, içerdiği gazın zehirli olduğunu neredeyse kesinlikle söyleye­
biliriz. Dolayısıyla, köle ahlakının potansiyel etkilerini daha iyi anladı­
ğımızda, "yutulan" şeyin aslında zehirli olduğunu da saptayabiliriz. Bu
usulde en ufak bir akıldışılık olmadığı açıktır. Aksine güçlü, rasyonel,
"tıbbi" bir akıl yürütme paradigmasıdır karşımızdaki.
İkinci incelemenin argümanı aynı teşhis usulünün birazcık daha kar­
maşık uygulamasıdır. Veri, biz modern insanların hastalığının özgül bir
veçhesi olan, "vicdan azabımız" ve özsaygımızın yetersizliğidir. Burada
da soru şudur: Sebebi ne bu hastalığımızın? Cevap: Uygarlık parmaklık­
larının ardına "kapatılmış" insansal hayvanın özümsenmiş saldırgan­
lığıdır; bu saldırganlığı biçimlendirip destekleyen ve muazzam ölçüde
yoğunlaştıransa Hıristiyanlıktır. Nietzsche buradan Hıristiyanlığın mev­
cut hastalığımızın ana sebebi olduğu sonucunu çıkarır. Önerdiği teda­
viyse, insanlığın temel saldırganlık içgüdüsüne saygısını geri getirecek,
ama Hıristiyan ahlakıyla aynı uygarlığı-koruyucu etkiyi gösterecek bir
ahlaktır; bu ahlak saldırganlığın ifade edilişinin doğal olmaktan ziyade
kültürel, kaba saba fiziksel olmaktan ziyade yüceltilmiş biçimlerini des­
tekleyecektir. Bir kez daha "tıbbi" akıl yürütme paradigması işbaşında­
dır, akıldışılığın ya da salt polemiğin en ufak bir esintisini bile içermeyen
bir paradigmadır bu.
24. Bölüm

1 888

Nice'te Kış

1888 yılı, kendisinden önceki yıl nasıl bittiyse öyle, soğuk başladı.
Cenevre Pansiyonu'ndaki, kendi seçtiği koyu bordo duvar kağıdıyla
yeniden kaplanmış odasında oturan Nietzsche, Naumburg'dan gelen so­
banın, bir türlü başa çıkamadığı "mor-parmak" sorununu aşmak için
zorunlu olduğunu görmüştü. Kocaman yazı masasının başına oturup
hayatının ana olayı olarak gördüğü iş üzerinde ciddiyetle çalışmaya baş­
ladı. Önceki bütün eserlerinin, salt buna bir giriş oluşturduğu "siste­
matik başyapıtı" ! Güç İstenci'ni yazıyordu. Kitap "aşırı" ve "kesin bir
ciddiyette" 2 dört ciltlik bir çalışma olacak, tüm felsefesine bir zemin
ve genel açımlanma kazandıracaktı. 13 Şubat'ta ilk ayrıntılı planı ta­
mamladı (artık başlığı da Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi
Girişimi'ne çevirmişti). Ama düzenli çalışmaya devam etmesine rağmen
ishal ve uykusuzluktan mustaripti, morali bozuktu -Nice piyangosunda
yarım milyon franklık ikramiyeyi kazanamamak da herhalde moraline
pek iyi gelmemişti.
Diğer konukların da pek çoğu Nice ikliminin rahatsızlıklarına iyi ge­
leceğini umduğundan, pansiyondaki akşam yemeği sohbetleri iklim ve
sıhhat çevresinde dönüyordu. Örneğin Berlin'den bir hanım " bir nevi
melankolik umutsuzluk" çekiyordu, evden güç bela ayrılabilmişti ama
şimdi Nice'in kuru havasının onu tamamen iyileştirdiğini iddia ediyor­
du. Kısa bir keskin " hava değişimi" , çok tavsiye edilesi bir tedavidir,
diye hak veriyordu Nietzsche.3
Doğru iklimin yanı sıra sıkı ve şaşmaz bir günlük rutinin de esas
olduğunu hissediyordu: dokuzda yatmak, altı buçukta kalkmak, çay ve
iki galeta, sabah bir saat yürüyüş, öğlen yemeği, öğlenden sonra üç saat
73 0 NIETZSCHE

yürüyüş, daima aynı yol, altıda akşam yemeği; şarap, bira, sert içki ya
da kahve yok; daima aynı, her gün böyle.4
Ocak başında monotonluğu azaltmak için Monte Carlo'da başka
bir konsere gitti. Ama bu seferki tam bir felaketti: Cesar Franck ve di­
ğer "modern Fransız müziği ya da daha açık konuşmak gerekirse, kötü
Wagner . . . gergin, kaba, çekilmez, talepkar, kibirli -aşırı süslü" . s Bunun
saf "çöküş (decadence) " olduğu sonucuna varıyordu, tıpkı Baudelaire
gibiydi -"hovarda, mistik, 'şeytani', ama her şeyin ötesinde Wagnerci" .6
( Baudelaire-Wagner yakınlığı için bkz. aşağıda s. 74 1 -4 . ) Ama birkaç
ay sonra da Offenbach'ın üç parçasını çok beğenmişti: " soytarıca ama
klasik beğeniye uygun, tamamen mantıklı ... şahane bir Parisli" .7 Bu yo­
rum, aklı başında geçirdiği son yılda hafif müzik merakının giderek art­
tığının da bir göstergesidir. (Bildiğimiz gibi, Şen Bilim' de " biz iyileşmek­
te olanların" "derinlikten ziyade sığlık", bir diğer ifadeyle "sorunsuz,
ilahi yapaylıkta sanat" ihtiyacında olduğunu yazmıştı.8 Nietzsche'nin
" sığ" müzik ihtiyacındaki artışı yaratanın yaklaşan uçurumun belli be­
lirsiz sezgisi olduğundan şüphe edilebilir. )
1 8 8 8 yılı ilerlerken Nietzsche Avrupa'daki siyasi durumu giderek daha
kaygı verici bulmaya başladı; bir tarafta Rusya ve Fransa, diğer tarafta Al­
manya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya'nın "Üçlü İttifakı"
arasındaki "silahlı barış" endişe vericiydi. "Üçlü İttifak - Reich'la zeki bir
halk ancak mesalliance'a * girebilir, " diye yazıyordu yılın sonunda.9 "Bis­
marck ve doksan yaşındaki İmparator 1. William'ın saldırgan politikaları
yüzünden "silahlı bir kirpi gibi kabaran" Almanya'nın, Avrupa barışına
başlıca tehdidi oluşturduğunu düşünüyordu. Fransa-Prusya savaş meyda­
nındaki deneyimleri aklından hiç çıkmayan Nietzsche, Avrupa'nın daha
önce görülmemiş ölçekte bir felaketin eşiğinde olmasından korkuyordu.
Son umudunu bağladığı Hohenzollern hanesinden veliaht Friedrich niha­
yet 9 Mart 1 888'de imparator oldu. Ama o zamana kadar gırtlak kanse­
rine yakalanmıştı ve doksan dokuz gün sonra San Remo'da öldü.
Nietzsche, Friedrich'e hayrandı. Onun can çekiştiğini duyun­
ca çok üzüldü. Bilgileri getiren sofra komşusu Barones Plancker,
İmparatoriçe'nin yakın dostu olduğunu iddia ediyordu ve İngiliz ya da
Alman karanlık güçlerin muhtemelen hayat kurtarıcı bir nefes borusu

*
Dengi olmayan biriyle evlilik-r.n.
1 8 88 73 1

ameliyatını engellemek üzere tezgah kurduğundan şüpheleniyordu.ıo


"San Remo'dan gelen haberlerden ne kadar fena etkilendiğimi görsen
şaşarsın," diye yazıyordu Köselitz'e.1 ı Nietzsche'nin kaygısı gerçekten
de şaşırtıcıdır, çünkü eski kafalı ve aşırı-muhafazakar babasının aksi­
ne Friedrich liberaldi. Kraliçe Victoria'nın kızı Prenses Victoria, yani
"Vicky"le evliydi, kendisi gibi Alman olan itibarlı Prens Albert'ten çok
etkilenmişti ve hem İngiliz kabine hükümetine hem de parlamenter de­
mokrasiye hayrandı. (Friedrich ölmese ve yerine küstah ve maço oğlu il.
William geçmeseydi Birinci Dünya Savaşı hiç çıkmayabilirdi. )
Friedrich çok iyi bir binici ve general olmasının yanı sıra geniş kültür
sahibiydi ve beş dil biliyordu. Nietzsche onun siyasetine değil kültürel
liberalizmine hayrandı -"Almanya' da son özgür düşünce pırıltısı"-12
ayrıca Yahudi karşıtı olmamasını da takdir ediyordu. "İmparator'un
[Friedrich] ölümü" diye yazıyordu Köselitz'e Haziran ortasında, " beni
derinden etkiledi: Neticede Almanya'nın son umuduydu o. Şimdi
Stöcker'in rejimi başlıyor: -Artık 'Güç İstenci'min ilk başta Almanya'da
yasaklanacağı sonucunu çıkarıyorum buradan. " 13 ( Daha önce belirtil­
diği gibi, Stöcker -gayet münasip bir şekilde Adolf adını almıştı- önde
gelen Yahudi karşıtlarından biriydi.)

Torino'ya İlk Ziyaret

Bildiğimiz gibi, Nietzsche için yılın en kötü zamanları bahar ve güz­


dü, yani yazlık ev ile kışlık ev arasındaki "geçiş süreci" . Bir kez daha
Nice'ten ayrılma vakti geldiğinden, " bahar probleminin" ıstırabını çe­
kerek bütün geceyi uykusuz geçirdi. İtalyan gölleri çok nemli ve bunal­
tıcıydı, Zürih yılın her zamanı yaşanması imkansız bir yerdi ve baharda
İsviçre'nin geri kalanı hala alçak bulutlarla, sisle ve kışla örtülü oluyor­
du.14 Sonunda Köselitz'den bir öneri geldi: Torino.
Yolculuk her zamankinden daha fena geçti. Miyop ve telaşlı Nietz­
sche yanlış trene aktarma yaptı ve kendini Cenova'da buldu. Devam
edemeyecek kadar hasta olduğundan iki gün boyunca hatıralar içinde
kaybolmuş bir halde şehri dolaştı. Ama açık zihinli bagajı "ilk amacın­
dan sapmamış" ve planlandığı gibi Torino'ya ulaşmıştı. 1 5 Ama Nietzsche
de sonunda 5 Nisan'da Torino'ya vardığında ilk görüşte kente aşık oldu:
73 2 NIETZSCHE

Ne kadar soylu ve ciddi bir kent! Kesinlikle büyük şehir değil [nüfusu 300.000
civarındaydı], hiç de korktuğum gibi modern değil. Daha ziyade 1 7. yüzyılın prenslik
mekanı olarak her yerinde saray ve soyluluk beğenisini taşıyor. Aristokratik sakinlik
her şeyde korunmuş: Harap mahalleler yok; beğeninin birliği renk seçimine kadar
kendini gösteriyor (her şey sarı ya da tuğla rengiydi). 1 6

Torino'da adeta Nietzsche'nin ihtiyaçları için inşa edilmiş gibi duran,


her iklimde yürünebilecek, bir kilometreden uzun, sıra sıra kemerli pa­
sajlar vardı. Ayrıca Alpler manzarası, dağ havası ve suyu, üç dilde bolca
kitap bulunan kitabevleri, mükemmel yiyecekler -üniversiteye ve askeri
akademiye giden çok sayıda genç müşterinin varlığı sebebiyle ucuzdu­
Doğu'dan şehri sınırlayan ve öbür yakasında parklar ve gölgeli bir bul­
var bulunan sakin Po Nehri, hep coşkulu övgülerine vesile oluyordu.
"Po köprüsünde akşamlar: Harika! İyinin ve kötünün ötesinde! ! " diye
yazıyordu. 1 7 Kafe hayatını çok sevdi (Leipzig'de öğrenciyken de seviyor­
du), İtalyan dondurmasının uzmanı oldu, bu dondurmanın "en yüksek
kültürün" ürünü olduğunu düşünüyordu, ayrıca kimi zaman ona eşlik
eden (üstelik fiyat her zamanki otuz sentin üstüne çıkmıyordu) l B mini
orkestraya da bayılıyordu. "Kafe ... cennetin fincanda sunumu," diye
yazmıştı defterine.19
Nietzsche Torino'nun zengin müzikal hayatını sevmişti. Rossini, Çay­
kovski ve Goldmark ( "Wagner'den yüz kez daha iyi " ) dinledi,20 ayrıca
üç diğer operaya rağmen Teatro Carignano'da Carmen'in sahnelenmesi­
ni iki ay uzatan belediyeyi kutladı. İki rakip operet şirketi sayesinde he­
men her zaman operete gitme imkanı olmasını da çok sevmişti. Torino'da
hafif müzik beğenisi iyice fark gözetmez hale geldi, artık Wagnerci uğur­
suzluğun karşıtı olan her şeyi seviyordu neredeyse. Tek istisna Johann
Strauss'tu * : Zira Almanlık duygusu da Almanlık hevesi kadar kötüydü,
" Wienerei = Schweineri" [Viyanalı olmak domuzlukla bir], diyordu.21
Nietzsche sağlığının da tuhaf bir şekilde hızla iyileştiğini fark etti,
halbuki vardığında hava çok kötüydü ve kendine reçete ettiğinin aksine
yağmurlu ve sisli iklim o günden beri devam ediyordu. (Fakat sağlığının
iklime bağlı olduğu teorisinin çürütüldüğünü asla tam anlamıyla kabul
etmez.) Gazete büfesi sahibi Davide Fino'ya ait olan "enfes" Piazza Car-

* Burada adı geçen Johann Strauss, aynı adı taşıyan besteci "baba" Johann Strauss
( 1 804-1 849) değil, "oğul" Johann Strauss'tur ( 1 825-1899)-r.n.
1 888 733

lo Alberto üzerindeki bir daireyi tuttu. Via Carlo Alberto 6'daki apart­
manın dördüncü katındaki ( Fino ailesi alt katında oturuyordu) balkon­
lu penceresinden 1 83 1 'den 1 849'a kadar Piemonte Kralı olan Carlo
Alberto'nun tam askeri üniforması ve havaya kaldırılmış kılıcıyla gayet
aristokrat heykelini görebiliyordu.

Sic Incipit Gloria Mundi*

Nietzsche Torino'dayken Brandes'le mektuplaşması sıklaştı. Modern


uygarlığın çözümden ziyade problem olduğu noktasında anlaşıyorlardı.
Nietzsche ona yazdığı bir mektupta Zerdüşt'ün IV. Bölüm'ünün pekala
"Zerdüşt'ün sınanması" başlığı alabileceğini ve Nietzsche'nin acıma
eleştirisine dair şüphelerine en iyi cevabı verdiğini belirtiyordu. Kendisi
gibi bir "altın yapımcısının", insanlığın en çok korktuğu ve nefret ettiği
şeyleri "altın yapan" birinin ona en büyük iyiliği ettiğini söylemişti.22
Brandes'in verdiği en heyecanlandırıcı haber 1 0 Nisan ile 8 Mayıs
arasında Nietzsche'nin Soykütük dahil bütün felsefesini içeren beş ders
verdiğiydi. Bu dersler müthiş başarılı olmuş, her birine üç yüzün üs­
tünde katılan olmuştu. Nietzsche ünsüz bestecilerin kimsenin dans et­
mediği kızlara benzediğini, filozofların ise ünü sadece "yük" saydığını
öne sürüyordu. 2 3 Gelgelelim sevincinden içi içine sığmıyordu, derslerin
-hayali ilavelerini de içeren- haberini mektuplaştığı hemen herkese ver­
mişti. Defterlerinde de kamusal açıklamaların gösterişli tonunu benim­
siyordu artık:

Filozof Friedrich Nietzsche'nin arkadaşları geçen kış kabiliyetli Danimarkalı Dr.


Georg Brandes'in Kopenhag Ü niversitesi'nde bu filozof hakkında uzun bir dersler
dizisini tamamladığını öğrenmeyi değerli sayacaklardır ... 300'den fazla dinleyici Al­
man felsefesindeki bu yeni ve cüretkar düşünme tarzına öyle canlı bir ilgi göstermiştir
ki konuşmacıyı ve temasını ayakta alkışlamışlardır.24

Köselitz de Brandes'in verdiği derslerin Nietzsche'nin ün kazanma­


sında dönüm noktası olduğunu belirtir. Avrupa çapında ün sahibi, ana-

*
"Böyle başlar dünyevi şan şöhrer"-r.n.
734 NIETZSCHE

dili Dancanın yanı sıra Fransızca, Almanca, İsveççe, Rusça ve Lehçe


de yazan bir adamın dikkatini çekmek ün kazanmayı garantiliyordu.
Nietzsche de Köselitz'le aynı görüşteydi. Deussen'e gönderdiği bir kartın
üzerine sahte bir kayıtsızlıkla şöyle yazmıştı: "Sic incipit Gloria mundi"
(Böyle başlar dünyevi şan şöhret) -"Böyle geçicidir (sic transit) dünyevi
şan şöhret" sözünü değiştirip, güç zehirlenmesinin bilinen ilacı üzerine
sözcük oyunu yapıyordu" .25
Nietzsche, halkla ilişkiler sürecine yardım etmek için Brandes'e ger­
çek ile kurguyu eşit ölçüde karıştırdığı güncel bir özgeçmiş gönderdi.
Bu özgeçmişe göre Lützen savaş meydanında doğmuştu (aslında meyda­
nın yakınlarında doğmuştu), Leh soylusu bir aileden geliyordu (tümden
yanlış). Büyükannesi Weimar'da Schiller-Goethe çevresine dahildi ( " bü­
yükannem Goethe'nin sevgilisiydi" hikayesinin bir versiyonu, ama yine
de yanlış) . Böyle devam edip gidiyordu özgeçmiş yazısı.26
Çoğunlukla Brandes'in çabaları sonucunda Nietzsche, New York ve
St. Petersburg'dan mektuplar almaya başladı (gerçi eserlerini İngilizce
ve Rusçaya çevirme önerileri boş çıktı), bu da Amerika ve Rusya'da ün
kazandığına onu inandırdı -daha doğrusu Almanya hariç her yerde ün­
lendiğini düşünüyordu. Bunun sonucunda kendi dilinin konuşulduğu,
hayata gözlerini açtığı ülkeye karşı öfkesi artmaya başladı. Malwida'ya
gönderdiği bir mektupta şöyle diyordu: "Bu kış Danimarka'da beni . . .
Avrupa'daki e n bağımsız ruh ve tek Alman yazarı diye övmelerine" rağ­
men, ayrıca " benzer bir şey New York'ta da olmak üzereyken" , "sevgili
anayurdumda dikkat çeksem bile 'tımarhaneye ait' biri muamelesi görü­
yorum" . (Yorumculardan birinin İyinin ve Kötünün Ötesinde için "pa­
toloji sınırına dayanmış" dediğini hatırlayın). " Bayreuth kretenizmi '" , "
diye devam ediyordu, Malwida'nın Wagner'e sadakatine saygısızlık ede­
rek, " bana engel oluyor. Yaşlı baştan çıkarıcı Wagner, öldükten sonra
bile, etkileyebileceğim insanları benden uzak tutuyor" .27
Brandes, büyük İsveçli oyun yazarı August Strindberg'i, yani modern
gerçekçi tiyatronun babalarından birini Nietzsche okumaya ikna etmiş­
ti, sonuçta Strindberg coşkulu bir hayran haline geldi ve Zerdüşt'ün
" hiç şüphesiz bir insanın sahip olabileceği en derin kitap" olduğu şek­
lindeki Nietzsche'nin yargısını tekrarlamaya başladı. 28 Brandes'in de

.. Fiziksel ve ruhsal gelişim bozukluğu·r.n.


1 88 8 73 5

Strindberg'i " biraz deli" olsa da "gerçek bir dahi" 2 9 diye tanımlaması
herhalde Nietzsche'nin gözünde onu çekici kılmıştı. " Biraz deli" iki ya­
zar arasında canlı bir mektuplaşma başladı. Nietzsche onun Pere adlı,
karı-koca arasındaki güç mücadelesiyle ilgili bir ev tragedyası olan oyu­
nunu okudu. "Çok derinden etkilendim," diye yazıyordu Strindberg'e,
ayrıca "kendi aşk anlayışımın böyle görkemli bir şekilde bir eserde ifade
edildiğini görünce hayrete düştüm -araç savaş olmuş ve zemin de cinsi­
yetler arasındaki ölümcül nefret" . * 30 Overbeck' e yazarken de böbürle­
niyordu: "İsveçli dahi Strindberg benim 'ebedi dişinin' en büyük psiko­
loğu olduğumu düşünüyor"31 -aslında biraz da haklıydı, çünkü Strind­
berg, Brandes'e, "Nietzsche benim adamım . . . tüm yetenekli erkekler
gibi doğuştan kadın düşmanı," diye yazmıştı. (Strindberg üç evliliğin ve
üç acı boşanmanın yaralarını taşıyordu.)
Nietzsche bir seferinde Brandes'e "sayın Herr Kozmopolitikus"32
diye hitap eder -böylece tanıdık bir Yahudi karşıtı hakareti "iyi bir Av­
rupalı" olma erdemine çevirir. (Yahudi karşıtlarının iddiasına göre Ya­
hudiler "kozmopolit" bakış açısına sahip olduklarından devlete sadakat
göstermiyorlardı; Fransa'da patlamak üzere olan "Dreyfus olayı"na da
bu hakaretin muhakkak katkısı olmuştu. ) Nietzsche'nin Yahudi-karşıtı­
karşıtlığının ana sebeplerinden biri, ulaştığı ünün neredeyse tamamını
Yahudilerin çabasına borçlu olduğunu bilmesi ve onlara minnet duy­
masıydı. Bu Yahudiler arasında Lipiner, Zimmern, Lanzsky, Paneth ve
hepsinden öte Brandes vardı. "Yahudiler olmasa ölümsüzlük de olmaya­
cak,"33 diye yazıyordu Köselitz'e.
Elizabeth de aynı şeyin farkındaydı. Nietzsche 1 8 8 8 Noel'inde
Overbeck'e gönderdiği mektupta Paraguay girişiminin çökmekte oldu­
ğunu aktarıyordu: Sahte vaatlerle oraya çekilen yerleşimciler paralarını
geri istiyorlardı, ama hiç para kalmamıştı ve şiddet vakaları yaşanmaya
başlamıştı. Fakat bu durum Elizabeth'i "derin bir horgörüyle yazmaktan
alıkoymuyor", diye devam ediyordu Nietzsche: " 'Meşhur' olmayı isti-

* Bu aşk görüşü Wagner Olayı'nın ikinci kesiminde kendini gösterir. Aşkı kendini
feda etmek -"Senta-duygusallığı- olarak sunan Wagner'in aksine, Carmen aşkı ger­
çekte olduğu gibi sunar: "felaket, kinik [bkz. Sözlükçe], masum, zalim ... Yöntemi
savaş olan aşk, temelinde cinsiyetler arasındaki ölümcül nefret yatan aşk. Bunun
Nietzsche'nin o sırada Lou Salome'ye yönelik hislerini temsil ettiğini, Don Jose'nin
Carmen'e aşk-nefretini ancak ölüm sonlandırabildiğinden, Nietzsche'nin Lou'ya aşk­
nefretini de ancak kendi manevi ölümünün sona erdirebileceği sonucuna varabiliriz.
NIETZSCHE

yormuşum. Aman ne güzel! Üstelik bunun aracı olarak ayaktakımindan


olanları seçmişim -Georg Brandes gibi her kabı yalayan Yahudileri ... "34
(muhtemelen "kozmopolit" hakaretinin bir versiyonuydu bu). Şura­
sı açık ki, aklının yerinde olduğu son haftalarda Nietzsche ile kardeşi
arasındaki ilişkiler en düşük düzeye inmişti. Nietzsche onun Brandes'e
hakaretine cevaben nihai bir veda mektubu müsveddesi yazmıştı.35

Sils Maria'da Son Yaz

Haziran ayıyla birlikte yine Nietzsche'nin yaz sıcağından kaçma vak­


ti gelmişti. Daimi "yumuşak kış" reçetesinin kanıtlarla desteklenmediği­
ni biliyor, -"Tuhaf," diye yazmıştı Köselitz'e, "hava 3 1 derece olmasına
ve geceleri en fazla 22 dereceye düşmesine rağmen, sıcağa karşı çok has­
sas olan ben hiçbir rahatsızlık hissetmiyorum"36 -ama yine de rutini­
ni sadakatle devam ettiriyordu. Bu yüzden her zaman olduğu gibi yazı
dağlarda geçirmeye karar verdi, yedinci yazında "eski yazlık mekanım"
dediği Sils Maria'da kalacaktı: "Yukarı Engadin -benim topraklarım, o
kadar hayattan uzak, o kadar fizikötesi [meta-fiziksel] . " 37
Ama taşınma işi pek iyi gitmedi. Artık Torino'dan hemen İsviçre sınırı
yakınındaki Chiavenna'ya doğrudan tren olmasına rağmen, önce uzun
tren yolculuğu, sonra posta arabasıyla Sils'e yolculuk öyle yorucu ol­
muştu ki 5 Haziran'da oraya vardığında bir hafta boyunca başağrısı ve
kusma nöbetleri yüzünden yataktan çıkamadı. Hatta sonraki birkaç ay
boyunca sağlığı gerçekten kötü gitti; "absürd" ,38 diyordu bu durum için.
Onu karşılayan iklim de "absürd"dü. Aşırı sıcaklık ve nem yüzünden
pek çok çığ meydana geldi -hatta çığlardan biri Durisch evinin yakını­
na kadar geldi. Bu çığlar koca ormanları yamaçlardan silip atıyordu.
(Nietzsche yerel bir yasayı not etmiştir. Buna göre çığla yerinden sökülen
ağaçlar nerede durursa oranın sahibinin mülkiyetine geçiyordu, böylece
pek çok toprak sahibi beklenmedik bir yakacak hediyesi almıştı. ) Ama
Haziran ortasında kar yağıyordu. Nietzsche şöyle diyordu: "Hava tah­
mincisinin aklını yitirip yitirmediğini düşünerek mağaramda oturuyo­
rum. " 39 Tekrar kışlıklarını giydi ve o gece çift yorganla yattı.
Temmuz ortasında ise nefes kesici bir gelişme oldu: Paul Deussen
kendi eserlerini basmasının maliyetlerine katkı olarak ona iki bin mark
1 88 8 737

göndermişti.40 ( Meta von Salis de daha sonra bin mark gönderecekti. )


Nietzsche parayı gönderenin Deussen'in kendisi olduğunu düşünmüştü,
ama aslında para genç, yeni mezun olmuş Berlinli bir Dozent'ten (genç
okutman), Richard M. Meyer'den geliyordu -o da yine Nietzsche'nin
kariyerine destek veren başka bir Yahudiydi.

Ziyaretçiler

Ailesinin Chur'daki şatosundan ayrılan Meta von Salis Ağustos'un


ilk üç haftasında ziyarete geldi. Birlikte Sils'ten Silvaplana köyündeki
postaneye kadar beş saat yürüdüler, başka bir seferinde de Nietzsche'nin
hayatında ilk ve tek sefer kara Cavloccio Gölü'nü görmek için Maloja'ya
yürüdüler. Sert havaya rağmen Sils Gölü'nde çok sevdiği Chaste yarıma­
dasının kıyısını dolandılar. Meta onun hayatının yalnız geçmesine rağ­
men, çalışmayla dolu günlerinin her kesintiye uğramasının özel bir olay
olduğunu hatırlar.41 Yine sonra hatırladığı kadarıyla, ruhsal rahatsızlığa
dair hiçbir emare görmemişti. 42
Nietzsche'nin başka bir yürüyüş arkadaşı da Ağustos'un aynı üç haf­
tası ziyarete gelen Julius Kaftan'dı. Önceden Overbeck'in yakın bir mes­
lektaşı olan Kaftan şimdi Berlin'de teoloji profesörüydü ve Nietzsche'yi
Basel'den tanıyordu. Yürüyüşlerinde ciddi felsefi sohbetlere daldılar ve
karşıt yönlerden din meselesini tartıştılar -bu sohbetler Deccal'ın ve
muhtemelen Putların Alacakaranlığı'nın yazılmasındaki etkenler arasın­
da olabilir. Nietzsche her iki esere de Kaftan'ın ayrılışından kısa süre
sonra başlamıştı. Kaftan şöyle bir günü hatırlar:

Fex vadisinde buzula doğru yukarı yürüdük ... Küçük bir [sembolik] köprüye yak·
laştığımızda ... dar bir sokakta durdu ve yaşadığı büyük dönüşümü kısık sesle anlat­
maya başladı. Dünyanın hiçliğini keşfeden ve ruhunu Tanrı'ya veren dindar kişinin
yaşadıklarına benzer bir şey yaşamıştı. Bahsettiği şey [1 876'daki] Hayır'dan Evet'e
geçişiydi. Tüm öğretisinin temelinde bu yatıyordu.43

Kaftan hatıratında Nietzsche'yle uzun felsefi sohbetler yapan nere­


deyse son kişi olduğuna dikkat çekerek, tıpkı Meta gibi, dört ay sonra
ruhsal çöküş yaşayacağına dair en ufak bir işaret görmediğini belirtir.44
NIETZSCHE

İki ziyaretçi daha Nietzsche'nin dikkatini çekmişti. Bunlardan biri


Hamburg'lu piyanist Kari von Holten'di. Köselitz'in bestelerinden par­
çaları kullanarak özel bir konser vermişti -Nietzsche, Schumann'ın
"Kreisleriana"sından esinlenerek "Köselitziana" demişti bu konsere.45
Ayrıca Hugo Riemann'ın ortaya attığı, çok tesir yaratan melodik grup­
lama teorisini de tartışmışlardı. Nietzsche'ye göre bu teoride en ufak
müzikal unsurun dahi vurgulanması ve gruplamada ısrar edilmesi müzi­
kal bütünselliği atomlaştırıyordu; bu da Wagnerci çöküşün (decadence)
tipik bir tezahürü demekti.
Ayrıca Cari Fuchs'la 1 884 Ekim'inde başlayan uzun ve aralıklı bir tar­
tışma yürütüyordu;46 Fuchs ona her seferinde on sayfadan fazla yazıyor­
du. Fuchs Wagnercilerle arasını iyi tutmaya çalıştığı için Nietzsche'nin
ona karşı tavırları biraz soğuktu. Üstelik Nietzsche Danzig'deki (Gdansk)
sinagogun orgcusu olan Fuchs'un Yahudi ayininden "olabilecek en kötü
şekilde" bahsettiğinden şüpheleniyordu (muhtemelen bu şüphesi yersiz­
di).47 Nihayet Fuchs'un müzik cümleleriyle ilgili sayfalarca mektubunun
ağırlığına dayanamayıp ona Monty Python * tarzı bir cevap verdi:

Tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesinin felsefesini yapan kişiye "cümlele­


meyle" ilgili mektuplar yazmak da neyin nesi! ... Nice'te Marslılar meselesine ilgimi
çekmeye çalıştılar -Avrupa'daki en büyük uzay teleskopu buradaymış. Aslında han­
gisi bana daha yakın, Marslılar mı yoksa cümleleme mi? Dr. Fuchs'la ilişkimi devam
ettirmek isterim, ama Marslıları konu dışı bırakırsa ... Not: Burada yakalanmış olan
en büyük alabalığa da ilgimi çekmek istediler, on beş kilo geliyormuş: Kim bilir, bu
durumda belki iyi bir mayonez sosuyla ...48

Nietzsche'yi uzaktan ilgilendiren başka bir ziyaretçi de meşhur Bae­


decker seyahat rehberlerinin Leipzig'li yayımcısı ve firmanın kurucusu­
nun oğlu Fritz Baedecker'di. "Herr Baedecker ve eşi bütün yaz boyunca
otelime (Alpenrose) seçkinlik kattı, 'uğur getirdi"' diye yazıyordu von
Seydlitz'e heyecanla.49
***

Nietzsche'nin Sils'teki son kalışına dair iki kayıt, mektuplarındaki


bakış açısının dışına çıkmamızı ve yöre halkının ona nasıl baktığını gör­
memizi sağlayacaktır. 1 93 8'de Frau Fümm şunları hatırlıyordu:

* 1 969'da İngiliz televizyon kanalı BBC'de başlattıkları 45 bölümlük diziyle üne ka­
vuşmuş, 6 kişiden oluşan İngiliz komedi grubu-r.n.
1888 739

Cenevre'den ü ç kadın vardı, Fex vadisinde bizimle birlikte kalan Frau Choind­
ron ve iki kızı. Nietzsche'nin Cenevreli hanımlarla dost olması bütün yaz taze süt
içmek için haftada iki kez bize uğramasını sağladı. Nekahet dönemindeki bu dost
canlısı adam asla çok konuşmazdı ... Bizimle Schwyzerdütsch [Almanların çoğunun
anlamadığı İsviçre lehçesi] konuşurdu. Sonunda daha da fazla yalnız kalmak istedi.
Kalın kaşlı bu tuhaf adama büyük saygı duyuyorduk. Ardından, sürekli baş ağrısı
çekmeye başladı. Başı ağrıdığında şapkasız gezer, alnına ve başına kocaman nemli
yapraklar koyardı. Uzun süre hiç hareket etmeden, adeta bulunduğu yere kök salmış
gibi gökyüzüne bakardı. Sonra yürüdüğünde ellerini ve bacaklarını tuhaf bir şekilde
salladığı için herkes zavallı adama gülerdi. Sonradan Chaste'de onun için bir anıt
dikmek istediler [bkz. Resim 26 ve yukarıda s. 577] ... İ şte böyle olur: İ nsan ancak
öldükten sonra şöhrete ulaşır.5o

İkinci bir bakış da çocukların zalim gözlerinden: Yöredeki öğretmen­


lerden birinin oğlu Herr Zuan, yıllar sonra orayı ziyaret eden filozof
Theodor Adorno'ya şunları anlatıyordu:

Onun [Zuan'ın] dahil olduğu çocuk çetesi Nietzsche'nin kapalı şemsiyesine taş
atarak eğleniyordu. Şemsiye açıldığında taşlar Nietzsche'nin başına düşüyordu. Bu­
nun üzerine şemsiyesini sallayarak çocukları kovalıyordu ama asla onları yakalamı­
yordu.5 1

1 938'de kaydedilen başka bir hatıraya göre Zuan şunu da hatırlıyordu:

Her gün çoğunlukla Chaste yönüne doğru saatlerce yürürdü. Orada bugün Nietz­
sche-taşı [Resim 26] diye bilinen dev gibi bir kayanın üstüne oturur, düşüncelere da­
larak önüne bakardı. Biz de onunla dalga geçer, onu kışkırtırdık, kırmızı şemsiyesini
çekiştirirdik, fark ettirmeden cebine taş koymaya çalışırdık. Çünkü koca bıyıklı adam
çevresinde neler olduğuna dikkat etmezdi. Ona kısaca "mankafa" derdik.52

***

Güz yaklaşırken Nietzsche'nin Sils'ten ayrılışı büyük seller yüzünden


gecikti. Köyün büyük bir kısmı su altındaydı; Chaste yarımadası artık
tam ada olmuştu. İstatistiklere şaşmaz düşkünlüğüyle Nietzsche, dört
günde 220 mm yağmur yağdığını, halbuki normalde Eylül'ün tamamın­
da 80 mm yağdığını Deussen'e aktarmıştı.53 Nihayet 20 Eylül'de sular
biraz çekildi ve Nietzsche bir kez daha Torino'ya doğru yola çıktı.
74 0 NIETZSCHE

Sils Maria Yazılan: Wagner Olayı

Nietzsche Torino baharının sonuna doğru " başyapıtına " biraz ara
vererek Wagner Olayı'nı yazmaya karar verdi. Bunun sebebi açık değil­
dir. Bir taraftan bunu "kafa dinleme" 54 olarak tanımlıyordu, öte yandan
Richard Wagner'e (yeni bir) "savaş ilanı" olarak görüyordu.55 Daha
önce gördüğümüz üzere Nietzsche "eski baştan çıkarıcıya" karşı hala
öfkeyle doluydu, çünkü öldükten sonra bile onu potansiyel takipçilerin­
den yoksun bırakıyordu. Bu yüzden savaş ilanının salt "kafa dinleme"
amaçlı olduğuna inanmak zor. Bana kalırsa durum şudur: Nietzsche
giderek zorlaştığını fark ettiği Güç İstenci'nin yazımına nispetle rahat
olan polemik düzeyine inmenin rahatlığını özlemiş, düşünsel gerilimden
biraz kurtulmak istemişti.
Wagner ve temsil ettikleriyle -Alman şovenizmi, Yahudi karşıtlığı, sa­
natta çöküşle (decadence)- savaşmak eserin amaçlarından biriydi. Ama
diğer amacın da dikkat çekmek olduğu gayet açıktır. Wagner 1 8 80'ler­
de hala "önemli" bir kültürel meseleydi. Alman İmparatoru (Friedrich),
Wagner hareketinin ulusal öneme sahip olduğunu açıklamıştı.56 Üstelik
Nietzsche'nin geniş çapta okunan son kitabı Wagner Bayreuth 'ta'ydı
-bu eserde Wagner'i savunuyormuş gibi görünüyordu. O halde mevzuya
bu kez karşı saftan niye girmesindi ? Wagner'le ilgili olumlu ya da olum­
suz her şeyin satması garantiydi.
Üstelik Nietzsche'nin hesapları yanlış da değildi. Naumann'ın ki­
tapçılar kataloğu sayesinde risale daha basılmadan binin üzerinde si­
pariş aldı. Malwida da eserin ona ün kazandıracağını biliyordu, Olga
Herzen'e gönderdiği mektupta, Nietzsche'nin iyi ya da kötü tekrar
gündeme geleceğini yazmıştı. Wagner Olayı Brandes'in çabalarıyla eş­
zamanlı olarak Nietzsche'nin ününe -ya da kötü şöhretine- epeyce kat­
kıda bulundu.
Nietzsche ilk taslağın büyük bir kısmını Torino'da tamamladı -eserin
alt başlığı "Torino'dan Mektup, Mayıs 1 8 88 "di- ama Sils'te bitirdi ve
1 7 Temmuz'da Naumann'a oradan gönderdi. Ama matbaa, el yazması­
nın tümden okunamaz olduğunu belirterek hemen geri gönderdi. Bunun
üzerine Nietzsche yeni, kalın uçlu bir kalemle (Sönnecken Rundschrift
No 5) eserin tamamını yeniden yazdı. Kullandığı kalem sayesinde, ön­
ceki uçlarla yaptığı mikroskobik karalamalardan da vazgeçmek zo-
1 88 8 74 1

runda kaldı. Yeni el yazmasının son kısımları Leipzig'deki matbaaya 2


Ağustos'ta gönderildi ve 22 Eylül'de kitap basıldı. İyinin ve Kötünün
Ôtesinde'den itibaren bütün eserlerinde olduğu gibi baskı masrafını ce­
binden ödedi. Malwida'ya Temmuz' da yazdığı mektupta eseri bastırma­
nın ona 4.000 franka57 mal olduğunu yazıyordu -bu miktar Basel'den
aldığı yıllık emekli maaşından bin frank fazlaydı.

Düşmüşlük (Decadence)

Tanıtıcı "Mektup"un gösterdiği üzere, Wagner Olayı görece hafif bir


kitaptır. İnsanca, Pek İnsanca dan itibaren Nietzsche'nin eserlerine aşi­
'

na olanlar için Wagner eleştirisinin büyük bir kısmı tanıdıktır, hem de


bıktıracak kadar: Wagner ucuz aşkınlıkla-saadet satıcısıdır, dünyadan­
ve-işten-yorulmuş dinleyicilerine Hıristiyanlığın artık-inanılmaz-olan
"kurtuluşunun" ikamesini sunmaktadır. ( 1 8 88'de Nietzsche'nin önceki
eserlerinden haberdar olan çok az insan vardı, bu yüzden o dönemin
okurları eleştiriyi bıktırıcı bulmamıştır elbette.) Nietzsche, Wagner'in
sanatını eleştirmekle kalmaz, onun karakterini de ele alır. Bize her şe­
yin ötesinde Wagner'in bir aktör olduğunu, yani yarattığı etkinin sadece
ucuz değil aynı zamanda sahte olduğunu söylemektedir yine. ( Diğer Yü­
zük [Der Ring] destanı için de benzer bir şey söylenebilir: Nietzsche'nin
Wagner'e yönelik "aktör"-eleştirisini özetlemek için "Tolkienvari" * ta­
biri akla geliyor. ) Nietzsche "aktör" eleştirisine ilaveten Wagner'i kendi
kazdığı Yahudi karşıtlığı kuyusuna düşürmeye yeltenir: Wagner büyük
ihtimalle üvey babası Ludwig Geyer'in gerçek oğludur ve Geyer de bü­
yük ihtimalle Yahudi'dir. (Wagner samimi oldukları dönemde ona baba­
sının durumuna dair endişelerini anlatmış olabilir. ) Bu yüzden gerçekte
Alman değildi, sadece Alman numarası yapıyor, Almanlığı çok iyi taklit
ediyordu58 -genellikle Yahudi müzisyenlere, özellikle de Mendelssohn'a
yönelik, Wagner'in kötü ünlü " Müzikte Yahudilik Üzerine"si (Das Ju­
denthum in der Musik * * ) bu taklidin ürünüydü.

* John Ronald Reuel Tolkien ( 1 892-1 973): Yüzüklerin Efendisi (2000; The Lord of
the Rings, 1 957) gibi fantastik kurgu eserleriyle tanınmış İngiliz yazar-r.n.
** Başlangıçta takma adla Neue Zeitschrift für Musik adlı dergide yayımlanan bu çalış­
ma, daha sonra 1 869'da Richard Wagner imzasıyla yayımlanmıştır-r.n.
74 2 NIETZSCHE

Fakat esasen tanıdık olan bu iddiaların arasına hem yeni hem ilginç
olan iki mesele karışmıştır. Birincisi " dekadanlık (decadence) " kavra­
mıyla, ikincisi de Yüzük (Der Ring) dörtlemesinin doğuşu ve içeriğiyle
ilgilidir.
***

Nietzsche'ye göre Wagner ilginç bir vakadır, çünkü sanatının "düş­


müşlüğü (decadence) " -ve ezici başarısı-genellikle modernliğin "düş­
müşlüğünü (decadence) " özetlemektedir. Ancak bir düşmüş başka bir
düşmüşü anlayabilir. İyi ama bu "düşmüşlük (decadence)" nedir?
Nietzsche bu tabiri on dokuzuncu yüzyıl sonunda Baudelaire'in Kö­
tülük Çiçekleri'nde (Les Fleurs du Mal, 1 857) kişileşen Fransız edebiyat
hareketinden almıştır -bundan sonra da modernliğin kötü yönlerini özet­
lemek için kullandığı gözde tabiri olur. Düşmüşlüğün (decadence) başlıca
nitelikleri "gotik" bir beğeni, yüzyıl sonuna ait bir çürüme, sapkınlık ve
ölüm takıntısıdır. Neredeyse çağdaşları olan "empresyonistler" nasıl ilk
başta kendilerini kötülemek için kullanılan bir tabiri sahiplendiyse, düş­
müşler (decadent) de kendilerine verilen adı şeref payesi saydılar.59
Nietzsche düşmüşlüğü (decadence), "tükenmişlerin" hayat için "za­
rarlı olanın çekimine kapıldığı" bir "nevroz" olarak tanımlar.60 Put­
ların Alacakaranlığı'nda benzer bir şey söyler: Kendinize zararlı olanı
içgüdüsel olarak seçmek ... düşmüşlüğün pratikteki formülüdür" .61
Esasen Fransız edebiyat hareketinin doğru bir tanımıdır bu: Ölüm-bu­
laşmışlara kafayı takmış, bir tür "ölüm-isteği" sergileyen, Keats * gibi
" huzurlu ölüme yarı aşık" estetik düşmüşler tam da "zararlı olanın çe­
kimine kapılıyorlardı" . Ama Baudelaire'den daha düşmüş biri varsa, o
da Schopenhauer okuduktan sonra " hiçlik" özlemine yenilen Wagner'di
ve Yüzük'ün (Der Ring) sonunda (hatta daha ziyadesiyle ve açıkça
Tristan'da) "kurtuluşun" en nihai anlatısında bu hiçliği sunuyordu. Kı­
saca Wagner, düşmüşlüğün belirleyici özelliği olan "ölüm istencinin" so­
mut örneğidir.62 Düşmüşlüğün böyle sunulduğunda Nietzsche'nin meta­
fiziğindeki sismik kaymaya işaret ettiğini görüyoruz ( bunu 26. Bölüm' de
tartışacağız): "Hayatın" ve "dünyanın" "güç istencinden öte bir şey ol­
madığı" iddiasının terk edilmesi. Şimdi artık "bundan başka" bir şey
vardır: "ölüm istenci" .

* İngiliz romantik şair John Keats ( 1795-1821 )-r.n.


1888 743

Ölme isteği, " saklı ölüm istenci" ilk kez Şen Bilim 'in V. Bölüm'ünün
344. Kesim'inde karşımıza çıkar, sonra Soykütük'ün üçüncü incele­
mesinde "çileci idealle" özdeş sayılarak 24. Kesim'e dahil edilir. Ama
Soykütük'te Nietzsche hala güç istenci metafiziğini savunmaktadır, bu
yüzden de bir bakıma çileci ideali ciddiye alamaz: Herkes güç istediği,
dolayısıyla hayat istediği için, çileci idealin "hayatı reddettiği ", ölümü
istediği görüntüsü aldatıcı olmalıdır. Bu yüzden, daha önce gördüğümüz
gibi, çileci rahibin büyük "Hayır"ı fiilen "hoşgörülü Evetler"inin çok­
luğu yanında hafif kalır ve Wagner'in ideale bağlılık iddiası salt göste­
riştir. Ama şimdi güç istenci metafiziğinin evrenselliğinden (hiçbir yerde
duyurmaksızın) vazgeçtiğinden, nihayet çileci ideale, ölüm istencine hak
ettiği ciddiyeti gösterebilecektir. Wagner gerçekten ölümü ister, "hiçlik"
özlemi sahicidir, bu yüzden de sahiden düşmüştür.
Wagner Olayı'nın en öne çıkan konusu olan düşmüşlüğün izahı için
bu kadarı yeterli. Ama kavramın aldatıcı yönü, Nietzsche'nin bu sefer
ikinci bir izaha girişmesi ve bu ikinci izahın birincisiyle hiç alakası yok­
muş gibi görünmesidir. Bu seferki izah Reimann'ın müzikal cümleler
teorisinin Cari Fuchs'la yürütülen uzun bir tartışmasından türemiştir
-Reimann'ın adı 11.Kesim'de zikredilir- ve aşağıdaki gibi devam eder.
Edebiyatta şaşmaz düşmüşlük "işareti" şudur:

Hayat artık bütünde yürümüyor. Söz bağımsızlaşmış ve sayfadan dışarı sıçra­


mıştır, sayfa bütün pahasına hayat kazanır -bütün, artık bütün değildir. Fakat bu her
düşmüşlük tarzının teşbihidir: daima atomların anarşisi, istencin dağılması, ahlak te­
rimlerini kullanırsak, "bireyin özgürlüğü" söz konusudur -siyaset teorisine genişletildi­
ğinde, "herkes için eşit haklar" vardır. Hayat, eşitdirimsellik, en küçük biçimlerine geri
itilmiş hayatın titreşimi ve gürlüğü, geri kalanın hayattan yana yoksulluğu. Her yerde
felç, uyuşukluk ya da düşmanlık ve kaos: insan yükseldikçe her ikisi de daha aşikar
... bütün artık yaşamıyor bile; bileşik, hesaplanmış, yapay ve insan eliyle yapılmış.63

Nietzsche bu "düşmüşlük" izahını Wagner'e uygulayarak, onun mo­


dern hayatın tüm yönlerinin ana özelliklerinden olan "örgütlenme gü­
cündeki düşüşten" mustarip olduğunu söyler.64 Sonuçta eserler yapıdan
yoksundur -"sonsuz melodi" ilkesi salt bir zorunluluktan erdem çıkar­
ma girişimidir. Wagner gerçekte yetenekli bir "minyatürcüden" başka
bir şey değildir.65
744 NIETZSCHE

Düşmüşlüğün bu ikinci tanımlanışının siyaset ve modern hayat


alemine genişletilmesi "alacalılık" eleştirisinin yeni bir formülasyonudur
elbette. Batı modernliğinin "demokratikleşmesi" onu "atomlar anarşi­
sine" indirgemiştir. Rekabetçi bir dünyada ayakta kalmak için gerekli
olan ortak, paylaşılan ahlakın disiplinli birliğinden ( benim deyimimle
bir "oyun planından" ) yoksun olduğundan, "hayatın gerileyişinden"
mustariptir, 66 ayrıca şaşmaz bir şekilde çöküşe ve ölüme doğru gitmek­
tedir. (Nietzsche'ye göre modern devlet "yapay" olduğundan ve ortak
"ahlakın" organik değil dayatılmış bir ifadesi olduğundan, tebaasının
sadakatini sağlayamaz, bu yüzden ölüme doğru düşüşünü durduramaz. )
Burada ölümün devreye girmesi düşmüşlüğün iki izahı arasında as­
lında bir bağlantı olduğunu görmemize yardımcı oluyor. Ama bu bağ­
lantı karakterinin daha tam bir tartışmasını 26. Bölüm'e saklamalıyım.

Yüzük'ün Hikayesi

Wagner Olayı'nın Wagner'e karşı rutin itirazların ötesine geçtıgı


ikinci pasaj 4. Kesim'dir. Burada "Yüzük'ün hikayesi" üzerinden Yüzük
dörtlemesinin doğuşunun ve içeriğinin analizi yapılır.
Nietzsche'ye göre, dörtlemedeki operalar Wagner'in tüm operaları
gibi "kurtuluş hikayesinden" ibarettir. Ama dörtlemenin yarısında Wag­
ner kurtuluşun doğasına ilişkin anlayışını kökten değiştirmiştir. Yara­
tıcı hayatının ilk yarısında "her Fransız kadar" devrime inanıyordu.
Siegfried'de devrimciliğin özünü bulduğunu düşünür. Dünyanın tüm
problemleri "eski sözleşmelerden" gelmektedir. Ancak onlara -ahlaka,
geleneğe- savaş açarak eski toplumu kaldırabiliriz. Siegfried de bunu
yapar: Geleneğe ve otoriteye tüm saygısını bir yana iter, tüm korkusu­
nu atar. (Eski sözleşmelerin güvencesi Wotan'ın mızrağını kırınca dev­
rim tamamlanır. ) Siegfried'in devrimci doğası, "ahlakla savaşı" * ensest
doğumunda zaten kendini göstermiştir. Brunhilde'yle aşk ilişkisi özgür
aşkın merkezde olduğu yeni bir altın çağın doğuşunu gösterir. Eski tan-

* Burada belki de Zerdüşt'ün "Üç Dönüşüm"ündeki "aslanın" kökenini görmekteyiz.


Siegfried ejderha Fafner'i nasıl öldürdüyse aslan da "Olmalısın" ejderhasını öyle
öldürür. Ayrıca "dönüşümler" deki "çocuk"un kökeni de burada olabilir: ebeveynle­
rini ya da korkuyu bilmeyen Siegfried'de bir çocuğun masumiyeti vardır.
1 88 8 74 5

rıların ve eski sözleşmelerin "alacakaranlığını" ve ölümünü takip edecek


çağ budur.
Orijinal hikayenin gidişatı böyledir. Ama sonra, Yüzük'ün (Der Ring)
bestelenişinin orta yerinde Wagner'in "gemisi" Schopenhauer felsefesi­
nin "kayalıklarına" çarpar. Schopenhauer'ın büyüsüne kapılan Wagner,
"iyimserliği müziğe tercüme ettiğini" utançla fark eder. Ama ondan son­
ra belki de asıl hedefinin bu deniz kazası olduğu esinini yakalar.

Böylece Yüzük u (Der Ring) Schopenhauer çerçevesine tercüme eder. Her


şey kötü gider, her şey mahvolur, yeni dünya eskisi kadar kötüdür: hiçlik, kısırdön­
gü kendini gösterir. Brunhilde'nin özgür aşkın şerefine bir şarkı söyleyerek veda
etmesi gerekiyordu aslında; "her şeyin iyi sonlandığı" bir sosyalist ütopya hayaliy­
le dünyayı teselli edecekti -ama şimdi başka bir şey yapması gereklidir. İ lk önce
Schopenhauer'ı incelemelidir: istenç ve Tasarım Olarak Dünya'nın dördüncü kitabını
[Schopenhauer'ın dünyayı-inkarı ve "hiçliğe" çıkışı savunması] şiire aktarmalıdır.67

Yüzük'teki kefaret böylece sosyalist ütopyacılıktan ölüm ve hiçliğe


döner -bu da onu dört başı mamur bir dekadan (decadence) eser yapar.
(Wagner'in hayatı-inkara dönüşünün, evvelki "iyimserliğinden" duydu­
ğu " utancının" burada sahici sayıldığına dikkat edin. "Aktör" , "sahte",
eleştirisi68 Wagner Olayı'nda kendini tutarsız bir şekilde gösterir. )
Schopenhauer'ın Yüzük'ün bestelenişi üzerindeki etkilerine dair bu
derinlemesine ve tam anlamıyla doğru açıklamalar, .. 7. Bölüm'de Traged­
yanın Doğuşu'na dair açıklamalarım doğruysa, Nietzsche'nin 1 872'den
beri farkında olduğu şeylerdir. Orada ileri sürdüğüm gibi, Nietzsche ilk
döneminde Wagner'in hem sosyalist hem Schopenhauer'cı olduğunu
göstermek gibi, olmayacak bir işe girişmişti. Şimdi ise Wagner'in sos­
yalistliği terk edip Schopenhauer'cılığı seçtiğini, böylece " dekadanlığa"
kaydığını görmektedir.

* Wagner 1 852'de Yüzük'ün librettosuna, "Feuerbachçı son" olarak adlandırılan


sonu yazdı: Brunhilde tanrıların ölümüne ve sevginin hakim olduğu insan toplumu­
nun onların yerini almasına dair bir şarkı söylüyordu. Schopenhauer'ı keşfettikten
iki yıl sonra, 1 856'da "Schopenhauer'cı son"un taslağını hazırladı. Bu sefer de Brun­
hilde istenç ve dünyayı-inkarın, Nirvana'ya soğurularak kurtuluşun şarkısını söylü­
yordu. Sonuçta iki sonun da müziği yazılmadı. İkisi de notaların son versiyonunda
dipnotlar olarak kaldılar. Ayrıca "Schopenhauer'cı son"nun doğru olduğu, dekorun
gereksiz olduğu çünkü anlamın sadece müzikle daha iyi ifade edileceği belirtiliyordu.
NIETZSCHE

Konudan biraz sapmak pahasına, Wagner için Nietzsche'nin ona at­


fettiği şekilde Yüzük'ü dönüştürmenin bir bakıma ne kadar kolay oldu­
ğuna dikkat edin. Dörtlemenin sonunda Valhalla 'nın * yıkılışı (tanrıların
ölümü) her şeyin sonunu temsil edebileceği gibi, yeni ve daha iyi bir
çağın başlangıcını da temsil edebilir, gecenin başlangıcını ya da şafağın
söküşünü anlatıyor olabilir. Bu yüzden yönetmenin dörtlemeyi isterse
sosyalist isterse Schopenhauer'cı bir eser olarak sunması mümkündür.
Tek gereken, finalde tonlamayı biraz değiştirmektir. Örneğin Harry
Kupfer'in 1 996-9 Deutsche Staatsoper (Alman Devlet Operası) prodük­
siyonunda Valhalla'nın yıkılışı nükleer kıyamet olarak sunuluyordu ve
neticede "her şeyin iyi olacağı" mesajını vermek için yıkıntının içinden
(Le Miserables'da*"" yolunu kaybedip de oraya gelmiş gibi görünen) mi­
nik ve çekici bir çocuğun çıkması yeterli olmuştu. Ama çocuğun libret­
toda hiçbir gerekçesi olmaması sebebiyle, prodüksiyonun Wagner'in fi­
naldeki nihilist mesajını sindiremeyeceği varsayılan bir izleyici kitlesinin
kaprisini çektiği de düşünülebilir.
***

Wagner Olayı 'ndaki dikkat çekici bir eksiklik de Die Meistersinger'in


tartışılmaması, hatta zikredilmemesidir.69 Zira bu eser Wagner'in gele­
neği korurken yeniliği kabul edecek kadar esnek bir toplumu ve sana­
tı övdüğü en bariz hayatı-olumlayıcı, aşkınlık-dışı eseriydi. (Buradaki
mesaj Nietzsche'nin kendi kültürel gelişim teorisiyle neredeyse özdeş­
ti, hatta belki de ona esin kaynağı olmuştu. ) Yüzük sonuçta düşmüş
(decadent) olsa da, bu sıfatı Die Meistersinger için kullanmak hiç akla
yakın görünmüyordu. Nietzsche'nin tam da bu yüzden eseri görmezden
geldiğinden kuşkulanabiliriz: Onun da bağlama dahil edilmesi polemik
akışın sadeliğini yok ederdi.
Eserin başka bir zayıflığı da, Wagner'e müzikal "minyatürcü" deme­
nin, büyük ölçekli örgütleme kabiliyetinden yoksun olduğunu söyleme-

* Wagner'in İskandinav, Alman ve İzlanda efsanelerinden yararlanarak oluşturduğu


Der Ring'indeki motiflerden biri olan Valhalla, İskandinav mitolojisinde, içinde
ölmüş savaşçıların Tanrı Odin önderliğinde bir arada yaşadıkları görkemli bir sa­
raydır. Der Ring dörtlemesinin ilki "Das Rheingold"da Tanrılar evi olarak sunulan
Valhalla, evreni oluşturan dört unsur içinde yer alan "Hava"yı simgeler-r.n.
** Fransız yazar ve şair Victor Hugo'nun Sefiller (Les Miserables, 1 862) adlı roma­
nından uyarlanan, 1980'de Fransız besteci Claude-Michel Schönberg'in bestelediği,
1987'de Broadway'de sahnelenen, sonraları filme de çekilen müzikal-r.n.
1 8 88 747

nin absürdlüğüdür. Onun müziğinin Mozart ve Haydn'daki mantıkla


birleştirilmediği doğrudur. Ama Die Meistersinger'deki Walther von
Stolzing gibi Wagner de eskiyi takip etmenin değil, yeni bir müzikal
mantık icat etmenin peşindeydi. Nietzsche'nin bunu yapma hakkını
reddetmesi bir kez daha onun içsel müzikal muhafazakarlığını orta­
ya çıkarmaktan başka işe yaramaz. Asıl minyatürcü sıfatını hak eden
kişi Nietzsche'nin kendisidir. Beş dakikadan uzun herhangi bir bestede
tökezleyen, * müziğinde eski mantığı da yeni mantığı da sergileyemeyen
bir besteci olarak da, filozof olarak da eserleri kolayca "atomlar kao­
suna" , aforizmalara dönüşebiliyordu. Onun standartlarına göre orga­
nik bir örgütlenmesi olan Soykütük bile çok fazla yoldan çıktığı için
kimi zaman konusunu gözden yitirir. Büyük ölçekli, sahiden sistema­
tik bir başyapıt yaratma girişiminin nasıl felaketle sonuçlandığını 26.
Bölüm'de göreceğiz.

Sils Maria Yazılan: Putların Alacakaranlığı

Nietzsche 7 Eylül'de Malwida'ya gönderdiği mektupta, önceki iki


gece saat ikide kafasında fikirler uçuşarak uyandığını ve hemen onla­
rı kağıda geçirme isteği duyduğunu yazmıştı. Sonra üçüncü gece, diye
devam ediyordu, " Ev sahibim Herr Durisch'in dikkatle sokak kapısı­
nı açıp dağkeçisi avlamak üzere sessizce çıktığını duydum. Kim bilir!
Belki ben de çıkmış dağkeçisi avlıyordum . . . "70 "Dağkeçisi avı", aslın­
da başyapıta ara verip "rahatlamanın"71 başka bir aracı olan Putların
Alacakaranlığı'ydı.72 Nietzsche bu esere 18
Ağustos'ta başladığını ve
yirmi gün sonra 7 Eylül'de tamamladığını bildiriyordu.73 Kitabın için­
de esasen başyapıt için yazılmış bazı defter girişleri de bulunmasına
rağmen, özellikle bu esere ait defter müsveddeleri yoktur, dolayısıyla
Nietzsche'nin eserin emekten ziyade ilham sonucu ortaya çıktığı iddiası
kısmen doğrudur.

* Zürih'te orkestra şefi olan arkadaşı Friedrich Hegar, von Bülow'dan daha dostça
davranıp, Nietzsche'nin Manfred Tefekkürü üzerine, her şeye rağmen şu yorumu
yapmıştı: "bütün olarak bakılınca, müzikal fikirleri şekillendirecek mimari koşul­
lardan yoksun; iyi düşünülmüş bir sanat çalışmasından çok, havalı bir doğaçlama
izlenimi uyandırdı bende" (J 1 s. 580-81 ).
NIETZSCHE

İlk başta eserin Bir Psikoloğun Aylaklığı gibi iddiasız bir başlığı var­
dı. Ama içeriğinin büyük önemi için bu başlığın yetersiz kaldığına Nietz­
sche'yi ikna etmek için Köselitz'in çok fazla çaba harcaması gerekmedi.
Çabucak kabullendiği üzere, "ağır toplarını" "en yüce dağlara" yönelt­
tiği için, kitapta "aylaklık" namına bir şey yoktu ve ilk başlıktaki sahte
tevazu hiç yakışık almıyordu. 74 Böylece eserin adı Putların Alacakaran­
lığı ( Götzen-Dammerung) oldu. Wagner'in Tanrıların Alacakaranlığı""
( Götterdammerung, 1 876 ) eseri üzerine bu parlak söz oyununun amacı,
eserin Wagner Olayı 'nın devamı olarak görülüp Wagner piyasasında tu­
tunmasını sağlamaksa da -bu eserin Wagner Olayı 'nın "ikizi" olduğu­
nu ve bunu açıklığa kavuşturan bir formatta yayımlanması gerektiğini
söylemişti-75 bu başlık aslında biraz yanıltıcıydı, çünkü her şeyden önce
Wagner'den nadiren bahsediliyordu.
Nietzsche'nin Köselitz'e gönderdiği mektuba göre, eser pek çok çağ­
daş referans içeriyordu ve Almanlarla ilgili, onların Reichdeutsch (aşırı
milliyetçi Alman İmparatorluğu) zihniyetini kıymetsiz bulmasına ge­
rekçe olan bazı katı gerçeklerden bahsediyordu. 76 Bu mesele doğru da
olsa yine bir ölçüde yanıltıcıdır, çünkü Önsöz'de belirtildiği üzere, eser
"sadece çağımızın putlarının değil ebedi putların" sığlığını göstermekle
ilgilidir esasen. Wagner Olayı'nın aksine, çağdaş hedeflere yönelik pole­
mikler kitabın nispeten küçük bir kısmını oluşturur.
Nietzsche'nin yine Köselitz'e yazdığı kadarıyla eserin üslubu hafif ve
cazibeliydi -Alman'dan ziyade "Fransız"dı- bu yüzden eserin başyapıt
için "iştah kabartması" garantiydi.77 Önsöz'de belirtildiği gibi, alt başlık
" Çekiçle Nasıl Felsefe Yapılır ? " olsa da, putları "çınlatan" çekiç adeta
diyapozon ya da ses ayarlama çatalı gibi kullanılmaktadır (tekerlerinin
kilden olduğundan şüphelenerek vagonları kontrol eden bir demiryolu
çalışanı da akla getirilebilir belki).
Başyapıtın çıkışından sonra en azından görünüşte hafif bir eser üret­
mek yakışıksız kaçacaktı -zira başyapıt " sağlam bir ciddiyette . . . her
türlü hoşgörü ve iç açıcılığın yüz mil ötesinde" bir inceleme olacaktı.78
Nietzsche bu yüzden Alacakaranlık'ın en kısa zamanda yayımlanması
gerektiğine karar verdi. Ama göreceğimiz üzere yayın planındaki başka
meseleler araya girince kitabın çıkması 24 Ocak 1 8 89'a kadar sürdü.
***

*
Wagner'in Der Ring des Nibelungen dörtlemesinin sonuncusu-r.n.
1 888 749

Alacakaranlık Nietzsche'nin ruh sağlığını yitirmesinden birkaç haf­


ta önce bitmesine rağmen parlak bir eserdir. Sonraki eserlerin aksine,
deliliğin yaklaştığının işaretlerini taşımaz; bu da hem Meta von Salis'in
hem de Julius Kaftan'ın Sils'teki son yazında Nietzsche'nin zihinsel ra­
hatsızlık işaretleri göstermediği yönündeki tanıklığını doğrulamaktadır.
Üslup akıcı ve zarifti, özlülük ve kısaltmalar bakımından da ustacay­
dı. Nietzsche'nin en meşhur vecizelerinin çoğunluğu Alacakaranlık'tan
gelir. Başyapıt üzerine sonuçsuz didinmelerden kurtulmanın neşesiyle
Nietzsche'nin akıcı bir yaratıcı yoğunluk anı ürettiğini düşünüyor insan.
Üsluptaki hafifliğe rağmen, Nietzsche içeriğin hafif olduğu gibi bir
yanılgıya kapılmamıştı. Bu eseri " felsefeme eksiksiz bir giriş"79 olarak,
"temel aykırılıklarımın bir özeti" 80 diye adlandırır; bunda haklıdır da.
Nietzsche Ecce Homo'da Alacakaranlık için, "artık sorgulanmaya açık
şeyleri değil kararları yakalıyor," der.81 Bu kararlar nelerdir? Bu karar­
ları aydınlığa kavuşturmak için eseri Nietzsche'ye önceki eserlerinin zeki
bir okuru -örneğin Brandes- tarafından sorulan sorulara cevaplar ola­
rak değerlendireceğim. Bana kalırsa, bu şekilde düşünüldüğünde en az
dokuz önemli soru kesin cevaplar almaktadır.

Gerçekliğin Dogası Nedir?

Eserin on bir bölümünden yarım sayfa tutan dördüncüsünün başlığı


"Hakiki Dünya Sonunda Nasıl Bir Masal Oldu ? "dur. Burada altı aşa­
ma zikredilir. Birincisi "hakiki" (terim elbette ki ironiktir), "varlığın"
doğaüstü dünyasıdır, bu doğal acı ve "oluş" dünyasının karşıtıdır, bilge­
lerin -Platon'un- zihinsel bakışının doğrudan ulaşabileceği durumdadır.
Ondan sonra kişinin beklemesi gereken bir şey gelir; Hıristiyanlık haki­
ki dünyayı ertelemiş, erdemli kişinin gelecekteki evi haline getirmiştir.
Kant'la birlikte daha da geriye çekilmiştir, çünkü artık varlığı biline­
mez. Yine de avutucu bir umut, ahlakın mana ifade etmesi için ahlakın
inanmak zorunda olduğu bir şey sıfatıyla alacakaranlık halinde varlığı­
nı sürdürmektedir. Ama sonra "pozitivizmin horoz ötüşü", bilinmeyen
bir şeyin hiç de avutucu olamayacağı düşüncesi gelir. "Sabah griliği'',
bir bakıma Nietzsche'nin sahne yönetimi, bu noktada şöyledir: "Aklın
ilk ağzını açıp esneyişi. Pozitivizmin horoz ötüşü. " Bu da bizi öldürücü
750 NIETZSCHE

darbeye getirir. Pozitivizm nihayet gelince hakiki dünyayı ortadan kal­


dırır (ya da " bilimde yer alma hakkını " reddeder, diyebiliriz). Nietzsche
kenardan alkışlar: "Parlak gün ışığı, kahvaltı; sağduyunun ve neşenin
geri gelişi; Platon'un utançtan kızarması; tüm özgür ruhluların şeytani
gürültüsü . " Şimdi de artık sonuç kendini gösterir, "hakiki" dünya diye
bir şey olmadığından, "bu" dünyayı salt "görünüşteki " dünya olarak
adlandırmanın hiçbir anlamı yoktur. Sadece tek bir dünya vardır, hepsi
" budur" .82 Ecce Homo'nun sonuçta ifade ettiği gibi: "hakiki dünya"
"uydurma dünyadır", öyle ki, eskiden "görünüşler dünyası" denen dün­
ya aslında "gerçekliktir" .83
Bu metin yazılmış olan en parlak " Çok Kısa Batı Felsefesi Tarihi "
olmanın yanı sıra, ilk aşama dışında otobiyografik niteliktedir. Nietz­
sche'nin çocukluğundaki Hıristiyanlıktan, Kant-Schopenhauer "hakiki "
dünyasına, oradan pozitivizme ve oradan da olgun felsefesinin doğalcılı­
ğına dönmeye çalışmasını anlatır. Ama Nietzsche'ye göre de " bu" dünya
tek mevcut dünyadır.
Peki, "bu" dünya nedir? Nietzsche sağduyulu gerçekçiliktense bi­
limsel gerçekçiliği desteklemeye devam eder. Masal olan sadece "hakiki
dünya" değildir; "şeyler" de aynı zamanda içsel hayatımızın bir yansı­
masıdır. Eylemlerimize yol açan " ben" diye bir şeyin olduğunu düşün­
me hatasına düşeriz ... Bu şemayı sonra dış dünyaya genişletiriz, böylece
"eylemlerin" oluşmasına yol açan bir sürü "ben"-benzeri şeyle dolar
dünya. Ama bu sadece yansımadır. Kant'ın "kendinde şey"i şöyle dur­
sun, maddi atomların da dahil olduğu şeyler, genellikle hep yansımadır.
Boscovich'in kuvvetler dünyası anlayışı, doğa ve temel fiziksel gerçeklik
konusunda hala eldeki en iyi yöntemi sunar.84
Peki, bu kuvvetlerin karakteri nedir? İyinin ve Kötünün Ôtesinde
yazıldığı sırada kuvvet kavramının güç istenci nosyonuyla "tamamlan­
maya" ihtiyacı vardı. Yine de Putların Alacakaranlığı'nda Nietzsche tu­
haf bir şekilde ketum davranır. Tamamlanmadan hiç bahsedilmez, hatta
"güç istencinin ta kendisi eserin tamamında sadece dört kez görünür ve
asla doğal kuvvetlerle bağlantıda değildir. Bu yorum bir kez daha, ger-

.. Soykütük'te bunun gramer yanılsaması olduğu öne sürülür. Gramer her yükleme bir
özne gerektirdiğinden, her eylemin de ona sebep olan maddi bir şeyi gerektirdiğini
düşünürüz. Fakat bu, Nietzsche'ye göre, "yıldırımı şimşekten ayırmaya'', şimşeği
yıldırım denen öznenin bir eylemi gibi görmeye benzer (AS 1 1 3 ).
1888 75 1

çekliğin büyük metafiziğine ilişkin "güç istenci ve ötesinde bir şey yok"
yaklaşımının terk edildiğini gösteriyor ve bize de kuvvetleri salt etkileri
çerçevesinde anlamak kalıyor.

Özgürlük Nedir?

Nietzsche tüm bilimlerin temel önvarsayımının nedensel determi­


nizm olduğunu öne sürer. Bu da kişinin kendi eylemlerinin nedensiz ne­
deni olarak anlaşılan "özgür iradenin" reddini gerektirir. Her halükarda
"özgür irade" bize kendimizi sorumlu ve dolayısıyla suçlu hissettirmek,
cezayı hak ettiğimizi düşündürtmek için tasarlanmış, bizi kurtuluş için
rahibin müdahalesine bağımlı hale getiren teolojik bir uydurmadır. Bu
yüzden, kendimizi "kaderin bir parçasından" ibaret olarak anlamak
için, dünyada günümüze kadarki nedensel tarihin özetlenmesi kayıp
"masumiyetimizi " geri kazandırır (İnsanca, Pek İnsanca'da da aynı ar­
gümanı görmüştük).85
Geçmişin bazı kısımları biri için doğrudan daha anlamlı, başkası için
anlamsız olabilir elbette. "Şeylerin" genel reddinin mantıksal sonucuna
göre " bireyler" "atomlar" değildir, "zincirdeki halkalar" değildir. Birey
daha ziyade "kendisine kadar varan tek bir insanlık çizgisinin bizzat
kendisidir" ,86 "Tek çizgi" görünüşe göre aile anlamında bir terimdir.
Ayrıca burada Nietzsche'nin fikri, bugün genetik belirlenim dediğimiz
şeye benziyormuş gibi görünmektedir: Birey ebeveynlerinden devraldı­
ğı genlerin toplamıdır, onlar da genlerini kendi ebeveynlerinden almış­
lardır ve çizgi böyle sürüp gider. Nietzsche'nin soyarıtımının önemine
inancının devam etmesini bu fikrin açıkladığına dikkat edin.87 O halde
özgürlük teologların özgürlüğü, causa sui saçmalığı, yani kendi kendisi­
nin nedeni olan neden olamaz.88 Ama Nietzsche bu anlamda özgürlük
kavramını kesinlikle reddetmez. " Benim özgürlük fikrim'', diye yazar,
"kendinden sorumlu olmakla'', kendi "mesafeni" korumakla, "zorluğa
kayıtsız hale gelmekle", "siz dahil insanların davanızda fedakarlığına
hazır olmakla" ilgili bir meseledir. Özgür olmak " savaş ve zaferden
haz alma içgüdülerinin diğer içgüdüleri kontrol etmesi" anlamına ge­
lir: Örneğin "mutluluk" içgüdüsü, en azından "esnafın, Hıristiyanların,
ineklerin, İngilizlerin ve öteki demokratların" tasavvur ettiği anlamda
752 NIETZSCHE

" mutluluk" . Özgürlük doğuştan elde edilen bir hak değildir. İnsan ru­
hun içsel savaş meydanında bir "savaşçı" olarak "özgürleşir". Kişinin
sahip olduğu özgürlük düzeyi "aşılması gereken direnişle, ona harcanan
yukarıda kalma çabasıyla" ölçülür.89
Filozoflar "olumlu" özgürlük ile " olumsuz" özgürlüğü birbirinden
ayırır. Olumsuz özgürlük dışsal engellerden özgürlük, ne istiyorsan onu
yapmaktır -daha genel olarak da kim olmak istiyorsan o olma özgür­
lüğüdür. Olumlu özgürlük ise kişi kim olmak istiyorsa onun önünde
içsel engellerin olmamasıdır. İnsan on dokuzuncu yüzyılda ABD'nin gü­
ney eyaletlerinde bir köleyse, olumsuz özgürlükten büyük ölçüde yok­
sun demektir. Kişi bir arzunun, mesela kontrol edilemez bir seks ya da
uyuşturucu isteğinin esiri olmuşsa, büyük ölçüde olumlu özgürlüğünü
kaybetmiştir. Olumlu özgürlük fikri Platon'un Devlet'ine kadar geriye
dayanır. Platon'a göre olduğun kişi olma özgürlüğü tutkuların uzun süre
ve gayretle disipline sokulmasını gerektirir. İnsan özgür doğmaz ama
kendini özgürleştirir -ya da özgürleştiremez.
Olumsuz özgürlüğe değer verilmesi, "modern özgürlük kavrayışı '',
" her şey uyar anlayışı" , bunların hepsi modern toplumun düşmüşlüğü­
nün (decadence) bir kanıtından ibarettir; Nietzsche bunlar "özgürlükle
kastetmediğim şeylerdir"90 der. Nietzsche'nin savunduğu özgürlük açık­
ça olumlu özgürlüktür ve Platon'un anlayışına çok yakındır. İnsan bir
" savaşçı" olmalı, en başta kendi arzularıyla savaşmalı, onları tutarlı bir
hiyerarşiye sokmalı, gerektiğinde ikincil arzular pahasına tatmin edile­
nin kişinin başta gelen arzusu olması için mücadele etmelidir.
Kişinin başta gelen bir arzusu yoksa özgür olamayacağına, bu arzu­
nun her şeyden önemli olmasının, kişinin hayatı tanımlamasının, kim­
liğini belirlemesinin de gerektiğine dikkat edin. İnsanın ruhunu bir pi­
ramit şekline sokmak için tepesinde ne olduğunu bilmesi gerekmektedir
adeta. Bu yüzden Nietzsche "insanın davasından " , hayatını biçimlendi­
ren anlamdan, " fedakarlıklar" yapmasının gereğinden bahseder.
Olumlu özgürlüğün evrensel nedensel determinizmle, insanın "kade­
rin parçası" olmasıyla tamamen uyuştuğuna dikkatinizi çekerim. Deter­
minizmin hakikatinden çıkan netice şudur: İnsan "özgür hale gelmeyi"
başarıyorsa, onun doğumundan önce bunun için yeterli nedensel zemin
oluşmuş demektir.
1 888 753

Mutluluk Nedir?

Yukarıdaki ifadelerin gösterdiği gibi, Nietzsche'nin özgürlük anlayışı


mutluluk anlayışıyla yakından bağlantılıdır. "Mutluluğumun formülü",
diye yazar, " bir evet, bir hayır, düz bir çizgi, bir amaç " :91 bir başka
deyişle hayatı tanımlayan bir dava. ( Daha önce belirtildiği gibi, en çok
kıskandığı hayatın İtalyan yurtsever Giuseppe Mazzini'ninki olduğunu
anlatmıştı Malwida'ya, zira bu adamın "tek bir fikre" -İtalya'nın Bir­
liğine- "mutlak yoğunlaşması" onu "güçlü bir alev gibi yakıyordu".)92
Yine bu nokta Alacakaranlık'ın en unutulmaz aforizmalarından birinde
karşımıza çıkar:

Kişi yaşama ilişkin kendi neden?ine sahipse, bunun nasıl? olduğuyla pek de ilgi­
lenmez. İ nsanın amacı mutlu olmak falan değildir; yalnızca bir İ ngiliz'in amacıdır bu.93

Buradaki "İngiliz" , hepimizin hayattaki amacının "en çok sayıda ki­


şinin en fazla mutluluğunu" sağlamak olması gerektiği şeklindeki "fay­
dacılık" ilkesini savunan John Stuart Mill'dir.94 Aforizma "mutluluk
paradoksunun" yeniden kendini göstermesidir. Doğrudan aranan tek
mutluluk türü "İngiliz mutluluğudur" ,95 "aptalca bir kolaylık ve mem­
nuniyet doktrini"dir; aptalcadır, çünkü İngiliz mutluluğunun peşine
düşmenin sonucu sıkıntı ve hüsrandır. Hakiki mutluluk, daima kişinin
"çalışmasının" yan ürünüdür ve hayatının "düz çizgisine" , hayatını ta­
nımlayan "amacına" aktif olarak bağlanmasıyla mümkündür.
Ama mutluluk için odaklanmış bağlılıktan fazlası gerekir. Nietz­
sche'nin vurguladığı -aşırı vurguladığı- gibi bir sosyalist, işçi devrimi
davasına bağlı olabilir, ama yine de kapitalist zalimlere hınçla (ressen­
timent) dolduğundan mutlu olamayabilir. Mutluluk, hıncı, bastırılmış
nefreti ve intikam arzusunu aşmayı gerektirir; insan geçmişte kendisine
yapılan kötülüklerden (örneğin Salome olayı) "arınmak" için, Nietz­
sche'nin en meşhur (ama en iyi olmayan) vecizesinde ifade edildiği gibi,
şu tutumu sergilemelidir: "Beni öldürmeyen şey beni güçlendirir" .96 Bu­
nun için mutluluk hissini aşmak da gerekir. Örneğin Aziz Pavlus (Nietz­
sche'nin değil benim örneğim) İncil'i yayma davasına bağlıydı ama bu
bağlılığının altında daha önce insanlara eziyet etmesinin derin suçluluğu
-kendisine karşı hınç- vardı. Dolayısıyla yine böyle bir kişi de mutlu-
754 NIETZSCHE

luktan çok uzak olacaktır. Mutlu olmak isteyen kişi, der Alacakaran­
lık, "eylemlerinin karşısında korkaklığa kapılmamalı! Onları sonradan
ortada bırakmamalı! Vicdan azabı [Almancada "ısırması" ] , yakışıksız­
dır ! " 97 Kişinin kendisine yapılan kötülüklerden "arınması" gerektiği
gibi, başkasının yaptığı eylemlerden arınması da gereklidir. Kısacası,
insanın amacını ve kimliğini tanımlayan "düz çizgi" onun hayatını öyle
bir şekilde "anlatmalıdır" ki onun yaptığı ya da ona yapılan her şeyin
bir bütün olarak hayatındaki gerekçesi, "kefareti" mümkün olsun.
Nietzsche tüm bunları Goethe'ye bir övgüde özetler -onun insani ki­
şiliğine başka herkesin kişiliğinden daha çok hayrandır. Goethe gibi bir
ruh, der,

özgürleşmiştir, neşeli ve güvenen bir kadercilikle duruyor evrenin ortasında, yal­


nızca bireyin hor görülesi olduğu, her şeyin bütünde çözüldüğü ve olumlandığı inan­
cıyla -artık olumsuzlamıyor her şeyi ... Böyle bir inanç ise, olası tüm inançların en
yücesidir: onu, Dionysos adıyla vaftiz ettim.sa

Bu "en yüce inanç" elbette amor fati'yi (kader sevgisi) oluşturan


inançtır elbette, yani bengi dönüşün istenmesine müsaade eden inançtır.
Tam mutluluk bengi dönüşü isteyebilmektir.
Burada iki noktaya dikkat edin. Birincisi, "Goethe'nin inancı" geniş­
lemiş, doğrudan onun yaptığı ya da ona yapılan şeylerin ötesine geçerek
olup biten her şeyi kapsamıştır. " Kurtuluşa" inancı evrenselleşmediği,
bütün evreni kucaklamadığı sürece kişinin tam anlamıyla mutlu olması
mümkün değildir. Dünyadaki bir şey bana bağışlanamaz görünebilir (ör­
neğin Auschwitz .. ); o zaman, bu şey doğrudan bireysel hayatıma ait olsa
da olmasa da mutluluğum tam değildir. İkincisi, Nietzsche'nin "inanca"
vurgusuna dikkat edin. Zamanın herhangi bir noktasında muhakkak
infial uyandırıcı " bağışlanamaz" fenomenler olacaktır (yine Auschwitz) ,
dolayısıyla, sihirli küremiz d e olmadığından, bunların tümüyle " bağış­
lanacaklarını" asla kesin olarak bilemeyiz. Böyle bir bilgi iddiasında
bulunmak iyimserliğin doğru olduğunu iddia etmek demektir. Ayrıca,
yaşamın değerine dair tüm yargılar gibi bu da asla bilinemez: "Yaşam

.. Nazi Almanya'sı tarafından aynı adı taşıyan kasabada il. Dünya Savaşı döneminde
kurulmuş en büyük insan toplama, zorunlu çalıştırma ve yok etme kampı-r.n.
1888 755

hakkında, yaşamdan yana ya da ona karşı yargılar, değer yargıları, ni­


hayetinde asla doğru olamazlar: bu yargıların ancak semptom olarak
değerleri vardır ... [çünkü] yaşamın değeri kesinlikle kestirilemez. "99
Demek ki Goethe'nin "inancında " önemli olan, bengi dönüşün isteni­
şinde önemli olan onun üstün bir bilme yetisini temsil etmesi değil, ideal
düzeyde mutlu bir ruh halinin " belirtisi" , tanımlayıcı testi olmasıdır.

Bengi Dönüşü istemek Niçin "Dionysosçu"dur?

Nietzsche, Goethe'nin inancını, bengi dönüşü istemenin önşartını ni­


çin "Dionysosçu" olarak "vaftiz eder " ? Alacakaranlık'ın büyük bir kısmı
çemberin tamamlandığı, Nietzsche'nin düşünce hattının başına dönülüp
Tragedyanın Doğuşu'nun merkezi içgörülerinin yeniden kucaklandığı,
ama bu kez bu içgörülerin yeni ve doğalcı bir biçimde benimsendiği hissi
verir. Bilgili ve içgörü sahibi Lou Salome bunu anlamıştı: "Nietzsche'nin
felsefesi bir çember çizer ... sona doğru insan en mahrem ve saklı dene­
yimlerinden birkaçı yoluyla gençliğine tekrar yaklaşır. " 1 00 Çember çizip
başa dönmenin (pozitivist dönemin uzlaşmasını iptal eden) veçhelerin­
den biri Tragedyanın Doğuşu'ndaki, Sokrates'in Yunan kültüründeki
çürümeyi temsil ettiğine ilişkin değerlendirmeye geri dönüştür. 101 Ama
dönüş hissini en kuvvetli hissettiğimiz nokta Dionysosçuluğun yeniden
belirmesidir. Geriye dönüp Tragedyanın Doğuşu'na bakan Nietzsche,
" 'Dionysos' adını taşıyan harika fenomeni ilk ciddiye alan bendim," der.
"Helen içgüdüsünün, kendisini sadece Dionysosçu gizemlerde, Diony­
sosçu halin psikolojisinde ifade eden bu temel olgusunu -'hayat isten­
cini'- anlamadan Yunanları anlayamayız. Nietzsche'ye göre, Yunanlar
Dionysos şenliklerinde " korkusuzluklarını korkunçluğun yüzüne" * söy­
lüyorlardı. Yani şenliklerde

Helenler bu gizemlerle neyi güvenceliyorlardı? Bengi yaşamı, yaşamın bengi dö­


nüşünü; geçmişte vaat edilen ve kutsanan geleceği; ölümün ve değişimin ötesinde,
yaşama sevinçli bir eveti; dölleme yoluyla, cinsellik gizemleri yoluyla genel yaşamı

.. Kant'ın Yargı Yetisinin Eleştirisi'nde bu ifade "yücelik hissini'', kişinin günlük benli­
ğini aşma hissini tanımlamak için kullanılır.
NIETZSCHE

sürdürmek olarak hakiki yaşamı. Bu yüzden, Yunanların gözünde cinsel simge en


saygıdeğer simgeydi, tüm antikçağ dinselliği içindeki asıl derin unsurdu. Dölleme,
hamilelik ve doğum eylemlerindeki her ayrıntı, en yüce ve en vakur duyguları uyandı­
rıyordu. Gizemler öğretisinde acı kutsaldır: "doğuran kadının sancıları" genel olarak
acıyı kutsallaştırır, -oluş ve büyüme adına ne varsa, geleceği güvenceleyen ne var­
sa, acıyı gerektirir . Yaratma zevki olması için, yaşama istencinin kendini sonsuza
..

dek olumlaması için, "doğuran kadının çektiği sancının" da sonsuza dek var olması
gerekir ... Tüm bu anlamlara gelir Dionysos sözcüğü. 102

Ardından kitabın sonunda Nietzsche, genel olarak Dionysos mister­


lerinden * özel olarak Yunan trajedisine geri döner:

Coşup taşan, acının bile bir uyaran etkisi gösterdiği bir yaşam ve kuwet duygusu
olarak alem yapmanın toplumsal psikolojisi, hem Aristoteles tarafından, hem de özel
olarak bizim kötümserlerimiz tarafından yanlış anlaşılmış olan trajik duygu kavramı­
nın anahtarını verdi bana ... En tuhaf ve en sert sorunlar karşısında bile yaşama evet
demek; yaşamın en üstün tiplerinin kurban oluşunda, kendi tükenmezliğinden sevinç
duyan yaşama istenci -buna Dionysosça dedim ben, bunu keşfettim, trajik ozanın
psikolojisine giden köprü olarak.

Tragedyanın Doğuşu'nun gösterdiği, Alacakaranlık'ın da devam et­


tirdiği üzere, insanı trajediye çeken şey Aristoteles'in "katarsis"i (arın­
ma) değil, acıma ve korkunun temizlenmesiydi. Bu daha ziyade,

her türlü korkunun ve acımanın ötesinde, bizzat oluşun bengi hazzı olmaktı, -yok
etme hazzını da içinde barındıran o haz ... Böylelikle, yeniden, başladığım noktaya
geliyorum -Tragedyanın Doğuşu benim tüm değerleri yeniden değerlendirişimdi:
böylelikle yeniden uzanıyorum, benim istememin, yapabilmemin yeşerdiği toprağa
-ben, filozof Dionysos'un son havarisi, -ben, bengi dönüşün öğretmeni ... 1 03

Böylece çember kapanır.

*
Dionysos kültü çerçevesinde müzik, dans ve şarap eşliğinde transa geçilerek ger­
çekleştirilen ritüeller. Bir gizem kültü olduğu için bu ritüellerin içeriği tam olarak
bilinememektedir. Ancak kadınlar ve köleler dahil Dionysos bağlılarının kendile­
rini sınırlayan toplumsal koşullanmalardan kurtulup son derece coşkun ve taşkın
davranışlar içine girdikleri, hatta canlı hayvanları parçalayarak öldürdükten sonra
yedikleri rivayet edilir-e.n.
1 88 8 757

B u pasajlarla ilgili iki noktaya dikkat edilmelidir. Birincisi, bilişsel içgö­


rü Dionysosçu halde gerçekleşir. Bu haldeyken kişi "tüm ölümlerin ve de­
ğişimlerin" üstüne yükselerek kendisine "ebedi hayatı" garantiler. İnsan
birey olarak hayatı aşar, "hayatın genel devamlılığıyla" özdeşleşir, ken­
disini onunla özdeş hale getirir. Bu, "oluş içinde kendini ebedi neşelendi­
riş'', kişinin kendi "hakiki hayatının" ne olduğunu iyice kavrayıp onunla
özdeşleşme durumudur. Daha önce vurguladığım üzere, Nietzsche'nin
felsefesinin büyük bir kısmını oluşturan Dionysosçu duygunun bu doğ­
rulanışı, yani insanın "hakiki" hayatının evrensel olduğu, bireysel haya­
tının "hakiki olmadığı" fikrinin doğrulanması için hazırlık niteliğindedir:
Evrenin bugüne kadarki nedensel tarihinin özeti olarak kalıcı bir birey
teması; tözel bir şeyden ziyade çok geçmeden kendini yeniden düzenle­
yecek kuvvetlerin geçici bir toplanışı, "oluşun zorunlu dalga-oyununda"
anlık bir "dalga " ,104 Bu anatta [Budizmde bensizlik-r.], benlik-dışı onto­
loji, ayrıca genellikle "şeylerin" daha geniş reddi, Nietzsche ontolojisi ile
Budizm ontolojisi arasında bir buluşma noktasıdır. Ama bu ontoloji katı
Batılı felsefeye dayanır, "filozof, Dionysos" düşüncesine, varlığı ve oluşu
"boş bir uydurma" 105 diye reddetmekle Herakleitos'u (Nietzsche onun
yanındayken kendini " başka her yerde olduğundan daha rahat ve yüksek
moralli" 1 06 hisseder) takip eden herkesin düşüncesine dayanır.
İkinci nokta bu ontolojik içgörünün Tragedyanın Doğuşu'nu hakika­
ten ne kadar iyi özetlediğidir. "En çetin sorunlar karşısında bile hayata
evet demek" egonun aşılmasını, hatta aşkınlaşarak "ilkel birliğe" ula­
şılmasını gerektirir. Ancak şimdi, Schopenhauer metafiziği uzun zaman
önce geride bırakılmışken, söz konusu "ilkel birlik" fenomenin arka­
sındaki bir şey değil, daha ziyade doğal fenomenlerin bütünü, bizatihi
" hayatın ebedi ... sürekliliğidir " .
Hayatın e n korkunç veçheleri karşısında bile "hayata muzaffer bir
evet" diyebilmek, bengi dönüşü istemektir elbette. O halde ilk soruna
dönersek, "Goethe'nin inancını", bengi dönüşü istemeyi "Dionysosçu­
luk" diye adlandıran Nietzsche'nin kastettiği şey, buna ancak egonun
aşkınlaşması, varoluşun bütünselliğiyle özdeşleşilmesi yoluyla ulaşılabi­
leceğidir. Peki, niye böyle olsun? Neticede, daha önce belirttiğim gibi, o
zorlu ölüm problemi yüzünden. Hayatı seviyorsam en istemeyeceğim şey
onu terk etmektir, dolayısıyla kendi ölümüm -güç istencimin katiyetle
mağlup olması- bağrıma basmaktan en çok kaçacağım şeydir. Bu yüz-
NIETZSCHE

den, egoma bağlı kaldığım müddetçe bengi dönüşü istemek, kavrayışı­


mın dışında kalır. Ancak egoyu aşarak, ancak "kendim ebedi oluşun ne­
şesi haline gelerek" , "ebedi hayatı [kendim için] garantileyebilirim" . " Biz
Hyperborealıların" .. mutluluğu, der Nietzsche Deccal'ın başında, "ölü­
mün ötesinde" bir alemde yaşamaktan ibarettir. 107

Bir "Ahlak Tanımaz" Zararlı Eylemleri Nasıl Ele Alır?

Nietzsche'nin Hıristiyan ahlakıyla insanların "evcilleştirilmesine"


karşı çıktığını biliyoruz. Ama bu hemen bir soru doğuruyor: İnsanların
başkalarına ve kendilerine zarar verme yatkınlığıyla nasıl başa çıkmayı
öneriyor Nietzsche?
Nietzsche ortada bir sorun olduğunu kabul eder: "Tüm tutkuların,
sadece felaket getirdikleri, kurbanlarını aptallığın ağırlığıyla aşağıya
çektikleri bir dönemleri vardır. " 108 Saldırganlık insanın meyhanede kav­
ga çıkarmasına, hapse düşmesine, eğitiminin son bulmasına yol açabilir.
Açgözlülük, sahtekarlığa ve yine aynı sona yol açabilir. Dürtülerin ve
duyguların aptallığıyla başa çıkmanın iki reçetesi olduğunu söyleyerek
devam eder Nietzsche: Hıristiyan "imha " reçetesi ve kendisinin "mane­
vileştirme", yüceltme reçetesi.
Hıristiyan telkini insanı Mesih gibi "olumsuz" dürtülerden kurtul­
maya, mesela saldırganlığı ve (özellikle) cinsel arzuyu yok etmeye yö­
neltir. İnsanın böyle dürtüleri olduğu ölçüde (aldatma sadece "gönülde"
olsa bile) kendini kötü hissetmesi beklenir. Nihai amaç insanların "iğdiş
edilmesi", bu dürtüleri bir daha hiç hissetmeyecek hale gelmesidir. Zayıf
iradeliler için genellikle tercih edilen teknik, "iğdiş edilmedir" . Katolik
rahipler dünyevi şeyler karşısında yozlaşmama yeteneklerine o kadar
güven duyarlar ki dünyevi dünyayı tümden terk etmeleri gerekir.1 09
Fakat Hıristiyanlıktaki "iğdiş edilmenin" altında yatan feci, inanılmaz
ölçüde ziyankar hata, tutkuların nasıl "manevileştirileceğini, güzelleşti­
rileceğini, ilahileştirileceğini" sormaya bile girişilmemesidir: 1 1 o

*
Hyperborealılar, Yunan mitolojisinde Trakyanın "ötesinde" (hyper) bulunan cen·
netin ve burada yaşayan halkın adıdır; mitolojide erkek olarak kişileştirilen poyraz
ya da "kuzey rüzgarı" (Boreas) burada yaşar. Avustralyalılara özgü "kara kütüğün
ötesinde" deyiminin de Hyperborea'ya benzer bir anlamı vardır.
1888 7 59

Şehvetin manevileştirilmesinin adı, aşktır. Hıristiyanlığa karşı büyük bir zaferdir


bu. Bir başka zafer de, düşmanlığı manevileştirmemizdir. Bu zafer düşmanlara sahip
olmanın derin değerini kavramaya dayanır: kısacası, eskiden yapıldığından tam tersi
yönde eylem yapıp sonuç çıkarmaya dayanır. 1 1 1

İnsan düşmanlarına değer verir, çünkü kendi kimliğini ancak kar­


şıtlıkla yüz yüzeyken keşfedebilir. Bu durum siyasi partiler için olduğu
kadar bireyler için de geçerlidir.
Manevileştirme, yüceltme, bir dürtüye eski, kaba saba fiziksel ifadesi
yerine yeni, manevi bir ifade imkanı vererek artık onun zararlı olma­
masını sağlama meselesidir. Fakat Nietzsche'nin yüceltme kavramında
daha önce tam anlamıyla açılmayan bir unsura dikkat edin: Yüceltme
tehlikeli dürtüyü boşaltmakla (böylece salt etkisiz bir hale getirmekle,
örneğin saldırganlığın futbol sahasında boşaltılmasıyla) kalmaz, daha
ziyade onu eski halinin "tersine" dönüştürüp, olumlu anlamda fayda­
lı bir şey kılar. Bu yüzden, cinsel dürtünün aşk bağlamına oturtulması
"öteki"ni cinsellik objesi olmaktan çıkarıp saygı duyulacak hoşlanıla­
cak birine dönüştürür. Düşmanlığın manevileştirilmesi de bir nevi reka­
betçi dostluk doğurur.
İkinci örnek bizi Nietzsche'nin iyi ve kötü Eris üzerine düşüncele­
rine geri götürür ve şiddet problemi için manevileştirmenin "iğdiş et­
mekten" niçin daha iyi bir çözüm olduğunu gösterir. Çeşitli vesilelerle
gördüğümüz üzere, Yunanlar saldırganlığı manevileştirerek "rekabete"
dönüştürmüştü ve sadece Olimpiyat Oyunlarını değil, aynı zamanda
trajik şenliği ve genellikle Yunan kültürel hayatını ateşleyen de işte bu
"tartışmacı" enerjiydi. Aynı fikir Alacakaranlık dönemindeki notlarda
cinsellikle ilgili olarak görülür:

Sanatçı, belki de zorunluluktan, bedensel zevklere düşkün bir insandır ... Yine
de genellikle görevinin, ustalaşma istencinin baskısı altında fiilen ılımlı, hatta iffetlidir.
Ağırlıklı içgüdüsü bunu sanatçıdan talep eder ... Sanatsal kavrayışta insanın harca­
dığı kuwet, cinsel etkinlikte harcananla aynıdır: Sadece tek bir tür kuwet vardır. Bir
sanatçı kendini burada boşa harcarsa kendine ihanet etmiş olur. 1 1 2

Soykütük'te belirtildiği gibi, cinsel ilişkinin yaratım için gereken ha­


yat enerjisini tükettiğini her "atlet ya da jokey" gayet iyi bilir. O yüzden
NIETZSCHE

cinsellik kaba saba fiziksel tarzda " boşa" harcanırsa, sanat yapılamaz.
Ama aynı şekilde cinsellik "yok edilirse" de sanat yapılamaz.

Bencillik Zararlı Değil midir?

O halde Nietzsche'nin insan dürtüleri ve tutkularının zararlı etkile­


riyle başa çıkmak için hiçbir şey önermediği suçlamasının cevabı ma­
nevileştirmedir. Ama henüz zararlılık meselesiyle işimiz bitmiş değildir,
çünkü bu sefer bencillik konusu önümüze gelir. Kaygılı soruşturmacı
ısrar edebilir: "egoist olmamanın" reddi ve " bencillik" savunusu tam
anlamıyla zararlı olanın savunulması değil midir? Cesare Borgia'ya duy­
duğu olumlayıcı hayranlık l 1 3 onu ele vermez mi?
"Tüm dinlerin ve ahlakların" merkezinde, der Nietzsche, erdemin
mutluluğa giden yol olduğu fikri yatar: "şunu yap, bunu yapma -o za­
man mutlu olacaksın! Aksi takdirde ... " . Ama biz tam tersini söylüyo­
ruz, diye devam eder:

İyi gelişmiş, "mutlu" bir insan belirli eylemleri yapmalıdır ve başka bazı eylem­
lerden de içgüdüsel olarak kaçınır ... Formüle edersek: onun erdemi, mutluluğunun
sonucudur...

Nietzsche bu içgörünün önemini, "tüm değerlerin yeniden değerlen­


dirilmesinin" 1 14 ilk örneği olduğunu söyleyerek vurgular, yani büyük
ihtimalle yeni ahlakın ilk buyruğu şudur: "Mutlu" , "iyi biçimlenmiş",
( sevdiği terminolojiyle) "sağlıklı" bir kişi haline gel! Sokrates hiçbir
insanın bilerek kötülük etmeyeceğini söyler. Nietzsche de bunun biraz
değişik bir versiyonunu ortaya atar: tam anlamıyla sağlıklı (iyi biçimlen­
miş, mutlu) hiçbir insan bilerek kötülük etmez. İyi ama bunun doğrulu­
ğuna niçin inanalım?
Nietzsche şöyle yazar: "Bencilliğin (ya da "çıkarcılığın" Selbstsucht)
değeri, bencilin fizyolojik değeri kadardır: çok büyük olabilir, önemsiz
olabilir, aşağılık düzeyde de olabilir. " 1 15 Bu da Zerdüşt'e ve pozitivist
döneme kadar geri giden, almak isteyen "aç" bir "kedi" bencilliği ile
mesela Zerdüşt'ünkü gibi "kutsal" bencillik arasındaki ayrımın tekrarı­
dır; "kutsal" bencillik vermek ister, "taşmak" ister ve kendini "armağan
1 88 8

veren" sevgi olarak ifade eder. Daha önce belirtildiği gibi, Nietzsche'yi
" bencil" sözünü kullanmaya iten şey armağan verenin yapmak istedi­
ğini yapmasıdır. Tekrarlarsak, sözcük talihsiz bir şekilde kullanılmıştır,
çünkü her edimin şu ya da bu arzuyla güdülendiğini düşünürsek, "her­
kesin daima bencilce davranmasını " anlamsız bir totolojiye (laf ebeliği)
indirger... Ama Nietzsche'nin kullandığı sözcüğün " bencil" olduğu ger­
çeğini kabul ederken, bu sözcüğün asıl anlamının da " kişinin yapmak
istediği şey" olduğunu aklımızda tutmalıyız.
Tam anlamıyla sağlıklı insanların "bencilliği", der Nietzsche, "olağa­
nüstü değerlidir" çünkü " bütün bir hayat onlardan çıkar" . 1 1 6 Sağlıklı ve
mutlu insanların hepimize faydası vardır. Bunlar kimdir? Bu sorunun ce­
vabını zaten biliyoruz: Goethe ve Mirabeau gibi insanlardır. Soykütük'te
belirtildiği üzere, bunların içini hınç (ressentiment) "kurdu" kemirmez,
komşularına hakiki sevgi gösterirler. 1 1 7 Hepimize faydalı insanlar asla
suçluluk, korku, nefret ya da hınçla hareket etmeyenlerdir, en itici şey­
lerin ve kişilerin daha büyük bir iyiliğe katkıda bulunduğuna "inana­
rak" , dünyaya karşı olağanüstü ve evrensel bir iyilikseverlik gösterirler
ve hiçbir şeyi "olumsuzlamazlar" . Goethe'ye ne kadar benzersek, (gayri
bencilce) bencilliğimizin değeri o kadar artar. Fareler ve insanların en iyi
planları bile zaman zaman yoldan sapabilir elbette. Budalalar da arma­
ğan-veren sevgiye sahip olabilir. Ama güdülenme bakımından hepimizin
peşine düşmesi gereken ideal, ebedi tekrarlanışı isteyebilecek "neşeli ve
güvenli kadercilikle" ilgilidir.
Peki, ya Cesare Borgia (ateşli bir zehirleme ustası olan kız kardeşi
Lucrezia yaptıklarıyla öne çıkmışken, kullandığı amansız yöntemlerle
Machiavelli'nin hayranlığını kazanan general) ne olacak? Hatta Soykü­
tük'teki Vikingler ve Gotlar ne olacak? Onlar da Cesare gibi sağlıklı
ve mutlu değiller miydi? Yine de yeryüzüne barbarlık felaketini getir­
memişler miydi? Alacakaranlık'ın kasten "cüretkarca" tasarlanmış bir
pasajında Cesare'ye "yüce insan" ... bir tür üstinsan" denir. 1 1 8 İyinin
ve Kötünün Ôtesinde'de ise ona " sağlıklı ... canavar" der Nietzsche. 1 1 9
" Üstinsan" ile "canavar" sıfatlarının b u bileşimi onu Napoleon'la aynı


Nietzsche'nin "bencil-olmamaya" dair açıklamasının Kant'ın kategorik buyruğunu
"içsel ihtiyaç, herhangi bir derin kişisel tercih, herhangi bir haz olmadan", "görev
otomatonu" olarak uygulamayla bir olması aydınlatıcıdır (D 1 1 ). Bir başka deyişle,
ancak bilgisayarlar "bencil-olmayabilir": insan eylemi, tanımı gereği "bencildir".
NIETZSCHE

kategoriye sokar: "canavar ( Unmensch) ile üstinsanın ( Übermensch)


sentezidir o" .120
Peki, ya Nietzsche böyle "sağlıklı canavarlarla" ilgili ne söyler?
Onun sağlıklı hiçbir insanın bilerek kötülük yapmayacağı, iyi-biçim­
lenmiş bir kişinin, "mutlu" bir kişinin asla bilerek zararlı eylemlerde
bulunmayacağı iddiasının karşıt-örnekleri değil midir bu insanlar? Hiç
sanmıyorum. Borgia, Napolfon, Vikingler sağlıklı ve mutlu olmasına
rağmen, Nietzsche'deki anlamda "iyi-biçimlenmiş" değillerdi. Bu yüz­
den de (Nietzsche'nin Manfred Tefekkürü'nün (Manfred-Meditation,
1 872) müzik sayılacak kadar "iyi biçimlenmiş" olmadığını düşünen von
Bülow gibi), tam anlamıyla kişi değillerdi. Yani insan Unmensch (cana­
var) unsurlarını koruyorsa Übermensch ( üstinsan) olmak şöyle dursun,
tam bir Mensch (insan) bile sayılamazdı. Tam bir insan kişi olabilmek
için altinsani dürtülerin yüceltilerek insan dürtüsüne ve insani dürtüye
çevrilmesi gerekiyordu.
Ama bu noktada bir soru cevapsız kalıyor: Nietzsche'deki anlamıy­
la "tam anlamıyla insani bir kişi" olmak için niye zahmet edelim ki?
Borgia-tipi bir insanın ilk önce Nietzsche'nin "kişi" izahını betimleyici
olmaktan ziyade şartlayıcı bulacağını, ikinci olarak da kendisinin şart­
lara bağlı " kişi" olmakla bir ilgisinin bulunmadığını, tecavüz ve yağma­
ya devam etmeyi seçtiğini söyleyeceğini hayal edebiliriz. Hatta kendini
zeki hissediyorsa, Nietzsche'nin kendi kitabından bir sayfa kopararak,
sunulan "kişi" kavramının köleliğe has bir kavram olduğunu ve kendi­
sinin çok daha fazla tercih ettiği bir "efendi" kavrayışına sahip olduğu­
nu da söyleyebilir. Nietzsche'nin bu cevaba muhtemel muamelesini 26.
Bölüm'ün sonunda tartışacağım.

Almanlann Derdi Nedir?

Modern Almanya klişesi teknolojiyi tablonun merkezine koyar. Au­


di'nin * dediği gibi, Almanya teknolojiyi kullanarak gelişen (Fortschritt
durch Technik) , ileri teknolojili bir güç merkezidir. On sekizinci yüzyılda
ve on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında ise bu klişe tam tersiydi. Alman-


Aynı adla ürettiği otomobilleriyle tanınmış Alman otomobil şirketi-r.n.
1 88 8

lar, Almanların kendilerinin gözünde bile, "şair ve düşünür bir halk­


tı" (Das Volk von Dichten und Denken); dolayısıyla laboratuvarlarda,
fabrikalarda ya da savaş meydanlarında değil, karanlık ve gizemli or­
manlarda dolaşırken görülürler, yanlarında kılıç değil kalem taşırlardı.
Esasen bu tablo Fransa-Prusya savaşı sırasında çarpıcı bir hızla gerçek­
leşen modern klişeye geçiştir. Nietzsche Zamana Aykırı Bakışlar'ın bi­
rincisinde bundan yakınıyordu, 121 ayrıca Alacakaranlık'ın eleştirisinin
temelinde de bu yatıyordu: Bismarck döneminde Almanların manevi ha­
yatı terk edip güç siyasetine odaklandığından şikayet ediyordu. ( Cesare
Borgia'nın çağdaşı olsa ona da aynı şikayeti yönelteceğine dikkat edin.)
Almanlar eskiden bir düşünürler ulusu, hatta tek düşünürler ulusu sayı­
lırdı, oysa artık herhangi bir Alman düşünür de kalmamıştı (Nietzsche
hariç, o da "Polonyalıydı" elbette) . "Deutschland, Deutschland über
Al/es " * (Almanya, Almanya her şeyin üstünde) sözü, Nietzsche'ye göre
Alman felsefesinin sonunu ifade ediyordu. Alman zekası, şoven Reichs­
deutsch (Almanya İmparatorluğu) zihniyeti, midelerin " birayla " doldu­
rulması ve "pijamalar" tarafından yok edilmişti. 1 22 (Nietzsche'nin pija­
malara niye garezi olduğunu asla bilemeyeceğiz. )
Alman gücünün gelişiyle beraber Alman ruhunun, Alman kültürü­
nün kaybolması tesadüf değildir. Çünkü bildiğimiz gibi burada bir "ya
bu ya öteki" seçimi yapılmaktadır. Birey ya da ulus olarak tüm enerjini
"iktisada, dünya ticaretine . . . iktidara ve güç politikalarına" harcarsan,
kültüre harcayacak enerjin kalmaz. Zira "hiç kimse elinde olandan faz­
lasını veremez . . . kültür ile devlet -kendimizi kandırmayalım- birbirinin
hasmıdır. " 1 23 Ya iyi Eris ya kötü Eris -ikisine birden sahip olamazsınız.
***

Nietzsche'nin mevcut Alman sahnesi eleştirisinin ana odak noktala­


rından biri yükseköğrenimdir her zamanki gibi. Öğretim Kurumlarımızın
Geleceği Üzerine' deki eleştirisini tekrarlayarak -orada ifade edilen görüş­
ler kariyeri boyunca dikkat çekecek kadar sabit kalmıştır- üniversitenin
hakiki amacı iyi insanlar, üstün zeka ve karakterde insanlar yaratmakken,
Reich üniversitesinin insanları devlet memurluğu için tasarlanmış makine­
lere çeviren bir fabrika olduğunu öne sürmüştür. (Kant'ın "Prusyalı" ödev
metafiziğinin hoş bir hicivsel özetini çıkarır: "Kendinde şey olarak devlet

*
Kısaca Deutschlandlied adıyla anılan, Alman ulusal marşının başlangıç sözleri-r.n.
NIETZSCHE

memuru, görünüş olarak devlet memurlarının üzerine hakim kılınmış­


tır. " )124 Üniversiteler fabrika işlevine uygun olarak "maron (geri zekalı)
akademisyenlerle" doldurulmuştur. Bu bir felakettir, çünkü "kendileri
eğitilmiş eğitimcilere" ihtiyacımız vardır -Jacob Burckhardt bu kuralın is­
tisnasıdır. Üniversitelerin "demokratikleşmesi" bunu imkansızlaştırmJ.ştır
elbette -sahici "yükseköğrenim ile ilkel yaşam birbiriyle çelişir" . "Yüksek
tipte insanların" "yetişip" gelişeceği üniversitelerde eğitim (toplumun ve
kültürün bağımlı olduğu "tesadüfi mutasyonlar"ı hatırlayın), kitlelerin
hakkı olmak yerine azınlığın ayrıcalığı olarak kalmalıdır.125
***

Nietzsche'nin modern Almanya eleştirisinin, dolayısıyla genel olarak


Batı modernliği eleştirisinin son bir damarı da gelişmekte olduğunu dü­
şündüğü bir eğilimin eleştirisi, yani " liberal kurumları" reddidir -bura­
da "liberal" derken kastettiği kurumların "herkese eşit haklar" fikrini
benimseyenler olduğunu görmek mümkündür, bu da eleştiriyi devam
eden "eşit haklar" eleştirisinin bir parçası kılar. Bu yüzden "liberal ku­
rumlar" kadın özgürleşmesini, herkese eğitimi, parlamenter demokrasi­
yi, toplumsal refahı, sendikaları vb. içeriyor görünmektedir.
" Modern kurumlar işe yaramıyor," diye yazar Nietzsche:

Kurumların olabilmesi için, kötülük derecesinde liberal karşıtı bir istencin, içgü­
dünün, buyruğun olması gerekir: gelenek istenci, otorite istenci, yüzyıllar sürecek
bir sorumluluk istenci, ileriye ve geriye doğru in infinitum (sonsuza kadar) bir soy­
lar-silsilesinin dayanışması istenci. Bu istenç varsa, lmperium Romanum (Roma
İ mparatorluğu) benzeri bir devlet de kurulur: günümüzde bünyesinde kalıcılık olan,
bekleyebilen, hala bir şeyler vaat edebilen biricik güç Rusya gibi bir devlet de ...

Burada Nietzsche'nin toplumsal sağlık teorisinin muhafazakar yanı­


nı sezinlemek mümkündür: canlı bir toplum, yer yer "tesadüfi mutasyo­
nun" yanı sıra güçlü bir "gelenek istenci ", gelenekten ayrılmayı güçleşti­
ren sert ve otoriter bir muhafazakarlık gerektirir. "Liberal kurumların"
başarısız olduğu nokta budur. Evliliği ele alalım. Eskiden "hayat boyu
bozulmazdı" evlilik; tek "adli otoritenin " kocaya verilmesiyle emir-ko­
muta zincirine "denge merkezi" sağlayan bir netlik getiriliyordu. Oysa
şimdi aşka dayanıyordu evlilik; yani her şeyi temel alabilecek kötü şöh­
retli kararsız bir temeli vardı. Kadınlara "eşit haklar" verilmesiyle eski
1 888

amaç netliği de ortadan kalkmıştı. Modern evlilik yürümek yerine "her


iki ayağının üstünde topallamaktadır " . Dolayısıyla yok olmaktadır, so­
nuç toplumsal bozulmadır ( "aile değerlerinin" çöküşü, derdik buna her­
halde bugün benzer bir ruh haliyle).126
Buradaki otoriter muhafazakarlık gerekçesine dikkat edin -Nietz­
sche'nin Bismarck'tan nefretine rağmen, yorumcuların düşündüğü gibi
bir nevi "]unker felsefesiydi" bu. Otoriter muhafazakarlık olmasa karar­
lı kolektif eylem kapasitesi kalmayacak, toplum bozularak en sonunda
yok olacaktır. Platon'un Devlet'inde kullanılan dille, kendini "tek adam"
yapamayan toplum -ya da ruh- hiçbir şey yapamaz, özellikle de kendini
dışsal ve içsel çöküşten koruyamaz. Bu yüzden modern dünyada sadece
Çarlık Rusyası "vaatlerde bulunabilmektedir": Ancak bu vaatlere inanı­
labilir, zira vaatlerini yerine getirme kapasitesine sadece o sahiptir.

Modern Kültürün Yerini Neyin Almasını isterdiniz?

Alacakaranlık'ın daha iyi toplumunun, liberal-olmayan kurumlarla


işleyeceği açıktır. Gelecekteki gelişimin tohumlarını taşıyan istisnai tipleri
yetiştiren elitist öğretim kurumlarını desteklerken, aynı zamanda bu öde­
vin yerine getirilmesini güçleştiren bir toplum olacaktır. Üstelik katı bir
hiyerarşinin korunduğu bir toplum olacaktır. İşçiler meselesini ele alalım.
Modern makine ekonomisinin talebi fiilen sanayi köleleridir. Ama aynı
zamanda karaktersiz liberalizm onlara eğitim vermekte, oy hakkı ve ör­
gütlenme hakkı tanımakta ısrarlıdır. Sonuçta işçiler kendileri efendi olma
arzusu geliştirirler. Bunun sonucu da toplumsal çatışma ve sefalet olur.
"Köle istiyorsan onları efendi gibi eğitmek aptalcadır, " der Nietzsche.127
Her toplumun ihtiyaç duyduğu şey, der Nietzsche, "ılımlı ve ken­
dine hakim tiplerden, Çinli tiplerden128 -emeğiyle çalışanlardan- olu­
şan bir katmandır. Gördüğümüz üzere, toplumun temel şekli Platon'un
Devlet'indeki "piramit" gibi olması gerekir; çalışanlar katmanı bu pira­
midin "tabanını" oluşturur. Ama bu basit şeklin iç kesminde mükem­
mel, damar damar üstünlükler var olacaktır. "Gerçeklik bize büyüleyici
zenginlikte tipler gösterdiğinden" , "ahlakçılar" gibi "insan şöyle şöyle
olmalıdır! " demek, "duvara bir resim yapıp ecce homo (işte insan) de­
mek" aptalcadır. 1 29 Yeni toplumun ahlakı nasıl olursa olsun, farklı tür-
NIETZSCHE

den insanlar için farklı haklar ve ödevler belirleyecektir. Hiyerarşik olsa


da, homojenin tersi olacağı kesindir.

Yeni Toplumunuzda Sanatın Yeri Nedir?

Nietzsche, " Sanat sanat içindir, sanatın Hıristiyan ahlakına bağlı kı­
lınmasına karşı meşru bir itirazdır, " der. (Yazdığı sırada çok moda olan
dekadan [decadent] hareketinin bir veçhesi olan "estetik" hareketinden
bahsetmektedir.) Ama sanatın Hıristiyan propagandası olmamasının ge­
rekmesi, açığa vurulmamış bir amacı olmadığı anlamına gelmez kesinlikle.
Sanatın, özellikle de iyi sanatın yaptığı şey "seçmek" ve "yüceltmektir".
Bazı "değerleri kuvvetlendirir" ve bazılarını zayıflatır. Özgül olarak da
hayatı-yücelten değerlendirmeleri kuvvetlendirir ve hayatı-inkar eden de­
ğerlendirmeleri zayıflatır. Raffaello'nun harika sanatının konusu Hıristi­
yanlıktır elbette. Ama burada "çocukça" davranmayalım: " Raffaello evet
demişti, Raffaello evetlemişti, dolayısıyla Raffaello Hıristiyan değildi" . 1 30
"Her sağlıklı ahlak", her "doğal" ahlak, der Nietzsche, "hayatın bir
kuralına" hizmet eder. 1 3 1 Bunun " bir halkın güç istencinin sesi" , yaşa­
yıp gelişme istenci olduğunu biliyoruz. Demin gördüğümüz gibi, halkın
sanatı da böyledir. Bu yüzden sağlıklı sanat ile sağlıklı ahlak arasında bir
çakışma vardır: toplumun sanatının onayladığı "değerler" , o toplumun
ahlakının da değerleridir. Bu da İnsanca, Pek İnsanca'da sanata atfe­
dilen, "yüce ve güzel ruhun" pırıltılı imgelerini "yaratıcı şekilde geliş­
tirme" ödevine; Zamana Aykırı Bakışlar'ın ikincisinde geçen "anıtsal"
şahsiyetlere; son olarak da Wagner'e ve Tragedyanın Doğuşu'nda bahsi
geçen, sağlıklı bir toplumda "sanat ve halk, mit ve ahlak" "zorunlu ola­
rak ve çok yakından iç içe geçmiştir" ifadesine kadar geri götürüyor
bizi. Sanat ile toplumun bağlantısı konusunda değişen bir şey yoktu.

Torino'da Son İkamet

Daha önce belirtildiği gibi ciddi seller yüzünden Nietzsche'nin Sils'ten


Torino'ya geçişi 20 Eylül'e kadar gecikmişti. Yolculuk her zamanki gibi
felaketti, hatta Como yakınlarında gece vakti sel suları altında kalmış
1 88 8

bir arazide dar bir yaya köprüsünden geçmesi gerekti -"tam benim gibi
kör bir ineğe göre! " diye yakınıyordu Nietzsche. (Anlaşılan yolculuğun
İtalya ayağının tamamını trenle geçmek mümkün değildi.) Ama menzi­
le ulaştığında bütün yolculuğa değdiğini düşünüyordu. "Tuhaf! " diye
anlatıyordu Nietzsche, "daha önce olduğu gibi, bir anda her şey düze­
ne girdi. Harika bir berraklık, güz renkleri, her yere yayılan enfes bir
esenlik hissi." Fino hanesine ve yakındaki kafeye buyur edilmek onu
mutlu etmeye yetiyordu. Piazza Castello'daki muhteşem şatoya sadece
iki dakika yürüyüş mesafesinde olmak yine çok hoşuna gidiyordu, gös­
teri izlerken dondurma yenebilen açık hava tiyatrosunu seviyordu, peş
peşe operetlere gitmeye bayılmıştı (mide bulandıran tek sinek, Johann
Strauss'un Çingene Baron'uydu * [Der Zigeunerbaron, 1 8 85 ] ) . 132 Haya­
tında ilk kez kendi terzisi olmuştu.
Oraya vardığından havanın kötü olması ne sağlığını ne de üretkenli­
ğini etkiledi.133 Zaten çok geçmeden hava da düzeldi ve şahane bir güze
döndü: Ekim'in başından Kasım'a kadar "her gün bir altın güzellik, da
capo (tekrar tekrar) " . 1 34 Nietzsche çalışmadığı sırada Fino'nun on iki
yaşındaki kızı Irene'yle birlikte, dört el için yazılmış piyano parçaları
çalıyordu. Bu kızı da Adrienne Durisch'i sevdiği gibi sevmişti. (Ama on
altı yaşındaki Giulia, onu tuhaf buluyor ve uzun aralıklarla, dik dik ona
bakıyordu.) Sıklıkla çevredeki seçkin kitapçıları geziyor, yeni kitaplara
bakıyor ama hiçbir şey almıyordu. Ayrıca bir de müdavimi olduğu ka­
feler vardı elbette: öğlenden sonraları Livomo'ya, akşamları da (hala
dondurmasıyla meşhur) Florio'ya gidiyordu.

Deccal

Nietzsche 1 8 8 8 boyunca kendisini " savaşta" sayar; "şimdiye" karşı,


daha özgül olarak da Alman şimdisine karşı "süngü süngüye" bir manevi
"savaşa" girmiştir; Alman şovenizmi, Yahudi karşıtlığı ve kültürel çöküş­
le mücadele halindedir.135 30 Eylül'de büyük toplarından birini yazmayı
tamamlar: Deccal (ya da Hıristiyan-karşıtı - kitabın Der Antichrist olan


Burada adı geçen Johann Strauss, aynı adı taşıyan besteci "baba" Johann Strauss
( 1 804- 1 849) değil, "oğul" Johann Strauss'tur ( 1 825-1 899)-r.n.
NIETZSCHE

Almanca adı, her iki anlama da gelir). O sırada bunu dört kitaplık baş­
yapıtının 1 . Kitap'ı olarak görüyordu ( başyapıtın başlığı da 26. Bölüm' de
tartışılacak sebeplerle Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi olarak
değiştirilmişti). Ama Kasım ortasında bu kitabın başyapıtın bütününü
oluşturduğunu düşünmeye başladı. Bu da Deccal'ı bir bakıma Nietz­
sche'nin son vasiyetnamesi ve ahdi olarak önemli bir belge yapıyor.
Deccal hem tonu hem içeriği bakımından dengesiz bir eserdir. Bazı
pasajlar, örneğin tarihsel İsa anlatısı diğer yazıları kadar iyidir. Ama bazı
pasajlar, önceden söylenmemiş hiçbir şey söylemeyen, lafın fazla uzatıl­
dığı, Hıristiyanlığa karşı bir öfke ifadesinden ötesine geçemez. Nietzsche
aklını yitirmeye başladığı sırada eklenen son dakika altbaşlığı "Hıristi­
yanlığa Lanet" de bu öfkenin niteliğini gözler önüne serer. Hıristiyanlığın
"iyi" ve "kötü" yanlarının değerlendirildiği eski akla uygun yaklaşım git­
miş, yerine Hıristiyanlığın "düşünülebilecek en büyük yozlaşma" olduğu
yönündeki kaba yargı gelmişti. 1 36 Eserin sonunda "Deccal" tarafından
yedi maddelik "Hıristiyanlığa Karşı Yasa" ilan edilir. Buradaki altbaş­
lık da şöyledir: " Kurtuluş Günü'nde, Bir Yılı'nın ilk gününde verilmiştir
(eski yanlış takvime göre, 30 Eylül 1 8 8 8 ) " . * "Yasalar" birbiriyle çeliş­
mektedir, ilkinde tüm rahiplerin " hapsedilmesi" istenirken, beşincisinde
onlarla aynı sofraya oturulmaması öğütlenir. Nietzsche'nin esere bu eki
yazdığı sırada aklının tam manasıyla başında olduğuna inanmak güçtür.

Yahudilik ve Köle Ahlakının Kökeni

Hıristiyanlığın temel meselelerinden biri Yahudi kökenidir, diye


yazar Nietzsche. " Köle ahlakını" , "hınç (ressentiment) ahlakını" icat
edenler Yahudilerdi.137 Başta Babil Sürgünü sırasında icat edilmişti,138
sonra erken dönem Roma İmparatorluğu'nda Hıristiyanlar da bu ahla­
kı benimsedi. Deccal şimdi köle ahlakının kökenini hınç (ressentiment)
kavramıyla açıklamaya yönelmiştir; bizi bu kavrama gönderdiğine göre,
Nietzsche'nin Soykütük'ün ilk incelemesinde sunduğu anlatıyı genişlet­
mekten başka bir şey yapmadığını düşündüğü açıktır:

* Zerdüşt'ün de "tarihi iki yarıya böldüğünün" düşünüldüğünü hatırlayın: "Zerdüşt


Öncesi" ve "Sonrası" eski İÖ/İS sisteminin yerini alacaktı.
1 88 8

Psikolojik bakımdan incelendiğinde, Yahudi halkı, en inançlı yaşama kuwetine


sahiptir; öyle ki, katlanılmaz koşullar altında kalınca, kendi isteğiyle, kendini koru­
manın en derin kurnazlığıyla, her türlü düşmüşlük (decadence) içgüdülerinin yanını
tutar -bu içgüdülerin egemenliği altında olduğundan değil, onlarda "dünya"ya karşı
kullanmakla başarılı olabileceği bir güç sezinlediğinden dolayı. Bütün dekadanların
(decaden� ayna görüntüsüdür Yahudiler: sanrı olmaya varasıya dekadanlar gibi ol­
mayı . non plus ultra (daha mükemmeli görülmemiş) bir oyunculuk dehasıyla serim­
. .

/emek zorundaydılar ... Düşmüşlük (decadence) yalnızca bir araçtır Yahudilikte ...
güce ulaşmaya çalışan insan türü için, bu rahipçe tür için. 1 39

Demek ki şimdi köle ahlakının ilk başta sadece tiyatro olduğunu, Ya­
hudi rahiplerin Babilli baskıcıları güçsüzleştirmek için başvurduğu "soy­
lu bir yalan" olduğunu öğreniyoruz. Soyluların dekadan içgüdülerini
teşvik edip doğrulayarak, onları "efendi" ahlakından " köle" ahlakına
geçirmiş, böylece baskıyı sona erdirmişlerdi.
Bu hikayeyi Soykütük'ün "köle isyanı" anlatısıyla ilişkisi bakımın­
dan ilk başta ürpertici kılan nokta, Yahudi rahiplerin -"dinmez nefret
kazanları", ezenlere karşı hıncıyla (ressentiment) ruhu "zehirlenmişler"­
hastalık paradigması olarak görülmesidir. Ama burada aynı rahipler
sağlık paradigması -"dekadanın karşıtı" - olarak görünmektedir. Nietz­
sche bu arada köle isyanı konusundaki fikrini mi değiştirmiştir? Görü­
nüşün aksine, fikrini değiştirdiğini düşünmüyorum -burada Soykütük'le
çelişmekten ziyade, orada anlattıklarını fiilen genişletmektedir.
Deccal'ın Romalılara karşı Hıristiyan isyanını değil Babillilere karşı
Yahudilerin isyanını anlatması kritiktir. Nietzsche bu erken dönem Ya­
hudi rahiplerin Babilli efendilerinin baskısına karşı doğal olarak hınç
dolu olmalarına rağmen hınçla zehirlenmedik/erini düşünüyordu. Ze­
hirlenmemelerinin sebebi de baskıya karşı bir şey yapmaları -etkili bir
şey yapmaları- ve böylece hınçlarını "azaltmaları" , boşaltma/arıydı.
Hınçlarını, Vikinglerin kabilenin dayattığı içsel kısıtlılıklara karşı bo­
şalttığı şekilde boşaltmıyorlardı elbette. "Katlanılmaz koşullar" altında
bu seçenek onlara açık değildi. Onların silahı kılıç değil kalemdi, öyle
olmak zorundaydı -kara propagandaya başvuruyorlardı. Bunun fiili an­
lamı onların -Nietzsche'nin kendisi gibi- manevi agon'a yani mücade­
leye girdiğiydi. Ezenlere düşman gözüyle bakıyorlardı kesinlikle, hatta
onlardan nefret ediyorlardı, ama ruhlarını boşaltılmamış nefretle, yani
hınçla zehirlemiyorlardı.
7 70 NIETZSCHE

Ama sonraki Yahudi rahiplere, yani Hıristiyan olanlara geldiğimiz


zaman hikaye bambaşka olur. Durumu farklı kılan, Hıristiyan rahiplerin
köle ahlakını içselleştirmiş olmasıdır: Öncelleri için salt "tiyatro" olan,
onlar için mutlak hakikatti. Bu da haliyle "diğer yanağını çevirmeyi "
gerektiriyor, sağlık kazandıran intikam pratiğini onlara yasaklıyordu.
Demek ki Yahudi rahipler ile Hıristiyan rahipler arasında önemli bir
karşıtlık vardı. Deccal "Yahudi rahipleri" sağlıklı bulurken Soykütük'ün
"Yahudi rahipleri" hasta bulması bir çelişki barındırmaz, çünkü birin­
cisi Yahudilik dönemi rahiplerine odaklanırken ikincisi Hıristiyan ra­
hiplere odaklanmıştır. Bence Deccal Yahudi rahiplerin "düşmüşlüğün
(decadent) karşıtı" olduğunu, halbuki "Pavlus 'un Hıristiyanlığının"
"düşmüş (decadence) bir hareket" olduğunu söylediğinde bunu kastet­
mektedir. 140 Belki Soykütük de saldırdığı hedefin genellikle "rahipler"
değil "çileci rahipler" olduğunu söylerken aynı şeyi kastediyordu.

Tarihsel lsa

Nietzsche'ye göre, gerçek tarihsel İsa'nın günah ve ceza fikirleriyle hiç


alakası yoktu. Çekilen acıya karşı nevrotik bir aşırı duyarlılıktan musta­
rip olduğundan evrensel sevgi, asla direnmeme, daima "öbür yanağını
dönme" doktrinini yaygınlaştırmaya çalışmıştı. Muhtemelen duyarlı ol­
duğu acı da bölünmenin, düşmanlığın acısıydı. İnsan severse affeder, o
zaman ne yapılırsa yapılsın kimse birbirinin düşmanı olamaz. Nietzsche
bunun bir nevi hedonizm (hazcılık) olduğunu ve Epikurosçulukla [bkz.
Sözlükçe] yakından ilişkili olduğunu belirtir. Hem İsa hem de Epikuros
düşmüştür,141 zira "zaferler kazanma", dolayısıyla "düşman olma" is­
tencinden yoksundurlar. Tek kelimeyle, güç istencinden yoksundurlar. 142
Gerçek İsa metafizikçi değildi, hiçbir şekilde doğaüstüne inanmıyor­
du. Ona göre "cennet krallığı" "gönüldeki bir durumdu" . Ne "dünya­
nın üstünde" ne de "ölüm sonrasındaydı", aksine evrensel sevgi pra­
tiğiyle burada ve şimdi ona ulaşılabilirdi. İsa mesellerle ve örneklerle
öğretiyordu. Onun ölümü insan günahlarının kefareti değil, direnmeme
doktrininin mutlak ispatıydı.143 Kısacası İsa bir nevi Budist'ti, sonuçta
Budizm de acıya aşırı-duyarlılığın doğurduğu metafizik olmayan bir ya­
şam-pratiğiydi.144 İsa, "Budist bir barış hareketini" temsil ediyordu.145
1 8 88 771

Bu hakiki, orijinal Hıristiyanlık " bugün hala mümkün olan, hatta bazı
insanlar için zorunluluk olan bir hayatı" temsil ediyordu. 146 Bu hayat
mümkündü ve 1 960'1arda kesinlikle günceldi. Nietzsche'nin çarpıcı an­
latısına göre, İsa ilk hippiydi.

Pavlus'un Sapkınlığı

İsa'nın ölümünden hemen sonra, travma halindeki takipçileri şunu


sormuştu: Onu kim öldürdü? Cevap şuydu: Yahudi üst sınıfları. Hıncın
(ressentiment) pençesinde çabucak İsa'yı yanlış anlamaya ve Yahudilerin
radikal bir hasmı olarak görmeye başladılar. İsa'nın ölümü meselenin
sonu değildi demek ki: bir "ikinci geliş", yargı ve ceza günü olacaktı. O
"rahip tiran" Pavlus'a kısa süre sonra geçen meşale buydu. Pavlus Ya­
hudi kıyamet anlayışını Platon'un metafiziğiyle kaynaştırarak bildiğimiz
Hıristiyanlığı icat etti: ilk günah, doğaüstü cennet ve cehennem, her şeye
gücü yeten yargıç ve bağışlanma umudu olarak Mesih'in ölümü. Her
şeyden öte, Pavlus insan kibrine o gülünç yaltaklanmayı, kişisel ölüm­
süzlük fikrini yaygınlaştırdı. Bu da Hıristiyanlığın yayılmasında bir koz
oldu. 147

Hıristiyanlığa Karşı Suçlamalar

Decca/'ın yapısındaki mecazlar bir mahkemeyi hatırlatır. "Savcılık"


bir dizi suçlamada bulunur ( "savunma" avukatı yoktur), " bölmesinde
duran tutuklu" "hayal edilebilecek en büyük yozlaşmadan" mahkum
edilir. Suçlamalarda yeni bir şey olmasa da, Nietzsche'nin Hıristiyanlı­
ğa ana itirazlarının faydalı bir toplamını oluşturabilirler. Sekiz suçlama
vardır.
Birincisi ve kolay gözden kaçanı, Nietzsche'nin Hıristiyanlıktaki
"idealist" "kibirden" (örneğin Malwida'nın kibrinden) yakınması, bu
kibrin "en ufak bir gerçeklik parçasının hakkının verilmesine, hatta ifa­
de bulmasına izin vermediğini" belirtmesidir.148 Ecce Homo'da ifade
edildiği gibi, "insanlar ideal bir dünya uydurdukları ölçüde o dünyayı
anlam, değer ve doğruluğa ilişkin gerçeklikten yoksun bıraktılar. " 149
NIETZSCHE

İkincisi, Hıristiyanlık kendinden nefret hastalığını hem üretir hem


artırır, 150 Her türlü doğal içgüdüyü, özellikle cinselliği şeytanlaştırıp1 5 1
Mesih'in -yani rahiplerin- müdahalesi olmasa bizi sonsuza dek lanet­
lenme tehlikesine sokan "günahlar" olarak yorumlar. Böylece, gördü­
ğümüz üzere, uygarlık kafesine kapatılmış "içsel olarak yabani" insanın
kendinden nefretine su taşır, bu nefreti şiddetlendirir, ayrıca ister istemez
içe dönmüş acı verme arzusunu doyuracak sopayı da tedarik eder. 1 52
Üçüncüsü, Hıristiyanlık hayatı-artıran tüm içgüdüleri, tüm "kamu­
sal ruhu" yok eder. Kendi ölümsüz ruhunu kurtarma ödevi karşısında
ortak faydayı artırmaya yönelik tüm girişimler anlamsızlaşır. Nitekim,
"dünyevi" şeyleri iyileştirme kaygısı gerçek kendi ruhunu kurtarma öde­
vinden tam bir sapma olarak görülür. 1 53 ( "Eserler vesilesiyle kurtuluş"
doktrininin, bu tür bir teolojiyi dengelemek için gündeme gelmiş oldu­
ğuna şüphe yoktur. )
Dördüncüsü, "zehirli 'herkese eşit haklar' doktrini" (Nietzsche'nin
"haklara" karşı çıkmadığına dikkat edin), Tanrı'nın gözünde hepimizin
eşit ölçüde değerli olduğumuz fikri vesilesiyle "Hıristiyanlık, insan ile
insan arasındaki her türlü derin saygı ve mesafe duygusuna karşı, yani
kültürün her türlü yükselme ve büyümesinin önvarsayımına karşı, kötü
içgüdülerin en gizli köşe-bucağından çıkarak, ölümüne bir savaş ver­
miştir" . Her türlü "düşünüş biçimi aristokrasisi"ni imha ederek "düş­
künlerin müjdesini düşkünleştirir" , 154 bildiğimiz gibi, bu süreç "modern
fikirlerle" devam ettirilmektedir.
Beşincisi, Hıristiyanlık inanılmaz ölçüde kurnazca bir ikiyüzlülük
biçimidir. "Fakat siz insanların suçlarını bağışlamazsanız, Babanız da
sizin suçlarınızı bağışlamaz. " (Matta 6 : 1 5 ) ve " Bana iman eden bu kü­
çüklerden birini kim küstürürse, boynuna büyük bir değirmen taşı takı­
lıp denize atılması kendisi için daha iyidir. " (Markos 9-42) Bunun gibi
pasajlarda " Çandala .. kini " kendini sevgi içinde gizler. İsa'nın ilk sevgi
mesajı saptırılarak, bir kölenin güçlüleri cehennem ateşi ve lanetlenmey­
le tehdit etmesine dönüşür. 1 55
Altıncısı, modern Hıristiyan teologları binbir yalan söyler. "Artık
'Tanrı' olmadığını" bilirler, "Tanrı hipotezinin" modern, eğitimli zihin­
deki diğer mobilyalara hiç uymadığının farkındadırlar. "Yargı günü ",

*
Nietzsche'nin Hint kast sisteminden alıp "Tschandala" yazımıyla, toplumsal sınıflar
içinde en altsınıfı oluşturanlar anlamında kullandığı terim-r.n.
1 88 8 773

"günah'', "kurtarıcı" olmadığını herkes bilir, ama hayatlarına eskisi gibi


devam ederler. Deccal'ın sonundaki "Hıristiyanlığa Karşı Yasa"nın en
sert cezaları liberal Hıristiyanlara ayırması ve bu durumu "Hıristiyan
olmanın suç niteliği, insanın bilime yaklaşmasıyla artar" diye gerekçe­
lendirmesi dikkat çekicidir.
Yedincisi, Hıristiyanlık yalan söylemekle kalmaz, kötü amaçla yalan
söyler. Nietzsche'ye göre bütün büyük dünya dinleri "kutsal yalana"
başvurur: İslam, Hıristiyanlık, Konfüçyüs, Manu Yasaları * , hatta yeni
bir dinin müstakbel kurucusu Platon'u ayrıca anmaya bile gerek yok.
Gerçi "yalanın" söyleniş nedeni de olağanüstü bir fark yaratır.
Manu Yasaları'nı ele alalım. (Nietzsche'nin buradaki kaynağı, hiç
şüphesiz önceki sene okuduğu, Deussen'in Hinduizm üzerine yazdığı
eseridir. ) Antik Hint toplumunun manevi liderleri bir noktada ahlaki
denemeler çağının artık sona ermesi gerektiğine karar vermiştir: Bu li­
derlerin toplumları artık cemaatin sağlığının en iyi şekilde korunacağı
yasalara ulaşmıştır. Bu yüzden sağlıkla ilgili kuralları " Manu Yasaları"
adıyla kaydetmişlerdi. Bu yasaların merkezi özelliği toplumun beş dü­
zeye bölünmüş olmasıydı: Brahmanlar (rahipler), Kşatriya (yönetici-sa­
vaşçılar), Vaişya (tüccarlar) Sçudra (zanaatkarlar ve çiftçiler), son olarak
da Çandala, yani dokunulmaz olanlar. Gerçekte Manu Yasaları uzun
deneyimle en iyi şekilde çalıştığına karar verilmiş toplumsal düzenin am­
pirik bir özetidir. Ama daha fazla denemeyi önlemek için (Nietzsche'nin
kültürel sağlık anlatısındaki muhafazakar bir dinamik) , bu ampirik ka­
rakter saklanmalıydı. Manu Yasaları, rahiplerin aktardığı kadarıyla ila­
hi vahyin bir ürünüydü; geçmişteki bir altın çağda yaşayan ataları bu
yasalara sadakatle bağlıydı. "Vahiy" ve "gelenek", rahiplerin daha fazla
denemeyi önlemek için ördüğü iki "duvardır " . 1 56
Manu'nun "kutsal yalanı" budur. Nietzsche'nin aslında hiçbir kutsal
yalanı desteklemediğini birazdan göreceğiz. Yine de, en azından yüzey­
de, Manu'nun yalanı ile Hıristiyanlığın yalanı arasında büyük bir fark
görünmektedir: Hıristiyanlığın yalanının amacı "zehirlemek, iftira at-

* Hindular arasında "Manu Geleneği" anlamına gelen Manu-smrti adıyla da anılan,


resmi adı Manava-dharma-şastra olan bu Sanskrit yasalarının yazarı, Hint mito­
lojisinde geçen, ilk insan ve yasa koyucu sayılan Manu'dur. Hindulara, içinde bu­
lundukları toplumsal sınıfa bağlı olarak yaşamın dört evresinde uymaları gereken
kuralları bildiren Manu Yasaları on iki bölümlük 2.694 kıtadan oluşur-r.n.
774 NIETZSCHE

mak ve hayatı olumlamak içinken" , Manu en azından insan esenliğini


amaçlıyor, "hayata Evet diyor" gibi görünmektedir. 157 Manu üzerine
düşünceler, bazı "kutsal yalanların" diğerlerinden daha kötü olduğunu
ve Hıristiyanlığın "yalanının" da en kötüsü olduğunu gösterir.
Deccal'ın sekizinci, Hıristiyanlığa yönelttiği son ve en ciddi suçlama­
sının nedeni (Nietzsche'nin nefretinin kökeni) "Hıristiyanlığın bizi kan­
dırıp antik kültürün meyvelerinden uzaklaştırmasıdır" . 158 Manu'nun
"amacı, yaşamın serpilmesinin en üst koşulu olarak, büyük bir toplum
örgütlenmesini 'bengi'leştirmekti" , diye yazar Nietzsche. Ama en sonun­
da takip etmemiz gereken bir model sunmaz Manu; zira "dokunulmaz"
Çandala altsınıfını yaratmıştır ve bu sınıftan olanlara eziyet etmektedir.
Bu durum, muazzam bir toplumsal "zararı", bizim de haklı olarak "infial
yaratıcı" bulacağımız bir şeyi temsil etmekle kalmaz, " Çandala kininin'',
bir köle isyanının elinde kendi yıkılışının tohumlarını da hazırlar. 159
Aynı durum, yaşamın serpilip gelişme koşullarını "bengi"leştirme
çabasının çok daha iyi bir örneği olan Roma İmparatorluğu için de ge­
çerlidir: "Bu toplumda, uzun deneyim ve belirsizlik dönemlc:rinin akılcı
sonuçları, uzun dönemli yararlar için donatılacak, böylece olabildiğince
büyük, zengin, yetkin ürünler elde edilecekti. " 1 60 Yunanistan'ın miras­
çısı olan Roma İmparatorluğu antik dünyanın ahlaki bilgeliğini, anti­
kitenin şahane " hayat sanatı" anlayışını " bronzdan daha sağlam" bir
siyasi yapıya çevirir;l 6 1 b u tasarı binlerce yıllıktır v e n e kadar değerli
olduğunu da "kanıtlamıştır" . (Bir başka deyişle "Bin Yıl Reich"ı hali­
ne gelebilir. ) O zamandan beri hiç kimse "ebedi bakış açısıyla'', böyle
"haşmetli bir üslupla" düş kurmamış, o zamandan beri hiç kimse böy­
le muhteşem bir toplumsal "mimari" amaçlamamıştır. Fakat bu harika
Avrupalı " başlangıcın" "meyvelerinin" tadını asla çıkarmamaya yazgı­
lıydık, çünkü tek bir tasarım kusuru vardı, o da " Çandala" altsınıfının
yaratılmasıydı. Bu yapı hem kötü imparatorları hem barbar saldırılarını
atlatacak durumdaydı, ama içsel yozlaşmaya yol açan "kurda '', Hıris­
tiyanlıktaki " Çandala kini"ne direnemiyordu; "o haşmetli yapıdan"
"ruhları" [Romalı soyluların ruhlarını] giderek uzaklaştıran" Hıristiyan
köle ahlakının yayılmasını da engelleyememişti bu yapı.162 Nietzsche
Roma'nın Hıristiyanlık yüzünden ölümü konusunda Gibbon'a hak ve­
rir. Hıristiyanlığı giderek Roma'nın kanını emen bir "vampire" benze­
tir. 1 63 Böylece Batı'nın muhteşem " başlangıcı" trajik bir sona döner.
1 88 8 775

Büyük Öğle Vakti

"Deccal" , bu iddia makamının söyledikleri ışığında ( belirttiğim gibi


savunma makamı yoktu), Hıristiyanlığın, insan ırkının başına gelmiş en
kötü felaket olduğu yargısını okura iletir. En sondaki "Hıristiyanlığa
Karşı Yasalar"ı ilan ederken, Hıristiyanlığın tüm rahiplerini sürgün ya
da hapis cezasıyla mahkum eder, tüm iffet vaizleri de aynı kaderi pay­
laşacaktır. Hıristiyanlığın tüm kiliseleri yerle bir edilecek, bulundukları
yerlerde zehirli yılan çiftlikleri (adeta " soykırım" anıtları) kurulacaktır.
Peki, ondan sonra ne yapılacak ? Nasıl bir Hıristiyanlık sonrası dünya
umulup, bu yolda nasıl çalışılacak ?
Nietzsche'nin büyük "başlangıcın" kaybına öfkesi (Hölderlin ve Hei­
degger de aynı kayıptan yakınırken " başlangıç" ifadesini kullanmışlar­
dır, gerçi ikisi de Hıristiyanlığı suçlamaz) gösteriyor ki yeni başlangı­
cımızın esini klasik antikiteden gelmelidir -ben de kitap boyunca bu
noktayı vurgulayıp duruyordum. Nietzsche defterlerinde şunu sorar:
Modernlik "kaosundan" yeni ve daha kuvvetli bir insan türü inşa et­
mek için neye ihtiyacımız var? İhtiyacımız, "klasik beğeninin . . . sadeleş­
me, kuvvetlenme ve mutluluğa ulaşma istencinin" yeniden canlanma­
sıdır. 1 64 Ecce Homo ' da "Yunanlara dönüş" teması daha da açıktır; bu
"dünya-tarihi" görevi Wagner Bayreuth 'ta'da ilan edilmiş, "Yunan ru­
hunun yakında yeniden dirileceği" , Yunan kültürünün kördüğümünün
çözülmesinin ardından, onu yeniden bağlayacak İskender karşıtlarına*
ihtiyaç duyulacağı " belirtilmişti. 165 Kültürümüzü sağlığına kavuştura­
cak bu kurtarma işini nasıl başaracağız? " Büyük Öğle Vakti"ne nasıl
varacağız? (Nietzsche'nin Güç İstenci adını alacak bir kitap için yazdığı
son müsveddelerde, geleceğe yönelik görülerini içerdiği açık olan son
bölümün başlığının Büyük Öğle Vakti olduğu yazılmıştır. ) 166
Nietzsche'ye göre Manu mükemmellikten çok uzak bir toplumsal
düzeni temsil eder. Ama genellikle "kast sistemi" fikri kesinlikle doğ­
rudur; "kast düzeni, rütbe sırası sadece hayatın üstün yasasının formü­
lasyonudur" , "doğal düzendir, dört başı mamur yasallıktır" .167 Fakat
"doğa"nın buyurduğu toplumsal katmanlar Manu'daki gibi dört (ya da
Çandala'yı sayarsak beş) değil üç tanedir:


Nietzsche İskender döneminin yüksek Yunan kültürünün çöküşü olduğunu düşünür.
NIETZSCHE

Her sağlıklı toplumda, durumlarını karşılıklı belirlemiş, işlevlerine göre ayrışmış,


farklı yönelimleri olan üç tip belirginleşir; her birinin kendi sağlık anlayışı koşulları,
kendi çalışma alanı, kendi mükemmellik duygusu ve ustalık alanı vardır. İ nsanları
Manu değil, doğa şu şekilde üçe ayırır: baskın yanı maneviyatçılık olanlar, kas ve
sinirlerinin gücüyle tanınanlar ve özellikleri bu ikisininkine benzemeyen sıradan in­
sanlar. 1se

Bu üç kastın en küçüğü, yönetenler kastıdır. " Bunlar kendileri iste­


dikleri için değil, var oldukları için yönetirler; bu görevden kaçamazlar. "
Sağlıklı bir toplumda doğal saygıyı yaratan doğal karizma sayesinde mo­
ral bulurlar, ne doğaları ne de çevrelerindekiler onlara yönetmeme şansı
tanır. O halde burada "yönetme" ile ne kastediliyor? Ecce Homo 'da
Nietzsche Zerdüşt'te de yer alan şu güzel ve derin ifadeyi zikreder: "Gü­
vercinin pençelerinde gelen düşüncelerdir dünyaya yön veren. " 16 9 Bu
yüzden, yöneticilerin -İyinin ve Kötünün Ötesinde'deki "geleceğin filo­
zoflarının"- sahip olduğu liderlik, karakter bakımından doğrudan siya­
si değil manevidir. Nietzsche'nin " filozof-kralı" daha ziyade, önceden
belirttiğim gibi, bir İslami cumhuriyetin "dini lideri" gibi oir manevi
kraldır, bu yüzden gelecekte "siyaset kavramı ... manevi savaşla birbiri­
ne karışacaktır" .ı 70
İkinci kast, manevi ve fiziksel bakımdan kuvvetli olanlardır. Bunlar
manevi liderlerin "refakatçileri, sağ kolu ve en iyi öğrencileridir"; yasa­
nın bekçiliğini yaptıkları gibi askerlik işinden de sorumludurlar. "Mane­
viyatçıların uygulayıcılarıdırlar", yönetimde "kaba" nitelikte ne iş varsa
bunlar üstlenip yürütürler. Üçüncü kast, "el işleri, ticaret, tarım, bilim,
sanatın büyük bir bölümü"nden sorumludur. Bu kast sayıca en kalabalık
kesimi oluşturur. Bu nedenle, "yüksek bir kültür", "geniş tabanlı bir pi­
ramit şeklindedir" .171 Bu izah 1 872'de "Yunan Devleti" başlığı altında
yazılanların tam bir tekrarıdır; bu tekrarlama, Nietzsche'nin kariyerinin
sonundaki siyasi görüşlerinin başlangıçtakilerle aynı olduğunu gösterir.
Platon'un Devlet'ine aşina olan herkes bu şemanın neredeyse intihal
düzeyinde olduğunu düşünecektir. Kastların sayısı Platon'daki kastların
sayısıyla aynı olmakla kalmaz, işlevleri bakımından da aynıdır. İnsanın
miras aldığı toplumsal ayrıcalıktan ziyade doğası gereği kastlardan biri­
ne ait olduğu fikri, Platon'un ruhların altın, gümüş ya da bronz doğduğu
şeklindeki "soylu yalanını" cisimleştirir. (Nietzsche'nin bakış açısından
1 8 88 777

bunun gerçek bir "yalan" değil, doğal hakikatin metaforik bir ifadesi
olduğuna dikkat edin.) Ayrıntılar bile Platon' dan alınmıştır: Liderler sırf
istedikleri için değil zorunluluktan yönetirler ve birinci kast ile ikinci
kast arasında doğal bir yakınlık vardır.
İki bin beş yüz yaşında bir belgeyi Batı'nın geleceğine yönelik bir
şablon olarak seçmek bize olağanüstü görünüyor; Nietzsche'nin çağdaş­
larının çoğuna da öyle görünmüş olmalı: Göreceğimiz üzere, bu yüz­
den kendini "tepeden bakan bir sırıtışla antik dönemin bu meyvesini
reddeden, 'tarihsel' eğitim almışlar"a karşı savunmak zorunda hisset­
miştir. Bizim anlamamız gereken nokta, yirminci yüzyılda dahi Alman
Gymnasium'unun içine işlemiş olan, hatta onu tanımlayan Yunan hür­
metiyle zihni biçimlenmiş olanlar için siyaset teorisinin (tıpkı geometri
ve mantık gibi) Yunanlarda tamamlandığı fikri gayet normaldi. Martin
Heidegger de aynı şeye inanıyordu.
***

Fakat Nietzsche saf intihal sunmamaktadır. Platon'a göre filozofla­


rın yönetici olmasının sebebi sadece onların "Formlar" bilgisine sahip
olmasıydı: Adalet ve erdemin ebedi ve kusursuz paradigmaları üzerine
bilgi, bilge bir yönetici olmanın öngereğiydi. Ama Nietzsche'nin bu "ha­
kiki dünyayı " "masal" sayıp reddettiğini biliyoruz. Dolayısıyla, liderlik
koşulu olarak başka bir şey önerir:

En üst kast -bunlara azınlıktakiler adını veriyorum-, yetkinlerin kastı olarak azın­
lıktakilerin ayrıcalıklı haklarına sahiptir: mutluluğu, güzelliği, iyiliği yeryüzünde [örnek
olarak] temsil etmek, bu ayrıcalıklar arasındadır. Ancak en maneviyat sahibi insan­
ların [ahlaki] güzelliğe sahip olmaları dikkate alınır: iyilik, yalnızca onların arasında
zayıflık değildir ... Buna karşılık, onlarda en az hoş görülen şey, çirkin davranış ya da
karamsar bir bakıştır ... Kızgınlık Çandala'nın ayrıcalığıdır; aynı şekilde, karamsar­
lık da. "Dünya mükemmeldir -böyle konuşur maneviyata sahip olanların içgüdüsü,
evetleyen içgüdüsü. 1 72

Dünyayı "mükemmel" görmek tam da Goethe'de "mümkün inanç­


ların en yücesi"dir elbette, yani varlığın bütünselliğinde her şeyin ba­
ğışlanacağına ve kişinin bengi dönüşü benimseyeceğine inançtır. Bu da
bengi dönüşü isteme testinin bir başka ve belki de en önemli veçhesini
öne çıkarır.
NIETZSCHE

Hem Nietzsche'nin hem de Platon'un yaptıkları gibi demokrasi


reddedilirse, şayet diktatörlüğe dobraca inanılırsa, bu diktatörlüğün
iyiliksever olmasının nasıl sağlanacağı sorusu ortaya çıkar. Platon'un
cevabının Nietzsche için uygun olmadığını, çünkü Formların mit oldu­
ğunu görmüştük. Daha geniş anlamda, bana öyle geliyor ki, Nietzsche
iyi politikada en temel şeyin herhangi bir türden bilişsel uzmanlık ol­
duğuna inanmıyordu. Maneviyatçı yöneticilerin hakikaten "en tedbirli
(yani ileri görüşlü ve önsezili) " 1 73 olması gerekse de, en temel özellikleri
gönlün kalitesidir. Bizim sahiden "iyi" liderlere, "iyiliği zayıflık olarak
görmeyenlere", "ortalama insanlara kendilerine ya da eşitlerine dav­
randıklarından daha hassas davranan kişilere" 1 74 ihtiyacımız vardır. Bu
yüzden ideal lider Zerdüşt ya da Goethe gibi (ya da Wagner'in arzu ettiği
şekilde Kral Ludwig gibi) biridir; dünyaya evrensel sevgiyle bakar ideal
lider -yani bengi dönüşü isteyebilir. 1 75 Bunu siyasete aktarırsak, bengi
dönüşü istemek yöneticiliğe uygunluğun önemli bir kriteridir. 1 76 Burada
esasen Nietzsche'nin "erdem mutluluğun sonucudur" görüşünün farklı
bir şekilde ifadesini görüyoruz. Bu doğruysa, ideal liderin üstün erdemi
üstün mutluluk gerektirir o halde.
İnsan dünyaya evrensel sevgiyle bakabilir, ama yine de tamamen
kendine has bir kişi olarak kalabilirmiş gibi görünebilir, ama öyle ka­
lamaz. Sevgi eylemdir, Zerdüşt'ün durumunda olduğu gibi "taşmaya "
ihtiyacı vardır. Bir bütün olarak cemaati (insanlığı) sevmek bir bütün
olarak cemaat için eylemde bulunmayı gerektirir. Dolayısıyla ideal lider
" Roma'nın davasını kendi davaları, kendi yönelimleri, kendi övünçleri
olarak gören, doğasında yararlılık, erkekçe-soyluluk olanlara" benze­
yen biri olacaktır. 1 77 Bu yüzden ideal lider için, hatta hakikaten sağlıklı
herhangi bir kişi için, bir bütün olarak cemaatin (insanlığın) zenginliği
hayati önem taşır. Sağlıklı kişi için, kişisel amaç toplumsal amaçtır.
***

Peki, ya "sıradan insanlar" ? "Nietzsche'nin Devlet'i" onlara "eşit


haklar " 1 78 vermediğine göre, liderlerin tüm iyilikseverlik iddialarına
rağmen, sıradan insanlar bir ezilen köleler sınıfı oluşturmaz mı? Gördü­
ğümüz gibi, Nietzsche Manu toplumunda ve Roma İmparatorluğu'nda­
ki en ölümcül tasarım hatasının "Çandala" sınıfı yaratılması olduğunu
öne sürer: Her iki toplum da yabancılaşmış bir altsınıfın gelişmesine izin
vermekle kendi çöküşlerinin tohumlarını ekmişlerdir. Bu yüzden Nietz-
1888 779

sche'nin, kendi gelecekteki toplumunun bu tasarım hatasından muaf ol­


duğunu gösterebilmesi gerekir.
Üç doğal kastın hepsi de kendine özgü bir mutluluğa sahiptir. Bir insa­
nın eti diğerinin zehiridir, diye vurgular İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de.
Örneğin "sıradan insan" tipi liderliğin yükünün ve maneviyatçı tipin
mutluluğu olan çileci yaşam tarzının altında "ezilecektir" : " Yükseklere
doğru, yaşam gittikçe sertleşir -duygusuzluk artar, sorumluluklar var­
dır. " 179 Ortalama arzulara ve yeteneklere sahip sıradan kişi için "mut­
luluk sıradanlıktadır" . "Akıl sahibi bir makine", sistemin bir "çarkı"
olarak doğan biri için mutluluk, bir çark (ya da dişli) gibi yaşamaktır.
Burada sosyalizme başlıca itirazlardan birini görüyoruz -faydalı oldu­
ğunu iddia ettiği kişileri mutsuz etmektedir sosyalizm; "işçilerin içgüdü­
lerini ve hazlarını baltalamakta, önemsiz varoluşlarıyla ilgili tevazu his­
lerini zayıflatmaktadır " . "Adaletsizlik, asla eşit olmayan haklarla ilgili
bir mesele değildir, 'eşit' hak talebinde bulunmakla ilgili bir meseledir, "
der Nietzsche. 1 80 Burada, herkesin toplumda doğası gereği uygun ol­
duğu mevkide kalması olarak adaleti açıklayan Platon'un tanımını tam
manasıyla destekler.

Nietzsche'nin "Devlet"inde Din

Hıristiyan Tanrı'sının "en büyük yozlaşma" olduğunu görmüştük.


Peki, Nietzsche genellikle tanrıları da mı reddeder, onun yeni dünyası
dindışı bir yer mi olacaktır? Deccal esasen onun son yaratıcı felsefe ese­
ri olduğundan, tanrılar meselesi üzerine son sözünü burada söylediğini
varsayabiliriz.
"Bir halk," der Nietzsche,

kendine olan inancını sürdürüyorsa [yani inandığı birleştirici bir ahlaka sahipse],
kendi öz tanrısına da sahiptir. Onda, kendisini üstte tutan koşulları, kendi erdemlerini
yüceltir -kendinden duyduğu hoşnutluğu, güçlülük duygusunu, bunlar için müteşek­
kir olabileceği bir varlığa yansıtır. Zengin olan, vermek, dağıtmak ister; gururlu bir
halk, kurban sunmak için bir tanrıya ihtiyaç duyar ... Din, bu önvarsayımlar altında, bir
şükran biçimidir. Kişi kendisi için müteşekkirdir; bunun için bir tanrıya ihtiyaç duyar.
-Böyle bir tanrı, yarar da zarar da verebilmeli, dost da düşman da olabilmelidir. 1 e1
NIETZSCHE

Nietzsche burada Soykütük'te " soylu" din dediği şeyden, sağlıklı bir
halkın dininden, paradigma olarak Yunanların dininden bahsetmekte­
dir. Yunanlar "kurucularının, atalarının (kahramanlar ve tanrılar) tüm
özniteliklerine, bu arada onlarda belirginleşmiş soyluca özniteliklere ilgi
göstererek onlara olan borçlarını öderler. " 1 82 Tanrı'nın zorunlu olarak
hem zararlı hem yararlı olabilmesinin sebebi, "öfkeyi, kini, kıskançlı­
ğı, hileyi, kurnazlığı, şiddet eylemlerini bilmeyen" bir tanrının "anla­
şılamamasıdır" . Hıristiyanlığın "doğa-karşıtı" tanrısının tersine, doğal
bir tanrıya ihtiyaç vardır. 183 İlk olarak Tragedyanın Doğuşu'nda ifade
edilen nokta tam da budur: gayri insani bir rol modeli, insan-karşıtı bir
rol modelidir, çünkü böyle bir figürün etkisi esinleme yerine bunaltma
olacaktır; özdeşleşebileceğimiz sahiden esinleyici modelin insanca, hatta
pek insanca olması gerekir.
Nietzsche Babil esareti onu doğasından ayırmadan önce Yahudi tan­
rısının da sağlıklı bir tanrı olduğunu belirtir:

Başlangıçta, özellikle krallık döneminde, İsrail de bütün şeylerle doğru, yani do­
ğal ilişki içindeydi. Yehova'sı, güçlülük bilincinin, İsrail'in kendinde neşesinin ve kendi
için umudunun dile gelişiydi: Yehova'dan, zafer ve kurtuluşa izin vermesi beklenir;
onunla birlikte oldukça, doğanın halkın ihtiyaçlarını -özellikle de yağmur- sağlaya­
cağına inanılırdı ... Festival kültünde halkın kendini onaylamasının şu iki yanı dile
gelirdi: bugünkü duruma yücelmeyi sağlayan büyük kader için müteşekkir olma; yılın
dönüşü ve hayvanları ile ürünlerinden alınan bereket için müteşekkir olma.164

O halde geçmişin sağlıklı toplumlarının tanrıları, halka şu ya da bu


şekilde kendilerini övme imkanı veriyordu. Nietzsche " Dinsiz bir [başa­
rılı] toplum hiç var olmamıştır, " der defterlerinde; 1 85 "kültür" demek
"tanrılar" demektir. 1 86 Geleceğin sağlıklı toplumu da farklı olmaya­
caktır: "Neredeyse iki bin yıl oldu ve hiç yeni tanrı yok ! " diye yakı­
nır. Sadece aynı eski "monoto-teizme" (tektanrıcılığa) sahip olmamızın,
Avrupa'nın "dinsel yeteneği" bakımından pek bir anlamı yoktur. 187
Burada Yunan çoktanrıcılığına işaret edildiğine dikkatinizi çekerim:
Tıpkı Hıristiyanlık gibi Yahudilik de (İslam da) tektanrıcı188 olduğun­
dan, Yehova neticede ideal bir tanrı sayılmaz. Sağlıklı tanrıların başlıca
işlevi toplumun erdemlerinin örnek bir şekilde ete kemiğe bürünmesi
olduğundan ve Nietzsche tıpkı mutluluk gibi erdemin de kişinin toplum-
1 88 8

sal bütünsellikteki mevkisine bağlı olduğunda ısrar ettiğinden, .. neticede


"hepsine uyan boy" da bir tanrı türü değil, Yunanistan'daki gibi çoğul
tanrılar olmalıdır -muhtemelen bu tanrılar arasında bir hiyerarşi de bu­
lunmalıdır.
Nietzsche sevgisinin ve esininin en başta Yunan tanrılarına yönelik
olduğunu son defterlerinde gayet kişisel bir tarzda itiraf eder:

Biz az ya da çok olanlar, biz ahlakilikten-çıkmış dünyada bir daha yaşamaya ce­
saret edenler, biz putperest iman sahipleri: Belki de putperest imanının ne olduğunu
ilk kavrayan biziz: mecburen insandan daha yüce varlıklar hayal etmek, ama bunları
iyinin ve kötünün ötesinde tutmak; mecburen her türlü yüce-olmayı aynı zamanda
(Hıristiyan anlamda] ahlak karşıtı olarak değerlendirmek. Biz Olympos'a inanıyoruz
-"çarmıha gerilene" deği/. 1 69

Yunan tragedyasının yeniden doğuşun ve bu doğuş sayesinde "Yu­


nan" tanrılarının dönüşü Nietzsche'nin ilk kitabında kendini gösteren
bir arzuydu elbette. Tanrılar bakımından esasen hiçbir şeyin değişmediği
açıktır.

Ecce Homo

"Şimdiye karşı savaşında" Nietzsche Deccal'dan bile daha kudretli


silahının, oluşturulma sırasına göre son eseri Ecce Homo olduğunu dü­
şünüyordu. Doğum günü olan 1 5 Ekim' de başladığı bu eseri, en azından
prensipte, 4 Kasım'da bitirmişti, ama 6 Ocak 1 8 89'a kadar değişiklikler
yapmayı sürdürdü.
Nietzsche Ecce Homo'nun Önsöz'ünde şöyle der: "Bu yakında in­
sanlığın karşısına, şimdiye dek ona yöneltilmiş en çetin istekle çıkaca­
ğımı göz önüne alarak, önce kim olduğumu söylemeyi gerekli buluyo­
rum." Buradaki referans, yakında çıkacak başyapıta (göreceğimiz üzere
kitabın hacmi azalmıştır) ve acil "tüm değerleri yeniden değerlendirme"
talebinedir. Başyapıtın İyinin ve Kötünün Ôtesinde'den bile daha "kara
ve kaygan" olmasını beklediğinden, ilk başta yazarının, bir yorumcunun

*
"İnsan şöyle olmalıdır: bu söz 'ağaç şöyle olmalıdır' kadar beğeniden yoksun geliyor
kulağa," diye yazar defterine (KSA 13 1 1 [ 1 32]).
NIETZSCHE

dediği gibi sadist bir insan düşmanı, "patolojik" bir vaka olduğu dü­
şüncesini engellemeyi zorunlu görmüştür. "Umacı" ya da "töre canava­
rı" olduğu fikrinin,190 "tüm dürüstçe hisleri yok etmeye çabaladığının"
( burada Widmann'ın İyinin ve Kötünün Ötesinde üzerine yorumunu
özetler) tümden bir yanılgı olduğunu belirtir.191 Kendisinin normal in­
san geçmişine sahip bir kişi olarak, hatta samimi bir portresini suna­
rak, her adımda sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu belirterek, eleştirdiği
düşmüşlükten (decadence) kendisinin de mustarip olduğunu söyleyerek,
eserinin temel dürtüsünün (kalın kafasına nüfuz etmek için son girişim­
lerinden birinde Elizabeth'e yazdığı kadarıyla) "sertlik değil tam tersi,
gereksiz felaketi önlemeye çabalayan hakiki bir insanlık " 1 92 olduğunu
göstermeye çalıştığını düşünüyorum.
Ecce Homo'da -"işte insan" , bu sözleri Pilatus, çarmıha gerilmesi is­
tenen İsa'yı kalabalığa gösterirken söyler- demek ki kendini sunmaktır.
Kişi Nasıl Kendisi Olur altbaşlığı bunun bir nevi otobiyografiyle yapı­
lacağını gösterir. Ama Nietzsche için öncelikli ödevimiz kendimizi ger­
çekleştirmek olduğundan, aynı zamanda anlatının ibretlik doğasına da
işaret eder. Nietzsche burada "hayat hikayesini" 1 93 anlatırken kendini
bir kez daha yaşam modeli olarak, kendi dilinde "eğitici" olarak ortaya
koyma niyetindedir. *
Nietzsche'nin çöküşünün hemen Ecce Homo sonrasına denk geldiği­
ni düşününce, eserin yaklaşan delilikten etkilenip etkilenmediği ya da ne
ölçüde etkilendiği sorusu kaçınılmaz olarak gündeme geliyor. Bu soruyu
daha da keskinleştiren nokta, eserde açıkça kuruntular bulunmasıdır:
sözde Polonya aristokrasisinden geliyordu, çocukluğunda bile Hıristi­
yan Tanrı'sını ciddiye almamıştı, Schopenhauer'ın Tragedyanın Doğuşu
üzerindeki etkisi asgari düzeydeydi, hiç düşmanı olmamıştı, karşılaştığı
herkes onun yüceliğini açıkça görüyordu ve daha neler neler...
Fakat işler bundan daha karmaşıktır: hayatını okura ibret olsun diye
sunduğu dikkate alınırsa, yapılan kurgulama, "idealleştirme", hayatını
" sahneleme" ve böylece herhangi bir şey "görebilmemiz için gözümü-

.. Nietzsche Ecce Hom o nun gerçekte Schopenhauer'ın değil kendisinin portresi ol­
'

duğunu söylediğinden, Eğitici Olarak Schopenhauer (2007; yerine "Eğitici Ola­


rak Nietzsche" daha doğru bir başlık olurdu (EH III UM 3). Aslında gerçekten de
1 9 1 4'te Eğitici Olarak Nietzsche (Nietzsche als Erzieher) adlı bir kitap çıktı, yazarı
da "hayat reformcusu" Walther Hammer'di.
1 88 8

zün eklemesi gerekenin ve artık görülmeyenin bol miktarda olması " 1 94


projenin meşru, hatta 1 8 86 önsözlerinde olduğu gibi temel bir parçası­
dır. Bu yüzden, kendisini " Dionysosçu" sağlık ve kudret modeli haline
gelmiş biri olarak sunmak istediğinden, belli bir miktar "Muhammed
Ali" * abartısı -"Neden Böyle Bilgeyim" , "Neden Böyle Akıllıyım",
"Neden Bir Alınyazısıyım Ben" gibi bölüm başlıkları; Zerdüşt'ün Go­
ethe ve Shakespeare eserleriyle Vedalar'ın toplamından daha iyi olduğu
iddiası-195 projenin meşru bir parçası olarak görülebilir. Yukarıda bah­
si geçen bariz yalanlar ya da kuruntular için de aynı iddiada bulunula­
bilir.
Ama yine de kurguların büyük bir kısmının aslında herhangi bir edebi
gerekçesi olmadığını belirtmek gerek. Babası tarafından Polonya soylu­
larının soyundan geldiği iddiası, 1 96 Almanlarda bağışlanacak hiçbir şey
görmemesini sağlar kesinlikle; ayrıca, hemen her sayfanın son dört yüz
yıldaki bütün kültürel suçların sorumlusu olan bu " kaba saba" "sığır
sürüsüne" karşı -en nihayetinde bıktırıcı olduğunun söylenmesi gereken
bir- garezle dolu olmasını mümkün kılar. Fakat bir ruhsal sağlık resmi
sunması gerektiği düşünülürse, hınçtan (ressentiment) uzak olmalıdır,
dolayısıyla daha en baştan garezi olmaması gerekir. Burada hıncın tam
olarak doğru sözcük olduğuna dikkat edilmelidir. Zira şurası fazlasıy­
la barizdir: "Viyana, Petersburg, Stockholm, Kopenhag, Paris ve New
York'ta ... Avrupa'nın o basık ülkesi Almanya dışında her yerde" 197
okunduğunu düşünmesinin acısı, onun için asıl önemli olan okurların
Alman yurttaşları olduğunu ele verir -ama o Almanlar onu görmezden
gelmiş ya da deli sayarak, onun söylediklerini reddetmişlerdir.
Üstelik abartının büyük bir kısmının megalomani özelliği taşıdığını
da kabul etmek gerekir; buradaki temalar, önümüzdeki bölümde göre­
ceğimiz üzere, açıkça aklını yitirdiği sırada yazdığı mektuplardaki tema­
ların doğrudan uzantılarıdır. Örneğin " burada, Torino'da nereye gitsem
herkesin yüzü gülüyor beni görünce. Şimdiye dek en çok gururumu ok­
şayan da, meyve satan yaşlı kadınların bana en tatlı üzümleri seçip ver­
mek için çırpınmaları" 198 ifadesinin, sözde "çılgın mektuplarda" birkaç

* 20 yıl boyunca " Bütün zamanların en iyisiyim" sözünü ağzından hiç düşürmeyen,
Amerika-Vietnam Savaşı'na katılmamasıyla da dikkatleri üzerine çeken, İslamiyeti
seçmeden önce asıl adı Cassius Marcellus Clay Jr ( 1 942- .. ) olan ünlü Amerikalı
boksör-r.n.
NIETZSCHE

kez yer bulduğunu göreceğiz, keza Tanrılık iddiası için de aynı durum
geçerlidir: Annesi ve kız kardeşiyle akrabalığı, Ecce Homo'daki iddia­
ya göre (Elizabeth'in uzun yıllar hasıraltı etmeyi başardığı bir pasajda)
Nietzsche'nin "ilahiliğinin kirletilmesidir" . 1 99
Demek ki Ecce Homo kusurlu bir eserdir. Nietzsche'nin yetilerini yi­
tirdiğine ilişkin başka işaretleri de tekrarlar; düzenleme yetersizliği, ken­
dinden alabildiğine uzun alıntılar yapması ve önceki eserlerinin yorum­
lanmasında nisbi önemlerine dair anlayış yoksunluğu gibi. Soykütük'e
bir sayfadan az yer ayrılırken, Wagner Olayı'na altı sayfa ayrılmıştır.
Fakat Nietzsche tüm bunlara rağmen hala büyük ölçüde Nietzsche'dir,
kitap yine de ilginç ve yüce anlarla doludur.
Bu eser temelde iki şey yapar; birincisi, okura Nietzsche'nin nasıl
"kendisi" olduğunu, insanın nasıl kendisi olacağını anlatır. İkincisi,
onun bu süreç neticesinde olduğu şeyin ne olduğunu anlatır.

Kişi Nasıl Kendisi Olur?

Nietzsche, Eğitici Olarak Schopenhauer'da insanın "hakiki benliği­


ne" göre yaşayarak "kendisi olacağını" söyler. Hakiki benlik " senin içi­
nin derinliklerinde saklı" bir şey değil, "ölçülemeyecek kadar üstünde,
en azından çoğu zaman senin olmayı düşündüğünden daha yukarıda "
olan bir şeydir. " Ruhu havaya çeken" " ideal" ve "ödev"dir. Wagner
Bayreuth'ta'da (oysa şimdi bu eserin aslında Wagner hakkında değil ken­
disi hakkında olduğunu söyler) 200 bu formülü Wagner'e uygular; onun
"aşağı" eğilimlerini aşıp nasıl "ideal" benliğine ulaştığını açıklar. Tut­
kulu ahlaki idealizm yoluyla bu "kendin olma" anlayışı Ecce Homo'da
da aynen durmaktadır: Kendimiz olmak için "idealin Argonotlar'ı"201
haline gelmeliyiz.
İnsan nasıl hakiki, ideal benliğine ulaşır? " Kendini (Selbst)-arama
(sucht) " yoluyla -Nietzsche'nin bu Selbstsucht ifadesini bencillik olarak
değerlendirmek, iddianın totolojik niteliğini gözlerden saklayacaktır.
Kendini-aramak insanın "benliğini" keşfetme yoludur. Bu insan Nietz­
sche'yse ya da onun kafasındaki okurları olan daha yüce tiplerden bi­
riyse, o kişinin daha yüce benliği dünyanın-tarihsel " kaderi" olacaktır.
Eğitici Olarak Schopenhauer'da insan, kişinin "hakikaten sevdiği" şe-
1 88 8

yin ne olduğunu "eğiticilerin" açığa çıkarmasına imkan vererek kendi


hakiki benliğini keşfeder.
Ecce Homo rol modellerinin önemini reddetmeksizin kendini keşfet­
me tekniklerini ilginç bir şekilde genişletir:

Kişinin kendisi olmasının koşulu, kim olduğunu hiç mi hiç bilmemesidir. Bu açı­
dan bakıldığında, yaşamda yanlış adım atma da dahil, ara sıra yan ya da yanlış
yollara sapma, bir işi erteleme ... asıl işten uzaklaşıp boş işlere yönelme ... bütün
bunların kendilerine göre bir anlamı, bir değeri vardır.202

Kişinin adeta kim olmadığını keşfederek kendini keşfetmesi için, " bi­
lincin yüzeyini . . . her türlü büyük buyruktan" ve " büyük sözden ... uzak
tutmalıdır" , yoksa "kendini çok erken anlayacaktır"; kendini tanımla­
ması hastalığa dönüşecek ve yıpranmış, büsbütün yararsız bir yörüngeye
girecektir. "Daha yüce" bir tip haline gelmek, yeni ve eşsiz bir şey olmak
için insan bir taraftan bir tür pasifliği koruma zorunluluğu içindeyken,
"bu arada" hayatının " anlamı" olan "örgütleyip yönetme fikri" "gön­
lünde büyümeye devam eder" . Çok geçmeden bu fikir "ona buyurmaya
başlar ve onu yan yollardan, yanlış yollardan yavaş yavaş çekip çıka­
rır. "203 Tek kelimeyle, "kendini-aramak" , deneme ve muhtemelen pek
çok yanılma sürecinde kendini yaratmaktan ziyade bulma meselesidir;
bu, mermerin içinde "uyuyan" figürü yaratmaktan ziyade onu " bulan"
heykeltıraşın durumuna benzer. Özellikle de insan akla dayalı bir hayat
yaşıyorsa, Zerdüşt benzeri bir kitap, yaratma değil, bir algılama [bir
"vahiy"] meselesidir;

bir şeyin birdenbire görülür, duyulur olması anlamına gelen vahiy ... onu duyarsı­
nız; aramadığınız bir şeyi, kimden geldiğini sormaksızın alırsınız; bir şimşek gibi ça­
kan, kaçınılmaz bir düşünce ... Hiçbir şeyi asla ben seçmedim ... Hepsi de irademin
dışında olan şeyler ... Her şey kendiliğinden gelip sundu kendini.204

İnsanın " benliğinin" ve "kaderinin" hataları yoluyla belirmesine izin


verme fikri eserin anlatı yapısını da gösterir, bu anlatı da kaçınılmaz
olarak Wagner'e odaklanmıştır. Nietzsche hayatının "en yakın ve derin"
ilişkisinin Richard Wagner'le olduğunu söyler. "İnsanlarla kurduğum
öbür ilişkilere metelik vermiyorum, ama Tribschen'de geçirdiğim günle-
NIETZSCHE

ri, her ne pahasına olursa olsun yaşamımdan silmek istemem. " .. 205 Ama
sonra Bayreuth şenliği başlar:

Neredeydim acaba? Hiçbir şeyi tanımaz olmuştum, az kalsın Wagner'i bile tanı­
yamayacaktım. Anılarımı bir bir yokluyordum, boşuna. Tribschen, -uzakta bir mut­
luluk adası: En ufak bir benzerlik yok. O unutulmaz temel atma günlerinde [opera
binasının temeli -Nietzsche'nin hala asıl teşebbüse sahip çıktığına dikkat edin] kut­
lamada bulunan küçük, seçkin topluluk ... Ne olmuştu ki?

Wagner "Almancaya çevrilmiş" tir,206 Wagnerciler tarafından ele ge­


çirilmeye ses çıkarmamış ve bu süreçte Reichdeutsch haline gelmiştir,207
yani Yahudi karşıtı bir Alman şovenisti olmuştur. (Parsifal'le birlikte
işler iyice kötüleşmiş, Wagner tüm yaptıklarının üstüne bir de Hıristi­
yan " sofuluğuna" geri düşmüştü. )208 Sonuçta Nietzsche bildiğimiz gibi
şenliği yarıda bırakıp Klingenbrunn'a gitmiş, hayatında cidden yanlış
bir dönemece girip girmediğini görme zamanı olduğunu düşünmüştü.
İnsanca, Pek İnsanca'yı, yani " yaradılışımdaki bana aykırı olan' dan
kurtardım böylece kendimi" dediği eseri yazmaya başlamıştı.209 "Yara­
dılışımdaki" ifadesine dikkat edin. Nietzsche burada, Wagnerci düşmüş­
lüğün (decadence), dünyayı-inkar güdüsünün "dışında" değil "içinde"
olduğunu vurgular. İnsanın "kendisi" olması, yabancı etkilere diren­
mekten ziyade içsel dünyayı düzene sokma meselesidir.
Nietzsche İnsanca, Pek İnsanca'da Voltaire'in zihniyetini rehber edi­
nerek Wagner romantizminden Aydınlanma düşüncesine döner. ( Burada
Paul Ree'nin tesirini zikretmeliydi, ama sonuna kadar bağışlamaz tav­
rıyla, İnsanca'nın herhangi bir "daha yüce reelciliği (reealism)" temsil
ettiğini reddetmek için elinden geleni yapar. )210 Kısa süre sonra, hastalık
ve görüş kısıtlılığının talihli müdahalesi sayesinde, kitap kurdu gibi fi­
lolojiyle uğraşmayı bırakmış -bu da başka bir yanlış dönüştü- ve kendi
felsefesini yazmaya başlamıştı.
Esasen hepsi şuydu: Ecce Homo'nun aslında biraz kıt anlatısının sonu
budur. Nietzsche'nin hayatının geri kalanı kitap yazmaktan ibaret ol-

.. Nietzsche'nin mali işlerini ömür boyu yürüten, her an ona bir yatak açan ve ağlana­
cak bir omuz veren, gayet entelektüel bir arkadaşlık yürüten ve şaşmaz bir sadakatle
davranan zavallı Overbeck canevinden vurulmuş olmalı. Köselitz ise muhtemelen
bunun üzerinde duramayacak kadar şaşkınlık içindeydi.
1 888

duğundan, geriye kitapları yorumlamak kalıyordu sadece. Wagner'den


uzaklaşan, dekadanlıktan (decadent) uzaklaşan, hayatı-inkar eden ro­
mantizmden uzaklaşan, sağlığa ve hayatı-olumlamaya yaklaşan Nietz­
sche esasen "kendisi olmuştu" . Peki, bu olduğu şey tam olarak neydi?
Kim olmuştu?

Nietzsche Ne Oldu?

"Benden önce eşi benzeri görülmemiş bir iyi haberler taşıyıcısıyım"


der Nietzsche.21 1 {Mesih'in doğumunun yaklaşmasını meleklerin duyur­
masına yapılan bu anıştırmanın yanı sıra "Ecce Hama " başlığı sebebiy­
le "Mesih kompleksi" teşhisi havada hissedilmektedir. ) Bu "haberler"
nelerdir? Nietzsche'nin dünyaya mesajı nedir? Artık büyük bir kısmına
aşinayız elbette. Ama her zaman olduğu gibi, Nietzsche'nin temel mesa­
jının ifadesinde yeni bir nüans vardır.
Hıristiyan ahlakına gönderme yaparak, " bugüne kadar ... geleceği­
nin, gelecek üstüne yüce hakkının güvenceleri saydığı ters değerlere taptı
giderek, " der. 212 Avrupa antik dönemini bu eleştiriden muaf tuttuğu­
na ve örneğin kendi dönemindeki Afrika'da hangi değerlere tapıldığını
bilmediğine göre, "insanlık" derken Avrupalı, antik dönem sonrası in­
san "türünü" kastediyor olmalı. Daha önce vurguladığım gibi, Nietz­
sche'nin felsefesi içten içe "Avrupa-merkezlidir" .
O halde Batı kültürünün mevcut durumundaki sorun nedir k i "ge­
leceğine" gölge düşürsün. Mevcut standartlarla tanımlanan "iyi'' , hem
"hakikat" hem de "gelecek" pahasına yaşamaktadır. " Bu anlamda,"
diye açıklar, "Zerdüşt iyi insanlara kimi zaman 'son insanlar' der, kimi
zaman da 'sonun başlangıcı' der" .213 Onlar sonun başlangıcıdır, çünkü
tekrarlarsak, bir insan türü, bir "halk yaşadığı ortamdaki değişiklikle­
re -bu da o ortam hakkındaki "hakikatin" doğru ve yerinde kabulünü
gerektirir-214 uyum gösteremezse çökecektir.
Bir halk uyum gösterip büyümek için " bir yıldız doğurmalıdır'',215
bir "özgür ruh" ortaya çıkarmalıdır: benim dilimde bunun adı "rastlan­
tısal mutasyon"dur. Ecce Hama " üstinsanı" tam da bu geleceğin taşıyı­
cısını adlandırmak için kullanır: üstinsan "tam da iyilere oranla üstin­
sandır" - iyilerin ahlakının "üstünde" kalmalıdır. Nietzsche Soyk ütük 'te
NIETZSCHE

çoğu özgür ruhlunun toplumsal muhafazakarlık güçlerince "şehit edile­


ceğini" söylediğini hatırlatır, "iyiler ve doğrular onun [Zerdüşt'ün] üs­
tinsan'ına şeytan derlerdi" ,216
" Üstinsan" kültürel reform konusunda ne önerecektir? Özetle, "Yu­
nan ruhuna yakın zamanda geri dönüşü" . Cemaat bir kez daha otantik
kolektif sanat eseriyle yaratılacak, bir araya toplanacak ve korunacak­
tır, " hayatın olumlanmasında, trajedide üstün sanat yeniden doğacak­
tır " . Bu da bizi yine Wagner'e, ucuz şovmenlikten, Yahudi karşıtlığın­
dan, Alman şovenizminden, romantizmden, Hıristiyanlıktan ve hayatı­
inkardan arındırılmış bir Wagner'e götürür: " Bayreuth düşüncesi de ...
büyük öğle vakti'ne ... dönüşmüş [olacaktır] ... belki de günün birinde
yaşayabileceğim bir şenliğin görüsüne."217
Ama Hıristiyan dünya görüşünden vazgeçersek, hayatın özellikleri
içinde en problemli olanını, yani sonluluğu ne yapacağız? Hıristiyan­
lığın buna bir çözüm önerdiğini de kabul etmek gerek. Cevap yine
"Dionysos"tur: "Korku ve acımanın ötesinde, oluşun bengi sevincine
varıp onun ta kendisi olmak için ... en yüksek örneklerini kurban eder­
ken kendi bereketinin mutluluğuna varan o yaşama istenci"nin hakim
olduğu "tragedya şairinin psikolojisine girmek"tir. Tam anlamıyla sağ­
lıklı olmak, Dionysosçu hale gelmek için, insan başka şeylerin yanı
sıra, kendisinin gündelik benliğinin eninde sonunda "feda" edilmesini
sevinçle karşılayabilmelidir. Bireysellik yanılsamasını aşarak, benliğini
varoluşun bütünselliğiyle gerçekleştirerek, insan sadece ölümü aşmakla
kalmaz, tam anlamıyla " [özellikle de kendisine ait olan] yok oluşun ...
olumlanmasına" ulaşır.218

Topları Yerleştinnek

Kasım ortasında Torino'nun durgun güzü -Nietzsche'nin verdiği


adla "daimi Claude Lorrain"-2 1 9 sona ermiş ve kış gelmişti. Alpler şim­
diden " ince bir peruk" takmıştı.220 Nietzsche ilk gaz sobasını aldı ve tek
yapması gerekenin bir kibrit çakmak olduğunu görünce çok şaşırdı.221
Yirmi yıldır ilk kez o dehşetli baş ağrısı ve kusma nöbetlerinden tama­
men kurtulmuştu, mektuplarına sağlık bülteni ekleme alışkanlığını bir
yana attı. "Sağlık hiçbir zaman mağlup olmamış bir bakış açısıdır, " diye
1888

yazar Meta von Salis'e.222 Aynaya bakınca "kendini on yaş gençleşmiş"


gibi görüyordu. 223
Ruhsal esenlik de fiziksel olanı takip etti. Acıdan kurtulmanın min­
netiyle her şeyin üstünde bir iyilik halesi görüyordu adeta. Herkes ona
"seçkin bir kişi" gibi davranıyor, örneğin bir binaya gireceği zaman her
seferinde ona biri kapıyı açıyormuş gibi geliyordu. Bu yeni itibarına uy­
gun düşsün diye bir çift çok kaliteli İngiliz derisi eldiven aldı ve Meta'ya
yazdığı kadarıyla Piemonte aristokratlarının "en kaliteli kesiminden"
olan Kont Robilant'ın cenazesine katıldı.224 (Kral Carlo Alberto'nun
oğlu Kont Robilant Londra büyükelçiliği yapmış ve 17 Ekim'de ora­
da ölmüştü.) Yetişkinlik döneminde ilk kez kendini tam anlamıyla
evinde hissediyordu. Göçmenlik günleri sona ermişti. Torino'da (tıpkı
Sokrates'in Atina'da hissettiği gibi hissediyordu), "kırda yürüyüşe çık­
mak için bile terk etmek istemeyeceği bir yer, sırf sokaklarında yürüme­
nin insana neşe verdiği bir yer ! " keşfetmişti: "Önceden olsaydı bunun
imkansız olduğunu savunurdum. "225
Ama bu dinginliği kesintiye uğratan bir olay yaşandı. Nietzsche'nin
Leipzig'deki yayımcısı Fritzsch 25 Ekim'de çıkardığı Haftalık Müzikal
Yorum'da Richard Pohl diye bir bağnaz Wagnercinin Wagner Olayı yo­
rumunu bastı. ( Fritzsch'i savunmak adına (a) aynı zamanda Wagner'in
yayıncısı olduğunu ve ( b ) çekişmelerin kitap sattırdığını hatırlamak
gerek. ) "Nietzsche Olayı: Psikolojik Bir Sorun" başlıklı bu yorumda
Nietzsche'nin kendisini yaşayan en büyük besteci olarak gördüğü, ama
gerçekte tümden müziğin dışında olduğu iddia ediliyordu. Hatta Pohl
-doğrudan Wagner'den duyduğunu iddia ederek- Nietzsche'nin beste­
lediği bir operayı Wagner'e gösterdiğini ve Wagner'in de eserin berbat
olduğunu söylemek zorunda kaldığını, böylece Nietzsche'nin Wagner'e
düşman kesildiğini söylüyordu. Wagnercilerden bazıları günümüzde bile
bu hikayeye inanmasına rağmen, Nietzsche hiçbir zaman opera yazma­
ya yeltenmemişti elbette.
Nietzsche yorumu okuyunca öfkeden ne yapacağını bilemedi. "Asrın
hir numaralı adamının yayıncısı olmak gibi bir şansa erişmişsin," diye
yazdı Fritzsch'e. "Pohl gibi budalanın dik alası birinin benim hakkımda
yazmasına izin vermen ancak Almanya'da olacak bir şeydir, dört bir
yandan [ Wagner Olayı 'nın] eşsiz psikolojik kavrayış sahibi bir başya­
pıt olduğuna dair takdir mektupları geldiği "226 sırada yorumun çıkması
79 0 NIETZSCHE

özellikle inciticiydi. (Tahmin edileceği gibi, bu çok abartılıydı -mektup­


ların büyük bir kısmı arkadaşlarından ya da protokol nüshalarını alan­
ların teşekkürlerinden oluşuyordu. Hiçbirinde abartılı ifadeler yoktu. )
Nietzsche b u hakaret sonucunda bütün eserlerini Fritzsch'ten almaya
karar erdi ve çöküşten önceki son günlerini Fritzsch'in telifler için talep
ettiği 1 0.000 taleri toplamaya çalışmakla geçirdi.
Aralık ortasında Wagner Olayı 'yla ilgili başka bir makale yayımlan­
dı. Bu seferki yazar Nietzsche'nin Yahudi destekçilerinden Ferdinand
Avinarius'tu. Yazar genel olarak eseri takdir etmekle beraber, Nietzsche
gibi derin bir düşünürün Wagner hakkında "yakın zamandaki fikir deği­
şikliğini" salt gazeteci üslubuyla ifade ettiğinden yakınıyordu. Nietzsche
kızgınlıkla on yıldır, İnsanca, Pek İnsanca'dan beri kendisinin Wagner
eleştirileri yayımladığına işaret etti.227 Bu saçma yanlış anlama yaygın
göründüğü ve Ecce Homo'ya verilecek tepkileri baltalayabileceği için
Nietzsche bu kitabın basımını geciktirerek, Nietzsche Wagner'e Karşı
(altbaşlığı da Bir Psikoloğun Dosyalarından) adlı, 1 878'e kadar basılmış
kitaplarından on yedi alıntının derlendiği eserin önce çıkması gerektiği­
ne karar verdi. Amacı Wagner eleştirisinin eskiye ve derin düşüncelere
dayalı olduğunu göstermekti.228 Ayrıca Nietzsche'nin Wagner piyasa­
sından yine bir şeyler kazanmasını sağlayacaktı elbette.229
Ecce Homo'yu yayımlamayı ertelemesinin başka bir gerekçesini de
1 6 Aralık'ta Köselitz'e gönderdiği bir mektuptaki tuhaf bir ifadede gö­
rüyoruz: "Hayatımın Ecce'yle başlayan trajik felaketini çok fazla hız­
landırmak için bir sebep göremiyorum. "230 Bu da Nietzsche'nin aklını
yitirmeye başladığını fark ettiğini * ve Ecce Homo'nun hayatı boyunca
verdiği eserler için uygun bir kapanış olacağını bildiğini gösterir. Sonuç­
ta kitabı yayımlamayı erteleyerek hayatını da biraz uzatıyordu. Haya­
tı, adeta sanatı taklit edecekti. Belki de haklıydı: Ölümcül hastaların
çoğunlukla önemli bir olay nedeniyle, mesela Noel ya da doğum günü
geçinceye kadar hayata tutunduğu iyi bilinir.

* Nietzsche'nin toplu eserlerinin ilk kez yayıma hazırlanmasında görev alan Ernst Hor­
neffer, son el yazmalarının hepsinde görülen "titreşen ... gergin heyecana" ve 1 888'de
"elyazısının tamamen değişmesine" vurgu yapar. "Aniden akıl almaz kısaltmalar kul­
lanmaya, harfleri ve heceleri ihmal etmeye, nihayet sadece sessiz harflerle yazmaya
başlar" (Gilman [1 987] s. 256). Bu durumla birlikte akla hayale sığmayan telaşlı
üretkenliği ve çok hafif müzikten başka bir şey dinlemeyi reddetmesi Nietzsche'nin
hayatının fiilen sona ereceğini bir süre önce bir anlamda anladığını gösterir.
1888 79 1

Nietzsche Wagner'e Karşı 'nın taslağı 1 5 Aralık'ta Naumann'a git­


ti. Ama beş gün sonra -"şimdiye karşı savaşının" liderliği giderek den­
gesizleşen- Nietzsche pek anlaşılamayan sebeplerle Ecce Homo'nun
önce çıkması gerektiğine karar verdi.231 Neticede her iki eser de onun
melekelerini yitirdiği dönemde çıktığından ilk sıra korundu. Nietzsche
Wagner'e Karşı 1 8 8 9 Şubat'ında yayımlanırken, Ecce Homo 1 908'e ka­
dar gün yüzü görmedi.
Nietzsche en azından zaman zaman aklının başına geldiği son haf­
talarında ciddi felsefi düşünceden fiilen vazgeçti; ya söylenebilecek her
şeyi söylediğini ya da artık söyleyecek durumda olmadığını hissediyordu.
Hala hırsla yazıyordu, ama artık ödevinin "toplarını" imal etmek değil
yerleştirmek olduğunu düşündüğünden mektuplar yazıyordu. 1 Aralık
1 8 8 8 ile 6 Ocak 1 8 89 arasında, 1 8 84 ya da 1 8 8 5'in tamamında yazdığın­
dan fazla mektup yazdı. Bu mektuplardan çoğunun amacı "tüm değerleri
yeniden değerlendirme" davasına Avrupa çapında fikirleri-biçimlendirici
yandaşlar kazanmak, eserlerinin önce iki, sonra üç, ardından yedi ve ni­
hayet tüm yabancı dillere çevirisi232 için Avrupa'nın önde gelen yazar­
larından, mesela August Strindberg'den talepte bulunmaktı. (Strindberg
" Grönlandcaya" (yani İsveççe, Norveççe ve Dancaya) çevirinin pek an­
lamlı olmayacağını, çünkü kimsenin okumayacağını söylemişti. )
Davasına görüş-oluşturucular kazanma projesiyle e l ele giden bir de
yeni kurumsallaşmış biçimiyle "özgür ruhlular manastırı" fikrini can­
landırma düşüncesi vardı: "Nietzsche cemiyetleri" şebekesi (Wagner ce­
miyetleri şebekesini yankılayacak şekilde) kurulmalıydı. Ecce Homo'da,
insanların onun anladığı şekilde "yaşayıp öğretim işlerini yapacakları
öğretim kurumları "nın yanı sıra Zerdüşt'ün yorumlanmasına adanmış
felsefe kürsülerinin de olacağı günü iple çektiğini ifade eder.233 Ara­
lık'taki defterlerinde "son bir söz" vardır:

Bundan sonra sınırsız sayıda yardımcıya -ölümsüz yardımcılara- ihtiyacım ola­


cak. Yeniden Değerlendirme iki dilde çıkmalı. Her yerde kurulacak cemiyetler saye­
sinde yardımcılarıma doğru vakit gelince bir milyon mürit bulunabilmesi iyi olacaktır.
İ lk başta subayları ve Yahudi bankacıları yetiştirmek özellikle önemli. Her ikisi de güç
istencini temsil ediyor. Doğal müttefiklerimin kim olduğunu düşününce ilk olarak ak­
lıma subaylar geliyor. İ nsan askeri içgüdülerle hareket ediyorsa Hıristiyan olamaz ...
Aynı şekilde Yahudi bankacılar da doğal müttefikimdir çünkü uğursuz çıkar-siyaseti
79 2 NIETZSCHE

ulusların kibrini ve bencilliğini ödev haline getirdikten sonra, köken ve içgüdü bakı­
mından ulusları birbirine bağlayan tek uluslararası güç onlardır. 234

Nietzsche aklı başındaykenki son günlerinde "seferberliğin" gerginli­


ğini atmak için Torino'nun kafe hayatının tadını çıkarıyordu.

Akşamları [diye yazıyordu Köselitz'e 16 Aralık'ta] harika bir yüksek tavanlı odada
oturuyorum: kusursuz bir küçük orkestra (piyano, 4 yaylı, iki nefesli saz) tam istedi­
ğim gibi hafif bir müzik çalıyor. Yan yana üç salon var. Journal des debats dergimi
getiriyorlar [dergiye katkı yapanlar arasında, Nietzsche'nin nüfuzlu Fransız müridi
olarak gördüğü Jean Bourdeau da vardır] -şahane dondurmadan bir porsiyon yiyo­
rum: bahşişle beraber 40 sent tutuyor (bahşiş veriyorum çünkü burada adet olmuş).
Galeria Subalpina'da (burayı ön kapıdan ayrılır ayrılmaz karşımda görüyorum) bu
türden çok güzel odalar var, her akşam Sevil Berberi çalıyorlar.235

Nietzsche'nin Akıl Sağlığı

1 8 8 8'in son haftalarında Nietzsche'nin akıl sağlığı iç içe geçmiş bir­


kaç farklı durumun etkisindeydi. Bunlardan birincisi, kendisinin sıklıkla
verdiği adla, vücudunun "hayvani işkencesinden" kurtulmanın yarattığı
(ya da en azından katkı yaptığı) neredeyse sürekli zindelik hissiydi. Bu
zindelik her şeye bir dinginlik ışıltısı vermekle kalmamış, aynı yıl nere­
deyse çaba harcamadan üç büyük, bir küçük eserin üretimiyle başka
birkaç metnin yayımlanmasına da vesile olmuştu. Ekim'de Overbeck'e
gönderdiği mektupta, açık bir sona ulaşma hissi vardı: "Dünyadaki en
şükran dolu insanım ... kelimenin en iyi anlamıyla güz havasındayım. Bu
benim büyük hasat zamanım. Her şey kolayca dilimin ucuna geliyor ...
gerçi muhtemelen hiç kimse böyle büyük şeyleri elinde tutmamıştır. "236
Aynı zamanda ilk kıvılcımlarını Zerdüşt döneminde gördüğümüz
megalomani eğilimi de giderek daha ön plana çıkıyordu. Eserinin dünya
tarihini patlatıp ikiye böleceği,237 çünkü "insandan ziyade dinamit"238
olduğu teması giderek daha hissedilir hale geldi, keza "yüzyılın ilk in-


Operalarıyla ünlü İtalyan besteci Gioacchino Rossini'nin ( 1 792-1868), en tanınmış
eserleri arasında yer alan II barberiere di Siviglia ( 1 81 6 ) adıyla bilinen 2 perdelik
operası-r.n.
1 888 793

sanı" olduğu iddiasının süresi önce " bin yıla", sonunda " binlerce yıla"
çıktı.239 Kendisinin dünya-tarihinde önemli bir yeri olduğu hissiyle
orantılı olarak başkalarının gözündeki önemine inancı da artıyordu:

Son derece mütevazı ve kendi halinde bir insan olmama rağmen [diye yazar
Overbeck'e), Torino'da insanlar üzerinde müthiş bir hayranlık uyandırmam tuhaf.
Büyük bir dükkana girdiğimde tüm yüzler değişiyor; sokakta kadınlar bana bakıyor
-pazarda yaşlı hanımlar en güzel üzümleri benim için seçiyor ve ucuz veriyor.240

Genellikle, " bana prens muamelesi yapıyorlar -belki de öyleyim­


dir" ,241
İstisnai önemde olma hissine bir de telekinetik güç sahibi olma inancı
ekleniyordu: "Journal des debats okuyorum -girdiğim ilk kafede içgü­
düsel olarak önüme kondu. Artık tesadüfler yok: Birini düşündüğüm
zaman hemen kapının altından bir mektubu geliyor. " 242 (Şen Bilim 'de
kişinin kendi hayatını yorumlamasının öneminden bahseder; böylece
hiçbir şey tesadüf eseri görülmez, önemi ve anlamı vardır. Fakat şimdi
geriye bakışlı yorum gücünün yerini nedensel güç almıştır.)
Elbette megalomani arttıkça gerçeklik algısı da zayıflıyordu. Brandes'in
onun adına temas kurduğu Strindberg haricinde gayet sıradan olan in­
sanlar -üstelik bu insanlar genellikle onun felsefesine ilgi gösterse de ikna
oldukları söylenemezdi- "müride" dönüşüyordu; bu müritler sadece "en
yüce karakterli kimselerdi: St. Petersburg, Paris, Stockholm, Viyana ve
New York'ta en yüksek mevkide ve nüfuz sahibi insanlar"dı. Kafasının
içinde "inanılmaz ünlü", büyük bir yıldız olmuştu: " benimki kadar hür­
metle anılan başka isim yoktur" .243 Aslında dergiye zaman zaman yaz­
maktan başka bir şey yapmayan Jean Bourdeau'yu Journal de debats'nın
ve Revue des deux mondes'nin baş editörlüğüne getirmişti kafasında, bu
yüzden " Fransa'daki en nüfuzlu adam" olduğunu düşünüyordu.244 Oy­
saki Bourdeau gerçekte Nietzsche'ye hayran olmak şöyle dursun, onun
yazılarını "zalimce ve sapıkça" buluyordu.
Nietzsche birkaç yıl içinde büyük bir yıldız olacaktı elbette; hatta
kısmen kendi değerlendirmesi sayesinde yıldızlaşacaktı: İnsan kendini
nasıl görüyorsa dünya da eninde sonunda onu öyle görür, der Disraeli.
Ama Nietzsche'nin 1 8 88'de kendi ününe dair düşüncelerinin tamamen
kuruntu olduğu gerçeğini de değiştiremeyiz.
794 NIETZSCHE

Megalomaniyle bağlantılı olarak sevecen topraklarda öfke patlama­


ları da oluyor, özellikle dehasını kabul etmeyenlere hiddetleniyordu. En
başta Almanlara "sürü halk", " budalalar", "domuzlar", dünya-tarihi­
nin " suçluları" diyordu (Luther Rönesans'ı öldürmüş, ismi yanlış konan
"özgürlük savaşları" Napolfon'u öldürmüş, Kant da bilimsel düşünceyi
öldürmüştü);245 sadece ve sadece Nietzsche'nin "Alman dilindeki en de­
rin kitabı"246 yazdığı için onların sefil varlığına bir "gerekçe" sunduğu­
nu görememişlerdi.247
Öfke patlamaları aynı zamanda kişilere de yöneliyordu. Demin gör­
düğümüz gibi, Pohl'un " bin yılın en önde gelen insanını" eleştirmesine
izin verdiği için Fritzsch'e kızmıştı. Seyyar orkestra şefi hayatı yaşayan
von Bülow'a, Köselitz'in Venedik Aslanı'yla ilgilenmesi talebine -sanki
krallık emriymiş gibi- geç cevap verdiği için sinirlenmişti. "Mektubu­
ma cevap vermediniz," diye yazmıştı Nietzsche: "Bir daha sizi rahat­
sız etmeyeceğim, bunu garanti ederim. Herhalde çağın en önde gelen
ruhunun sizden bir istekte bulunduğunu anlıyorsunuzdur. "24 8 Malwi­
da von Meysenbug da affedilmez bir şekilde tacizlere hedef oldu. Hem
Wagner'e hem Nietzsche'ye sadık kalmak gibi olmayacak bir işle uğraş­
maktan hiç bıkmayan Malwida, Wagner Olayı 'na yazdığı cevap mek­
tubunda, hem Wagner'e hem Liszt'e " kafasız" (Hanswurst) dediği için
Wagner'e eski sevgisinin değerini düşürdüğünü kibarca ima etmişti.249
Nietzsche buyurgan bir edayla verdiği cevapta Wagner için "çelişkide
olmaya müsaade ettiğim bir konu değil" dedi. Saldırganca davranmak
için elinden geleni yaparak, Wagner'e yine "şu Hanswurst" (kelimesi
kelimesine "Hans-sosis" ) dedi -ayrıca fiilen ve bu kadar kibar bir insan
için hayret verici şekilde, on beş yıllık arkadaşına ve manevi annesine
yaşlı aptal inek demeye getirdi.25 0 Daha önce gördüğümüz gibi, Nietz­
sche (hatalı olarak), kendi eserlerini yayımlaması için Deussen'den gelen
2.000 mark bağışın doğrudan Deussen'in cebinden çıktığını sanıyor­
du. Bu da eski dostuna yaklaşıp Fritzsch'ten kitaplarının teliflerini geri
almak için gereken 1 0.000 taleri isteme cesaretini bulmasına yol açtı.
Deussen (maaşıyla geçinen evli bir adam olarak) ne yazık ki bu kadar
büyük bir miktarı çıkartamayacağı cevabını verdi, bunun üzerine Nietz­
sche de Köselitz'e bir mektubunda onun için " bizim için fazla aptal ...
fazla sıradan" diye yazdı.251
25. Bölüm

Felaket

Tanrılaşmak

inolar, kiracılarının pek iyi olmadığını ilk fark ettiklerinde 1 88 8


FAralık'ı başıydı -bir süredir yazdığı ve giderek tuhaflaşan mektuplar­
dan haberleri yoktu elbette. Nietzsche odasının duvarlarında asılı duran
her şeyi indirmelerini istedi, çünkü İtalya kralı ve kraliçesinin ziyarete
gelmesini bekliyordu ve onları kabul edebilmesi için odası bir tapına­
ğa benzemeliydi.1 Ayrıca çöp sepetinde yırtılmış kağıt paralar bulmaya
başlamışlardı. Ama karanlık birdenbire çökmedi, hala aydınlık anlar
oluyordu. Aralık başında kesinlikle dengesi bozuk mektuplar yazmaya
başlamasına rağmen -örneğin birini Bismarck'a yazmış ve "Deccal / Fre­
derick Nietzsche / Fromentin"2 diye imzalamıştı (Fromentin, 1 876'da
ölen Fransız romantik ressamdı)- 6 Aralık'ta Emily Fynn'e tamamen
normal bir mektup yazabilmiş, 1 6 Aralık'ta Köselitz'e normal sayıla­
bilecek bir mektup gönderebilmişti.3 Fakat gerçekle temasının kesildiği
giderek daha fazla belli oluyordu.
Örneğin vücudunda zaman zaman kendisinin dikkatini çeken kont­
rol kayıpları oluyor, bir nevi duygusal bakımdan kendini tutamama ya­
şıyordu. Yolda yürürken aklına öyle budalaca, "özel-kafasızca-düşün­
celer" geliyordu ki, 25 Kasım'da yazdığına göre, yarım saat boyunca
sırıtmayı kesemediği oluyordu. Bunlardan biri hakikaten çılgınca, yarı
müstehcen bir fikirdi: Malwida'dan (kadınların en el değmemişinden)
Ecce Homo'da Kundry olarak, yani Wagner'in Parsifal'indeki kötü fahi­
şe (gerçi neticede bağışlanıyordu) olarak bahsetmeyi düşünmüştü: "Dört
gün boyunca yüzümün hareketlerine engel olamadım," der Köselitz'e.4
Başka bir seferinde harika bir konser sonrasında gene vücuduyla bağ­
lantısını yitirmişti: "hissettiğim aşırı hazzı kontrol etmeye çalışırken sü-
NIETZSCHE

rekli yüzümü buruşturuyordum, hatta bir ara o yüz ifadesiyle on dakika


gözyaşlarına boğuldum." 5
Önceki bölümde bahsedilen megalomani de onu giderek siyasi hayal
alemine daha çok sürüklüyordu. Aralık başında Brandes'e şöyle yazdı:

Büyük ihtimalle tarihi ikiye bölecek bir olay hazırlıyorum, öyle ki artık zamanı he­
saplamanın yeni bir yolu olacak: 1 888 yılı birinci yıl olacak ... Öncekilere hiç benze­
meyen bir savaş yaşanacak, ama uluslar ya da sınıflar arasında değil. Çünkü hepsi
patlayacak -ben var olan en korkunç dinamitim. Deccal: Tüm Değerlerin Yeniden
Değerlendirilmeslnin üç ay içinde basılması için talimat vereceğim. Bu bir sır -bir
ajitasyon çalışması işlevi görecek. Tüm Avrupa dillerine çevrilmesi gerek ... ilk baskı
için her dilde birer milyon nüsha düşünüyorum.

Nietzsche'ye göre bu savaş Hıristiyanlığa karşı "imha savaşı" olacak­


tır. Dünya çapında Hıristiyanlığı yasaklayan yasalar çıkacak, İmparator
denen "boz budala" azledilecek ve "Üçlü İttifak" (kıta Avrupa'sının si­
yasi-askeri düzeni) kaldırılacaktır. Nietzsche daha önce alıntılanan şu
cümleyle sözlerini bitirir:

Biz kazanırsak, dünya-hükümeti elimizde olacak -dünya barışı kurulacak ... ırk,
ulus ve sınıf arasındaki saçma sınırları aşacağız; sadece insanlar arasında bir rütbe
sırası kalacak, hatta fazlasıyla uzun bir rütbe sırası merdiveni olacak.6

"Dünya-tarihi" siyaseti, "dört başı mamur büyük siyaset"? konusun­


daki bu sözlerin ardından İmparator'u tahtından indiren, hatta bütün
Hohenzollern hanedanını ortadan kaldıran8 ve yine Üçlü İttifak'a son
veren başka mektuplar yazmıştır. 3 1 Aralık'ta Strindberg'e gönderdiği
mektupta, genç İmparator'un idamını kutlamak üzere tatil ilan edilme­
sini emrettiğini yazmış ve mektubu "Nietzsche Sezar" diye imzalamıştı.9
Kendisi de bir psikiyatri enstitüsüne kapatılmaktan kıl payı kurtulan
Strindberg, " bazen delirmek iyi gelir," diye cevap verdi.
3 Ocak'ta zafer kazanılmış ve dünya barışı kurulmuştu: "Semanın
nasıl neşeyle dolduğunu görmüyor musunuz? " diye yazar Meta von
Salis'e. "Kendi alemimi ele geçirdim, Papa'yı hapse atıyorum ve Wil­
helm [İmparator], Bismarck, Stöcker [Yahudi karşıtı] kurşuna dizdiri­
yorum. " 1 0 Ertesi gün (kendi "nihai çözüm" anlayışıyla) "bu sefer tüm
Yahudi karşıtlarını kurşuna dizdirmektedir" . 1 1
Felaket 797

Bunların hepsi deliliktendir elbette. Ama yine de bazı akıl kırıntıları


göze çarpar, en iyi yazılarına kadar takip edilebilecek bazı damarlara rast­
lanır. Her şeyden önce Fransa-Prusya savaş meydanlarındaki deneyimle­
rinin getirdiği bir siyasi akıl vardır. Defterlerinin son sayfalarında "genç­
lerin en güzel yıllarını, enerjilerini ve güçlerini topun ağzına koyan" t ı
hanedan çekişmelerinin "delice" olmasına dair sözleri ve Üçlü İttifak'ın
hiç de barış olmayıp gelecekteki savaşın reçetesinden ibaret olan "silah­
lı barışı" korumak için yılda on iki milyar mark harcamasındaki deli­
likten13 bahsetmesi aklının başında olmasının örnekleridir. Ölümünden
sadece on dört yıl sonra patlayacak olan Büyük Savaş'ın içine doğması
peygambercedir. Savaşın en nihayetinde ancak ulusların ve hanedanların
bencilliklerinin tasfiyesiyle, yani Avrupa'nın birleşmesini ve en nihayetin­
de dünya hükümetini gerektiren bir tasfiyeyle mümkün olacağı fikri de
tümden akıllıcadır. Bu fikirler, Nietzsche'nin kozmopolitizmi ve ancak si­
lahlı milliyetçiliklerin tasfiyesiyle sahici bir barışa ulaşılabileceği anlayışı
İnsanca, Pek İnsanca'ya kadar geri giden aklı başındalık örnekleridir. 1 4
"Kitaplar fark yaratır" tezi diyebileceğimiz, büyük düşünürlerin "ma­
nevi liderliğinin" kültür, siyaset ve hayatta fark yaratabileceği ve yarat­
tığı, dünyayı değiştiren düşüncelerin "güvercin pençesinde geldiği " tezi
de makuldür. Nietzsche Hıristiyanlığa ve Hohenzollern hanedanına karşı
savaşı "ruhların savaşı" olarak anar. Fakat manevi savaşın yüzyıllar yeri­
ne bugünden yarına sonuç vereceğini, hükümetleri düşürmek ve Kilise'yi
çökertmek için tek yapması gerekenin Avrupa'daki taht sahiplerine ve
Papa'ya Ecce Homo ve Deccal'ın protokol nüshalarını göndermek oldu­
ğunu düşünmesi delicedir. 15 Ayrıca yeni düzenin zaten kurulmakta oldu­
ğu fikri tümden deli saçmasıdır elbette.
O halde Nietzsche giderek kendi bedeniyle ve siyasi gerçeklikle bağ­
larını koparıyordu. Neticede kendi kimliğiyle de teması kaybetti . 3 1
Aralık'ta Köselitz'e gönderdiği mektupta, sokağının adresini artık ha­
tırlayamadığını yazıyor, ama ekliyordu: "Farzedelim Palazzo del Qui­
rinale" 1 6 (Roma'da İtalya Kralı'nın ikametgahı). Pek çok mektubuna
"Çarmıhtaki" ,17 hatta daha sık olarak "Dionysos" diye imza atmıştı. 1 8
(İsa ile Dionysos arasındaki bağlardan biri, ikisinin de ölümü aşmış ol­
masıdır. Her ikisi de öldürülmüştü -Dionysos Devler tarafından parça­
lara ayrılmış- sonra ebedi yaşamda dirilmişti. ) Burckhardt'a 6 Ocak'ta
gönderdiği son mektupta kimliğine neler olduğunu şöyle açıklar:
NIETZSCHE

Sevgili Herr Profesör, neticede Tanrı olmak yerine bir Basel profesörü olmayı
tercih ederim. Ama kişisel bencilliğimi dünyayı yaratmayı bırakacak kadar ileri götür­
medim. Fakat Palazzo Carignano'nun tam karşısında küçük bir öğrenci odası tuttum
(orada Victor Emmanuele adıyla doğmuştum). Prado davasını o kadar ciddiye alma
[Prado 1 4 Kasım'da bir fahişenin öldürülmesi suçundan Paris'te ölüme mahkum edil­
mişti]. Ben Prado'yum, aynı zamanda Prado'nun babasıyım ... temel olarak tarihteki
her isim benim ... "Tanrı'nın aleminde" her şey Tanrı'dan gelir. Bu güz olabildiğince
sade giyinerek iki kez kendi cenazeme katıldım: birincisi kont Robilant olarak (Hayır,
ben Carlo Alberto olduğuma göre o benim oğlumdu) ... 19

Bu olağandışı mektupta dikkati çeken iki mesele vardır. Birincisi, bir


tür " bedenden dışarı çıkma " deneyimini aktarır (muhtemelen Nietz­
sche'nin bedeni üzerindeki kontrolü yitirmesi de buradan açıklanabilir),
gündelik egonun aşılması söz konusudur. İkincisi, Nietzsche'nin yaşadığı
aşkınlık yeni bir evrensel kimliğe ulaşmadır: Bir tür "ilkel birlik" haline
gelir. Bu da felsefesi ile deliliği arasında belli bir süreklilik olduğunu gös­
teriyor: En son felsefesinin çember çizerek başlangıcının altında yatan
"en mahrem ve saklı deneyimlere dönmesi, Lou Salome'nin de dikkat
çektiği bu nokta "çılgınca mektuplar"da da devam eder. Nietzsche'nin
delirip kendini kaybetmesinin bir göstergesi de, Dionysosçu durumda
çakılı kalmasıydı. Fakat bu durumu da karmaşıklıklar barındırıyordu.
Bir yandan, "ilk birlik" haline gelmesi sebebiyle içkin, doğal birlik ol­
muştur: Caesar, Robilant, Carla Alberto, Prado, Prado'nun babası, aklı­
na kim gelirse odur -tüm doğal varlıkların toplamıdır. Nihai felsefesinde
sunulan Dionysosçu halin metafizik-olmayan anlayışı budur. Fakat diğer
yandan, Tragedyanın Doğuşu 'ndaki doğayı-aşan, meta-fizik ilkel birlik
haline de gelmiştir. Mektupta kullanılan ifadeyle, "dünyayı yaratan"
doğaüstü çocuk-sanatçı-tanrı haline gelmiştir; yarattığı için de biz birey­
lerin hep beraber bulunduğumuz dünya olan "savaş meydanı-tabloyu"
istediği gibi değiştirir. Bu yüzden, Nietzsche'nin deliliğindeki kendinden
geçme, felsefesinin temeli olan Dionysosçu hale giriş olarak betimlenebi­
lir. Ama artık bu halin karışık, salınımlı bir versiyonu olmuştur.
O halde 1 8 8 8 yılından 1 8 8 9'a geçilirken Nietzsche karmaşık bir şe­
kilde tanrı Dionysos "haline gelir" . Eylül sonunda Torino'ya gelişinden
beri yaşadığı kutsal neşe hali de bu yeni kimlik sayesinde yoğunlaşmış­
tır. Küçüklüğünden kalma Yeni Ahit diline geri dönerek, "Bana yeni bir
Felaket 799

şarkı söyle: dünya ululaşıyor ve sema sevinçle doluyor,"20 diye buyu­


rur Köselitz'e. Cosima'ya da Bayreuth'tan "iyi haberleri" ilan etmesini
emreder.21 ( Tragedyanın Doğuşu'nda olduğu gibi, "yeni şarkı" büyük
ihtimalle Beethoven'ın "Neşeye Övgü"süne benzer bir şey olacaktır. )
Dünyanın kusursuzluğa doğru ululaşması ve hem Dionysos hem
" Çarmıhtaki" Tanrı olarak yeni kimliğine uyarak, Nietzsche şimdi de
genel bir "günah bağışlamaya" girişmiştir; bu işin içine arada sırada
biraz espri ve fesatlık da karışır. Malwida'ya "pek çok şeyin bağışlan­
dı, çünkü beni çok sevdin" diye yazar.22 Von Bülow'a ( Cosima'nın ilk
kocası olduğunu hatırlayalım) karmaşık, akrostiş bir fıkra gönderir:
"Üçüncü Veuve Cliquot-Ariadne olarak [üçüncü şampanya şişesi, yani
Ariadne'nin kocası, daha doğrusu Cosima'nın], oyununu bozmak is­
temem: Onun yerine seni Venedik Aslanı'nı (von Bülow'un ilgi göster­
mediği Köselitz'in operası ) [sonsuza dek sahnelemeye] mahkum edi­
yorum."23 Deussen'e ( Fritzsch'ten kitapları geri almak için para bu­
lamayacak kadar "aptal" olduğunu hatırlayalım) onu da yeni "dünya
planında" bir yere -Satir * olarak- atadığını yazar.24 Taine üzerine çe­
kişmelerini kendi "körlüğü " sayarak suçu üstlenen Nietzsche, Rohde'yi
de tanrılar arasına, "en şirin tanrıçanın sağ yanına" atar.25 Wagner bile
"sağlam bir zihni olmadığı" gerekçesiyle bağışlanmış, en azından ma­
zeretli sayılmıştır.26
Tüm bunlar Nietzsche'nin amor (ati buyruğunun, bengi dönüşü be­
nimseme buyruğunun hayata geçirilişidir. Amor (ati, defterlerinin son
sayfalarında yeniden ortaya çıkar:

Son bir bakış açısı, belki de en yücesi. Almanları ben haklı çıkarıyorum, sade­
ce ben ... Karşıt tür olmasa ben de olmazdım ... Bismarck olmasa, 1 848 olmasa,
[Napoleon karşıtı] "özgürlük savaşı" olmasa, Kant olmasa, Luther'in kendisi olmasa
... Almanların büyük kültürel suçları daha yüksek bir kültür ekonomisiyle kendini
haklı çıkarıyor. Hiçbir şeyin farklı olmasını istemem, geriye dönmek istemem ...
Amor fati .. Hıristiyanlık bile gerekliydi; hayata Hayır demenin en yüksek biçimi,
.

en tehlikelisi, en baştan çıkarıcısı yarattığı sorunla en yüksek olumlamayı meydana


çıkardı -beni.27


Eski Yunan mitolojisinde, Tanrı Dionysos'la ilişkilendirilen yarı insan, yarı hayvan
olan, verdiği bilgece öğütleriyle dikkat çeken yaratık-r.n.
800 NIETZSCHE

At Hikayesi

Noel sonunda Yeni Yıla döndüğünde Finolarda yaşamak imkansız


hale gelmişti. Nietzsche piyanoda daima ezberden çaldığı bitmek bilmez
Wagnerlerin ötesine geçmiş, çılgınca notalar basmaya, çoğunlukla dir­
sekleriyle tuşlara vurmaya, gece gündüz bağıra çağıra şarkılar söylemeye
başlamıştı. Art arda üç gece evde kimse uyuyamadı. Bir seferinde Fino,
Nietzsche'nin odasının anahtar deliğinden içeri baktığında, onun odada
çırılçıplak bağırıp çağırdığını, zıpladığını ve oynadığını gördü, anlaşılan
tek kişilik bir Dionysos cümbüşünün ortasındaydı. Overbeck'in olayı
aktarma tarzındaki kendini tutma hali, zikredilemeyecek kadar kaba
" başka şeyleri" örtüyor. Sakladığı şeylerden biri de bir Satir'in dikilmiş
penisi olabilir.
3 Ocak 1 8 8 9'da ya da civarında işler iyice çığırından çıktı. Torino'nun
meydanlarından birinde bir arabacının atını kırbaçladığını gören Nietz­
sche ata sarılıp ağlamaya başladı, sonra da yere yıkıldı.
Bu hikayenin esrarengiz yönü, şayet doğruysa, Nietzsche'nin bu
sahneyi altı ay kadar önce yazmış olmasıdır. ( Hölderlin'in deliliği­
nin Empedokles'le özdeşleşmesinde kısmen "alnına yazılı" olduğunu
gençken öne sürdüğünü ve kendini Hölderlin'e çok yakın hissettiğini
hatırlayın.) Von Seydlitz'e gönderdiği bir mektubun ortasında aniden
sıradan şeylerden bahsetmeyi bırakır ve hiç yoktan gelen "ahlaki su­
lugözlülük" görüsünü anlatmaya başlar: "Kış manzarası. Yaşlı bir
arabacı, yüzünde son derece zalimce ve çevredeki kıştan daha sert bir
alaycılıkla atının üstüne işer. Zavallı, harap olmuş at minnettarlıkla,
büyük bir minnettarlıkla çevresine bakmaktadır. " 28 Sahnenin daha da
eksiksiz bir yazılı hali -Şen Bilim'de "kendini sahnelemekten" bahse­
dildiğini hatırlayın-29 Suç ve Ceza 'da bulunabilir. Raskolnikov * rüya­
sında ölümüne dayak yiyen bir atın boynuna şefkatle sarılır. (Putların
Alacakaranlığı'nda suçlunun kötü koşullar yüzünden hastalanmış güç­
lü bir tip olduğuna dair tartışma bu içgörüyü "derin" Dostoyevski'ye
atfeder; bu da büyük ihtimalle 1 8 8 8 'de Dostoyevski okumasına Suç ve
Ceza'yı da eklediğini gösterir. )30

* Dostoyevski'nin sözü edilen romanının başkahramanı. İşlediği bir cinayetin ardın­


dan suçun vermiş olduğu iç sıkıntısıyla suçu itiraf edip etmeme arasında kıvranırken
ruhsal bir yıkıma uğrar-r.n.
Felaket 801

At hikayesinin güvenilirliği, ilk kaynağın olaydan on bir yıl sonra


yazılan isimsiz bir gazete makalesi olması yüzünden sorgulanmaktadır.
Yine de belli bir hakikat içeriyor olsa gerek, zira daha önce gördüğümüz
üzere, Nietzsche'nin olağanüstü bir şefkat yatkınlığı vardı (şefkatliliğin
tüketici etkilerini eleştirmesinin başlıca sebeplerinden biri de buydu an­
laşılan) ve daima çok kolay gözyaşı döken biri olmuştu.
İki polis tarafından Via Carla Alberta'daki evine geri götürülen Nietz­
sche, psikiyatrist Dr. Carla Turina'nın gelişini beklemek üzere yatağına
yatmaya ikna edilmişti. Ama doktor göründüğü anda Nietzsche "Pas ma­
lade!" "Pas malade!" [Fransızca: "Hasta değilim! "] diye bağırarak onu
görmeyi reddetti. Ancak daha sonra Turina'yı ailenin bir dostu gibi göste­
ren Fino nihayet Nietzsche'nin doktoru kabul etmesini sağladı. On doku­
zuncu yüzyılda yaygın bir şekilde sakinleştirici olarak kullanılan bromür,
Piazza Carignano'daki (hala işleyen) Rossetti eczanesinden sipariş edildi.
Bu arada, Basel'de "Tanrı olmaktansa Basel'de profesör olmayı yeğ­
lerim" diye yazdığı mektubundan endişelenen Burckhardt 6 Ocak'ta
Overbeck'i ziyaret etti. Nietzsche'nin ruhsal durumunu birkaç hafta­
dır kaygı verici bulan Overbeck de üniversitede psikiyatri profesörü ve
yöredeki psikiyatrik kliniğin müdürü olan meslektaşı Ludwig Wille'ye
danıştı. Wille ona Nietzsche'yi derhal Basel'e getirmesini önerdi, aksi
takdirde şüpheli bir İtalyan enstitüsüne kapatılabilirdi.
Overbeck 7 Ocak günü öğlenden sonra Nietzsche'nin kaldığı yere
vardı. Yumuşak kalpli ama çaresiz durumda olan Davide Fino artık po­
lis çağırma noktasına geldiğinden onu görünce çok rahatladı. Overbeck
eski dostunun artık bir gölgeden ibaret kaldığını, kanepeye oturmuş bir
şeyler çiğnediğini ve Nietzsche Wagner'e Karşı 'nın son düzeltme kopya­
larını okuduğunu gördü. Nietzsche onu tutkuyla kucakladıktan sonra
tekrar kanepeye çöktü, sonra titreyip inlemeye başladı. Overbeck'in de
dizlerinin bağı çözülmüştü. Hasta adama bir doz daha bromür verilince
sakinleşti. Akşama planladığı büyük resepsiyondan neşeyle bahsetme­
ye başladı ( büyük ihtimalle İtalya kralı ve kraliçesi içindi). O�erbeck'in
Köselitz'e sonraki hafta yazdığı kadarıyla,

tamamen kendi dengesi bozuk dünyasında yaşıyor, ben yanındayken o halinden


hiç çıkmadı. Benim ve diğer insanların kim olduğunu çok iyi biliyor, ama iş kendi­
sine gelince tam bir karanlık içinde ... Daha şiddetli nöbetlerde şarkı söylüyor ve
802 NIETZSCHE

piyanonun tuşlarına vuruyor, kısa süre önce ikamet ettiğini düşündüğü dünyadan
parçalar anlatıyor. Kimi zaman fısıldayarak harika berraklıkta cümleler kuruyor. Ama
aynı zamanda artık ölmüş Tanrı'nın halefi olduğu gibi korkunç şeyler söylüyor, bu
arada sürekli piyanonun tuşlarına vuruyor, ardından kasılmalar geçiriyor ve bir daha
korkunç bir acıyla kıvranmaya başlıyor.31

Overbeck 9 Ocak'ta Nietzsche'nin daha fazla gecikmeden İtalya'dan


götürülmesi gerektiğine karar verdi. Artık polis de durumunu öğrendi­
ğinden, Torino hapishanesinden başka alternatif kalmamıştı. Ama yu­
muşak huylu Overbeck hastayı herhangi bir şekilde kontrol edemiyor­
du, dolayısıyla bu yolculuğun altından kalkması mümkün değildi. Ama
neyse ki şansı yaver gitti, ruhsal rahatsızlıkları olanlar konusunda dene­
yim sahibi olduğu için Alman konsolosunun tavsiye ettiği Dr. Bettmann
hastaya Basel'e kadar eşlik etmeyi önerdi. (Bettmann aslında bir Yahudi
dişçiydi, yetişkinliği boyunca Nietzsche'yi destekleyen ve koruyan çok
sayıda Yahudinin de sonuncusu oldu.) Nietzsche tam da daha mutlu
günlerinde Kontes Mansuroff'un yaptığı gibi çocuksu bir itaatkarlıkla
Bettmann'ın her dediğini yaptığından, yolculuk mümkün olabildi. Bett­
mann yolculuğun sonunda, onu önemli bir resepsiyonun beklediğine
Nietzsche'yi inandırarak tren istasyonuna götürdü.
Nietzsche yolculuk sırasında klora) hidratla uyuşturuldu ama ila­
cın etkisi geçmeye başlayınca herkese sarılmak istedi ve yol boyunca
bir gondolcu şarkısı söyledi; Overbeck'in sonradan farkettiği kadarıyla
Ecce Homo'daki kendi şiiriydi bu.32 1 0 Ocak'ta Basel'e ulaşan Nietz­
sche, daha fazla tartışmaya meydan vermeden Wille'nin sanatoryumuna
yatırıldı.
26. Bölüm

Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü

ietzsche'nin son yıllarında başta gelen felsefi projesinin Güç İstenci


Nadlı bir eser yazmak olduğunu 24. Bölüm'de görmüştük. Bu bölüm
kitabın neden hiçbir zaman tamamlanamadığının sebeplerini soruştur­
mak için yazıldı.
Güç istenci fikri Nietzsche'nin yayımlanmış eserlerinde ilk olarak
1 878'de, İnsanca, Pek İnsanca'nın seçilmiş psikolojik fenomenler tartış­
masında ortaya çıkar: Derinlerde minnettarlığın güçlülerin eşitleyici in­
tikamı olduğunu öğreniyoruz; acıma uyandırma arzusu zayıfın kontrol
çabasıdır, gösterişçi çilecilik [bkz. Sözlükçe] azizin manevi güç arayışıdır,
vicdan azabı da içe dönmeye zorlanmış güç arayışıdır. 1 "Güç istenci"
tabiri ilk kez Zerdüşt'ün 1. Bölüm'ünde 1 8 83 Ocak'ında görülür. Burada
grup psikolojisi bağlamında fikir daha sistematik bir görünüm almaya
başlar. Bir "halkın" ahlakının, "güç istencinin sesi" olduğu, "komşu­
sunda dehşet ve kıskançlık uyandırarak egemenlik kurma, fethetme ve
parlama" istenci olduğu söylenir bize.2 1 8 83 yazında Zerdüşt'ün il. Bö­
lüm'ünde bu fikir hayatın tamamını kapsayacak kadar genişletilmiştir:

Nerede canlı bulduysam, orada güç istencini de buldum; hizmet edenin isten­
cinde bile efendi olma istencine rastladım ... Ve bu sırrı bana yaşamın kendisi açtı.
"Bak," dedi, "ben, kendisini hep aşmak zorunda olan' ı m.3
'

İki yıl sonra 1 885 Nisan'ında Nietzsche güç istencini genişleterek sa­
dece biyolojik değil aynı zamanda inorganik alemi de temellendirecek
hale getirme fikrini geliştirir. Defterlerindeki kısaltma tarzıyla şöyle yazar:
" Güç istenci inorganik dünyaya hükmeder, daha doğrusu inorganik dün­
ya diye bir şey yoktur" 4 Aynı yılın Ağustos'unda ana başlığı Güç İstenci
.

olacak bir kitap için yaklaşık yirmi planla ortaya çıkar.5 1 886 yazında ise
eseri devasa, dört ciltlik bir kitap olarak,6 bir "başyapıt"7 olarak tasarlar
NIETZSCHE

ve tüm felsefesinin "topluca"S bir anlatısını oluşturacağını düşünür. Bu


"görev" aklını yitirmeden kısa süre öncesine kadar hem merkezi edebi
projesi, hem de daha önce gördüğümüz gibi hayatının anlamıdır.
Fakat asıl eser için bin sayfanın üzerinde hazırlık notu almasına
rağmen, kitabı asla yayımlamaz. 1 90 1 'de Güç İstenci: Tüm Değerleri
Yeniden Değerlendirme Girişimi adıyla ölümünden sonra yayımlanan
eser, sonra 1 906'da ve 1 9 1 l 'de yapılan baskılarla -genişletile genişletile
nihayet defterlerinden 1 .067 küçük fragmanı kapsayacak hale gelmiş­
ti- filolojik bakımından kepazelik düzeyine ulaşan9 bir karışımdır. Bu
eser ürkütücü Elizabeth tarafından hazırlanmış, artık düşman saflarına
geçmiş olan Köselitz de ona yardım etmişti.
Nietzsche'nin bu projeye büyük bir önem verdiğini ve eseri yazama­
masının aklını yitirmesinden kaynaklandığını düşünürsek, pek çok filo­
zofun ve Nietzsche araştırmacısının yayımlanmamış bu defterleri, yani
Nachlass'ı Nietzsche'nin "gerçek" felsefesinin deposu sayması hiç de
akıldışı görünmez. * Martin Heidegger dört ciltlik Nietzsche inceleme­
sinin başında bu görüşü şöyle değerlendirir:

Nietzsche'nin asıl felsefesi, sözlerinin ve bizzat yayımladığı tüm eserlerin zemini­


ni oluşturan temel konumu ... nihai bir biçim almamış ve başlı başına bir eser olarak
yayımlanmamıştı ... Nietzsche'nin yaratıcı döneminde yayımladığı eserler daima ön
planda oldu ... Asıl felsefesi ise ölümünden sonraya kalan, yayımlanmamış eserle­
rindedir. 10

Nazi Nietzsche araştırmacısı Alfred Baumler de bu görüşü benimsedi


ve Nachlass temelinde Nietzsche'yi bir ilk-Nazi'ye çevirdi. Heidegger
de başka bir açıdan Nietzsche'yi ilk-Nazi'ye çevirmiştir. Dört ciltlik ese­
rinin sonunda, savaşın ilk yıllarında nihayet çevresinde toplanan Nazi
gerçekliğinin korkunçluğunu anladığında (gerçi Nazi Partisi üyeliğini de
sürdürür), Nietzsche'ye ömür boyu süren hayranlığının yersiz olduğuna
karar verir: Nietzsche'nin "metafiziğinin sonunda," diye yazar, "Homo
est brutum bestiale ... sarışın hayvan açıklaması vardır. " 1 1 Nietzsche'nin
"üstinsan"ı ona göre SS tank komutanıdır. (Bu Nachlass okuması onda

* Kendi Güç lstenci projesinin meşruluğunu artırma gayretindeki Elizabeth'in eserin


eksiksiz bir el yazmasını Franz Overbeck'in imha ettiği söylentisini yayması da, bu
görüşü güçlendirmiştir.
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü 80 5

sinir krizine yakın bir sonuç yaratmış, Nietzsche hat mich kaput ge­
macht [Nietzsche beni mahvetti] , diye yakınmıştır. )
Ama "gerçek" Nietzsche'nin defterlerde bulunduğunu düşünenler
sadece şüpheli güdülerle hareket eden Alman filozofları değildir. "Ana­
litik" gelenekten gelen İngiliz kökenli filozoflar da pek çok kez aynı
şeyi yapmışlardır. Örneğin Richard Schacht'ın anıtsal araştırmasında,
toplam 1 .71 8 Nietzsche alıntısının 8 6 1 'i -yarıdan fazlası- Nietzsche'nin
hiç yayımlamadığı "kitaptan" alınmıştır. Nietzsche'nin sözde metafiziği­
ne ayrılmış bölümde de 1 99 alıntının 1 52'si Elizabeth'in derlemesidir. 1 2
Schacht ve Heidegger ortak bir Nietzsche perspektifine sahiptir. Her
ikisine göre de Nietzsche geleneksel kalıptan çıkma bir filozoftur, ona
göre felsefi disiplinin merkezinde metafizik vardır. Metafiziğe bakışları
arasında fark olsa da -Heidegger onun "aşılması" gereken bir şey oldu­
ğunu düşünür, Schacht daha tarafsızdır- her ikisi de Nietzsche'yi her şey­
den önce bir "metafizikçi" olarak görürler. Temelinde her şeyin "güç is­
tenci" olduğu bir "kozmolojik" doktrin sunduğuna inanırlar özellikle de.
Nietzsche'nin yayımlamayı tercih ettiği 3 . 1 30 sayfadaki1 3 toplamda bir
sayfayı bulmayan tek bir pasajda, yani İyinin ve Kötünün Ôtesinde'nin
36. Bölüm'ünde fiilen kozmolojik doktrin savunulur, hatta burada da
kısıtlı bir ifade vardır;14 bu yüzden Nietzsche'nin metafizik kozmoloji
önerdiği okumasını yapmak için Nachlass'a dayanmak gerekir.
Nietzsche'ye Heidegger-Schacht yaklaşımı, kesinlikle aptalca değil­
dir. Zira şimdi benim de göstermek istediğim üzere, Nietzsche'nin Güç
İstenci projesinin ilk amacı tam da geleneksel felsefi büyüklük kalıbına
uymaktı. Fakat yine göstereceğim üzere daha sonra bu amacı reddetti
ve dolayısıyla Güç İstenci projesini tamamen terk etti. Bana göre bizi
Güç İstenci'nden mahrum bırakan -hatta mahrum bırakması gereken­
şey Nietzsche'de başlayan delilik değil, onun bilinçli, aklı başında ve iyi
temellendirilmiş kararıydı.

Casaubon Dürlüsü

George Eliot'ın Middlemarch'ında (Middlemarch: A Study of Pro­


vincial Life, 1 87 1 -72) yer alan karakterlerden biri olan Rahip Edward
Casaubon romanda geçtiği süre boyunca Tüm Mitolojilerin Anahtarı'nı
806 NIETZSCHE

yazmak için köle gibi çalışır -ama bu kitabı hiç bitiremez. Bütün evrenin
kilidini açacak "anahtarı" keşfetme dürtüsü Nietzsche'nin " başyapıtı"
ilk tasarlayışının da ardında yatar. Tasarının ilk kez haşmetli bir biçimde
kendini gösterdiği 1 885'teki defter girdisi şöyledir:

Güç istenci
Tüm Olaylara1 s Yeni Bir Açıklama1 s Girişimi
Friedrich Nietzsche. 1 7

Aynı başlık ve alt başlık bir ay kadar sonra eser için hazırlanan ikinci
taslakta da korunmuştur. 1 8
Nietzsche'nin tek ömürlük arkadaşı, her acil durumda şaşmaz des­
tekçisi Franz Overbeck, Nietzsche'nin karakterini onun ölümünden
sonra değerlendirirken şaşkınlık verecek kadar çekincelidir. Overbeck'e
göre Nietzsche "sahici anlamda büyük bir adam değildir. " Daha ziyade
"onu gerçekten yönlendirip etkisi altına alan şey büyüklük özlemi ve
hayat rekabetindeki ihtirastı" . 1 9 Nietzsche'nin olağanüstü bir büyüklük
arzusu duyduğuna zaten şüphe yok. Deliliğinin de merkezi özelliği olan
megalomani sınırına dayanmış ihtirasın daha 1 8 84'te mevcut olduğu­
nu görmüştük: Zerdüşt, diyordu -kehanet kisvesi altında bir özlemle­
"dünyayı iki yarıya bölecek" .
O n dokuzuncu yüzyıl Almanya'sında " büyük" olmak için "büyük "
bir kitap yazmak gerekliydi. Nietzsche'nin tasarladığı "başyapıttan"
önceki eserlerinin hiçbiri bu tanıma uymuyordu -sırf kısalıkları bile
küme düşmeleri için yeterliydi. Bu yüzden, 1 8 87 Ağustos'unda Ahla­
kın Soykütüğü tamamlandıktan sonra tüm enerjisini toplayıp, Arı Usun
Eleştirisi'ni, Tinin Görüngübilimi'ni ve -özellikle de- İstenç ve Tasarım
Olarak Dünya'yı * yakalayacak, hatta aşacak bir eser yazmaktı.
Hiç doğru dürüst bir felsefe tarihi eğitimi almamış eski bir klasikçi
olan Nietzsche sadece Yunanları gerçekten biliyordu -Sokrates öncesi fi­
lozoflara hayrandı- ve "biricik eğiticisi " Arthur Schopenhauer'ı tanıyor­
du. Böyle bir birikimle kaçınılmaz olarak onun gözünde büyüklük, tıpkı
Casaubon'unki gibi, "her şeyin teorisini" , "her şey X'tir" formunun te­
orisini üretmekti. Sokrates öncesi filozoflar bu türden teoriler üretmiş-

• Burada adı geçen üç büyük eserin, ilki Kant'ın, ikincisi Hegel'in, üçüncüsü de
Schopenhauer'ın, kendi dönemlerinde ve daha sonraları öne çıkmış eserleridir-r.n.
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü

!erdi -onlara göre her şey su, madde, atomlar, varlık ya da oluştu- keza
Schopenhauer'a göre de her şey "istenç"ti, "yaşama istenciydi" .
Nietzsche b u kapsayıcı önerme anlayışını özellikle destekler. Defterle­
rine aldığı notlarda Demokritos ile Empedokles'in, Anaksagoras'ın ese­
rini "eleştirerek geliştirdiği" gözleminde bulunur. " Bilimsel yöntemin"
merkezinde "tutumluluk yasasının'', yani "dünyayı açıklarken en az sa­
yıda önvarsayım ve araç kullanan hipotezin tüm rakiplerine baskın çık­
ması"20 yasasının bulunduğu görüşünü temel alır her ikisi de. Schopen­
hauer da, "istenci" insan güdülenmesi alemindeki doğal yuvasının öte­
sine kadar genişleterek, onu tüm olayların metafizik zemini olacak hale
getirişini gerekçelendirmek için tutumluluk yasasına başvurur. Yazdığı
kadarıyla bu genişlemenin gerekçesi "ilahi Platon'un" "homojenlik" ya­
sasında yatmaktadır; bu yasa, tüm doğal türleri altında toplayacağımız
en üst türü aramamızı şart koşar.21 O halde Nietzsche'nin büyüklük ara­
yışı, altbaşlıkta söylediği gibi "tüm olaylara ilişkin bir açıklama yapıp"
hepsini tek bir ilkeye indirgemesini kaçınılmaz olarak gerektiriyordu;
elinde güç istenci gibi heyecan verici bir kavram olduğundan, böyle bir
indirgeme şansının yüksek olduğunu düşünmüştü.

Tüm Olaylann Açıklaması

Daha önce belirtildiği gibi, Nietzsche'de "her şeyin teorisi" 1 8 85'teki


defterlerinde kendini göstermeye başlar. El altından sürdürdüğü bu ça­
lışması 1 8 8 8 ortasına kadar devam eder, ama sadece bir kez, 1 8 86 or­
tasında İyinin ve Kötünün Ôtesinde'nin 36. Bölüm'ünde yayımlanmak
üzere başını defterlerden çıkarmasına izin verilir bu teorinin, fakat sade­
ce geçici olarak ...
Teorinin inşası ise, tözel düşünceye bir saldırıyla başlar; bu saldırının
hem defterlerde hem yayımlanmış eserlerde uzun süreli bir tema olduğu­
nu biliyoruz. Tözler, "şeyler" Nietzsche'ye göre "hatadır" : yanılsamadır,
mittir, kurgudur. Hayatta kalma bakımından faydalı, hatta temel nitelikte
olmalarına rağmen, gerçeklikte onlara tekabül eden bir şey yoktur. Doğa
biliminin tözleri bile mittir: İyinin ve Kötünün Ôtesinde'de, Boscovich'in
"maddi atomun" yerine uzamsız kuvvet punctasını (nokta) geçirmesi sa­
yesinde maddenin var olmadığı içgörüsünü edindiğimizi söyler.
808 NIETZSCHE

O halde, sağduyuya dayalı halk mitolojisinin altındaki gerçeklik,


"kuvvetlerden" ibarettir. Peki, ama bu kuvvetler nelerdir? Boscovich fi­
ziğinin anahtar terimine anlam kazandırmak isteyen Nietzsche'ye göre,
"kuvvet"i kendi duyu deneyimimiz çerçevesinde anlaşılabilir hale getir­
meliyiz: "düşünemeyeceğimiz bir kuvvet boş bir sözdür ve bilimde yer
alma haklarından yoksun bırakılmalıdır. " 22 Alıntıyı tekrarlarsak, bun­
dan da şu sonuç çıkar:

Fizikçilerimizin Tanrı'yı ve dünyayı yaratmasını sağlayan muzaffer "kuwet" kav­


ramına bir ek yapılmalıdır: ona, benim "güç istenci", yani güç göstermenin doyurul­
maz dürtüsü ya da gücün kullanılması veya yaratıcı dürtü vb. dediğim bir iç dünya
kazandırılmalıdır. 23

Nietzsche'nin düşünce sıralaması buraya kadar tam olarak Schopen­


hauer'ın ayak izlerini takip eder. Zira o da maddenin kurmaca oldu­
ğunu, temel gerçekliğin kuvvet olduğunu (bu keşfi Joseph Priestley'e
atfeder, ama gerçekte Priestley de Boscovich'ten etkilenmiştir) ve doğa
bilimi kuvvetlerinin kendi araçlarıyla baş başa bırakıldıklarında salt " bi­
linmeyen X'ler" olduklarını savunur.24 Schopenhauer bu yüzden bilimi
anlamsızlıktan kurtarmak için kuvvetlerin "istenç" çerçevesinde düşü­
nülmesi gerektiği, çünkü tek akla yatkın deneysel adayın istenç olduğu
sonucuna varır. Fakat Schopenhauer'daki istenç, "yaşama istencidir" ,
salt kendini koruma istencidir ve bu noktada Nietzsche özgünlüğünü
gösterip eski " Üstat"ını geçme hamlesi yapar: dünya, yaşama istenci
değil güç istencidir. " Kendini koruma," diye yazar İyinin ve Kötünün
Ôtesinde'de, "bu istencin dolaylı ve en sık rastlanan sonuçlarından sa­
dece biridir. " Bir kez daha "tutumluluk yasasına" başvurarak şu uyarıyı
da ekler: "fuzuli teleolojik ilkelere dikkat etmelidir" .25
Yaşama istenci her şeye uyan bir teorinin temeli olsaydı "fuzuli" ol­
mayacaktı elbette. O zaman Schopenhauer'ın teorisi de tek bir ilkeye da­
yanacak ve hasmınınki kadar tutumlu olacaktı. Bu yüzden, Nietzsche'nin
görüşü Schopenhauer'ın teorisinin "fenomenleri kurtaramayacağı", as­
lında gözlemlediğimiz haliyle dünyanın karakterini açıklayamayacağı
yönünde olmalıdır. Ona göre bunun sebebi, deneyimlediğimiz dünyanın
Schopenhauer ile şu "vasat İngiliz" 26 Charles Darwin'in bir ağızdan öne
sürdüğü "meşhur varoluş mücadelesi"nden ziyade güç mücadelesinin
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü

dünyası olmasıdır, çünkü gözlemlerimiz hayatın "gücü genişletmek " uğ­


runa "sıklıkla kendini korumayı riske attığı ve feda ettiği" şeklindedir.27
Nietzsche'nin güç-teorisi, defterlerinin yeraltı dünyasında Boscovich'in
puncta'sının (nokta) "kuanta"ya (parçacık), "güç istenci kuanta"sına dö­
nüştürülmesiyle başlar. 2 8 Bunlar her başka kuantumu "tahakküm altına
almaya, ona " baş eğdirmeye" çalışır, onu bünyesine katmak, kendine
mal etmek ister. Bu güç mücadelelerinin, bu atomaltı yerleşim çabala­
rının sonuçları örgütlenmiş kuanta sistemleridir -gündelik deneyimi­
mizdeki "şeylerdir"- ve bunlar başka güç-kuanta sistemlerine egemen
olmaya çalışır. Hayatın muazzam bir güç mücadelesi olduğu gözlemi
bununla açıklanabilir. Dünyaya duygusal olmayan bir gözle baktığımız­
da, İyinin ve Kötünün Ôtesinde'deki sözcükleri tekrar edip, "yaşamın
kendisi aslında bir benimseme, yaralama; yabancı ve daha zayıf olana
boyun eğdirip onu baskı altına alma, kaba davranıp onu kendi tarzımızı
kabule zorlama, kendimize katmayı kapsayan, en azından, en hafifiyle
de olsa bir yararlanma sürecidir" 2 9 demekten niçin kaçınamayacağımız
da bununla izah edilebilir.
Bu büyük teorinin iki özelliği daha zikredilmeye değer. Daha önce
gördüğümüz üzere, güç istenci "doyurulamaz"30 olduğundan (güç is­
tenci daima daha fazla güç istencidir) ve kuanta sistemleri ne kadar
karmaşıklaşırsa o kadar istikrarsızlaştığından, her örgütlü güç yapısı en
sonunda çöker. Bu yapılar giderek büyür, büyür, ta ki -Roma İmpara­
torluğu ya da General Motors gibi- patlayıncaya ve her şey aşağı yukarı
başlangıçtaki haline dönünceye dek. Bu da Nietzsche'yi başlangıca dö­
nüşün tam bir dönüş olup olmadığını, bir başka deyişle "aynının bengi
dönüşü" olup olmadığını düşünmeye iter; basılı eserlerde manevi sağ­
lığın sınanması olarak tasarlanmış bir düşünce deneyinden ibaret olan
bu dönüş aynı zamanda metafizik bir hakikat olmayabilir. Ayrıca en az
bir notuna göre tam bir dönüştür bu; dünyada kuvvetin toplam niceli­
ği sonlu olduğundan, Nietzsche her muhtemel halin sonsuz zamanda
gerçekleştiğini varsayar, böylece dünyanın tam şu anki haline dönmek
garantilenecektir. 31
Nietzsche şeylerin bütünselliğine dair bu görüşünü 1 8 85'teki bir no­
tunda toparlar. Elizabeth de kendi derlediği Güç İstenci' nin esrik finali
olarak bu pasajı seçerken Nietzsche'nin düşüncesinin üç yıl daha değiş­
meye ve gelişmeye devam ettiğini görmezden gelmiştir:
8 10 NIETZSCHE

Bu dünya: başsız, sonsuz bir enerji canavarı, ne büyüyen ne de küçülen katı


bir demir kuwet büyüklüğü ... bir kuwetler oyunu ve kuwetler dalgası ... burada
artan ve aynı zamanda şurada azalan ... ebediyen değişen, ebediyen geri taşan,
tekrar eden heybetli yıllarda, en karmaşığa ulaşma çabasındaki en basit biçimlerin
gelgitleri ... sonra yuvaya, sadeliğe dönüş ... "çelişki oyunlarından" .. . Bu dünya güç
istencinden başka bir şey değildir! Sen de güç istencinden başka bir şey değilsin
- gerisi boş laf!32

Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi

Nitekim "tüm olayların yeni bir açıklaması "nın nedeni buydu. Fa­
kat 1 8 86 yazında Nietzsche tasarladığı başyapıtı için yeni bir altbaşlığa
yöneldi: Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi.33 Bunun sebebi
evrensel açıklama fikrini terk etmesi değildi, çünkü aynı yaz dönemin­
de İyinin ve Kötünün Ôtesinde'nin 36. Bölüm'ünde "dünya ... güç is­
tencinden başka bir şey değildir" iddiasını fiilen yayımlamıştı. Sebep
daha ziyade esere ekleyecek bir şeyi olmasıydı, "değerler" taşıyan bir
şey ekleyecekti.
Nietzsche'nin "tüm olayların yeni açıklamasının" değerlerle ne ilgisi
olabilir? Bildiğimiz gibi modernlik, "nihilizmin" bir koşuludur. Hıristi­
yanlığın ölümünün iyi yönü insanlığı iki bin yıl kendinden nefret etme
hastalığına mahkum eden bir inanç sisteminin ortadan kalkışıydı. Fakat
kötü yönü de hayatın anlamına dair izahımızı yitirmemizdi. "En yüksek
değerler kendilerini değersizleştirir. Amaç eksiktir; "niçin ? " sorusun un
cevabı yoktur. "34 Ama şimdi, süregiden metafiziğin bir sonucu olarak
en azından hayatın ne olduğunu biliyoruz: "hayat güç istencinden başka
bir şey değildir" . Nietzsche'ye göre bunun mantıksal sonucu da hayatın
anlamının (sürekli daha fazla) güç edinmek35 olmasıdır. Üstelik değerler
sadece bir bireyin ya da " bir halkın güç istencinin sesi" -o kadar şiirsel
olmayan bir ifadeyle, "oluş içindeki hayatın nispi kalıcılığının karmaşık
yapıları bakımından korunma ve büyüme şartları-36 olduğundan, ahlak
kuralları da sadece bir bireyin ya da topluluğun " korunması ve büyüme­
si" için bir el kitabıdır adeta. Bu yüzden dünyanın ne olduğuna dair yeni
anlayış, yeni ontoloji hayatın yeni bir anlamını verir ve bizden yeni bir
ahlak talebinde bulunur; "tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesini"
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü 811

ister. Machiavelli'nin (Floransa Rönesansı'nın Henry Kissinger'ı * ) dün­


yasına geri dönüşü, " Rönesans tarzında erdeme, virtu'ya [bir başka de­
yişle verimlilik], moraline0- olmayan erdeme" geri dönüşü talep eder.37
Geleneğe göre felsefenin üç temel sorusu şunlardır: Orada ne var?
Neyi bilebiliriz? Ne yapmalıyız? "Yeniden değerlendirme" temasının
devreye girişiyle Nietzsche'nin üçüne de cevap verdiği açıklığa kavuş­
maktadır. İlk defa, görüşünün azameti ve ihtirası çırılçıplak sadeliğiyle
önümüzde durmaktadır. İlk iki sorudan her birinin cevabı şudur: "dün­
ya güç istencinden başka bir şey değildir" ve üçüncü sorunun cevabı da
şudur: "Güç istemeliyiz ! "
Fakat "hayat güç istencidir"den "güç peşine düşmeliyiz" çıkarımı
yapmanın, ontolojiden bu etik türetme girişiminin, iyi bilinen "doğal­
cı kuruntu "nun apaçık bir örneği değil midir, "olmak"tan "olmalıdır"
çıkarma kuruntusu olmaz mı, diye itiraz eden olabilir. Hiç şüphe yok ki
gücün arzulanması onu öncelikle (a fortiori) arzulanır kılmaz.
Nietzsche bir ölçüye kadar kendisinin de paylaştığı geçerli ahlaki du­
yarlılıklara ilişkin kendi metafiziksel görüşünün dehşet verici olduğunu
vurgulamak için elinden geleni yapar: "Yüz mil ötede . . . her şey ne hoş,"
diye tanımlar defterlerinde biçimlenmekte olan muazzam şeyi38 ve o gö­
mülü kütlenin ucunun görünmeye başladığı kitabı, yani "çok karanlık
ve kaygan" İyinin ve Kötünün Ôtesinde'yi. Başyapıt için muhtemel bir
önsöz taslağı oluştururken şöyle yazar:

Bu eserin arka planında keşfedilecek dünya tasawuru olağanüstü karanlık ve


nahoştur: Şu ana dek bilinen kötümserlik tiplerinden hiçbiri bu kötücüllük derecesine
ulaşmamıştır. Hakiki dünya ile görünüşteki dünya arasındaki karşıtlık burada eksiktir
[kurtarıcı bir "öbür dünyaya" çıkış yoktur], sadece tek bir dünya vardır; o da sahte,
zalim ve çelişkili bir dünyadır ... anlamsızdır.as

Nietzsche'nin görüsünün karanlığına yapılan bu vurgunun, gele­


neksel Hıristiyan ahlakındaki özgeci sevgi ile modern ve post-Darwinci

.. Burada öne sürülen, Amerikalı diplomat Kissenger'la Prens kitabının yazarı İtalyan
devlet adamı Machiavelli arasındaki benzerlik, her ikisinin de siyasal ahlak anlayış­
larındaki "amaca ulaşmak için her şeyi mubah" görme hırsıdır-r.n.
•• Nietzsche'nin Hıristiyan ahlakını tanımlarken kullandığı, aşağılayıcı anlamda "iyi
doğruluk " -r.n.
812 NIETZSCHE

bilimsel düşüncenin açıklığa kavuşturduğu dünya gerçekliği arasında­


ki ayrışmanın radikal doğasını öne çıkarma amacında olduğunu bili­
yoruz. Ayrıca bu ayrışmanın altının çizilmesinin sebebi Nietzsche'nin
uygun okuru olan nadir varlığı, dünyaya karşı iki temel duruş arasın­
da bir seçim yapmaya zorlamaktır. Birinci seçenek geleneksel ahlaka
sadık kalmaktır. Fakat bu durumda, "yaşamın kendisinin aslında . . .
yaralama, yabancı ve daha zayıf olana boyun eğdirip . . . onu kendine
katma" olduğu bir dünyada " özgecilik" [bkz. Sözlükçe] imkansız ol­
duğundan,40 insan "hayatı inkar" etmek zorunda kalır; Schopenhauer
gibi o insan da dünyanın " olmaması gerektiği" ve dünyadaki varlığı­
mızın bir tür " hata ... ya da yanlış" olduğu sonucuna varır.41 Dünyaya
karşı ikinci duruş " hayatı olumlamakta" ısrar etmektir; bu durumda
insan geleneksel "iyinin ve kötünün ötesine" geçmeye mecbur kalır ve
Nietzsche'nin temel "değerlerin yeniden değerlendirilmesine" bağlanır.
Yeni ahlakı benimsemekten başka seçeneği yoktur; bu yeni ahlaka göre
sadece gücün değeri vardır42 ve "iyi" sadece "gücün artışı, "kötü" ise
"gücün azalışı" demektir.43 Ama bu iki seçenekten birincisini seçmek
" nihilizm" hastalığına tutulmak demektir ve bu hastalık da umutsuzluk
ve intihara giden yoldur. Dolayısıyla ikinci seçeneği yani tüm değerle­
ri yeniden değerlendirmeyi tercih etmek zihinsel sağlık için şarttır ve
sağlıklı bir insanın yapması gereken şeydir. Bu sağlığın dünyayı olum­
lamayı gerektirmesi de o yüzden güç ontoloj isinden güç etiğine geçişi
mümkün kılan öncüldür.
Ernst Jünger'in Nietzsche'den çıkardığı ders buydu. Birinci Dünya
Savaşı'nda özel kuvvetler subayı olan Jünger (on dört kez yaralanmıştı
ve Almanya'nın en çok madalya sahibi savaş kahramanlarından biriy­
di), kozmik güç istencinin kendisini en son, mekanikleşmiş biçimiyle
ifadesi denebilecek olan muazzam bir süreçte, kendini bir çark olarak
deneyimlemişti. İlk başta bu süreci müthiş bir dehşet süreci olarak gör­
dü. Fakat siperlerdeki anılarından oluşan in Stahlgewittern'de ( 1 920;
Çelik Fırtınası) yazdığına göre, bu sürece boyun eğdiği zaman asli var­
lığıyla karşılaşma gibi görünen eşsiz bir yükselme ve yoğunlaşma hissi
yaşamıştı. Bu his modernlikte yaşamak için ona rehber olan etik halini
almıştı. Sadece açık savaş değil, genellikle "tümden seferber olmuş"
modern dünya, edim halindeki mekanikleşmiş (bugün olsa "elektro­
nik" derdi) güç istencinden ibaret olduğundan, böyle bir dünyayla
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü

uyumlu yaşamak için kişinin mevcut teknolojik ifadesiyle güç isten­


cini olumlamak, hatta coşkuyla olumlamak gerekir. Jünger'in Nietz­
sche'den çıkardığı ders özetle şuydu: Dünyayı kendi ahlakına uygun
bir kalıba sokamıyorsan, ahlakını dünyaya uyacak kalıba sokmalısın.
( Onları yenemiyorsan, onlara katıl! )
Demek ki defterlerden toparlanan felsefe faşist (belki de "neo-con" )
felsefedir diyen Heidegger'e hak verilebilir; b u arada Jünger'in Hitler'in
kahramanlarından biri olduğunu da hatırlamak gerekir. Ortaya atı­
lıp dünyayı hayrete düşürmeye neredeyse hazır olan başyapıt buydu;
Zerdüşt'ün yapamadığını yapmaya neredeyse hazırdı, yani "tarihi iki
yarıya bölecekti" . Fakat İyinin ve Kötünün Ötesinde' de bir anlığına
su yüzüne çıksa da, hiçbir zaman gün ışığı görmedi. Nietzsche Güç
İstenci'ni yazmaktan vazgeçti.

Başansız Bir Edebi Projenin Tarihi

Güç İstenci projesi üzerine yapılan çalışma 1 8 88 Şubat'ında tepe nok­


tasına ulaştı ve daha önce belirtildiği gibi dört kitaba bölünmüş toplam
3 74 aforizma ortaya çıktı.44 Ama Nietzsche ürettiği metin konusunda
derinden bir tatminsizlik duyuyordu. 1 3 Şubat'ta Köselitz'e gönderdiği
mektupta, " 'Yeniden Değerlendirme Girişimi'min ilk versiyonu hazır:
geneline bakılırsa tam bir eziyet, tamamlamaya cesaret bulamadım. On
yıl içinde daha iyi bir hale getiririm," diyordu.45 (Kitabın başlığı yerine
altbaşlığının kullanıldığına dikkat edin, bu bile başlı başına ilk şemada
bir sorun olduğunun göstergesidir. ) On üç gün sonra da Köselitz'e kitabı
yayımlama düşüncesinden tümüyle vazgeçtiğini söyleyecekti.46
Ama Nietzsche tüm gizleri çözecek bu parlak anahtardan vazgeçme­
ye çok gönülsüz olduğundan, 1 8 8 8 Ağustos'una kadar ilk başta plan­
ladığı gibi projeyle uğraşmak için kendini zorladı. Ama işler iyice kötü
oldu. 22 Ağustos'ta Meta von Salis'e Sils Maria'dan gönderdiği mektup­
ta, bütün yaz süren çalışması için şöyle diyordu:

" ... suya düştü [ins Wassergefallen]". Bu yüzden harap durumdayım, zira geçen
yıla nazaran [Sils'e] ilk bahar ziyaretim47 çok iyi geçmişti ve bu sefer daha fazla enerji
toplamıştım. Ayrıca her şey tek bir büyük ve çok özgül bir iş için hazırlanmıştı.4B
NIETZSCHE

Nietzsche 26 Ağustos'ta Güç İstenci başlığını taşıyan bir kitap için


son bir plan yaptı.49 Ama sadece dört gün sonra annesine gönderdiği
mektupta, "bu yaz tamamlanmış olması gereken iyi ve uzun süre ha­
zırlandığım bir eser, kelimenin tam manasıyla 'suya düştü"' diyordu.50
Nietzsche aynı mektupta " bir kez daha tam anlamıyla eylem" halin­
de olduğunu yazıyordu -Güç İstenci'yle bağlarını nihayet kestiği için
hissedilir ve açık bir özgürlük hissiyle doluydu. Yenilenen üretkenli­
ğinin odağında Eylül ayının başında defterlerinde ortaya çıkan yeni
yayımcılık stratejisi vardı. Planı Güç İstenci'nin kurtarılabilir frag­
manlarını "felsefemden parçalar" adlı bir dizi halinde yayımlamaktı.5 1
Yeniden paketlenmiş bu derlemelerden birinin adı Bir Psikoloğun Ay­
laklığı olacaktı (bildiğimiz gibi çok geçmeden bu eserin adı Putların
Alacakaranlığı olarak değişecekti ), diğerinin adı Tüm Değerlerin Ye­
niden Değerlendirilmesi'ydi ve dört bölümünün birincisinin başlığı da
Deccal'dı.
Bu Yeniden Değerlendirme ilk Güç İstenci'nden daha kısa olmasına
rağmen, Nietzsche hala başyapıtı olduğunu düşünüyordu. 14 Eylül'de
Paul Deussen'e gönderdiği mektuba göre bu başyapıt " bir numara tak­
dir" gerektiriyordu ve (yine! ) "insanlık tarihini iki yarıya bölecekti" .
Yayımcılıkla ilgili tüm diğer niyetlerinin b u ana ödevi kesip "ara verme
ve dinlenme" amaçlı olduğunu yazıyordu.52 Nietzsche'nin hayatını-ta­
nımlayan "ödev" anlayışında bu eserin merkeziliğini koruması, ihtira­
sının görkeminin devamı ve önerilen başlıkta "Yeniden Değerlendirme"
ifadesinin yine bulunması bana kalırsa Yeniden Değerlendirme'yi "baş­
yapıt" projesinin devamı olarak görmeyi meşrulaştırıyor.
Nietzsche 30 Eylül 1 8 8 8 'de hem Putların Alacakaranlığı'nı hem
Deccal'ı tamamlamıştı ve bu arada Deccal için " Tüm Değerlerin Ye­
niden Değerlendirmesi'nin birinci bölümü" demeye devam ediyordu.53
Fakat 20 Kasım'da Georg Brandes'e gönderdiği mektupta -Deccal
için- " Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi tamamlanmış olarak
önümde duruyor" diyor ve bunun " birkaç yıl içinde bütün dünyada
sarsıntılar yaratacağını" iddia ediyordu.54 Altı gün sonra Deussen'e,
" Ana başlığı Deccal olan Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi
hazır, " diyordu ve yedi dilde birer milyon nüsha basılması gerektiği­
ni ekliyordu.55 Daha önce planladığı dört ciltlik eser tek kitaba, yani
Deccal'a sıkışmıştı.
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü

29 Aralık'ta ya da ona yakın bir tarihte -Torino meydanında dayak


yiyen ata, gözyaşları içinde sarıldığı ve ruhen tamamıyla çöküşüne ya­
kın bir zamanda- Nietzsche başyapıt projesine son bir düzeltme yaptı:
Deccal'ın altbaşlığı olan Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi'nin
üstünü çizerek yerine Hıristiyanlığa Lanet yazdı.
Bu yüzden başyapıt-projesiyle ilgili pek çok ekleme çıkarma ve bölme
neticesinde tek başına bir eser olarak Deccal'ın yayımlandığı, bu yüzden
de projenin tümden terk edildiği sonucuna varabiliriz. Ama ben bu so­
nuca direnme eğilimindeyim -hem de Deccal'ın göreli kısalığına rağmen.
Yani "Hıristiyanlığa Lanet" altbaşlığını bir�aç sebepten ötürü dikkate
almama taraftarıyım. Birinci sebep, Nietzsche bu alt başlığı yazdığında
kesinlikle aklını yitirmişti -öfke patlamaları da deliliğinin başlıca özellik­
lerinden biri olmuştu. İkincisi, "Hıristiyanlığa Lanet" eserin içeriği için
anlamsız bir göstergedir, daha önce gördüğümüz üzere kitap Hıristiyan­
lığın eleştirisinden çok daha fazlasını içeriyordu. Üçüncüsü, çünkü ek
malzemeler içinde Yeniden Değerlendirme için planlanmış bol miktarda
yazı vardır. Yani dört bölümlük Yeniden Değerlendirme için yapılan en
son plana göre 1 . Bölüm Deccal, il. Bölüm "ahlak eleştirisi, III. Bölüm
o zamana kadarki felsefenin eleştirisi, iV. Bölüm ise "Dionysos. Bengi
Dönüş Felsefesi" başlıklı olacaktı.56 Ama daha önce de gördüğümüz gibi,
"bengi dönüş felsefesi" kısaltılmış halde Deccal'ın bünyesine katılmıştır:
Nietzsche'nin ideal toplumunda liderin bengi dönüş istenci gösterebil­
mesinin şart olması, onun siyaset felsefesinin en üst noktasıdır. III. ve iV.
Bölümlerdeki malzemeler her halükarda önceki eserlerde zaten bulunu­
yordu. Bu yüzden, başyapıt projesi için esas olduğunu düşündüğü ama
henüz yayımlamadığı her şeyi -gördüğümüz gibi Nietzsche daha önce
değilse bile 1 6 Aralık'ta "trajik felaketin" hızla yaklaştığını biliyordu­
sıkıştırıp Deccal haline getirdiği sonucuna varma eğilimindeyim.
***

O halde Nietzsche Güç İstenci projesinden vazgeçip bunu Yeniden


Değerlendirme projesi haline getirdi; onu da en sonunda kısaltarak
Deccal'ı yazdı. Bu da iki soru doğuruyor. Birincisi, Nietzsche'ye bu ka­
dar sorun çıkaran ve nihayet 1 8 8 8 Ağustos'unda Güç İstenci adlı bir
kitap yazma girişiminden vazgeçmesine yol açan neydi? İkincisi, proje­
den vazgeçtikten sonra ürettiği felsefi eserlerde -Wagner Olayı, Putların
Alacakaranlığı, Ecce Homo, Deccal- orijinal projeden neler kalmıştı?
816 NIETZSCHE

1 8 8 8'in son dört ayında tamamlanan eserlerde güç istencinin rolü var
mıydı, varsa neydi?

Düşünsel Temizlik

O halde her şeyden önce Nietzsche Güç İstenci'nden niye vazgeçti ?


Projeyle ilgili tatminsizlik hissinin ilk su yüzüne çıktığı 1 88 8 Şubat'ına
dönersek iki meselenin önemli olduğunu görüyoruz. Birincisi, o nokta­
dan itibaren sürecin neredeyse tamamında (bazı nostalji anlarında ilk
başlığa dönmekle beraber) Güç İstenci yerine Yeniden Değerlendirme
başlığını kullandığını görüyoruz. İkincisi, defterlerinde bulunan aşağı­
daki yorumda bu projeyle ilgili söylenenler önemlidir:

Tüm sistematikleştiricilerden şüphe ediyorum ve onlardan uzak durmak için elim­


den geleni yapıyorum. Sistem istenci, hiç değilse bir düşünür için ödün vermektir,
bir tür ahlak tanımazlıktır ... Belki de bu kitabın altına ve arkasına bakarak hangi
sistematikleştiriciden kaçınmak için en çok çabaladığımı tahmin edebilirsiniz -bizzat
kendimden.57

Daha önce gördüğümüz gibi, başyapıt projesinin ardındaki ilk dür­


tü düpedüz sistematikti. "Tüm olayların" tek bir ilkeye indirgenmesi,
Sokrates öncesi filozofları ve Schopenhauer'ı takip eden Nietzsche için
özlem duyduğu " büyüklüğün" olmazsa olmaz bir şartıydı. Kendi siste­
matikleştirme hırsını 1 8 88 başında reddetmesi bu yüzden projenin çok
ciddi bir sıkıntıda olduğunun göstergesiydi.
Bu aforizma sıkıntının ana niteliğini de bir ölçüde anlamamızı sağlar.
Her şeyin sistematik olarak güç istencine indirgenmesi, denilene göre,
Nietzsche'nin felsefi dürüstlüğünden ödün vermek olacak, bir nevi dü­
şünsel "ahlak tanımazlık" anlamına gelecekti. Demek ki 1 88 8 başında
Nietzsche'nin bir çatışmanın yarattığı manevi çalkalanma içinde oldu­
ğunu görüyoruz. Bu çatışmanın bir tarafında geleneksel kalıba uygun
büyüklük istenci, diğer tarafında ise feda edilme tehlikesindeki düşünsel
dürüstlüğü vardı.
Nietzsche'nin yayımlanmış eserlerinde düşünsel dürüstlüğün -"doğ­
ruluk '', "düşünsel vicdan" ,ss "düşünsel temizlik" ,s9 " bilme istenci "60-
Güç İstenci'nin Yükselişi ,,,. /)iişiişii 11 ı .

hem kendisi hem hayran olduğu düşünürler İ <,: İ ı ı l' l l y 1 1ll' k ı � ı � C ' ı ı · ı ı lrn ı
olarak tekrar tekrar sunulduğunu görmüştük.r. ı Nl'ı in·dl' 1 1 1 1 1 1 1 ,. , . . .. ı ı
raplı bir mücadele sonunda büyüklük istencini yeııl'll Vl' o r ı ı ı 1 1 . ı l ı • 1 1 1
jeden vazgeçmesine yol açan şey düşünsel dürüstlük i s ı t· ı ı u , l ı . ı k ı k ı ı .

istenci olmuştur -bu da onun itibarını artıracak bir şey d i r. l'l' k ı , . 1 1 1 1 .1


düşünsel dürüstlüğün orijinal, her şeyi kapsayan sistemi re<ld e t ı ı ll' -. ı ı ı i
gerektirdiğine onu inandıran neydi?
***

"Tüm olayları" güç istenci "olarak açıklama" yönündeki azamet­


li, "toplu bakış niteliğindeki" girişim üç unsur içerir, daha doğrusu
Schopenhauer'ın diliyle istencin üç "genişlemesini" 62 gerektirir. Bu un­
surları şöyle sıralayacağım:

(1 ) Psikolojik doktrin: Güç istencini, şükran, acıma ve çilecilik [bkz. Sözlükçe]


gibi seçilmiş olayların derinleştirilmiş psikolojisinden yola çıkıp "genişleterek", onu
tüm insan güdülenmesinin derinlemesine psikolojisi haline getirmek. Bu tez, İyinin
ve Kötünün Ötesinde' de "psikolojiyi morfoloji ve güç istencinin gelişimi doktrini olarak
kavrama" programı şeklinde açıkça söze dökülmüştür.63
(2) Biyolojik doktrin: Sadece insan eylemlerinin değil tüm organik fenomenlerin
güç istencine indirgenebileceği iddiası; İyinin ve Kötünün Ötesinde'de "hayatın" -tüm
hayatın- "güç istencinden başka bir şey olmadığı" öne sürülür.64
(3) Kozmolojik doktrin: Mutlak olarak her şeyin -"dünyanın"- "güç istencinden
başka bir şey olmadığı" iddiası.65

Giderek cüretkarlaşan bu "genişlemelerin" her biri için, Nietzsche'nin


düşünsel dürüstlüğüne halel getirecek ve onu reddetmesine yol açacak
şeyin ne olduğunu sorabiliriz. Üçüncü doktrinden birinciye doğru geriye
gideceğim.

Kozmolojik Doktrin

Nietzsche İyinin ve Kötünün Ô tesinde' nin 36.


Kesim'inde kozmolo­
jik doktrine giden yolu bir sav biçiminde özetler. Çok da net olmayan
sunumun özü şöyledir:
818 NIETZSCHE

(1 ) "Bütün dürtülerimizi tek bir temel istenç biçiminin (yani benim iddiama göre
güç istencinin) örgütlenip aşırı büyümesi olarak açıklamak" mümkündür. Yani insan
motivasyonunun tamamını "güç istenci nedenselliği" ("Psikolojik doktrin") çerçevesin­
de resmetme imkanı vardır.
(2) Bilimsel "yöntemin" '1anımının mantıki sonucu itibariyle "nedenselliğin tek bir
çeşidinin sonuna kadar (bir başka deyişle ad absurdum) gidilmeden birden çok çeşidi
koyutlanamaz"GG ("Tutumluluk yasası").
O halde (3) tezahür eden dünyanın altında yatan tüm "kuwetleri, hatta "sözde
mekanizma dünyasının" altında yatanları kendi psikolojik hayatımızın altında yatan­
larla esasen aynı sayma, dolayısıyla bütün dünyanın "içsel doğasını" "güç istencin­
den başkasını içermeyen" bir yer gibi görme girişiminde bulunmalıyız ("Kozmolojik
doktrin").

Kısacası psikolojik doktrin ile tutumluluk ilkesi birleşerek -Schopen­


hauer'ın istencinin inorganik doğaya kadar genişletilmesini bire bir tak­
lit eden bir usulle- kozmolojik doktrini doğurmuştur.
Aslında Nietzsche'nin bu argümanı formüllendirişi, benim sunduğum­
dan bile daha farazidir. Esasen söylediği şudur: Öncüllerin doğru oldu­
ğunu "varsayarsak'',6 7 o zaman kozmolojik doktrin mantıki sonuçtur.
Bu aşamada psikolojik doktrin konusunda kendini haklı olarak güvende
hissettiğini, ( l )'deki öncülde parantez içinde " benim iddiam" diye belirt­
mesinden anlıyoruz. Fakat "tutumluluk ilkesi" hakkında şimdiden kaygılı
olduğu da, (2)'deki öncüldeki " bir başka deyişle ad absurdum" ibaresinin
ortaya çıkışından anlaşılıyor. Bu ilkede onu kaygılandıran ne olabilir?
Elizabeth'in derlediği Güç İstenci'nin pek çok kötü yanından biri, ağa­
beyinin aforizmalarını kronolojik değil tematik olarak düzenlediği için,
defterlerin aslında kısa ve öz konular içerdiğini, bitmiş bir doktrininin
yetkin açıklamaları değil, düşünce laboratuvarındaki çelişkili deneyler
karmaşası olduğunu gözlerden saklamasıdır. Pek çok filozof gibi Nietz­
sche de aklına gelenleri hızlıca karalıyordu, ama sonra bu karalamaları
rafa kaldırıp onun yerine farklı, hatta zıt yönde fikirlere yöneliyordu.
Aslında daha 1 88 5'te Nietzsche'nin tutumluluk yasasına dair şüp­
heleri vardır; notlarından birinde, " büyük bir 'sistem' halinde örgüt­
lenebilen karmaşık fikirlerin daha doğru olduğu" inancında, "kendini
kandırmanın" söz konusu olduğu gözlemini yapar. Kavramın dayandığı
"temel önyargı'' , diye devam eder, "düzen, düzenlemede netlik, yön-
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü

temlilik, olanların hakiki durumunu yansıtması gerekirken, ortaya tam


tersine --düzensizlik, kaotiklik, hesaplanamazlık- sadece sahte ya da ye­
terince anlaşılmamış bir dünya çıkarır" fikri, "kılı kırk yaran" ve hiç de
kanıtlanabilir olmayan bir "ahlaki önyargıdır"; bu da "olanlara, örnek
bir devlet memuru düzeni çerçevesinde bakmaktır" .68
Burada "sistem istenci" eleştirilirken, aslında "tutumluluk yasası"
da eleştirilir. Bizzat kendisinin belirttiği (ama sonra unuttuğu ya da içi­
ne atıp bastırdığı) üzere sistematikleştirici Nietzsche, bir Prusyalı me­
mur zihniyetiyle hareket etmektedir - Kant'ın ahlak felsefesi üzerine
hicivlerinden birinin de bu felsefeyi "kendinde şey olarak memurun,
fenomen olarak memurun yargı bakımından üstü kılınması " olarak
özetlediğini hatırlayın.69
İyinin ve Kötünün Ötesinde'de kozmolojik doktrine dair rahatsızlı­
ğa katkı yapmış olabilecek başka bir bağlantılı mevzu da Şen Bilim'de
öne sürüldüğü kadarıyla her türlü "estetik insanbiçimciliğin" yanlış (ya
da en azından gerekçelendirilmemiş) bir gerçeklik anlayışına yol açacak
olmasıdır: "dünyanın bütünsel karakteri" "ebediyete dek kaos"tur, "zo­
runluluk olmaması anlamında değil, düzen, ayarlama, biçim, güzellik
[ya da ] bilgelik olmaması anlamında" bir kaos. 70 Zira hiç şüphe yok ki,
İyinin ve Kötünün Ötesinde'de tutumluluk yasasının, "kendisine karşı
tutumumuzla aynı gerçeklik derecesine ait mekanik dünyayı -hayatın
ilkel-formunu"-71 sergilemek için kullanılması kadar "insanbiçimci"
olunamaz. Üstelik devasa bir çember halinde kendini sürekli biçimlen­
dirdiği ve tekrar biçimlendirdiği şeklinde bir betimlemeyle dünyaya bir
tür uğursuz "güzellik" yansıtılmış olmuyor mu? Schopenhauer'da oldu­
ğu gibi Nietzsche'nin kozmolojik doktrini de sistematik olduğu kadar
insanbiçimcidir ve bu da onu iki kat daha şüpheli hale getirir.

Biyolojik Doktrin

Şimdi de biyolojik doktrine, yani sadece insanın değil tüm organik


hayatın "güç istencinden başka bir şey olmadığı" iddiasına geliyorum.
Buradaki Nietzsche'nin fark ettiğinden şüphe edemeyeceğimiz temel
problem bu iddianın yanlışlığının belli olmasıdır. (Dolayısıyla kozmolo­
jik doktrinin de bariz şekilde yanlış olması gerekir elbette).
8 20 NIETZSCHE

Daha önce gördüğümüz gibi, Nietzsche sistematik büyüklük istenci­


nin pençesindeyken kendi "güç istencinin" hem Schopenhauer'ın hem
de Darwin'in "var olmak için mücadele" anlayışından üstün olduğunu,
zira hayatın evrensel güç-mücadelesi olduğu gözlemine haksızlık etmedi­
ğini öne sürmüştü. Olguların neler olduğuna dair açıklamalarına uygun
olarak, defterlerinde de şu iddiayı görüyoruz: "İlkel ormanda ağaçlar
birbiriyle ... güç için [sırf var olmak için değil] savaşır. "72
Bu düşünce tabii ki absürddür. İyinin ve Kötünün Ôtesinde'nin di­
lini kullanırsak, gerçekten ağaçlar arasında görülen "daha zayıf" olanı
"yaralama", "baskı altına alma" ve ona " boyun eğdirme", ayrıca onun
ışıklarına ve topraklarına "el koyma"nın amacı " büyümek, yayılmak,
egemenlik kazanarak",73 ormanın efendisi olmak yerine sadece hayat­
ta kalmaktır. Nietzsche burada Schopenhauer'a karşı çıkarak yaşama
istencinin sadece güç istencinin bir aracı olduğunu iddia eder. Fakat in­
san olmayan organik doğada, benim bakışıma göre, tam tersini görürüz:
"güç" dürtüsü varsa bile, bu dürtü hayatta kalma dürtüsünün tatmini
için bir araçtır. Kısacası, insan-olmayan biyolojik doğada bir "istenci"
gündeme getirmek istememiz halinde Schopenhauer'ın " yaşama istenci"
Nietzsche'nin "güç istencinden" daha çok şansa sahipmiş gibi görünüyor.
Nietzsche'yi ağaçların birbiriyle güç mücadelesine girdiği fikrine gö­
türen düşünce zincirine daha yakından bakarsak, bu fikrin ampirik ka­
nıtlara dayandığı iddiasının aslında uydurma olduğunu görürüz. Nietz­
sche şöyle der:

" İ nsan mutluluk için çabalar": Bu sözün neresi doğru ki! Hayatın ne olduğunu,
hayatın nasıl bir çabalama ve gerilim olduğunu anlamanın formülü, ağaç ve bitki için
de geçerli olmalıdır ... İ lkel ormanda ağaçlar birbiriyle niçin kavga eder? "Mutluluk"
için mi? -Güç için 74
...

Bir başka deyişle, biyolojik doktrini gerçekten güdüleyen, yine psiko­


lojik tez ve bir de tutumluluk yasasıydı: insan hayatını yöneten güçtür;
"yöntem" gerçekliğin homojenleşmesini, insan doğasının apaçık olma­
sını gerektirir;75 o halde bitkinin ve hayvanın hayatını yöneten şey de
güç olmalıdır.
Nietzsche 1 8 8 8'in sonunda tamamlanan eserlerinde de " Darwin kar­
şıtı" olmayı sürdürür. Ama bu eserlerde itirazı tamamen sosyal Darwin-
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü 821

ciliğedir. Örneğin Putların Alacakaranlığı'nda Darwin'in (önceden de be­


lirttiğim gibi Nietzsche hiçbir Darwin eserini okumamıştı) sıradan olan­
lar sürüsünün, "tür daha kusursuz olmasın diye" kurnazca birleşerek
daha yüce tipi baltalarken "nasıl bir ruhla hareket ettiğini" unuttuğunu
iddia eder.76 Bu saçma bir itirazdır elbette -Darwin'in teorisi kültürel
evrim teorisi değildir ve her halükarda türlerin daha "kusursuz" olduğu­
nu değil, daha iyi uyum sağladığını öne sürer. Fakat "ruh" sözcüğünün
devreye girmesi, tamamen insan "türüne" odaklanıldığını kanıtlamakta­
dır. Güç İstenci projesinden vazgeçildikten sonra yayımlanan eserlerde,
biyolojik doktrin iz bile bırakmadan kaybolmuş, bu çok da iyi olmuştur.

Psikolojik Doktrin

Dernek ki Nietzsche'yi hem kozmolojik hem biyolojik doktrinlerden


vazgeçmeye zorlayan şey düşünsel dürüstlüktü. 1 8 8 8'de yayımlanan
eserlerde ikisine de sahip çıkılmaz, hatta adları bile anılmaz. Peki, ya
psikolojik doktrine, yani tüm insan güdülenrnelerinin güç istencine in­
dirgenebileceği iddiasına ne olmuştur? 1 888'deki eserlerde bu doktrin­
den de vazgeçilmiştir. Ama şimdi bu durumun sebebini bulmamız gerek.
Bu son eserlerde iki önemli şey olmuştur. Birincisi, " sisternatikleştirici
karşıtlığı" aforizrnası yeniden belirir, ama bu sefer sisternatikleştiricile­
rin şahı olarak Nietzsche'nin kendini gösterdiğini okumayız: Putların
Alacakaranlığı'nda sadece şunu yazar: "Tüm sisternatikçilerden kuşku
duyuyorum ve onları görünce yolumu değiştiriyorum. Sistem istenci,
dürüstlük yokluğudur" . 77 Aforizrnadaki bu değişiklik, bana kalırsa, her
şeyi kapsayan sistem istencini artık yendiği için dürüstlüğünü geri ka­
zandığının işaretidir.
İkincisi de, insan güdülenrnelerinin zengin çeşitliliğine açık hale gel­
mesi ve artık hepsini güç istenci kalıbına sıkıştırmaya çalışmamasıdır.
Örneğin Putların Alacakaranlığı'nda " sanatçının psikolojisini" tartışır­
ken üç temel dürtüyü kabul eder: Apolloncu "esriklik" gözü uyarır ve
büyük görsel sanatlar için esin verir, Dionysosçu "esriklik" ise müzik ve
dans esini verir, "en yüce güç hissi" de büyük mimari eserlere esin verir
-ama göründüğü kadarıyla diğer sanatların hiçbirine esin verrnez.78 Üs­
telik 1 8 88'de cinsel esriklik (bildiğimiz gibi güç mücadelesi olarak görü-
822 NIETZSCHE

len evlilikten ayrı olarak) güç istencinin beraberinde giden ama ona in­
dirgenemeyen algı ve eylem nedeni olarak görülmektedir: Örneğin aynı
yıl baharda alınan bir notta "evetleyen duygulanımlar" sıfatıyla "gurur,
neşe, sağlık, cinsel aşk, düşmanlık ve savaş, hürmet . . . güçlü istencin"
yanı sıra "güç istencini" de, şeyleri ululaştıran, onları "altın, ebedi ve
ilahi" kılan duygulanımlar olarak tanımlar. 79
Son dönem eserlerinde güç istencinden ayrı olarak görülen başka bir
eylemde bulunma güdüsü de --görebildiğim kadarıyla burada, Nietz­
sche'nin düşüncesinde on yıldan uzun süredir bulunan indirgeyici dürtü
bu eserlere engel teşkil etmiştir- Mitleid'dır ("acıma" ya da "merhamet" ).
Önceki eserler acımayı ötekini aşağılama girişimi olarak göstermek için
üstün bir gayret içinde olmuş, böylece "güç hissi " kazanmışlardır kesin­
likle --dolayısıyla gücün kendisini de kazandıkları öne sürülebilir.80 Fakat
tüm merhameti, gücün kullanılması ya da gücün peşine düşülmesi hali­
ne getirme girişimi daima yokuş yukarı savaşmak demektir; sanıyorum
Nietzsche zaten bu girişime asla tam anlamıyla inanmamıştır. Bunun se­
bebi daha ilk tartışmalarda bulunan, acımanın acınan kadar acıyana da
zarar verdiği temasında yatar. Schopenhauer'ın merhametin "erdemden
çileciliğe geçiş"81 ürettiği anlayışından etkilenen Nietzsche'nin acımanın,
yani başkalarının acısıyla duygudaşlık kurarak özdeşleşmenin bunalıma
yol açtığını savunduğunu görmüştük. Bütün Afrika'nın acılarını içimde
hissedersem, o zaman dünyadaki acı miktarının altında ezilir ve herhangi
bir hayır işleme kabiliyetimi yitiririm. Nietzsche Ecce Homo'da, insanlı­
ğın "yardım çığlığına" acımanın Zerdüşt'ün son "sınanışı" olduğuna işa­
ret ettiği yerde bu temayı akla getirir. Bu çığlığa direnmelidir, çünkü insan­
lığı yeni ve daha iyi bir dünyaya götürme "ödevinin yüceliğinden" insanı
"ayartarak koparma" tehdidi yaratmaktadır; bunu hem onu "dar görüş­
lü" hayır edimlerine yönelterek, hem de ondaki insanlık halini iyileştirme
imkanına inancını yok ederek yapar.82 Hakiki aşk, çetin olan aşktır.83
Şurası açık ki bu temanın önvarsayımına göre acımanın gerçek yüzü
başkalarının acısıyla sahiden empati kurmaktır. Acıma duygusunun,
kendini başkalarından üstün hissetme ya da onlar üzerinde tahakküm
kurma çabasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Daha önce gördüğümüz gibi, Nietz­
sche'nin kendisinin merhamet duygusuna yenilmeye olağanüstü yatkın
oluşu, Torino meydanında eziyet edilen ata sarılma hikayesini doğal ola­
rak akla yakın kılıyor.
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü

Güç istencinden Geriye Ne Kalmıştır?

O halde son eserlerde indirgeyici psikolojik doktrinden vazgeçilir


ve insan güdülenmesinin fiilen sahip olduğu zenginlik içinde çiçeklen­
mesine izin verilir. Yine de Nietzsche bu zenginliğin altında bir örüntü
tespit eder. Fakat bu örüntü "güç istencinin ötesinde bir şey olmaması"
birciliğinden [monism] ayrılarak iki türlü insan hayatı arasında bir iki­
ciliğe [dualism] yönelir; bana kalırsa bu ikiciliğin insan güdülerini iki
kampa ayırması düşünülmüştür. Bir tarafta sağlıklı ya da "yükselen"
hayat vardır; bunun ana "ilkesi" güç istencidir.84 Deccal'da, sağlıklı ha­
yat "büyüme içgüdüsüdür, kuvvet biriktirme, güç biriktirme içgüdüsü­
dür" denir.85 Ama şimdi güç istencini dengelemek üzere, daha sonraları
Freud'un "ölüm içgüdüsü" diyeceği şey ortaya çıkmıştır. "Güç istenci­
nin olmadığı yerde, " denir Deccal'da -psikolojik doktrinin açıkça red­
dedildiğine dikkat edin- "gerileme" yani "düşüş (decadence) " vardır.86
" Düşüş" önemli bir felsefi terim olarak ilk kez Nietzsche'nin 1 88 8' deki
eserlerinde boy gösterir. Daha önce belirtildiği üzere bu kavramı zorlaş­
tıran şey Nietzsche'nin onu iki şekilde tanımlamasıdır. Birinci tanıma
göre düşüş "hiçlik" özlemi, "ölüm istencidir"; Baudelaire'in çürüme ve
sapma sevgisinde ve örtük olarak da Wagner'in son operalarında açıkça
görülen budur. İkinci tanıma göre düşmüşlük atomlaşma çerçevesinde
açıklanabilir: ister sanattan, ister toplumdan bahsediyor olalım, modern­
liğin düşmüşlüğü, karmaşık birliklerin koruma gücünde yozlaşma, "ha­
yatın bolluğunun" "en küçük biçimlere doğru itilmesi" ve böylece eski
bütünlüklerin tortulara, "kaosa" indirgenmesi demektir.87
Fakat bu nitelendirmeler bana birbiriyle bağdaşmaz görünmüyor.
Nietzsche dekadan (decadent) hale gelenlerin "zayıf ve tükenmiş" ol­
duğunu söyler.88 Hayattan nefret eder ve hayatı terk etmek isterler,
çünkü artık zorlukların karşısına çıkamamaktadırlar. Bunun sebebi,
yani onlarda görülen yüzyıl sonuna (fin de siecle) özgü Weltschmerz
ve hayattan bıkma halinin sebebi atomlaşmada; onların "içgüdülerinin
anarşisi"nde,89 hayatın güçlükleri karşısında "galibiyet" -ve galip ge­
leceğine güven- için gereken tutarlı, azimli eylemi yapabilecek disiplin­
li bütünler olarak kendilerini örgütlemedeki başarısızlıklarında yatar.
Pforta'da söylenebileceği gibi, dekadanlar artık "kendilerini toplayama­
yanlardır " . Nasıl "savaşçı" olunacağını unutmuşlardır.
NIETZSCHE

Wagner ve Baudelaire'in yanı sıra (gerçek) İsa ve Buda'nın da deka­


dan olarak sınıflandırıldığını, zira onların da muhalefetin ve düşman­
lığın karşısına çıkamadığını görmüştük.90 Hıristiyanlığın başarısı da
( "köle" ahlakçılarının nasıl olup da soyluların kalplerini ve zihinlerini
ele geçirebildiği sorusu nihayet burada cevaplanıyor) kısmen düşmüş­
lükten (decadence) kaynaklanıyordu. Yani Yahudi rahiplerinin önceki
ezenler zümresini Hıristiyan metafizik-ahlaki paketi benimsemeye ikna
edebilmelerinin sebebi, onların dünya yorgunu "dekadanlık (decadence)
içgüdülerine" bu paketin çekici gelmesiydi.91 Rahiplerin hedeflerindeki
kitlelerin ruhlarının "hastalıklı"92 durumu, hiçlik istenci, Hıristiyanlığın
-yani hiçlik istencinin kutsallaştırılmasının- kök salabileceği bereketli
bir araziydi.
***

Demin gördüğümüz gibi, Nietzsche son eserlerinde, dünyanın "güç


istencinden başka bir şey olmadığını" belirttiği muhteşem görüsünü
oluşturan üç unsurun hepsinden vazgeçer. Ama buradan güç istencinin
1 870'lerdeki eserlerinde görülen mütevazı rolüne geri döndüğü sonucu
çıkarılmamalıdır. Zira seçilmiş bazı insan davranışlarının derinlerdeki
psikolojisini açığa çıkartmak için faydalı bir araçtan ibaret kalmamış
olan güç istenci, sonuna kadar sağlıklı hayatın ana "ilkesi" olmayı sür­
dürür. Son eserlerde güç istenci, evrensel bir açıklama ilkesinden bir sı­
nırlandırma ilkesine dönüşür, yani sağlıklı hayat ile dekadan hayat ara­
sındaki sınırı belirler.
Demek ki sağlıklı hayat, "doyurulamaz" güç -ya da "büyüme"-93
arayışı olmaya, " daima kendini aşması gereken bir şey" olmaya devam
eder.94 Üstelik Nietzsche'ye göre sağlık en çok eksikliği hissedilen şeydir.
Anladığım kadarıyla, düşmüşlerin bile sağlıklı olmayı tercih edeceğini
ve ancak sağlıklı olma kapasitesinden yoksun kalınca düşmüş veya çök­
müş olduklarını varsaymaktadır. Bunun mantıki sonucuna göre de, kalı­
cı güç arayışı, (sağlıklı) hayatın anlamı olarak, sağlıklı hayatın her türlü
"nasıl"95 sorusuna, dolayısıyla değer standardına96 karşı durabilmesini
sağlayan bir "niçin" sorusu olarak kalacaktır. Biraz eğilip bükülmüş
olmasına rağmen tüm bunlar hala, " hayat, güç istencidir" formülüyle
ifade edilebilir haldedir. Ama şimdi "hayat," betimlemenin yerine de­
ğerlendirmeyi geçirmiştir. Birine artık nevrotik bir ukala olmayı bırakıp
"hayatını yaşamasını" söylememizdeki gibi bir işleve sahiptir.
Güç İstenci'nin Yükselişi ve Düşüşü

"Sağlıklı Canavar'' Problemi

Nietzsche'ye göre ahlakın, "erdemin" bir toplum ya da bireyin "ko­


runması ve büyümesi için en temel yasalara" dayandığını görmüştük.
Fakat Deccal'da, Kant'ın her-boya-uygun ahlak anlayışına karşı çıka­
rak, büyümenin içeriği bireyden bireye ve toplumdan topluma değiştiği
için her birey ya da toplumun "kendi erdemlerini, kendi kategorik buy­
ruklarını icat etmesi gerektiğini" ,97 kendine özgü türdeki gücünün art­
ması için kendi reçetesini yazmasının zorunlu olduğunu öne sürer. Yine
de her türlü güç kullanımını onaylamaz. Bismarck'ın güç siyasetini mut­
lak biçimde reddettiğini görmüştük. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi,
güç kullanımı Putların Alacakaranlığı'nda "kültürel güç" diye adlandı­
rılan gücü yaratmak için gereken enerjiyi, disiplini ve zekayı çarçur edi­
yordu.98 İkincisi, Nietzsche'nin en temel amaçlarından biri olan dünya
barışıyla bağdaşmıyordu. 1 878'den itibaren tüm yazılarında gözlemle­
nen, hatta "çılgın mektuplarında" bile görülen iyi Avrupalı" temasının,
militarizme ve savaşa yol açan küçük milliyetçilikleri aşma arzusunu
ifade ettiğini görmüştük.
Peki, o zaman Nietzsche'nin güç istencinin yüceltilmiş ya da ken­
di deyimiyle "manevileştirilmiş"99 ifadesi olarak onayladığı şey neydi?
"Savaş"tı elbette -sağlıklı insanlar daima, tıpkı Nietzsche'nin kendisi
gibi "savaşçıdır" -ama "barut tozu kullanılmayan bir savaşta " . 100 Ör­
neğin Yunanların "en kuvvetli içgüdüsü" güç istenciydi. Yine de mucize­
vi kültürlerinin en üst noktasına, bu içgüdüyü yüceltip kültürü, tragedya
şenliğini, felsefeyi, sanatı ve bilimi doğuran "mücadeleci içgüdüye" çevi­
rerek erişmişlerdi.101
O halde Nietzsche'nin gönlü doğru yerdeydi. Şiddet, zalimlik ve bar­
barlık insanların hayatından kovulmalıydı. Fakat asıl sorun kafasının
doğru yerde olup olmadığıydı, yani böyle bir kovulmayı temel değer
ilkesi çerçevesinde gerekçelendirip gerekçelendiremeyeceğiydi. Benim
için iyi olan bana has gücü artıran şeyse -bilhassa iri kaslarım varsa ve
diyalektikte ya da tragedya yazımında özellikle iyi değilsem- yüceltil­
miş değil, zalimce gücün bana uygun olduğuna niye karar vermeyeyim?
Neticede, Cesare Borgia'nın bir "canavar" olduğu anlatılır bize, oysa
o canavarda hiçbir "hastalık" izi görülmemiştir. 1 02 Başka vesilelerle de
aynı şeyi, yağmacı Vikingler için de söyler.
826 NIETZSCHE

Nietzsche'nin bu soruya cevabının basit olduğunu düşünüyorum.


Tüm tutkular bir aşamadan geçer ... bu aşamadayken budalalıklarının
ağırlığıyla kurbanlarını aşağı çekerler" . 103 Ayrıca gücün zalimce kulla­
nılmasıyla ilgili hakikat de neredeyse kesinlikle budalacadır. "Sıradan
insanların" istisnai bireye saldırıya geçmesine, geleneksel normlar uğru­
na onu "şehit etmesine" 104 döne döne vurgu yapar. Bu bireyin istisnaili­
ği şiddet içerikli bir sosyopatlık biçimini alırsa saldırı ihtimali inanılmaz
artacaktır. Barbar birey, sağlıklı olabilir. Ama kötü bir sonu olması kuv­
vetle muhtemeldir. Cesare Borgia daha otuz bir yaşındayken sürgünde
ölmüştü.
Nietzsche'nin görüşü bunun neredeyse kesinlikle ileride gerçekleşe­
ceği değildir sadece. Gerçekleşmesi gerektiğini de düşünür. Bu kitap bo­
yunca ileri sürdüğüm üzere, Nietzsche'nin ağırlıklı kaygısı, toplumun bir
bütün olarak gelişmesidir; bir toplum kendini yok etmekle korkutanları,
kendi güç istencini tehdit edenleri bastırmakta haklıdır. Ayrıcalıklı bi­
reyin ayrıcalığını, "sürünün" yok etmesine genellikle üzülür Nietzsche.
Ama her zaman değil. Kendisini cezai zarardan koruma hakkının varlı­
ğından ise hiç şüphe etmez.
27. Bölüm

Son

Basel Kliniği 'nde

ranz Overbeck 1 1 Ocak 1 8 8 9'da, Nietzsche'nin temasta olduğu


Fgeri kalan tek kişiye, yani Heinrich Köselitz'e, bir önceki gün Nietz­
sche'yi kliniğe getirdiğini haber verdi.

[Nietzsche'yi] daha doğrusu ondan geriye kalan ve ancak bir dostunun tanıya­
bileceği döküntüyü [Basel'deki] psikiyatri kliniğine getirdim. Sonsuz büyüklük ku­
runtusundan mustarip, ama dahası var -durumu umutsuz. Daha önce hiç bu kadar
korkunç bir yıkım tablosu görmemiştim. 1

Overbeck onu Dr. Ludwig Wille'ye teslim etmişti. Nietzsche dokto­


ru hemen tanıdı. "Daha önce tanışmıştık," diyerek bir Basel profesörü­
nün kentli asaletiyle onu selamladı: " Fakat ne yazık ki adınızı unuttum.
Sakıncası yoksa . . . ". Doktor: "Wille, ben Wille," diye cevapladı. "Hah,
Wille," dedi Nietzsche. "Siz psikiyatristsiniz. Birkaç yıl önce dini delilik
üzerine sohbet etmiştik. " 2 Nietzsche'nin, her şeyi doğru hatırlamasına
rağmen, nerede olduğunun ve niçin oraya getirildiğinin farkında olma­
dığı açıktır.
Wille "tedrici felç", yani nörosifilis teşhisi koydu, muhtemelen bu
alanda uzman olmasının da bu teşhiste etkisi vardı. (Çekiç kullanmayı
iyi bilenlere her şey çivi görünür, derler. )
Hasta kayıtlarına göre Nietzsche'nin akıl hastanesinde geçirdiği haf­
ta boyunca akıcı konuşması, "mantıksal bağlantısı olmadan" bir araya
getirilmiş, "rengarenk bir önceki deneyimler karmaşasıydı" . Fakat fel­
sefesini bilenler için davranışında belli bir desen vardı, Torino'daki son
haftalarına damga vuran Dionysosçu halin parodisi devam ediyordu.
NIETZSCHE

Her şeyden önce, Torino'daki son günlerinde ortaya çıkan sevinçli


megalomani sürüyordu. "Hasta kendini olağandışı ölçüde iyi ve neşe­
li hissediyor," deniyordu hasta kayıtlarında. Ayrıca yine kayıtlara göre
personelden o günkü korkunç hava için özür diliyor ve "yarına muhte­
şem bir gün" hazırladığını söylüyordu. Annesi geldiğinde ailevi mesele­
ler üzerine uzun uzadıya ve tümden tutarlı bir sohbetin ardından aniden
"Huzurlarınızda Torino tiranı! " diye bağırdıktan sonra anlaşılmaz bir
şeyler mırıldanmaya başlamıştı. İkincisi, "cümbüş psikolojisi "3 kendini
göstermeyi sürdürüyordu. Gördüğü herkesi seviyor, kucaklamak istiyor,
açıkça Dionysosçu cümbüşü taklit ederek şarkı söylüyor, oynuyor ve
keçi gibi hoplayıp zıplıyordu. Ayrıca şehveti de artıyordu (muhtemelen
marihuananın etkisine benzer şekilde). Çok fazla yiyor, sürekli daha faz­
la yiyecek istiyor, erotik rüyalar gördüğünü söylüyor ve sıklıkla "dişiler"
istiyordu (Nietzsche-eşcinseldi teorisinin tabutuna bir çivi daha).
17 Ocak'ta Basel tren istasyonuna götürüldü. Oradan Naumburg ya­
kınlarındaki Jena'da bulunan bir kliniğe nakledilecekti ve annesi düzenli
olarak onu ziyaret edebilecekti. Yanında Franziska, genç Dr. Mahly (Nietz­
sche ortaokulda onun öğretmeniydi) ve bir gardiyan vardı. Overbeck son
bir veda için istasyona gitti. Ayrıldıktan sonra Köselitz'e şöyle yazdı:

Çok korkunç ve unutulmaz bir andı. Nietzsche'yi merkez istasyonun donuk bir
ışıkla aydınlatılmış giriş salonunda iki eşlikçisinin kılavuzluğunda ilerlerken gördüm.
Hızlı ama sendeleyerek yürüyordu, duruşu dik ve gayri tabiiydi, yüzü tamamen ifa­
desizdi ... Bu zavallı adamı akıl hastanesine göndermek yerine canını almanın bir
dostun görevi olduğu düşüncesini kafamdan bir türlü atamadım. Bir an önce canın­
dan kurtulmasından başka dileğim yok artık ... Nietzsche'nin işi tamamen bitmiş (Mit
Nietzsche ist es aus).4

Overbeck dostunu trendeki kompartımanda buldu. Nietzsche onu


görünce "hararetle bağrına bastı ve onu 'herkesten çok sevdiğini' söyle­
di"5 -Overbeck bu sevgiyi defalarca hak etmişti.

Jena Akıl Hastanesi'nde

Jena Üniversitesi'nin psikiyatri kliniğini Profesör Otto Binswanger


yönetiyordu. Nietzsche 1 8 Ocak 1 890'da bu kliniğe kabul edildi ve 24
Son

Mart'a kadar orada kaldı. Trende annesine karşı bir öfke nöbetine girdi­
ğinden hemen uyuşturulmuştu. Hasta kayıt defterinde "dini: Protestan;
durumu: tedrici felç; sebep: frengi" diye kaydedilmişti. ( " Din" hanesin­
deki kayıt, sağlık durumuna dair bilginin güvenilirliğini pek artırmıyor
doğrusu . ) Bir başka deyişle, Wille'nin teşhisi Binswanger -uzmanlık ala­
nı tedrici felçti- tarafından sorgulamaya ya da muayeneye gerek duyma­
dan kabul edilmişti.
Nietzsche fiziksel bakımdan iyi durumdaydı. Muazzam iştahı neti­
cesinde kilo aldığı için iyi görünüyordu ve en azından sonraki iki yıl
boyunca güçlük çekmeden üç dört saat yürüme kapasitesini korudu.
Fakat bundan sonra zaman zaman aklı biraz yerine gelse de zihinsel
sağlığı hızla kötüleşti. Tıp öğrencilerine yönelik bir derste kürsüye çıka­
rıldığı (hasta onurunun pek öncelikli görünmediği açıktı) bir seferinde
Binswanger'le konuşması bir öğrenci tarafından not edildi. Nietzsche
bu konuşmada Torino'nun güzelliklerinden, büyük şehirler ile küçük
şehirlerin göreli avantajlarından, öğrencinin daha önce hiç görmediği
kadar "inandırıcı bir içerik katarak ve büyüleyici bir üslupla" bahsetti,
ama sonra konuyu unuttu ve tutarsız bir şeyler gevelemeye başladı.6 Öte
yandan müzik yeteneği sakatlanmamıştı: Köselitz onu ziyaret ettiğinde
piyanoyu kusursuz bir şekilde doğaçlama çaldığını aktarmıştı: Şahane
orkestra efektlerinin yanı sıra " Tristan'ın ruhuyla dolu" akor kümeleri,
"dramatik yavaşlamalar, trombon koroları ve Beethovenvari amansız
trompet fanfarları . . . "7
Hala zaman zaman "Dionysosçu" taşkınlık anları yaşıyordu. Ken­
dini Cumberland Dükü ya da Alman İmparatoru ve bazen de Cosima
Wagner'in kocası olarak tanıtıyordu. " Baron X" diye biri (hasta raporu­
nun burasında diğer hastanın adı gizli tutulmuş) zither [kanuna benzer
bir çalgının Almanca ismi-r.] çalmaya başlayınca Nietzsche ayağa fırlı­
yor, bir gardiyan onu sakinleştirinceye kadar oynuyordu. "Gençliğinde
çok iyi bir dansçı olmalı," demişti bu isimsiz hasta Nietzsche için.B
Ama (kendi felsefesinde "Apolloncu" diye ifade edilebilecek) kont­
rolü kaybetmesinin o kadar çekici olmayan başka yönleri de vardı. Bir
bakıma bebekliğine dönmüştü; dışkısını duvarlara sıvıyor, kakasını yap­
tıktan sonra kağıda sarıp masanın çekmecesine koyuyor, çizmesinin içi­
ne idrarını yapıp sonra içiyordu.
NIETZSCHE

Taşkınlık anlarının sıklığı azalmasına rağmen, Nietzsche'nin Jena kli­


niğindeki genel ruh hali derin bir mutsuzluk içinde olduğunu gösteriyor.
Öfke patlamaları çok sıktı: Bir seferinde başka bir hastayı tekmeledi,
başka bir seferinde de pencereye yumruk attı. Sıklıkla paranoyak ku­
runtu nöbetleri geçiriyordu -muhtemelen öfkesi de çoğunlukla bundan
kaynaklanıyordu. Geceleyin işkence gördüğünü ve bir arşidüşesin onu
zehirlemeye çalıştığını sanıyordu. Başka bir pencere pervazını da arka­
sında bir tüfek namlusu gördüğü için kırmıştı. Kendini korumak için bir
tabanca istemişti.
1 8 8 9 sonunda sanat tarihçisi, Nietzsche hayranı ve Rembrandt als
Erzieher'in ( 1 8 90; Eğitici Olarak Rembrandt) yazarı Julius Langbein
ilaç vermek yerine terapinin Nietzsche'ye daha uygun olduğu ve kli­
nikte ona kötü davranıldığı konusunda Franziska'yı ikna eder gibi
oldu. Nietzsche'yi kendilerine mal eden Nazilerin öncüsü olan Lang­
bein, Yahudi karşıtı bir mistik-demagogdu ve Yunan büyüklüğünün
mirasçılarının Almanlar olduğunu iddia ediyordu. Nietzsche'yi Nazi
hareketinin sembolik lideri yapmak isteyen Langbein iki yıllığına onun
yasal gözetmeni olmak ve emekli aylığını da kontrol etmek istiyordu.
Nietzsche bu adamı görür görmez ondan nefret edecek, masayı devirip
yumruğunu sallayacak kadar aklı başındaydı hala. Gelgelelim, Over­
beck nihayet Franziska'yı adamın niyetinin kötülüğüne ikna edene
kadar Nietzsche bu sürüngenle birkaç kez yürüyüşe çıkmak zorunda
bırakıldı.
1 8 90 Mart'ının sonunda Franziska onu Jena'daki özel bir tesise taşı­
maya karar verdi. Burada tıbbi gözetimi devam etmesine rağmen daha
mutlu ve sessiz görünüyordu. Hala çok güzel piyano çalıyor -başka şey­
lerin yanı sıra Beethoven'ın Opus 3 1 sonatını- ve annesiyle uzun yürü­
yüşlere çıkıyordu. Fakat bu yürüyüşlerden birinde bir felaket gerçek­
leşti. Annesinin gözetiminden bir ara kaçıp bir hamam bulmaya gitti.
Hamamın kapalı olduğunu görünce de, okul günlerinden beri hem yüz­
meyi sevdiği hem de iyi bir yüzücü olduğu için şehrin gölünde yüzmeye
karar verdi ve üstünü başını çıkardı. Franziska onu en sonunda bir po­
lisle tatlı tatlı sohbet ederken buldu. Onu güçlük çekmeden kliniğe geri
götürdüler. Ama kliniktekiler, güvenlik konusundaki ünlerini kaybetme
korkusuyla deliye döndüler. Nietzsche'nin tekrar kapatılması ihtimali
doğunca, anne ile oğlu aceleyle Naumburg'a döndü.
Son

Naumburg'da

12 Mayıs 1 890'da Nietzsche otuz iki yıl önce ayrılıp Pforta'ya git­
tiği Weingarten sokağındaki evde buldu kendini. Franziska'nın yedi yıl
sonraki ölümüne kadar oğluna bağlılığı ve sadık hizmetçisi Alwine'nin
yardımıyla onun bakımına gösterdiği titizlik olağanüstüydü. Fritz'in ay­
kırı zihninin artık annesinin sevgisini hüsrana uğratamayacak bir hal
almasının, dolayısıyla Franziska'nın nihayet oğluna yeniden kavuşma­
sının bir nevi mutluluk yarattığı çıkarımında bulunabiliriz muhtemelen.
Nietzsche'nin fiziksel durumu ilk başta makul bir durumda olmasına
rağmen hızla kötüleşti. 1 89 1 sonunda el becerisini yitirmesi yüzünden
piyano çalamamaya başladı ve ertesi yılın sonunda esasen yatağa ve te­
kerlekli sandalyeye mahkum kaldı. Sonraki yıl Franziska, Nietzsche'nin
tekerlekli sandalyeyle verandaya çıkarılıp hava alabilmesi için üst kat­
taki odanın duvarına bir kapı yaptırmak zorunda kaldı. Yatak yarasını
önlemek için masaj zorunlu olmuştu. Nietzsche artık Paul Deussen gibi
eski dostlarını tanıyamıyor, hatta annesinin kim olduğundan da zaman
zaman şüphe ediyordu. Giderek hissizleşiyordu, bebekler ve başka ço­
cuk oyuncakları dışında hemen hiçbir şey ilgisini çekmiyordu. Hala za­
man zaman konuşuyordu, ama çoğunlukla beyni yıkanmış okul çocuk­
ları gibi kalıp cümleler sarf ediyordu. Franziska bunlardan bazılarını
kaydetmişti: "Çok tercüme yaptım. " "Naumburg denen iyi bir yerde
yaşadım." "Saale'de yüzdüm. " " Çok iyiyim çünkü iyi bir evde yaşa­
dım." "Bismarck'ı seviyorum. " " Friedrich Nietzsche'yi sevmiyorum. "
Bir bakıma bitkisel hayattayken de mutlu olduğunu düşünmek isteyebi­
lir insan, ama görünüşe bakılırsa bu mutluluktan da yoksundu. Ömür
boyu devam eden uykusuzluk laneti devam ediyordu ve alt kata gelen
ziyaretçiler sıklıkla yukarıdaki inleme ve feryatlardan rahatsız oluyordu.
Franziska 1 893 sonunda onun "Daha fazla ışık! " (Goethe'nin ölmeden
önce söylediği söz) dediğini, ayrıca "Kısaca, ölü! " dediğini kaydetmişti
ve buradan onun ölmek istediği sonucunu çıkarıyordu.

Yıldızlaşmak

Kaderin kötü bir oyunu sonucu Nietzsche'nin zihinsel çöküşü, ünü­


nün katlanarak artmasıyla aynı döneme denk geldi. Daha 1 8 89 Şubat'ın-
NIETZSCHE

da Allgemeine Schweizer gazetesi onun zihinsel çöküşünün haberini,


Shakespeare'den (Ophelia'nın Hamlet hakkında söylediği sözleri) alıntı
yaparak "ne büyük bir zihin devrildi burada" diye vermişti. Aynı ay
Unsere Zeit dergisinde on sekiz sayfa süren, "Friedrich Nietzsche: Siste­
minin Özeti ve Kişiliği" adlı bir inceleme yayımlandı. İncelemenin yazarı
Ola Hansson sonraki yıl aynı metni genişleterek Friedrich Nietzsche:
hans Personlighed og hans System ( 1 890; Friedrich Nietzsche: Kişiliği ve
Sistemi) adıyla kitap olarak yayımladı. (Hiç şüphesiz Hansson "sistem
istenci dürüstlükten yoksunluktur" aforizmasını gözden kaçırmıştı. )
1 8 89 Mayıs'ında Nietzsche'nin aforizmalarından o n ikisinin İngilizce
çevirisi New York Century Magazine'de yayımlandı. Nietzsche üzeri­
ne kitaplar hızla çoğaldı: Lou Salome'nin sezgisel içgörülerle dolu eseri
1 894'te yayımlandı -Overbeck onun eldeki en iyi eser olduğunu düşü­
nüyordu- sonraki yılın hasadı içinde Elizabeth'in Nietzsche piyasasında
voliyi vurma yönündeki iki ciltlik girişiminin birinci cildi de vardı.9 (Bu
temelden zehirli eser Nietzsche'nin hayatını anlatırken üç şeyi başaracak
şekilde tasarlanmıştı: (a) Lou Salome'yi mahvedecekti (Lou'nun kitabı
çıktığında Elizabeth onun bir Finli Yahudi olduğu söylentisini yaymıştı),
(b) ağabeyinin hayatında annesinin önemli bir faktör olduğunu gizleye­
cekti ve (c) Elizabeth'in hakiki bir başrol oyuncusu olduğunu göstere­
cekti. ) Tüm Almanya'dan ve daha uzaktan hacılar Naumburg'a gelip
Weingarten sokağındaki evin önünde beklemeye başladı. Delirmiş filo­
zofun üst katın penceresinden görüneceğini umuyorlardı. Tavanarasın­
daki-deli-kadın tarzı Viktoryen romanlar çağında Nietzsche'nin deliliği,
olsa olsa felsefesinin hayranlarını artırabilirdi.

Elizabeth Para Kazanma Peşinde

Försterlerin Paraguay macerası neredeyse daha en baştan derin sıkın­


tılarla başlamıştı. Vasıf ve planlamadan ziyade Aryan ideolojisine dayan­
dığı için çok geçmeden su sıkıntısı baş göstermiş, keresteyi herhangi bir
pazara götürecek kara ya da demiryolu olmadığından ekonomik temeli­
ni yitirmişti. Försterlerin temel ihtiyaç malzemeleri için yerleşimcilerden
aldığı para yüzünden sürtüşmeler yaşanmış ve kendi evlerinin büyük­
lüğü ciddi öfke yaratmıştı. Yerleşimcilere sattıkları arazileri aslında hü-
Son

kümetten kiralamışlardı, bu yüzden memnun olmayan yerleşimciler git­


mek istediğinde verdikleri depozitonun kira ödemeleri için harcandığını
öğrenmişlerdi. 3 Haziran 1 8 89'da Bernhard Förster morfin ve striknin
bileşimiyle kendini zehirledi ve bir Paraguay otelinde tek başına öldü.
Elizabeth'in uzun sahtekarlık kariyeri de böyle başladı. (Sahte bir Güç
İstenci üretmenin, Ecce Homo ve Deccal'ı sansürlemenin, Nietzsche'den
kendisine sahte mektuplar yazmanın yanı sıra, babasının ölüm sebebi­
ni merdivenden düşmek, ağabeyinin delilik sebebini ise aşırı çalışma ve
çok uyku hapı almak olarak göstermişti.) Yerli bir doktora rüşvet verip
kocasının kalp krizinden öldüğüne dair bir belge aldı -ama bu belge işe
yaramadı, çünkü intihar haberi çoktan yerel gazetelere ulaşmıştı.
Elizabeth 1 890 sonunda Avrupa'ya döndü, orada 1 892 ortasına ka­
dar kaldı ve hayret verici şekilde proje için başka gönüllüler ve para
bulmaya çalıştı. En büyük yerleşimci gazetesi olan Südamerikanische
Kolonial-Nachrichten'de Fritz Naumann adlı bir yerleşimci Elizabeth'in
Nueva Germania'ya (Yeni Almanya) yeni yerleşimciler çekmekle "suç"
işlediği iddiasında bulundu. Yapılan soruşturma neticesinde gazete de
ona hak verdi ve bir başyazıyla girişimin "deneyimsiz ve saf insanları
kandırmaya yönelik, vicdansızca ve zalimce bir faaliyet" olduğunu ilan
etti. Elizabeth'in eski müttefiki Paul Ulrich de sonraki yıl gazeteye gön­
derdiği bir yazıda Elizabeth'in yalancı, hırsız ve koloni için bir felaket
olduğunu duyurarak, yerleşimcileri onu dışlamaya teşvik etti.10
Elizabeth 1 893 Eylül'ünde oyunun artık bittiğini görünce elinde ka­
lan mülkleri paraya çevirip kalıcı olarak Avrupa'ya döndü. Artık çok
daha göz alıcı ve kar potansiyeli taşıyan bir işe girmeye karar vermişti:
Nietzsche işletmesi. Soyadım resmen Förster-Nietzsche olarak değiştir­
dikten sonra (Yahudi karşıtlığı ile Yahudi-karşıtları-karşıtlığının çelişkili
bir bileşimini yaratmıştı), Nietzsche işletmesinin tam kontrolünü almak,
hem eserleri hem de hayatından geriye kalan döküntüyü tek başına
kontrol etmek için muazzam enerji rezervini, acımasız vicdansızlığını ve
sınırsız güç istencini seferber etti.
Elizabeth, ağabeyinin "savaşçı" zihniyetine gayet uygun olarak (gerçi
kaba saba, gayri "manevi" bir biçimde) iki yönlü bir strateji izledi ve
hem yayımlanmış hem yayımlanmamış edebi eserlerini ele geçirmek için
çabaladı. İlk önce aklına belgeleri toparlamak ve Nietzsche'nin anısını
yaşatmak için bir Nietzsche Arşivi kurmak geldi. Burada özel "Nietz-
NIETZSCHE

sche faaliyetleri" yapılacak ve genel olarak Nietzsche'ye tapınmak için


bir mabet oluşturulacaktı. 1 8 Kasım 1 893'te annesinin evinin zemin ka­
tındaki yeniden döşenmiş iki odada, arşivi faaliyete geçirdi. Sonraki yıl,
henüz yayımlanmamış olan Deccal dahil kutsal metinlerden okumalar
yapmak için toplantılar düzenlenmeye başladı; zaman zaman yukarıdan
gelen haykırışlar ve inlemeler rahatsız edici olabiliyordu.
Franziska'nın onayı, Overbeck'in tavsiyesi ve Naumann'ın teşvikiyle
(firmasının mali sağlığı Nietzsche'nin metinlerine fazlasıyla bağımlı hale
gelmişti) Köselitz 1 89 1 'den beri bir bütün eserler baskısı hazırlamak için
yoğun olarak çalışıyor ve her esere birer giriş yazıyordu. Yorumlarının
genel çizgisine dair Overbeck'e yazdıklarına bakılırsa bu girişler adaletli,
ilginç, doğru ve yeterince uygun derecede tarafsızdı. "Sayın öğretmen,"
diye yazıyordu Overbeck'e,

Zerdüşfün girişinde ... Nietzsche'nin öğretisinin belli bir veçhesini vurguladım


-insan ilk önce kendine egemen olmalıdır: her bir birey, içindeki dürtüler dünyası
çerçevesinde temel ahlaka sahip çıkmalıdır. Geri kalanı -başkalarına egemen ol­
mak- kendiliğinden gelir. "Üstinsan"ı bir nitelik, bir soyutlama haline getirdim, ama
Nietzsche'nin başka bir anlam yüklediğini biliyorum. Disiplinin (Zuch�. Nietzsche'nin
zorunlu gördüğü ... büyük ustalarından bahsetmeden önce okurun bu anlayışa alış­
ması için on yıl kadar zaman vermeyi düşünüyorum ... Nietzsche'nin rütbe sıralaması
sorunu üzerine söylediklerine benzer bir şey hiç görmediğimi itiraf etmek zorunda­
yım: en yakını Platon ... Nietzsche demokratik bir çağda bir halkı örgütlemek istiyor. 1 1

B u ifade tam da elinizdeki kitap boyunca öne çıkarmaya çalıştığım


cemaatçi, Platon'a-bağımlı bir Nietzsche felsefesi okumasının önemli bir
açıdan doğrulanmasıdır, üstelik onun niyetlerini herkesten iyi bilen bi­
rinden gelmektedir.
1 893 sonunda bu toplu eserlerin beş cildi basılmıştı. Ama işin ken­
di denetimi dışında yürümesine katlanamayan Elizabeth sonunda
Köselitz'e artık hizmetlerine ihtiyaç olmadığını söyledi. "Kim seni editör
yaptı ? " dedi ve basılan bu nüshaların hepsinin toplatılmasını emretti.
Sonraki yıl Köselitz'in yerine genç, piyano çalan bir şairi tuttu; felsefe
doktorası olan ve Nietzsche'ye büyük hayranlık duyan bu son derece
yakışıklı şairin adı Fritz Kögel'di. Toplu eserler için ikinci bir girişim
üzerinde çalışma talimatı da aldı Kögel.
Son

Bu arada Nietzsche'nin metinlerinin bütün haklarının hukuken Fran­


ziska ve sembolik bir kuzende olması gibi bir sorun vardı. Franziska'nın
direncini kırmak için uzun süreli bir seferberlik yaşandı. Sonunda (Eli­
zabeth bu süreçte Nietzsche'nin annesine yazdığı bir deste mektubu da
çalmıştı), Franziska, üzerindeki bu hakları Arşiv'e, yani Elizabeth'e dev­
retmeye razı edildi; karşılığında 30.000 mark peşin ödeme yapılacak,
yıllık 1 .600 mark da telif ücreti verilecekti. Elizabeth'in anlaşmayı ya­
pabilmesini sağlayan iddiası, bir grup hayranın bir araya gelerek hakları
Arşiv'e almak için 30.000 mark teklif ettiğiydi. Halbuki aslında bu para
Elizabeth'in, hayranları "kefil" yaptığı bir banka kredisiydi.
Yeni toplu eserler çalışması ilk başta iyi gitti, Elizabeth çekici genç
Kögel'le işbirliği yapmaktan çok hoşnut kalmıştı. Fakat çok geçmeden
ilişkiler gerildi. Kögel onun, metinlerin bazı parçalarını örtbas etme,
hatta bazılarının da sahtesini hazırlama planını fark etmiş ve asıl söyle­
nenlere dair özel bir kayıt tutmaya başlamıştı. Ayrıca Elizabeth'in bakış
açısına göre Kögel ona değil, bir Weimar profesörünün kızına aşık ol­
mak gibi korkunç bir günah da işlemişti.
1 896 ortasında Elizabeth, Nietzsche'nin kütüphanesinin düzenlen­
mesi için Arşiv'e yardım eden Rudolf Steiner'den felsefe öğrenmeye
karar verdi. Böylece filolojik iş için daha donanımlı olacaktı. Steiner
(daha sonra antroposofinin [insan doğası bilimi-r.] kurucusu oldu) ona
fiilen düşük not verdi, "incelikli, hatta kaba mantıksal ayrımlara dair
anlayıştan tamamen yoksun" olduğu yorumunu yaptı ve "olgulara ve
nesnelliğe saygının uzağından bile geçmiyor" dedi. 12 Ama bu görüşünü
başarıyla kendine saklamış olmalı, çünkü Elizabeth ona Kögel'in yeri­
ne geçip toplu eserlerin editörlüğünü yapmasını önerdi. Steiner akıllıca
davranarak onu reddetti. Sonraki yıl Kögel de işten atıldı ve onun dü­
zenlediği baskıdan vazgeçildi. Nihayet 1 898'de toplu eserlerin basılması
için üçüncü bir girişim başladı; kullanılan kağıdın boyutlarından dola­
yı Grossoktav • baskısı denilen bu toplu eserlerin basımına altı editörle
başlandı. Bunların arasında Köselitz de vardı; onun eşsiz niteliklerini
fark eden Elizabeth tekrar Arşiv'e dönmesini sağlamıştı. Köselitz'in nef­
ret ettiği bir kadının bu ayartıcılığına niçin kapıldığı belirsizdir. Muhte­
melen metinlerin çok kötü bir şekilde saptırılmasını önlemeyi umuyor-


Bir tabaka kağıdın 1 5x 1 3 santimlik on altı sayfa formaya basıldığı kitap-e.n.
NIETZSCHE

du. Böyle bir umudu varsa suya düşmüş olmalı, çünkü 1 899 ile 1 9 1 3
arasında cilt cilt çıkan baskılar, daha önce de belirtildiği gibi, filolojik
açıdan rezaletti.
***

Elizabeth'in ikinci stratejik hedefi ağabeyinin hala önemli bir potansi­


yele sahip bir kültürel nesne olan bedenini kontrol etmekti. Paraguay' dan
kesin dönüş yaptıktan kısa süre sonra bu amaçla annesine eziyet etmeye
başladı. Franziska ve sadık aile doktoru Oscar Gutjahr'ın (aslında örnek
alınması gereken) bakımının yetersizliğine tıp otoritelerini ikna etmeye
çalıştı ve Nietzsche'nin Naumburg'daki ayrı konutunda kendi bakımına
verilmesini talep etti. Sonra 1 895'te lüzumsuz olduğu bahanesiyle Ba­
sel aylığını kestirmeye çalıştı, Franziska'nın bu aylık olmazsa ganimeti
teslim etmek zorunda kalacağını biliyordu. Overbeck bu oyunu bozdu,
dolayısıyla hem kendisi hem de Basel'le alakası olan herkes Elizabeth'in
sonsuz nefretini kazandı.
Kızının eziyetlerinden çok yıpranan Franziska hastalandı ve iki ay
sonra, 20 Nisan 1 897'de (Hitler'in sekizinci yaş gününde) 71 yaşında
öldü. Elizabeth nihayet ikinci stratejik hedefine de ulaşmıştı.

Weimar'daki Mabet

Almanya'nın en büyük edebi şahsiyeti olan Goethe'nin evinin ve artık


Goethe-Schiller Arşivi'nin bulunduğu yer olan Weimar, Naumburg'dan
elli kilometre uzaktaydı ve Alman kültürünün (Kultur) kalbi sayılıyordu.
Elizabeth tam bir cin fikirli pazarlamacı gözüyle baktığı için kendisini,
Arşiv'i ve ağabeyinden geriye kalanları Weimar'a taşırsa, Nietzsche'nin
de bu kalbe ait olduğu fikrini daha iyi işleyebileceğini düşünüyordu.
1 897 Mayıs'ında Villa Silberblick'i (Villa Şehla) satın alan Meta von
.
Salis'in cömertliği sayesinde aradığı fırsatı buldu. Meta dört katlı, şehir
merkezine yarım saat yürüme mesafesinde, o sırada mısır tarlalarıyla
çevrili ve panoramik bir şehir manzarası olan bu evi tamamen onun
kullanımına verdi; burayı hem kendisi ve ağabeyi için bir konut hem de
arşiv mekanı olarak kullanabilecekti.
Elizabeth tam kendisinden beklendiği gibi davranarak hemen ve hiç
sormadan bir sürü değişiklik ve yenileme talimatı verdi. Böylece ev sade-
Son

ce arşiv için uygun olmakla kalmayacak, aynı zamanda görkemli yaşam


tarzına da yaraşır hale gelecekti -tüm masrafları da evin sahibi karşı­
layacaktı. Meta çok sinirlendi, başka atışmalar da yaşandıktan sonra
ertesi yıl Elizabeth'le her türlü ilişkisini kesti. 1 899'da evi Elizabeth'in
kuzeni Adalbert Oehler'e sattı ve o da nihayet evi 1 902'de Elizabeth'e
devretti. Böylece Elizabeth Belçikalı Henry van der Velde'yi tutarak bü­
tün binayı bugünkü art nouveau .. üslubunda baştan inşa ettirdi (bkz.
Resim 30).
1 887 Ağustos'unda ağabey ve kız kardeşi Villa'ya taşındılar. Eliza­
beth artık hak ettiğini düşündüğü şekilde yaşamaya başlamıştı. Ziya­
retçiler tren istasyonunda üniformalı uşaklar tarafından karşılanıyor­
du, kendisi de şehre en kısa yolculuğunda bile arabasını kullanıyor ve
hizmetkarlarını yanında götürüyordu. ( 1 930'larda Hitler de dahil ol­
mak üzere pek çok Nazi ileri gelenini evine davet etti [bkz. Resim 32]
-onların bıraktığı pis koku bugün hala hissedilir. Fakat Nietzsche'ye
dair bir ize rastlayamazsınız.)
Elizabeth Arşiv'i ağabeyinin mabedine dönüştürdü; portreler, kitap­
lar ve el yazmaları yarı kutsal yadigarlar gibi sergileniyordu. Özellikle
gözde konuklar yukarıya, artık iyice zayıflamış, neredeyse bir deri bir
kemik kalmış, gözleri çukura kaçmış büyük düşünürün huzuruna çı­
karılıyordu. Nietzsche'nin sağ yanına felç inmişti ve o tarafını boş yere
ovuşturup duruyordu. Ziyaretçilerden birinin hatırladığı kadarıyla, kız
kardeşi yeşil-menekşe rengi damarlı ve soğuk, yumuşak elini uzatmaya
onu ikna ettiğinde kendini yaşayan biriyle değil bir cesetle tokalaşır
gibi hissetmişti. Nietzsche'nin hayatının son yılında gelen başka bir
ziyaretçi de 1 896'da kendi senfonik şiiri İşte Böyle Dedi Zerdüşt'ün
(Also sprach Zarathustra) notalarını Arşiv'e hediye etmiş olan Richard
Strauss'tu.
Ziyaretçilerin karşısına tamamen niteliksiz bir adam çıkıyordu, is­
tedikleri fanteziyi yükleyebilecekleri boş bir levhaydı adeta. Gerçi he­
men her seferinde peygamber ve kahini, Zerdüşt-Nietzsche'yi görmek


Yeni Sanat olarak da bilinen, 1 890- 1 9 1 0 arasında Avrupa ve ABD'de mimarlık, iç
dekorasyon vb. tasarım alanlarında yaygınlaşmış, ince, uzun çizgilerin yoğun olarak
kullanıldığı süsleme ağırlıklı sanat anlayışı. Belçikalı ressam, mimar ve iç mimar van
der Yelde, bu akımın önde gelen isimlerindendi. Hayatının büyük bir kısmını geçir­
diği Almanya'nın mimarisinde etkili olmuş isimlerdendir-r.n.
NIETZSCHE

istiyorlardı: Delirmemiş, daha ziyade Ernst Bertram'ın (Nietzsche'yi


mitleştirip Nazi kahramanı haline getirmeye çalışacak olanlardan biri)
yazdığı kadarıyla "mistik aleme yükselmiş" ' daha yüce bir aleme "gu­
rurla geçiş yapmış" birini bekliyorlardı. Grossoktav baskısının editör­
lerinden biri olan Ernst Horneffer'in gördüğü Nietzsche ise şöyle bi­
riydi: " ilahi sadelikte bir peygamber . . . saygıdan dehşet içinde donup
kaldım. İlk gördüğüm şey o geniş alnıydı. Vücut yapısında Goetheci,
Jüpiter benzeri bir şeyler vardı", bu alın "artık kendi yüceliğini reddet­
meyen" bir adama aitti . 1 3 Rudolf Steiner de yarı dinsel havaya kendini
kaptırmıştı:

O sırada, Nietzsche beyaz, kıvrımlı giysisiyle uzanırken [bkz. Resim 31] -kalın
kaşlarının altındaki geniş ve derin gözlerinde bir Brahman'ın bakışıyla, esrarengiz ve
sorgulayıcı yüzündeki asaletle ve bir düşünürün cesur, haşmetli başıyla- herkes bu
adamın ölemeyeceğini hissediyordu; aksine, eşsiz bir iftiharla bakan gözleri sonsuza
dek insanlığın ve bütün görünüş dünyasının üstünde olacaktı. 1 4

Elizabeth de bu mitleştirmeyi teşvik ediyordu elbette -bir yarı-tan­


rının kız kardeşi ve koruyucusu olmak hem kendine güven hem ticaret
açısından çok iyi sonuçlar veriyordu. 1 8 98'de Friedrich Krause'ye bir
büst sipariş etti ve böylece Nietzsche'nin "ebedi gözünün" insanlığın
geleceğinin üzerinde olmasını somutlaştırdı. Ayrıca Curt Stoeving'e yap­
tırdığı bir bronz rölyefte de filozofun hevesli yüzü gelecekten gelen ışıkla
aydınlanıyordu ve Zerdüşt'ün kartalı (gayet münasip bir şekilde hem
onun hem de Almanya'nın "gurur" sembolü) arka planda görülüyordu.
Fritz Schumacher'in tasarladığı Nietzsche anıtında ise, kendi sözleriyle,
"durgun, yuvarlak bir mabet vardı, tek başına yüksek zeminde duru­
yordu, tepesinde insanlığın dahisi kollarını göğe doğru kaldırmıştı ve ar­
kada devasa karanlık şekiller zincirlerle bağlı duruyordu" , ı s bu tasarısı
sayesinde Weimar'a davet edilmesi hiç de şaşırtıcı değildi. Diğer eşyalar
turist pazarı için toplu üretiliyordu: Nietzsche'nin genç görünümlü büs­
tünün ve kartalın bulunduğu Arşiv'i gösteren resimli posta kartları ve
şöminenin üstüne koymak için tasarlanmış, Nietzsche'yi koltukta otu­
rurken tasvir eden bir alçıdan heykeldi bunlar.
Son

Nietzsche'nin Ölümü

Nietzsche 1 898 yazında bir felç geçirdi, sonraki yılın Mayıs ayında
ise daha kötü bir felç daha geçirdi. 25 Ağustos 1 900'de, yani hem Al­
manya hem de dünya için en büyük korkularının gerçekleşeceği yüzyıl
başladıktan sekiz ay sonra16 öldü. Gözlerini (artık Nietzsche'nin verdiği
" Peter Gast" müstear ismini kullanmakta ısrar eden) Köselitz kapattı,
ama sağ göz bir türlü tam kapanmadı, bu yüzden tabutunda yatarken
kirpiklerinin altından bu gözünün beyazı ve gözbebeğinin dibi görünü­
yordu. Tekerlekli sandalyede Arşiv'in lideri tarafından Berlin'den getiri­
len önemli olduğu kadar kendini beğenmiş sanat tarihçisi Kurt Breisig'in
söylev verdiği tören Arşiv'de yapıldı. Fritz Schumacher hikayeyi şöyle
anlatır:

O anki havanın derinden hissedilen birkaç ciddi söz gerektirdiği açıktı ... Ama
konuşmacı bir tomar kağıt çıkarıp okumaya başladı. Tomarı tutmakta zorlandığı için
Frau Förster'in dikiş kutusundan bir kürsü uyduruldu hemen. Sonra da bize Nietz­
sche fenomeninin kültürel-tarihsel analizini amansızca okumaya koyuldu. O kadar
sıkıcı bir ana az rastlanır. Akademisyenlik bu adamı mezarına kadar takip etmişti. Bir
anda dirilseydi herhalde konuşmacıyı pencereden atar ve bizi mabetten kovardı. 1 7

Nietzsche vasiyet ettiği gibi gömülmek yerine -1 8 86'da Elizabeth'e


Sils Maria'daki Chaste yarımadasına gömülmek istediğini yazmıştı- I S
hemen yakınında doğduğu Röcken kilisesinin bahçesinde ebeveynlerinin
arasına gömüldü. Kilise çanları çaldı ve artık tamamen mitleştirme işine
kendini kaptıran Köselitz'in cenaze söylevi "Küllerin huzura kavuşsun!
Tüm gelecek nesiller adını saygıyla ansın! " sözleriyle sona erdi.
Elizabeth ise 1 935'te öldü. Arşiv'e mali yardımda bulunmakta olan
Hitler birkaç yüksek rütbeli Nazi komutanıyla birlikte onun cenazesine
katıldı. Elizabeth ölürken son bir kez daha ağabeyine saygısızlık etmeyi
başardı. Talimatları doğrultusunda Nietzsche'nin cenazesi çıkartılıp yan
tarafa gömüldü ve böylece Elizabeth ebeveynleri arasına yerleşebildi. İş,
güç siyasetine gelince kazanan hep Elizabeth olmuştu.
28. Bölüm

Nietzsche'nin Deliliği

ietzsche'nin sorunu neydi ? Niçin delirmişti? Bu soru gerek boş za­


Nmanlarını ölmüş ünlülere teşhis koymakla geçiren tıp çevrelerinde,
gerekse Nietzsche araştırmacıları arasında çok tartışılmıştır. Araştırma­
cılar çoğunlukla sonuca çıkar açısından bakıyorlardı. Genel konuşur­
sak, Nietzsche'nin hayranı olanlar saf fizyolojik bir teşhisi tercih eder
-genellikle de geleneksel frengi teşhisini- ama Nietzsche'yi sevmiyor­
larsa psikolojik teşhisi yeğlerler. Yani Nietzsche'nin deliliği kişiliğinden
kaynaklanan psikolojik faktörlerin ürünüyse, felsefesinin de aynı fak­
törlerce kirletildiğini öne sürmek mümkün olur, yani İyinin ve Kötünün
Ö tesinde'nin yorumcusunun iddia ettiği gibi sorununun "patolojik"
olduğu söylenebilir. Nietzsche'nin muarızları genellikle bu ihtimali güç­
lendirmeye çalışırken hayranları da zayıflatmaya çalışır.
Nietzsche'nin kimi zaman kendisini intiharın eşiğine getiren korkunç
bunalımlara tekrar tekrar düştüğünü görmüştük. 1 887 Haziran'ında tam
bir yıl boyunca bunalımda olduğunu yazmıştır;l tüm fiziksel rahatsızlık­
larını solda sıfır bırakacak derecede acı çekmişti (Winston Churchill'in
"black dog"u * ), "yeryüzünde çekilebilecek en büyük cezaydı" bu.2 Yine
de başka zamanlarda kendini çok neşeli hissediyordu, hatta yer yer aza­
met hissediyor ve giderek megalomaniye daha fazla kapılıyordu. Daha
1 8 84'te "öteki" Nietzsche kendini gösterir: yumuşak huylu, gözlüklü
Friedrich Nietzsche'nin içinde yatan " üstinsan"; gizli bengi dönüş dü­
şüncesinin lütfedildiği kişi. O düşünce, "tarihi iki yarıya bölecek" ve
lütfedildiği kişiye kıyasla İsa'nın "yüzeyselliğini" gösterecektir. Belki de
"öteki" Nietzsche daha 1 869'da, üniversite profesörü bir dostu olması

* Yaşadığı depresyonu ifade etmek için "yakasını kurtaramadığı kara köpek" olarak
çevrilebilecek bu nitelemeyi, İngiliz yazar Samuel Johnson 1 780'lerde kullanmış,
Churchill ise meşhur etmiştir-e.n.
NIETZSCHE

şerefini taşıyamadığı için Deussen'le dostluğuna son verme tehdidinde


bulunduğunda ortaya çıkmıştı. {Alman kültüründe profesörlerin özel bir
şekilde yüceltilmesi, "Tanrı-profesör" tabiriyle gösterilir. ) Bu salınım­
lar -Lou Salome, Nietzsche'de "şiddetli ruh hali değişimleri" olduğunu
gözlemlemişti- insanın aklına "manik-depresif" bir vakayı, daha rahat­
latıcı bir dille "çift kutuplu [bipolar] rahatsızlık" vakasını akla getiri­
yor. Nietzsche'nin uzun yıllar boyunca en azından başlangıç seviyesinde
manik-depresif olduğunu düşünmek akla yakın olduğu ölçüde, "manik
depresyonun manik safhasının neredeyse kalıcı yerleşimi" Torino'daki
son haftalarının uygun bir tasvirini oluşturuyor gibi görünmektedir.
Burada, Oliver Sacks'ın izniyle3 tescilli manik-depresiflerin manileri­
ne dair bazı tanımlar vereceğiz (genellikle hastaların kendilerinden bilgi
alınmışsa da, yer yer terapistler de devreye girmiştir) : " Kendini Mesih
olarak görmeye başladı"; "anayolun ortasına geçip kollarımı iki yana
açarak durursam arabaları durdurabileceğimi ve onları felç edeceğime
inanıyordum" {bunu söyleyen kişi şair Robert Lowell'dir); "sarhoşluk",
"ideal sıhhat"; "çok olumlu bir hal"; "kendini o kadar iyi hissediyorsun
ki hasta olmalısın"; "daha önce bastırılmış derin bir benliğin serbest
bırakılması"; "her şey çok anlamlı görünmekle kalmıyor, her şey muci­
zevi bir kozmik bağlantıda yerine oturuyor"; "doğal dünyanın yasaları
karşısındaki büyülenme hissim yüzünden içim içime sığmıyordu ... her
şey ne kadar güzeldi" .
B u tanımlamaların hepsinde ortak olan üç tema vardır: panteist coş­
ku, dünyanın kusursuz bir bütünsellik olduğu hissi; kendini Mesih san­
ma, istediğinde dünyayı değiştirecek {arabaları durduracak) nedensel
güce sahip olduğuna inanma. Bu temalar Nietzsche'nin Torino'daki son
haftalarını eksiksiz tanımlıyor. Sürekli taşkınlık hali yaşıyor, dünyanın,
"iyinin ve kötünün ötesinde olduğuna" çünkü tamamen iyi olduğuna
inanıyordu. Kendini Mesih sanıyordu -"iyi haberleri" getiren kişiydi.
"Tanrı olduğu" için de telekinetik güçleri olduğunu, örneğin Avrupa'nın
taht sahiplerini azledebileceğini sanıyordu. Bu yüzden geneline baktı­
ğımızda "çift kutuplu mani'' , deliliğinin ilk safhası için akla yakın bir
tanımlama gibi görünüyor.
Daha önce de gördüğümüz gibi, mani çok uzun sürmedi. Birkaç hafta
sonra ciddi psikoz belirtileri göstermeye başladı; sanrılar, paranoyakça
kuruntular, çok düzensiz davranışlar, tutarsız düşünceler ve konuşmalar
Nietzsche'nin Deliliği

(fakat aralarda tutarlı bellek parçaları), katatonik gerileme, dejeneras­


yon, en sonunda da bitkisel hayat. Bunlar gibi psikoza dair belirtilerin
çift kutuplu rahatsızlığın yerini şizofreninin aldığı noktayı temsil ettiği
yaygın olarak kabul edilir. Bu da bizi ikili bir psikiyatrik teşhis fikrine
götürüyor: Nietzsche'nin durumu manik depresyon ve 1 8 89 sonrasın­
da da şizofreni olarak tanımlanmalıdır. Aslında Dr. Richard Schain'in
teşhisi de böyledir.4 Ama modern psikiyatrik düşünce pek çok vaka­
da psikoz, özellikle şizofreni benzeri dönemlerin şizofreniye değil çift
kutuplu rahatsızlığa işaret ettiği yönündedir. Yine Schain'in teşhisinin
tersine Nietzsche'nin psikoz belirtileri kırklı yaşlarda ortaya çıkmasına
rağmen, şizofrenliğin belirtileri onlu yaşlarının sonunda ya da yirmili
yaşlarının başında ortaya çıkar. Bu yüzden Nietzsche'nin durumu için en
akla yakın tanımlama büyük ihtimalle "çift kutuplu rahatsızlık ve son­
raki aşamalarında psikoza yaklaşan özelliklerin de buna eklenmesi" dir.5
Fakat bunun bir teşhis mi yoksa sadece bir tanımlama mı olduğu sorusu
doğar bu sefer de; psikolojik belirtilerin altında fiziksel bir patoloji var
mıdır, yok mudur? En iyisi, seçenekleri gözden geçirmek.
***

İlk ve bana göre hala en yaygın kabul gören hikaye Nietzsche'nin


frengi olduğudur. Wille'nin Basel kliniğindeki teşhisinin bu olduğunu
görmüştük, aynı teşhisi Jena'daki Binswinger de tekrarlamıştı. Her iki
psikiyatrist de Nietzsche'nin "delilere özgü genel paraliz"den [kısmi
felç] mustarip olduğuna karar vermişlerdi; bir başka deyişle nörosifilis
sebebiyle delirmişti, zira bu üçüncü derece frengide spiroketler (bakteri­
ler) beyne saldırıyordu. Frengi (dönemin AIDS'i) o dönemde çok yaygın
olduğundan, on dokuzuncu yüzyılda aklını yitirmiş orta yaşlı insanlar
için standart teşhis hep aynıydı. Fakat bu kesinlikle tek muhtemel sebep
değildi.
Son dönemdeki eleştiriler frengi teşhisinin en az altı zayıflığını ortaya
çıkartmıştır. Birincisi, Nietzsche koriyoretinitten -retina iltihabı- rahat­
sızdı ve bunun sebebinin frengi olduğu düşünülmüştü, hatta bu doğru da
olabilirdi. Ama bu rahatsızlık aynı zamanda daha birçok farklı durum­
dan da kaynaklanabiliyordu; bunların arasında Nietzsche'nin çocukluk­
tan beri çektiği basit miyopluk da vardı. İkincisi, Jena kliniğine kabul
edildiğinde fiziksel titreme yoktu; "paraliz edici " frenginin evrensel be­
lirtisi bu titremedir. Üçüncüsü, ağır migren üçüncü derece frengi belirtisi
NIETZSCHE

olabilirse de, umumiyetle genel çöküşten sadece birkaç hafta ya da en


fazla birkaç ay önce başlar. Nietzsche'nin okul yıllarından beri migreni
vardı. Dördüncüsü, paraliz edici frengisi olanlarla karşılaştırıldığında
Nietzsche Torino'daki çöküşünün ardından olağanüstü uzun -1 1 yıl­
yaşarnıştı. On dokuzuncu yüzyıl sonunda yapılan bir çalışmaya göre bu
hastalığa yakalanan 244 hastadan 229'u teşhisten sonraki beş yıl içinde,
242'si dokuz yıl içinde ölmüştü. Beşincisi, paretik frengi beynin her iki
lobunu da etkilerken, Nietzsche'nin bir dizi fiziksel belirtisi (birazdan
bu belirtilere geleceğiz) sürecin sağ lobla sınırlı olduğunu gösteriyordu.
Son olarak, Dr. Eiser'in raporuna göre Nietzsche'nin öğrencilik yılların­
da belsoğukluğu kaptığını kabul ettiğini ama frengi kapma ihtimalini
açıkça reddettiğini de biliyoruz. Biri konusunda dürüst davrandıysa di­
ğerini saklamaya kalkması anlamsız kaçacaktır. Frengisi olduğunu fark
etmemiş olabilir elbette, ama durumunu sürekli ve titizlikle gözlemleyen
birinin frengiyi fark etmemesi olacak iş değildir.
Tüm bu güçlükler karşısında Dr. Leonard Sax'ın ortaya attığı alter­
natif teşhise bakmak faydalı olacaktır.6 Sax'a göre, Nietzsche çocukluk
yıllarından beri büyük ihtimalle rnenenjiyorndan, sağ optik sinirde olu­
şan iyi huylu bir beyin tümöründen rahatsızdı.
Maniden deliliğe kadar değişebilen psikiyatrik belirtiler, Sax'ın açık­
lamasına göre, böyle tümörleri olan hastalarda yaygındır. Bu tümörlerin
gelişimi yavaş ama geri dönüşsüzdür, bazen birkaç yıl boyunca tümden
durmaları mümkündür. Baş ağrıları da yaygındır, umumiyetle ciddi ve
aralıklıdır, sıklıkla da migrenle karıştırılır. Beynin sağ ön lobunun altın­
daki sağ optik sinirdeki bir tümör, Nietzsche'nin baş ağrılarının sağda
olduğunu niçin birbirinden bağımsız iki doktorun 1 8 89'da kaydettiğini
açıklar. Daha beş yaşındayken annesinin sağ göz bebeğinin daha büyük
olduğunu fark etmesi ve sağ gözün diğerinden daha çıkık olması (ta­
butta uzanırken sağ göz kapağının bir türlü kapanmamasının sebebi de
kesinlikle budur) aynı hastalık yüzündendir. Sax'ın vardığı sonuca göre
bir noktada tümörün büyümesi fiilen ön lobotorniye yol açmıştı; bu da
Nietzsche'nin son yıllarında yarı-bitkisel hissizliğini açıklıyor.
Dernek ki önümüzde üç ihtimal var: frengi ihtimali, Sax'ın belirttiği
beyin tümörü ihtimali ve Nietzsche'nin durumunun tamamen psikiyat­
rik olması, rnanik depresyonu daha sonra gelişen psikotik özelliklerin
takip etmesi ihtimali. Son dönemdeki eleştiriler ışığında frenginin en
Nietzsche'nin Deliliği

düşük ihtimal olduğunu söyleyebiliriz. Sax'ın beyin tümörü önerisi de


Nietzsche'nin maddi manevi tüm sağlık problemlerini (ömür boyu sü­
ren baş ağrıları, mani ve nihayet hissizlik, beyin tümörünün sonucudur)
tek hamlede açıklamak için şık bir denemedir. Ama ne yazık ki Sax'ın
-uzman bir göz hekimi değil tıbbi genellemeciydi- şık teşhisi temel göz
hastalığı olgularıyla tutarsızdır. Çünkü bir kere meninjiyomun Sax'ın
ileri sürdüğü gibi çocuklukta görülmesi olağanüstü nadir bir durumdur.
İkincisi, bu tümörler büyüdüğünde, Sax'ın söylediğinin aksine, çabu­
cak ve ilerlemeci bir tarzda büyürler (yetişkinlikteki, yavaşça ve sinsice
ilerleyen meninjiyoma benzemez). Üçüncüsü, göz kaslarına ulaşamadık­
ları müddetçe gözbebeği boyunda bir değişiklik yaratmazlar. Fakat o
durumda da Nietzsche'nin sağ gözü çocukluğundan beri sürekli aşağı
bakmalıydı ve gözkapağı aşağı sarkmalıydı. Fakat hiçbir zaman böyle
olmadı. Son olarak, Nietzsche'nin sağ göz yuvarlağının çıkıklığı tümör­
den olsaydı tümör büyüdükçe gözün de büyümesi gerekirdi. Fakat ha­
yatı boyunca çekilen birçok fotoğrafta bunu kanıtlayan bir şey yoktur.?
O halde Sax'ın beyin tümörü teşhisinin de frengi hikayesinden daha
doğru görünmediğini kabul etmek gerek. Nietzsche'nin cenazesini çı­
karıp son tıp teknolojisiyle bir otopsi yapma ihtimali de sadece teoride
kalacağı için, zihinsel durumunun altta yatan fiziksel bir patolojiden
kaynaklanıp kaynaklanmadığını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Gelge­
lelim, en akla yakın sonuç Nietzsche'nin deliliğinin salt psikolojik bir
durum olduğudur.
Bu da felsefesi ile deliliği arasında bir süreklilik olduğu gerçeğiyle
yüzleşmekten kaçamayacağımız anlamına gelir: felsefesinin Dionysosçu
tarafı ile "çılgınca mektupların" "Dionysosçu" karakteri ve Torino'daki
son günleri arasında daha önce gözlemlediğimiz bir süreklilikten bahse­
diyorum. Bu süreklilik, felsefesinin önemli açılardan "patolojik" oldu­
ğunu mu açığa çıkarıyordu ? Delilik Nietzsche'nin felsefesinin temelleri­
ni etkiler mi?
***

Nietzsche'nin felsefesi esrimeye olağandışı büyüklükte bir değer ve­


rir. Bu esriklik halinde kişi gündelik kimliğini aşar, aynı zamanda dün­
yanın "kusursuzluğunu" bulur ve böylece " bengi dönüşü" isteyebilir.
Esrimeye bu kadar değer verilmesi ta en başa, Tragedyanın Doğuşu'nun
ilk bölümünde insanla insan arasındaki "tüm katı düşmanca engelle-
NIETZSCHE

rin" kalktığı durumun övülmesine kadar gider; engeller kalkınca "şarkı


söyleyip dans eden" birey kendini "daha yüce bir topluluğa ait" hisse­
decektir. Dionysosçu halin bu tanımında önemli olan nokta, hepimizin
tanıyabileceği ve empati kurabileceği bir halden bahsedilmesidir. Zira
daha önce işaret ettiğim gibi, "rock konseri" ya da "futbol taraftarı"
hissidir burada söz konusu olan. Hepimiz kendimizde Dionysosçu halle
karşılaştığımız için, Nietzsche'nin felsefesinde ortaya çıkan Dionysosçu­
lukta "delice" bir şey tespit edecek halde değiliz.
Fakat kendi deneyimimizde tanıyamadığımız şey, dünyanın seçtiği­
miz herhangi bir veçhesini istediğimiz zaman kontrol edebileceğimiz
inancıdır. Ama bu da çift kutuplu maninin ve Nietzsche'nin Torino'daki
son günlerinin öne çıkan özelliklerinden biridir. Bu yüzden felsefesindeki
Dionysosçuluk ile son günlerindeki delice Dionysosçuluk arasında net
bir ayrım çizgisi varmış gibi görünüyor bana. Nietzsche'nin felsefesin­
de, bir manik-depresif (büyük ihtimalle Platon, Newton, Mozart, Höl­
derlin, Coleridge, Schumann, Byron, Van Gogh, Geog Cantor, Winston
Churchill, Silvia Plath, John Lennon, Leonard Cohen ve daha pek çok
kişi de aynı durumdadır) tarafından üretilmiş olsa bile "patolojik" bir
şey yoktur -kadınlar üzerine görüşleri hariç.
Notlar

1 . BÖLÜM DA CAPO
(Sayfa 3-27)

EH 13. (bkz. KSA 14 s. 472).


2 PA 1 44.
3 KGW 1.1 4 [77].
4 EH 1 7.
5 YN s. 32
6 YN s. 32
7 KGW 1.1 4 [77].
8 YN s. 1 5 .
9 YN s. 16.
10 E H 1.3. B u aslında aynı pasajın önceki bir versiyonudur. Nietzsche 1 8 8 8 Aralık'ında pasajı
yeniden yazarak kız kardeşinin cidden kötü davranışlarını da ekler, ama metnin yeni hali
1 960'1ara kadar saklı kalır.
11 KGB 1.1 296.
12 KGW 1.2 10 [10].
13 KGW 1 . 1 4 [77).
14 A.g.e.
15 YN s . 15.
16 Nietzsche'nin edebi mirasının korunan ilk fragmanının o n yaşında yazdığı bir oyunun taslağı
olması dikkate değerdir. Bu taslakta kral kahramandı ve bir isyanla karşı karşıyaydı (KGW
1.1 1 [1 )). Nietzsche, 1 8 yaşından kalma başka bir fragmanda monarşik devletlerin gündelik
işleri halletmekte ve bilhassa savaşta daima en iyisi olduğunu yazar. Yunanlılar bunu anla­
mış ve Zeus'u tüm diğer tanrıların hükümdarı yapmışlardı; Pers İmparatorluğu'nun gücü de,
Perslerin çok akıllı olmasından değil, krala çok bağlı olmalarından kaynaklanıyordu (KGW
1 .2 10 [33)). 1 8 83'te Batı modernliğinin yozlaşmışlığından bahsederken, "kralların çağı geçti
çünkü insanlar artık onlara layık değil: krallarda ideallerinin simgesini değil karlarının ara­
cını görmek istiyorlar" (Gİ 725), der. Geç dönem düşüncesinde Platon'un "filozof-kralının"
büyük yer kapladığını da göreceğiz.
17 KGW l. 1 4 [77).
18 KGB IIl.3 652.
19 KGW 1 . 1 4 [9].
20 KGW 1.1 4 [77). Nietzsche'ye göre Joseph " 1 850 sonunda" ölmüştür, fakat burada belleği
onu yanıltır. Joseph aslında aynı yılın Şubat'ında ölmüştür (bkz. J 1 s. 47).
21 KGW 1.1 4 [77).
22 AS il 22.
23 PA VI 3.
24 EH 1 1 .
84 8 Notlar: 2. Bölüm sayfa 29-73

25 KKÔ 1 7.
26 KGW 1.1 4 [77)
27 YN s. 21-2.
28 KGB 11.3 364
29 YN s. 22.
30 KGW 1.1 4
31 Y N s . 24
32 KGW 1.1 4 [77)
33 KGW 1.1 4 [77).
34 KGW 1.1 4 [77).
35 YN s. 46.
36 KGW 1.1 4 [77).
37 Shakespeare'in aynı adlı oyunu için Mendelssohn'un yaptığı beste.
38 KGW 1.1 4 [77). "Hayali haleler içinde dans eden" periler Schiller'in "Dans"ından alıntıdır.
39 z 1 14.
40 KGW 1.1 4 [77).
41 z 1 14.
42 A.g.e.
43 KGW 1.1 4 [77).
44 YN s. 30
45 KGW 1.1 4 [77).
46 YN s. 42.
47 KGW 1.1 4 [77).
48 YN s. 25.
49 KGW 1.1 4 [77).
50 A.g.e.
51 A.g.e.
52 GG 350.
53 YN s. 33-4.
54 YN s. 25.

2. BÖLÜM PFORTA
(Sayfa 29-73 )

1 CA s. 1 7.
2 YN s. 74-5.
3 A.g.e.
4 YN s. 107.
5 J I s. 66.
6 YN s.75.
7 Janz'ın benzennesi. Bkz. J 1 s. 66.
8 KGW 1.2 6 [77).
9 Hayman ( 1 980) s. 28.
10 KGW 1.2 6 [77).
11 KGB 1.1 21, 22.
12 KGW 1.2 6 [77).
13 KGB 1 . 1 55.
14 KGW 1.2 6 [77).
Notlar: 2. Bölüm sayfa 29-73

15 KGB 1.1 257.


16 KGB 1.1 69.
17 KGW 1.2 6 [77).
18 ZAB il 7.
19 YN s. 107-8.
20 TK 1 95.
21 Bu isim büyük ihtimalle Fritz'in eniştesi Emil Schenk'in üyesi olduğu üniversite biraderliğin-
den esinlenilmiştir. Milliyetçi çağrışımları olduğu da açıktır.
22 YN s. 91 -3.
23 A.g.e.
24 Ya da muhtemelen 1 860 sonu. Bkz. KGB 1 . 1 Nietzsche'ye 33.
25 YN s. 98.
26 Nietzsche tarafından listelenmiştir, KGW 1 .2 13 [28)
27 KGB 1.2 Cevap 4 1 .
28 Deussen ( 1 90 1 ) s. 4.
29 KGB 1.1 230.
30 KGB 1.1 288.
31 Deussen ( 1 90 1 ) s. 4.
32 KGB 1.1 343.
33 KGB 1.1 324.
34 KGB 1.1 Nietzsche'ye 56.
35 KGB 1.1 350.
36 EH il 1 .
37 KGB 1.1 353.
38 KGB 1.1 352.
39 S III s. 1 5 1 .
40 Y N 1 1 0.
41 Kohler (2002).
42 J 1 s. 125-6.
43 KGB 1.1 2 1 7. Bunu annesine yazdığı bir mektupta açıklaması ve koleksiyonuna eklemek için
onun bir fotoğrafını istemesi ortalıkta gizemli bir suç olmadığının göstergesidir.
44 c s. 594.
45 J 1 s. 1 24-5.
46 KGW 1.2 10 [3).
47 KGW 1.2 13 [6).
48 ŞB 58.
49 IPI 153.
50 KGB 1.1 301.
51 j l s. 1 03.
52 Feuerbach ( 1 855).
53 PA IX 5.
54 KGW 1.1 4 [77).
55 A.g.e.
56 KGB 1.1 203.
57 HKG il s. 172.
58 Hocası Robert Buddensieg'le karıştırılmamalıdır.
59 KGB 1.1 435.
60 İPİ I 1 50.
61 HKG il s. 1 1 4.
8 50 Notlar: 2. Bölüm sayfa 29-73

62 HKG il s. 371-4. Nisan-Mayıs 1 864'ten not.


63 HKG s. 368-9. Nisan-Mayıs 1864'ten not.
64 A.g.e.
65 Heidegger ( 1 977'den itibaren) Cilt 39 s. 290-94.
66 Z. Parkes'in dikkatini çekmeyen bir gönderme eserin III. Bölüm'ünün başındaki sözdedir:
"En yüksek dağlara çıkan, bütün trajik oyunlara ve bütün trajik ciddiliklere güler. " ( Trauer­
Spiele und Trauer-Ernste)". "Trauer-Spiel" iyinin ve Kötünün Ôtesinde'de yine karşımıza
çıkar: "Ruhun öyle yükseklikleri vardır ki oradan bakıldığında trajedinin bile trajik etkileri
yoktur" (İKÖ 30). Ema Dağı'nın zirvesinde duran Empedokles'in kendini kraterden atıp öl­
meden önce ölümsüzleştiğine inandığını düşünürsek, bu da büyük ihtimalle Hölderlin'in Der
Tod des Empedocles: Fragmente eines Trauerspiels başlığından esinlenmiştir.
67 c s. 308.
68 Wilhelm daha 1 858 Kasım'ında Hölderlin'e ilgi duymuştu (KGB 1.1 Nietzsche'ye 24), ama
Fritz 1861 Ağustos'una kadar ilgi göstermedi (KGB 1.1 252). 1 861 Ekim'inde Pforta'dan
gönderdiği bir mektupta annesinden ona Hölderlin'in biyografisini göndermesini ister (Wil­
helm Neumann, Moderne Klassiker. Deutsche Literature-Geschichte der neuern Zeit in Biog­
raphien, Kritiken und Proben: Friedrich Hölderlin). Kitap evdeki kitaplığında durmaktadır
ve yazacağı bir deneme için kullanacaktır (KGB 1.1 281 ). Bu denemeyi aynı ayın on dokuzun­
da tamamlar.
69 Önceki dipnotta bahsi geçen biyografi sayesinde.
70 Bu paralelliklere dair bilgilerimi Thomas Brobjer'in faydalı Beitrage zur Quellenforschung:
Abhandlungen'ine (Brobjer 2001) borçluyum.
71 Anlaşıldığı kadarıyla bu denemenin yaklaşık yarısı bugünkü ifadeyle "intihaldir'', yani 67.
sonnotta bahsi geçen Hölderlin biyografisinden alınmıştır. Bu eserin bazı kısımları da C. T.
Schwab ve Alexander Jung'un eserlerinden "intihal" gibi görünüyor. Nietzsche'nin gençliğin­
de doldurduğu defterler başka yazarlardan bire bir kopyalanmış pasajlarla doludur. Olgunluk
döneminde -İncil'den, Schopenhauer'dan, Hölderlin'den, ayrıca sıklıkla ve yanlışlıklar yapa­
rak kendisinden- pek çok kez intihal yapmıştır. Ama burada intihalden bahsetmek çağdışı
kaçacaktır. "Entelektüel mülkiyet" fikrinin 1886'daki Bern Antlaşması'na kadar Almanya'da
hemen hiç alıcısı yoktu, bu yüzden kaynak göstermeden alıntı yapmak o dönemde yaygın
bir şeydi. Almanya'da da yirminci yüzyıl ortasına kadar yaygınlığını sürdürmüştü. İntihalin
basit bir kabahatten ölümcül bir günaha dönüşmesi çok yenidir, özellikle de postmodern
Batı kapitalizminin üniversiteyi özümsemesinin bir ürünüdür. Japon kültüründe ya da tahmin
edilebileceği gibi Çin'de bu kavramın hala bulunmadığını duydum. Burada bizi ilgilendiren
tek mesele bu denemede " intihale" başvurulmasının aslında denemenin bıktırıcı bir angarya
sayıldığını, dolayısıyla Hölderlin'i "en sevdiğim şair" diye tanıtmasının aslında bir kıymeti
harbiyesi bulunmadığını gösterip göstermediğidir. Fakat durumun böyle olmadığı aşikardır.
Zira daha önce bahsettiğimiz kişisel özdeşleşme izlerinin yanı sıra, Nietzsche'nin o dönem­
deki mektupları da denemenin yazımına kendini tam anlamıyla verdiğini gösterir. Üstelik
3 Eylül 1 869'da arkadaşı Rohde'ye gönderdiği mektupta yine Hölderlin'den bahsederken
"orta okul dönemimden bu yana en sevdiği" şairler arasında olduğunu belirtir. Nietzsche
1 870'lerde Hölderlin'i tekrar okur, ondan "şanlı Hölderlin" diye bahseder ve öğrencisi Louis
Kelterborn'a bu şairi, özellikle de onun Hyperion'unu tavsiye eder (bkz. 69. sonnotta bahsi
geçen Brobjer memi).
72 KGW 1.2 12 [ 1 ].
73 TD 10.
74 Hyperion'da yer alan bu parçaların hepsinin alındığı yer: Hölderlin ( 1 965).
75 KGW 1.2 13 (6).
76 HKG il s. 359-63.
Notlar: 3. Bölüm sayfa 75-92 851

77 HKG il s. 336-42.
78 Bkz. 1. Bölüm, 16. sonnot. Bu ifadede dikkat çekici nokta Nietzsche'nin siyasi vargılarını
tamamen antik dünyadan alınmış kanıtlara dayandırma alışkanlığından hiç vazgeçmemiş
olmasıdır. Modern tarihten farklı ve belki de daha sağlam sonuçlara ulaşılabileceği aklına
bile gelmiyordu. Bu da Pforta duvarları içinde "gerçek" dünyanın klasik antikite olmasını,
duvarların dışındaki dünyanın bir rüya gibi görünmesini yansıtan bir durum elbette.
79 KGW 1.2 12 (9).
80 KGW 1.2 [12A. 1 ] . Nietzsche burada Guizot adlı bir tarihçiyi özetliyor. Ama buradaki duygu­
ları çarpıcı bulmasa defterine "intihal" etmezdi -bunu okulda verilen herhangi bir ödev için
değil sırf merakından yapmıştı. Daha önce gördüğümüz gibi, bunlar Napolfon söylevindeki
ifadelere tekabül eder. O söylev de Wolfgang Menzel'in Son Kırk Yılın Tarihi'inden (Gesc­
hichte Der Letzten Vierzig Jahre, 1 857) aldığı notlara dayanıyordu (bkz. KGW 1.2 12A (9)).
81 KGW 1.2 12A 6. Bu notlar da Theodor Mundt'un Toplum Tarihi'inden (Die Geschichte der
Gesellschaft, 1 844) kopyalanmıştır ama yine kopyalamanın gönüllülüğü Fritz'in Mundt'un
duygularına kuvvetli bir sempati beslediğini gösterir.
82 Nietzsche'nin okulu bitirme ödevinin olgunluk dönemi yazılarında demokrasiyi reddini ön­
ceden haber verdiği zaman zaman öne sürülmüştür. Nietzsche bu ödevi bir halk ayaklanması
girişimine karşı savaşan, altıncı yüzyıl Yunanistan'ından bir şair-aristokrat olan Megaralı
Theognis üzerine yazmıştı. Fakat Curt Janz'ın işaret ettiği gibi, Nietzsche'nin tek söylediği
şey, "Theognis soyluları 'iyi' ve halk kesimini 'kötü' (schlecht) diye adlandırmasına" rağ­
men, duruşunun "yaklaşan halk devriminin özel ayrıcalıklarını tehdit ettiğini gören tipik bir
aristokratı" temsil etmekten ibaret olduğudur. Theognis'e hayranlık beslediğini ifade etmez;
aksine onu üzüntüyle ve biraz kafası karışmış halde geçmişi özleyen bir "Junker" olarak
adlandırır (J 1 s. 123-4 ).
83 KGW 1.2 12 (9).
84 KGW 1.2 12A.
85 KGW 1.2 9 (2).
86 KGW 1 .2 6 (65-6).
87 HKG il s. 343-4.
88 KGW 1.2 1 3 (7).

3. BÖLÜM BONN
(Sayfa 75-92)

1 KGB 1.2 471.


2 KGB 1.2 446.
3 KGB 1.2 445.
4 Hayman ( 1980) s. 59.
5 KGB 1.2 446.
6 KGB 1.2 448.
7 KGW 1.2 448.
8 KGB 1.2 470.
9 KGB 1.3 Nietzsche'ye 95.
10 KGB 1.2 467.
11 S III s. 128.
12 Hayman ( 1 980) s. 58.
13 KGB 1.2 449.
852 Notlar: 4. Bölüm sayfa 93-1 1 8

14 KGB l.2 470.


15 KGB 1.2 449.
16 KGB 1.2 453.
17 KGB 1.3 Nietzsche'ye 96.
18 Hayman ( 1 980) s. 62.
19 YN s. 1 1 3.
20 J 1 s. 138.
21 z iV 16.
22 KGB 1.2 469.
23 J I s. 1 37-8.
24 Mann ( 1 947) s. 359 vd.
25 KGB l.2 480.
26 KGW 1.4 29 ( 1 ).
27 KGW 1.4 35 [1).
28 KGW 1.4 29 [1).
29 KGW 1.4 36 (1).
30 KGB 1.3 Nietzsche'ye 86.
31 KGB 1 . 3 Nietzsche'ye 87.
32 YN s. 135.
33 J 1 s. 147.
34 KGB 1.3 Nietzsche'ye 97.
35 KGB 1.2 469. Mektubun tarihi 1 1 Haziran 1 865'tir.
36 KGB 1.2 469.
37 KGB 1.2 470.
38 KGB l.2 454.
39 KGB l.2 454, 460.
40 KGB 1.2 454.
41 KGB 1.2 455.
42 Şen Bilim'de sanata kendini "belli bir mesafeden" görme yeteneği olarak bakacak, bu sayede
salt bir "ön plan" ayrıntısı yığını yerine hayatın genel biçiminin görülebileceğini söyleyecektir
(ŞB 78).
43 KGB 1.2 458.
44 KGB 1.2 479. Bu şiir lPl 109'da tekrar alıntılanır.
45 z iV 1 .
46 Ş B 344.
47 KGB l.2 478.
48 J 1 s. 1 67-8.

4. BÖLÜM LEIPZIG
(Sayfa 93-1 1 8 )

1 KGB 1.2 481.


2 KGW 1.2 60 [1 ].
3 A.g.e.
4 A.g.e.
5 YN s. 1 66.
6 KGB 1.2 523.
Notlar: 4. Bölüm sayfa 93- 1 1 8

7 KGB 1.2 554.


8 KGW 1.4 60 [1).
9 KGB 1.2 583.
10 KGB 1.2 497.
11 KSA 1 0 12 [ 1 ) 1 6.
12 KGB 1.2 538.
13 ŞB 277.
14 KGW 1.4 57 [30).
15 KGB 1.2 595.
16 KGW 1.4 5 7 [30).
17 KGB 1.2 559.
18 KGB 1.2 595.
19 KGW 1.4 5 7 [27).
20 KKÔ 218.
21 KGB 1.2 569.
22 KGW 1.4 60 [1).
23 KGW 1.4 60 [1).
24 KGB 1.2 540.
25 KGB 1.2 5 12.
26 KGB 1.2 509.
27 KGB I.2 5 1 1 .
28 KGB 1.2 5 10.
29 KGB l.2 5 1 7.
30 KGB 1.2 258.
31 KGB I.2 512.
32 KGB 1.2 509.
33 KGB 1.2 5 1 2.
34 Bkz. KGB 1.2 470 ve 509.
35 KGB 1.2 5 1 2.
36 KGB 1.2 513.
37 KGB 1.2 Nietzsche'ye 1 5 1 .
38 KGB 1.2 536.
39 Prusya toplumunun askerileşmesine dair önemli bir tartışma için bkz. Rohkriimer (2007).
40 KGB 1.2 5 1 1 . Vurgu bana ait.
41 KGB I.2 5 1 2.
42 Tanera ( 1 896) s. 1 0.
43 Meinecke ( 1 963) s. 25.
44 KGB 1.2 509.
45 YN s. 1 30.
46 KGB 1.2 559.
47 KGB 1.2 559.
48 YN s. 237.
49 KGB 1.2 565.
50 KGB 1.2 593.
51 KGB 1.2 596.
52 KGB 1.2 591 .
53 KGB 1.2 523.
54 KGB 1.2 591 .
55 KGB 1.2 596.
8 54 Notlar: 5. Bölüm sayfa 1 1 9-141

56 KGB 1 . 2 625.
57 KGB 1.2 599.
58 KGB 1.2 604.
59 J 1 s. 254-5.
60 KGB 1.2 610.
61 KGB 1.2 614-19.
62 CA s. 88-9.
63 Bunu Deussen'in anılarında görüyoruz, ayrıca şurada aktarılır: KGB 1 .4 s. 561.
64 KGB 1.2 608.
65 KGB 1.3 Nierzsche'ye 2 1 1 .
66 KGB 1.2 632. Bana kalırsa, Nietzsche'nin olgunluk felsefesinde merkezi bir rol oynamaya
yazgılı olan "sürü" insanı fikrinin ilk ortaya çıkışı buradadır. Fachmensch kelimesi kelimesine
"uzman" anlamına gelir, ama Nietzsche bu tabiri kötü bir anlamda, dar, mesleki bir işlevi ro­
bot gibi yerine getirmeye hayatını adamış birini kastetmek için kullanır; çağdaş kullanımdaki
"inek" sözcüğü buna yakın bir anlam taşır.

5. BÖLÜM SCHOPENHAUER
(Sayfa 1 1 9-141 )

HKG III s. 297-8.


2 Schopenhauer felsefesinin ayrıntılı bir izahı için bkz. Young (2005).
3 iTD i s. 1 7.
4 WN s. 216.
5 iTD 11 s. 578.
6 iTD il s. 540.
7 iTD ı s. 3 1 2-13, PP 11 s. 295.
8 İTD I s. 179.
9 İTD I s. 196.
10 iTD 1 s. 264.
11 iTD I s. 264.
12 İTD I s. 380.
13 A.g.e.
14 lTD il s. 1 59.
15 İTD I s. 4 1 1 .
16 A.g.e.
17 İTD il s . 6 12-1 3.
18 AS III 5.
19 AS III 25.
20 ŞB 125.
21 HKG III s. 297-8.
22 İTD I s. 383 iTD il 627-8.
23 HKG III s. 297-8.
24 KGB 1.2 493.
25 KGB 1.2 554.
26 KGB 1.2 595.
27 KGB 1.2 585.
28 KGB 1.2 493.
29 KGB 1.2 625.
Notlar: 5. Bölüm sayfa 1 1 9-141 85 5

30 KGB 1.3 Nietzsche'ye mektup 1 93; ayrıca bkz. Nietzsche'ye mektup 1 90.
31 KGB 1.2 585.
32 KGB 1.2 500.
33 İTO 11 17. Bölüm.
34 İTO I s. 41 1 .
35 İTO il s. 463.
36 İTO 11 s. 493.
37 İTO ll'nin 46. Bölüm'ünün başlığı "Ölüm ve İçsel Doğamızın Yok Edilemezliğiyle İlişkisi"dir.
38 İTO 11 s. 491.
39 Fischer (1 860).
40 Kant ( 1 964) B xxxiv.
41 Lange ( 1 925) s. 2 1 5, 223.
42 Lange ( 1 925) s. 227.
43 Lange ( 1 925) s. 224-5.
44 KGB 1.2 562. Bu tavsiye aslında 1 868 Şubat'ına aittir. Ama Nietzsche'nin von Gersdorff'a
çok daha önce, kitabı ilk kez keşfettikten hemen sonra -1866 Ağustos'unda (KGB 1.2 5 1 7)­
Lange'yi tavsiye ettiğini unutmuş olmalı. Nietzsche'nin von Gersdorff'a Lange'yi tavsiye et­
mesiyle ilgili sonraki alıntıların hepsi önceki mektuptandır.
45 KGB 1.2 517.
46 Lange ( 1 925) s. 2 1 9.
47 KGB 1.2 5 1 7.
48 KGW 1.4 57 [51-5].
49 KGB 1.2 5 1 7.
50 ITO I: s. 354.
51 ITO il: s. 583.
52 İTO il: s. 349-50.
53 İTO 1 63. Kesim vd.
54 İTO il: s. 197-8.
55 Young (2005) s. 97.
56 Burada Nietzsche'nin düşünceleri de Lange'nin düşünceleri de biraz bulanıktır, o yüzden de­
vamda biraz toparlama girişimi vardır. Nietzsche'nin hayatının bu aşamasında profesyonel
bir filolog ama amatör bir filozof olduğu hatırlanmalıdır.
57 Kant ( 1 964) B xxx.
58 İTO il s. 641 .
59 pp il s. 9-1 1 .
60 İTO il 612.
61 İTO il s. 614.
62 Bkz. yukarıda s. 126.
63 İTO s. 41 1 .
64 İTO 11 s. 368, 1TD I s. 370-71.
65 KGB 11.2 5 1 7. Krş. "Kim bir nağmeyi çürütebilir ki?" (ŞB 106).
66 KGB 11.2 595.
67 KGB 11.2 5 1 7.
68 İPİ 131. Nietzsche hemen her seferinde ezberden alıntı yapar, bu yüzden de ufak tefek hatalar
olur. Ama burada Schopenhauer'ın sözünü "bakışta" eklemesi dışında eksiksiz hatırlamıştır.
69 İPİ 153.
70 IPI 15.
71 EH 111 IPI 1 . Burada çok önemli bir yeri olan "doğamda" sözcüğü bazı İngilizce çevirilerde
atılmıştır.
Notlar: 6. Bölüm sayfa 145-163

6. BÖLÜM BASEL
(Sayfa 145-1 63)

1 YN s. 207.
2 KGB 11.1 1.
3 KGB 11.1 3.
4 YN s. 208.
5 KGB 11.1 16.
6 KGB 11.1 7.
7 KGB 11. 1 67.
8 KSA 13 24 [ 1 ] 4. İkinci cümledeki iddia Ecce Homo'da da vardır (EH 1 4).
9 YN s. 227-8.
10 J 1 s . 522.
11 YN s . 205.
12 KGB Ill.5 1245.
13 KGB 11.5 528.
14 KSA 8 10 (14).
15 KGB Il.1 58.
16 KGB 11.1
17 KGB II.3 301.
18 KGB 11.3 300.
19 KGB II.5 894.
20 KGB 11.1 16.
21 KGB 11.1 58.
22 A.g.e.
23 YN s. 223.
24 CA s. 93.
25 EH III İPİ 2.
26 KGB II.2 Nietzsche'ye 1 6.
27 J 1 s. 293-5.
28 KGB Il.1 58.
29 J 1 s. 393.
30 KGB II.1 4.
31 KGB II.1 19.
32 KGB Il.1 8 1 .
33 Ş B 1 1 9.
34 J 1 s. 426-8.
35 KGB II.1 7.
36 YN s. 223-4.
37 KGB 11.1 8 1 .
38 J 1 s . 356.
39 KGB II.1 212.
40 KGB Il.1 214.
41 EH II 5.
42 KGB 11.1 393.
Notlar: 7. Bölüm sayfa 165-199

7. BÖLÜM RICHARD WAGNER VE TRAGEDYANIN


DOGUŞU'NUN DOGUŞU
(Sayfa 165-199)

1 KGB 11.1 19.


2 KGB 11.1 4.
3 KGB 11.1 108.
4 KSA 1 s. 754.
5 Thomas Brobjer'in faydalı eserindeki (Brobjer (2008)) irkiltici bir ihmal de Nietzsche üze­
rindeki çağdaş felsefi etkilerin tartışılmasına rağmen Wagner'in hiç gündeme alınmamasıdır.
(Başka bir ihmal de Hyppolite Taine'dir).
6 KSA 7 19 (303] vd.
7 Philologischer Anzeiger Cilt. 5, No. 3, 1 873, s. 1 34-9.
8 WMD s. 59.
9 WMD s. 68.
10 WMD s. 59.
11 WMD s. 65.
12 WMD s. 85-7.
13 WMD s. 62.
14 WPW s. 120.
15 WMD s. 37-41.
16 WPW V s. 1 1 3-15.
17 WMD s. 65.
18 WMD s. 63.
19 WMD s. 63.
20 KSA 7 1 ( 1 ] .
21 WMD s . 63.
22 WMD s. 8 1 .
23 A.g.e.
24 WMD s. 63.
25 WMD s. 89.
26 WMD s. 84.
27 WMD s. 85-7.
28 WMD s. 399-401 .
29 WMD s. 85.
30 WMD s. 65.
31 WMD s. 90-1.
32 WMD s. 399-421 .
33 IKô 212.
34 EH il 5, EH VI 2.
35 WMD s. 422.
36 WMD s. 235.
37 W0 7.
38 WMD s. 228-9.
39 WMD s. 215.
40 WMD s. 228.
41 WMD s. 229: Vurgular Wagner'e ait.
42 WMD s. 52.
858 Notlar: 7. Bölüm sayfa 165-199

43 Heidegger ( 1 979) Cilt 1, s. 88.


44 TD Önsöz.
45 KGB 11.2 Nietzsche'ye 32.
46 KGB 11. 1 1 9.
47 A.g.e.
48 Magee ( 1 983) s. 355.
49 WMD s. 402.
50 WMD s. 413.
51 WPW s. 71-2.
52 WMD s. 420-21 .
53 WMD s . 413.
54 WMD s. 413.
55 WPW s. 80-8 1 .
56 Nietzsche Wagner Bayreuth'ta'da ( 1 876) Wagner hakkında güçlenen çekinceleri ile besteciyi
övme ve Bayreuth davasını destekleme yönündeki hala çok güçlü arzusu arasındaki çatışmay­
la baş etmek için Wagner'in meslek yaşamını bir tür Bildungsroman, bir "eğitim romanı",
yani "yüksek benliğin [higher se/fl" aşama aşama "alçak benliği [lower self]" yenilgiye uğ­
rattığı bir anlatı halinde sunar. Bana öyle geliyor ki bu eserin yapısında kasten "Beethoven"
metninin yapısı çağrıştırılmıştır.
57 WPW s. 77.
58 WPW s. 78-8 1 .
59 Wagner aslında "Fa majör senfoni" der; b u d a Altıncı y a da Sekizinci anlamına gelebilir. Ama
Altıncı olması çok daha büyük bir ihtimal gibi görünmektedir.
60 WPW s. 91-4. Nietzsche daha sonra bunu "öte dünyaya ait", romantik müziğin eleştirisi ola­
rak kullanacaktır. Ona göre uyuşturucuda olduğu gibi, çekilme belirtileri kısa esriklik anına
fazlasıyla ağır basar.
61 pp il s. 432-6.
62 KSA 7 8 [2 1 ) TD 2 1 .
,

63 Wagner salt enstrümantal müzik için "mutlak" terimini kullanır. Wagner'in geç dönem teo­
rik duruşuna Nietzsche'nin düşüncelerinin yakınlaşma sürecini o dönemdeki defterlerinde­
ki "mutlak"ı kullanımından kısmen takip edebiliriz. Örneğin 1 869 güzünde, Nietzsche'nin
Tribschen döneminden önce aşina olduğu Wagner'in erken dönem teorisine uygun olarak
"mutlak" terimi müziğe uygulandığında açıkça hoşnutsuzluğu ifade eder (KSA 7 1 [54)).
Ama aynı yılın sonunda -Nietzsche o yıl Noel'i Tribschen'de kutlamıştı- eleştirel çağrışım­
larını yitirir (KSA 7 3 [2)); 1 870 yılının sonunda ise artık büyük bir övgü terimidir (KSA 7 5
( 1 1 0)).
64 KSA 7 3 [70).
65 WPW s. 1 04.
66 İTO ı s. 261.
67 İTO ı s. 263, İTO il s. 449.
68 WPW s. 121.
69 Heidegger ( 1 979) s. 86-8.
70 Ölümün kendilerini daha iyi bir dünyaya götürmesini sabırla bekleyen, dünyayı ve istenci
"yadsıyan" çilecilerden ibaret bir toplum, " kurtarılmış bir medeniyet" sayılır mı? Pek san­
mıyorum. Zira istenç ve eylemin olmaması halinde böyle bir toplum istenç sahibi saldırgan
komşuları tarafından çok kısa sürede yok edilecektir. Kısacası, istenci reddeden uygarlık fikri
bir tezat içerir. Yaşamak eylemde bulunmaktır ve Nietzsche'nin de dediği gibi "eylem dünyayı
olumlamaktır" (KSA 7 5 (32)).
71 WPW s. 121, vurgu bana ait.
Notlar: 7. Bölüm sayfa 1 65-199

72 WMD s. 404.
73 WMD s. 353-69.
74 KGB 11. 1 1 33.
75 Wagner'in kendisi böyle bir ayrışmadan söz eder. Arkadaşı August Röckel'e 1 856 Ağus­
tos'unda yazdığı bir mektupta, "feragat, istencin reddi" temasının Tannhaüser ve Lohengrin
gibi daha Schopenhauer öncesi eserlerde görüldüğünü belinir. Sanatçı ile erken dönem teo­
risyen arasında bir ayrışma olduğu açıklamasını yapar: "Bu eserlerde temsil edilen sezgisel
fikirlerin tam tersi yönde bilinçli olarak çalışıyordum. Sanatçı olarak [dünyayı-inkar etme
ihtiyacı] hissederken .. . filozof olarak dünyanın tam ters yönde bir yorumunu keşfetme", yani
sosyalizmi destekleme "peşindeydim" (Magee ( 1 983) s. 341 ).
76 KGB 11.1 4.
77 TD 5.
78 TD 9, 10.
79 TD 7.
80 A.g.e.
81 "Doğrunun Dokunaklılığı Üzerine" (Über das Pathos der Wahrheit), Nietzsche'nin Cosima'ya
adadığı Yazılmamış Beş Kitap için Beş Ônsöz'ün birincisi. (KSA 1 s. 756.)
82 1 871 tarihli "Tragedya Düşüncesinin Doğuşu"nda "Silenus'un bilgeliği" böyle formüle edilir
(KSA 1 s. 588). Tragedyanın Doğuşu 'ndaki (TD 3) biraz daha farklı formülasyondan daha
ilginç göründü o formül bana.
83 KKO 218.
84 TD 1 , 2, 9.
85 TD 1 , 4, 1 6.
86 TD 3. "iyinin ve Kötünün Otesinde"liğin iyi bir hal olduğu fikrinin ilk kez kendini gösterdi-
ğine dikkat edin.
87 "Dionysosçu Dünya Görüşü", TD s. 1 1 9-38, s. 124.
88 TD 3.
89 TD 3, 7, 16.
90 TD 3; vurgular bana ait.
91 TD 12.
92 TD 15.
93 TD 16.
94 TD 5.
95 TD l l.
96 TD 10.
97 TD 21, 24.
98 TD 2, 5.
99 TD 1 .
100 TD 23.
101 "Yunan Müzikli Dramı", 1 870 Ocak dersi (KSA 1 s. 521 ).
102 TD 1.
103 Dokuzuncu Senfoni'nin son bölümünde bestelenen "Neşeye Övgü" Beethoven'ın değil
Schiller'indir elbette. Daha doğrusu esasen Schiller'in "Övgü"südür (An die Freude, 1785).
"Beethoven" denemesinde belirttiği gibi, Wagner asıl partisyonu incelerken Schiller'in Was
die Mode streng getheilt (göreneklerin hoyratça ayırdığı) yazdığı yere Beethoven'ın Was die
Mode frecht getheilt (göreneklerin hayasızca ayırdığı) yazdığını keşfeder. İnsan ile insanın
ayrışmasına Beethoven'ın öfkesini ifade etmek için "sençe"nin yeterince güçlü olmadığını or­
taya atar. Nietzsche de "Beethoven" denemesini yakından bildiği için hiç şüphe yok ki burada
"Beethoven'ın Neşeye Ovgüsü"ne gönderme yaparak akademisyenliğini devreye sokmuştur.
8 60 Notlar: 7. Bölüm sayfa 1 65-199

104 TD 1 .
105 TD 8 .
106 TD 8 .
107 TD 5.
108 TD 17.
109 TD 24.
110 TD 24. Nietzsche defterlerinde çocuk-heykeltıraşı Zeus olarak tanımlar (KSA 1 s. 758).
111 TD 6.
112 TD 2 1 .
113 TD 2 1 . Ahlakın Soykütüğü'nde "nihilizm"in tasviri "hiçlik istenci"yle sağlanır (AS III 14).
1 14 işte Böyle Dedi Zerdüşt'ün "Güneş Doğmazdan Ônce"sindeki vecit halinin tasviriyle karşı-
laştırın: kendini göğün "masmavi çanıyla" özdeşleştiren Zerdüşt " ... her türlü zorlama, amaç
ve suçluluk, aramızdan yağmur gibi buharlaştığında, parlak gözlerle ve millerce uzaktan aşa­
ğıya bakıp bulutlanmamış gülümsemeyi" öğrenir.
115 KSA 1 s. 595; krş. TD 7.
1 16 TD 2 1 .
1 17 TD 2 1 .
118 TD 7.
119 TD 9.
120 TD 23.
121 TD 23.
122 KSA 1 s. 518.
123 KSA 7 3 [1).
124 TD 2 1 . Sanatçı Wagner hayata devam etmemizi mümkün kılan bu "metafizik avuntu" ile
"soylu yanılsama" bileşimine ulaşabilmiş miydi? Belki bir kez. Nietzsche'nin Tragedyanın
Doğuşu'nda başardığı şeylerden birinin de Die Meistersinger'in gizemli çiftanlamlı karakteri­
nin ifade edilmesi olduğu ileri sürülebilir. Hans Sachs'a (elbette bu karakter Wagner'in kendi­
sini temsil eder), özellikle de büyük Wahn! Wahn! Überall Wahn (Kuruntu! Kuruntu! Her şey
kuruntu) monoloğuna bakarsak, eser kendisinden hemen önceki Tristan gibi Schopenhauer'cı
hayatı inkarın bir ifadesi gibi görünür. Ama yine de "mutlu bir sonu" vardır: Walther'in yeni
müziği hem usta şarkıcıların can çekişen geleneğine hayat verir, hem de Eva'yla evlenmesini
mümkün kılar. Hakiki müzik ve hakiki aşk günün galipleridir. Bu yüzden, Schopenhauer'cı
Sachs'ın merkeziliğine rağmen insan opera salonunu hayatın harika bir şekilde olumlandığı
duygusuyla terk eder.
125 Bizi nihilizmden koruyan "soylu yanılgının" ancak Tragedyanın Doğuşu'nu hiç okumamış
birinde işe yarayabileceği itirazı gelebilir. "Eylem yanılgı önüsü gerektiriyorsa" ve bu önü de
Schopenhauer'cı idealizm hakikatinin açığa vurulması sonucu geri dönüşsüzce yırtıldıysa, ey­
lem ve dünya-olumlaması imkansızlaşacaknr. Ama bence burada inançların gerçek hallerin­
den daha istikrarlı oldukları varsayılıyor. Gördüğümüz gibi, Nietzsche gençliğinde ateşli bir
Prusyalıydı ve Bismarck'ın 1 865'te Avusturya'ya karşı savaşını coşkuyla desteklemişti. Ama
aynı zamanda arkadaşı von Gersdorff'a (o da savaş meydanında ölümle burun burunaydı)
şöyle anlardan bahsedebiliyordu: "Kendimi birkaç dakikalığına zamansal bilinçten, Prusyalı­
lara öznel ve doğal sempatimden kurtarıyorum, işte o zaman bir tiyatro izlerken buluyorum
kendimi. Bugün tarihin yapıldığı malzemeyi oluşturan büyük devletin rol aldığı tiyatronun
bir seyircisi olduğumu görüyorum. Ahlaki olmadığını kabul etmek gerek ama gözlemleyen
için nispeten güzel ve moral yükseltici" (KGB 1.2 5 1 7). Bir başka deyişle, Nietzsche gündelik
insan tekilliğine yönelik perspektifi ile Tragedyanın Doğuşu'nda "ilkel birliğe" ait olarak
tanımlayacağı yönelimsiz bir "estetik" perspektif arasında gidip gelmektedir. Bir yandan dün­
yanın bir "tiyatro sahnesi" ve "hiçliğin" de tek kunuluş olduğunu yazarken diğer yandan
Notlar: 8. Bölüm sayfa 20 1-2 1 9 861

Bayreuth projesini üstlenen Wagner için de aynı şey geçerlidir. Nietzsche'nin daha önce işaret
ettiği gibi, muhtemelen sanat tarihinde "güç istencinin" devrede olduğu en büyük olaydı
bu. Bana kalırsa perspektiflerin değişimi genellikle kabul edildiğinden çok daha yaygındı.
Örneğin zamanın büyük bir kısmında işyerimdeki "ofis politikalarının" kötücül, değişken
ve hastalıklı olduğunu kabul edebilirim. Ama yine de ofiste büyük ihtimalle kendimi herkes
kadar eksiksiz ve nahoş bir şekilde işime bağlanmış bulurum. Meselenin psikolojik hakika­
tine bakarsak, kişinin farklı zamanlarda farklı inanç sistemlerini işgal ettiğini görürüz. Bazı
zamanlar principium individuationis dünyasının ideal olduğunu düşünmem, başka bir zaman
gerçek olduğunu düşünmeme engel değildir. İnsanlar birden fazla ruhtan yapılmıştır.
126 KGB 11.4 Nietzsche'ye 513.
127 TD l l .
128 TD 15.
129 TD 18.
130 A.g.e.
131 TD 1 7.
132 ZAB IV 4.
133 TD 23.
1 34 Krş. Z 1 15.
135 ŞB 78.
136 TD 23.
1 37 TD 23; vurgu bana ait.
138 TD 23.
139 A.g.e.
140 A.g.e.
141 A.g.e.
142 TD 19.
143 A.g.e.

8. BÖLÜM SAVAŞ VE SONRASI


(Sayfa 201-219)

1 KGB 11.1 86.


2 KGB 11.1 87.
3 KGB 11. 1 88.
4 TD s. 1 1 7-38.
5 KGB 11. 1 89. Vurgu Nietzsche'ye ait.
6 YN s. 233-4.
7 KSA 7 4 [l).
8 YN s. 234.
9 KGB 1.2 95.
10 Vischer'e "iki gün iki gece" diye yazar (KGB 11.1 99), ama von Gersdorff'a yine üç gün üç
gece der (KGB 11.1 103).
11 KGB 11.1 103.
12 KGB 1.1 1 00.
13 KGB 1.1 103.
14 A.g.e.
15 KGB 1.1 104.
862 Notlar: 8. Bölüm sayfa 201-2 1 9

16 KGB 1.1 103.


17 KGB 1.1 102.
18 YN s. 235.
19 KGB 11.3 3 1 3 .
20 KSA 7 32 (62).
21 KSA 1 s. 783-92; AS s. 187-94.
22 AS s. 1 89.
23 TD 2.
24 AS s. 1 89.
25 KSA 7 1 6 (26), 16 (1 8).
26 TD s. 123.
27 TK 94.
28 AS s. 1 87.
29 KGB 11.1 107.
30 KGB 11.1 1 1 1 .
31 ÖK s. 98.
32 ÖK s. 35.
33 ÖK s. 64.
34 ÔK s. 64.
35 ÖK s. 65.
36 ÖK s. 36-7.
37 ÖK s. 77.
38 ÖK s. 74.
39 ÖK s. 77.
40 ÖK s. 67.
41 ÔK s. 75.
42 ÖK s. 79.
43 ÖK s. 76-8.
44 ÖK s. 19.
45 A.g.e.
46 ÖK s. 1 8-83.
47 ÖK s. 82-3.
48 A.g.e.
49 ÔK s. 97.
50 İTO il 3 1 . Bölüm.
51 Ö K s . 96.
52 ÔK s. 60.
53 ÖK s. 54.
54 ÖK s. 55.
55 ÖK s. 60.
56 ÖK s. 99.
57 ÔK s. 63.
58 KSA 7 1 (29).
59 Kant ( 1 972) 46. Bölüm.
60 1TD 11 s. 376, 391 .
61 Ô K s . 66-7.
62 ÖK s. 66, 67.
63 ÖK s. 67.
64 ÖK s. 67.
Notlar: 9. Bölüm sayfa 221 -242

65 ÖK s. 67.
66 KSA 7 14 (14).
67 KSA 7 8 (92).
68 ÖK s. 1 19.
69 EH s. 77.

9. BÖLÜM ANAL FİLOLOJİ


(Sayfa 221-242)

1 KGB 11. 1 1 1 3.
2 KGB 11.1 156.
3 KGB 11.1 1 95.
4 KGB 11.1 207.
5 KGB 11.1 168. Hölderlin'in bir mecazını kullanarak ekler: "Bu en iyi anlar bizi mevcut çağın
ruhundan bariz şekilde uzaklaştırır ama bir yerlerde bir yurt bulmak zorunda olduğumuzdan,
böyle zamanlarda neyin geldiğine (des Kommenden) dair belli belirsiz bir hisse sahip olduğu­
muzu düşünüyorum."
6 KGB 11.1 1 97. Zerdüşt'ün son kesimiyle kıyaslayın: "Acım ve birlikte acı çekmem -ne var ki
bunda! Ulaşmak istediğim şey, mutluluk mu? Ben eserim.e ulaşmak istiyorum! "
7 KGB 11.1 1 94.
8 KGB 11.1 1 92.
9 KGB 11.1 218.
10 KGB ll.1 170.
11 Janz I s. 462-3.
12 KGB 11.3 223.
13 J I s. 469.
14 KGB 11.1 1 94.
15 KGB 11.2 285.
16 KGB 11.4 335.
17 J l s. 51 1-12.
18 WPW s. 292-8.
19 KSA 7 19 [269).
20 KGB Il.3 227.
21 KGB 11.3 242.
22 KGB 11.4. Nietzsche'ye 347.
23 KGB 11.3 268, 269.
24 KGB 11.3 267.
25 Bu görüşün kaynağı olan Wolfgang Bottenberg, Nietzsche'nin müziğinin en yaygın kayıtlarını
ve bu kitabın web sitesindeki versiyonlarını tedarik etmiştir. Cosima'nın 10 Ocak 1 869 tarihli
günlük kaydında da bu görüşü destekleyen bazı sözler vardır: " Kader beni uğruna yaşama­
mın ya da ölmemin vazifem olduğunu kabullenmek zorunda olduğum ad3{llla [Wagner) bir
araya getirmeseydi, [ von Bülow) beni asla kaybetmezdi."
26 KGB 11.3 236. Performansın şefi von Bülow'du. Nietzsche "Manfred Tefekkürü"nü" ona bir
ay sonra gönderdiğinden, performansa dair deneyiminden kısmen esinlenmiş olabilir.
27 KGB 11.3 244.
28 KGB 11.3 257.
29 Bu fikri David Krell ve Donald Bates'in harika prestij kitabı The Good European'a borçlu­
yum (Krell ve Bates ( 1 997) s. 82).
8 64 Notlar: 10. Bölüm sayfa 243-270

30 YN s. 274.
31 KSA 7 2 3 [15).
32 KSA 8 3 [62). Vurgular bana ait. Ayrıca bkz. KKÖ 2 1 8.
33 J 1 s. 465.
34 KGB 11.4 Nietzsche'ye 326.
35 YN s. 280.
36 KGB 11.4 Nietzsche'ye 333.
37 KGB 11.3 298.
38 KSA 1 s. 753-92.
39 J 1 s. 496.
40 KSA 1 s. 873-90; TD s. 141-53.
41 KSA 7 19 [1 58).
42 AS s. 176-86.
43 Bkz. KSA 7 10 [1).
44 AS s. 1 8 1 . Bu, Tragedyanın Doğuşu'ndaki biraz budalaca kendini beğenmişliğin bir versiyo­
nu olabilir: dünya sadece "tek yaratıcısı ve izleyicisi"nin, ilkel birliğin eğlenmesi için vardır
(TD 6).
45 AS s. 1 8 5-6.
46 z 1 15.
47 AS 1 78-9.
48 AS s. 1 80.

10. BÖLÜM ZAMANA AYKIRI BAKIŞLAR


(Sayfa 243-270)

1 KGB 11.5 656.


2 KGB 11.3 300.
3 KGB 11.3 302.
4 KGB 11.3 301.
5 Hayman (1 980) s. 1 60.
6 KGB IIl.1 148.
7 KGB 11.3 299.
8 J 1 s. 595-6.
9 KGB 11.3 299.
10 PTA s. 73-160.
11 KSA 7 1 6 [1 8).
12 KGB 11.3 304.
13 KGB 11.4 Nietzsche'ye 431.
14 KGB 11.3 309.
15 KSA 7 1 9 [303).
16 KSA 7 1 9 [269). C. Landerer ve M.-C. Schuster'e göre (Landerer ve Schuster [2002) s. 1 14-
33) 1 871 baharından kalan uzun notta (KSA 7 12 [1)) Nietzsche'nin müziğin söze ihtiyaç
duymadığı yolundaki Schopenhauer'cı görüşü savunması ve Beethoven'ın Dokuzuncu Sen­
foni'sinin son bölümünde Schiller'in sözlerinin temel nitelikte olmadığını iddia etmesi, daha
Tragedyanın Doğuşu yayımlanmadan bile kişisel düzeyde Wagner'e eleştirel baktığının ve baş
düşmanı Eduard Hanslick'e sempati beslediğinin göstergesidir. Ama ben durumun böyle ol­
duğunu düşünmüyorum. Nietzsche başka vesilelerle yaptığı gibi burada da geç dönemindeki
Notlar: 10. Bölüm sayfa 243-270

Wagner'in -tanıdığı Wagner'in, "Beethoven" denemesinin yazarının- kendi ilk dönem opera
teorisine yönelttiği eleştiriye katılmaktadır. Yani Wagner'in kendisi de bu notun her satırına
hak verirdi. Yon Gersdorff'a "sağlıklı" bir mesafeye ihtiyaç duyduğunu itiraf ettiği mektupta,
hemen itirafın bitişiğinde Wagner'in "Devlet ve Din"ini temel okuma olarak övmesi, yani "en
soylu anlamda ahlaken yüceltici" bir okuma olduğunu söylemesi anlamlıdır (KGB 11.3 298).
Ayrıca Hanslick sempati duyulan bir şahıs olmak şöyle dursun, 1 872 sonundan 1 873 başına
kadarki dönemde "saldırılacaklar" listesine (ilk Zamana Aykırı Bakış ın alay konusu David
'

Strauss'la birlikte) girmiştir (KSA 7 19 (259)). Kısacası, Nietzsche "daha üst anlamda sadık
kalmak" için şahsi mesafeye ihtiyaç duyduğu konusunda doğruyu söylemektedir. Üstelik bu
durum çok da tuhaf değildir: Yazarlar genellikle duygularının en tutkulu şekilde yöneldiği
alandan belli bir mesafede, duygunun "dinginlik" içinde hatırlanacağı bir anda yazabilirler.
17 KGB 11.3 304.
18 KGB 11.4 Nietzsche'ye 43 1 .
19 KGB 11.3 307.
20 KSA 7 23.15. Yon Gersdorff'a Mart'ta gönderdiği bir mektupta " Tragedyanın Doğuşu'na
eşlik edecek bir parça" tasarladığından ve muhtemelen adını "kültür hekimi olarak filozof"
koyacağından bahseder (KGB 11.3 298).
21 EH Y 2.
22 EH Y I.
23 D 28.
24 ZAB 1 2.
25 ZAB 1 4.
26 ZAB l 7.
27 KSA 7 29 (53).
28 ZAB 1 6.
29 KGB 11.3 303.
30 ZAB 1 6.
31 ZAB 1 , KSA 7 26 (16).
32 ZAB 1 7.
33 ZAB 1 6; KSA 7 27 (1).
34 ZAB 1.
35 ZAB 1 7.
36 KGB 11.3 316.
37 c s. 305.
38 c s. 302.
39 c s. 306.
40 c s. 302.
41 c s. 307.
42 KGB 11.3 345.
43 KGB 11.3 3 1 3. Sol gözünün daha fazla sorun çıkardığını söylemesi tuhaftır, çünkü hemen her
zaman sağ göz daha zayıftır. Belki de zıtlığın edebi uygunluğuna kendini kaptırmıştı.
44 CA s. 1 75.
45 c s. 307.
46 c s. 299.
47 c s. 300.
48 KGB 11.3 3 1 8.
49 KSA 7 27 (32).
50 KSA 1 s. 891 -7.
51 Z 1 15.
866 Notlar: 10. Bölüm sayfa 243-270

52 KSA 7 32 (80].
53 KGB 11.4 Nietzsche'ye 474.
54 c s. 304-5.
55 KGB 11.3 330.
56 ZAB il 1.
57 ZAB il 2.
58 ZAB III 4.
59 ZAB il 7. Nietzsche defterlerinde Wagner'in sözcüklerine başvurarak "anıtsal olanın
Wahn"ından "özendirici yücelik" diye bahseder (KSA 7 29 (38]); bu yüzden bana göre ""ya­
nılsama", tıpkı Tragedyanın Doğuşu'nda olduğu gibi yanıltıcılık kavramından ayın edilmeli­
dir. Ayrıca sanatın potansiyelinin çok büyük olduğunu, şimdi bile "büyük bir sanatçının hala
Hıristiyanlığı, her şeyden öte de Hıristiyanlık şenliğini yeniden yaratabileceğini" yazar (KSA
7 27 (15]).
60 ZAB il 10.
61 ZAB il 3.
62 ZAB il 2.
63 ZAB il 3.
64 ZAB il 3, 6.
65 ZAB il 3.
66 ZAB il 2.
67 ZAB il 4, ZAB 1 1 . Buradaki en önemli sözcük "birlik"tir. Otantik bir kültürün birlik ya­
rattığı, daha doğrusu "çokluktan birlik" yarattığı, notlarda zaman zaman dile getirilmiştir
(KSA 7 26 (16]; ayrıca bkz. İKÖ 212). Bir başka deyişle, kültür her şeyin ötesinde e pluribus
unum yaratır. Notlarda "usul" ile "uzlaşım" arasında net bir ayrım yapılır (KSA 7 29 [122]).
Modernliğin elindekinin tamamı "usul"dür, sahici bir kültürü bir arada tutacak "tutkal"
ise "uzlaşım"dır. Uzlaşımın yarattığı insan paradigması sıfırdan uzlaşımla yaratılan Prusya
askeridir (KSA 7 29 [1 1 9]). Ama uzlaşımsal davranış biçimleri pratikle "ikincil mizaca" dahil
olabilir, hatta kültürün "en büyük hedefi" "basit ve doğal" olmak haline gelebilir (KSA 7 29
[1 1 8]).
68 ZAB il 4, ZAB 1 1 . Bu yüzden Nietzsche'nin "kölelerinin" bile ancak onların emeğiyle inşa
edilebilecek kültüre ait olduğu varsayılabilir.
69 ZAB il 4.
70 KSA 7 27 (66].
71 ZAB 1 1.
72 ZAB 1 1, ZAB il 4.
73 ZAB il 7.
74 KSA 7 29 [40], [ 1 39], 149].
75 ZAB il 10.
76 "Bir Ôzeleştiri Denemesi" (TD s. 5-6).
77 KSA 7 29 (143].
78 KSA 7 29 (147].
79 KSA 7 29 [ 1 08].
80 KSA 7 29 [205]; yani "birlikteki çokluk".
81 KSA 7 3 1 [7].
82 KSA 7 1 9 (125]. Nietzsche'nin Lange'den öğrendiği budur.
83 KSA 7 27 (77].
84 KSA 7 19 [125].
85 KSA 7 28 [1].
86 KSA 7 1 9 [24].
Notlar: 1 1 . Bölüm sayfa 271 -298

87 KSA 7 1 9 [34).
88 KSA 7 1 9 [1 32); ayrıca bkz. 19 [87).
89 KSA 7 27 [37).
90 KSA 7 30 [8].
91 KSA 7 1 9 [1).
92 KSA 7 24 [8].
93 KSA 7 7 [160).
94 KSA 7 7 [157).
95 Örneğin bkz. KSA 7 19 [314).
96 KSA 27 (24).
97 KSA 7 29 [141).
98 KSA 7 23 [14).
99 KSA 7 23 [14).
100 KSA 7 19 [73).
101 KSA 7 3 1 [8).
102 KSA 7 28 [6].

1 1 . BÖLÜM AIMEZ-VOUS BRAHMS?


(Sayfa 271-298)

KGB 11.3 335.


2 KGB 11.3 338.
3 KGB 11.3 346.
4 KGB 11.3 356.
5 KGB 11.3 364.
6 KGB 11.3 368.
7 KGB 11.4 Nietzsche'ye 544.
8 KGB 11.4 Nietzsche'ye 529a.
9 KGB 11.4 Nietzsche'ye 544.
10 KGB 11.3 367.
11 KGB 11.3 361.
12 KGB 11.3 398.
13 KSA 8 18 [8].
14 KGB 11.3 368.
15 KGB 11.3 356.
16 KGB 11.3 404.
17 KGB 11.3 343.
18 KGB 11.3 361.
19 KGB 11.3 365.
20 KGB 11.3 364.
21 " ... in's Begrenzste und Heimische" (KSA 7 32 [15)).
22 KGB 11.3 373.
23 1 874 başındaki notlar dördüncü Bakış'ın ilk taslağını içerir (KSA 7 32 [ 1 7]).
24 KSA 7 32 (15).
25 KSA 7 32 [25].
26 KGB 11.3 346.
27 KSA 7 32 [81.
8 68 Notlar: 1 1 . Bölüm sayfa 271-298

28 KSA 7 32 (16].
29 KSA 7 32 (34].
30 KSA 7 32 [58].
31 KSA 7 32 [35].
32 KSA 7 32 (32].
33 KSA 7 (10].
34 KSA 7 32 (42].
35 KSA 7 32 [58].
36 KSA 7 32 (43].
37 KSA 7 32 (30].
38 KSA 7 32 (44].
39 TD 21 .
40 KSA 7 32 (22].
41 KSA 7 32 (14].
42 KSA 7 32 [58].
43 KSA 7 32 (28].
44 KSA 7 32 (61].
45 KSA 32 (29].
46 KSA 7 32 (31].
47 KSA 7 32 (10].
48 KSA 7 33 [7].
49 KSA 7 32 ( 1 2].
50 KSA 7 32 (21].
51 KGB 11.3 360.
52 KGB 11.5 440.
53 KGB 11.3 341 .
54 KGB II.3 353.
55 YN s. 310.
56 YN s. 314-15.
57 KGB 11.4 Nietzsche'ye 553.
58 KGB 11.4 Nietzsche'ye 542.
59 KGB 11.3 370.
60 KGB 11.5 424.
61 ZAB 1 1.
62 J 1 s. 650.
63 J 1 s. 624-5.
64 KGB 11.3 380.
65 KGB II.3 383.
66 KGB II.3 3 8 1 .
67 KGB 11.3 3 8 1 .
68 KGB 11.3 252.
69 KGB 11.3 382.
70 KGB 11.3 371.
71 c s. 321.
72 c s. 321.
73 c s. 321 -2.
74 CA s. 208.
75 YN s. 332.
76 A. g.e.
Notlar: 1 1 . Bölüm sayfa 271-298

77 c s. 322.
78 c s. 523-4.
79 KGB 11.3 390.
80 KGB 11.3 395.
81 KGB 111.1 352.
82 ZAB III 1 .
83 A.g.e.
84 A.g.e.
85 A.g.e.
86 ZAB III 3.
87 ZAB III 2, 4, 6.
88 insanca, Pek insanca, il. Cilt, Ônsöz, 1. Kesim.
89 ZAB III 2.
90 ZAB III 4.
91 ZAB III 3.
92 ZAB III 5.
93 ZAB III 5.
94 ZAB III 5.
95 A.g.e.
96 TD 5.
97 ZAB III 6.
98 ZAB III 5.
99 ZAB III 6.
100 KSA 7 19 (1 32], 19 (87].
101 Nietzsche'nin düşüncesinin bu aşamasında "daha yüksek" kavrayışı "daha uyarlanabilir" ile
"daha hayranlık verici" yani daha "manevi" olanın rahatsız bir karışımıdır.
1 02 ZAB III 7.
103 ZAB III 6.
104 EH V 2.
1 05 c s. 330.
1 06 KGB 11.4 Nietzsche'ye 619.
107 KGB 11.4 Nietzsche'ye 599.
108 KGB 11.4 Nietzsche'ye 598.
109 KGB 11.4 Nietzsche'ye 603.
110 YN s. 320.
111 KGB 11.4 Nietzsche'ye 6 10.
1 12 YN s. 324.
113 EH V 3. Vurgu bana ait.
1 14 ZAB 111 3.
1 15 YN s. 320-21 .
116 KGB 11.3 404.
1 17 KGB 11.5 414.
118 A.g.e.
1 19 KGB 11.5 422.
Notlar: 12. Bölüm sayfa 299-339

12. BÖLÜM AUF WIEDERSEHEN BAYREUTH


(Sayfa 299-339)

1 KGB 11.5 412.


2 YN s. 340.
3 KGB 11.5 414.
4 KGB 11.5 422.
5 KGB 11.5 414.
6 c s. 332-3.
7 c s. 363.
8 KGB 11.5 525.
9 KGB 11.5 433.
10 KGB 11.5 487.
11 KGB 11.5 430.
12 KGB 11.5 431.
13 KGB 11.5 477.
14 KSA 8 3 [ 1 ]-[16).
15 KSA 8 3 [ 12).
16 KSA 8 3 [49).
17 KSA 8 3 (14).
18 KSA 8 3 (18).
19 KSA 8 17 [72).
20 KSA 8 5 [20).
21 KSA 8 5 [ 1 46).
22 KSA 8 3 (68); vurgu bana ait.
23 KSA 8 5 (65).
24 KSA 8 5 [47).
25 KSA 8 5 ( 1 43).
26 KSA 8 5 [58].
27 KSA 8 5 [58).
28 KGB 11.5 528.
29 KGB 11.5 443.
30 c s. 334-6.
31 KGB 11.5 443.
32 KGB 11.5 430.
33 KGB 11.5 439.
34 KGB 11.5 449.
35 CA s. 214.
36 KGB 11.6/1 680.
37 KGB 11.6/1 691.
38 KKÖ 74.
39 KGB 11.5 466.
40 KGB 11.5 481.
41 KGB 11.5 469.
42 KGB 11.5 476.
43 KGB 11.5 470.
44 A.g.e.
45 KGB 11.6/1 Nietzsche'ye 680.
Notlar: 12. Bölüm sayfa 299-339

46 KGB 11.6/1 Nietzsche'ye 455.


47 KGB 11.5 498.
48 KGB 11.5 475.
49 KGB 11.5 474.
50 KGB 11.5 471 .
51 c s. 346.
52 KGB 11.5 495.
53 KGB 11.5 521.
54 KGB 11.5 520.
55 KGB 11.5 449.
56 KGB 11.5 474.
57 KGB 11.5 481.
58 Nietzsche Steinabad'daki son gününde Cari Fuchs'a "Tanrı özgür ruhlar olmayı bize bahşet­
sin, gerisi sana kalsın" diye yazar. Bu kilit tabiri ilk kez burada kullanmış gibi görünmektedir
(KGB 11.5 479).
59 KGB 11.5 471 .
60 KGB 11.5 479.
61 KGB 11.5 475.
62 KGB 11.5 4 8 1 .
63 KGB 11.5 450.
64 KGB 11.5 493.
65 KGB 11.5 495.
66 KGB 11.5 493.
67 KGB 11.5 494.
68 KGB 11.5 498.
69 Cate (2002) s. 232.
70 Small (2005) s. 44.
71 KGB 11.5 492.
72 KGB 11.6.1 745.
73 KGB 11.5 505.
74 KGB 11.5 494.
75 IPI 36.
76 ITO il s. 210.
77 KGB 11.6/2 Nietzsche'ye 1084, EH III İPİ 6.
78 ŞB 335.
79 1 1 s. 695.
80 c s. 351-3.
81 c s. 357.
82 KGB 11.5 516.
83 1 1 s. 630.
84 KGB 11.5 51 7.
85 KGB 11.5 529.
86 KGB 11.5 533.
87 KGB 11.5 490.
88 E H III BT 4.
89 EH III ZAB 3. Vurgu bana ait.
90 WB 1 .
91 WB 4.
92 WB 8.
93 WB 8.
87 2 Notlar: 12. Bölüm sayfa 299-339

94 WB 1 .
95 WB 4.
96 Bu dönemden çarpıcı bir notta şöyle denir: "Eğitim öncelikle zorunluluğun, ondan sonra
değişebilir ve dönüşebilir olanın öğretilmesidir. Öğrenciye doğa yasalarının evrensel geçerliliği
gösterildikten sonra sivil toplumun yasaları gösterilir. Sivil toplumun yasaları konusunda şu
soru gündeme gelir: Böyle olmak zorunda mı? Öğrenci geçmişte nasıl olduğunu duymak için
giderek tarihe de ihtiyaç duyacaktır. Fakat burada işlerin başka türlü de olabileceğini öğrenir.
İnsanın şeyler üzerinde ne kadar gücü vardır? Bu, tüm eğitimin sorunudur. Şimdi de işlerin
nasıl değişik olabileceğini göstermek için ona mesela Yunanlılar öğretilir. İşlerin nasıl mevcut
halini aldığını göstermek için de Romalıların anlatılması gerekir" (KSA 8 5 [64]).
97 WB 1 1 .
98 WB 5, 7, 10.
99 WB 2.
100 KSA 8 9 [1]. Bu ifade Nietzsche'nin 1 875 yazında yoğun bir şekilde okuduğu Der Werth des
Lebens'in ( 1 865; Hayatın Değeri) yazarı Kari Eugen Dühring'den alınmıştır.
101 WB 9, 2.
102 WB 4.
103 WB 7.
104 KGB Il.5 490.
105 WB 7.
106 WB 7.
107 KGB II.5 734.
108 WB 7.
109 Hangilerinin gönderildiği bilinmiyor, çünkü sonraki yıl Wahnfried'de istenmeyen kişi haline
gelince Cosima mektuplarından çoğunu yok etmişti.
1 10 KGB 11. 5 535, 536, 357, 538.
111 Bu yüzden, Ecce Homo'daki "Wagner eserde kendini bulamadı" (EH III TD 4) ifadesi uydur-
madır.
112 KGB Il.6/1 Nietzsche'ye 797.
113 KGB Il.611 Nietzsche'ye 796.
114 KGB Il.6/1 Nietzsche'ye 799.
115 KGB II.6/1 Nietzsche'ye 800.
116 c s. 370.
1 17 YN s. 390.
118 KGB Il.5 544.
119 KGB Il.5 545.
120 KGB Il.5 544.
121 KGB Il.5 544.
122 KGB Il.5 734.
1 23 KGB Il.5 734.
124 YN s. 386.
125 YN s. 392.
1 26 EH III TD 4.
1 27 J I s. 724.
128 YN s. 385.
129 YN s. 389.
1 30 YN s. 389.
131 TD 23, ZAB II 2.
132 KGB Il.5 734.
Notlar: 13. Bölüm sayfa 341-358

133 YN s. 376-7.
1 34 İPİ 153.
135 İPİ il. Cilt, ônsöz 3.
136 EH ili İPİ 2.
1 37 KGB 11.5 545.
138 YN s. 391.
139 8 Ağustos 1877'de, Overbeck'in evlenmesinden bir yıl bir gün sonra evlenecekti.
140 KGB 11.611 Nietzsche'ye 71 1 .
141 EH ili IPI 2.
142 KGB 11.5 549.
143 KGB 11.6/1 Nietzsche'ye 810.
144 KGB 11.6/1 Nietzsche'ye 814.
145 KSA 8 3 (76).
146 KGB 11.5 552.

13. BÖLÜM SORRENTO


(Sayfa 341-358)

1 KGB 11.5 526.


2 KGB 11.5 555.
3 KGB 11.6/1 Nietzsche'ye 821.
4 KGB 11.5 556. Jacob Bernays Bonn'daki klasik filoloji kürsüsüne Ritschl'den sonra geçen
profesördür. Nietzsche 1872'de Rohde'ye şöyle yazar: "Son habere göre Jacob Bernays [Tra­
gedyanın Doğuşu'nda ortaya konan görüşlerin] ... kendi görüşleri olduğunu fakat fena halde
abartıldığını iddia etmiş. Bu eğitimli ve zeki Yahudi'nin cesaretine hayran kaldım, ama diğer
yandan olup bitenlerin kokusunun 'bu yerdeki kurnazlık' sayesinde çıktığının da şenlendirici
bir işareti gibime geliyor" (KGB 11.3 277).
5 J I s. 742.
6 c s. 382.
7 KGB 11.5 518.
8 J 1 s. 692.
9 Brigham Young Üniversitesi'nde Monte Gardiner'in yüksek lisansı olarak sunulan İngilizce
çevirisine internetten ulaşılabilir.
10 KGB 11.5 5 1 8 .
11 Memoirs ofa Female idealist, 1. Kısım, 1 0 . Bölüm.
12 Bu pasaj, William James'in Varieties of Religious Experience adlı eserinde alıntı olarak yer
alır (bkz. Small (2005) s. 26).
13 KSA 8 32.1 9. Ne yazık ki Lambrettas tüm bunları değiştirmiştir.
14 c s. 385.
15 ŞB 77.
16 KGB 11.5 580.
17 İPİ 1 .
18 Small (2005), s . 26.
19 c s. 394.
20 c s. 392.
21 KSA 21 [13).
22 KSA 8 19 [108).
8 74 Notlar: 13. Bölüm sayfa 341 -358

23 KSA 8 21 [43]. Nietzsche birkaç yıl sonra "ahlak"ı kötü anlamda kullanmaya başladığında
aynı sözleri "sosyalizm bu kadar kötüdür" dernek için de kullanabilirdi. Ama henüz "ahla­
kı" kötü anlamda kullanmıyor. 1877'deki defterlerde bu terim istisnasız geleneksel anlamda,
yüksek düzeyde onay ifadesi olarak kullanılmıştır.
24 KSA 8 23 [14].
25 KSA 8 17 [44].
26 c s. 386.
27 ŞB 279.
28 KGB 11.5 581.
29 KGB 11.6 Nietzsche'ye 858.
30 KGB 11.5 567.
31 C s. 41 8 .
32 KGB 11.5 606.
33 KGB 11.5 630.
34 İPİ 402, 424.
35 KGB 11.5 674.
36 KGB 11.5 642.
37 KGB 11.5 599.
38 KGB 11.5 628.
39 KGB 11.5 644.
40 KGB 11.5 654.
41 A.g.e.
42 ŞB 3 8 1 .
43 KGB 11.5 627.
44 KGB 11.5 661.
45 KGB 11.5 660.
46 z il 10.
47 Janz ( 1 976) 1 s. 782.
48 KGB 11.5 656.
49 KGB 11.5 652.
50 KGB 11.5 643.
51 C s. 414.
52 KGB 11.5 620.
53 KGB 11.5 654.
54 KGB 11.5 662.
55 Janz 1 s. 787.
56 c s. 422.
57 KGB 11.5 669.
58 C s. 417.
59 Magee ( 1 983) s. 1 2 1 .
60 c s . 41 7-48
61 KGB 111.1 384.
62 KGB 111.1 405. "Doğaya aykırı zevk ve eğlence düşkünlüğü, oğlancılık belirtileri" Wagner'in
Eiser'e mektubunda kelimesi kelimesine bulunmaktadır.
Notlar: 14. Bölüm sayfa 359-402

14. BÖLÜM İNSANCA, PEK İNSANCA


(Sayfa 359-402)

1 KGB 11.5 678.


2 EH III İPİ 5.
3 KGB 11.5 673.
4 KGB 11.5 679, 710.
5 KGB 11.5 676.
6 12. Bölüm'ün 107. sonnotunda bahsedilen ve sonraki paragrafta yeniden alıntılanan mektu-
bu alan kişi Mathilde'ydi.
7 KGB 11.5 734.
8 PA IV.
9 İTD 11 s. 164.
10 PA iV.
11 EH III İPİ 6.
12 PA iV.
13 IPI 630, 631.
14 EH III IPI 1 . Bana kalırsa buradaki "pek" en az iki anlam taşıyor: Birincisi, metafizik inancın
kökenleri metafiziğin bir anlamda havalanmasına imkan vermeyecek kadar insancadır; ikin­
cisi, insan zekasının kötü bir gün geçirdiği durumları ifade etmeleri bakımından pek insanca­
dırlar.
15 D, Ônsöz.
16 Ş B 3 8 1 . Ayrıca bkz. KKÔ 158.
17 Small (2005) s . 4 1 .
18 KGB ll.5 76.
19 KGB 11.5 554.
20 IPI 225.
21 A.g.e.
22 GG 288.
23 Spir ( 1 869) s. 55 vd. lngilizceye çevrilen belgenin başlığı şöyledir: Proposal to the Friends ofa
Rational Way of Living (Dostlarım İçin Rasyonel Yaşama Yöntemi; Vorschlag an die Freunde
einer vernünftigen Lebensführung, 1 869).
24 EH il 1, PA VIII 2. Gördüğümüz üzere, gençliğinde kesinlikle alkolden habersiz olmamasına
rağmen hayatının sonraki kısmında nadiren içti, hatta sağlığına iyi geleceğini düşündüğü za­
manlarda içkiyi ağzına sürdü sadece.
25 ZAB il 10.
26 iPİ 282.
27 GG 2 1 8-19.
28 IPI 290. Ayrıca bkz. KKÖ 49.
29 GG 295.
30 KGB 11.5 522.
31 KGB 11.5 656. Yeri geldikçe tersini söyler.
32 KKÖ 1 87.
33 Voltaire'e ithafını eserin 1 886 baskısında kaldırması, Nietzsche'nin entelektüel gelişimi açı-
sından anlamlıdır.
34 KSA 8 5 (30).
35 Small (2005) s. 3 1 .
36 ŞB 58.
876 Notlar: 14. Bölüm sayfa 359-402

37 İPİ Ônsöz 3, 4. Nietzsche Zerdüşt'te ruhun tam gelişimi için çölde yaşayan "aslanın" yarancı
"çocuğa" dönüşmesini şart koşarken de aynı noktaya parmak basar (Z I 1 ).
38 KGB II.5 521.
39 KGB II.5 554.
40 KGB II.5 554.
41 J l s. 750.
42 KGB II.5 1 13.
43 KGB II.5 589.
44 KSA 8 1 7 [50).
45 KSA 8 17 (50).
46 IPI 109.
47 KKÖ 1 80.
48 İPİ 1 .
49 iPİ 30.
50 İPİ 6.
51 İPİ 1 1 9.
52 İPİ 55, 142.
53 IPI 1 26.
54 IPI 1 15, 141. Burada Ahlakın Soykütüğü nün ikinci denemesini başlangıç halinde görüyoruz.
'

55 İPİ I 1 1 1.
56 İPİ 1 3 .
57 İPİ 9 .
58 TD 1 7
59 İPİ 1 53.
60 IPI 26, 37.
61 lTD II 1 7. Bölüm.
62 İPİ 1 53.
63 İPİ 15.
64 Salome ( 1 98 8) s. 67.
65 IPI 1 64.
66 IPI 145, 155.
67 İPİ 1 62.
68 iPİ 1 32-3.
69 Arı Usun Eleştirisı'nde "Üçüncü Çanşkı".
70 Bkz. FR s. 94-7, İTD I s. 1 1 3, 1 55-6, lTD il s. 3 1 9-21 .
71 iPİ 37.
72 IPI 106.
73 İPİ 1 8-39.
74 IPI 1 02.
75 İPİ 1 1 9.
76 İPİ 37.
77 IPI 37, 46.
78 İPİ 107.
79 İPİ 103.
80 İPİ 54.
81 İPİ 133.
82 İPİ 20.
83 İPİ 22.
84 İPİ 34.
Notlar: 14. Bölüm sayfa 359-402

85 IPI I 325.
86 IPI 327.
87 IPI 37.
88 KSA 8 23 [41], iPİ 36'nın bir ön versiyonu.
89 IPI 36, 37.
90 IPI 109. Nietzsche'nin gerçek anlamda fahişeliğe tutarlı olarak sıcak bakması bu sözler hak-
kındaki çekincelere yol açmış olsa gerek.
91 IPI 147.
92 IPI 141, 1 14, 1 1 9, 1 33.
93 IPI 124.
94 IPI 107.
95 IPI 108.
96 IPI 242.
97 IPI 108.
98 IPI 128.
99 IPI 95.
100 IPI 95.
101 Z iV 1 .
1 02 KGB il 630.
103 KSA 8 23 [16].
104 IPI 23-4.
105 IPI 585.
106 IPI 520.
107 Krş. IPI 237.
1 08 IPI 235.
109 İPİ 442. Modern savaşta liderlik ile tehlike arasındaki ilişki bu kadar sıkı değildir elbette.
1 10 IPI 439, 284, 283.
111 Krş. KKÔ 1 3 1 .
1 12 IPI 226.
1 13 IPI 231 .
1 14 IPI 224.
115 IPI 225, 463.
116 IPI 224.
1 17 IPI 224.
118 KSA 8 17 [44].
119 KSA 7 19 ( 1 32], 19 (87].
1 20 IPI 224.
121 IPI 462.
122 IPI 457. Bu sözleri krş. "Yunan Devleti", AS s. 1 80.
123 KSA 8 25 [1]. Vurgu bana ait.
124 IPI 462.
125 IPI 66.
126 IPI 105, 70.
1 27 z 1 21.
1 28 IPI 80.
1 29 IPI 24.
130 KSA 1 0 5 (1] 38. Bu dikkat çekici nota neyin vesile olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.
131 IPI 251.
132 IPI 278.
Notlar: 15. Bölüm sayfa 405-437

133 İPİ 276.


134 KSA 9 8 (2).
135 IPI 1 1 1 .
136 İPİ I 1 14.
137 İPİ 1 1 ı .
138 KKÖ 222.
139 TD 23.
140 İPİ 262. Bildiğimiz gibi önemli bir fark Yunan dininin çoktanrılı olmasıdır. Bu yüzden Hıris­
tiyan "tektanrıcılığında" cisimleşen ahlakın "her boya uyan" niteliğinden uzak durulur ve
insanlığın zengin çeşitliliğiyle serpilip gelişmesine imkan verilir.
141 IPl 224.
142 Durkheim ( 1 995) s. 47.
143 İPİ 222. Alıntı Goethe'nin "Damat" adlı şiirindendir.
144 KKÖ 99.
145 KKÖ 1 1 4.
146 KSA 8 30 (90).
147 KSA 8 30 (82).
148 GG 87.
149 IPI 25.
1 50 GG 350.
151 GG 284.
1 52 IPI 444.
1 53 İPi 477.
1 54 GG 6 1 .
1 55 KGB II.5 674.
156 KKÖ 88.
157 İPİ 27.

15. BÖLÜM GEZGİN İLE GÖLGESİ


(Sayfa 405-437)

1 KGB II.6/2 Nietzsche'ye 1057.


2 KGB II.5 744.
3 KGB II.5 723.
4 KGB II.6/2 Nietzsche'ye 1065.
5 LN s. 39.
6 KGB II.6/2 Nietzsche'ye 1084.
7 KGB II.6/2 Nietzsche'ye 1082.
8 KGB II.6/2 Nietzsche'ye 1083.
9 KGB II.5 743.
10 Salome ( 1 988) s . 74. Çeviri değiştirilmiştir.
11 KGB 11.5 738.
12 KGB II.5 744.
13 KKÖ 33, 50.
14 KKÖ 50.
15 KKÖ 33.
16 KKÖ 91.
Notlar: 1 5 . Bölüm sayfa 405-437

17 KKÖ 321.
18 KKÖ 109.
19 KKÖ 89.
20 KKÖ 13.
21 KKÖ 5.
22 KGB 11.5 772.
23 KGB II.5 832.
24 KGB 11.5 739, 839.
25 KGB 11.5 825.
26 LN s. 57-9
27 KGB II.5 837.
28 KGB II.5 859.
29 KGB 11.5 863.
30 KGB II.5 864.
31 KSA 8 43.
32 KGB 111.1 1 .
33 EH 1 1 .
34 GG 295.
35 KSA 8 28 [15).
36 KSA 8 30 [31).
37 KGB 11.5 826.
38 KSA 9 7 [97).
39 İPİ 275.
40 KKÖ 224.
41 GG 3 1 8.
42 GG 86.
43 Hadot ( 1995).
44 KSA 8 41 [48).
45 GG 1 92.
46 KSA 8 41 [48).
47 KGB 11.5 842.
48 KSA 8 30 [52).
49 KGB IIl. 1 68, 125.
50 KSA 8 41 [32).
51 KSA 8 28 (41 ) .
52 KSA 8 28 [40).
53 KGB II.5 880.
54 KSA 8 27 (21).
55 Bu konu aşağıda s. 458-60'ta daha etraflıca tartışılacak.
56 GG 295.
57 GG 300.
58 G G 7.
59 GG 350.
60 Aklında bunların olduğunu 300. Kesim'in başlığından anlıyoruz: "Tek bir şey lazım" baş­
lığı John Bunyan'ın "Tek Bir Şey Lazım; ya da Dört Kalıcı Şey Üzerine Ciddi Tefekkürler:
Ölüm, Yargı, Cennet ve Cehennem" (One Thing Is Needful; OR, Serious Meditations Upon
the Four Lasting Things: Death, Judgment, Heaven, and Heli, 1 688) adlı eserine dolaylı bir
göndermedir. Nietzsche elbette Bunyan'ın dörtlemesini reddeder. "Lazım" olan tek şey "yü­
rekteki neşedir" ve bu neşeye "bilgelikle" ulaşılır.
880 Notlar: 1 5 . Bölüm sayfa 405-437

61 GG 6.
62 KSA 8 40 (16].
63 TK 283.
64 GG 261.
65 GG 241.
66 GG 250.
67 GG 250.
68 GG 253.
69 GG 7. (İş Bankası Kültür Yayınları, Mustafa Tüzel çevirisi)
70 GG 16.
71 GG 14. (İş Bankası Kültür Yayınları, Mustafa Tüzel çevirisi.)
72 A.g.e.
73 TD 7.
74 GG 305.
75 GG 322.
76 GG 88.
77 GG 3 1 8.
78 GG 305: krş. GG 65. (İş Bankası Kültür Yayınları, Mustafa Tüzel çevirisi.)
79 GG 19.
80 GG 20.
81 G G 53. (İş Bankası Kültür Yayınları, Mustafa Tüzel çevirisi.)
82 GG 288.
83 GG 286.
84 GG 285.
85 GG 280.
86 GG 136.
87 GG 295.
88 GG 1 83.
89 GG 22.
90 GG 350.
91 GG 284.
92 GG 226.
93 GG 272.
94 GG 270.
95 GG 272.
96 KGB 11.6/2 Nietzsche'ye 1252.
97 KGB 11.5 900.
98 pp il s. 6 14-15.
99 GG 275.
100 GG 289.
101 KGB 11.6/2 Nietzsche'ye 1265.
102 c s. 453-4.
103 TK 376.
104 KGB 11.5 884.
105 KGB 11.5 867.
106 KGB ll.5 896.
107 KGB lll.1 2.
108 İKÖ 242.
109 KGB 111.1 1 7.
Notlar: 1 6 . Bölüm sayfa 439-469 881

110 KGB IIl.1 1 6-32.


111 KSA 9 47-102.
1 12 c s. 457.
1 13 C s. 475.
1 14 C s. 483.
115 KGB 111.1 49.
1 16 A.g.e.
1 17 KGB 111.1 42.
118 c s. 476.
1 19 KGB IIl.1 40.
120 LN s. 79.
121 "Saraylar" derken biraz uçuyor elbette. Sokağın bir tarafında dört ya da beş katlı orta sınıf
evleri, diğer tarafında Villeta Dinegro parkı vardır.
122 KGB Ill.1 69.
123 KGB 111.1 101.
124 A.g.e.
1 25 LN s. 82
126 KGB III.1 85.
127 KGB IIl.1 66.
128 KGB 111.1 68.
129 ŞB 291.
130 ŞB 290, 291.
131 KGB 111.1 76.
132 TK 423.
133 KGB 111.1 86.
1 34 KGB IIl.1 1 10.
135 KGB IIl.1 1 09. Kendi "Manfred Tefekkürü"nün Tan Kızıllığı'nın müzikal zemini olduğu
şeklindeki önceki iddiasının iptal edildiğini düşünebiliriz büyük ihtimalle (KGB IIl.1 83).

16. BÖLÜM TAN KIZILLIGI


(Sayfa 439-469)

1 EH lII TK 1
2 TK 314
3 TK 1 64.
4 A.g.e.
5 A.g.e.
6 TK 96.
7 TK 205, 201 .
8 TK 1 50, 359.
9 TK 454.
10 T K Ônsöz 5.
11 TK 544.
12 TK 207.
13 TK 367.
14 TK 553.
15 EH III TK 1 .
882 Notlar: 1 6 . Bölüm sayfa 439-469

16 TK 575.
17 TK 376.
18 İPİ 275.
19 TK 553.
20 TK 474.
21 TK 1 1 7, 3 1 .
22 TK 122. Bu Darwinci yapıbozum kesinlikle Şen Bilim'deki şu anlayışın ardındaki başlıca
düşüncedir: "dünyanın toptan niteliği" "kaostur", ona herhangi bir düzen ya da bilgelik
yansıtmaya kalkmak salt "insanbiçimciliktir" (ŞB 109).
23 TK 33, 41, 72, 453.
24 TK 148, 128.
25 TK 1 1 6.
26 TK 202. Nietzsche'nin toplumun korunmasına ve diğerlerinin caydırılmasına da akılcı düzen-
lemeler gözüyle bakacağını varsayabiliriz. Onun akılcılık saymadığı şey intikamdır.
27 TK 148.
28 TK 1 8, 109, 1 1 0, 339.
29 TK 18, 23, 1 89, 204, 348, 356.
30 TK 95.
31 İPİ 226.
32 TK 68.
33 TK 72.
34 TK 18, 94.
35 TK 72.
36 KSA 9 3 ( 1 17].
37 TK 102.
38 TK 431.
39 TK 79.
40 TK 9 1 .
41 TK 53.
42 TK 77.
43 TK 72.
44 Nietzsche defterlerinde şöyle yazar: "Kant: insan ahlaklı bir varlıktır; bu yüzden ( 1) özgürdür,
(2) ölümsüzdür), (3) ödüllendiren ya da cezalandıran bir yargıç vardır: Tanrı. -Ama ahlaklı
varlık bir uydurmadır, bu yüzden ... " (KSA 9 7 (20]).
45 TK 148.
46 TK 76.
47 TK 78.
48 TK 108.
49 TK 57, 99.
50 TK 148.
51 TK 224, 1 36, 334.
52 TK 133. Kari Popper'in Freud için söylediği gibi, böyle iddialar çürütülebilir.
53 Fakat bkz. 2 1 . Bölüm'ün 6. sonnotu.
54 TK 135, 224.
55 KSA 9 3 (14].
56 TK 1 37.
57 BT 2 1 .
58 TK 1 34.
59 KSA 9 2 [40].
Notlar: 1 6. Bölüm sayfa 439-469

60 TK 63.
61 TK 1 33.
62 A.g.e.
63 KGB Ill.5 1 144.
64 KSA 9 2 (41 ] .
65 TK 190.
66 TK 165.
67 z 1 15.
68 TK 377.
69 KSA 9 7 (313].
70 TK 1 28.
71 TK 1 1 5.
72 TK 124.
73 TK 1 19.
74 TK 560.
75 KSA 9 7 (30]; krş. KKÖ 36.
76 İTD 1 s. 304-5. Değiştirilemez "karakter" kişinin temel yatkınlık repertuarını ifade eder. "Edi-
nilen" karakter kişinin ifade bulmasına izin verdiği yatkınlıklar kümesiyle alakalıdır.
77 TK 109.
78 A.g.e.
79 Tan Kızıllığı'nın "kaderciliği" ile "kendini yaratma" teması arasındaki gerilimin bu işlenişi
esasen Brian Leiter tarafından gerçekleştirilmiştir. Bkz. Leiter (2001 ).
80 TK Önsöz 5.
81 TK 552.
82 TK 59.
83 TK 105; ayrıca bkz. KSA 8 2 (15].
84 KKÖ 220.
85 TK 109.
86 TK 2 1 8; ayrıca bkz. 337, 468 ve GG 120.
87 TK 469.
88 GG 1 1 5.
89 TK 245.
90 IKö 212.
91 c s. 399.
92 TK 108.
93 TK 146.
94 z iV. 1 .
95 KSA 8 40 ( 1 6].
96 KSA 9 7 (37].
97 KSA 8 43 [3].
98 GG 295.
99 İPİ 6 1 1 .
100 İKÖ 213.
101 TK 1 74.
102 Leiter (2002).
1 03 TK 9.
104 TK 9, 1 65, 377.
105 TK 103.
106 TK 76.
8 84 Notlar: 16. Bölüm sayfa 439-469

107 KGB 111.1 40.


108 KSA 8 29 [29).
109 Hutter (2006).
110 TK 1 94.
111 TK 52.
112 TK 449.
113 KGB 11.5 671.
114 KGB IIl.1 348.
1 15 TK 552. Vurgular Nietzsche'ye ait.
1 16 TK 145. Zerdüşt'ün Öndeyiş'inde ve "armağan verme erdemi" (Z 1 22) tartışmasında kendini
gösteren fikre göre bu erdem gebelik modeli üzerinden anlaşılmalıdır.
117 TK 355.
118 Aktaran Conradi (2001 ); yeniden aktaran Stuart Hampshire (2001 ) The New York Review
,

of Books'ta Conradi'nin kitabı üzerine bir yorumda.


1 19 TK 145.
120 KGB 111.1 348.
121 Z I 22.
122 TK 194.
123 TK 552.
124 TK 449.
1 25 TK 505.
126 IPI 283.
127 TK 364.
128 TK 323.
129 TK 462.
1 30 TK 376.
131 TK 258.
132 TK 321.
133 TK 346.
134 TK 413.
135 TK 542.
136 TK 278.
137 TK 325.
138 TK 432.
139 TK 1 1 7.
140 KSA 910 [D 82).
141 TK 423.
142 TK 1 1 7.
143 TK 314.
144 TD 15.
145 Nietzsche'nin "postmodernistten" ziyade "Kantçı" olduğu görüşü defterlerde de destek bul­
maktadır: "İnsan neticede dünyayı keşfetmez, dokunma ve duyu organları ile onların yasa­
larını keşfeder -iyi ama bunların varlığı gerçekliğin yeterli kanıtı değil midir? Bence ayna
bunları ispatlar" (KSA 9 10 [D 83)). "Duyulur dünya gerçekte mevcut değildir, kendisiyle
çelişir: duyusal bir yanılsamadır. Peki o zaman duyular nedir? Yanılsamanın kaynağı gerçek
olmalıdır" (KSA 9 1 0 [E 93)).
146 KSA 9 3 [ 1 9); ayrıca bkz. GG 16.
147 Quine ( 1 960) s. 22.
Notlar: 1 7. Bölüm sayfa 4 71-505 885

17. BÖLÜM ŞEN BİLİM


(Sayfa 471-505)

1 KGB 111.1 142.


2 KGB 111.1 122.
3 KGB III.1 1 35.
4 KGB 111.1 142.
5 KGB IIl.1 1 37.
6 KGB 111.1 142.
7 KGB 111.1 125.
8 KGB 111.1 121.
9 KGB IIl.1 1 67.
10 KGB 111.1 145.
11 KGB IIl.1 153.
12 KGB 111.1 125.
13 KGB IIl.1 128.
14 KGB 111.1 125.
15 KGB 111.1 1 36.
16 EH III Z 1.
17 KSA 9 1 1 [141].
18 KGB 111.1 135.
19 KGB 111.1 1 35.
20 KGB 111.1 1 58.
21 KGB 111.1 144.
22 KGB IIl.1 326.
23 KGB 111.1 198.
24 ŞB Önsöz 4.
25 KGB 111.1 1 57.
26 KGB IIl.1 1 8 1 .
27 KGB 111.1 1 8 1 .
28 KGB 111.1 1 73.
29 KGB 111.1 1 84.
30 KGB 111. 1 1 88.
31 KGB III.1 172.
32 KGB lll. 1 1 74.
33 26 Temmuz 1882'de.
34 KGB 111.1 1 94.
35 KGB 111.1 202.
36 KGB IIl.1 1 87.
37 ŞB 276.
38 KGB 111.7/1 Ek 3 1 .
39 KGB 111.1 1 95.
40 KGB 111.1 201 . Şen Bilim'in başındaki şiir derlemesinde tekrar onaya çıkar.
41 KGB III.1 1 97.
42 KGB Ill.1 206.
43 KGB 111.1 213.
44 KGB III.1 220.
45 Kohler (2002).
886 Notlar: 1 7. Bölüm sayfa 471-505

46 KGB 111.1 1 2 1 .
47 KGB 111.1 221.
48 KGB III.1 222.
49 KGB 111.1 1 35.
50 KGB 111.1 162.
51 KGB 111.1 204-5.
52 KGB 111.1 224.
53 KGB III.1 1 1 8.
54 KSA 3 s . 334-42.
55 KGB 111.1 1 95, 224.
56 KSA 9 7 (37).
57 EH III ŞB.
58 ŞB 327.
59 KGB III. 1 230.
60 Z Öndeyiş 9.
61 ŞB 335; ayrıca bkz. Ş B 55.
62 ŞB 32; ayrıca bkz. 255.
63 ŞB 381.
64 ŞB 26.
65 ŞB 1 .
66 ŞB 76.
67 A.g.e.
68 ŞB 1 1 6-17.
69 ŞB 50.
70 A.g.e.
71 ŞB 1 16.
72 ŞB 5.
73 ŞB 356.
74 ŞB 24.
75 ŞB 23.
76 A.g.e.
77 ŞB 58.
78 KSA 8 1 7 (44).
79 ŞB 382.
80 ŞB 55.
81 ŞB 285.
82 ŞB 108.
83 ŞB 1 39.
84 ŞB 274-5.
85 ŞB 294.
86 ŞB 76.
87 ŞB 343.
88 ŞB 23.
89 ŞB 125.
90 ŞB 125.
91 ŞB 86.
92 KGB 111.1 381, 459, 769.
93 KSA 10 4 [90).
Notlar: 1 7. Bölüm sayfa 471-505

94 ŞB 89. Defterlerde: "Sanatların sanatına karşı daha yüksek bir sanat öğretmek istiyorum:
şenliklerin icadı" (KSA 9 1 1 [170)).
95 ŞB 85.
96 KSA 10 4 [265). Nietzsche aslında "pek çok resim" diyerek Yunan dininin çoktanrıcılığının
Hıristiyanlığın tektanrıcılığının yerini alması gereğini ifade eder. Bu gereklilik ŞB 143'te açığa
vurulur.
97 ŞB 84.
98 ŞB 106.
99 Triumph des Willens ( 1 934; İradenin Zaferi) ve Olympia ( 1 938); [Aktris, yönetmen ve ya­
pımcı olan Alman Riefensthal'ın ödüllü bu iki filminden ilki Nazi Partisi'nce propaganda
filmi seçilmiştir-r.]
100 ŞB 329.
101 ŞB 301.
102 KSA 9 1 1 . 1 9 1 .
103 Z il 22. B u tip düşünceler kimi zaman çok kötü düşünceler olabilir elbette. 2008'deki küresel
mali erimenin temel sebebi muhakkak ki bankacıların açgözlülüğü değil neoklasik iktisadın,
iktisadi faillerin tam anlamıyla akılcı olduğu yolundaki absürd varsayıma dayalı uygulama­
sıydı.
1 04 ŞB 39. En azından yazım sırasında Obama ABD Başkanlığı'nın en büyük umudu buydu. Can­
lı tarihte ilk defa (iyilikçi) manevi liderlik ile küresel iktidarın bir bileşimi önümüze konmuş
gibi görünüyor.
105 ŞB 280.
106 ŞB 120.
107 ŞB 1 1 8.
108 ŞB 1 1 9.
109 KGB IIl.1 380.
1 10 ŞB 40.
111 ŞB 335.
112 ŞB 283.
113 ŞB 55.
1 14 ŞB 299.
1 15 ŞB 78.
116 ŞB 78.
117 ŞB 335.
118 ŞB 276.
119 ŞB 341 .
1 20 Ş B 303.
121 ŞB 377.
122 PA 1 8.
123 ŞB 99.
124 ŞB 333.
1 25 ŞB 374.
126 ŞB 54.
127 ŞB 57.
128 Terim Hubert Dreyfus'undur; bkz. Dreyfus ( 1 991).
129 ŞB 54.
1 30 ŞB 58.
131 ŞB 374.
888 Notlar: 1 8 . Bölüm sayfa 507-532

1 8. BÖLÜM SALOME MACERASI


(Sayfa 507-532)

1 ŞB 279.
2 CA s. 322.
3 KGB Ill.1 263.
4 c s. 536.
5 KGB Ill.1 2 1 5.
6 KGB IIl.2 1 1 8.
7 A.g.e.
8 c. s. 510.
9 Tepeye aslında öteden beri Sacro Monte, Sacro Monte d'Orta denir.
10 KGB IIl.7/1 s. 905.
11 Lou'nun Tautenburg günlüğü: Pazartesi, 2 1 Ağustos 1 882 (KGB IIl.7/1 s. 904-1 1 ).
12 J ıı s. 130.
13 KGB IIl.1 352.
14 KGB III. 7/1 Briefe, Erinnerungen und andere Materialien (Mektuplar, Anılar ve Diğer Mal-
zemeler) s. 48-59.
15 KGB Ill.1 231 .
16 KGB Ill.1 233.
17 KGB III.1 233.
18 KGB IIl.1 250.
19 KGB IIl.1 234.
20 KGB IIl.1 234.
21 KGB Ill.1 237.
22 Bkz. Schaumann ( 1 998) s. 59-87. Profesör Gerhard Schaumann'ın 2007 yazında Tautenburg'u
ziyaretimde anlattığı kadarıyla, Elizabeth aynı zamanda (evli) papaza da yarı aşıktı ki bu da
Nietzsche'yle başa çıkma yeteneğini abartmasına yol açmış olabilirdi.
23 Cemiyet hala devam ediyor. Sürekliliğin ilginç bir yönü de, bir önceki sonnona bahsi geçen
Profesör Schaumann'ın aktif bir üye olmasıdır.
24 KGB Ill.1 262.
25 Tautenberg'le ilgili hatıralarında sıraların yeri ve sayısı çelişkilidir. Kısa süre önce Güzelleştir­
me Cemiyeti Nietzsche'nin ziyareti anısına iki sıra koydu, ama bunları asıl sıraların olduğu
yere koyduklarına dair bir şey söylemediler.
26 KGB IIl.1 239.
27 KGB Ill.1 263.
28 KGB Ill.1 272.
29 KGB Ill.1 276.
30 KGB IIl.1 339.
31 KGB IIl.1 278.
32 KGB Ill.1 278.
33 KGB Ill.1 279.
34 Bkz. KGW IIl.1 369.
35 KGW IIl.2 125.
36 KGB Ill.1 348, 347.
37 KGB IIl.711 s. 912-18.
38 KGB III.2 1 52.
39 KGB Ill.1 339.
40 c s. 525.
41 KGB IIl.711 s. 904- 1 1 .
Notlar: 1 9. Bölüm sayfa 533-578

42 KGB 111.1 282.


43 c s. 540-41 .
44 Salome ( 1 968) s. 24.
45 KGB 111.1 252.
46 KGB III.1 263.
47 KGB 111.1 1 90, 236, 243.
48 KGB IIl.1 293.
49 KGB 111.1 295.
50 A.g.e. ikinci kıtayı besteye almaması önemli olabilir, zira son dizeler tanrısız bir teodise ara-
yışıyla uyuşmuyormuş gibi görünüyor.
51 EH III Z 1 .
52 KGB IIl. l 301.
53 c s. 528.
54 KGB 111.1 301. Anlaşıldığı kadarıyla Nietzsche'nin burada aktardığı mektup günümüze ula�-
mamıştır.
55 Naumburger "Tugend" (A.g.e.)
56 KGB IIl.1 304.
57 KGB 111.1 303.
58 ŞB 281.
59 c s. 538.
60 KGB IIl.1 348.
61 KGB 111.1 353.
62 KGB IIl.1 339.
63 KGB IIl.1 347.
64 KGB III.1 348.
65 KGB III.1 351.
66 KGB III.1 352.
67 KGB III.1 335.
68 KGB IIl.l 352.
69 KGB Ill.1 362.
70 KGB IIl.1 364.
71 KGB IIl.1 360.
72 KGB IIl.1 363.
73 Yukarıda s. 477'de zikredilen Emerson alıntısı.
74 KGB Ill.1 364, 365.
75 J II s. 167. Lou'nun sevme yeteneğinin olmadığına dair sözlerini "en azından hayatının bu
aşamasında ve ileriki pek çok yılda" diye sınırlandırmıştır.
76 KGB IIl.1 364.
77 Banville (2006) s. 61-4.
78 ITD II s. 533.
79 KGB IIl.1 444.

1 9. BÖLÜM ZERDÜŞT
(Sayfa 533-578)

1 KGB IIl.1 370.


2 c s. 538.
3 KGB 111.1 372.
8 90 Notlar: 1 9 . Bölüm sayfa 533-578

4 KGB III.1 370.


5 KGB III.1 403.
6 KGB IIl.1 384.
7 KGB III.1 431.
8 KSA II 28 [64].
9 KGB III.1 369.
10 KGB III.1 373.
11 KGB III.1 399.
12 KGB III.1 400.
13 KGB III.1 431.
14 KGB III.1 399.
15 KSA 10 7 [227].
16 KSA 10 7 [213]. lsa'yla ilgili b u değerlendirme Deccafda kökcen değişecekcir.
17 KGB III.1 382, 384.
18 KGB III.1 380.
19 KSA 10 (27].
20 KGB IIl.1 3 8 1 .
21 KGB III.1 382.
22 KGB III.1 381.
23 KSA 8 30 (82].
24 KSA 8 30 (90].
25 KSA 9 3 (81].
26 KSA 9 3 [ 1 07].
27 KGB Ill.3 769.
28 KGB IIl.1 405.
29 A.g.e.
30 KGB III.l 425, 426.
31 KGB IIl.1 427.
32 KGB 111. 1 427.
33 KGB III.3 741.
34 KGB 111.1 428. Ayrıca bkz. KGB IIl.3 741 .
35 KGB IIl.1 432.
36 KGB IIl.7/1 s. 952-7.
37 KGB III.1 443.
38 KGB IIl.1 434.
39 KGB IIl.1 435.
40 KGB IIl.1 436.
41 KGB III.1 444.
42 KGB III.1 443.
43 KGB IIl.1 438.
44 KGB IIl.1 442.
45 KGB III.1 443.
46 KGB III.1 448.
47 A.g.e.
48 KGB III.1 449.
49 KGB IIl.1 457.
50 KGB IIl.1 458.
51 KGB III.1 459.
52 KGB 111.1 481 .
Notlar: 1 9. Bölüm sayfa 533-578

53 KGB 111.1 483.


54 KGB JII.1 474.
55 KGB JII.1 475.
56 KGB IIl.1 478.
57 KGB 111.1 478.
58 KGB 111.1 477.
59 A.g.e.
60 Janz il s. 257.
61 KGB 111.1 480.
62 İPİ I 145, 155.
63 KGB JII.1 403.
64 KGB IIl.1 473.
65 KGB JII.1 398.
66 KGB JII.1 490.
67 KGB Jil.1 375.
68 KGB 111.1 404.
69 EH JII Z 2.
70 EH JII Z 6.
71 KGB 111.1 452. Wagner 1 3 Şubat 1 883'te öldüğüne göre Zerdüşt'ün 1. Bölüm'ü aslında en az
iki hafta önce bitmişti.
72 KGB 111.1 370.
73 EH il 10.
74 Z l 21 .
75 Örneğin bkz. KGB JII.1 407, 421 .
76 KSA 12 [43].
77 ŞB 9.
78 EH JII Z 8.
79 KGB JII.1 375.
80 Z il 14.
81 Z Öndeyiş 10.
82 Devlet 558c.
83 z il 14.
84 YN s. 52-4. Elizabeth'in iddiasına göre ip üstünde yürüyen "yaşlı Weizmann"ın her zaman
yaptığı bir numara vardı. Ortağı ters yönden gelip dengesini bozmadan onun üstünden atlı­
yordu.
85 Matta 27:15-26 Pilatus kalabalığa hangi mahkumu salıvermesini istediklerini sorar: İsa'yı mı
yoksa Barabbas'ı mı? Barabbas'ı seçerler.
86 AS III 9.
87 z 1 1.
88 z ııı 2.
89 İKÖ 280.
90 z 1 3.
91 z 1 4.
92 z 1 5.
93 z 1 6.
94 KSA 10 16 (50].
95 z 1 1 5.
96 KSA 10 4 [1 88].
97 Z I 1 8.
892 Notlar: 1 9. Bölüm sayfa 533-578

98 KGB III.1 352.


99 Z III 15.
1 00 z il 10.
101 TD 1 .
102 TD 2.
103 Z III 15.
1 04 Z III 5.
1 05 z 1 20.
1 06 İPİ 243.
1 07 ŞB 143, İKÔ 213.
108 z 1 21.
1 09 KGB III.1 382.
1 10 z 1 22.
111 Örneğin bkz. KSA 1 O 7 (256).
1 12 KGB III.1 347.
113 Z Ôndeyiş 1 .
114 Z iV 1 . Ayrıca bkz. Z iV 20.
1 15 z il ı .
116 Başka bir "Mutluluk Adası (der Glückseligen)" da, gördüğümüz üzere, Tribschen'dir. B u söz
ilk kez Hesiodos'un işler ve Gün/er'inde zikredilmiştir.
1 17 Z ll 10.
118 KGB lll.1 452.
119 EH III Z 6.
1 20 TD 1 .
121 z il 2.
122 İPİ I 1 1 1 .
123 KSA 12 10 ( 1 7) .
124 z il 3.
125 BM s. 243-4, rrD 1 s. 375-6.
126 Z III 12.
1 27 KGB lll.1 533.
128 z il 9.
129 z il 1 .
130 EH III Z 4, 7.
131 KGB III.1 583.
1 32 z il 12.
133 lKô 259.
1 34 İKÔ 36. Vurgu bana ait.
135 rro il s. 1 82.
136 z il 20.
137 D 57.
138 z iV 1 0.10.
139 KSA 9 16 (22).
140 Z III 2.
141 z 111. 4.
142 EH III Z 7.
143 EH III Z 7.
144 TD 1 7.
145 TD 10.
146 KSA 1 3 14 (14) (Gİ 1 050).
Notlar: 20. Bölüm sayfa 579-608

147 Z III 12 1 9. Bu tabir daha sonra Rilke'de görülür.


148 Salome ( 1 988) s. 35.
149 PA VI 8.
1 50 Şayet (Apolloncu) akıl aşkınlık fikrini destekliyorsa, bunun neresi özellikle Dionysosçu ola­
bilir? Bana kalırsa Nietzsche'ye göre, dünyaya dair gündelik perspektifin gündelik benliği
merkeze alması son derece kökleşmiştir -neticede ayakta kalma donanımının en vazgeçilmez
parçasıdır- deyim yerindeyse havalanmak için olağandışı bir şey -şiir, uyuşturucu, bahar,
güçlü duygu, bir tür "esriklik"- gerekecektir: Böylece kişi "en geniş alana" doğru, dünyaya
dair bireyler-üstü bir perspektife doğru ilerleyebilir.
151 ŞB 370.
1 52 EH III Z 6.
153 ŞB 277. Ayrıca "takdirişahsi"deki nmakları kaldırmamamız, yani bu konuya mesafeli yak-
laşmamız ve eski Tanrı inancına kaymamamız için uyarılırız.
154 ŞB 278.
155 1-IV. Bölümler.
1 56 ŞB 278.
1 57 KGB lll.1 479.
158 KGB IIl.1 556.
159 KGB 111.3 572'de yayıncılı işi genel olarak bir "randevuevi" işlenneye benzetilir, ama 573 ve
580 numaralı mektuplarda mümkün olsa yayıncılık yapacağından açıkça bahseder.
1 60 KGB lll.3 761, 773.
161 z iV 1 ı .
1 62 Z IV 1 7, 1 8.
1 63 Lichtenberg ( 1 867) s. 326 vd.
1 64 KGB IIl.7/2 s. 76.
1 65 KGB lll.1 601.
1 66 IKô 8.
1 67 TD 1.
168 Z iV 19. Sonraki bir baskıda başlık "Uyurgezerin Şarkısı" olarak değiştirildi.
169 z iV 20.
1 70 EH III IPI 1 .
171 z 1 7.

20. BÖLÜM NIETZSCHE'NİN ÇEVRESİNDEKİ KADINLAR


(Sayfa 579-608 )

1 KGB IIl.1 606.


2 KGB III.1 486.
3 c s. 575-80.
4 c s. 581.
5 KGB IIl.1 526.
6 KGB III.1 528.
7 c s. 580-2.
8 c s. 586.
9 KGB III.1 490.
10 KGB lll.1 494. Bu fikir esasen Köselitz'ten kaynaklanır. Giderek daha köle ruhlu hale gelen
Köselitz 1 884 Şubat'ında Nietzsche'ye gönderdiği mektupta Zerdüşt'ün "insana tarihin on-
8 94 Notlar: 20. Bölüm sayfa 579-608

dan itibaren başlatılması gerektiği hissini verdiğini" belirtmiş, ayrıca "günün birinde Asya
dinlerini kuranlardan daha fazla itibar göreceksin" demişti (KGB IIl.2 Nietzsche'ye 223).
Ama göreceğimiz gibi Nietzsche bunu hemen içselleştirmişti.
11 KGB Ill.3 583.
12 Gilman ( 1 987) s. 159.
13 KGB 111.3 589.
14 c s. 588.
15 c s. 592.
16 c s . 594.
17 c s. 451 .
18 c s . 588.
19 KGB 111.1 528. Ne yazık k i proje hiç meyve vermedi.
20 KGB 111.3 750.
21 KGB 111.3 724.
22 KGB 111.3 750.
23 c s. 588-9.
24 Gilman ( 1 987) s. 1 61-6, CA s. 452-3
25 J il s. 326.
26 KGB IIl.1 514-533.
27 KGB IIl.1 533.
28 A.g.e.
29 J II s. 289. KGB 111.1 51 4'ün devamıdır. Janz'ın KGB'de eksik olan el yazmasını incelemesiyle
keşfedilmiştir.
30 KGB 111.1 529.
31 KGB IIl.1 528.
32 KGB IIl.1 562. " Yeni" sözcüğü sadece şiirin sonundaki kıranın tekrarında görülür.
33 KGB IIl.2 Nietzsche'ye 262.
34 J il s. 369.
35 KGB IIl.1 531.
36 KGB IIl.1 482, 483.
37 KGB Ill.1 507.
38 KGB 111.1 512.
39 AS 1 10.
40 KGB 111.1 547.
41 KGB 111.1 551.
42 KGB IIl.1 551.
43 KGB IIl.1 549.
44 KGB IIl.3 623.
45 KGB III.5 809.
46 KGB 111.5 914.
47 Druskowitz'in hayatı ve eserleriyle ilgili bu ayrınnlar Robert C. Holub'un sadece intemetten
ulaşılabiliyormuş gibi görünen şu mükemmel metninden çıkartılmıştır: "Nietzsche and the
Woman's Quesrion (İKÖ 231-8)."
48 KGB IIl.3 571.
49 KGB IIl.3 760.
50 KGB Ill.3 582.
51 KGB III.1 491.
52 Gilman ( 1 987) s. 1 82-4.
53 KGB III.3 607.
54 KGB 111.3 613.
Notlar: 20. Bölüm sayfa 579-608

55 Gilman ( 1 987) s. 213.


56 KGB 111.3 671 .
57 KGB 111.3 661.
58 Gilman ( 1 987) s. 1 95.
59 Gilman ( 1 987) s. 213.
60 KGB 111.3 636.
61 KSA 10 3 [ 1 ) 367.
62 Bu nokta Robert Holub tarafından gayet iyi vurgulanmıştır (a.g.e.).
63 Ascheim ( 1 992) s. 86.
64 Ascheim ( 1 992) s. 62-3.
65 KGB 111.3 600.
66 J il s. 300. Gilman ( 1987) s. 1 60'ta bir çeviri vardır. Gilman'ın dizininde bu pasaja antika ama
uygun "Erkeğin potansiyeli üzerine" (vurgu bana ait) başlığı konmuştur.
67 Salis-Marschlins (2000) s. 3 1 -6.
68 KSA 11 25 (92).
69 KGB 10 3 [1) 442.
70 PA IX 40.
71 CA s. 461.
72 KGB 111.3 669.
73 KGB 111.3 669.
74 KGB 111.3 741 .
75 KGB 111.3 652.
76 KGB IJl.3 71 1 .
77 A.g.e.
78 KGB 111.3 720.
79 KGB 111.3 656.
80 KGB 111.3 644.
81 KGB Ill.3 656.
82 KGB 111.3 654.
83 KGB 111.3 648.
84 KGB Ill.3 650.
85 ŞB 362.
86 iKô 242.
87 iKô 208.
88 KKÖ 99.
89 WB 4, İKÖ 46.
90 iKô 242.
91 A.g.e.
92 Örneğin bkz. KGB 111.1 399 ve IKô 1 88.
93 TD 2.
94 KGB 111.3 682.
95 KGB 111.3 687.
96 KGB Ill.3 553.
97 c s. 635.
98 KGB 111.3 726.
99 Janz IJI s. 257 vd.
100 iKô 208.
101 KGW 111 7/3, 2 Ek 6.
102 KGB IIl.5 918.
1 03 c s. 641 .
Notlar: 2 1 . Bölüm sayfa 609-648

2 1 . BÖLÜM İYİNİN VE KÖTüNüN ÖTESİNDE


(Sayfa 609-648 )

1 KGB IIl.3 741 .


2 KGB III.3 6 17.
3 KGB III.3 690.
4 İKÖ 36.
5 KGB IIl.5 1036. Ayrıca bkz. KSA 13 16 [43).
6 "Olmalı" "olabilir" demektir ilkesi genellikle malumun ilamı olarak görülür. Ama bu çıp­
lak haliyle aslında doğru filan değildir. Schopenhauer'ın özgeci olmamız gerektiğini ve (en
azından doğal varlıklar sıfanyla) özgeci olamayacağımızı iddia etmesinde hiçbir tutarsızlık
yoktur. Aklı başında hiç kimsenin katılmak istemeyeceği hayat projesini oluşturan şey, eğer
doğruysa, tam da "olmalı" ile "olamazın" kesişimidir -neticede hiç kimse ilk hamleyi ya­
panın kaybedeceği ve kendisinin ilk hamleyi yapmak zorunda olduğu bir oyuna katılmak
istemez. Hakiki ilke uyarınca, hayatın yaşamaya değer olduğu varsayımına nispetle "olmalı",
"olabilir" demektir.
7 lKö 39.
8 PA IX 5.
9 Schopenhauer "ahlak hakkında haklı olabilmek için dünyayı yadsımak zorunda kalan inatçı
bir ahlak adamıydı", der Nietzsche. (KSA 12 2 [ 106)).
10 KGB IIl.5 1 1 44.
11 KGB IIl.3 678.
12 Pi 1 8.
13 lKö 39.
14 lKö 259, Z II 12.
15 KGB IIl.5 1013.
16 KGB IIl.5 1036.
17 lKö 30.
18 İKÖ 210, 2 1 1 .
19 İKÖ 204.
20 İKÖ 2 1 1 .
21 İKÖ Önsöz.
22 iKö 2.
23 A.g.e.
24 İKÖ 15.
25 lKö 12.
26 lKö 14.
27 A.g.e.
28 İTO ı s. 98.
29 İTD II s. 3 1 8.
30 İTO II s. 1 72.
31 iKö 253.
32 KSA 11 36 [31).
33 PA IX 14.
34 İKÖ 259.
35 İKÖ 1 3 .
36 lKö 23.
37 z ıı 12.
Notlar: 21. Bölüm sayfa 609-648

38 1Kô 32.
39 İKÖ 23.
40 1Kô 259.
41 A.g.e.
42 IKô 1 97.
43 1Kô 36.
44 1Kô 227.
45 ŞB 374.
46 1Kô 1 0, 208.
47 İKÖ 24, 4.
48 1Kô 259, 23.
49 IKô 12.
50 IKô 4.
51 D 7, KSA 7 23 ( 1 5), TK 52.
52 IKô 212.
53 IKô 223, 224.
54 IKÖ 223.
55 IKô 224.
56 A.g.e.
57 ZAB il 4.
58 IKÖ 224.
59 IKô 203.
60 IKô 262.
61 Bkz. yukarıda s. 555-6.
62 1Kô 46.
63 KGB IIl.5 1 04 1 .
64 IKô 260.
65 IKô 62.
66 İKÖ 1 68.
67 IKÖ 62.
68 A.g.e.
69 IKô 4, 24, 6 1 .
70 IKô 62.
71 Nietzsche'nin burada "sürünün" ortalama düzeyini yükselnnek ister gibi göründüğüne dik­
kat edin. İstisnai bireyleri yüksek bir seviyeden "yetiştirme" şansının daha fazla olduğunu
düşündüğünden mi yoksa sağlıklı bir toplumun hem istisnai tiplere hem de yüksek düzeyde ve
mutlu sürüye ihtiyaç duyduğunu düşündüğünden mi bunu istediği açık değildir. Fakat güçlü
ve mutlu bir sürü hiç şüphesiz toplumun evrimsel mücadelesinde başarıya önemli bir katkı
yapacağı için ikinci ihtimal doğru görünüyor.
72 iKô 62.
73 İKÖ 257.
74 İKÖ 62.
75 ŞB 108.
76 iKö 202, 203.
77 IKÖ 253.
78 İKÖ 202, KSA 1 1 25 [ 1 74], 25 [21 1 ) .
79 1Kö 202.
80 iKÖ 232, 233, 238, 239.
81 IKô 202.
898 Notlar: 2 1 . Bölüm sayfa 609-648

82 İKÖ 44.
83 İKÖ 201 , 202, 44.
84 İKÖ 212.
85 iKö 202.
86 İKÖ 194, 198.
87 İKÖ 257.
88 KSA 12 9 [35) Gİ 2.
=

89 İKÖ 2 1 1 .
90 İKÖ 44.
91 ŞB 23.
92 iKö 203.
93 EH III İKÖ 1. Krş. Hölderlin'in "Eve Dönüş I Akrabalara" şiiri.
94 İKÖ 44.
95 iKö 212.
96 İKÖ 2 1 1 .
97 İKÖ 208.
98 İKÖ 6 1 .
99 İKÖ 2 1 1 , 203.
100 iKÖ 44.
101 A.g.e.
102 İKÖ 6 1 .
103 iKÖ 204.
104 İKÖ 2 1 1 .
105 A.g.e.
106 İKÖ 208, 274. Widmann'ın yorumunda metaforun daha derinine inilir (yukarıda s. 606-7).
107 iKö 2 1 1 .
1 08 İKÖ 204.
109 İKÖ 25, 26.
110 iKö 208.
111 iKö 210.
1 12 İKÖ 205-7.
113 KSA 111.3 598.
114 KSA 111.1 531, 533.
115 iKö 212.
1 16 KSA 12 4 [4].
1 17 EH III İKÖ 2.
118 iKö 257.
1 19 D 57.
120 İKÖ 6 1 . Platon'un ideal devletine denk düşme durumu Decca/'ın 57. Kesim'inde daha da
açıktır.
121 iKö 30.
122 İKÖ 221.
123 A.g.e. Hıristiyan etiğinin erdemlerin katmanlaşmasını kabul edemeyeceği fikrinin, Nietz­
sche'nin ahlaki "eşitliğin" her türlü özel "imtiyazı" engellediğini varsaydığında yaptığıyla
aynı hatayı içerdiği öne sürülebilir.
124 AS s. 1 85.
125 A.g.e.
126 İKÖ 257.
127 Russell ( 1 957) s. 796.
Notlar: 22. Bölüm sayfa 649-674

128 Dolayısıyla Nietzsche'nin savunmakla suçlandığı konumun başka bir adı da "sonuççu
mükemmeliyetçilik "tir.
129 Rawls ( 1 972) 50. Kesim. Tan Kızıllığı dönemindeki kısa balayını saymazsak Nietzsche,
Sokrates'i "üstinsan" olarak görmek şöyle dursun, aslında onun "düşmüş (decadent)" ol­
duğu kanaatindedir (PA il, KSA 13 1 1 (375]). Bu da Rawls'un Nietzsche'yle tanışıklığının
nispeten az olduğunu, Nietzsche'nin felsefesini sahiden anlamaktansa bir güç gösterisi yapma
peşinde olduğunu gösteriyor.
1 30 İKÖ 208.
131 İKÖ 6 1 .
1 32 KGB IIl.5 1 1 70.
133 iKö 257, 239.
1 34 İKÖ 239.
135 İKÖ 233.
136 iKö 234.
1 37 İKÖ 232.
1 3 8 İKÖ 239.
139 İKÖ 144.
140 KGB 111.5 347, 348.
141 iKö 239.
142 İKÖ 238.
143 iKö 239.
144 İKÖ 239.
145 KSA 1 3 1 1 (414].
146 İKÖ 238. Vurgu bana ait.
147 D 57.
148 D 57.
149 İKÖ 262.
150 İKÖ 212.
1 5 1 iKö 49.
152 İKÖ 263.
153 PA IX 9-1 1 .
1 54 KKÖ 99.
155 iKö 224.
156 İKÖ 6 1 .
1 57 İKÖ 105.
158 İKÖ 58. Ayrıca bkz. 263.
159 İKÖ 257. Vurgu bana ait.
1 60 İPİ 125, ŞB 302.
1 6 1 İKÖ 62.

22. BÖLÜM GÜVERTEYİ TEMİZLEMEK


(Sayfa 649-674)

1 J il s. 480.
2 c s. 640.
3 KGB 111.3 751 , 756.
4 ŞB 76.
9 00 Notlar: 22. Bölüm sayfa 649-674

5 KGB IIl.3 761 .


6 KGB IIl.5 803, 8 1 1 .
7 KGB lll.5 794. Fakat 1 887 Haziran'ında Wildmann'ın yorumunu "çok zekice" bulduğunu
tekrar belirtir (KGB lll.5 865) ve minnettarlığını göstermek için ona Şen Bilim'in protokol
nüshasından gönderir (KGB 111.5 869).
8 KGB 111.3 754.
9 KGB lll.4 403.
10 KGB 111.3 760.
11 KGB 111.3 769.
12 KGB 111.3 768, KGB 111.5 849.
13 KGB 111.5 849.
14 KGB 111.5 872. Bkz. KSA 12 5 [90). Bu meme göre Taine, Napoleon'un "düşünün" "yoğun­
luğu, bütünlüğü ve iç mantığının" onu Dante ve Michelangelo'nun kardeşi yaptığını göster­
miştir.
15 KSA 12 2 . 1 75. Zerdüşt'ün "Bin Bir Hedef" başlığı altında yer alan "bir kez öğrendin m i bir
halkın sıkıntılarını, ülkesini, göklerini ve komşularını, o zaman o halkın başarılarının yasası­
nı" da, ahlakını da "çözdün demektir" iddiası, milieu teorisinden esinlenmiş görünmektedir.
16 PA IX 44. Krş. KSA 1 2 7 (33) ve 7 (25).
17 KGB 111.3 735. K G B 111.5 951.
18 EH lII Z 1.
19 KSA 12 2 (106), 2 [1 14), 2 ( 1 1 7).
20 KGB 111.1 295.
21 KGB 111.5 931, 940.
22 KGB 111.3 773.
23 KGB 760.
24 KGB 111.3 759.
25 KGB 757.
26 KGB 111.3 757, 759.
27 KGB 111.3 759.
28 KGB 111.3 760.
29 KGB III.3 770.
30 KGB lll.5 785.
31 KGB 111.5 798.
32 KGB 111.5 790.
33 KGB 111.5 851.
34 KGB 111.3 774.
35 KGB 111.3 773.
36 KGB 111.3 742. Zamana Aykırı Bakışlar'ın bu projenin kapsamına girmemesi Nietzsche'nin
onları ana eserler olarak görmediği anlamına gelebilir, ama daha kuvvetli bir ihtimalle
Fritzsch'e bu eserlerin az sayıda satılmamış nüshası kalmıştı.
37 KGB 111.3 740, 730.
38 KGB 111.5 834.
39 KSA 12 1 (126), 2 (73), 3 (4).
40 KGB 111.3 734.
41 KGB IIl.3 770.
42 Bu önsözlerin akademik bir bakış açısından güvenilmezliği 1 8 8 8 notlarında yer alan, Traged­
yanın Doğuşu gibi daha önceki eserlere dair çok daha doğru tasvirlerle çelişir (bkz. KSA 1 3
(14) vd).
43 KGB 111.5 908.
Notlar: 22. Bölüm sayfa 649-674 90 1

44 ŞB 299.
45 ŞB. 370. Z 1 3 de daha doğrudur.
46 KGB 111.2 747.
47 ŞB 344.
48 ŞB 373; vurgu bana ait.
49 ŞB 374.
50 ŞB 373.
51 A.g.e.
52 ŞB 351.
53 ŞB 347.
54 ŞB 3 8 1 .
55 ŞB 374.
56 ŞB 354. Krş. KSA 12 6 [ 1 1 ] .
57 Örneğin bkz. KSA 12 9 [40].
58 ŞB 344.
59 A.g.e.
60 ŞB 123.
61 KSA 12 5 [10].
62 AS 111 24.
63 İPİ 109.
64 KSA 8 [23].
65 ŞB 377, 373, 3 8 1 .
66 KSA 12 1 [ 144], [145].
67 ŞB 357.
68 ŞB 377, 380.
69 ŞB 343.
70 ŞB 357.
71 ŞB 356. Nietzsche'nin dışarıda bıraktığının herhangi bir türden yeni toplum inşası ihtimali
değil, doğumun "yazgı" olduğu bir toplum ihtimali olduğuna dikkat edin.
72 ŞB 377.
73 ŞB 343.
74 ŞB 377.
75 ŞB 382.
76 ŞB 382.
77 ŞB 380.
78 ŞB 345.
79 ŞB 345.
80 ŞB 353.
81 ŞB 353.
82 ŞB 346.
83 ŞB 358.
84 ŞB 353.
85 ŞB 382.
86 ŞB 370.
87 A.g.e.
88 KSA 1 3 1 1 [710].
89 ŞB 288.
90 İKÖ 56.
91 KGB 111.5 899. Paul Deussen 1887 Ağustos'unda Yunanistan'a giderken Sils Maria'daki
Nietzsche'ye uğradı.
9 02 Notlar: 23. Bölüm sayfa 675-727

92 ŞB 370. Klasiklerin yüceltilmesini müzik hakkındaki sözlerinde de görürüz. Yeni Mozart,


Heinrich Köselitz'in şahane müziği için kullanabileceği en büyük övgü sözcüğü "klasik" ola­
bilirdi (KGB Ill.5 951).
93 ŞB 377.
94 Bkz. yukarıda s. 603-4.
95 ŞB 377.
96 ŞB 83; ayrıca bkz. TK 191 ve WO 9.

23. BÖLÜM AHLAKIN SOYKÜTÜGÜ


(Sayfa 675-727)

1 KGB IIl.5 794.


2 KGB IIl.5 792.
3 KGB IIl.5 793.
4 KSA 12 5 [41 ] .
5 KGB IIl.5 824.
6 KGB IIl.5 8 14.
7 KGB IIl.5 804.
8 KGB IIl.5 804. Widmann'ın iyinin ve Kötünün Ôtesinde yorumunun Dostoyevski'nin Deli­
kanlı'sından ( 1 946, 1 989, 201 1 ; Podrostok, 1 875) bir alıntıyla başladığına işaret etmek lafı
dolandırmaktan başka anlam taşımaz.
9 KGB 111.5 1 1 5 1 .
10 CA s . 493.
11 KGB IIl.5 807.
12 KGB 111.5 805.
13 KGB IIl.5 807.
14 KSA 12 10 [21].
15 KGB IIl.5 820.
16 KGB IIl.5 847. Örneğin Nietzsche'yle karşılaşıp onu büyüleyen Heinrich von Stein da yirmi
yedi yaşında olduğundan, burada iyi düşünülmüş bir yargıdan ziyade anlık bir kızgınlığın
ifade edildiğini varsaymalıyız.
17 KGB IIl.5 855.
18 KGB 111.5 8 1 9, 823.
19 KSA 12 5 [45].
20 KGB IIl.5 820.
21 KGB IIl.5 829.
22 KGB IIl.5 827, 839.
23 Gilman ( 1 987) s. 1 93.
24 KGB 111.5 884.
25 KGB IIl.5 851.
26 KGB lll.5 863.
27 KGB IIl.5 851. Nietzsche'nin zaman zaman gittiği randevuevlerinin aynı zamanda "masaj
salonu" olup olmadığını merak ediyor insan.
28 KGB 111.5 845.
29 KGB IIl.5 968.
30 KGB IIl.5 850.
31 KGB lll.5 855.
32 KGB IIl.5 854.
Notlar: 23. Bölüm sayfa 675-727

33 KGB IIl.5 968.


34 KGB IIl.5 863.
35 KGB Ill.5 870.
36 A.g.e.
37 KGB IIl.5 868.
38 KGB IIl.5 870.
39 KGB IIl.5 873, 878.
40 KGB IIl.5 895.
41 KGB Ill.5 883.
42 KGB IIl.5 885.
43 KGB IIl.5 887.
44 c s. 670.
45 İngilizce çevirisi The Sutras of the Vedanta with the Commentary of Cankara (Cankara Yo-
rumuyla Vedanta Sutraları) başlığıyla 1 906'da çıkmıştır.
46 KGB Ill.5 899, 903.
47 c s. 671-2.
48 KGB 111.5 907.
49 c s. 699.
50 KGB IIl.5 937.
51 KGB 111.5 938.
52 KGB IIl.5 963.
53 KGB IIl.5 940.
54 KGB IIl.5 958.
55 KGB IIl.6 500.
56 KGB 111.5 960.
57 KGB IIl.5 964.
58 KGB IIl.6 505.
59 KGB IIl.5 966.
60 KGB Ill.5 964.
61 KGB IIl.5 976.
62 KGB Ill.5 858.
63 KGB 111.5 834.
64 KGB III.5 858.
65 KGB IIl.5 894.
66 KGB IIl.5 949.
67 KGB IIl.5 985.
68 KGB III.5 1 014.
69 KGB Ill.5 879.
70 KGB IIl.5 951, 908, 964.
71 KGB 111.5 965.
72 AS Ônsöz 3.
73 AS Ônsöz 5.
74 ŞB 345, AS il 12.
75 AS 1 2.
76 AS 1 1 0.
77 AS 1 5.
78 AS 1 6. Demek ki iyinin ve Kötünün Ôtesinde'nin 257. Kesim'inde "uzaklık pathosunun" an­
cak "aristokratik toplumda" ortaya çıkacağı iddia edildiğinde, söz konusu toplumun toplumsal
sınıftan ziyade psikolojik niteliklere dayalı bir aristokrasi olabileceği ihtimaline de izin veriliyor.
9 04 Notlar: 23. Bölüm sayfa 675-727

79 AS 1 4.
80 KGB 111.6 542.
81 A S 1 7.
82 lKô 46.
83 Göreceğimiz üzere, rahibin doğası ve güdüleriyle ilgili çok farklı bir izah da Deccarda sunul­
muştur (24. Kesim). Bu da Overbeck'in hıncın (ressentiment) köle isyanı için çok basit bir
gerekçe olduğuna ilişkin eleştirisine cevap olabilir (KGB 111.6 Nietzsche'ye 5 1 0).
84 AS 1 6, 7, 10, 1 1 .
85 KGB 111.5 971 .
86 0 25
87 AS 1 7.
88 James Stewart'a göre Budist ahlak Brahmanların baskıcı uygulamalarına bir tepki olarak
geliştiğinden başka bir tür sayılmalıdır.
89 AS 1 8; vurgu bana ait.
90 AS 1 1 1 .
91 AS I 14.
92 AS 1 14.
93 AS 1 13.
94 AS 1 15 Aquinolu Aziz aslında Yeni Ahit'in Vahyi'ni tekrarlamaktadır.
95 AS 1 10.
96 AS 1 10.
97 AS 1 1 1 .
98 AS 1 10.
99 EH 111 AS.
1 00 EH 111 İKÖ 2.
101 AS 1 9.
102 AS 1 16.
103 AS 1 1 1 .
104 AS 1 1 1 , 12.
105 EH 111 İPİ 1 .
106 A S 1 17.
107 AS 1 12.
1 08 AS il 1 .
109 AS 1 10.
110 AS il 2.
111 AS il 3.
112 Bkz. AS 111 9.
1 13 AS il 2.
1 14 AS il 2.
115 z 1 15.
1 16 AS il 2.
117 KGB 1.2 5 [63).
118 ŞB 109.
1 19 KGB 1.2 538.
120 İKÖ 6 1 .
121 ASil 2.
1 22 ASil 2.
123 A S il 3 .
124 A S i l 4.
Notlar: 23. Bölüm sayfa 675-727

125 AS il 5, 6, 7, 8.
126 AS il 1 9.
127 AS il 20.
128 AS il 21.
129 A.g.e.
130 AS il 1 6.
131 AS il 1 6.
132 AS il 1 8.
133 Nietzsche buraya iki konuyu daha ekler. Birincisi, Hıristiyan kendini feda etme ideali, ken­
dine karşı zalimliğin verdiği hazdan ileri gelir. Sadece kendine zarar verme istenci "bencil ol­
mayana" değer verme şartını yerine getirebilir. İkincisi, bu korkunç hastalığın iyi yanı insanın
bir iç yaşam geliştirmesidir: daha sonra "ruh" denen şeyi edinen insan "ilginç" ve "gelecek"
dolu bir hal alır. Hastalığı gebelik gibi bir şeydir (AS il 1 6, 19).
134 D 22.
135 AS il 24.
136 AS il 1 6.
1 37 AS il 1 9.
138 AS ll 1 9.
139 AS il 23.
140 AS il 24.
141 IKÖ 280.
142 EH 111 AS.
143 AS il 8.
144 AS il 2-5.
145 AS il 5.
146 AS il 6.
147 A.g.e. Nietzsche'nin burada yapmaya çalıştığı şey Schopenhauer'ın estetik teorisinin kendi­
siyle çeliştiğini iddia etmektir, çünkü estetik duruma geçmek için "mümkün olan en kişisel
çıkara" sahiptir. Fakat bu kötü bir hatadır: Kişinin estetik duruma geçmekte çıkarının olması,
durumun kendisinin "çıkarlara hitap ettiği" anlamına gelmez.
148 AS il 7.
149 ITD I s. 1 8 5-6.
1 50 Christopher Janaway (2007) Beyond Selflessness'ın (Özgeciliğin Ötesinde) 12. Bölüm'ünde
buna dikkat çeker. Janaway'a her konuda katılmasam da bu bölümün Soykütük'ün üçüncü
kısmı için son derece faydalı bir kılavuz olduğunu düşünüyorum.
151 AS il 12.
1 52 ŞB 99.
1 53 AS il 12; krş. KSA 12 1 [50).
1 54 ITO 11 s. 3 8 1 , 372, PP 11 s. 69.
1 55 KSA 1 1 34 [ 1 3 1 ) .
156 B u "harita" benzetmesinin kısa süre önce Frijof Bergmann tarafından canlandırıldığını düşü-
nüyorum.
1 57 ŞB 374.
158 KSA 1 2 2 [149).
1 59 KSA 12 2 [148).
1 60 AS 111 1 1 .
161 A.g.e.
1 62 AS 111 13.
1 63 AS il 1 1 .
Notlar: 23. Bölüm sayfa 675-727

164 AS ili 1 3 .
1 65 A.g.e.
1 66 AS ili 20.
1 67 AS III 13.
168 AS III 15.
169 A.g.e.
170 Matta 1 9: 24.
1 71 z il 12.
172 AS ili 1 5-16.
1 73 ŞB 78.
174 AS III 17.
175 AS III 25.
176 AS ili 14.
177 AS lll 1 7.
1 78 AS lll 17.
179 AS ili 19.
1 80 AS 111 20.
181 A.g.e.
1 82 AS III 1 7.
183 AS III 24.
1 84 AS ili 28.
185 EH III AS.
186 KGB Ill.1 494, IIl.5 1 132.
187 AS ili 24.
188 AS ill 23.
1 89 ŞB 58. Vurgu bana ait. Nietzsche dürfen yerine können demeyi seçer -normalde yüksek dü­
zeydeki dil kullanımını aşağı çeker- zira bana göre Almanca können, İngilizcede de olduğu
gibi, hem "olabilir" hem de "yapılabilir" anlamındadır. Salt eleştiriyle yetinmek etkisizdir,
boş boş sızlanmaknr. Eleştirilen idealin karşısına başka bir ideal koyamazsanız eleştiri geri gi­
dişi engelleyemez, çünkü bildiğimiz üzere güç istenci amaçsız olmaktansa sağlıksız bir amaca
sahip olmayı tercih eder.
1 90 AS III 23.
191 AS ili 23-4.
192 AS ili 24.
1 93 ŞB 344.
1 94 AS III 27 "Kendini olumsuzlama" ve "kendini yüceltme" olarak da çevrilebilir. Genel ilkenin
yanlış ya da fuzuli olduğu açıktır, ama bunun gerçekte bir önemi yoktur, çünkü Nietzsche sa­
dece ilkenin bir örneğiyle ilgilenmektedir. Bunun retorik gösterişten fazla bir anlam taşıdığını
sanmıyorum.
195 A.g.e.
196 A.g.e.
1 97 EH Onsöz 3.
198 ŞB 370.
1 99 KSA 1 1 37 (8).
200 ŞB 362.
201 KSA 12 5 [61].
202 KSA 12 2 [57). Ayrıca bkz. KSA 12 2 (76) ve KSA 11 37 (8).
203 AS 1 12
204 Bu gözlemin anlamını bana açıkça gösterdiği için John Richardson'a müteşekkirim.
Notlar: 24. Bölüm sayfa 729-794

24. BÖLÜM 1888


(Sayfa 729-794)

J il s. 577.
2 KGB IIl.5 1 105, 1 1 10.
3 KGB IIl.5 983.
4 KGB IIl.5 1005.
5 KGB 111.5 973.
6 KGB IIl.5 1000.
7 KGB IIl.5 1007.
8 ŞB Ônsöz 4.
9 NWK Ônsöz.
10 KGB IIl.5 1003, 1005.
11 KGB IIl.5 998.
12 KGB IIl.5 1049.
13 A.g.e.
14 KGB IIl.5 1007.
15 KGB III.5 1013.
16 A.g.e.
17 A.g.e.
18 KGB IIl.5 1022, 1025.
19 KSA 1 3 1 1 (296).
20 KGB IIl.5 1068. Fakat Wagner Olayı'nın İkinci Sonsöz'ünde ona Wagner'in "zeki maymu-
nu" denir.
21 KGB IIl.5 1 122, 1 148.
22 KGB IIl.5 1036.
23 KGB IIl.5 796.
24 KSA 13 16 (63).
25 KGB IIl.5 1026.
26 KGB 111.5 1014.
27 KGB IIl.5 1078.
28 KGB lll.5 1 1 8 1 .
29 KGB lll.5 1 1 30.
30 KGB III.5 1 1 60.
31 KGB III.5 1 163.
32 KGB IIl.5 1 1 07.
33 KGB III.5 1207.
34 KGB 111.5 1210.
35 KGB 111.5 1 145.
36 KGB IIl.5 1045.
37 KGB lll.5 1018.
38 KGB lll.5 1066.
39 KGB IIl.5 1048.
40 KGB lll.5 1068.
41 Gilman ( 1 987) s. 209.
42 Gilman ( 1 987) s. 206.
43 J il s. 621 .
44 J II s. 620.
90 8 Notlar: 24. Bölüm sayfa 729-794

45 KGB IIl.5 1 1 15.


46 KGB III.1 551.
47 KGB IIl.5 1066.
48 KGB 111.5 1 101.
49 KGB 111.5 1 1 1 O.
50 c s. 700.
51 c s . 699.
52 c. s. 700.
53 KGB 111.5 1 1 1 1 .
54 KGB 111.5 1 108.
55 KGB IIl.5 1 1 1 1 .
56 KGB 111.5 1 1 34.
57 KGB III.5 1 079.
58 WO Sonsöz, dipnoc.
59 Nietzsche cerimi ve kavramın bir kısmını Fransız yazar ve edebiyac eleşcirmeni, kendine de­
kadan (decadent) diyen Paul Bourgec'den almışcır (bkz. Neumann (2001)). Bourgec'yi ilk kez
1 883-4 kışında okur (KSA 10 24 [6]). Ama cerimi 1 888'e kadar basılı eserlerinde görmeyiz.
60 W0 5.
61 PA IX 35.
62 WO 4, KSA 12 2 (127].
63 W0 7.
64 WO İkinci Sonsöz.
65 W0 7.
66 WO Epilog.
67 W0 4.
68 wo 8, 12.
69 Ekce çok üscünkörü ve neredeyse anlamsız bir gönderme yapılır. Bu eksikliğin Wagner'e karşı
davasını zayıflamğını gizlemek için yapılmış bir gönderme olması da pekala mümkündür.
70 KGB 111.5 1 102.
71 KGB IIl.5 1 1 1 1 .
72 Ama 26. Bölüm'de canışılacak sebeplerden öcürü anık adına Güç istenci denmeyecekcir.
73 KGB IIl.5 1 1 15. Nieczsche Kasım'da eserin on gün içinde yazıldığını iddia eder (KGB III.5
1 157), ama bu sırada gerçekle ilişkisini yicirmeye başlamıştı.
74 KGB III.6 581, KGB IIl.5 1 122.
75 KGB III.5 1 105.
76 KGB IIl.5 1 105.
77 A.g.e.
78 KGB IIl.5 1 105.
79 KGB IIl.5 1 1 04.
80 KGB IIl.5 1 105.
81 EH III PA 2.
82 PA iV.
83 EH Ônsöz 2.
84 PA VI 3.
85 PA VI 7-8.
86 PA IX 33.
87 PA IX 36.
88 İKÖ 21.
89 PA IX 38.
Notlar: 24. Bölüm sayfa 729-794

90 PA IX 42.
91 PA 1 44.
92 c s. 399.
93 PA 1 12.
94 Nietzsche'nin İngilizleri pek sevmemesine rağmen Mill'in en az altı eserini okuması ya da
elden geçirmesi şaşırtıcıdır (Brobjer (2008) s. 251 ).
95 İKÔ 228.
96 PA 1 8.
97 PA 1 10.
98 PA IX 49.
99 PA il 2.
100 Salome ( 1 988) s. 32.
101 PA il.
102 PA X 4.
103 PA X 5.
104 KKÔ 33.
105 PA III 2.
1 06 EH III "Tragedyanın Doğuşu" 3.
1 07 D 1.
108 PA V 1 .
109 PA V 2.
1 10 PA V 1 .
111 PA V 3.
112 KSA 1 3 23 (2). Memin devamında Wagner'in kendine böyle ihanet ettiğini anlanr. Bu pasaj
Gİ 8 1 5'te not olarak tekrar verildiği yerde Elizabeth tarafından makaslanmıştır.
113 PA IX 37.
1 14 PA VI 2.
115 PA IX 33.
116 PA IX 33.
117 AS 1 10.
118 PA IX 37.
119 tKO 197.
120 AS 1 16.
121 ZAB 1 1.
122 PA VIII 2.
123 PA VIII 4.
124 PA IX 29.
125 PA VIII 6.
126 PA IX 38-9.
127 PA IX 40
128 A.g.e.
129 PA V 6.
1 30 PA IX 9, 10, 24.
131 PA V 4.
132 KGB III.5 1 122.
133 A.g.e.
1 34 KGB III.5 1 142.
135 KGB IIl.5 1 1 1 2.
136 D 62.
9 10 Notlar: 24. Bölüm sayfa 729-794

137 0 24.
138 D 26.
139 D 24.
140 A.g.e.
141 D 30.
142 D 2.
143 D 29, 30, 33, 35.
144 D 20, 22, 42.
145 D 42.
146 D 39.
147 D 41, 42. İncil araştırmacılarına göre Pavlus kişisel ölümsüzlük doktrinini Platon'dan değil
daha önce üyesi olduğu Farisi mezhebinden devralmıştır.
148 D 8, 9.
149 EH Önsöz 2.
150 D 21.
151 D 43.
1 52 D 22.
153 D 43, 58.
154 D 43.
155 D 44-7.
156 D 57.
157 D 56.
158 D 60.
159 PA VII 3-4.
1 60 D 58.
161 D 57.
1 62 D 58.
163 A.g.e.
164 KSA 1 3 1 1 [31).
165 EH III TD 4.
1 66 KSA 1 3 1 8 ( 1 7). Ayrıca bkz. EH III TD 4. Bu kitabın içeriğini Deccafın 57. Kesim'inde özet
halinde bulmak mümkündür.
1 67 D 57.
168 D 57.
1 69 EH Önsöz 4.
170 EH 4 1 .
171 D 57.
1 72 D 57.
1 73 A.g.e.
1 74 D 57.
1 75 Nietzsche'nin bengi dönüşün ancak Dionysosçu bir perspektifle benimsenebileceği görüşü
ışığında bakarsak, anlaşılmaz "Dionysos - kanun koyucu tipi" notunun bu anlama geldiğini
düşünüyorum (KSA 1 3 23 (8)).
176 Güç lstencı'nin daha önce bahsedilen dördüncü kitabının içeriğinin taslağında (KSA 13 1 8
(17)) üç ana konudan ikisi (üçüncüsü anlaşılamayacak kadar kapalıdır) "Sıradüzeni: Hayatın
ilkesi" ve "Bengi Dönüş"tür.
1 77 D 58.
1 78 D 57.
1 79 A.g.e.
Notlar: 24. Bölüm sayfa 729-794 911

180 A.g.e.
181 D 16.
1 82 AS ll 19.
1 83 D 16.
1 84 D 25.
1 85 KSA 1 3 11 (346).
1 86 KSA 13 11 (375).
1 87 D 1 9.
188 En azından Eski Ahit tek bir "hakiki" tanrı tanır.
189 KSA 13 16 (1 6).
1 90 EH Önsöz 2.
191 EH III 1.
1 92 KGB IIl.5 1 1 45.
1 93 EH Önsöz 4.
1 94 ŞB 299.
1 95 EH III Z 6.
1 96 EH 1 3.
1 97 EH III 2.
1 98 A.g.e.
1 99 EH 1 3.
200 EH III ZAB 3.
201 EH III Z 2.
202 EH il 9.
203 A.g.e.
204 EH III Z 3.
205 EH il 5.
206 EH III İPİ 2.
207 EH il 5.
208 EH III IPI 5.
209 EH III İPİ 1 .
210 EH III İPİ 6.
211 EH iV 1.
212 EH Önsöz 2.
213 EH IV 4.
214 Bu yüzden küresel ısınma meselesini reddedenlerin burada yeri olamaz.
215 Z Önsöz 5.
216 EH Neden Bir Alınyazısıyım Ben 5.
217 EH III TD 4.
218 EH III TD 3.
219 KGB 111.5 1 144.
220 KGB 111.5 1 143.
221 KGB IIl.5 1 1 57.
222 KGB IIl.5 1 144.
223 KGB III.5 1 1 37.
224 A.g.e.
225 KGB IIl.5 1 1 92.
226 KGB IIl.5 1 147.
227 KGB III.5 1 1 84.
228 KGB IIl.5 1 1 89.
Notlar: 25. Bölüm sayfa 795-802

229 KGB 111.5 1 192.


230 KGB IIl.5 1 1 92.
231 KGB IIl.5 1202.
232 KGB 111.5 1 156, 1203, 1213.
233 EH III 1 .
234 KSA 1 3.25 . 1 1 .
235 KGB IIl.5 1 1 92.
236 KGB IIl.5 1 1 32.
237 KGB 111.5 1 132.
238 KGB 111.5 1 1 59.
239 KGB III.5 1 147, 1 1 58.
240 KGB 111.5 1 210.
241 KGB 111.5 1 1 86.
242 KGB 111.5 1210.
243 KGB 111.5 1204.
244 KGB 111.5 1 1 93.
245 KGB IIl.5 1 132.
246 KGB 111.5 1050.
247 KSA 13 25 [7] 5.
248 KGB 111.5 1 129.
249 KGB IIl.6 591.
250 KGB IIl.5 1 1 3 1 .
25 1 KGB IIl.5 1207.

25. BÖLÜM FELAKET


(Sayfa 795-802)

c s. 716.
2 KGB 111.5 1 1 73.
3 KGB III.5 1 175, 1 1 92.
4 KGB 111.5 1 157.
5 KGB 111.5 1 1 68.
6 KGB 111.5 1 1 70.
7 A.g.e.
8 KGB 111.5 1227.
9 KGB 111.5 1229.
10 KGB 111.5 1239.
11 KGB 111.5 1249.
12 KSA 1 3 25.1 5.
13 KSA 1 3 25.19.
14 GG 284, 350.
15 KGB III.5 1 1 72, 1 173, 1 254, 1255.
16 KGB 111.5 1 128.
17 KGB III.5 1238, 1 243.
18 KGB 111.5 1235, 1244, 1249, 1250, 1251, 1 252.
19 KGB III.5 1256.
20 KGB III.5 1247; krş. 1239.
Notlar: 26. Bölüm sayfa 803-826

21 KGB 111.5 1242.


22 KGB IIl.5 1248.
23 KGB IIl.5 1244.
24 KGB III.5 1246.
25 KGB 111.5 1250.
26 KGB 111.5 1252.
27 KSA 13 25 (7).
28 KGB 111.5 1034.
29 ŞB 78.
30 PA IX 45.
31 J III s . 39.
32 EH il 7.

26. BÖLÜM GÜÇ İSTENCİ'NİN YüKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ


(Sayfa 803-826)

1 İPİ 44, 50, 55, 137.


2 z 1 15.
3 z il 12.
4 KSA 1 1 34 (247).
5 KSA 1 1 39 ( 1 ).
6 KSA 12 2 (100).
7 KGB IIl.3 741.
8 KGB IIl.5 973.
9 Elizabeth'in 17 Mart 1 884'te yazılan bir taslaktan alıp kullandığı planda 374 aforizmadan
oluşan dört ciltlik bir eser öngörülüyordu. Bunların 104'ü hiç kullanılmamıştır. Geri kalan
270 fragmandan 137'si eksik ya da kasten değiştirilerek yayımlandı -başlıklar ya da asıl cüm­
leler çıkarılıp, bir arada duran metinler ayrı yerlere konmuştu vb. (bkz. Montinari (2003) s.
92-3). Ayrıca Elizabeth'in hazırladığı 1 906 edisyonundaki 693 fragmanın 1 884'teki plana uy­
ması gibi bir kaygı hiç duyulmamıştı. Bu fragmanlardan çoğu aslında Nietzsche'nin Sils'teki
çöp kutusunu boylamış ama bilinmeyen sebeplerle Durisch bu kağıtları alıp saklamıştı.
10 Heidegger ( 1 979) Cilt 1 s. 8-9.
11 Heidegger ( 1 979) Cilt 4 s. 148.
12 Söz konusu bölüm Nietzsche'nin iV. Bölüm'üdür (Schacht (1 983)). Bu istatistikler Magnus'ta
( 1 986) karşımıza çıkar.
13 KSA baskısında.
14 Ahlakın Soykütüğü'nün ikinci kısmının 12. Kesim'inde ifade edildiği söylenebilir.
15 Niye "nesneler" değil de "olaylar" ? Çünkü bildiğimiz gibi Nietzsche nesnelerin genellikle
gramer yanılsaması olduğunu düşünür. Gerçeklik ona göre olaylardan oluşur. Tamşılması
gereken tek sorun bu olayların niteliğidir.
16 Ya d a "Yorum" - Auslegung.
17 KSA 1 1 39 (1).
18 KSA 11 40 (2).
19 Bernoulli ( 1 908), Cilt 1 s . 269. Vurgu bana ait.
20 KSA 7 23 (30).
21 FR s. 1 .
22 KSA 12 2 [88).
9 14 Notlar: 26. Bölüm sayfa 803-826

23 KSA 11 36 (31).
24 İTD il s. 3 1 8.
25 IKô 13.
26 İKÖ 253.
27 ŞB 349.
28 KSA 12 14 (79).
29 tKô 259.
30 KSA 1 1 36 (31).
31 G İ 1066. George Simmel 1 907'de b u argümanın yanlışlığını ispatlar.
32 KSA 1 1 38 (12) Gi 1067.
=

33 KSA 12 2 (100).
34 KSA 12 9 (35) Gİ 2.
=

35 KSA 12 10 (1 37).
36 KSA 13 1 1 (73).
37 KSA 13 11 [43).
38 KGB lll.5 1 1 05.
39 KSA 1 3 11 [415).
40 IKô 259.
41 iTD il s. 605.
42 Gt 55.
43 KSA 13 11 (414).
44 KSA 1 3 12 (1).
45 KGB IIl.5 991.
46 KGB IIl.5 1000.
47 Nietzsche 1887'de olağandışı ölçüde erken vardığını düşünüyor gibidir, ama yanılmaktadır.
Nietzsche'nin Sils'e en erken varışı 1 885'te, 7 Haziran'dadır. 1 887'de 12 Haziran'da varmıştı.
48 KGB lll.5 1094.
49 KSA 1 3 1 8 [ 1 7].
50 KGB IIl.5 1098.
51 KSA 1 9 [2) - 1 9 (8).
52 KGB 111.5 1 1 1 1 .
53 PA Önsöz
54 KGB lll.5 1 15 1 .
55 KGB III.5 1 1 59.
56 KSA 1 3 22 (14).
57 KSA 1 3 1 1 [410).
58 ŞB 335.
59 İKÖ 2 1 0, AS 357.
60 AS Önsöz 2.
61 Ayrıca bkz. EH Önsöz 3 .
62 iTD ı s. 1 1 1 .
63 IKÖ 23.
64 İKÖ 259 (vurgu bana ait), İKÖ 36.
65 İKÖ 36. Vurgu bana ait.
66 Ayrıca bkz. IKÖ 1 3 .
67 İKÖ 36. Vurgu bana ait.
68 KSA 1 1 4 0 (9).
69 PA IX 9.
70 ŞB 109.
Notlar: 27. Bölüm sayfa 827-839

71 IKö 36.
72 KSA 1 3 1 1 [ 1 1 1].
73 İKÖ 259.
74 KSA 1 3 1 1 [ 1 1 1].
75 "Doyurulamaz" güç istencinin mantıksal sınırının "tanrılaşmak" olduğuna dikkat edin. Güç
metafiziğinde yeni başlayan megalomaninin etkisi olup olmadığını insan merak ediyor. Psiko­
lojik doktrine inancı kısmen içe bakıştan mı kaynaklanıyordu?
76 PA IX 14.
77 PA 1 26.
78 PA IX 9-1 1 .
79 KSA 13 14. ( 1 1 ].
80 İPİ 54, TK 1 35, 224.
81 ITD I s. 380.
82 EH 1 4.
83 Tekrar tekrar geçen " Yaratıcılar serttir, elmas kadar serttir" (Z III 12, PA XI) ifadesinin ardın-
da büyük ölçüde bu düşüncenin yer aldığı kesindir.
84 WO Epilog.
85 D 6.
86 D 6, 1 7.
87 WO ikinci Sonsöz, WO 7.
88 wo 6.
89 PA il 9.
90 D 30, 42.
91 D 24.
92 PA IX 35.
93 !Kö 259.
94 z il 12.
95 PA 1 12.
96 0 2.
97 D 11.
98 PA VIII 4.
99 Ti v 1 .
100 KSA 10 1 6 [50].
101 PA X 3.
1 02 IKÖ 1 97.
103 PA V 1 .
104 A S III 9.

27. BÖLÜM SON


(Sayfa 827-839)

1 c s. 735.
2 c s. 736.
3 PA X 5.
4 c s. 739.
5 c s. 738.
6 c s. 743.
916 Notlar: 28. Bölüm sayfa 841 -846

7 c s. 755-6.
8 c s. 741 .
9 YN ve LN.
10 Hollingdale (1 999) s. 249.
11 J III s. 1 57-8.
12 c s. 793.
13 Gilman ( 1 987) s . 254.
14 Hollingdale ( 1999) s. 253.
15 c s. 810.
16 Ya da biraz ayrıntıcılık edersek, o yüzyıldan dört a y önce.
17 Gilman ( 1 987) s . 248.
18 KGB 111.3 741 . Dolayısıyla e n azından Nietzsche Anıtı'nın (Resim 26) ChastC'de bulunması
uygundur.

28. BÖLÜM NIETZSCHE'NİN DELİLİGİ


(Sayfa 841-846)

1 KGB IIl.5 870.


2 KGB 111.5 884.
3 Sacks (2008).
4 Schain (2001 ).
5 Bu biyografinin yayımlanmasının ardından Dr. Eva M. Cybulska'dan aldığım bir mektuptan,
aynı "çift kutuplu bozukluk" teşhisini 2000'de "Nietzsche's Madness: Misdiagnosis of the
Millennium?" (Hospital Medicine, Cilt 61, No. 8, s. 571-5) adlı makalesinde koyduğunu
öğrendim.
6 Sax (2003) Frengi teşhisinin yukarıdaki eleştirisinin tıbbi ayrıntıları kısmen Sax'tan, kısmen
Schain'den (200 1 ) alınmıştır.
7 Auckland Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hekimliği W&L Stevenson profesörü ve özellikle
meninjiyom konusunda dünya çapında bir otorite olan Helen Danesh-Meyer'e bu bilgiler için
minnettarım. İlk taslağa getirdiği eleştiriler sayesinde bölümün tamamı ciddi ölçüde gelişebildi.
İkincil Eserler Kaynakçası

Aschheim, S. ( 1 992) The Nietzsche Legacy in Germany 1 890-1 900


(Berkeley: University of California Press).
Banville, J. (2006) Review of Reiner Maria Rilke and Lou Salome: The
Correspondence, çev. E. Snow ve M. Winkler (New York: Norton,
2006), New York Review of Books içinde, Cilt 53, No. 20, Aralık s.
6 1-5.
Bernoulli, C. ( 1 908) Franz Overbeck und Friedrich Nietzsche. Eine
Freundschaft, 2 cilt. (Jena: Eugen Diederichs) .
Bertram E . ( 1 9 1 8) Nietzsche, Versuch einer Mythologie (Bedin: Bondi).
Brobjer, T. (200 1 ) " Beitrage zur Quellenforschung: Abhandlungen. A
Discussion and Source of Hölderlin's Influence on Nietzsche: Nietz­
sche's Use of William Neumann's Hölderlin," Nietzsche-Studien için­
de, cilt 30, s. 3 94-6.
--- (200 8 ) Nietzsche's Philosophical Context (Urbana: University
of Illinois Press) .
Conradi, P. (200 1 ) iris Murdoch: A Life (New York: Norton) .
Cate, C . (2002) Friedrich Nietzsche (Londra: Hutchinson) .
Deussen, P. ( 1 90 1 ) Erinnerungen a n Friedrich Nietzsche ( Leipzig: Brock­
haus).
Dreyfus, H. ( 1991) Being-in-the-World: A Commentary on Heidegger's
Being and Time, Division I (Cambridge, MA: MiT Press) .
Durkheim, E . ( 1 995) Elementary Forms of the Religious Life, çev. K .
Fields (New York: Free Press) .
Feuerbach, L . ( 1 855) The Essence of Christianity, çev. Marian Evans
(New York: Calvin Blanchard).
Fischer, K. ( 1 860) Geschichte der neueren Philosophen, Cilt 3 ve 4: Ent­
wicklungsgeschichte und System der kritischen Philosophie (Mann­
heim: Bassermann'sche Verlag).
NIETZSCHE

Gilman, S. ( 1 987) Conversations with Nietzsche, çev. D. Parent (New


York: Oxford) .
Hadot, P. ( 1 995) Philosophy as a Way of Life: Spiritual Exercises (rom
Socrates to Foucault, çev. M. Chase ( Oxford: Blackwell) .
Hampshire, S . (200 1 ) Review o f Iris Murdoch: A Life, P. Conradi (New
York: Norton), New York Review of Books içinde, Cilt 48, No 1 8,
Kasım, s. 24-6.
Hayman, R. ( 1 980) Nietzsche: A Critical Life (Londra: Wiedenfeld and
Nicolson).
Heidegger, M. ( 1 977'den itibaren) Heidegger: Gesamtausgabe, haz. F.­
W. Von Hermann ( Frankfurt anı Mein: Klostermann ) .
--- ( 1 979), Nietzsche, 4 Cilt, çev. D . Krell (San Francisco: Harper
& Row) .
Hölderlin, F. ( 1 965) Hyperion, or the Hermit in Greece, çev. W. R. Trask
(New York: Friedrich Ungar).
Hollingdale, R. ( 1 999) Nietzsche: The Man and His Philosophy ( Camb­
ridge: Cambridge University Press).
Hutter, H. (2006) . Shaping the Future: Nietzsche's New Regime of the
Soul and Its Ascetic Practices ( Garfield, WA: Lexington Books).
Janaway, C. (2007) Beyond Selflessness ( Oxford: Oxford University
Press).
Janz, C. P. ( 1 976) Friedrich Nietzsche: Der musikalische Nachlass ( Ba­
sel: Barenreiter) .
Kant, 1. ( 1 964) Critique of Pure Reason, çev. N . Kemp Smith ( Londra:
Macmillan).
Kant, 1. ( 1 972) Critique of ]udgment, çev. J. H. Bernhard (New York:
Hafner).
Kohler, J. (2002) Zarathustra's Secret. The Interior Life of Friedrich
Nietzsche, çev. R. Taylor (New Haven: Yale University Press).
Krell, D. ve Bates, D. ( 1 997) The Good European ( Chicago: University
of Chicago Press) .
Landerer, C . ve Schuster, M.-C. (2002) "Nietzsches Vorstudien zur
Geburt der Tragodie in ihrer Beziehumg zur Musikasthetik Eduard
Hansliks," Nietzsche-Studien içinde, Cilt 3 1 , s. 1 14-33.
Lange, F. ( 1 925) The History of Materialism and Criticism of Its Im­
portance, çev. E. Chester Thomas, giriş Betrand Russell (New York:
Arno Press) .
İkincil Eserler Kaynakçası

Leiter, B. (200 1 ) "The Paradox of Fatalism and Self-Creation in Nietz­


sche," J. Richardson ve B. Leiter, Nietzsche içinde (Oxford: Oxford
University Press), s. 2 8 1-321 .
--- (2002) Nietzsche on Morality (Londra: Routledge) .
Lichtenberg, G . ( 1 867) Vermischte Schriften, Cilt 5 ( Gottingen: Hein­
rich Dieterich) .
Magee, B . ( 1 983) The Philosophy of Schopenhauer ( Oxford: Clarendon
Press).
Magnus, B. ( 1 986) " Nietzsche's Philosophy in 1 8 8 8 : The Will to Power
and the 'Übermensch"' , ]ournal of the History of Philosophy, Cilt
24, s. 79-99.
Mann, T. ( 1 94 7) "Nietzsche's Philosophie im Licht unserer Erfahrung",
Die neue Rundschau içinde, Cilt 58, s. 5 8-82.
Meinecke, F. ( 1 963) Das Zeitalter der deutsche Erhebung ( 1 906), 7.
Basım. (Göttingen: Vandenhoeck ve Ruprech) .
Mithen, S. (2005 ) The Singing Neanderthals: The Origins of Music,
Language, Mind and Body (Londra: Weidenfeld and Nicolson).
Montinari, M. (2003 ) Reading Nietzsche, çev. G. Whitlock (Urbana:
University of Illinois Press) .
Neumann, V. (200 1 ) "Die französishe Krankheit: Nietzsches Rezeption
des Begriffs 'decadence' von Paul Bourget" , Man ist viel mehr Künst­
ler als man weiss içinde, haz. G. Seubold ( Bonn: DenkMal).
Neumann, W. ( 1 853) Moderne Klassiker. Deutsche Literature-Ge­
schichte der neuern Zeit in Biographien, Kritiken und Proben: Fried­
rich Hölderlin ( Kassel: Balde).
Quine ( 1 960) Word and Object ( Cambridge, MA: MiT Press).
Rawls, J. ( 1 972) A Theory of ]ustice (Cambridge, MA: Harvard Uni­
versity Press).
Rohkramer, T. (2007) A Single Communal Faith? (New York: Berg­
hahn).
Russell, B. ( 1 957) A History of Western Philosophy ( Londra: Ailen and
Unwin).
Sacks, O. (2008 ) " A Summer of Madness'', New York Review of Books
içinde, Cilt 60, No. 14, Eylül, s. 57-61 .
Salis-Marschlins, M . (2000) Philosoph und Edelmensch: Ein Betrag zur
Charakteristik Friedrich Nietzsches (Schutterwald: Wissenschaftli­
cher Verlag).
9 20 NIETZSCHE

Salome, L. (Andreas-) ( 1 96 8 ) Lebensrückblick, haz. E. Pfeiffer


(Frankfurt/M: Suhrkamp) .
--- ( 1 9 8 8 ) Nietzsche, haz. ve çev. S. Mandel (Redding Ridge, CT:
Black Swan Books).
Sax, L. (2003) "What was the cause of Nietzsche's dementia? " , Journal
of Medical Biography içinde, Cilt 1 1, s. 47-54.
Schacht, R. ( 1 983) Nietzsche (Londra: Routledge and Kegan Paul) .
Schain, R . (200 1 ) The Legend of Nietzsche's Syphilis (Westport, CT:
Greenwood Press).
Schaumann, G. ( 1 998) Tautenburg bei fena: Kulturgeschichte einer thü­
rinischen Sommerfrische (Jena: Quartus-verlag) .
Small, R . (2005) Nietzsche and Ree: A Star Friendship (New York: Ox­
ford University Press).
Spir, A. ( 1 869) Vorschlag an die Freunde einer venüftighen Lebensfüh­
rung (Leipzig: JG Findel) .
Tanera, K. ( 1 896) An der Loire und Sarthe (Nördlingen: Beck) .
Young, J . (2005) Schopenhauer ( Londra: Routledge) .
Sözlükçe

Ataraksiya: Kişide tepki yokluğu ve bu nedenle oluşan durgunluk


durumu; hiçbir etkiyle uyarılamayan ruh dinginliği; acıya da sevince de
ilgisizlik anlamlarında kullanılan eski Yunan felsefesinin bu önemli te­
rimi özellikle stoacılıkta [bkz. Sözlükçe], insanın davranışlarıyla ruhsal
eğitiminin ereği, ülküsü olarak beliren ve "en yüce iyi" diye nitelenen
ruh dinginliğini, tutkulardan arınmış olma durumunu ifade eder.
Çilecilik: Dinsel ya da töresel amaçlarla ve benliğini yüceltmek için,
doğal isteklerini yenmeye, yok etmeye yönelen eylem ve davranışlarda
bulunma.
Epikurosçuluk: Antikçağ Yunan düşünürlerinden Epikuros'un, acı­
dan kurtulmuş, haz, sevinç ve mutluluk dolu bir ruh dinginliği aramayı
öneren öğretisi. Yaşamın hazlara, sevinçlere, mutlu yaşamaya yönelik
olduğunu öne süren ve böyle yaşamayı yaşam biçimi yapan tutuma da
bu ad verilir. Bu öğretiyi ya da tutumu benimseyenler Epikurosçu adıyla
anılır.
Hazcılık: Yaşamın anlamını haz olarak gören, haz veren her şeyin iyi
ve bütün eylemlerin amacının haz olduğunu öne süren, sevincin kayna­
ğını hazda bulan, hedonizm olarak da adlandırılan felsefi dünya görüşü.
Psikolojik hazcılıksa, her davranışın hoşlanma ya da acıdan kaçınma
isteğiyle güdülendiğini öne sürer.
Kinik: Yunan düşünürleri Antisthenes'le Diogenes'in oluşturdukları,
insanın gerçek erdeme ve mutluluğa, bütün ihtiyaçlarından sıyrılarak
ve hiçbir değere bağlı kalmayarak ulaşılabileceğini öne süren Sokratesçi
öğretiyi benimseyen kimse ya da görüş.
Mutçuluk: İnsan eylemlerinin gerçek hedefinin mutluluk olduğunu,
yaşamın anlamının mutlulukta bulunduğunu öne süren ahlak öğretisi.
Özgecilik: Başkalarının iyiliğine çalışmayı yaşam ve ahlak ilkesi ya­
pan görüş.
922 NIETZSCHE

Stoacılık: Derslerini stoa denilen direkli galeride veren Yunan düşü­


nür Kıbrıslı Zenon'un İÖ 4. yüzyılda kurduğu, doğaya uygun yaşamayı
öneren, ruhun duyumsamaz olduğunu öne süren, aklı egemen kılmayı
ve dünya yurttaşlığını ülkü edinen öğreti ve felsefe okulu. Bu öğretinin
yandaşı olanlar, stoacı adıyla anılır.
Şüphecilik: Şüpheyi ilke yapan, her değerden, inançtan, öğretiden
kuşku duyan, gerçekliğin özünü bilmenin olanaksız olduğunu öne süren
öğreti.
Teodise: "Tanrı her şeye kadir ve mutlak iyiyse dünyada bunca kötü­
lüğün olmasına nasıl izin veriyor? " sorusunu inandırıcı biçimde açıkla­
ma çabasına, Hıristiyan teolojisinde verilen isim.
Dizin

1. Johann 103 Baumgartner, Adolf 271, 283, 341, 346, 406


1. Wilhelm 204 Baumgarmer, Marie 283, 290, 309-310, 3 1 4,
1. William 730 324, 335, 353, 360, 407, 473
il. William 731 Biiumler, Alfred 804
III. Napolfon 39, 69, 1 1 3, 203, 544 Bayreuth Festivali 1 99, 299, 308, 320, 324,
IV. Friedrich Wilhelm 4 330, 332-337, 358, 360, 536
Bayreuther Bliitter 356, 405
Academy 606 Beethoven, Ludwig van 2 1 , 23, 45, 53, 98, 138,
Adorno, Theodor 739 140, 158, 1 73, 1 76, 1 79, 1 80-1 8 1 , 1 89,
Aiskhylos 57, 148-149, 1 59, 1 69, 1 86, 1 96, 224, 276, 327, 337, 374, 376, 401 , 456,
2 1 7, 227 478, 573, 799, 829-830
Allgemeine Deutsche Musikverein 244 bengi dönüş 3, 25, 47, 64, 99, 473-477, 502-
503, 5 l 1, 525, 541, 548, 568-570, 572,
Allgemeine Deutsche Universitiitszeitung 607
577-578, 582, 614-615, 6 1 8, 652, 672,
Allgemeine Schweizer 832
701, 715, 724, 754-758, 774, 777-778,
amor (ati 25, 481 , 502-503, 525, 541 , 568,
788, 799, 809, 815, 841 , 845
754, 799
Bernhardt, Sarah 3, 479, 481-482
anayurt 70, 72, 1 08, 1 9 1 , 1 98, 203, 263, 604
Bertram, Ernst 838
Andreas, Friedrich Cari 508, 680
Biedermann, Friedrich l 1 0-1 l 1 , l 1 4
Antisemitic Letters 608
Binswanger, Otto 828-829
Apollonculuk 60, 65, 1 86-1 89, 191-1 95, 1 97,
Bismarck, Otto von 4, 35, 102-107, 1 73, 203,
202, 206-207, 278-279, 327, 374, 396- 207, 21 0-21 1 , 21 8-219, 251-252, 259,
397, 493, 558-559, 577, 604, 613, 821, 389, 607, 730, 763, 765, 795-796, 799,
829 825, 831
aristokrasi 146, 395, 440, 560, 583, 607, 637, Bizet, François 479
639-641, 772, 782 Bonaparte, Napolfon 3, 2 1 , 78, 102, 106, 108,
Aristoteles 209, 221 , 238, 756 203, 456, 535, 557, 580-581, 603-604,
ateizm I ateist 47, 88, 1 32, 508, 664, 669, 706, 635, 637, 651, 656, 697, 725, 761-762,
722 794, 799
Atheneum 606 Bonnet, Jules 512
Avinarius, Ferdinand 790 Boscovich, Ruggero 266, 482, 61 9-620, 750,
807-809
Bach, Johann Sebastian 4, 39, 98, 276, 278, Botton, Alain de 419, 498
381, 593 Bourdeau, Jean 792-793
Bachofen, Johann Jacob 1 5 1 Brahms, Johannes 277-278, 286-289, 327,
Baedecker, Fritz 285, 738 433, 606, 686
Bakunin, Mikhail 1 1 3 Brandes, Georg 615, 328, 641 , 676, 687, 688,
Bauer, Bruna 484, 487 692, 733-736, 740, 749, 793, 796, 814
NIETZSCHE

Breisig, Kurt 839 Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç 482, 514, 647,


Brende(, Kari Franz 98, 1 1 2 675-676, 679, 800
Brenner, Albert 314, 341 -342, 346-347, 350, Doyle, Arthur Conan 354
370 Druskowitz, Helene 574, 590-591, 595, 642
Brevern, Claudine von 342 Duncan, Isodora 366-367
Brockhaus, Hermann 1 1 1 , 1 1 3-1 14 Durkheim, Emile 396
Brockhaus, Ottilie 97, 1 1 1 , 1 1 3-1 14, 141, 254 Dühring, Eugen 587-588
Buddensieg, Robert 34 dürtü 208, 402, 415, 425, 442, 453-454, 465,
Buddensieg, Rudolf 55 504, 554, 556, 560, 6 1 8, 620-621, 710,
Burckhardt, Jacob 146, 148, 1 5 1 - 1 52, 230, 758-760, 762, 806, 808, 8 1 8, 820-821
246, 285, 300, 304-305, 346, 360, 389,
405, 583, 650-651, 764, 797, 801 Eiser, Otto 349, 356-358, 360, 412, 4 1 6, 431,
Bülow, Hans von 98, 1 56, 224, 230-231, 247, 844
290, 296, 299, 360, 762, 794, 799 Eliot, George 52, 83, 251 , 305, 349, 430, 590,
6 1 1 , 805
Camus, Albert 127, 1 85, 302, 383 Emerson, Ralph Waldo 477, 524, 570, 6 1 5
Cate, Curtis 1 1 7 Empedokles 6 1 , 6 6 , 800, 807
cellat Tanrı 14-15, 705 Engelmann, Wilhelm 1 83 , 1 94
Copernicus 482 Epikuros 123, 4 1 1 -4 1 7, 41 9-423, 430-431 ,
Credner, Hermann 605 435, 442-443, 453, 458, 473, 475, 485,
770
Darwin, Charles; 1 5 1 , 1 84, 254, 267, 294, 3 1 6,
Euphorion 42
355, 361, 363, 392, 444, 469, 488, 610,
Euripides 1 95-196, 226-227
620-621 , 808, 820-821
evrensel nedensel determinizm 72, 377-379,
Darwincilik 35, 90, 122, 1 33, 267, 294-295,
408, 444, 466, 553, 751-752
305, 350, 362, 392, 488-489, 587, 610,
6 1 4, 625, 627, 630, 633, 699, 716, 8 1 1 ,
feminizm I kadınlar 285, 425-427, 497-498,
821
558-559, 591, 595-598, 630, 641 -645
dekadan I dekadans 604, 719, 742, 745, 766,
Feuerbach, Ludwig 52, 1 13, 418, 64 7
769, 787, 823-824
Fichte, Johann Gotdieb 30, 132
demokrasi 69, 105, 152, 392, 427-429, 594,
Filoloji Kulübü 97-98, 101
597, 607, 630, 632, 638, 643, 646, 650,
Fischer, Kuno 1 32, 476
764, 778
Förster, Bernhard 484, 535, 542-543, 585, 589,
Der Bund 606
598-599, 602, 604-605, 654, 832-833
Deussen, Marie 685
Deussen, Paul 40-41 , 44-45, 75-78, 80-82, 91, Franck, Cesar 730
95, 103, 1 1 6-1 1 7, 129, 139, 350-35 1 , 360, Franconia 78-79, 8 1 , 91-92, 95, 98
685, 734, 736-737, 739, 773, 794, 799, Fransız Devrimi 10- 1 1 , 630, 697, 699
8 14, 831, 842 Frauenstadt, Julius 136
Deutsche Allgemeine Zeitung 1 1 O Freud, Sigmund 63, 209, 290, 3 1 7, 353, 363,
Deutsche Literaturzeitung 607 365, 485, 523, 545, 720, 823
Deutsche Rundschau 608 Frey, Thomas 608
Dilthey, Wilhelm 587 Freytag, Gustav 98
Dionysosçuluk 55, 60, 64, 1 59, 1 65, 1 85-186, Friedrich (İmparator) 730-731
1 88-1 97, 202, 209, 226-227, 235, 257, Fritsch, Theodor 678-679
278-279, 281, 304, 320, 326-331 , 336, Fritzsch, Ernst 1 83, 224-225, 244, 251, 257-
338, 374, 558-559, 562-563, 565, 570- 258, 261, 283, 600-601 , 652, 655-656,
572, 577, 604, 636, 652, 670-672, 724, 658, 678, 688, 690, 789-790, 794, 799
754-757, 783, 788, 797-800, 8 1 5, 821, Fynn, Emily 594-595, 597-598, 649, 653, 683,
827-829, 845-846 795
Dizin

Galli-Marie, Cflestine 479 Heidegger, Martin 60, 1 75, 1 82, 2 1 9, 238, 245,
Germania Cemiyeti 37-39, 4 1 , 48-49, 67, 69, 275, 290, 296, 402, 459, 536, 563, 584,
72, 98, 1 1 1 673, 720, 726, 775, 804-805, 8 1 3
Gersdorff, Cari von 44-45, 79-80, 9 1 , 95-97, Heinze, M a x 34, 43, 282
99, 102, 1 04-106, 108, 1 1 1, 1 1 7- 1 1 8, 129- Herzen, Alexander 345
1 30, 1 33, 1 35, 1 3 8-1 39, 1 58, 1 6 1 - 1 62, Herzen, Natalie 353
176, 205-206, 2 1 0, 215, 222-223, 232, Herzen, Olga 345, 350, 740
235-237, 249, 251, 255-256, 271-274, Hıristiyanlık 5-8, 12, 14-15, 1 7, 25-27, 40-41,
285, 289, 290, 297, 301, 309-31 0, 3 1 2- 48-52, 54-55, 63, 83-86, 88-90, 126, 128-
313, 315, 321, 323, 338, 350, 371, 401 , 1 3 1 , 1 37, 151, 166, 1 72, 1 86, 1 97-198,
538, 577 208, 242, 244-245, 249, 251, 266, 291,
Gillot, Hendrik 508, 531 302-303, 3 13, 3 1 9, 344, 359, 368, 372-
Gizycki, G. Von 608 377, 379, 381, 383, 385-388, 395, 399,
Glagau, Gustav 607 416, 4 1 8, 442, 445-451 , 455-457, 460-
Goethe, Johann Wolfgang von 21, 36, 70, 93- 46 1, 464-465, 469, 491-494, 516, 521,
94, 97, 2 1 1 , 215, 235, 265, 268, 293, 302, 524, 534, 536, 543, 547, 553, 555, 560,
354, 376, 389, 396, 547, 580, 582, 639- 563, 566-567, 570, 575, 580, 604, 609-
640, 683, 734, 754-755, 757, 761 , 777- 612, 6 1 7-619, 621-622, 627-633, 638-
778, 783, 831, 836 639, 645-646, 648, 650, 652, 658, 662-
Gontard, Susette 61 665, 667-669, 673, 675, 687, 690-692,
Gönüllü Akademi Birliği 147, 2 1 1 , 410 694-698, 702, 704-707, 709-710, 715,
Granier, Raimund 42, 90 71 7-727, 741, 749-750, 758-759, 766-
Guerrieri-Gonsaga, Emma 283, 290, 296 775, 779-782, 786-788, 796-797, 799,
Gustav Adolphus Topluluğu 89 8 10-81 1 , 815, 824
güç istenci 26, 47, 208, 277, 373, 444, 474, Hillebrand, Kari 255, 295-296, 324, 360
555-556, 566-567, 573, 607-608, 6 10, Hitler, Adolf 262, 365, 428, 813, 836-837, 839
61 3-614, 6 1 8, 620-625, 627-628, 635, Hobbes, Thomas 556
644, 661, 670-671, 696, 700, 704-705, Holten, Kari von 738
710, 715, 718, 720, 725-726, 742-743, Homeros 64, 148-149, 1 86-1 87, 1 89, 209-210,
750-751 , 757, 766, 770, 791 , 803, 805, 228, 235, 242, 395-396, 482, 6 1 3, 647,
807-813, 81 6-826, 833 692
Horneffer, Ernst 838
Hadot, Pierre 4 1 3 Horner, Cecile 538
Handel, Georg Friedrich 4 , 22, 5 3 , 8 8 , 288, 3 8 1 Hölderlin, Friedrich 38-39, 47, 59-66, 85, 1 86,
Hanslick, Eduard 1 79, 1 83, 278 272, 292, 307-308, 333, 336, 344, 633,
Hansson, Ola 832 673, 775, 800, 846
Hase, Kari von 40 Humboldt, Alexander von 2 1 8
Hasse, Ernst 542 Hutter, Horst 462
hayat reformu 363-366, 368-369, 439, 499 Huxley, Thomas 305
hayan olumlama 475-476, 564, 614-6 15, 773-
774, 787, 812 lmmerman 255-256, 309-3 1 1 , 356, 430
Haydn 22, 53, 179, 747 Internationale Monatschri� 484, 487
Hayman, Ronald 32-33, 79
Hegar, Friedrich 590, 651, 680, 747 Jahn, Otto 75, 91
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich 59, 63, 65, 85, Janz, Curt Paul 86, 162, 3 14, 334, 483, 513,
106, 120, 1 27, 1 32, 213, 292, 296, 303, 531
361, 509, 6 1 6, 635, 701 Joukowsky, Paul 5 1 8
Tinin Görüngübilimi 806 ]ournal de debats 792-793
Hegelci 213, 218, 225, 252, 264, 304, 384, 722 Jünger, Ernst 213, 812-8 1 3
NIETZSCHE

Kaftan, Julius 737, 749 Krause, Friedrich 838


Kant, Immanuel 1 1 8, 120-121, 123-124, 1 32- Krug, Gustav 18, 21-23, 60, 1 1 1, 223-224,
1 34, 1 37-139, 1 96, 216, 221-222, 232, 230, 232, 290, 298, 324
253-254, 266-267, 291-292, 296-297, Kundera, Milan 475
3 1 8, 329, 361 -362, 373, 376-377, 386, Kym, Hedwig 649, 684
388, 398, 420, 441, 443, 447-448, 467-
468, 476, 504, 6 16-61 8, 623-624, 635- La Rochefoucauld 3 1 8-319, 346, 382, 453,
636, 657, 660, 685, 709, 71 1-712, 719, 622
749-750, 763, 794, 799, 8 1 9, 825 Langbein, Julius 830
Arı Usun Eleştirisi (Kritik der reinen Ver­ Lange, Friedrich 1 32-1 35, 1 37-1 38, 4 1 8, 488
nunfr) 132, 1 37, 221 , 232, 267, 420, 806 Lanzsky, Paul 545, 592, 601
Yargı Yetisinin Eleştirisi (Kritik der Urteils­ Leger, Fernand 495
krafr) 1 32, 221 Lehmann, Lilli 287
Keller, Gottfried 255, 590 Lessing, Gotthold 468
Kelterborn, Louis 245, 3 1 1 , 314 Lessing, Theodor 317
kendinde şey 121, 123-124, 1 32-137, 1 79, Lichtenberg, Georg 265, 576
362, 377, 444-445, 504, 708, 714, 750, Lipiner, Siegfried 353-354, 360, 405, 735
763, 8 1 9 Liszt, Franz 53, 156, 1 6 1 , 1 76-177, 224, 23 1-
kendini aşma 530, 566-567, 676, 688, 824 232, 254, 288, 314, 335, 359, 593, 794
kendisi olma 784-788 Lord Byron 37, 39, 42, 90, 321, 383, 663, 846
kırbaç I kırbacını unutma 513, 557-559, 581, Luther, Martin 4, 26, 260, 265, 306, 547, 580,
586, 595-596 582, 794, 799
Kiessling, Adolf 1 1 6 Luthercilik 4, 14, 27, 8 8, 129, 637
Kleist, Heinrich von 292
Klindworth, Paul 287 Mahler, Alma 231
Kohler, Joachim 483 Mahler, Gustav 1 39, 353, 719
kolektif sanat eseri 58, 1 67, 1 69, 174-175, 194, Mann, Thomas 82
2 1 7, 2 1 9, 279, 282, 326, 537, 646, 669- Marr, Wilhelm 3 1 7
670, 788 Marx, Kari 1 1 , 386, 6 1 6, 631
Kolomb imgesi 50, 477, 490, 631, 677 Meinecke, Friedrich 109
kozmopolitizm 71-72, 1 72-173, 268-269, 484, Mendelssohn, Felix 21 -22, 53, 98, 1 1 3, 223,
557, 603-604, 735-736, 797 288, 741
Kögel, Fritz 834-835 merhamet 124, 129, 380, 387-388, 448-450,
köle ahlakı, kölecilik 69, 1 68, 240-241, 267, 454, 461, 564, 565, 637, 822
294-295, 392-393, 423, 428, 498, 598- Meyer, Guido 42
599, 609, 621, 627-630, 632-633, 636, Meyer, Richard M. 737
639-642, 644-645, 692-698, 717-718, Meysenbug, Malwida von 60, 224, 237, 244,
720, 727, 762, 768-770, 772, 774, 778, 272-273, 283-284, 290, 296-297, 299,
824 323, 332, 334, 341, 343-350, 352, 355,
Köselitz, Heinrich 3 1 5-316, 3 1 9-320, 330, 356, 360, 370, 388, 406-407, 431, 457, 482,
358-360, 4 1 1 , 416, 426-427, 432-433, 484, 509-510, 520, 536, 538, 541 , 558,
437, 461, 473, 475, 478-479, 481-482, 574, 580, 583, 585, 590-591, 595, 6 1 1 -
508, 515, 5 1 7-518, 524, 526, 536, 538, 6 1 3, 622, 650, 680, 723, 734, 740-741,
541, 543, 562, 585, 589, 590, 593, 596, 747, 753, 771, 794-795, 799
602, 651, 653, 655,-656, 675, 679-680, Miaskowski, !da 246-247, 355
682-683, 686-688, 731 , 733-736, 738, Michaelis, P. 607, 639, 647
748, 786, 790, 792, 794-795, 797, 799, Mili, John Stuart 305, 595, 630, 753
801, 804, 8 1 3, 827-829, 834-835, 839 milliyetçilik 71, 104-106, 108, 1 72-173, 259,
Kriimer, Oscar 33, 106, 584 268, 557, 603, 797, 825
Dizin

Mind 354-355 düellosu 80


modernlik 59, 64, 152, 1 66-169, 1 74, 1 77, gençliği 40-45
1 97-1 99, 222, 263-264, 275, 291-292, ikametgahları 8-10, 1 5-16
303, 389-390, 396, 491-492, 495, 501, ithafları 1 65, 1 84, 236
550, 575, 604, 625-627, 632, 633, 636, kadınlarla ilişkisi 45, 61, 77, 81-82, 97,
643, 645, 650, 657, 665-667, 670, 719, 99, 1 6 1 , 283-285, 322, 338-339, 507-523,
725-726, 742, 744, 764, 775, 810, 8 12, 585, 595-598
823 evlilik teklifleri 322, 51 1 -512
Moltke, Helmuth von 103, 203 "kırbaçlı" fotoğraf 5 1 1 -513, 5 1 8, 522,
Monod, Gabriel 247, 345, 360 527, 558, 580
Morris, William 423 kitapları
Mosengel, Adolf 202, 205 Ahlakın Soykütüğü Üstüne (Zur Gene­
Mozart, Amadeus Wolfgang 22-23, 53, 75, alogie der Moral) 49, 142, 505, 609,
179, 278, 478, 548, 747, 846 651, 661 , 663, 675-727, 733, 743,
Mushacke, Eduard 93 747, 759, 761, 768-770, 780, 784,
Mushacke, Hermann 91, 93, 95, 104, 129 787, 806
David Strauss: itirafçı ve Yazar (David
Nationalzeitung 607 Strauss: der Bekenner und der Schift­
Neue Zeitschrift für Musik (Yeni Müzik Dergi- steller) 250
si) 39, 98, 1 1 1- 1 1 2 Deccal (Der Antichrist) 51, 245, 269,
Neue Zürcher Zeitung 607 567, 637, 641 , 644, 694-695, 706,
New York Century Magazine 832 737, 758, 767-771, 773-775, 779, 781,
Nielsen, Rosalie 257-258 796-797, 814-8 15, 823, 825, 833-834
Nietzsche, Auguste 8, 16 Ecce Homo (Ecce Homo) 5, 8, 14, 43,
Nietzsche, Elizabeth 5-9, 1 5-18, 20, 23, 25-27, 140, 149-150, 1 63, 246, 251 , 295-
29-30, 33, 38-39- 48, 77, 80-82, 85-90, 97, 296, 324, 338-339, 359, 362, 412,
108- 1 1 0, 145, 1 50, 155, 1 60, 162, 202, 442, 474, 486, 526, 547-548, 562,
204, 206, 221, 235, 256, 271, 282-285, 565, 570, 572, 633, 636, 652, 696,
288-289, 296-297, 299, 301, 309, 315, 707, 721 , 723, 749-750, 771, 775-
327, 333-335, 337-338, 341, 350, 355, 776, 781 -787, 790-791, 795, 797,
360, 366, 406-407, 410-4 1 1 , 430, 434- 802, 815, 822, 833
435, 473, 481, 484, 486, 500, 51 5-522, Eğitici Olarak Schopenhauer (Scho­
526-527, 529-530, 535, 538-543, 550, penhauer als Erzieher) 290, 324, 387,
562, 581-583, 589, 589-591, 596-599, 513, 529, 548, 784
601, 609, 675, 681, 684, 735, 782, 784, Gezgin ile Gölgesi (Der Wanderer und
804-805, 809, 8 1 8, 832-839 sein Schatten) 400, 405, 41 1-418, 422-
Nietzsche, Erdmuthe 5, 8, 1 6, 18, 21, 683 424, 426-429, 442, 456, 458-459,
Nietzsche, Franziska Oehler 5, 8-9, 1 1 , 1 6, 23, 475, 572, 593, 600, 655
29, 40, 42, 49, 77, 86, 282, 301, 527, 543, Güç istenci: Tüm Değerleri Yeniden
589, 686-687, 828, 830-831, 834-836 Değerlendirme Girişimi (Der Wille zur
Nietzsche, Friedrich August 5 Macht: Versuch einer Umwerthung al­
Nietzsche, Friedrich Wilhelm /er Wert) 609,623, 656, 689-690, 729,
ailesi 5-9 731 , 740, 775, 803-806, 809, 813-
akademik hayan 1 16-1 1 8, 145-1 50, 1 54, 816, 8 1 8, 821, 833
235, 245 insanca, Pek insanca (Menschliches,
istifa 410 Allzumenshliches) 5 1 , 140, 1 63, 284,
askerliği 109- 1 1 0, 202, 204-205 337, 341, 347, 350, 352, 356, 359-
çocukluğu 9-13, 1 6-24, 27 402, 405-409, 412-413, 423, 425,
doğumu 3 428-429, 434, 439, 441, 444-446,
NIETZSCHE

459, 487, 494, 545-546, 549, 573, Tan Kızıllığı (Morgenröthe) 418, 430,
593, 600-601, 603, 622, 655-656, 432-434, 436-437, 439-445, 450-453,
658, 687, 690, 720, 723, 725-726, 457, 464, 466, 468, 473, 479, 500,
741, 751, 766, 786, 790, 797, 803 515, 520, 564, 596, 605, 624-625,
işte Böyle Dedi Zerdüşt (Alsa sprach 639, 655, 699, 710
Zarathustra) 22-23, 60, 66, 69-70, 81- Tarihin Yaşam için Yararı ve Sakıncası
82, 100, 1 98, 241, 273, 344, 346, 353, ( Vom Nutzen und Nachteil der Histo­
367, 379, 387, 452, 458, 463, 474, rie für das Leben) 68, 260
487, 496, 513, 524, 526, 532, 534, Tragedyanın Doğuşu (Die Geburt Tra­
539, 546-579, 582, 586-587, 589, gödie) 55, 57-60, 63, 101, 135, 148,
591 -592, 597, 600-601, 6 14, 627, 1 58, 1 6 1 , 1 63, 1 65, 1 83-184, 186,
650, 652, 655, 676, 678, 689, 700, 1 93-194, 199, 206-207, 214, 219, 222-
721, 733-734, 760, 776, 783, 785, 224, 226-227, 230, 233-235, 240, 248-
791-792, 803, 806, 813, 834, 837 249, 253, 257, 261, 263, 265, 268-269,
iyinin ve Kötünün Ötesinde (]ense­ 278-279, 293, 304, 3 19-321, 324, 327-
its von Gut und Böse) 460, 551, 567, 329, 336, 353, 361, 374, 386, 391,
577, 589, 593, 596, 603, 605-606, 395-397, 401, 406-407, 413, 420, 440,
609-616, 625, 630, 632-633, 635-636, 449, 468, 554, 559, 563, 571, 573,
638, 642, 646, 650, 655, 661, 668, 577, 610, 613, 655-657, 745, 755-757,
371, 677, 685-687, 689-690, 692-693, 766, 780, 782, 798-799, 845
696, 701, 707, 734, 741, 750, 761 , Wagner Olayı (Der Fail Wagner) 1 63,
776, 779, 781-782, 805, 807-81 1 , 1 83, 740-741 , 743-746, 748, 784,
813, 8 1 7, 8 19-820, 841
789-790, 794, 8 1 5
Karışık Kanılar ve Özdeyişler ( Ver­
Yunanların Trajik Çağında Felsefe
mischte Meinungen und Sprüche) 397,
Yazılmamış Beş Kitap için Beş Önsöz
408-409, 412-413, 593, 600, 603,
(Fünf Vo"eden Zu Fünf Ungeschriebe­
646, 655
nen Büchern Die Philosophie Im Tra­
Nietzsche Wagner'e Karşı (Nietzsche
gischen Zeitalter Der Griechen) 165,
Contra Wagner) 1 63, 790-791 , 801
207, 236-237, 243, 248-249, 264
Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üze­
Zamana Aykırı Bakışlar ( Unzeitgemiisse
rine (Gedanken über die Zukunft un­
Betrachtungen) 1 95, 243-245, 250-
serer Bildungsanstalten) 78, 1 60, 2 1 1 -
251 , 253-256, 260-261, 263, 271 , 273,
2 1 9, 233, 264, 268, 763
276, 282-284, 286, 290-291, 295-297,
Putların Alacakaranlığı ( Götzen­
299, 301, 305, 308, 314, 31 8-320, 323,
Diimmerung) 52, 221, 572, 621, 651,
325, 330-331 , 336, 347, 355, 371, 391,
737, 742, 747-750, 753-756, 759,
397, 402, 488, 550, 560, 763, 766
761 , 763, 765, 800, 814-815, 821, 825
Richard Wagner Bayreuth'ta (Richard mektupları
Wagner in Bayreuth) 56, 197, 237, August Strindberg 735, 796
276, 323, 329-331, 333-334, 336, Cari Fuchs 281, 3 14, 687
397, 536, 740, 775, 784 Cari von Gersdorff 79, 95-96, 99, 102,
Şen Bilim 50, 1 9 1 , 1 28, 1 59, 1 88, 346, 104-105, 107, 1 1 1 , 1 1 7- 1 1 8, 1 33,
369, 436, 456, 471, 477-480, 486- 135, 138, 1 58, 1 62, 1 76, 205, 210,
488, 491, 493-495, 499-500, 502-503, 2 1 5, 222-223, 236, 255, 271 , 273-
505, 507, 5 1 1 , 5 1 5, 5 1 7, 521, 524, 274, 285, 289, 301, 3 1 2-313, 323,
542, 553, 568-569, 572-573, 596-597, 350, 401 , 538, 577
603, 6 1 2, 644, 654-655, 657-658, Cosima Wagner 1 59, 349, 357-358,
663-664, 667, 689-690, 700-701, 712, 498, 536
714, 718, 721 -722, 724-725, 730, Edwin Rohde 1 7, 97, 1 1 1 , 1 1 3, 1 15,
743, 793, 800, 8 1 9 1 1 7, 1 53-154, 162-163, 201, 221,
Dizin

244, 251, 273, 275-276, 286, 298- Richard Wagner 1 65, 205, 207, 249-
299, 301, 304, 3 1 3, 3 1 8, 329, 354, 250, 307, 3 12, 342
370, 651 Rudolf Buddensieg 55
Elizabeth Nietzsche 9, 80, 87-89, 333, Siegfried Lipiner 354
338, 434, 542, 566, 589, 596, 609, Sophie Ritschl 147-148, 201
675, 680-681 Theodor Fritsche 678
Emily Fynn 653, 795 Wilhelm Engelmann 1 8 3
Ernst Fritzsche 658, 789 Wilhelm Pinder 5 3 , 104
Franz Overbeck 285, 3 1 3, 315, 352, Wilhelm Vischer-Bilfinger 206
358, 4 1 1 , 430, 435, 476-477, 483, müzikle ilişkisi 7, 22-23, 39-40, 43, 45,
530, 537, 541 , 545-546, 565, 581, 52-59, 77, 88, 98, 1 1 1-1 12, 230-232, 246-
588, 590, 601, 658, 678, 682, 689, 247, 297, 526, 730, 732, 767
693, 735, 793 Dostluğa Övgü (Hymnus an die Fre­
Franziska Nietzsche 40, 43, 46, 75-77, undschafr) 297, 651
79, 89, 104, 153, 201, 232-233, 274, Hayata Dua ( Gebet an das Leben) 297,
586, 589, 686 651-652
Friedrich Ritschl 146, 227 Hayata Övgü (Hymnus an das Leben)
Georg Brandes 615, 641 , 676, 687, 526, 651-652, 686
733, 796, 814 Manfred Tefekkürü (Manfred-Medita­
Georg Ree 540 tion) 230-23 1, 383, 762
Monodie a deux (Merhamete Övgü)
Gustav Krug 53, 230
247-248, 345
Hans von Bülow 794, 799
Noel Oratoryosu ( Weihnachts-Orato­
Heinrich Köselitz 358, 4 1 6, 437, 461,
rium) 39, 53
473, 475, 479, 5 17, 526, 536, 538,
Yalnızlık İlahisi 320
541, 562, 585, 589, 602, 653, 655-
Yeni Yıl Arifesi (EineSylvesternacht)
656, 675, 679, 682-683, 686, 688,
89, 160, 231-232
731, 736, 748, 790, 792, 794-795,
okul hayatı 18, 29-37, 42-43, 46
797, 799, 8 1 3
ölümü 839
Heinrich Romundt 369
sağlığı 1 8, 46, 95, 205-206, 221, 230, 255,
Hermann Mushacke 91-92, 1 04
271 , 299, 306, 309-3 13, 3 1 5, 349, 351-
!da Overbeck 514, 539-541
352, 356, 405, 407, 409, 431-432, 437,
Jacob Burckhardt 797
478, 533, 545, 682, 736, 789, 831, 837,
Joseph Widmann 686
841-845
Lou Salome 463, 5 1 3-51 5, 530
akıl hastanesi 828-830
Louise Ott 339 aklını yitirmesi 790-802, 841-846
Malwida von Meysenbug 244, 273, at hikayesi 800-802, 815, 822
299, 388, 431, 536, 591, 650, 680, seyahatleri
734, 741, 747, 794, 799 Bad Ragaz 351
Marie Baumgartner 310, 314, 353, Basel 5 1 3
407, 473 Bayreuth 247, 287, 332, 338
Mathilde Trampedach 322 Berggrün 285
Meta von Salis 612, 789, 796, 8 1 3 Bedin 5 1 5
Otto Eiser 412, 4 3 1 Bex 342
Paul Deussen 1 17, 1 39, 350-351 , 799, Cannobio 679
814 Cenevre 321, 342, 410
Paul Ree 3 1 7, 353, 407, 509, 530 Cenova 342, 434, 477, 528, 538, 544,
Raimund Granier 90 731
Reinhart von Seydlitz 359, 677, 738, Chur 680
800 Flims 256
930 NIETZSCHE

Floransa 601 Biz Filologlar 234, 301, 304-305, 318-


Frankfurt 356 319
Gorenzen 26 Capri v e Helgoland (Capri und Helgo­
Grindelwald 407 land ) 71
Interlaken 407 Derlenmiş Görüşler ve Düsturlar ( Ver­
Klingenbrunn 332-333 mischte Meinungen udn Sprüche) 309
Leipzig 527, 599, 605 Dionysosçu Dünya Görüşü 1 65, 202
Lugarno 221 Doğrunun Dokunaklılığı Üzerine (Über
Luzern 301, 5 1 1 das Pathos der Wahrheit) 237-239
Maderanertal 202 Homeros ve Hesiodos'a İlişkin Floran­
Marienbad 433 sa Tezi 228, 235
Menton 592 Homeros'ta Rekabet (Homers Wett­
Messina 482 kampf) 207, 242
Milano 538 Kader ve Tarih (Fatum und Geschichte)
Monte Carlo 482, 675, 730 41, 49, 5 1 , 67, 72
Montreux 342 Messina İdilleri (ldyllen aus Messina)
Münilı 232, 601 484, 486, 507, 655
Napoli 342, 351, 480, 562 Münzevinin Özlemi 588
Naumburg 93, 236, 271, 297, 542,
Özgür irade ve Kader (Willensfreiheit
599, 605
und Fatum) 39, 73
Nice 544, 592, 601, 654, 686, 729
Schopenhauer'ın Felsefesinin Al­
Rapallo 533
man Kültürüyle İlişkisi Üzerine (Das
Recoaro 437
Verhaltnis der Schopenhauerischen
Riva 431
Philosophie zu einer deutschen Kultur)
Roma 5 1 0, 538
241
Rosenlaui 352
Veda 533-534
Ruta Lugure 653
Yunan Devleti (Der griechische Staat)
Schuls 541
240, 242, 258, 638, 776
Sils Maria 437, 471, 538, 583-584,
Yüce Dağlardan 6 1 5
593, 606, 649, 681, 736
Nietzsche, Joseph 1 1 , 1 3
Sorrento 343
Nietzsche, Kari Ludwig 5-8, 1 1 -12
St. Moritz 4 1 1 , 437
Nietzsche, Rosalie 8, 16, 86, 89, 107
Steinabad 310
Strazburg 236 nihilizm 46, 168, 1 88, 1 95, 242, 265, 382, 529,
Stresa 434 6 1 1 , 624, 632, 640, 660, 665, 676, 719-
Tautenburg 5 1 6 720, 810, 812
Torino 342, 614, 731, 739, 766, 783, Nord und Sud 608
788, 800 Norddeutsch Allgemeine Zeitung 224, 229
Torino 73 1, 767
Tribschen 159, 1 62, 250, 5 1 2 Oehler, David Ernst 5-7, 23-24
Venedik 432, 593, 605, 686 Oehler, Edmund 26, 86-87, 89
Veytaux 321 Overbeck, Franz 1 53-154, 244-245, 247, 261,
Zürih 286 271-272, 282, 285, 287, 306, 3 1 3, 3 1 5,
Zürih 589, 679 319, 323, 341 , 350-352, 358, 360, 410-
üniversite hayan 77, 93-94, 96, 221 4 1 1 , 429-430, 435, 476-477, 483, 512-
Wagner'le tanışması 1 13-1 15 5 13, 527-530, 533-534, 537, 541-542,
yazı ve şiirleri 544-546, 565, 579, 581-582, 588, 590,
Ahlaki Olmayan Anlamda Doğru ve 601, 606, 608, 655, 658, 678-679, 681-
Yalanlar (Über Wahrheit und Lüge im 682, 689, 693, 710, 735, 737, 792-793,
au ermoralischen Sinn) 237-239 800-802, 806, 827-828, 830, 832, 834, 836
Dizin 931

Overbeck, Ida 341, 479, 514, 524, 532, 539- Revue des deux mondes 793
541 , 681 Rheinisches Museum für Philologie 96, 109,
Ott, Louise 338-339, 353, 367, 528 1 16, 224, 228
Richter, Hans 1 60
özgecilik 124-125, 208, 3 1 2-313, 3 1 6-317, Riefenstahl, Leni 495
376, 378-380, 382, 387, 448-449, 461, Riemann, Hugo 738
521 , 561 -562, 6 1 2, 8 1 1-812 Rilke, Rainer Maria 5 3 1
özgür irade 72-73, 379, 385, 393-394, 399- Ritschl, Friedrich 75, 9 1 , 94-97, 101, 105, 109,
401 , 408, 425, 444, 454, 695, 700, 751 1 1 3, 1 16-1 17, 146, 227-228, 230, 235,
özgür ruhlu 23, 49, 51, 88, 267, 303, 323, 337, 271, 349
342, 344-345, 363-369, 375, 390-392, Ritschl, Sophie 97, 1 1 1, 1 13, 147, 148, 1 54,
408, 429, 439, 451, 462, 466, 487-488, 201, 324
490-492, 495-496, 499, 505, 50-510, 529, Robertson, George Croom 354-355, 360
549, 551 -552, 559, 575, 607, 623, 634, Rohde, Edwin 1 7, 95-97, 101, 109- 1 1 1 , 1 1 3,
640, 667, 683, 700, 730, 788 1 1 5- 1 1 8, 129-1 30, 1 39, 1 53-155, 158-
"özgür ruhlular manastırı" 369, 371, 484, 588, 159, 162-163, 201, 206, 221-226, 229-
791 230, 232-234, 244, 247, 250-251 , 256,
260, 273, 275-276, 286, 290, 298-301,
Paganini, Niccolo 437, 477-478 304, 313, 3 1 8, 323, 329, 332, 338, 350,
Paneth, Joseph 545-547, 579-580, 735
354, 360, 364, 368, 370, 381, 406, 429,
panteiım 62, 66, 85, 126, 1 36, 252-253, 344,
528, 537, 605-606, 608, 637, 651, 664,
365, 436, 476-477, 524, 574, 652, 842
678, 799
Paris Komünü 204
Rohr, Berta 285
Parkes, Graham 60
Rolland, Romain 345
perspektivizm 624, 660-66 1, 695, 71 1-716
Romundt, Heinrich 230, 232, 244-245, 256,
Pinder, Wilhelm 18, 20-2 1 , 23, 60, 79, 104,
258, 261, 272, 282, 285, 305-307, 317,
290, 298, 324
324, 332, 360
Platon 147-149, 1 92, 210, 222, 240, 243, 266,
Rousseau, Jean Jacques 1 1 , 97, 326
269, 346, 353, 424, 441 -443, 454, 457,
Röder-Widerhold, Louise 594-596
464, 6 1 7-6 18, 634, 637-638, 647, 660-
Russell, Bertrand 61 9-640
661, 672, 680, 749-750, 752, 771, 773,
Ruthardt, Adolf 593
776-779, 834, 846
Rütimeyer, Ludwig 1 5 1
Devlet 147, 149, 216, 240, 457, 550, 638,
646, 752, 765, 776
Sachs, Hans 1 12, 294, 327
Pohl, Richard 789, 794
Prahlen, von Isabella 342, 387, 452 Salis, Meta von 284, 367, 583-584, 595-597,
Priestley, Joseph 808 612, 642-643, 649, 679, 684, 737, 749,
Proudhon, Pierre-Joseph 1 1 3 789, 796, 813, 836
Salome, Lou 284, 290, 307, 3 1 6-31 7, 348, 364,
Raabe, Hedwig 99 367, 375, 407, 422, 463, 471, 484-485,
Rawls, John 640 507-515, 5 1 7-533, 539-542, 545-546,
Redtel, Anna 45, 77 548-549, 557-559, 561, 571, 574-575,
Ree, Georg 540 580, 595, 597-598, 642-644, 651-652,
Ree, Paul 315-31 9, 323, 326, 330, 341-343, 680-681, 688, 699, 707, 735, 753, 755,
347-348, 350-351 , 353-355, 359-360, 798, 832, 842
370, 372, 382, 405-407, 409, 422, 429, sarışın canavar I sarışın hayvan 210, 696-698,
435, 442, 453, 479, 48 1-482, 484, 507- 804
5 1 5, 5 1 7-520, 522-524, 527-531, 535, Sartre, Jean-Paul 296, 3 1 3, 388, 400, 420-421,
539-541, 558, 561, 622, 659, 663-665, 553
688, 722, 786 Schacht, Richard 805
932 NIETZSCHE

Scheffler, Ludwig von 300 Spir, African 366, 370


Schelling, Friedrich 59 Stein, Heinrich von 5 1 8, 537, 587-589, 615,
Schenkel, Rudolf 104 633, 635, 682-683
Schiller, Friedrich 36, 59, 63-65, 1 80, 2 1 1 , 235, Steiner, Rudolf 332, 835, 838
734, 836 Stoeving, Curt 838
Schirnhofer, Resa von 5 1 8, 580-583, 586-587, Stöcker, Adolf 535, 542, 73 1 , 796
594-597, 679-680 Stölten, Hermann 5 1 6, 521
Schmeitzner, Ernst 283, 287, 290, 299, 308, Strauss, David 35, 41, 83-87, 90, 250-257,
320, 323, 347, 359, 405, 4 1 1 , 437, 484, 265, 267, 277, 283, 361
487, 534-535, 574, 599-601 , 605-606, 655 Strauss, Richard 63, 161, 1 95, 549, 837
Schnabel, Ernst 76 Straussiade (Straussçuluk) 251, 255-256, 265
Schopenhauer, Arthur 66, 94-95, 98, 100, 102, Strindberg, August 734-735, 791 , 793, 796
107, 1 13, 1 15, 1 1 8-132, 134-141, 158, sürü içgüdüsü 489-490, 553, 631
1 65, 174, 176, 178-1 86, 1 89-1 91, 194,
196, 1 99, 214-216, 221, 224-226, 228- Şubat Devrimi (1 848) 1 0
229, 241, 247, 252, 266, 268, 270, 278,
282, 284, 290-293, 295-297, 303-306, Taine, Hippolyte 6 5 1 , 697, 799
316, 3 1 8-3 19, 324-325, 329, 332, 336- "takdirişahsi" 99, 503, 568, 572
337, 343-344, 347-350, 355, 361-362, "Tanrı öldü" 494, 630
374-380, 383, 387, 409, 415, 427, 443, Tocqueville, Alexis de 498
448-450, 453-454, 504, 518, 532, 545,
Tönnies, Ferdinand 3 1 6
559, 561, 564, 567, 575, 585, 591, 610,
Trampedach, Mathilde 321 , 369, 5 1 1
6 12-613, 618-622, 624, 652, 657-658,
664-665, 670, 681, 685, 708-709, 7 1 1 -
Uccello, Paolo 1 8 7
7 1 3 , 716, 719, 742, 745-746, 750, 757,
Unsere Ziet 832
782, 806-808, 8 1 2, 8 1 6-820, 822
Usener, Hermann 230
istenç ve Tasarım Olarak Dünya (Die Welt
als Wille und Vorstellung) 94, 1 1 9-120,
üstinsan 67, 69-70, 267, 294-295, 394, 487,
122, 124, 129, 1 3 1 , 1 34-136, 138, 1 76,
551, 557, 563-565, 569, 580-58 1 , 639,
1 80, 709, 745, 806
651, 670, 697, 761-762, 787-788, 804,
Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar (Ap­
834, 841
horismen zur Lebensweisheit) 3 1 8
Schubert, Franz 34, 53, 1 38, 247
Vaughan, Eliza 321
Schumacher, Fritz 838-839
Schure, Edouard 332-333 Vischer-Bilfinger, Wilhelm 1 1 6, 146, 151, 1 53,
Sclaf, Johannes 607 202, 206, 225, 228, 275
Senger, Hugo von 321 -324 Volkmann, Richard von 1 10
Seydlitz, Reinhart 351, 359-360, 364, 406,
537, 601, 625, 677, 738, 800 Wackernagel, Jacob 300
Sokrates 1 3 1 , 148, 195-1 97, 225, 227-228, Wagner, Cosima 60-61, 97, 1 56-162, 165, 1 76,
233, 240, 253-254, 269-270, 321, 361, 202, 207, 224-225, 231, 236-237, 240,
396, 4 1 3, 509, 640, 709, 755, 760, 789, 242, 248-249, 251 -252, 254, 260, 272,
806, 8 1 6 284, 287-289, 296, 301, 309, 3 1 7-31 8,
Sophokles 62, 148-149, 159, 1 69, 1 86, 193, 331, 349, 356-357, 405-406, 481, 498,
1 96, 2 1 7, 240, 268 5 15, 5 1 7-518, 536, 589, 598, 799, 829
soyarıtımı 392, 393, 440, 559, 560, 629, 646, Wagner, Richard 1 1, 22, 39, 53-54, 57-58,
726, 751 60, 94, 97-98, 1 10-1 15, 1 1 7, 129, 1 35,
Spencer, Herbert 355, 659 140-141, 1 5 1 - 1 52, 1 55-163, 1 65-1 85,
Spinoza, Baruch 66, 344, 476-477, 504, 524, 1 90, 1 92-195, 1 98-1 99, 201-202, 205,
545, 635 207, 2 1 7, 2 1 9, 222-226, 229-23 1, 234,
Dizin 933

236-237; 240, 242-244, 247, 249-251 , Westhoff, Clara 531


254-255, 257-260, 263, 268, 271-283, Westminster Review 305, 330, 606
286-290, 292, 294, 296, 299, 301, 305, Widemann, Paul 320, 359-360
307-309, 312-313, 3 1 6-317, 3 1 9-321 , Widmann, Joseph 606-607, 6 1 0, 650, 685-686,
323-338, 341 -345, 348-349, 354-361, 782
364, 368, 374-375, 383, 389, 395-397, Wiel, joseph 310-3 1 1 , 684
405-406, 433, 437, 467, 478-480, 483- Wilamowitz-Möllendorff, Ulrich von 44, 101,
484, 492, 494, 507, 512-513, 5 1 7-51 9, 225-230, 233-235
536-537, 543, 545, 547, 549, 560, 575, Wilde, Oscar 1 88, 265, 719
587-590, 598, 601, 603, 609, 626, 637, Wildenow, Clara 586
646-647, 653, 658, 670, 675, 680, 382, Wille, Ludwig 801-802, 827, 829, 843
686, 708-710, 71 9-720, 730, 732, 734, Winckelmann, Johann Joachim 215, 226, 235,
740-748, 766, 778, 784-790, 794-795, 302
799-800, 823-824 Windisch, Ernst 1 1 1 , 1 1 3-1 14
Die Meistersinger 1 12, 1 15, 155-156, 1 68, Wolf, Hugo 679-680
171, 1 83, 1 98, 246, 275, 278-279, 294, Wolzogen, Hans von 289
325-326, 359, 746-747 Wundt, Wilhelm 355
Parsifal 1 8 1 , 277, 279, 349, 359, 480, 5 1 7-
518, 536, 560, 580, 658, 675, 708, 71 9, Yahudi karşıtlığı 97, 1 59, 1 66-1 67, 223, 248,
786, 795 278, 3 1 6-317, 342, 349, 354, 406, 484,
Tristan und Isolde 39, 1 1 1-1 1 2, 1 55, 1 76- 534-535, 540, 543, 545, 579, 594, 598-
178, 1 8 1 , 1 92, 230, 232, 273, 277, 279, 600, 602, 604, 632, 655, 678-679, 6 8 1 ,
325, 328-329, 338, 359, 558, 719, 742, 731 , 735, 740-74 1 , 767, 786, 788, 796,
829 830, 833
Yüzük (Der Ring) 1 55, 1 80, 236, 244, 256, yüksek kültür 146, 1 99, 260, 343, 388-390,
277-279, 287, 289, 328, 333, 335, 349, 394-396, 399, 628, 641 , 732
355-356, 395, 513, 547, 609, 741-742,
744-746 Zimmern, Helen 585-586, 595-596, 606, 649,
Wagnerci ideal 282, 324, 492, 537 735
Weber, Max 59, 366 Zukunftsmusik (Geleceğin Müziği) 22, 39, 53,
Welti, Heinrich 607, 650
230-231
Wenkel, Friedrich 129-130

You might also like